REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Malâ ifadesini içeren 850 kelime bulundu...

işa-i rabbani / işâ-i rabbânî

  • Hıristiyanların, dinlerinin temel inançlarından biri gibi kabûl ettikleri akşam yemeğinde güyâ Îsâ aleyhisselâmın etini yiyip, kanını içerek onunla birleşeceklerine ve böylece günâhlarının döküleceğine inanmaları.

a'vak

  • (Tekili: Avk) Mani olmalar. Alıkoymalar, durdurmalar. Vazgeçirmeler.

ab-ı hayat / âb-ı hayât

  • Hayat suyu. Saf ve berrak su. İnce ve derin mânâlı söz. Tasavvufta mürşid-i kâmil denilen evliyâ zâtların, insanların mânen canlı, kalblerinin uyanık olmalarına vesîle olan mübârek sözleri, mânevî nazarları (bakışları) ve kıymetli kalblerinden fışkır an teveccüh. Bir şeyin kıymetini kuvvetli bir şek

abonman

  • Bir imalâtçı ile müşteri arasında düzenli satın alma için yapılan anlaşma. (Fransızca)

acvet

  • Medine-i Münevvere hurmalarından bir çeşit, iyi hurma.

adat-ı küfriye ve zalimane / âdât-ı küfriye ve zâlimâne

  • İnkâra ait ve zâlimlere yakışan âdet ve uygulamalar.

agmaz

  • (Tekili: Gamz) Göz yummalar, göz kırpmalar.

aguş-u nazdarane / âguş-u nazdârâne

  • Nazlı bir şekilde sarmalayan kucak.

agvas

  • (Tekili: Gavs) Yardım istemek için bağırmalar. İmdat istemeler.

ahiret alimi / âhiret âlimi

  • Dünyâlığa, mala, mevkiye kıymet vermeyen, ilim ile dünyâlık elde etmeye çalışmayan, âhireti dünyâya tercih eden, ilmiyle amel eden, işi sözüne uyan, ibâdet ve tâate teşvik eden, ilmi âhiretine faydalı olan tevâzu sâhibi âlim.

ahlam / ahlâm / احلام

  • Karmakarışık rüyalar. (Arapça)
  • Düşazmalar. (Arapça)

akmişe

  • (Tekili: Kumaş) Kumaşlar, dokumalar.

aksam-ı tecelliyat / aksâm-ı tecelliyât

  • Tecellilerin, yansımaların kısımları, çeşitleri.

akta'

  • Kesmeler, kırılmalar.
  • Beylik araziler.
  • Alâkasızlıklar.

akval / akvâl

  • Sözler, konuşmalar.

alat-ı rasadiyye / âlât-ı rasadiyye

  • Meteoroloji ve astronomi araştırmalarında kullanılan âlet ve cihazlar.

alem-i kevn ü fesad / âlem-i kevn ü fesâd

  • Oluşumlar ve bozulmalar dünyası, icatlar ve tahripler âlemi.

ameliyat / ameliyât / عمليات

  • Uygulamalar, tatbikler, pratikler.
  • İşlemler, uygulamalar. (Arapça)
  • Ameliyat. (Arapça)

ameliyat-ı dahiliye

  • İç operasyon, sıkı yönetim uygulamaları.

amika / amîka

  • İnceden inceye, derinlemesine yapılan araştırmalar.

apolet

  • Askerî üniformaların omuz kısmına takılan ve rütbeyi belirten sembol, işaret.

asaletlu / asaletlû

  • Asâletli, soy ve neseb sahibi, necib, asil.
  • Osmanlı İmparatorluğu zamanında resmi yazışmalarda büyükelçilere, Hristiyan büyüklerine, devlet adamlarına ve prenslerine denirdi.

asar / âsâr

  • Öç almalar. İntikamlar.
  • Eserler.
  • İzler. Nişanlar. Abideler.
  • Âdetler.

asar-ı esma-i ilahiye / âsâr-ı esmâ-i ilâhiye

  • Allah'ın isimlerinin eserleri, varlıklardaki izleri, yansımaları.

aserat

  • Sürçmeler, yanılmalar.
  • Ayak kayması.

asfiya

  • Sâfiyet, takvâ ve kemâlât sâhibi ve Peygambere (A.S.M.) vâris olup, onun meslek ve gayelerini ihyaya ve tatbike çalışan muhakkik zatlar.

atlas

  • (Tekili: Talas) Eskitmeler, yıpratmalar.
  • Eski, aşındırılmış, yıpranmış.

atletizm

  • yun. Çeviklik, atiklik, kuvvet gibi beden kabiliyetlerini inkişaf ettirmeğe yarayan ve koşu, atlama, ağırlık kaldırma ve atma gibi, tek başına yapılan bedeni çalışmalar.

atvak

  • (Tekili: Tavk) Tasmalar. Gerdanlıklar, boyuna takılan mücevherler.
  • Tâkatler, kuvvetler.
  • Boyundaki halka çizgiler.

azalil

  • (Tekili: Uzlûle) Yanlışlar, yanılmalar. Doğru olmayanlar.

azırra

  • (Tekili: Zarir) Körler, âmâlar, gözleri görmiyenler.

bağ

  • Büyük bahçe. Bostan. (Farsça)
  • Üzüm asmaları bulunan yer. (Farsça)
  • Üzüm asması. (Farsça)

bakaya

  • Artıklar, fazlalıklar.
  • Ask: Son yoklamaları yapıldıktan sonra istenildiklerinde gelmeyen veya gelip de kıtalarına varmadan savuşanlar. (Bakayadan sayılmak suçtur.)

bakteri

  • Basit, çekirdeksiz, bölünerek çoğalan tek hücreli canlılara verilen addır. Çeşitli şekilleri vardır: Kürevî (coccus), çubuk şeklinde (basil), virgül şeklinde (vibriyon), burmalı (spiril).Bakteriler ya tek tek, ya da birkaçı bir arada bulunmalarına göre de ayrı adları vardır. Havanın oksijeni ile yaş (Fransızca)

bayram namazı

  • Fıtr (Ramazan) ve Kurban bayramının birinci günü güneş doğduktan yaklaşık 45 dakika sonra erkeklerin cemâat hâlinde kılmaları vâcib olan iki rek'atlik namaz.

beşer haşri

  • İnsanların öldükten sonra âhirette tekrar diriltilerek Allah huzurunda toplanmaları.

besin

  • Zihayat varlıkların yaşama, gelişme ve çalışmaları için gerekli olan çeşitli gıda maddeleri. (Türkçe)

beyan-ı mu'ciz / beyân-ı mu'ciz

  • Mu'cizevî açıklama; açıklamaları mu'cize olan ve bir benzer açıklamayı yapmaktan başkalarını âciz bırakan Kur'ân'ın beyanı.

beyanat / beyânat / beyânât / بيانات / بَيَانَاتْ

  • (Tekili: Beyan) Nutuklar, izahlar, açıklamalar, beyanlar.
  • Açıklamalar.
  • Açıklamalar, demeç. (Arapça)
  • Açıklamalar.

beyanat-ı ayat-ı kur'aniye / beyanat-ı âyât-ı kur'âniye

  • Kur'an'ın âyetlerinin açıklamaları.

beyanat-ı furkaniye

  • Hak ile batılı birbirinden ayıran Kur'ân'ın açıklamaları, izahları.

beyanat-ı harika

  • Hayranlık veren açıklamalar, izahlar.

beyanat-ı kevniye

  • Yaratılışa âit açıklamalar.

beyanat-ı kur'aniye / beyânât-ı kur'âniye

  • Kur'ân'ın açıklamaları.

beyanat-ı medhiye / beyânât-ı medhiye / بَيَانَاتِ مَدْحِيَه

  • Övgü dolu ifadeler, açıklamalar.
  • Övgülü açıklamalar.

beyanat-ı muhammediye

  • Hz. Muhammed'in (a.s.m.) açıklamaları.

beyanat-ı sabıka

  • Geçmiş açıklamalar, önceden yapılan izahlar.

beyt-ül haram

  • (Beyt-ül Haram) Kâbe-i Muazzama'nın etrafının bir ismi. Kâfirlerin yaklaşmaları men' edildiği, onlara haram olduğu için bu isimle alınır.

bid'at

  • Aslen dinde olmayıp sonradan ortaya çıkan yeni âdet ve uygulamalar.

bid'atkarane / bid'atkârâne

  • Aslen dinde olmayıp sonradan ortaya çıkan ve dine zarar verici yeni âdet ve uygulamaları dine mal etmeye çalışarak.

bid'iyyat / bid'iyyât

  • Bid'alar; aslen dinde olmayıp sonradan ortaya çıkan ve dine zarar verici yeni âdet ve uygulamalar.

biyokimya

  • Canlıların kimya ile ilgili yapılarını, tepkilerini, belirtilerini inceleyen bilim dalıdır. 19. Asırda başlatılan bu çalışmalarla proteinler, vitaminler, hormonlar anlaşılır duruma gelindi.

bütçe

  • Devletin veya diğer kuruluşların yıllık gelir ve giderlerini (sarfiyat ve varidatlarını) gösteren ve bunlarla ilgili harcamaları tayin eden hesap işleri. (Fransızca)

büyu'

  • (Tekili: Bey') Satışlar. Satın almalar.

c

  • Arabî ayların kısaltmalarında Cemaziyel Evvel ayının kısaltılmış hali.

çağdışı

  • Askerliğe alınma çağı dışında.
  • Çağın fikirlerine felsefesine uymayan. Bu mânada bazı kimselerin kelimeyi hakaret olarak kullanmaları dar görüşlülüğün ve cehaletin neticesidir. Çünkü çağın insanlık için zararlı öyle fikirleri ve felsefeleri vardır ki, gelecek devirler bunu anladıkları

çamular

  • Himalaya dağlarına bağlı bir dağ silsilesi.
  • Himalaya dağlarına bağlı bir dağ silsilesi.

çamulari

  • Himalaya dağlarına bağlı bir dağ silsilesi.

çapulcu

  • Başkasının malını çalan, talan edip yağmalayan.

celevat / celevât

  • Cilveler, yansımalar.

celse

  • Bir meclis veya mahkeme hey'etinin toplanmalarından tâtile kadar olan müzakere müddeti.
  • Bir def'a akd-i meclis etmek. Oturuş, bir def'a oturmak.

cemal-i rububiyet / cemâl-i rububiyet

  • Allah'ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesinin, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasının güzelliği.

cemre

  • (Çoğulu: Cimâr) Şiddetli karanlık.
  • Ateşli kömür parçası, kor.
  • İlkbaharda suya, yere, havaya düştüğü söylenen sıcaklık.
  • Hacıların Mina Vâdisinde şeytan taşlamaları.

çenber

  • Daire, def ve kalbur gibi şeylerin tahtadan olan dairesi. (Farsça)
  • Fıçı ve tekerlek gibi şeylere takviye edip, dağılmalarını önlemek için etrafını çevirecek tarzda geçirilen demir veya tahta halka. (Farsça)
  • Başa ve boyna bağlanan yemeni. (Farsça)
  • Esirlik, bağlılık, kölelik. (Farsça)
  • Geo: Bir düz (Farsça)

cereyan-ı tecelliyat

  • Tecellîlerin cereyanı, yansımaların akıp gitmesi.

cereyan-ı tecelliyat-ı ilahiye / cereyan-ı tecelliyat-ı ilâhiye

  • İlâhî yansımalarının meydana gelmesi, cereyan etmesi.

cerre çıkma

  • Eski zamanda medrese talebelerinin, mübarek üç aylar olan Receb, Şaban ve Ramazanda köylere dağılıp halka, ahaliye dini nasihatlarda bulunmak, namaz kıldırmak veya müezzinlik etmek suretiyle para ve erzak toplamaları.

cibayat

  • (Tekili: Cibâyet) Vergi, câbilikler, gelir toplamalar.

çile

  • Dervişlerin, nefislerini terbiye ederek tasavvuf yolunda ilerliyebilmek için kırk gün tenhâ bir yerde riyâzet (nefsin istemediği şeyler) ve ibâdetle meşgul olmaları.

cilve-i inayet-i rabbaniye / cilve-i inâyet-i rabbâniye

  • Rabbimizin yardım ettiğini gösteren yansımalar, belirtiler.

cilve-i rabbaniye / cilve-i rabbâniye

  • Allah'ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesinin ve onları terbiye, idare ve egemenliği altında bulundurmasının izi, görüntüsü.

cin

  • Ateşin alev kısmından yaratılan, her şekle girebilen; evlenme, yeme-içme, çoğalmaları bulunan ve gözle görülmeyen varlıklar. Fârisî dilinde cine peri denir.

cinn

  • Bir cins ateşten yaratılmış olup, dünyanın insandan sonra en mühim sekenesidir. Akıl ve şuur sâhibi olup pekçok şer ve isyan yapabildikleri gibi "Peygamberlerin ve semâvî kitabların irşadlarıyla" insana yetişememekle beraber terakki edip yüksek kemâlatlara çıkabilen mahluktur. İnsanlar gibi

cirit

  • Düşmana atılmak üzere yapılmış ucu demirli, sert tahtadan kısa mızrak. Sulh zamanlarında talim mahiyetinde yapılan karşılaşmalara cirit oyunu denirdi. Türklerin makbul bir sporu idi.

civcive

  • Kuşların coşkulu ötüşleri, şakımaları.

cum'a

  • Toplanma.
  • Perşembeden sonraki gün. Müslümanların kudsî tâtil günü olup, o güne mahsus namazla mükelleftirler. Memur ve işçilerin cuma namazı vakti serbest bırakılmamaları din hürriyetine aykırıdır. Yahudiler ve hristiyanlar haftalık dinî törenleri için cumartesi ve pazar günü serbest

cümale

  • (Çoğulu: Cümâlât) Gemi urganı.

cumu'

  • Toplanmalar. Cemi'ler.

dahili münakaşat / dahilî münakaşât

  • İç tartışmalar.

dar-ün nedve / dâr-ün nedve

  • Müslümanlıktan evvel, Kureyş kabilesinin münakaşalar için toplandığı bir yerin adı olup, Kusey ibn-i Kilâb tarafından kurulmuştur. (Sonradan Hz. Muhammed'e (A.S.M.) karşı bulunanların toplanmalarından dolayı fesat ve münafıkların toplandıkları yer mânâsına kullanılmaya başlanmıştır.)

darabat / darabât

  • (Tekili: Darbe) Vuruşlar. Çarpmalar. Vurmalar.

delalat / delâlat

  • (Tekili: Delâlet) Delâletler, alâmet olmalar,yol göstermeler, kılavuzluklar.
  • Delâletler, delil olmalar.

devair-i rububiyet / devâir-i rububiyet

  • Rububiyet daireleri; Allah'ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasının alanları.

dirayet tefsiri / dirâyet tefsîri

  • Resûlullah'tan sallallahü aleyhi ve sellem gelen rivâyetler (açıklamalar) esas alınarak, Kur'ân-ı kerîmin lisan bilgilerine ve zamanın fen bilgilerine, aklî ilimlere göre yapılan açıklaması. Bu tefsîre ma'kul, re'y tefsîri ve te'vîl de denir.

durub

  • (Tekili: Darb) Döğmeler, vurmalar, darblar.

ebhas / ebhâs / ابحاث

  • Bahisler, tartışmalar. (Arapça)

ecved-i mensucat

  • Dokumaların en iyisi.

ef'al-i mükellefin / ef'âl-i mükellefîn

  • İslâm dîninde mükelleflerin (dînî vazîfeleri yerine getirmekle yükümlü, sorumlu kimselerin) yapmaları ve sakınmaları lâzım olan emirler ve yasaklar. Ahkâm-ı İslâmiyye (fıkıh bilgileri), din bilgileri.

ef'al-i rabbaniye / ef'âl-i rabbâniye

  • Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın fiilleri.

efgan

  • Acı ile bağırıp çağırmalar. Feryatlar ve istimdat. (Farsça)

efham / efhâm

  • Anlayışlar, zihinler, anlamalar.
  • Anlamalar, en iyi anlayan.

efradın zerrat-ı hürriyatı / efrâdın zerrât-ı hürriyâtı

  • Bireylerin bütün zerrelerinin hürriyetleri, bireylerin bütün varlıklarıyla hür ve özgür olmaları.

efrah

  • Ferahlamalar. İç açılmaları. Sevinmeler.

efza'

  • (Tekili: Fezâ) Korku ile bağırıp çağırmalar.

ehl-i bid'a

  • Dinin aslında olmadığı halde, sonradan çıkarılan zararlı âdet ve uygulamaları dine mal etmeye çalışanlar.

ehl-i bid'a ve ilhad / ehl-i bid'a ve ilhâd

  • Dinin aslında olmadığı halde, sonradan çıkarılan zararlı âdet ve uygulamaları dine mal etmeye çalışanlar ve inkârcılar.

ehl-i dalalet ve bid'a / ehl-i dalâlet ve bid'a

  • Dinin aslında olmadığı halde, sonradan çıkarılan zararlı âdet ve uygulamaları dine mal etmeye çalışan, doğru ve hak yoldan sapmış olanlar.

ehl-i garet ve fesad

  • Baskın yapıp yağmalayan çapulcu ve bozguncu güruh.

ehyemin

  • (Tekili: Heyeman) Âşık olmalar, şaşkınlıklar.

ekdas

  • (Tekili: Küds) Küdsler. Hurmalar.

elha

  • Malâyâni ve boş konuşan.
  • Dizlerinden biri diğerinden büyük olan deve.
  • Karnı sarkık olan. (Müennesi: Lahva)

elibba'

  • (Tekili: Lebib) Akıllılar, kâmiller, kemalât sahipleri, olgun kimseler.

elli dört farz

  • İslâm âlimlerinin, müslümanların hâtırlarında tutmalarını kolaylaştırmak için, öncelikle bilmeleri îcâbeden pek çok farzdan, Allahü teâlânın emirlerinden derledikleri elli dört tânesi.

eltaf

  • (Tekili: Lutf) Lütuflar, iyi muameleler, iyilikler, iyilikseverlikler. Nezaketler, nazik davranmalar. Okşamalar.

emhar

  • (Tekili: Mehr) Mehrler, nikâh bedelleri. Zevceynin ayrılmaları halinde kadına verilecek olan ve nikâhta kararlaştırılan para ve sair eşyalar.
  • (Mühür) Taylar, at yavruları.

emr-i tacizi / emr-i tâcizî

  • İnsanı âciz bırakan emir; Allah'ın, iman etmeyenlerden Kur'ân'ın benzerini ortaya koymalarını istemesi böyle bir emirdir.

emr-i teklifi / emr-i teklîfî

  • Allahü teâlânın insanlara yapmaları veya sakınmaları için verdiği emirler. Buna Emr-i teşrîî de denir.

endave

  • Sıvacı malası. (Farsça)
  • Şikâyet. (Farsça)

endüstri

  • Sanayi, imalât, sanatlar. Hammaddeyi mâmul eşya hâline getirme. Bu da ikiye ayrılır. 1- Küçük sanayi: Ev ve atölyelerde basit âlet ve makinelerle eşya imalâtıdır. 2- Büyük sanayi: Su buharı, akaryakıt, elektrik, atom enerjisi gibi büyük çapta enerji kaynaklarından faydalanılarak fabrikalarda seri hâ (Fransızca)

ensa

  • (Tekili: Nesy) Unutmalar, nesyler.

ensac

  • Dokumalar.

enva-ı şekavet / envâ-ı şekavet

  • Türlü türlü şikâyetler, yakınmalar.

enva-ı tecelliyat / envâ-ı tecelliyât

  • Tecellîlerin, yansımaların türleri.

eracif / erâcîf / اراجيف

  • Saçmalıklar, uydurmalar. (Arapça)

erş

  • Fesat, niza, ihtilaf, rüşvet.
  • Fışkırmak.
  • Tırmalamak.
  • Fık: Yaralanan veya kesilen bir uzuvdan dolayı verilmesi lâzım gelen diyet.

eshab-ı feraiz / eshâb-ı ferâiz

  • Ölen bir kimsenin mîrâsına (geriye bıraktığı mala) vâris (hak sâhibi) olan ve Allahü teâlânın Kur'ân-ı kerîmde hisselerini (paylarını) bildirdiği dördü erkek, sekizi kadın on iki kişi.

esma-i külliye / esmâ-i külliye

  • Bütün varlık âleminde yansımaları görünen Allah'ın isimleri.

eşvat

  • (Tekili: Şavt) Sıçrayışlar, zıplamalar, koşmalar, koşuşmalar.
  • Kâbe-i Muazzama'yı yedi defa tavaf etme, etrafını dolaşma.

etnoloji

  • yun. Kavimleri, ayrı dil ve ırktan toplumların hayat ve özelliklerini inceleyen ilim. Önce hristiyan misyonerleri dinlerini yaymak için kavimlerin özelliklerini öğrenme ihtiyacını duymuşlar ve onların zayıf damarlarından faydalanmayı düşünmüşlerdir. 19.yy.dan itibaren ilmî gaye ile araştırmalar yapı

evsam

  • (Tekili: Vasm) Arlar, hayâlar, utanmalar.

ezan-ı cavk / ezân-ı cavk

  • Bir kaç müezzinin bir ezânı birlikte okumaları.

ezkar / ezkâr / اذكار

  • Zikirler, Allah'ı anmalar.
  • Zikirler, Allahı anmalar.
  • Zikirler. (Arapça)
  • Anmalar. (Arapça)

feletat / feletât

  • Yanlışlar, yanılmalar, sürçmeler, tutarsızlıklar.

felsefe

  • Yunanca (Philosophos)dan Arapçalaşmış. Feylesofların mesleği.
  • İlm-i hikmet.
  • Maddeyi, hayatı ve bunların çeşitli tezâhürlerini, sebeblerini, ilk unsurları ve gaye cihetinden inceleyen fikri çalışma ve bu çalışmaların neticelerini toplayan ilim.
  • Herkesin hususi fikri. M

fetanet / fetânet

  • Peygamberlerde bulunması lâzım olan sıfatlarından biri. Peygamberlerin; bütün insanların en akıllısı, en zekîsi ve en anlayışlısı olmaları.

fiil-i rabbaniye / fiil-i rabbâniye

  • Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın fiil ve icraatı.

fiiliyat

  • Fiiller, uygulamalar.

fıkıh

  • (Fıkh) Derin ve ince anlayış. Bir şeyi, hakkı ile, künhü ile bilmek. İnsanlar arasındaki ilişkilerle ilgili olarak dinî hükümleri ayrıntılı delilleriyle bilmek. Müslümanlar, müslüman olmaları itibariyle Allah'ın emirlerine tâbidirler, uyarlar. Fıkıh ilmi, hangi şartlarda Allah'ın hangi emrin

fikriyyat / fikriyyât / فكریات

  • Düşünce ile ilgili çalışmalar. (Arapça)

fitne-i ahirzaman / fitne-i âhirzaman

  • Âhirzaman fitnesi; dünyanın son devresinde görülen fitneler, bozulmalar.

forsa

  • Buharlı gemilerin icadından evvel yelkenli gemilerde kürek çekmeğe mahkum harp esirleri. Bunlar, kaçmamaları için birer ayakları güvertelere çakılı bulunurlardı. Ayaklarından bağlı olmaları münasebetiyle bunlara payzen namı da verilirdi. Bununla birlikte payzen tabiri, daha çok cürüm ve cinayet erba

fütuhat / fütûhât

  • Fetihler, açmalar.

gaben-i fahiş / gaben-i fâhiş

  • Piyasadaki en yüksek satılandan altın ve gümüşte %2,5 ve daha fazlasına, urûzda yâni ölçülüp tartılan ve taşınabilen mallarda %5, hayvan için %10, binâ için %20'den, ibâdet konularında lâzım olan şeylerde de piyasadaki fiyatından iki misli fazla olan aldanmalar.

gamaim

  • (Tekili: Gımâme) Hayvanların, yem yemelerini veya ısırmalarını önlemek gayesiyle ağızlarına takılan torba gibi şeyler.

garaib-i icraat

  • Alışılmışın dışında garip uygulamalar, faaliyetler.

garat / gârât

  • (Tekili: Gâret) Yağmalar. Çapulculuklar.
  • Gasplar, yağmalar.
  • Yağmalar.

gasb

  • Başkasının malını izinsiz (rızâsı olmaksızın) zorla elinden almak. Malı alana gâsıb, alınan mala mağsûb denir.

gaza / gazâ

  • İnsanların İslâmiyet'i işitmeleri, müslüman olmakla şereflenmeleri yâhut müslümanların dînine, vatanına ve nâmusuna tecâvüz eden düşmanı kovmaları için yapılan muhârebe.

grev

  • İşçilerin isteklerini işverene kabul ettirmek için, işlerini hep birlikte bırakmaları.İslâmiyette işçi hakları çok ciddi korunmakla beraber, grev ve benzeri hareketlere başvurulması istenmez. Çünki grev, millî gelire zarar verdiği gibi, sosyal grupları doğurmakla boğuşmalarına ve dolayısıyla da mill (Fransızca)

gulat / gulât

  • Coşmalar, taşkınlıklar.

gulgule-i etfal

  • Çocukların gürültüsü, çocukların bağrışıp çağrışmaları.

hacegan yolu / hâcegân yolu

  • Daha çok nübüvvet kemâlâtına (olgunluklarına, üstünlüklerine) kavuşturan Hazret-i Ebû Bekir'den gelen yolun, Yusuf-ı Hemedânî hazretlerinden îtibâren aldığı isim. Bu yol sonradan Nakşibendiyye adını almıştır.

hadai'

  • (Tekili: Hadîa) Hileler, dalavereler, aldatmalar, yalanlar.

hadd-i kemal

  • Olgunluk hâli. Kemalât haddi.

hadim-ül haremeyn-iş şerifeyn / hâdim-ül haremeyn-iş şerifeyn

  • Hilâfeti haiz olmaları hasebiyle Osmanlı Padişahlarına verilen ünvandır. Haremeyn; Mekke ile Medine'ye denilir. İslâm âleminin bu iki şehre hürmet-i mahsusaları sebebiyle ve daha fazla tâzim kasdiyle şerif sıfatını da ilâve ederek "Haremeyn-iş şerifeyn" denilmiştir. Haremeyn'in Hâdimi mânasına gelen

hadş

  • Kaşımak.
  • Tırmalamak.

hakimiyet-i rububiyet / hâkimiyet-i rububiyet

  • Rablığın egemenliği; Allah'ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması.

halvet

  • Yalnızlık, yalnız olarak kalma.
  • Yabancı bir kadınla yabancı bir erkeğin bir odada, kapalı bir yerde yalnız kalmaları.
  • Tasavvuf yolunda olgunlaşmak ve ilerlemek için belli bir müddet tenhâda kalma hali yalnız kalmak.

hamale

  • Bir mala kefil olma.

hamelat

  • (Tekili: Hamle) Saldırışlar, saldırmalar.
  • Atılmalar, atılışlar.

hamş

  • Kaşımak.
  • Tırmalamak.

harahir

  • (Tekili: Harhara) Tıb: Akciğerden gelen hırıltılar.
  • Uykuda iken horlamalar.

harb

  • İki veya daha çok devletin birbirleriyle siyasi alâkaları keserek silahlı kuvvetlerle çarpışmaları, vuruşmaları.

harş

  • Kesbetmek, almak.
  • Tırmalamak.

haşir ve neşr-i dünyeviye

  • Dünyadaki varlıkların yeniden diriltilip yayılmaları.

hasis / hasîs

  • Parasını ve malını harcamamak için her türlü sıkıntıya, eziyete katlanan, paraya, mala aşırı düşkün olan; dînen verilmesi îcâb edeni, zekâtı ve sadakayı vermeyen, pinti, eli sıkı olan, bahîl, malda ve ilimde cimrilik eden.

haşmet-i rububiyet

  • Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye eden Allah'ın idare ve egemenliğinin ihtişamı.

haşr

  • (Haşir) Toplanmak, bir yere birikmek.
  • Toplama, cem'etmek.
  • Kıyametten sonra bütün insanların bir yere toplanmaları. Allahın, ölüleri diriltip mahşere çıkarması. Kıyamet.
  • Bir tohumun içinden büyük ağaçlar çıktığı gibi, her bir insanın acb-üz zeneb denilen bir nevi çekir

haşr-i emvat / haşr-i emvât

  • Ölenlerin dirilerek bir araya toplanmaları.

hasr-ı hayat

  • Hayatını sadece bir şeye vermek, bütün çalışmalarını yalnız bir şeye yöneltmek.

hasr-ı iştigal

  • Bütün çalışmaları bir şeye hasretme.

hataya

  • (Tekili: Hatâ) Hatâlar. Yanılmalar.

hatme-i hacegan / hatme-i hâcegân

  • Nakşi tarikatı mensublarının fikri ve nazarı mâsivadan tecerrüd ederek, topluca muayyen dua ve zikirlerini sonuna kadar okumaları. (Farsça)

havaşi

  • (Tekili: Hâşiye) Bir yazının kenarına eklenen not veya açıklamalar. Hâşiyeler, derkenarlar.
  • Maiyet adamları.

havz-ı marifet ve muhabbet / havz-ı mârifet ve muhabbet

  • Bilgi ve sevgi havuzu; tanışmaları ve sevgileri ortak bir havuz gibi bir araya toplama.

hazine-i rabbaniye / hazine-i rabbâniye

  • Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve hâkimiyeti altında bulunduran Allah'ın hazinesi.

hefevat

  • (Tekili: Hefve) Yanlışlıklar, yanılmalar.
  • Ayak kayması. Sürçmeler, kaymalar.

herek

  • Asmaları, fidanları, fasulye gibi tırmanıcı nebatları bağlamak için yanlarına dikilen sırık, değnek.

herze-lay

  • Herze söyleyen, saçmalayan.

herzegu / herzegû / هرزه گو

  • Saçmalayan. (Farsça)

herzeguyi / herzegûyî / هرزه گویى

  • Saçmalama. (Farsça)

herzekarane / herzekârane / herzekârâne

  • Saçma sapan konuşarak. Boş ve lüzumsuzca uydurmalarla, abuk sabukça. (Farsça)
  • Saçmalayarak.

hevadic

  • (Tekili: Hevdec) Kadınların binip oturmaları için devenin üzerine konulan küçük mahfeler.

hey'atın feletatı / hey'atın feletâtı

  • Birini taklit eden kimsenin taklitçiliğini gösterip ilân eden sürçmeleri, falsoları. Kemalât-ı ruhiye veya mükemmelliğin iktizası olan umum ahvaldeki fıtrîlik ve müvazeneyi o seviyede olmayanın sun'î taklitteki gayr-ı fıtrîliği.

hezeliyat

  • Ciddi olmayan sözler, saçmalamalar.
  • (Tekili: Hezl) Ciddi olmayan sözler. Saçma sapan konuşmalar. Deli saçması.

hezeyan / hezeyân / هزیان / هَذَيَانْ

  • Saçmalık, saçmalama.
  • Deli saçması, saçmalama.
  • Sayıklama. (Arapça)
  • Saçmalama. (Arapça)
  • Saçmalama.

hezeyan-ı fikri / hezeyân-ı fikrî / هَذَيَانِ فِكْر۪ي

  • Fikre âit saçmalama.

hezeyan-ı küfri / hezeyan-ı küfrî

  • Küfür saçmalaması.

hezeyanat

  • (Tekili: Hezeyan) Sayıklamalar.
  • Saçma sapan ve mânâsız konuşmalar.

hezeyancı

  • Saçmalayan.

hezeyanlı

  • Saçmalayan.

hezeyanvari / hezeyanvârî

  • Saçmalarcasına.

hezzar

  • Devamlı saçmalayan adam.

hibe

  • Bağış. Bir malı karşılıksız olarak başkasına verme. Hibe edilen mala hediye denir.

hibek

  • (Çoğulu: Hubük) Rüzgârın lâtif estiği zaman denizde veya kumda meydana getirdiği yol yol kırıntılar ve dalgacıklar. Saçların kıvırcıklığından hâsıl olan dalgalanmalar. Kelimenin aslı olan "habk" sıkı bağlayıp muhkem kılmak; ve kumaşı sıkı, sağlam ve üzerinde san'at eseri zahir olacak vecihle güzel b

hidaş

  • Tırmalama.

hıfzıssıhha

  • (Hıfz-üs sıhha) Sağlıklı yaşamak için doğrudan doğruya kişi ve içinde bulunan çevrenin sağlıkla alâkalı şartlarını tetkik edip inceleyen, gerekli tedbirleri olan ve bu çeşit çalışmalardan bahseden hekimlik kolu veya sağlık bilgisi.
  • Sıhhatini korumak. Sağlığını muhafaza etmek.

hile-i şer'iyye / hîle-i şer'iyye

  • Şer'î (dînî) çâre. Müslümanların, İslâmiyet'e uymaları ve haram işlememeleri için ihtiyatlı yol aramaları. Herhangi bir hususta İslâmiyete uymağa mani bir durum bulununca o şeyi yapabilmek için kolay olan bir çâre aramak veya bu sûretle bulunan çıkış yolu.

himalaya silsilesi

  • Himalaya sıradağları.

hınak

  • (Tekili: Hanak) Kızmalar, darılmalar, kin tutmalar, haset etmeler.

hıraş

  • "Tırmalayan, kazıyan" anlamıyla bileşik sıfatlar yapar. Meselâ: Dil-hıraş : Gönlü tırmalayan, inciten. Samia-hırâş : Kulak tırmalayıcı. (Farsça)

hisbet

  • İyiliği emr edip kötülükten alıkoymak husûsunda, hükûmet adamlarının bizzat işe karışıp gerekeni yapmaları. İhtisâb da denir.

hissiyat-ı cumhur

  • Genel halk kitlelerinin hisleri, algılamaları.

hitabat / hitâbât

  • Konuşmalar.

hitabat-ı ezeliye-i sübhaniye / hitâbât-ı ezeliye-i sübhâniye

  • Kusur ve aczden yüce olan Allah'ın ezelî konuşmaları.

hitabat-ı sübhaniye / hitâbât-ı sübhâniye

  • Her türlü kusur ve noksanlıktan uzak olan Allah'ın kendine has hitap ve konuşmaları.

hizb-üş şeytan / hizb-üş şeytân

  • Şeytânın aldatmalarına kapılan topluluk. Şeytanın taraftarı, şeytana uyanlar.

hobi

  • ing. Her zamanki çalışmaların haricinde yer alan dinlendirici bir merak veya işlem. Severek yapılan iş, vakit geçirme yolu.

hornito

  • İsp. Küçük fırın.
  • Jeo: Genellikle patlamalar neticesinde meydana gelen, lâv fışkırmalarının volkan selleri yüzeyinde meydana getirdiği kabarcık.

hoşgu / hoşgû

  • Hoş konuşan, tatlı dilli. Konuşmaları kırıcı olmayan. (Farsça)

hücre / حجره

  • Odacık. (Arapça)
  • Hücre, canlı organizmaların en küçük yapıtaşı. (Arapça)

hudud

  • (Tekili: Hadd) Yanaklar.
  • Cemâatler.
  • Yeri kazmalar. Yeri yarık etmeler.
  • Çiçek yaprakları.

huduş

  • Kaşımaktan ve tırmalamaktan dolayı olan yara.

hukuk-u tabiiyye

  • İnsanın fıtratında bilkuvve mevcut olup, hak ile bâtılı, iyi ve fenayı bildiren ve insanların toplu bir şeklide yaşamalarını mümkün kılan hükümler.

hümmeyat

  • (Tekili: Hümmâ) Hastalıktan dolayı vücutta meydana gelen şiddetli hararetler, ateşler.
  • Sıtmalar.
  • Nöbetli hastalıklar.

huruşan / hurûşân

  • Coşmalar, şamatalar.

hüsn-i zan

  • Kulların Allahü teâlâdan rahmetini ummaları.
  • Bir kimse veya bir hâdise hakkında iyi kanâat sâhibi olmak.

husufat / husufât / husûfât

  • Ay tutulmaları.
  • Perdelenmeler, ay tutulmaları.

hutuvat

  • (Tekili: Hutvât-Hutevat) (Hutve) Adımlar. İzler. Yollar. Eserler.
  • Şeytanın aldatmaları.

huzuz

  • (Tekili: Hazz) Memnuniyetler. Hazlar. Zevkler. Hoşlanmalar.

i'tilafat

  • (Tekili: İ'tilaf) Uyuşmalar, anlaşmalar.

i'timad-ı nefs / i'timâd-ı nefs

  • Nefse güvenmek, bir iş için lâzım olan çalışmaları ve sebeplere yapışmayı bırakarak o işi başarırım diye kendine güvenmek.

iaşe-i rabbaniye / iaşe-i rabbâniye

  • Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın beslemesi, yedirip içirmesi.

ibka

  • Bâkileştirmek. Devamlı etmek. Azletmeyip yerinde bırakmak. Yerinde devamlı etmek.
  • Tayinleri her sene, bir sene müddetle yapılan memurlardan bu müddet bitmeden evvel hizmetleri beğenilenlerin yeniden bir sene için yerlerinde kalmalarına müsaade edilmesi.
  • Mc: Sınıfta bırakmak.<

ibramat

  • (Tekili: İbram) Yalvarmalar, ısrar etmeler, rica etmeler, zorlamalar.

icad ve teceddüd fikri

  • Yeni çalışmalar ve eserler vücuda getirme; yenilik arayışında olma düşüncesi.

icadat / icâdât

  • Yaratmalar.

icazat / icâzât

  • İzinler, diplomalar.

icma-ı manevi / icmâ-ı mânevî

  • Mânevi olarak görüş birliğine varma; uzmanların aynı konuyu faklı tarzlarda belirtmeleriyle veya susmak sûretiyle onu tasdik etmeleriyle görüş birliğine varmaları.

icma-ı ümmet / icmâ-ı ümmet

  • Büyük fakihlerin dinle ilgili bir konuda görüş birliğinde olmaları.

icraat / icrâât / اِجْرَاآتْ

  • Uygulamalar, yapmalar.
  • Yürütmeler, yapmalar.

ictihad

  • Kudret ve kuvvetini tam kullanarak çalışmak. Gayret etmek. Çalışmak.
  • Anlayış.
  • Kanaat.
  • Fık: Şeriatın fer'î mes'elelerine âit hükümleri, İslâm müçtehidlerinin, usulüne uygun olarak, Kur'an ve Hadis-i Şeriflerden çıkarmaları ve bunun için tam gayret etmiş olmaları. Böyle

ictihadat / ictihâdât

  • Hüküm çıkarmalar.

ictimaat / ictimâât

  • İçtimalar. Toplanmalar.
  • Toplanmalar.

iddianame / iddiânâme

  • İddia yazısı; savcının, yapılan soruşturmalar neticesinde tutuklu hakkındaki suçlamalarını bildirmek üzere mahkemeye sunduğu yazı.

iddiharat / iddihârât

  • Biriktirmeler, depolamalar.

ifadat

  • (Tekili: İfâde) Anlatmalar. İfadeler.

ifşaat / ifşâât / افشاآت / اِفْشَاآتْ

  • Duyurmalar, gizli şeyleri açığa çıkarmalar.
  • (Tekili: İfşa) İfşa etmeler, fâşetmeler, meydana çıkarmalar, duyurmalar.
  • Açığa vurmalar. (Arapça)
  • Açığa çıkarmalar.

ifsadat / ifsâdât

  • (Tekili: İfsad) İfsadlar, kargaşalıklar, fesada uğratmalar.
  • İfsadlar, bozma ve karıştırmalar.
  • Bozmalar.

iftirakat

  • Ayrılıklar. İftiraklar. Parçalanmalar.

igfalat

  • (Tekili: İgfal) İğfal etmeler, kandırmalar, aldatmalar.

iğfalat / iğfalât / iğfâlât

  • İğfaller, aldatmalar.
  • Aldatmalar.

iglakat

  • (Tekili: İglak) Muğlak yapmalar.
  • Karışık ve anlaşılmaz sözler.

iğtinam

  • Yağmalama.

igtisabat

  • (Tekili: İgtisab) Gasbetmeler, başkasının malını elinden zorla almalar.

ihatat / ihâtât

  • İhatalar, kuşatmalar, kavrayışlar.

ihracat / ihrâcât / اخراجات / اِخْرَاجَاتْ

  • (Tekili: İhrâc) Memleketteki fazla malı başka memlekete göndermek, satmak.
  • Çıkarmalar. İhraç etmeler.
  • Çıkarmalar. (Arapça)
  • Dışsatımlar. (Arapça)
  • Dışarı çıkarmalar.

ihtarat / ihtarât

  • (Tekili: İhtar) İhtarlar, hatırlatmalar.
  • Dikkati çekmeler, tenbihler.
  • Hatırlatmalar.

ihtilalat / ihtilâlât

  • (Tekili: İhtilâl) Ayaklanmalar, isyan etmeler, ihtilaller.
  • İhtilâller, ayaklanmalar.

ihtilalat-ı dahiliye / ihtilâlât-ı dahiliye

  • İç karışıklıklar, çatışmalar.

ihtilasat

  • (Tekili: İhtilas) Hırsızlıklar, çalmalar, sirkatler.

ihtilatat / ihtilâtat

  • Karışmalar, görüşmeler.

ihtisasat

  • Hislenmeler, duygulanmalar.

ihtiyalat

  • (Tekili: İhtiyal) Düzenler, hileler, aldatmalar, oyunlar.

ihtizazat / ihtizazât / ihtizâzât

  • Titremeler, hoşlanmalar.
  • Sarsmalar, titretmeler.

ihzarat / ihzârât

  • (Tekili: İhzar) Hazırlıklar, hazırlanmalar.
  • Hazırlamalar.
  • Hazırlamalar.

ikale / ikâle

  • Bozma, yürürlükten kaldırma, feshetme; iki kişinin, aralarında yaptıkları herhangi bir akdi, anlaşmayı bozmaları.

ikdamat

  • (Tekili: İkdam) İlerlemeler. Sürekli çalışmalar.

iktibasat

  • (Tekili: İktibas) İktibaslar, aktarmalar.

iktiran-ı kevakib

  • Ast: İki gezegenin zâhiren birbirine yakın bir mevziye gelmeleri veya aynı burçta bulunmaları.

iktisabat

  • (Tekili: İktisab): İktisablar, kazanmalar, elde etmeler ve edinmeler.

ilavat

  • (Tekili: İlâve) İlâveler, ekler, katmalar.

ilcaat / ilcaât / ilcâât

  • Zorlamalar.
  • Lüzumlu şeyler.
  • Gereklilikler, zorlamalar.
  • Mecburiyetler, zorlamalar.

ilcaat-ı zaman

  • Zamanın getirdiği mecburiyetler, çaresiz durumda bırakmalar.
  • Zamanın zorlamaları ve mecburiyetleri. Yaşanılan zaman içinde meydana gelmiş bazı sebeplerin neticesi olarak karşılanan mecburiyetler.

ilhahat

  • (Tekili: İlhah) Direnmeler, zorlamalar.

ilham-ı fıtri / ilham-ı fıtrî

  • Cenâb-ı Hakkın ihtiyaçlarını karşılamaları için varlıklara yaratılışta vermiş olduğu duygu.

ilkaat

  • Zararlı sözlerle şaşırtmak.
  • Bırakmalar, terk etmeler.

ilkahat

  • (Tekili: İlkah) İlkahlar, döllemeler, gebe bırakmalar.

ilmi müdafaat / ilmî müdafaat

  • İlmî savunmalar.

iltifatat / iltifâtât

  • İltifatlar, gönül almalar, lütfetmeler.

iltimasat

  • (Tekili: İltimas) İltimaslar, tavsiyeler, ricalar.
  • Kayırmalar, tutmalar.

iltizazat

  • (Tekili: İltizaz) İltizazlar, lezzet duymalar.

imaat

  • (Tekili: İmâ) İşaretler. İmâlar.

imalat / îmâlât

  • Yapmalar, yapımlar.

iman-ı hılki / îmân-ı hılkî

  • Allahü teâlâ bütün rûhları yarattığı zaman, onlara: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sorduğunda, bütün ruhların "Belâ" yâni evet diyerek Allahü teâlânın Rab olduğunu kabûl edip inanmaları.

imarat / îmarât

  • İmarlar, yapmalar, onarmalar.

imtihanat / imtihanât

  • Sınamalar.

imtizacat / imtizâcât

  • Kaynaşmalar.
  • Kaynaşmalar, uyuşmalar.

in'ikasat / in'ikâsât

  • Yansımalar, aksetmeler.

infisalat

  • (Tekili: İnfisal) Yerinden ayrılmalar.
  • Azledilmeler.

inkişafat

  • Açılmalar, gelişmeler.

inkisarat

  • Kırılmalar.
  • Kırılmalar.

inma'

  • (Nemâ. dan) Arttırma, nemâlandırma.

intihabat

  • (Tekili: İntihab) Yağmalar, talan etmeler, kapışmalar.

intikamat

  • (Tekili: İntikam) İntikamlar, öç almalar.

intişarat / intişârât

  • Yayılmalar.

işaat

  • (Tekili: İşâa) Haber yaymalar.

ıslahat / ıslâhât

  • İyi hâle, işe yarar hâle getirmek için yapılan çalışmalar, düzenlemeler.

islami fütuhat / islâmî fütuhat

  • İslâmî fetihler; İslâmiyetin halk arasında tanınarak kalpleri fethetmesi ve Müslüman olmalarına vesile olması.

islamiyyet / islâmiyyet

  • Allahü teâlânın Cebrâil ismindeki melek vâsıtası ile, sevgili Peygamberi Muhammed aleyhisselâma gönderdiği, insanların dünyâda ve âhirette râhat ve mes'ûd olmalarını sağlayan usûl ve kâideler, emirler ve yasaklar.

ismet

  • Peygamberlerin sıfatlarından biri. Peygamberlerin, peygamber oldukları bildirilmeden önce ve sonra; küçük olsun, büyük olsun bilerek veya bilmeyerek günah işlemekten korunmuş olmaları.
  • Günahlardan sakınma, kötü ve çirkin şeylerden uzak durma.

ısmi'lal

  • Muhkem olmak, sağlam olmak.
  • Otların birbirine dolaşmaları.

isnadat / isnâdât

  • Asılsız isnatlar, dayandırmalar; yatıştırmalar.
  • Dayandırmalar.

israfat / isrâfât

  • (Tekili: İsrâf) İsrâflar, lüzumsuz yere harcamalar.
  • Gereksiz harcamalar.

isti'malat

  • (Tekili: İsti'mal) Kullanışlar. Kullanmalar.

iştialat / iştialât

  • (Tekili: İştial) Parlamalar, alevlenmeler, yanmalar, tutuşmalar.
  • Mc: Şiddetlenmeler.

istianat

  • (Tekili: İstiane) İstianeler, yalvarmalar.

istiarat-ı kesire / istiârât-ı kesire

  • Birçok istiare; kelimelerin kendi mânâsının dışında başka mânâlarda kullanmalar.

istifhamat

  • (Tekili: İstifham) İstifhamlar, sualler, sormalar.

iştigalat / iştigalât

  • (Tekili: İştigal) Meşguliyetler, çalışmalar, uğraşmalar.
  • Meşguliyetler, çalışmalar, uğraşmalar.

istihalat

  • (Tekili: İstihale) Değişmeler, başkalaşmalar.

istihbarat / istihbârât / استخبارات

  • Haber almalar.
  • Duyumlar, haber almalar. (Arapça)

istihlab

  • Tırmalama.

istihlakat / istihlâkat

  • (Tekili: İstihlâk) Yenilip içilen şeyler.
  • Harcamalar.

istihlakat-ı dahiliye / istihlâkat-ı dâhiliye

  • Dâhilî sarfiyat. Memleket içi harcamalar.

istihrac-ı cifri / istihrac-ı cifrî

  • Cifirle ilgili hesaplamalar, cifir ilmiyle elde edilen sonuçlar.

istihracat / istihrâcât

  • Çıkarmalar, çıkarımlar.

istihsanat / istihsânât

  • Güzel saymalar.

istihzarat / istihzarât

  • Hazırlamalar.

istikak

  • Bitkilerin sık ve çok olmalarından dolayı birbirine dolaşık olmaları.

istikra-ı tam / istikrâ-ı tam

  • Bütün cüz'î olaylardan hareket ederek küllî bir hükme varma; tümevarım; endüksiyon; burada bütün ilimlerin hep birlikte aynı sonuca parmak basmaları kastediliyor.

istikra-i tamme / istikrâ-i tâmme

  • Bütün cüz'î olaylardan hareket ederek küllî bir hükme varma; tümevarım; endüksiyon; burada bütün ilimlerin hep birlikte aynı sonuca parmak basmaları kastediliyor.

istikrazat

  • (Tekili: İstikraz) Ödünç para almalar, borçlanmalar.

ıstılah

  • Tabir, deyim. Belirli bir topluluğun, bir lafzı lügat mânasından çıkararak başka bir mânada kullanmaları.
  • Bir ilim veya mesleğe âid kelime. Terim. Erbab-ı ilim arasındaki ve herkesin anlamadığı kelime.
  • Muvafakat. Uygunluk. Barışmak. İttifak.

istirhamat

  • (Tekili: İstirhâm) İstirhâm etmeler, yalvarmalar, ricâ etmeler.

istişarat

  • (Tekili: İstişare) İstişareler, danışmalar, meşveret etmeler.

istişhadat

  • (Tekili: İstişhad) Şâhid göstermeler, delil olarak misâl göstermeler.
  • Şehid olmalar.

istisnaat

  • (Tekili: İstisna) İstisnalar, müstesna kılmalar, ayırmalar.

itikadat / îtikâdât

  • İnanmalar.

ıtlakat / ıtlâkât

  • Mutlak bırakmalar; işaret ettiği fertlerden teklik, çokluk gibi belli bir mânâ ile kayıtlamama, serbest bırakma.

ıttılaat

  • (Tekili: Ittılâ') Bilmeler, ıttılâlar, öğrenmeler, haberli olmalar.

ittira'

  • Dolma, nemalanma.
  • Solma.

izafat

  • (Tekili: İzâfet) İzafetler, isim takıları, isim tamlamaları.
  • Gr: Zincirleme isim tamlaması.

izahat / izâhât / îzâhât / ایضاحات / ا۪يضَاحَاتْ

  • (Tekili: İzah) İzahlar, açıklamalar.
  • İzahlar, açıklamalar.
  • Açıklamalar.
  • Açıklamalar.
  • Açıklamalar. (Arapça)
  • Îzâhât vermek: Açıklamada bulunmak, açıklama yapmak. (Arapça)
  • Açıklamalar.

izhar-ı rububiyet

  • Rablığını gösterme; Allah'ın her bir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri verdiğini, onları terbiye ve idare ettiğini ve herşeyi egemenliği altında tuttuğunu göstermesi.

izzet-i islamiye / izzet-i islâmiye

  • İslâmi izzet. Müslüman olanın her hususta daha şerefli, daha çalışkan, daha izzetli olması hâleti. Diğer dinlerdekilerden ve dinsizlerden izzetli ve şerefli olmaları hâleti.

jajhor

  • Mânâsız ve mâlâyani şeyler konuşan. (Farsça)

ka'be-i kemalat / kâ'be-i kemalât

  • Kemâlât kâbesi. Yâni herkesin teveccüh etmesi gereken en yüksek kemalât merkezi.

kadir alayı

  • Tar: Kadir gecesi padişahların saraydan çıkıp, civardaki camilerden birinde namaz kılmaları münâsebetiyle yapılan merâsim.

kadr

  • Bir alış-verişte karşılıklı olarak değiştirilen iki maldan herbirinin ölçek veya ağırlıkla ölçülen mal olmaları.

kanun-ı ilahi / kânûn-ı ilâhî

  • Allahü teâlânın kullarının dünyâ ve âhirette huzûr ve seâdete (mutluluğa) kavuşmaları için Peygamberleri (aleyhimüsselâm) vâsıtasıyla insanlara bildirdiği emirleri ve yasakları, İslâmiyet.
  • Allahü teâlânın kâinâtta (varlık âleminde) koyduğu nizâm, düzen.

kanun-u rububiyet

  • Allah'ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması kanunu.

katf

  • Atın veya diğer davarın adımını geç atması.
  • Tırmalamak.
  • Üzüm kesmek.
  • Ağaçtan meyve devşirme.
  • Devşirme mevsimi.

katı-ı tarik-ı ilahi / kâtı-ı tarîk-ı ilâhî

  • İnsanların Allahü teâlânın emirlerine ve yasaklarına uymalarına ve rızâsına kavuşmasına mâni olan, hidâyet ve saâdetlerini engelleyen, saptırıcı, yol kesici.

kava'

  • Kimse olmalan ıssız yer.
  • İki tarafına yağmur yağıp ona yağmayan yer.

kavanin-i rububiyet / kavânîn-i rububiyet

  • Allah'ın herbir varlığa, yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması ile ilgili kanunlar.

kemalat-perver / kemalât-perver

  • Kâmil ve olgun insan. Kemalât sahibi. (Farsça)

keraris

  • (Tekili: Kürrâse) El yazması kitapların sekiz sahifeden ibâret olan formaları.

kervansaray

  • Büyük yollarda kervanların konaklamaları için yapılmış büyük hanlar.
  • Büyük yollarda kervanların konaklamalarına mahsus büyük hanlar. (Selçuklular ve Osmanlılar devrinde hayır eseri olarak yaptırılmışlardı.)

kışla

  • Askerlerin barınmalarına mahsus bina veya yer.

kıyasat / kıyâsât

  • Karşılaştırmalar.

kötü din adamı

  • İlmini dünyâ kazancına, mala, mevkîye kavuşmaya vâsıta eden, ilmi ile amel etmeyen, insanları ibâdete ve âhirete yönelmeye teşvik etmeyen din adamı.

kur'an-ı azimü'l-beyan / kur'ân-ı azîmü'l-beyan

  • Açıklamaları pek yüce ve benzersiz olan Kur'ân.

kur'an-ı hakim-i mu'cizü'l-beyan / kur'ân-ı hakîm-i mu'cizü'l-beyan

  • İfade ve açıklamalarıyla mu'cize olan ve sayısız hikmetleri içinde bulunduran Kur'ân.

kur'an-ı mu'cizi'l-beyan / kur'ân-ı mu'cizi'l-beyân

  • Açıklamalarıyla benzerini yapmaktan akılları âciz bırakan Kur'ân-ı Kerim.

kur'an-ı mu'cizü'l-beyan / kur'ân-ı mu'cizü'l-beyân

  • Açıklamalarıyla mu'cize olan, benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur'ân.

kur'an-ı mu'cizü'l-beyan-ı azimüşşan / kur'ân-ı mu'cizü'l-beyân-ı azîmüşşân

  • Açıklamalarıyla benzerini yapmaktan akılları aciz bırakan, şan ve şerefi yüce olan Kur'ân.

kur'an-ı mucizü'l-beyan / kur'ân-ı mucizü'l-beyân

  • Açıklamalarıyla mu'cize olan, benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur'ân.

kur'an-ı rabbani / kur'ân-ı rabbânî

  • Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın Kur'ân'ı; kâinat kitabı.

kur'an-ı vazıhü'l-beyan / kur'ân-ı vâzıhü'l-beyân

  • İfade, üslûp ve açıklamaları açık, anlaşılır olan Kur'ân.

kürabe

  • Ağaç dibine düşen hurmaları toplamak.

kuran / kûrân

  • (Tekili: Kur) Körler. âmâlar. (Farsça)

küşuf / küşûf

  • Keşifler, açmalar, bulmalar.

küsufat / küsûfât

  • Güneş tutulmaları.
  • Kararmalar, güneş tutulmaları.

kusur

  • Noksanlık. Eksiklik. Noksan ve âcizlik. İhmal. Tedbirsizlik.
  • Cem' olmalar.
  • Pahalanmak.
  • Eksilmek.
  • Şiddetli olan şeyin yavaşlayıp sâkin olması.
  • Bereketlenmek.
  • İmtina', âciz olmak.
  • Bir hesabın üstü. Artan kısım.
  • (Tekili: Kasr) Kası

kuyud

  • (Tekili: Kayd) Kayıtlar. Resmi muâmelelerin veya her hangi bir şeyin kayıtları, deftere geçirilmeleri, yazılmaları.
  • Kayıtlar, sınırlamalar.

laboratuvar

  • İlmî ve sınaî çalışma ve araştırmalar yapmak için çeşitli cihaz ve malzemelerin bulunduğu yer. (Fransızca)

lafz-ı am / lafz-ı âm

  • Gayr-ı mahsur, yani sayısız müsemmaları ihata ve aynı cinsten bir çok fertlere birden delâlet eyliyen lâfızdır. Kavim, cemaat, nisa.. gibi.

lemehat

  • (Tekili: Lemha) Bir defa göz atmalar.
  • Parıltılar, çakmalar.

levaim

  • (Tekili: Lâime) Bir kimsenin yüzüne karşı çekiştirmeler, levmetmeler. Zemmetmeler. Başa kakmalar.

levami'

  • (Tekili: Lâmia) Parıldayan şeyler, nurlar, parıldamalar.

leys

  • Adem. Yokluk. Gayr-ı mevcud. (Bunun aslı "lâyese" idi. Yâ'yı tahfif için "leyse" oldu.) Hükemâlar arasında "eys" vücud, "leys" adem mânâsında kullanılmıştır.
  • Gaflet.
  • Bahâdırlık, kahramanlık.
  • Yük çekici olmak.

lisan-ı kur'an-ı mu'cizü'l-beyan / lisan-ı kur'ân-ı mu'cizü'l-beyan

  • Açıklamaları mu'cize olan Kur'ân'ın dili.

lisans

  • Herhangi bir mevzuda verilen izin. Müsaade belgesi. (Fransızca)
  • Üniversite tahsili tamamlanınca alınan diploma. (Fransızca)
  • Bir sporcunun resmi yarışmalara katılabilmesi için spor federasyonu tarafından kendisine verilen kayıt fişi veya kimlik kartı. (Fransızca)
  • İthal veya ihracı serbest bırakılmayarak (Fransızca)

lojistik

  • Ask: Askerlik san'atının ve seferi orduların iaşe, muhabere ve sevkiyat şartları, hareket ve harb kabiliyeti bakımından en etkili durumda bulundurulması için lâzım gelen çalışmalara aid kısım.

lütf-u rububiyet

  • Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah‘ın iyilik ve bağışı.

ma'maa

  • (Çoğulu: Meâmi) Acele etmek.
  • Ateşten çıkan ses.
  • Bahâdırların cenk içindeki haykırmaları.

maarif / maârif

  • Marifetler, ilimler, tanımalar, eğitim.

maavil

  • (Tekili: Mi'vel) Taş, kaya parçalamakta kullanılan sivri kazmalar.

maddi / maddî

  • (Maddiye) Cismâni. Madde ile alâkalı olan. Maddeye ait.
  • Paraca ve malca.
  • Paraya ve mala fazlaca ehemmiyet veren.
  • Dokunma, koklama, görme, işitme, tatma ile hissedilip duyulan şeyler.

maden-i desais / maden-i desâis

  • Hile ve aldatmaların kaynağı.

mahafir

  • (Tekili: Mihfer) Beller, kazmalar.

mahduş

  • Vesveselendirilmiş, kuşkulandırılmış.
  • Tırmalanmış.

mahşer

  • Toplanma yeri. Kıyametten sonra insanların tekrar dirilip toplanmaları ve toplandıkları yer. Haşir meydanı.
  • Çok kalabalık.

malaya'ni

  • (Mâlâyâni) Mânasız, faydasız, boş söz.

malaya'niyyat / mâlâya'niyyât

  • Faydasız boş sözler, boş konuşmalar, faydasızlık.

male

  • Duvarcı malası. (Farsça)

mali / malî

  • (Maliye) Mala ve paraya mensub. Mal ve para cinsinden. Mala ait.

malperest

  • Malı, mülkü ve parayı çok seven. Mala düşkün olan. (Farsça)

mancınık

  • Eskiden kale kuşatmalarında kalelere ağır taşlar fırlatmak için kullanılan savaş âleti.
  • Eskiden kale kuşatmalarında ağır taşlar fırlatmak için kullanılan, bir ucunda bir kepçe, öbür ucunda da bir karşı ağırlık bulunan kaldıraç biçiminde eski bir savaş âleti.

manzumat

  • Düzenlemeler, sıralamalar.

masarıf / masârıf

  • Masraflar, harcamalar.

masarif / masârif / مصارف

  • Masraflar, harcamalar.
  • Harcamalar. (Arapça)

masumiyet-i enbiya / mâsumiyet-i enbiya

  • Peygamberlerin masumluğu, günahsızlığı; ismet sıfatına sahip olmaları.

mazahir

  • (Tekili: Mazhar) Mazharlar. Eşyanın görüldüğü, çıktığı yerler.
  • Nâil olmalar.
  • Şereflenmeler.

mazhar-ı tecelli / mazhar-ı tecellî

  • Tecellilere erişme, yansımalara ayna olma.

meal / meâl

  • Tefsîr âlimlerinin yaptıkları tefsirlerin (açıklamaların) ışığı altında, âyet-i kerîmelere verilen mânâ, açıklama.

mehasin-i rububiyet / mehâsin-i rububiyet / mehâsin-i rubûbiyet

  • Rablığın güzellikleri; Allah'ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesinin, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasının güzellikleri.
  • Cenâb-ı Hakkın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi ve onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasının güzellikleri.

mekaid

  • (Tekili: Mekide) Hileler, aldatmalar, düzenler, dalavereler.

mekayid / mekâyid

  • (Tekili: Mekide) Hileler, düzenler, aldatmalar.

mekki / mekkî

  • Peygamber efendimizin Mekke-i mükerremeden, Medîne-i münevvereye hicretinden (göç etmesinden) önce nâzil olan (inen) âyet-i kerîmeler. Âyet-i kerîmelerin Mekkî olmalarında âlimlerin arasında meşhûr olan görüş budur. Bu hususta başka görüşler de vardır.

melak

  • Mala.

melmusat

  • (Tekili: Melmus) El ile dokunmalar. El ile temas etmeler.

menabir

  • (Tekili: Minber) Minberler. Camilerde hatiblerin hutbe okumalarına mahsus kürsüler.

menaşir

  • (Tekili: Minşâr) Testereler.
  • (Menşur) Tar: Padişâhın verdiği vezirlik veya müşirlik fermanları.
  • Mat: Prizmalar.

menazil / menâzil / منازل

  • Konaklar. (Arapça)
  • Aşamalar. (Arapça)

mensucat / mensûcât / منسوجات / مَنْسوُجَاتْ

  • Dokumalar.
  • Dokumalar. (Arapça)
  • Dokuma sektörü. (Arapça)
  • Dokumalar.

mensucat-ı amel / mensûcât-ı amel / مَنْسُوجَاتِ عَمَلْ

  • İş ve davranışların dokumaları.
  • Amel, iş dokumaları (mahsulleri).

mensucat-ı ebediye / mensucât-ı ebediye

  • Sonsuz hayata ait dokumalar.

mensucat-ı gaybiye ve uhreviye

  • Gayba ve âhirete ait dokumalar.

mensucat-ı haririyye / mensucât-ı haririyye

  • İpek dokumalar.

mensucat-ı san'at

  • San'at dokumaları.

merahim

  • (Tekili: Merhamet) Acımalar, merhametler.

meratib-i külliye-i rububiyet

  • Rububiyetin geniş, kapsamlı mertebeleri; Allah'ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesinin, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasının mertebeleri.

merz

  • Parmak ucuyla çimdiklemek ve tırmalamak.

meşagil

  • Meşguliyetler ve çalışmalar.

meşagil-i uhreviye

  • Ahirete ait çalışmalar. Din için yapılan çalışmalar.

mesai / mesâi / مساعى

  • Çalışma. Çalışmalar.
  • İş zamanı.
  • Çalışmalar.
  • Çalışmalar, emekler.
  • Çalışma, çalışmalar. (Arapça)

mesai-i cemile

  • Güzel çalışmalar.

mesai-i diniye

  • Dinî çalışmalar.

mesai-i manevi / mesai-i mânevi

  • Mânevî çalışmalar.

mesarif / mesârif / مصارف

  • Harcamalar. (Arapça)

meşruhat / meşrûhât / مشروحات

  • Açıklamalar, izahlar.
  • Açıklamalar. (Arapça)

mevalid / mevâlid

  • Mevlidler, doğmalar.

mezheb

  • Gitmek, tâkib etmek, gidilen yol. Mutlak müctehîd denilen dinde söz sâhibi âlimlerin, müslümanların yapmaları gereken hususlarla ilgili olarak dînî delîllerden (Kur'ân-ı kerîm, hadîs-i şerîfler ve İcmâ'dan) hüküm çıkarma usûlleri ve çıkarıp bildirdik leri hükümlerin hepsi.

millet

  • Din, dil ve târih berâberliği bulunan insan cemâati, topluluğu, kavim.
  • Din; kullarının dünyâda ve âhirette râhat ve huzûra kavuşmaları için Allahü teâlânın peygamberleri vâsıtasıyla gösterdiği yol.

milvat

  • Mala.

minber

  • Câmilerde hatiplerin hutbe okumaları için yapılmış merdivenli yüksek yer.

misyonerlik

  • Propaganda yaparak belirli bir fikir ve inancı yayma işi. Dar anlamda, henüz hıristiyanlığı kabûl etmemiş ülkelerde veya hıristiyan ülkelerde çeşitli isimler altında hıristiyanlığı yayma ve hıristiyanlık propagandası yapma faâliyeti. Bu çalışmaları yürüten râhib, papaz ve din adamlarına misyoner, bu

mizah

  • Şaka, lâtife.
  • Edb: Bâzı düşünceleri nükte, şaka veya takılmalarla süsleyip anlatan bir yazı çeşidi. Hoş, nükteli söz. (Zıddı ciddiyettir)

mu'aşeret / mu'âşeret

  • İnsanların birbirleriyle görüşmelerinde ve işlerinde karşılıklı uymaları gereken usûller, kurallar.

mu'cizat-ı rububiyet / mu'cizât-ı rububiyet

  • Rablık mu'cizeleri; Allah'ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesinin, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasının mu'cizeleri.

mu'cize-i mensucat

  • Mu'cize dokumalar; nakış nakış dokunmuş olan ve her birisi Allah'ın mu'cizesi olan varlıklar.

mu'cizü'l-beyan

  • Açıklamaları mucize olan.

muahedat

  • (Tekili: Muâhede) Muâhedeler, antlaşmalar.

muahezat

  • (Tekili: Muâheze) (Ahz. den) Tenkid ve itirazlar.
  • Azarlama ve paylamalar. Çıkışmalar.

mualecat

  • Tedâviler, ilâç kullanmalar.
  • Bir hususta çalışmalar.

muamelat-ı zahiriye / muâmelât-ı zâhiriye

  • Görünürdeki uygulamalar.

muarekat

  • (Tekili: Muâreke) (Ark. dan) Vuruşmalar, savaşlar, kavgalar.

mübahasat

  • (Tekili: Mübâhese) Mübâheseler. Bir şeye dâir iki veya daha fazla kimsenin kendi aralarında yaptıkları konuşmalar.
  • Bahse girişmeler. İddiâlı ve karşılıklı konuşmalar.

mübahesat / mübâhesât / مباحثات

  • Söz etmeler, konuşmalar.
  • Tartışmalar. (Arapça)

mübahesat ve münakaşat-ı ilmiye

  • İlmî tartışma ve konuşmalar.

mübalağat / mübalâğat

  • Aşırılıklar, abartmalar.

mübayaat

  • (Tekili: Mübâyaa) (Bey'at. dan) Satın almalar.

mücadelat

  • (Tekili: Mücadele) (Cedel. den) Savaşmalar, mücâdeleler.

mücahedat / mücâhedât

  • Din için savaşmalar.

mücazat / mücâzât

  • Cezalandırmalar.

müdafaat / müdâfaat / müdâfaât

  • Müdafaalar. Karşı hücuma mukabil müteaddit def'edici hareketler. Savunmalar.
  • Savunmalar.
  • Savunmalar.

müdafaat-ı hapsiye

  • Hapis savunmaları.

müdafaat-ı ilmiye

  • Delil ve bilime dayanan müdafaalar, savunmalar.

müdafaat-ı kat'iye

  • Kesin olan savunmalar.

müdafaat-ı kat'iye ve hakikiye

  • Doğru ve tereddüde imkân bırakmayan savunmalar.

müdahalat

  • (Tekili: Müdahale) Müdahaleler, karışmalar, araya girmeler.

mudarebat

  • (Tekili: Mudarabe) Mudarebeler, döğüşmeler, vuruşmalar.

müdhamme

  • Ağaçlarının ve nebatlarının çok ve taze olmaları dolayısıyla uzaktan koyu yeşil renkte görünen bahçe.

müfarakat

  • Ayrılık. Bir yere bırakıp gitmek. Dostlarından ayrı düşmek.
  • Fık: Karı-kocanın talâk veya fesh ile birbirlerinden ayrılmaları.
  • Ayrılmalar.

müftereyat

  • Uydurmalar.

muhaberat

  • Haberleşmeler, konuşmalar.

muhadeşe

  • Tırmalama. Sıkıntı ve zahmet verme.

muhadiş

  • Zahmet, ıztırab ve sıkıntı verici. Tırmalayıcı.

muhakemat / muhâkemat / محاكمات

  • Hüküm yürütmeler. (Arapça)
  • Yargılamalar. (Arapça)

muhakeme-i akliye

  • Akıl yoluyla geniş araştırmalar yaparak bir hükme ulaşma.

muhalat / muhâlât

  • Muhaller, imkânsız olmalar.

muhalatat / muhalatât

  • Güzel anlaşmalar, karışmalar, uyuşmalar.

muharebat / muhârebât

  • (Tekili: Muhârebe) (Harb. den) Harpler, muhârebeler. Harbetmeler, savaşmalar.
  • Savaşmalar.

muharriş

  • Tırmalayan, azdıran, tahriş eden.

muhassala-i mesai

  • Çalışmalardan elde edilen netice.

muhasser vadisi / muhasser vâdisi

  • Hicaz'da, Minâ ile Müzdelife'yi birbirinden ayıran ve hacıların Minâ'ya giderken durmamaları gereken yer.

muhatabat

  • (Tekili: Muhâtaba) Konuşmalar.

muhaverat / muhaverât / muhâverât

  • (Tekili: Muhavere) Konuşmalar. Muhâvereler. Karşılıklı görüşüp konuşmalar.
  • Karşılıklı konuşmalar.
  • Konuşmalar.

muhaverat-ı ehl-i islam / muhaverât-ı ehl-i islâm

  • Müslümanların fikir, görüş alış-verişleri, birbiriyle konuşmaları.

muhazat-ı nisa

  • Fık: Kadınlarla erkeklerin namazda aynı hizada aynı safta beraber durmaları (ki, bazı şartlar müvacehesinde namazı ifsad eden bir haldir.)

muhhakemat / muhhakemât

  • Akıl yürütmeler, hüküm çıkarmalar.

muhyi / muhyî

  • Maddî mânevî hayat veren, dirilten, canlandıran, can ve ruh veren mânalarında olup, Cenab-ı Hakk'ın bir ismidir. (Ehl-i dünya küfür ve dalâlet karanlığında mânen ölü gibi iken Resul-i Ekremin (A.S.M.) mübarek irşadları ve iman nurları ile dirilmelerine ve o mânevî ölümden kurtulmalarına binaen Peyga

mükalemat / mükâlemat

  • (Tekili: Mükâleme) (Kelâm.dan) Mükâlemeler, konuşmalar.

mukaraa

  • (Kur'a. dan) Ad çekişme. Karşılıklı kur'a çekme.
  • Kılınç kullanarak döğüşmek. Cenkte, muharebede kahramanların birbiriyle vuruşmaları.
  • Bir şeyin taksiminde atışmak.

mükatebat / mükâtebat

  • (Tekili: Mükâtebe) Mektuplaşmalar, mükâtebeler, yazışmalar.

mukatelat

  • (Tekili: Mukatele) (Katl. den) Muharebeler, savaşlar, kavgalar, dövüşler.
  • Vuruşmalar, düello yapmalar.

mukattaat

  • (Tekili: Mukattaa) Kat' edilmiş, kesilmiş şeyler.
  • Kısaltmalar.
  • Çeşitli gazel ve kasidelerden seçilmiş beyitler.
  • Herbiri bir kelimeye delâlet eden harfler.

mukattaat-ı huruf

  • Edb: Matlâsız şiir parçaları. Muhtelif olarak alınmış şiir parçaları.
  • Kısaltmalar. Tamamlanmamış cümleler.

müksir

  • (Kesret. den) Çoğaltan, iksâr eden.
  • Çok mala sahib olan.

muktatafat

  • (Tekili: Muktataf) (İktitaf. dan) Derlemeler, toplamalar. Derlenmiş şeyler.

mülatafat

  • (Tekili: Mülâtafa) Lâtifeler, mülâtafa etmeler, şakalaşmalar.

mülhakat

  • (Tekili: Mülhak) Bir merkeze bağlı veya ait olan yerler.
  • Ekler, ilâveler, katmalar.

mülk şirketi

  • İki veya daha çok kimsenin, mîrâs veya hediye sûreti ile veya parasını belirli oranda verip satın alarak, bir mala berâber sâhib olmaları; yâhut mallarını ayrılmayacak şekilde karıştırıp ortak olmaları.

mümaresat

  • Mümâreseler. Alıştırmalar, bir işi devamlı yapmakla alıştırmalar. Ustalıklar. Melekeler.

münaferat

  • Nefret etmeler, karşılıklı soğuk davranmalar.

münahebe

  • Malı yağmalama.

münakaşat / münâkaşât

  • Tartışmalar.
  • Sertçe tartışmalar.

münakehat

  • Nikâhlanmalar.
  • Fık: Nikâhla alâkalı olan bahisler.

münaza'at / münaza'ât / منازعات

  • Çatışmalar, çekişmeler. (Arapça)

münazarat / münâzarât

  • Tartışmalar.

münazarat-ı ilmiye

  • İlmî münazaralar, tartışmalar.

münazarat-ı nefsiye / münâzarât-ı nefsiye

  • Nefisle yapılan tartışmalar.

müraselat / müraselât / مراسلات

  • Mektuplaşmalar. Resmi mektuplar.
  • Mektuplaşmalar. (Arapça)

mürselin / mürselîn

  • Gönderilenler. Peygamberler. Allah tarafından insanların doğru yola çıkarılmaları için gönderilen elçiler.

mürşid

  • İrşâd eden, doğru yolu gösteren rehber zât. İyi bir müslüman olmaları için, insanları terbiye eden, âlim ve velî.

müsabakat / müsâbakât

  • Yarışmalar.

müşacerat

  • (Tekili: Müşacere) Dövüşmeler, vuruşmalar, kavgalar.

musademat

  • Çarpışmalar. Vuruşmalar. Müsademeler.

müsademat / müsâdemât

  • (Tekili: Müsademe) Vuruşmalar, birbirine çarpmalar. Müsademeler.
  • Çarpışmalar.
  • Çarpışmalar, vuruşmalar.

musademat-ı azime / musademat-ı azîme

  • Büyük çarpışmalar, çalkantılar.

müsademat-ı azime / müsademat-ı azîme

  • Büyük çarpışmalar.

müşafehat

  • (Tekili: Müşafehe) (Şefe. den) Konuşmalar, dudak dudağa yakından konuşmalar.

müşahedetullah

  • Varlıklar üzerinde Allah'ın isim ve sıfatlarının yansımalarını gözlemleme.

musalahat

  • (Tekili: Musâlaha) (Sulh. dan) Karşılıklı anlaşmalar. Barışlar.

müsamahat

  • (Tekili: Müsamaha) (Semâhat. dan) Müsamahalar, göz yummalar, görmezden gelmeler, hoş görmeler. Aldırış etmemeler.

müstahlib

  • (Halb. dan) Tırmalayan.

müste'min

  • Eman dileyen. Emane, emniyete erişen, nâil olan. (Gerek müslim, gerek zimmî veya harbî olsun.) İstiman eden. Emin edilmiş.
  • Canının bağışlanması şartiyle teslim olan.
  • Tar: Osmanlı ülkesinde oturmalarına müsaade olunan yabancı devlet tebaası. Osmanlı devleti ile sulh halinde bu

müstetbeat

  • Edb: Söze, kelâma tâbi olan mânalar. Sözdeki telvihat ve telmihat. Söz söylerken arasında işaretle anlatmalar.

müsveddat

  • (Sevvad. dan) Müsveddeler, karalamalar, taslaklar.

mütalaat / mütalaât

  • (Tekili: Mütalaa) Düşünceler. Tedkik etmeler. Okumalar. Mütalaa.

mutaredat

  • (Tekili: Mutarede) Saldırmalar, vuruşmalar, çarpışmalar.

mutayebat

  • (Tekili: Mutâyebe) Eğlenceli hikâyeler. Fıkralar.
  • Şakalaşmalar, lâtife yapmalar.

mütehaddiş

  • Iztırab çeken.
  • Tırmalanan, tahaddüş eden.

müteharriş

  • Tırmalanan, tırmıklanmış olan, tırmık yiyen.

mütekamilane / mütekâmilâne

  • Olgunluk ve kemâlât göstererek. Olgunlukla. (Farsça)

mütela'simane

  • Saçmalayarak, kemküm ederek. (Farsça)

mütelakkım

  • Lokma yutan. Lokmalayan.

mütevatir

  • Yalan üzere anlaşmaları mümkün olmayan cemaatler tarafından rivayet olunan haber.

muvasalat / muvâsalât

  • Kavuşmalar, ulaşmalar.

müyun

  • Yalanlar, uydurmalar. Yalan söylemeler.

na-binayan

  • (Tekili: Na-bina) Gözü görmeyenler, a'mâlar, körler.

nadi

  • Nidâ eden, haykıran, çağıran.
  • Halkın, meşveret gibi, birşey konuşmak üzere bir yere toplanmaları. Nitekim İslâmdan evvel Mekke'de Kureyş'in toplandığı meclis binasına "Darünnedve" denilirdi. Nâdi; orada ve o gibi yerlerde toplanan heyettir ki; bezm, meclis, mahfil, kongre tâbirleri g

nahliye

  • Hurmalar.

nakliyat / nakliyât

  • Taşımalar.

nazar değmesi

  • Göz değmesi, bâzı kimselerin gözlerinden çıkan zararlı şuâların, canlı ve cansız bir şeye bakıp beğendikleri zaman bozulmalarına sebeb olması.

nema / nemâ

  • Malın artması, çoğalması. Ziyâdeleşen mala nâmî denir.

nesaic

  • (Tekili: Nesice) Dokumalar. Dokunmuş kumaşlar. Ette ve deride olan nescler, dokular.

neşr

  • Âhirette, ölülerin diriltilip, hesâbları görüldükten sonra, cennetliklerin Cennet'e ve cehennemliklerin Cehennem'e dağılmaları.
  • Yayma, dağıtma.

neyseb

  • Karıncaların birbirine bitişerek yol almaları.

nihab

  • (Tekili: Nehb) Çapullar, yağmalar.

nikam

  • (Tekili: Nikmet) İntikamlar, öc almalar.

nikar / nikâr

  • Tasavvuf yolunda ilerliyenlerin birbirlerine emr-i ma'rûf nehy-i anil-münker yapmaları yâni Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirmeleri.

nimet-i rabbaniye / nimet-i rabbâniye

  • Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve hâkimiyeti altında bulunduran Allah'ın nimet ve ihsanı.

niseb

  • Nisbetler, kıyaslamalar ve ölçüler.

niyazi-i mısri / niyazi-i mısrî

  • (Mi: 1618 - 1694) Malatya'nın Soğanlı köyünde doğdu. Şâir ve tasavvufçu olup Halvetî tarikatının Niyaziye veya Mısriye şubesini kurmuştur. Mısır'da Câmi-ül-Ezher'de tahsil gördü. 1646'da İstanbul'a döndü ve Sokollu Mehmed Paşa Medresesinde irşada başladı. Eserlerinden bazıları şunlardır: Risale-i Ha

nüfuş

  • Yabana yayılmak.
  • Davarların geceleyin yayılıp çobansız otlamaları.

nukuş-u tecelliyat / nukuş-u tecelliyât

  • İlâhî yansımaların ve görünmenin nakışları.

nur-u rabbani / nur-u rabbânî

  • Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın nuru.

nüsuc / nüsûc

  • Dokumalar.

nüsur

  • (Tekili: Nesr) Nesirler, manzum olmayan yazılar. Dağıtmalar.
  • Çok çocuk doğuran kadın.

nüşur / nüşûr

  • Neşirler.
  • Yaymalar, dağıtmalar.
  • Öldükten sonraki dirilmeler. (Nüşur, neşir gibi bâzan müteaddi, bâzan lâzım olur. Müteaddi olursa bir şeyi açıp yaymak mânasına gelir ki, lisanımızda neşr ve neşriyat ve menşur bu mânadandır. Bunun lâzımına intişar denilir, lâzım oldukları zama
  • Yaymalar, dağıtmalar.

nutuf

  • (Tekili: Nutfe) Nutfeler, dölsuları, spermalar.

nüzera

  • (Tekili: Nezir) Doğru yola getirmek için korkutmalar.

nüzul

  • İniş, inmek, aşağı inmek, konaklamak.
  • Nüzül, felç hastalığı.
  • Hacıların Mina'ya gelip konaklamaları.

ömer ibn-i abdülaziz

  • (Hi: 60-101) Emevî Devleti halifelerinden olup Hz. Ömer'in ahfadındandır. Siyaset âleminde bir dâhi ve adâlette bir ikinci Hz. Ömer'di. Malatya'yı Rumlardan yüzbin esir mukabilinde satın aldı. Zehirlenerek şehid edildi. (R. Aleyh)

pençe

  • El ayası ile beş parmağın tamamı. (Farsça)
  • Hayvanların ön ayaklarının parmaklarıyla tırnakları. (Farsça)
  • Eskiden Şark hükümdarlarının imza yerine ellerini kırmızı boyaya sürüp, kâğıdın üstüne basmalarıyla olan şekil, tuğra. (Farsça)
  • Mc: Kuvvet. Savlet, satvet. (Farsça)

perakendegu / perakendegû

  • Saçma sapan konuşan. Saçmalayan. (Farsça)

puhtegi / puhtegî

  • Olgunluk, kemalât, pişkinlik. (Farsça)

ra'c

  • Şimşeklerin birbiri ardınca şakımaları.

rab

  • Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah.

rabb-i azim / rabb-i azîm

  • Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah.

ragabat

  • Rağbetler, istekler, istekle karşılamalar.

rahmet-i rububiyet / rahmet-i rubûbiyet

  • Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren ve onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında tutan Allah'ın rahmeti.

recefe

  • Zelzele.
  • Ortalığı sarsacak kışkırtmalar yapmağa ircaf denir. Yalan, yanlış haberlerle umumî efkârı şaşırtıcı neşriyatlara ise Eracif denmektedir.

rejim-i bid'akarane / rejim-i bid'akârâne

  • Bid'aları, dinin aslından olmayan zararlı âdet ve uygulamaları getiren rejim.

reşehat-ı meziyat / reşehât-ı meziyât

  • Meziyetlerin, güzel özelliklerin dışa yansımaları.

rıhtım

  • Gemilerin yanaşmalarına müsait şekle getirilmiş kıyı. (Farsça)

rıka

  • Üzerine yazı yazılan deri veya kağıt parçaları.
  • Kısa mektublar.
  • Yamalar.
  • İstidalar. Müzekkereler. Dilekçeler.

rububiyet

  • Rablık; Allah'ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması.

rububiyet-i ilah / rububiyet-i ilâh

  • İlâhî Rablık; Allah'ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması.

rububiyet-i ilahiye / rubûbiyet-i ilâhiye

  • Allah'ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması.

rububiyet-i mutlaka-i ilahiye / rububiyet-i mutlaka-i ilâhiye

  • Allah'ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye ve idare etmesi ve egemenliği altında bulundurması.

rücum

  • (Tekili: Recm) Taşa tutmalar, taşlamalar.

rukbi / rukbî

  • İki kişinin karşılıklı olarak, öldükten sonra sâhib olmaları şartıyla birinin malını diğerine bağışlaması yâni sen ölürsen evin benim olsun, ben ölürsem evim senin olsun şeklindeki hibe.

sademat / صدمات

  • (Tekili: Sadme) Vuruşlar, patlamalar.
  • Ansızın başa gelen belâlar.
  • Sadmeler, çarpmalar, darbeler. (Arapça)
  • Musibetler. (Arapça)

şadırvan

  • Etrafında bulunan bir çok musluklardan ve bir fıskiyeden su akan havuz tarzında kubbeli çeşme. Şadırvanlar daha ziyade cami avlularında halkın abdest almaları için yapılırdı.

safahat / safahât / صفحات

  • Sayfalar, alanlar, aşamalar.
  • Aşamalar. (Arapça)

safsata-i nefis

  • Nefsin safsatası, nefsin yalan ve uydurmaları.

safsatiyat / safsatiyât

  • Safsatalar, uydurmalar.

sahc

  • Bağırsağın yaş olup cerahat vermesi.
  • Kaşımak.
  • Tırmalamak.

şahnişin

  • Şahların oturmalarına lâyık yer. (Farsça)
  • Evin sokak üzerine olan çıkmaları. (Farsça)

salsale

  • Demirlerin birbirine dokunmaktan ses çıkarmaları.

sanayi' şirketi / sanâyi' şirketi

  • İki veya daha fazla san'at sâhibinin başkasından iş kabûl ederek ücretini paylaşmak üzere veya fabrika kurup îmâlât kârını paylaşmak üzere kurdukları şirket, ortaklık. Şirket-i A'mâl.

sarfiyat / صرفيات

  • Harcamalar, kullanımlar, giderler.
  • Harcamalar. (Arapça)
  • Salgılar. (Arapça)

şari' / şâri' / şârî'

  • Kanun koyucu; kullarına yapmaları ve yapmamaları gerekli davranışlarla ilgili kanun ve kurallar koyan Allah.
  • Kullarının dünyâ ve âhiret seâdetine (mutluluğuna) kavuşmaları için Peygamberleri aleyhimüsselâm vâsıtasıyla emir ve yasaklarını bildiren Allahü teâlâ. Şâri-i mübîn de denir. Allahü teâlânın emir ve yasaklarını insanlara tebliğ etmesi (ulaştırması) gerektiğinde, kapalı hususları açıklaması bakımında

sayyihani / sayyihanî

  • Medine hurmalarından bir cins.

sech

  • Tırmalama.
  • Bir şeyin kabuğunu veya derisini soyup sıyırma.

şefaat

  • Şefaat etmek. Af için vesile olmak.
  • Fık: Âhiret günü bir kısım günahkâr mü'minlerin affedilmeleri ve itaatli mü'minlerin de yüksek mertebelere ermeleri için Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm ve sâir büyük zâtların Allah Teâlâ'dan (C.C.) niyaz ve istirhamda bulunmalarıdır.
  • Bağışlanmasını dileme, birine arka olma.
  • Peygamberlerin ve velilerin kıyamette günah-kâr müminlerin bağışlanması için Allah katında dilekte bulunmaları.

sefk-i dima / sefk-i dimâ

  • Kan dökmeler, akıtmalar.

şemal

  • (Çoğulu: Şemâlât) Kıble ardında kutup tarafından esen yel.
  • Ahlâk.
  • Kılıç.

semavat / semâvât

  • (Tekili: Sema) Gökler, semalar.
  • Semalar, gökler.

şems-i kemalat / şems-i kemâlât

  • Kemâlât güneşi, her türlü mükemmelliğin kaynağı.

şems-i mu'cizbeyan

  • Mu'cizeli açıklamalarıyla varlık âlemini aydınlatan güneş, Kur'ân-ı Kerim.

seneta

  • Sekenler. Durmalar, duruşlar. Davranışlar.

senkendaz

  • Eski kalelerde kale dibine sokulan düşmana yukarıdan ağır taşlar vesaire atmak için altı açık cumba gibi çıkmalara verilen addır. Kale kapılarını müdafaa için üst taraflarına da böyle senkendazlar yapılırdı.

serbestiyet-i nisvan

  • Kadınların serbestliği; özgürlükte aşırıya kaçmaları.

şevagil

  • (Tekili: Şagile) Uğraşmalar, meşguliyetler.

sevkiyat / sevkiyât

  • Göndermeler, yollamalar.

sevm-i şira'

  • Bâyi'in (satıcının) ve müşterinin, mebî'e (mala) fiyat koymaları, bir fiyatta anlaşmaları.

şeyh

  • İhtiyâr.
  • Bir ilim dalında ihtisas etmiş olan.
  • Mürşîd-i kâmil; insanlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını anlatan, dîni, İslâm'ı yayan ve onların mânen olgunlaşmalarını sağlayan rehber zât. Çoğul şekli meşâyıh ve şüyûhtur.

si'r

  • Fiyat, mala biçilen değer.

şimendifer-i kemalat / şimendifer-i kemâlât

  • Kemâlât treni, olgunluk ve mükemmellikler treni.

şirket

  • Ortaklık, ortak olmak, iki veya daha çok kimsenin bir mala berâber sâhib olmaları. Bir şeyin birden çok kimseye âit olması, başkasına âit olmaması veya ortakların yazı ile yaptıkları akd, sözleşme.

şirket-i a'mal / şirket-i a'mâl

  • İki veya daha fazla san'at sâhiblerinin, başkasından iş kabûl ederek ücretini veya bir fabrika kurup îmâlât kârını paylaşmak üzere kurdukları şirket, ortaklık.

sırr-ı al-i aba / sırr-ı âl-i abâ

  • Peygamber Efendimizin (a.s.m.) kendisiyle beraber kızı Hz. Fatıma, damadı Hz. Ali ve torunları Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin'in üzerini mübarek abâsıyla örttüğünden bu isimle anılmalarının sırrı.

sıyah

  • (Tekili: Sayha) Bağırmalar, çığlıklar, haykırışlar, feryadlar.

siyasat / siyâsât

  • Siyasetler, siyasî uygulamalar.

sofi

  • Ehl-i tasavvuf. Riyazet ve nefisle mücahede ile hakikate ermeğe çalışan. Tarikata mensub, mânevi kemâlât için çalışan.
  • Yanıltıcı, safsatacı.

su'-i isti'malat / sû'-i isti'mâlât / سُوءِ اِسْتِعْمَالَاتْ

  • Kötüye kullanmalar.

su-i istimalat / su-i istimâlat / sû-i istimâlât

  • Kötüye kullanmalar.
  • Kötüye kullanmalar.

şuhh

  • Mala düşkün olup, fakirlere vermeyi sevmemek, cimrilik etmek.

suhuf

  • Dört büyük ilâhî kitab dışında gönderilen kitapçıklar, formalar. Peygamberlere (aleyhimüsselâm) Allahü teâlâ tarafından gelen yüz dört kitaptan ilk yüz tânesi.
  • Amel defteri. İnsanların dünyâda iken yaptıkları iyilik ve kötülüklerinin yazıldığı ve kıyâmet günü herkesin eline verilecek ola

sürub

  • (Tekili: Serb) İçyağları.
  • Çekiştirmeler, azarlamalar.

şüruh / şürûh / شروح

  • (Tekili: Şerh) Şerhler, açıklamalar.
  • Şerhler, açılamalar. (Arapça)

ta'birat

  • (Tekili: Ta'bir) Tabirler. İfade şekilleri. Anlatmalar.

ta'cilat / ta'cilât

  • (Tekili: Ta'cil) Çabuklaştırmalar. Acele ettirmeler. Hızlandırmalar.

ta'dilat

  • Değişiklikler, doğrultmalar, değiştirmeler, tebdil etmeler.

ta'mikat

  • (Tekili: Ta'mik) Derinleştirmeler. İncelemeler, tedkik etmeler, araştırmalar.

ta'mirat / ta'mirât

  • (Tekili: Tamir) Noksanları gidermek. Eksik ve bozukları düzeltmeler ve tamamlamalar. Ta'mirler.

ta'nifat / ta'nifât

  • (Tekili: Ta'nif) Şiddetle azarlamalar, darılmalar.

ta'rizat / ta'rizât

  • (Tekili: Ta'riz) Dokunaklı konuşmalar, sözle dokundurmalar, taş atmalar.

ta'yibat / ta'yibât

  • (Tekili: Ta'yib) Ayıplamalar.

ta'zirat

  • (Tekili: Ta'zir) Vesile ve bahane aramalar. Esassız özür bildirmeler.
  • (Tekili: Ta'zir) Azarlamalar, ta'zirler, tekdirler.

taaffunat / taaffunât

  • Kokuşmalar, kokuşmuş şeyler.

taaffünat / taaffünât

  • Kokuşmalar.

taarrüfat / taarrüfât

  • Tanıtmalar, tanımalar.

taayyünat

  • Meydana çıkmalar. Belli olmalar. Belli başlı adam sırasına geçmeler.

tabakat-ı mütefavite / tabakât-ı mütefavite

  • Farklı aşamalar, safhalar, tabakalar.

tabakat-ı ömr-ü insan

  • İnsan ömrünün aşamaları.

tabasbusat / tabasbusât

  • Dalkavukluklar, kendini küçülterek başkasına kendini beğendirmeye çalışmalar.
  • (Tekili: Tabasbus) Tabasbuslar, alçakça yalvarmalar, yaltaklanmalar.
  • Yaltaklanmalar.

tadilat

  • Değişiklikler, doğrultmalar, değiştirmeler, tebdil etmeler.

tafsilat / tafsilât / tafsîlât / تَفْص۪يلَاتْ

  • (Tekili: Tafsil) Açıklamalar, izahlar.
  • Geniş açıklamalar.
  • Açıklamalar.

tagaddiyat / tagaddiyât

  • (Tekili: Tagaddi) Gıdalanmalar, beslenmeler.

tagayyürat / tagayyürât

  • (Tekili: Tagayyür) Başkalaşmalar, bozulmalar. Değişmeler.
  • Başkalaşmalar.

tağayyürat

  • Başkalaşmalar, değişmeler.

tagayyürat-ı alem / tagayyürât-ı âlem

  • Âlemdeki değişmeler, başkalaşmalar.

tagayyüzat

  • Hiddetlenmeler. Kızmalar.

tagyirat / tagyirât

  • (Tekili: Tagyir) Değiştirmeler, başkalaştırmalar; bozmalar.

tahaccürat

  • (Tekili: Tahaccür) Taşlaşmalar, taş kesilmeler.

tahaddüş

  • Tırmalanma.
  • Üzüntü duyma.

tahammürat / tahammürât

  • (Tekili: Tahammür) Ekşimeler, mayalanmalar.

taharriyat / taharriyât / تحریات

  • Araştırmalar, incelemeler.
  • Araştırmalar. Aramalar. Aratmalar.
  • Aramalar.
  • Araştırmalar. (Arapça)

taharriyat-ı amika / taharriyat-ı amîka

  • Çok ince ve derinden yapılan araştırmalar.

taharrüş

  • (Çoğulu: Taharrüşât) Tırmalanma.

tahassüsat / tahassüsât

  • (Tekili: Tahassüs) Duygulanmalar, hislenmeler.

tahayyülat / tahayyülât

  • (Tekili: Tahayyül) Tahayyüller, hayale dalmalar, hayalde canlandırmalar.

tahayyürat / tahayyürât

  • (Tekili: Tahayyür) Hayrete düşüp şaşakalmalar. Hayran olmalar.

tahdidat / tahdidât / tahdîdât / تحدیدات

  • Sınırlamalar, kısıtlamalar.
  • Tahditler. Sınırlamalar.
  • Sınırlandırmalar, kısıtlamalar. (Arapça)

tahdiş

  • (Hadeş. den) Kurcalamak. Tırmalamak.
  • İncitmek.
  • Kaşımak.

tahdiş-i ezhan

  • Zihinleri kurcalamak, tırmalamak.

tahdisat / tahdisât

  • Anlatmalar. Rivayet etmeler.
  • Teşekkürle bildirmeler.
  • Hadis anlatmalar.

tahdişat

  • (Tekili: Tahdiş) Tırmalamalar. Kurcalamalar.

tahfifat / tahfifât

  • (Tekili: Tahfif) Hafifletmeler; yükünü eksiltmeler, kolaylaştırmalar.

tahkikat / tahkikât / tahkîkat / تحقيقات

  • Araştırmalar. Hakikati ve doğruyu inceleyip öğrenmek için yapılan taharriyat.
  • Araştırmalar.
  • Araştırmalar.
  • Araştırmalar. (Arapça)

tahkimat / tahkîmât / تحكيمات

  • Sağlamlaştırmalar. (Arapça)
  • Sağlamlaştırılmış yer. (Arapça)

tahkirat / tahkirât

  • Hakaretler, aşağılamalar.
  • Aşağılamalar.

tahmiş

  • Tırmalamak.
  • Hiddetlendirmek.

tahribat / tahribât / tahrîbât / تخریبات / تَخْر۪يبَاتْ

  • Tahripler, yıkmalar.
  • Tahripler, yıkıp bozmalar.
  • (Tekili: Tahrib) Tahribler, yıkıp bozmalar, harab etmeler.
  • Yıkmalar, yıkımlar. (Arapça)
  • Yıkmalar.

tahribat-ı maneviye / tahribat-ı mâneviye

  • Mânevî tahripler, yıkıp bozmalar.

tahric

  • Çıkartma. Meydana koyma.
  • Müctehidlerin naslara, kaidelere, asıllara uyarak şer'î hükümleri ortaya koymaları.

tahrifat / tahrifât / tahrîfat / تحریفات / tahrîfât / تَحْر۪يفَاتْ

  • Değiştirmeler, bozmalar.
  • Tahrifler, bozmalar.
  • (Tekili: Tahrif) Bozmalar. Kalem karıştırmalar.
  • Anlamından uzaklaştıracak şekilde üstünde kalem oynatmalar. (Arapça)
  • Bozmalar.

tahrikat

  • Ayaklandırmalar, kışkırtmalar. Hareket ettirmeler.

tahriş / تخریش

  • Tırmalama, azdırma.
  • (Çoğulu: Tahrişât) Tırmalama. Yakıp kaşındırma.
  • Azdırma. Rencide etmek.
  • Tırmalama, kazıma. (Arapça)
  • Tahriş etmek: Tırmalamak. (Arapça)

tahşid

  • Yığma. Toplama. Biriktirme. Yığınak.
  • Bir mevzu hakkında çok izah ve konuşmalar.

tahşidat / tahşidât

  • Birikmeler. Toplamalar. Yığınaklar.
  • Konuşarak fazla üzerinde durma.

tahşidat-ı kur'aniye / tahşidat-ı kur'âniye

  • Kur'ân'ın tahşidatı; Kur'ânın bazı konular üzerinde yaptığı vurgulamalar.

tahsinat

  • Alkışlamalar. Güzelleştirmeler. Beğenmeler.

tahsisat / tahsisât

  • Biri için ayırmalar.

tahte

  • Yağmalanmış, soyulmuş, talan edilmiş. (Farsça)

tahvifat / tahvifât

  • (Tekili: Tahvif) Korkutmalar. Korkuya düşürmeler.

takbihat / takbihât

  • (Tekili: Takbih) Ayıplamalar, çirkin görmeler.

takdisat

  • Allah'ı her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce tutmalar.

takriat / takriât

  • (Tekili: Takri') Azarlamalar, paylamalar, başa kakmalar.

takrir / takrîr

  • Anlatma, anlatım, bir âlimin kitâbdan okuyarak îzâh ve açıklamalarda bulunması.

takriri sünnet / takrirî sünnet

  • Hazret-i Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm'ın, sahabelerinden birinin söylediğini veyahut işlediğini gördüğü halde, onu menetmiyerek sükût buyurmaları.

taksimat / taksimât

  • Taksimler. Bölmeler. Cüz cüz ayırmalar.

taktirat

  • Damla damla akıtmalar.

takyidad / takyidâd

  • Sınırlamalar, bağlamalar.

takyidat

  • Sınırlandırmalar.

taltifat

  • Gönül okşamalar.

tarac / târâc

  • Yağma, talan, çapul. (Farsça)
  • Yağmalama, talan etme. (Farsça)

tarac-kerde / târâc-kerde

  • Yağmalanmış, talan edilmiş. (Farsça)

tarikat-i muhammediye / tarîkat-i muhammediye

  • Hz. Muhammed'in (a.s.m.) velâyet yolu, şahsî kemalât yolu.

tarsinat / tarsinât

  • (Tekili: Tarsin) Sağlamlaştırmalar.

tas'ibat

  • (Tekili: Tas'ib) Zorlaştırmalar, güçleştirmeler.

tasalsul

  • Demir ve ona benzer madenlerin birbirine değmelerinde ses çıkarmaları.

tasarrufat-ı beşeriye / tasarrufât-ı beşeriye

  • İnsanların gerçekleştirdikleri tavır, davranış, faaliyet ve uygulamalar.

tasavvurat / tasavvurât

  • Tasarlamalar.

tasdikat / tasdîkât

  • (Tekili: Tasdik) (Ka, uzun okunur) Tasdikler, onaylamalar, doğrulamalar.
  • Tasdikler, onaylamalar.

taskilat / taskilât

  • (Tekili: Taskil) Cilâlamalar. Cilâ yapmalar.

tasniat / tasnîât

  • Düzmeler, uydurmalar.

tasnifat / tasnifât

  • Sınıflandırmalar.

tasrihat / tasrihât

  • Açık açık anlatmalar.
  • (Tekili: Tasrih) Açık açık anlatmalar. İzah etmeler.
  • Açıkça anlatmalar.

tatbikat / tatbîkat / تطبيقات

  • Uygulamalar.
  • Uygulamalar. (Arapça)
  • Tatbikat. (Arapça)
  • Tatbîkat yapmak: Uygulama yapmak. (Arapça)

tavaf

  • Ziyaret etmek. Ziyaret maksadiyle etrafında dolaşmak.
  • Hacıların Kâbe etrafında yedi defa dolaşmaları.
  • Ziyaret etmek, ziyaret maksadıyla etrafını dolaşmak, hacıların Kâbe etrafında yedi kez dolaşmaları.

tavsifat / tavsifât

  • (Tekili: Tavsif) Tavsifler. Vasıflandırmalar.

tavzihat / tavzîhat / توضيحات

  • Açıklamalar. (Arapça)

tayhan

  • Boş ve mâlayâni şeylere itiraz eden kimse.

tazallümat / tazallümât

  • (Tekili: Tazallüm) Yanıp yakılmalar, sızlanmalar.

tazarru'at / tazarru'ât / تضرعات

  • Yalvarıp yakarmalar. (Arapça)

tazarruat / tazarrûât

  • Yalvarmalar.

tazyikat / tazyîkât

  • Baskılar, sıkıştırmalar.
  • (Tekili: Tazyik) Tazyikler. Sıkıştırmalar. Baskılar. Zorlamalar.
  • Basınçlar.
  • Tazyikler, baskılar, sıkıştırmalar.

te'bidat / te'bidât

  • (Tekili: Te'bid) Ebedileştirmeler, sonsuzlaştırmalar, te'bidler.

te'hirat / te'hirât

  • (Tekili: Te'hir) Tehirler, geciktirmeler, sonraya bırakmalar.

te'vil / te'vîl

  • Yorumlamak, açıklamak.
  • Ehl-i sünnet âlimlerinin, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemden ve Eshâb-ı kirâmdan bildirdikleri tefsirlere (açıklamalara) bağlı kalarak âyet-i kerîmeleri açıklamak veya bu şekilde yapılan açıklamalar ve îzâhlar.

teamülat / teâmülât / تعاملات

  • Alışılagelmiş uygulamalar. (Arapça)

teavünat / teavünât

  • (Tekili: Teavün) Yardımlaşmalar.

tebahhurat / tebahhurât

  • Buharlaşmalar. Buğu haline geçmeler.

tebaüdat / tebaüdât

  • (Tekili: Tebaüd) Birbirinden uzak düşmeler. Uzaklaşmalar.

tebelbül-ü akvam

  • Muhtelif kavimlerden ibaret bir cemaatin kısım kısım olmaları, muhtelif dil konuşmaları.

teberruat / teberruât

  • (Tekili: Teberru') Teberrular, bağışlar, bağışlamalar.

tebrikat / tebrikât / tebrîkât / تبریكات

  • Mübârek kılmalar, kutlamalar.
  • Kutlamalar. (Arapça)

tebzirat / tebzirât

  • (Tekili: Tebzir) İsraflar.
  • Tohum saçmalar.

tecavüzat / tecavüzât / tecâvüzât

  • Haddi aşmalar, saldırılar.
  • (Tekili: Tecavüz) Tecavüzler. Sataşmalar. Haddi aşmalar.
  • Tecavüzler, saldırmalar.

tecelli-i amme / tecellî-i âmme

  • Umumî tecellî; Cenâb-ı Hakkın bütün mahlukatı kuşatan isimlerine ait büyük tecelliler, yansımalar.

tecelliyat / tecellîyat

  • Tecellîler; yansımalar.

tecelliyat-ı cemal ve kemalat / tecelliyât-ı cemal ve kemâlât

  • İlâhî mükemmelliklerin ve güzelliklerin yansımaları.

tecelliyat-ı cemaliye / tecelliyât-ı cemâliye

  • Allah'ın sonsuz güzelliğinin yansımaları, görüntüleri.

tecelliyat-ı cemaliye ve celaliye / tecelliyât-ı cemâliye ve celâliye

  • Allah'ın güzellik ve yücelik sıfatlarının yansımaları.

tecelliyat-ı cemaliye ve celaliye ve kemaliye / tecelliyât-ı cemâliye ve celâliye ve kemâliye

  • Allah'ın güzellik ve yücelik ve mükemmellikle ilgili sıfatlarının yansımaları.

tecelliyat-ı esma / tecelliyât-ı esmâ

  • Allah'ın isimlerinin tecellileri, yansımaları.

tecelliyat-ı esma-i ilahiye / tecelliyât-ı esmâ-i ilâhiye

  • Allah'ın isimlerinin tecellileri, yansımaları.

tecelliyat-ı kahriye / tecelliyât-ı kahriye

  • Kahredici tecellîler, yansımalar.

tecelliyat-ı kemal / tecelliyât-ı kemâl

  • Mükemmelliklerin tecellîleri, yansımaları.

tecelliyat-ı kübra / tecelliyât-ı kübrâ

  • En büyük tecelliler, yansımalar.

tecelliyat-ı nuriye / tecellîyât-ı nuriye

  • Nurlu tecellîler; parlak yansımalar.

tecelliyat-ı rahmet / tecelliyât-ı rahmet

  • Rahmet yansımaları.

tecelliyat-ı rububiyet

  • Allah'ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiye edişinin tecellileri, yansımaları.

tecelliyat-ı samedaniye / tecelliyât-ı samedâniye

  • Allah'ın herşeyin Kendisine muhtaç olduğu halde, Kendisinin hiçbir şeye muhtaç olmadığını gösteren yansımaları.

tecelliyat-ı seyyale / tecelliyat-ı seyyâle

  • Akıp giden yansımalar, görünümler.

tecemmuat / tecemmuât

  • (Tekili: Tecemmu') Birikmeler, toplanmalar, yığılmalar.

tecessüsat / tecessüsât

  • (Tekili: Tecessüs) Tecessüsler, araştırmalar. Gözetlemeler.

techizat

  • Techizler, donatmalar.

tecridat / tecrîdât

  • Yalnız başına bırakmalar.
  • Tecritler, ayınmalar.

tedavir

  • (Tekili: Tedvir) Tedvirler. Çâreler. Yollar. Dolaşmalar.

tedelliyat / tedelliyât

  • (Tekili: Tedelli) Nazlanmalar.
  • Eğilmeler.
  • Tevâzu göstermeler.

tedenniyat / tedenniyât

  • Alçalmalar, gerilemeler.
  • (Tekili: Tedenni) Gerilemeler, tedenniler, aşağılamalar.
  • Alçalmalar.

tederrüsat / tederrüsât

  • (Tekili: Tederrüs) Ders almalar. Okuyup öğrenmeler.

tedkikat

  • (Tekili: Tedkik) Tedkikler. Araştırmalar. İncelemeler.
  • Tetkikler, araştırmalar.

tedvin

  • Bir araya toplayarak tertipleme.
  • Edb: Aynı mevzuya ait bahisleri, çalışmaları bir araya getirip kitap hâline getirme.

teeccül

  • Belli bir vakte kadar müddet isteme.
  • Sığır ve geyik gibi hayvanların sürü sürü olmaları.

teeddübat / teeddübât

  • (Tekili: Teeddüb) Edeblenmeler, çekinmeler, utanmalar.

teellüfat / teellüfât

  • (Tekili: Teellüf) Hoş geçinmeler, alışmalar. Bağdaşmalar.

teellümat / teellümât

  • Elemler, kederler, tasalanmalar.

tefafih

  • (Tekili: Tuffâh) Elmalar.

tefahhusat / tefahhusât

  • (Tekili: Tefahhus) İnceden inceye araştırmalar.

tefaric

  • (Tekili: Tefric) Yırtmalar, genişletmeler.
  • Ferah vermeler.
  • Korkaklar, zaifler, yüreksizler.
  • (Tifrac) Yırtmaçlar, aralıklar.

tefarik / tefârik

  • Ayırmalar, ufak şeyler.

tefehhümat / tefehhümât

  • (Tekili: Tefehhüm) Farkına varmalar, yavaş yavaş anlamalar.

tefrigat / tefrigât

  • Boşaltmalar.

tefsirat

  • Tefsirler; açıklamalar, yorumlamalar.

tegavür

  • Birbirini yağmalamak.

tegayyürat / tegayyürât

  • Başkalaşmalar.
  • Başkalaşmalar, değişmeler.

tehacümat / tehacümât

  • Saldırmalar.

tehdidat / tehdidât

  • (Tekili: Tehdid) Korkutmalar, göz dağı vermeler.

teheyyücat / teheyyücât

  • (Tekili: Teheyyüc) Coşup heyecanlanmalar.

tehyicat / tehyicât

  • (Tekili: Tehyic) Coşturmalar, heyecanlandırmalar.

tekamülat / tekâmülât

  • (Tekili: Tekâmül) Olgunlaşmalar, tekâmüller.

tekatir

  • (Tekili: Taktir) Damlamalar.

tekdirat / tekdirât

  • Uyarmalar, azarlamalar.
  • (Tekili: Tekdir) Tekdirler, azarlamalar.

tekellüfat / tekellüfât

  • Zorlanmalar, özentiler.

tekellümat / tekellümât

  • Konuşmalar.

tekellümat-ı tesbihiye / tekellümât-ı tesbihiye

  • Allah'ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anan konuşmalar.
  • Cenab-ı Hakk'ı tesbih eden kelâmlar, konuşmalar.

tekemmülat / tekemmülât

  • Olgunlaşmalar.
  • Olgunlaşmalar.

tekerrürat / tekerrürât

  • (Tekili: Tekerrür) Tekerrürler, tekrarlanmalar.

tekevvünat / tekevvünât / تكونات

  • Oluşumlar, oluşmalar. (Arapça)

tekrarat

  • Tekrarlamalar. Aynı şeyi bir kaç defa yapma.

tekvinat / tekvinât

  • (Tekili: Tekvin) Tekvinler, var etmeler, yaratmalar.

telakkiyat / telâkkîyât

  • Anlayışlar, anlamalar.

telezzüzat / telezzüzât

  • Lezzet almalar.
  • Lezzet almalar.

telhisat / telhisât

  • (Tekili: Telhis) Kısaltmalar, hülâsalar, özetlemeler.

telkihat

  • Aşılamalar.

telkinat

  • Aşılamalar.

telmihat / telmihât / telmîhât / تلميحات

  • Söz arasında; bir kıssa, fıkra, atasözü veya tarihî bir hadiseye işarette bulunmalar.
  • Göndermeler, îmâlı anlatmalar.. (Arapça)

temasil / temâsil

  • Timsaller, yansımalar.

temayüzat

  • (Tekili: Temayüz) Üstün olmalar, temayüzler, yükselmeler.

temdidad / temdidâd

  • Devamlar, uzatmalar.

temdidat

  • Uzanan hatlar, uzatmalar.

temessülat / temessülât

  • Yansımalar.

temevvücat / temevvücât

  • Dalgalanmalar, titreşimler.
  • (Tekili: Temevvüc) Dalgalanmalar.
  • Dalgalanmalar.

temevvücat-ı havaiye

  • Havadaki dalgalanmalar.

tenakusat / tenakusât

  • (Tekili: Tenakus) Eksilmeler, azalmalar.

tenbihat / tenbihât

  • Tenbihler, uyarmalar.

tenehhus

  • Kadınların kaşlarını ve yüzlerindeki kılları yolmaları.

tenkilat / tenkilât

  • (Tekili: Tenkil) Örnek olacak biçimde cezâlandırmalar.
  • Düşmanları tepelemeler.
  • Uzaklaştırmalar.

tenkirat / tenkirât

  • Yadırgamalar.

tenkisat / tenkisât / tenkîsât / تنقيصات

  • (Tekili: Tenkis) Tenkisler, eksiltmeler, indirmeler, azaltmalar.
  • Azaltmalar, eksiltmeler. (Arapça)

tenmiye / تنميه

  • Geliştirme, artırma, nemalandırma. (Arapça)
  • Tenmiye etmek: Geliştirmek, artırmak. (Arapça)

tensikat

  • (Tekili: Tensik) Islahat. Düzen ve nizama koymalar.

tenvimat / tenvimât

  • (Tekili: Tenvim) Uyutmalar veya uyutulmalar.

tenvirat / tenvirât

  • Aydınlatmalar, nurlandırmalar.
  • (Tekili: Tenvir) Aydınlatmalar, ışıklandırmalar. Tenvir etmeler.
  • Nurlandırmalar.

terahhumat / terahhumât

  • (Tekili: Terahhum) Acımalar, merhamet etmeler.

terakib / terâkib

  • (Tekili: Terkib) Terkibler.
  • Gr: İki veya daha çok kelimeden meydana gelen birleşik kelimeler. Tamlamalar.
  • Tamlamalar.

terakkiyat-ı beşer

  • İnsanlığa ait kalkınmalar, yükselmeler, ilerlemeler.

terakkiyat-ı beşeriye / terakkiyât-ı beşeriye

  • İnsanlığa ait terakkiler, kalkınmalar.

terakümat / terakümât

  • (Tekili: Teraküm) Toplanmalar, yığılmalar, birikmeler.

tercihat / tercihât

  • Tercihler, üstün tutmalar.
  • (Tekili: Tercih) Üstün tutmalar, tercihler.

tereffuat / tereffuât

  • (Tekili: Tereffu') Yukarı kalkmalar, yükselmeler.

terennümat / terennümât

  • (Tekili: Terennüm) Terennümler. Güzel güzel anlatmalar.
  • Şarkı söylemeler. Ötmeler, musikîler.

tereşşuhat / tereşşuhât

  • (Tekili: Tereşşuh) Terlemeler, sızmalar, sızıntı yapmalar.
  • Kulaktan gelme haberler.

terfiat / terfiât

  • (Tekili: Terfi') Terfiler. Rütbe vermeler. Rütbe almalar.
  • Yukarı kaldırmalar, yükseltmeler.

terhibat / terhibât

  • (Tekili: Terhib) Hal ve hatır sormalar.
  • (Tekili: Tehrib) Çok korkutmalar.

tertibat / tertîbat / تَرْت۪يبَاتْ

  • Sıralamalar.

tertibat-ı mukaddeme / tertibât-ı mukaddeme

  • Başlangıçtaki sıralamalar, tertib ve düzenler.

teşa'ubat / teşa'ubât

  • (Tekili: Teşa'ub) Şubeler. Bölük bölük, kısım kısım olmalar.

tesabuhat / tesabuhât

  • (Tekili: Tesâhub) Korumalar, sâhib olmalar.
  • Arkadaşlıklar.

teşahhusat-ı muvakkate / teşahhusât-ı muvakkate

  • Varlıkların geçici olarak belli bir şekil ve görünüm almaları.

tesamuhat

  • (Tekili: Tesâmuh) Hoş görmeler, müsâmahalar.
  • Dikkatsiz ve kayıtsız davranmalar.

tesbihat-ı uzma / tesbihât-ı uzmâ

  • Büyük, azim tesbihât bütün varlıkların Allah'ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anmaları.

teseccu'

  • Kuşların cıvıltıları.
  • Seci' yapmalar.

teşekkülat / teşekkülât

  • Şekillenmeler, oluşmalar.

teşerrüfat / teşerrüfât

  • (Tekili: Teşerrüf) Şeref duymalar, şereflenmeler. Saygı göstermeler, hürmet etmeler.

teshilat / teshilât

  • Kolaylaştırmalar.
  • Kolaylaştırmalar.

teshinat / teshinât

  • (Tekili: Teshin) Isıtmalar, kızdırmalar.

teshir-i rabbani / teshir-i rabbânî

  • Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın herşeye boyun eğdirmesi.

teşkikat / teşkikât

  • Kuşkulandırmalar.
  • Şek ve şüpheler. Şüphede bırakmalar.

teslis

  • Üçleme. Hristiyanların sonradan uydurdukları ve dinlerinin esasında olmayan bir akidedir ki; bazılarının hâşâ, Cenab-ı Hakk Üçdür, bazıları da Üçü birdir diyerek, Allah'a şerik ve ortak tanımaları. Cenab-ı Hakk'ı Üç Unsurdur diye tevehhüm etmeleri. (Ekanim-i selâse de denir.)

teslis akidesi / teslis akîdesi

  • Üçleme; Hıristiyanların Allah'ın baba, oğul ve mukaddes ruh olmak üzere üç varlıktan mürekkep olduğuna inanmaları.

teslisiyet

  • Hıristiyanların üç ilâha inanmaları.

tesmiat

  • (Tekili: Tesmi) İşittirmeler, duyurmalar.

teşniat / teşniât

  • Ayıplamalar, çirkin bulmalar.
  • (Tekili: Teşni') Ayıplamalar, çirkin bulmalar.

tesriat / tesriât

  • (Tekili: Tesri') Çabuklaştırmalar, hızlandırmalar.

teşrihat

  • Şerhler, açıklamalar.
  • Açıklamalar.

teşrii masuniyyet / teşriî masuniyyet

  • (Masuniyyet-i teşriiye) Milletvekillerinin Meclis'te izhar ettikleri fikir ve verdikleri reylerden, mes'uliyete tâbi olmamaları.

teşvikat

  • (Tekili: Teşvik) İsteklendirmeler, şevke getirmeler. Kışkırtmalar.

tetkikat-ı amika / tetkikat-ı amîka

  • Etraflı, derin araştırmalar, incelemeler.

tetkikat-ı felsefe

  • Felsefenin inceleme ve araştırmaları.

tetkikat-ı ilmiye

  • İlmî bakımdan incelemeler, araştırmalar.

tetkikat-ı saibe / tetkikat-ı sâibe

  • İsabetli tetkikler, araştırmalar.

tevafukat / tevâfukat

  • Uygun düşmeler, denk olmalar.

tevafürat / tevafürât

  • (Tekili: Tevafür) Artmalar, çoğalmalar.

tevaggulat / tevaggulât

  • (Tekili: Tevaggul) Tevagguller. Devamlı olarak uğraşmalar.

tevakkufat / tevakkufât

  • (Tekili: Tevakkuf) Beklemeler, durmalar, eğlenmeler.

tevarüsat / tevarüsât

  • (Tekili: Tevarüs) Tevarüsler, mirasa konmalar.
  • İrsen geçmeler, irsî olarak geçmeler.

tevatür-ü mevcudat

  • Bütün varlıkların aynı hakikatte birleşmeleri ve aynı noktaya parmak basmaları.

tevbihat

  • (Tekili: Tevbih) Azarlamalar, tekdirler.

tevbihat-ı şedide

  • Şiddetli tekdir ve azarlamalar.

tevdiat / tevdiât

  • Emânetler. Emânet bırakmalar. Emniyetli bir yere kıymetli bir şeyi teslim etmek.

tevellüdat / tevellüdât

  • Doğumlar, doğmalar.

tevellüdat-ı semekiye / tevellüdât-ı semekiye

  • Balıkların yumurtadan çıkmaları.

teverrük

  • Kadınların namazda oturma şekli; kaba etlerini yere koyup, uyluklarını birbirine yaklaştırarak, ayaklarını sağ taraftan dışarı çıkarıp, sol uylukları üzerine oturmaları.

tevhişat / tevhişât

  • (Tekili: Tevhiş) Ürküp kaçmasına sebep olmalar, ürkütmeler.

tevkifat

  • Tutuklamalar.

tevlidat / tevlidât

  • (Tekili: Tevlid) Meydana getirmeler, sebep olmalar.
  • Doğurmalar, doğurulmalar; doğurtmalar.

tevsim

  • Hacıların hac zamanı toplanmaları.
  • Dağlamak sureti ile ten üzerine işaret koyma, döğme yapma.
  • İsimlendirme, ad verme.

tevziat / tevziât / tevzîât / تَوْز۪يعَاتْ

  • Tevziler, dağıtmalar.
  • (Tekili: Tevzi') Tevziler, dağıtmalar.
  • Herkese payını vermeler.
  • Dağıtmalar.

tezahürat-ı cemaliye ve celaliye / tezahürât-ı cemâliye ve celâliye

  • Allah'ın sonsuz güzelliğiyle birlikte heybet ve haşmetinin yansımaları.

tezayüdat / tezayüdât

  • (Tekili: Tezayüd) Artmalar, ziyadeleşmeler, çoğalmalar.

tezellülat / tezellülât

  • (Tekili: Tezellül) Alçalmalar, küçülmeler, zillete katlanmalar.

tezvirat / tezvirât

  • Söze yalan karıştırmalar.

tezyidat / tezyidât

  • (Tekili: Tezyid) Artırmalar, çoğaltmalar, ziyadeleştirmeler.

tuluat / tulûât / طلوعات

  • Doğaçlamalar. (Arapça)

türkiyat / türkiyât / تركيات

  • Türklük araştırmaları, türkoloji. (Türkçe - Arapça)

türktaz / türktâz / تركتاز

  • Koşturma, koşma. (Türkçe - Farsça)
  • Yağmalama. (Türkçe - Farsça)

ufk-u tecelliyat

  • Tecellilerin, yansımaların ufku.

uhud / uhûd

  • (Tekili: Ahd) Ahidler, yeminler, peymanlar, anlaşmalar, sözleşmeler.
  • Yeminler, anlaşmalar.

uhud-i atika

  • Eski anlaşmalar.

uhud-u mer'iye

  • Yürürlükteki anlaşmalar.

ükel

  • (Tekili: Ükle) Lokmalar.

ukus

  • (Tekili: Aks) Akisler, yankılar, çarpmalar.

ulema-i su / ulemâ-i sû

  • Kötü âlimler; insanları doğru yoldan saptıran, ilmini dünyâ kazancına, mala ve mevkîye kavuşmaya vâsıta eden din adamları.

ülfet

  • Bir topluluğun din ve dünyâ düşüncelerinde inançlarında birbirlerine uygun olmaları. Dostluk, yakınlık kurmak, kaynaşmak.

umyan

  • (Tekili: A'mâ) A'mâlar, körler.

üslub-u mücerred

  • (Sade üslub) Bu üslupta tabiîlik, akıcılık, selâset, kısalık, mânâ ve maksada kifayet sıfatları vardır. Bu üslup, âlet ilimlerinde, ders kitablarında, konuşmalarda ve beşerî muamelelerde kullanılır.

üslub-u mücerret / üslûb-u mücerret

  • Sade, basit üslûp (Bu üslûpta tabiîlik, akıcılık, kısalık, mânâ ve maksada yetecek kadar izah nitelikleri vardır. Ders kitaplarında, günlük hayatta ve konuşmalarda genellikle bu üslûp kullanılır).

vazife-i rububiyet

  • Rablık işi; her bir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri verme ve onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurma işi.

velvele

  • Gürültü, patırtı. Birbirine karışık bağrışmalar. Şamata.

vusuk

  • (Tekili: Visâk ve Vesâk) Bağlar, râbıtalar.
  • Sözleşme yerleri.
  • Andlaşmalar.

yağma / yağmâ / یغما

  • Talan, çapul. (Farsça)
  • Yağma eylemek: Talan etmek, yağmalamak. (Farsça)

yave-gu / yâve-gû

  • (Çoğulu: Yâve-guyân) Saçmasapan konuşan, saçmalayan. (Farsça)

yavegu / yâvegû / یاوه گو

  • Zırvalayan, saçmalayan. (Farsça)

zaazi'

  • (Tekili: Za'zaa) Sarsmalar, ırgalamalar.

zakzaka

  • Çocukların oynayıp sıçramaları.

zamaim

  • (Tekili: Zamime) İlâveler, ekler. Artırmalar.

zat-ı baki-i hayy-ı kayyum / zât-ı bâki-i hayy-ı kayyûm

  • Varlığının sonu olmayan, hayatı ezelî ve ebedî olan ve bütün varlıkların ayakta durmaları, devam ve bekàları Kendine bağlı olan Zât; Allah.

zeferat

  • Soluk almalar.

zekat / zekât

  • Nisab miktarı mala, paraya sahib olan Müslümanın kırkta birini fakirlere sadaka vermesi ve bu verilen sadaka. Ziyadeleşme, artma.
  • Temizlik. Taharet.

zellat

  • (Tekili: Zelle) Yanılmalar, yanlışlar.
  • Sürçmeler, kaymalar.
  • Hatalar.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın