REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Mahlû ifadesini içeren 135 kelime bulundu...

abd

  • Kul, köle, Allah'ın kulu. Mahluk, insan. Hizmetçi. (Hür'ün zıddı). "Abd kelimesi Allah'ın bazı isimleriyle birleştirilerek erkek isimleri meydana getirilir. Abdullah (Allah'ın kulu). Abdulbâki (Ebedi olan Allah'ın kulu) gibi. Bu isimleri taşıyan insanlar buna lâyık olmaya çalışmalıdırlar."
  • Kul, köle, mahlûk. Tasavvufta kâmil müslüman.

acaib-i mucizat / acâib-i mûcizât

  • Mucizeyle yaratılan mahluklardaki şaşırtıcı özellikler.

aferide / âferîde / آفریده

  • (Çoğulu: Aferidegân) Yaratılmış, mahluk. (Farsça)
  • Yaratık, yaratılmış, mahluk. (Farsça)

ahir / âhir

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Mahlûkâtın (varlıkların) yok olmasından sonra, bâkî olan (varlığı devâm eden) yalnız kendisi kalan, hiç yok olmayan.

akl-ı evvel

  • "İlk akıl, Allah'ın yarattığı ilk mahlûk" mânâsında bazı eski filozofların görüşü.

alem-i gayb / âlem-i gayb

  • Zâhir duygularımızla bilinemeyen ve ervah ve meleklere, cinlere mahsus olan âlem. Mâzi ve müstakbeldeki mahlukatın mânevi hayatlarının âlemi.

alem-i kebir / âlem-i kebîr

  • İnsandan başka bütün mahlûkât, kâinat ve içindekiler.

alem-i nasut / âlem-i nâsut

  • İnsanlar âlemi ve dünya hayatı. Mahlukiyet. Âlem-i Lâhut'un zıddı.

aliyy

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Yüce olan. Mahlûkâtın (yaratılmışların) akıl, ilim (bilgi) ve anlayışlarının erişemediği yücelikte olan.

allam / allâm

  • En çok bilen, her şeyi hakkı ile bilen. (Cenâb-ı Hakka mahsus bir sıfat olup, başka mahluka denemez.)

animizm

  • Sosy: Ruhları İlâh sayan batıl bir din. Ruhlar cisimler gibi Allah'ın mahlukudur. Onun emirlerine tâbidir.

arazi-i mektume / arâzi-i mektume

  • Huk: Beytülmâle haber verilmeksizin kullanılan mahlul veya müstahik-i tapu araziler.

azim / azîm

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Büyüklüğüne, beşer (insan) aklının ve hiçbir mahlûkun (yaratılmışın) düşüncesinin erişemediği, hakîkatini kimsenin bilemediği zât. Allahü teâlânın büyüklüğü bildiğimiz gördüğümüz şeylerdeki büy üklük ve küçüklük gibi değildir. Bu bizim bilgimi

berat gecesi

  • Arabi Şâban ayının onbeşinci gecesi. Şâban ayı mübarek şuhur-u selâseden (üç aylardan) olup, onbeşinci gecesi mahlûkatın rızıklarına, ömürlerine, amellerine dâir taraf-ı İlâhîden meleklere tâlimat verildiği hususunda rivâyât-ı sahiha vardır.

beraya

  • (Tekili: Beriye) Halk. Bütün mahlûkat.
  • Halkın kılıç kullanabilenleri ve vergi hârici tutulan müslüman kısmı.

beriyye

  • Halk. Mahlûk. İnsan.
  • Sahra. Çöl.
  • Kır.

bi-fasal / bî-fasal

  • (Kürtçe) Fırsat vermeyen, kocaman mahlûk.

cami' / câmi'

  • Toplayan.
  • Müslümanların ibâdet etmek için toplandıkları yer, mâbed.
  • Allahü teâlânın ism-i şerîflerinden. Çeşitli hakîkatleri ve enfüs (iç) ve âfâktaki (dıştaki) zıt işleri birleştirici, kıyâmet gününde yeryüzünde olan cinleri, insanları ve mahlûkâtı bir araya getirici insanların dağı

cann

  • Ateşten mahlûk cinlerin babası olan.
  • Bir beyaz yılan cinsi.
  • Cin taifesi. İnsanlardan evvel yaratılan bir nevi mahlûklar, cinler.

cehennem

  • Allah yerine, tabiat, madde, sebepler vb. yaratılmış şeyleri ilâh kabul eden; Allah'a kul olacaklarına, arzularına ve heveslerine, başka insanlara ve mahlukata kul olanların işledikleri cürüm ve suçtan dolayı İlâhi adaletle ceza görecekleri yer. Cehennem'in varlığını bütün geçmiş peygamberler ve onl

cevher

  • Mâhiyet, asıl, öz. Varlıkta kalabilmesi için başka bir mahlûka muhtâc olmayan, kendi kendine varlıkta kalabilen.

cinn

  • Bir cins ateşten yaratılmış olup, dünyanın insandan sonra en mühim sekenesidir. Akıl ve şuur sâhibi olup pekçok şer ve isyan yapabildikleri gibi "Peygamberlerin ve semâvî kitabların irşadlarıyla" insana yetişememekle beraber terakki edip yüksek kemâlatlara çıkabilen mahluktur. İnsanlar gibi

cins-i kudret-i mümkinat

  • Mahlûkların kudretlerinin cinsi, türü.

dabbe / dâbbe

  • Yürüyen mahluk. Debelenen.

dabbet-ül arz / dâbbet-ül arz

  • Hadis-i şerifle âhir zamanda olacağı haber verilen ve âhir zaman alâmetlerinden olan bir nevi mahluk.

ecel

  • Her mahlukun ve canlının Allah tarafından takdir edilen ölüm vakti. Âhirete göç etmek.
  • İleride olacağı şüphesiz olan.
  • Allah'ın takdir ettiği ömür.

ecel-i fıtri / ecel-i fıtrî

  • Her mahlukun yaradılışı itibariyle Cenab-ı Allah (C.C.) tarafından tayin olunan vasati ömrü.
  • Biyolojik ömür.

ecell-i mahlukat / ecell-i mahlukât

  • Mahlukların en üstünü. İnsan.

ekreh-i mahlukat

  • Mahlukların en kerihi, en iğrenci.

ekvan

  • (Tekili: Kevn) Alemler. Mahluklar. Varlıklar. Oluşlar.

elsine-i enam

  • Mahlukatın dilleri. Halkın dilleri.

enam

  • Halk. Bütün mahlukat.

enva-ı acaip / envâ-ı acaip

  • Mükemmel, harika türler, mahluklar.

esdaf

  • Sadefler, inci kabukları.
  • Midye ve isridye gibi deniz mahluklarının şeffaf, parlak kabukları.

eşirra

  • Çok şerliler. Çok kötü insanlar. Çok şerli mahluklar.

eşref-i mahlukat

  • Mahlukatın en eşrefi, yaradılmışların en şereflisi. İnsan.

et-tahiyyatü

  • Bütün mahlukatın hayatları, kal ve hâl dilleri ile Hâlıkları olan Allah'a (C.C.) karşı yaptıkları hamdler, şükürler, mânevi hayat hediyeleri.

felak

  • Tan zamanı, subh, fecir.
  • İki tepe arasındaki düzlük.
  • Bütün mahlukat.
  • Suçlunun ayağına vurulan tomruk, falaka.
  • Cehennem.

fena / fenâ

  • Tasavvuf ilminde bir terim. Kendini yok görmek. Mâsivâyı, Allahü teâlâdan başka her şeyi unutmak, mahlûkların (yaratılmışların) sevgi ve düşüncesini gönülden çıkarmak. Allahü teâlâyı çok zikir (anma) netîcesinde meydana gelen kendini unutma hâli.

fena-i kalb / fenâ-i kalb

  • Mahlûkların (yaratılmışların) varlığını, sevgisini kalbden çıkarmak. Kalbin Allahü teâlâdan başka hiç bir şeyi bilmemesi ve sevmemesi, unutması.

feth-i suver

  • Suretlerin meydana çıkışı. Her mahlûkun Allah'ın ilim, irade ve kudretiyle en münasib şekilde suretlerinin açılışı.

fıtrat-ı ilahiye / fıtrat-ı ilâhiye

  • San'at-ı Rabbaniye ve kudret-i İlâhiyenin dâima değişen bir defteri olan ve yanlış olarak "Tabiat" namı verilen Cenab-ı Hak'ın fıtrat kanunları ve mahlukatın yaradılışı.

gulyabani

  • İnsanı felâkete attığına itikad edilen vahşi bir mahluk ismi.

hafid / hâfid

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kıyâmet günü, yâni öldükten sonra mahlûkât (yaratılmışlar) diriltilip, herkes dünyâda iken yaptığının hesâbını verirken, kâfirleri ve kötü kimseleri en aşağı seviyeye indiren, huzûrunda düşmanl arının başlarını aşağı eğdiren.

hafiziyyet / hafîziyyet

  • Muhafaza edicilik, koruyup esirgeyicilik.
  • Cenâb-ı Hakk'ın, bütün tohum ve çekideklerde olduğu gibi, bir mahlûkun başına gelecek vaziyetleri ve başından geçenleri muhafaza edici sıfatı. Cenab-ı Hakk'ın muhafaza ediciliği.

halaik

  • (Tekili: Halayık) (Halk) Mahlukat. Yaratılmışlar.
  • Huylar. Tabiatlar.

halayık / halâyık / خَلَايِقْ

  • Mahluklar, yaratılmış herşey.
  • Mahlûkāt.

halika

  • (Çoğulu: Halayık) Tabiat, mahlukât.

halk

  • Yaratmak, yoktan var etmek.
  • Mahluk, yaratılmış, insan topluluğu.

harem-i şerif

  • Kâfir ve müşriklerin girmesi yasak olan ve canlı mahlukun öldürülmesi men'edilen Mukaddes Kâbe ve civârı.

haşere

  • Yabani arı, böcek, akrep ve yılan gibi zararlı mahluk.

haşeviyye

  • Allahü teâlâyı mahlûklara,yaratıklarına benzeten, madde, cism diyen bozuk fırka, topluluk.

hasib / hasîb

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Her mahlûkun (yaratılmışın) varlığına, varlığının devâmına, âhirette hesâbını görmeğe kâfi olan.

haşr günü

  • Mahlukların kabirlerinden kalkıp Arasat meydanında toplandıkları kıyâmet günü.

hayr-ul vera

  • (Hayr-ül Enam) Halkın hayırlısı. Mahlukatın en hayırlısı olan Hz. Muhammed (A.S.M.)

hayr-ül-enam / hayr-ül-enâm

  • Mahlûkâtın, yaratılmışların en hayırlısı, iyisi mânâsına Peygamber efendimizin lakablarından. Âmine eydür çü vakt oldu tamâm, Kim vücûda gele ol hayr-ül enâm.

hayy-ı kayyum / hayy-ı kayyûm / حَيِّ قَيُّومْ

  • Dâimî hayat sâhibi olup, varlığı kendinden olan ve mahlûkātı varlıkta tutan (Allah).

hidemat-ı imaniye

  • İmâni hizmetler. (Kur'an-ı Kerim'i ve mânâsını öğrenmeğe vesile olmak; imâni şüphelerin giderilmesine çalışmak; İslâmiyetin, hak din olduğunu isbat etmek veya isbâta vesile olmak gibi.) Görülen hizmetler. Eşyanın ve mahlukatın lisan-ı hâl ile esmâ-i İlâhiyeye ait yaptıkları tesbih ve ibadetleri.

hikmet-i ilahiye / hikmet-i ilâhiye / حِكْمَتِ اِلٰهِيَه

  • Allah'ın hikmeti. Mahlûkatın yaratılışında Allah'ın gayeleri.
  • Allah'ın yarattığı mahlukatta gözettiği asıl maksad ve fayda.

hulul / hulûl

  • İlâhî sıfatların mahlûklar ile bütünleştiği onlara nüfuz ettiği esasına dayalı bâtıl bir görüş.

ilm-i nafi' / ilm-i nâfi'

  • İnsana aczini, kusurunu, Rabbinin büyüklüğünü bildiren, kalbde Allah korkusunu ve mahluklara karşı tevâzû, alçak gönüllülüğü artıran, kul haklarına ehemmiyet vermeyi temin eden sonsuz seâdeti (mutluluğu) ve Allahü teâlânın rızâsını kazanmaya vesîle olan ilim.

in'amat-ı külliye

  • Bütün in'amlar. Cenab-ı Hakk'ın mahlukata, hususan insanlara hadsiz nimetler ihsan etmesi.

insan

  • (Bu kelimenin aslı, lugat âlimlerince "ins" den geldiği söylenir. Kamusta da kûfiun'a göre "Nisyan" kelimesinden geldiği zikredilmektedir.)Akıl, şuur ve imân ile diğer canlılardan ayrı, Cenab-ı Hakk'ın en mükerrem yarattığı mahluku olup, Rabbanî ni'metleri unutkanlığı dolayısıyla insan denil

ism-i a'zam

  • Allah'ın (C.C.) Kur'ân ve Hadis-i Şeriflerde zikredilen yüz isminin mânâca en câmi' olanıdır. İsm-i A'zam, diğer isimlerin de mânâlarını içinde toplar. Her ism-i İlâhiyenin de, her mahlukun da bir a'zamlık mertebesi vardır.

isti'dad

  • Bir şeyin kabulüne ve kazanılmasına olan fıtrî meyil.
  • Kabiliyet. Akıllılık. Anlayışlılık. Allah Teâlâ Hazretlerinin (C.C.) insanlara ve sâir mahluklara tevdi buyurduğu kabiliyet kuvveleri.

kabr hayatı / kabr hayâtı

  • İnsanın ölüp kabre konmasından, kıyâmet koparak, mahlûkların diriltilmelerine kadar geçen zaman.

katarat ve lemeat-ı hayat

  • Hayat damlaları ve parıltıları; damlalara ve parıltılara benzeyen mahlûkatın hayatları.

kayyum / kayyûm / قَيُّومْ

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Yaratıcı ve mahlûkları yerlerinde ve varlıkta durdurucu.
  • Varlığı kendinden olup, mahlûkātı varlıkta tutan (Allah).

kul

  • De, söyle, bildir (meâlinde emirdir). Türkçede "Kul", emir dinleyen hizmetkâr, Allah'ın mahlûku, Allah'a itaat ve ibadet eden veya köle mânasındadır.
  • İbâdet eden, itâat eden, hizmet eden, canlı mahlûk (insan, melek ve cin).
  • Köle.

maddiyyun

  • (Maddiyun) Maddeciler. Her şeyin esası madde olduğunu iddia edip, ruhaniyatı inkâr eden dinsizler. Her şeyi madde ile ölçenler. Masnuât-ı İlâhiye olan mahlukatı ve zerrelerin muntazam hareketini, tesadüf eseri gibi kabul ve tevehhüm edip dinsizliğe yol açmağa çalışanlar.

mahluk / mahlûk

  • Yaratılmış; yoktan vâr edilmiş. Rabbimiz cism değildir, zamânı, mekânı yok. Maddeye hulûl eylemez, böyle olmalı îmân. Mahlûka muhtaç değildir, ortağı benzeri yok, Her şeyi O'dur yaratan hem de varlıkta tutan.

mahluk-u cüz'i / mahlûk-u cüz'î

  • Ferdî, bireysel mahlûk; mahlûkların her bir bireyi.

mahlukat

  • (Tekili: Mahluk) Yaratılmışlar. Mahluklar. Allah'ın yarattığı şeyler.

mahlukat-ı acibe / mahlûkat-ı acibe

  • Şaşırtıcı mahlûklar, harika yaratıklar, varlıklar.

mahlukat-ı latife / mahlûkat-ı lâtife

  • Hoş, güzel mahlûklar, yaratılmışlar.

mahlul-u sırf

  • Fık: Hakk-ı intikal ve hakk-ı tapu sahibi bırakmaksızın mutasarrıfının vefatiyle mahlul kalan arazi.

mahluliyet

  • Mahlul olma hali, mahlulluk.

mahşer

  • Haşr olunacak, toplanılacak yer. Kıyâmet gününde bütün mahlûkâtın (bütün canlıların) yeniden dirildikten sonra hesap için toplanacakları yer. Arasat Meydanı, Mevkıf.

makam-ı mahmud / makâm-ı mahmûd

  • Mahşer (kıyâmet) günü büyük bir sıkıntı ve ızdırab içerisinde bulunan mahlûkâtın hesaplarının bir an evvel görülmesi için Allahü teâlâ tarafından Muhammed aleyhisselâma verilen şefâat izni. Buna Şefâat-i Kübrâ da denir.

masiva / mâsivâ

  • Allahü teâlâdan başka her şey. Âlem, tabîat, mahluklar.

mebde' ve mead / mebde' ve meâd

  • Başlangıç ve sonuç, dünyâ ve âhiret; mahlûkların (yaratılmışların) nereden ve nasıl vücûda geldiği, onları kimin yarattığı, yaratılış hikmetleri, sonunda ne olacakları ve ölümden sonraki hâlleri.

mefhar-i mevcudat / mefhar-i mevcûdât

  • Mahlûkâtın (yaratılmışların) övündüğü Muhammed aleyhisselâm.

mektubat-ı rabbaniye / mektubât-ı rabbâniye

  • Rabbimizin mânâ ve mesaj yüklü mektupları; yani san'at eserleri olan bütün mahlûklar.

melaik

  • (Tekili: Melek) Melekler. Nurdan yaratılmış, fıtratları sâfi, makamları sabit, kendileri ma'sum mahluklar.

melek

  • Nurdan yaratılmış, fıtratları sâfi, masum mahluk.
  • Güzel huylu ve güzel olan kimse.

meltut

  • Karışmış, mahlut.

memerr-ül mahlukat

  • Mahlukatın geçtiği yer. Dünya.

merzukiyyet

  • Rızıklanış. Bütün mahlukatın rızkını bulması hali.

meşhergah-ı enam / meşhergâh-ı enam

  • Mahlûklar sergisi.

mevcudat / mevcûdât

  • Var olan şeyler, mahlûklar, yaratıklar.

mu'id / mu'îd

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (ism-i şerîflerinden). Mahlûkâtı (yaratılmışları) dünyâdaki hayatlarından sonra öldürüp, ölümden sonra onları tekrar dirilten, hayât veren.

mü'teşeb

  • Karışmış, mahlut.

muhabbet-i rabbaniye / muhabbet-i rabbâniye

  • Herşeyi terbiye eden Allah'ın mahlukatını sevmesi.

müheymin

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (ism-i şerîflerinden); her mahlûkun (yaratılmışın) ömrünü, amelini, rızkını, ecelini, nefeslerini, sözlerini bilen, gören, onların bütün hallerinden haberdâr olan.

mukaddim

  • Allahü teâlânın ism-i şerîflerinden: Mahlûklardan (yaratılmışlardan) bâzısını bâzısından önce var ve yok eden; dilediğini kendine yakınlaştıran, dilediğini uzaklaştıran, kendisine yakın kıldığı meleklerini, peygamberlerini aleyhimüsselâm ve âlimlerini üstün kılan.

mukaddir

  • Takdir eden. Bütün mahlukatın ve her şeyin esaslarını tanzim ve takdir edip sıralayan. Allah (C.C.). Bir şeyin kıymetini biçen, takdir eden. Beğenen.

mükevvenat / mükevvenât

  • Yapılmış ve yaratılmışlar. Bütün mahlukat.

mümazece

  • Övünme.
  • Karışmış, mahlut.

nesc

  • (Nesic) Dokunuş, dokuma.
  • Canlı mahluklardaki hücrelerin, Allah'ın (C.C.) kudretiyle ve kanunu dâiresinde yanyana gelip birleşerek uzuvların yapılışı. (Meselâ: Hayvanlarda deri, kemik, et vesâir kısımların yapılışı gibi)

nüsha-i suğra

  • Küçük sahife, küçük nüsha. Küçük mâna ifade eden, küçük mahluk, âlemin küçük bir nüshası mânasında insan.

peri

  • Cisimleri çok lâtif ve görünmez olan hoş mahluk. (Farsça)
  • İnsana muhabbet eden, muvahhid ve müslim lâtif mahluk. (Farsça)
  • Mc: Güzel insan. Güzel kimse. (Farsça)

rahman

  • Bütün yaratıklara rızıklarını veren, her an bütün mahlukat hakkında hayır ve rahmet irade buyuran, bütün mahlukatına sayısız nimetler veren. Nizam ve adâlet sâhibi. (Allah)

razık

  • Rızık veren; yiyecek, içecek, giyecek gibi canlı mahlukata lüzümu bulunan her çeşit ihtiyacını te'min edip veren. (Allah)

reşid / reşîd

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Mahlûkâta (yarattıklarına) doğru yolu gösterip, dilediğini bu yolda bulunduran.
  • Rüşd sâhibi yâni, dînî vazîfelerini yerine getiren ve malını tasarruf edebilen, âkıl bâliğ olan, aklını ve malını yerinde kullanan.

rezzak / rezzâk

  • Bütün mahlukatın rızkını veren ve ihtiyaçları karşılayan. (Allah)
  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Her yarattığı ve rızık vereceği mahlûkunun rızkını yaratıcı ve ulaştırıcı ve o rızık ile faydalanma sebeblerini hazırlayan ve rızık gönderen Allahü teâlâ.

rezzakiyet

  • Her mahluka münasib rızkını verici olmak.

rububiyet

  • Cenab-ı Hakk'ın her zaman her yerde her mahluka, muhtaç olduğu şeyleri vermesi, terbiye ve tedbir etmesi ve mâlikiyyeti ve besleyiciliği keyfiyyeti.
  • Artırmak. Ziyade kılmak.

rububiyet-i sani

  • Herşeyi mükemmel ve san'atlı bir şekilde yaratan Allah'ın bütün mahlûkatı besleyip terbiye etmesi, idaresi ve egemenliği altında bulundurması.

ruhani / ruhanî

  • Cisim olmayıp gözle görülmeyen cin ve melâike gibi bir mahluk. Ruha ait. Ruhtan meydana gelmiş, melek.
  • Madde ile alâkalı olmayan, mânevi, ruh âlemine mensub olan.

ruzihar / ruzîhâr

  • Rızık yiyici. Canlı, mahlûk. (Farsça)

safiyullah

  • Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) bir ismidir. Bütün mahlukatta efdal ve Cenab-ı Hakk'ın ihsanı ile onlardan seçilip çıkarılmış tertemiz mânâsına Safiyullâh denilmiştir. Hz. Adem'in de (A.S.) bir ismidir.

samed

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Hiçbir kimseye, hiçbir şeye ihtiyâcı olmayan, bütün mahlûkâtın (yaratılmışların) kendisine muhtaç olduğu yüce Allah.

şehid / şehîd

  • Allah yolunda harb ederken, Allahü teâlânın ism-i şerîfini yüceltmeye (İslâmı yaymaya) çalışırken veya düşman saldırdığında vatan, din ve milletini, ırz ve nâmûsunu müdâfâ ederken ölen müslüman.
  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Bütün mahlûkâtın (yaratılmışları

sekene-i arz

  • Yeryüzünde bulunan mahlûkat.

seyr-i anillah-i billah / seyr-i anillah-i billâh

  • Yüksek bilgilerden, aşağı bilgilere inme. Tasavvufta nihâyete (maksada) ulaşan velînin geri dönmesi ve mahlûkları bilmeğe kadar inmesi.

seyyid-ül enam

  • Bütün mahlukatın efendisi. Muhammed (A.S.M.)

sidret-ül münteha

  • Mahlukat ilminin ve amelinin kendisinde nihayet bulup kevn âlemini hududlandıran bir işaret. Yedinci kat gökte olduğu rivayet edilen ve Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm'ın ulaştığı en son makam.

şıkk

  • (Şikk) İslâmiyetin zuhurundan biraz önce yaşamış iki kâhinin adıdır. Bunlardan eskisi Arablarda ilk kâhindir. Acaib bir mahluk olup, alnının ortasında yalnız bir gözü (veya alnını ikiye ayıran bir alev) vardı. El Yaşkarî adındaki ikinci Şıkk, Satih ile birlikte devrinin en meşhur kâhiniydi. Satih'te

subbuhun kuddusün / subbûhun kuddûsün

  • "Allah (C.C.) subbûhtur, kuddûstür. Zâtına ve sıfatına fena, noksan ve kusur yanaşamaz. Her zaman ve her dilde, her mahluk onu tesbih ve takdis eder." gibi mânâları ifade eder.

sübhanallah

  • Cenab-ı Hakk'ın mahlukatı ve eserleri karşısında duyulan hayret ve taaccübü ifade etmek için söylenir. Cenab-ı Hakkın zâtında, sıfâtında ve ef'alinde bütün kusurlardan münezzehiyetini ifade eder.

şühud-i ehadiyet / şühûd-i ehadiyet

  • Tasavvuf yolunda çalışan kimselerin, mahlûklardaAllahü teâlânın sıfatlarını görmeleri hâli. Şühûd-i Vahdet.

şühud-i ilahi / şühûd-i ilâhî

  • Bu âlem (mahlûklar âlemi) ile hiçbir münâsebeti olmadan Allahü teâlâyı müşâhede, görme.

tabayi'-i ziruh

  • Ruhlu mahlukatın yaratılışları.

tahiyye / تَحِيَّه

  • Her mahlûkun kendine has ibâdetini selâm ma'nasıyla Allah'a sunması.
  • Mahlûkātın kendince ibâdeti.

tecelli-i amme / tecellî-i âmme

  • Umumî tecellî; Cenâb-ı Hakkın bütün mahlukatı kuşatan isimlerine ait büyük tecelliler, yansımalar.

tecelli-i hassa / tecellî-i hâssa

  • Hususî tecellî, Cenâb-ı Hakkın seçkin kullarına veya dilediği mahlukuna karşı hususî yardımının görünmesi.

tefekkür-ü ala-i ilahi / tefekkür-ü âlâ-i ilâhî

  • Yüce Allah'ın mahlûkatı ve nimetleri üzerinde tefekkür etme, düşünme.

tesbih

  • Allahü teâlâyı, O'na yakışmayan her şeyden ve mahlûkların (yaratılmışların) alâmetlerinden ve yok olmaktan tenzîh ve takdîs etmek, yâni uzak tutmak mânâsına "Sübhânallah" sözü ve benzerleri.
  • Namaz kılmak.
  • Namazdan sonra, Sübhânallah, Elhamdülillah ve Allahü ekber cümleleri sö

teşhirgah-ı enam / teşhirgâh-ı enâm

  • Mahlukatın herkese gösterildiği yer, dünyâ. (Farsça)

vahid / vahîd

  • Yalnız, tek.
  • Hz. Peygamber'in de (A.S.M.) bir ismidir. Benzeri bulunmayan, hiçbir mahlukla müsavi olmayan ve tek olan (meâlindedir).

vasi' / vâsi'

  • (Vasia) Geniş, enli. Bol. Engin. Meydanlı.
  • Her ihtiyacı olana vergisi kâfi ve bol bol ihsan eden. İlmi cümle eşyayı muhit, rızkı bütün mahlukata şâmil ve rahmeti bütün şeyleri kaplamış olan Allah (C.C.)

vehhab / vehhâb

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden), mahlûkâtına (yarattıklarına) ihsân hazînelerinden karşılıksız veren Allahü teâlâ.

vekil / vekîl

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Mahlûkâtın dünyâda ve âhirette işlerini hakkıyla yerine getiren, rızkları veren, tevekkül etmeye (kendisine güvenilmeye) lâyık olan.
  • Bir kimsenin, bir işi yapmak için kendi yerine koyduğu, işini havâle ettiği kimse.

vera

  • Halk. Mahluk. Arzı örten mahlukat. Yaratılmış olanlar.

zat-ı hayy-ı kayyum / zât-ı hayy-ı kayyum / ذَاتِ حَيِّ قَيُّومْ

  • Daimi hayat sahibi olup, varlığında kimseye muhtâc olmayan ve mahlukatı varlıkta tutan zat (Allah).

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın