Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
MANAY
ifadesini içeren
103
kelime bulundu...
işaret-i nass / işâret-i nass
Nassın (âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfin) görünen mânâsından başka, ayrıca maksûd olmayan, kastedilmeyen bir mânâyı da bildirmesi.
ah u enin
Ah deyip inlemek, ağlamak. Ah u fizâr da aynı mânayı ifâde eder.
alamet-i mana / alâmet-i mânâ
Mânâyı gösteren belirti, işaret.
asabiyet-i kavmiye
Vatanperverlik. Menfi milliyetçilik, Asabiyet-i câhiliye, asabiyet-i milliye, asabiyet-i nev'iyye gibi tabirler de aynı mânayı ifâde eder..
atfetmek
Meyletmek. Sevgi beslemek.
Gr: Mânâyı birbirine bağlamak.
belagat-ı i'caz ve icaz / belâgat-ı i'câz ve îcâz
Bir mânâyı az sözle ve başkasının yapmaktan aciz kalacağı mükemmellikte, tam yerinde ifade etme san'atı.
cami-ül kelim
Vecize. Kısa olup çok mânaya gelen söz.
cinas
Benzeyiş, münâsebet.
Edb: Birçok mânâya gelebilen söz, imalı, telmihli söz. telâffuzu bir, mânası ayrı olan kelimelerin bir sözde bulunması. Bunu yapmaya "tecnis" denir, o kelimelere de "cinas" denir.
Birçok mânâya gelebilen söz.
cümle
Hep, bütün, tam.
Gr: Tam mânâyı ifade eden, kaideye uygun söz.
dall bi'l-işare / dâll bi'l-işâre
İşaretle delâlet etme. Sözün işaretle mânâya delâlet etmesi.
dall-i bi-l fehva / dâll-i bi-l fehvâ
(Dâllibilfehvâ) Fık: Söylenen sözün veya ifâdelerin hülâsasından çıkan mânaya göre delil ve işaret olmak.
dall-i bi-l işare
(Dâllibilişâre) Sözdeki mânanın işâretine göre delil olmak. Üç nevi delâletten biri ile sevkedildiği mânanın gayrisine yâni; söylenince maksud-u asli olmayan bir mânaya delâlet eden lâfızdır. Meselâ: "Cenab-ı Hak bey'i helâl, ribâyı haram kılmıştır." ibâresi, bey', yani alış-veriş ile ribâ (fâiz) ar
delalet / delâlet
İşâret etmek, göstermek. Doğru yolu gösterme.
Bir lafzın (sözün) bir mânâyı (anlamı) ifâde etmesi, göstermesi.
delalet-i zımni ve işari / delâlet-i zımnî ve işârî
Örtülü ve gizli işaretle bir mânâyı gösterme.
delil-i zanni / delîl-i zannî
Mânâsı açıkça anlaşılmayan, tek bir mânâya, delâlet etmeyen âyet-i kerîme ve tek bir Sahâbî tarafından bildirilen, mânâsı açık hadîs-i şerîf.
diku'l-elfaz / dîku'l-elfaz
Sözlerin ve ifadelerin bir mânâyı aktarmada yetersiz kalışı, lâfız darlığı.
ebrkar / ebrkâr
Şaşkın, sersem, ne yapacağını bilmeyen adam. (Ebr'in "bulutun" yerinde durmayıp gezici olmasından kinâye olarak, bu mânayı aldığı sanılmaktadır.)
(Farsça)
feya
Yahu... gibi mânaya gelir, hayret ifade eder.
fiil-fi'l
İş, kâr, amel, zamanla ilgili olup mânâya yol açan kelime.
Eylem.
harf
Ağızdan çıkan her bir sese âit verilen işaret. Alfabeyi meydana getiren şekilli çizgilerden herbiri.
Müstakil bir mânâya değil de başka harflerle birleşerek, başka muayyen ve müstakil çok mânaların ifadesi için kullanılan şekil. Başkasının mânalarını gösteren işaret.
Vecih, ü
has lafızlar
Bir mânaya mahsus olan lafızdır. Hasan, Mehmed, insan, erkek lafızları gibi.
haşv-i müfsid
Edb: İbarede yalnız kalabalık etmekle kalmayıp mânâyı da anlaşılmaz hale getiren söz.
hazf
(Ar. gr.) Bir maksat gözeterek bir mânâyı ifade eden kelimeyi zikretmeyip işaret yoluyla göstermek.
ibaret-inass / ibâret-inass
Mânâya delâleti bakımından lafzın dört kısmından biri. Nassın (âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfin) yalnız ibâresinden anlaşılan mânâya delâlet etmesi.
icaz
(İycâz) Edb: Az söyle çok şey anlatmak. Sözü muhtasar söylemek. Çok mânaya gelen kısa cümlenin hâli. Mâruf ve müteârif olan cümleden kısa bir cümle ile maksadı ifâde san'atı.Böyle sözlere mucez, veciz veya vecize denilir.
icaz-ı hazf
Mânâya halel gelmemek şartı ile ve lâfzî veya aklî karine delâleti ile cümleyi tamamlayanlardan birinin hazfıdır.
icaz-ı muhill
Sözün istenilen mânayı ifadeye kifayet etmemesi yüzünden mânanın bozulması halidir.
iham
Vehme düşürmek, vehimlendirmek.
Edb: İki mânaya gelen bir kelimeden en az kullanılan mânayı bilerek kullanmak.
iham-ı kabih
Edeb ve terbiye dışı anlamı bilerek kullanma. Sözü edeb ve terbiyeye aykırı bir mecazî mânâya getirme.
ilm-i tefsir / ilm-i tefsîr
Kur'ân-ı kerîmdeki murâd-ı ilâhîyi, Allahü teâlânın kastettiği mânâyı açıklayan ilim.
ima / îmâ
İşaret.
Gizli ve ince bir mânâyı işaret etme, gösterme.
imaen / îmaen
Gizli ve ince bir mânâyı göstererek, işaret ederek.
intizam-ı manevi ve hayati / intizam-ı mânevî ve hayatî
Hayata ve mânâya ait düzenlilik.
ism-i mevsule
O şey ki, o kimse ki, mânâlarının yerine kullanılan, "Mâ, Men, Ellezi" gibi kelimelerdir. İki kelimeyi veya mânâyı birbirine birleştiren, mânâsı kendinden sonra gelen bir cümle ile tamamlanın bir kelimedir.
istihrac
Bir şeyin içinden bir şey çıkarmak. Bir mânâyı istidlâl etmek. Meydana ve harice çıkarmak. Bâzı emareleri beliren şeylerden ileriye âit olacak şeyleri çıkarmak. İstidlâl etmek.
istinbat
Bir söz veya bir işten gizli bir mânâyı meydana koymak.
Müçtehid veya büyük bir âlimin gizli bir mânâyı içtihadı ile meydana çıkarması.
Bir mes'eleyi derin tetkik ile meydana çıkarması.
Bir mes'eleyi derin tetkik neticesinde kaynaklarından güçlükle anlamak.
istinbat etmek
Gizli mânâyı ortaya çıkarmak.
ıtlak / ıtlâk
Kayıtsız, sınırsız, mutlak olma; teklik, çokluk veya nitelik gibi şeylere bakılmaksızın kullanıldığı mânâya delâlet eden lâfız; kitap kelimesi gibi.
kafiye-perestlik
Kafiye için mânâyı feda edecek derecede kafiyeye önem vermek, birinci derecede kafiyeyi düşünüp, mânâyı arka plâna atmak.
kafiyeperestlik
Kafiye için safiyeyi feda edecek derecede kafiyeye ehemmiyet vermek. Birinci derecede kafiyeyi düşünüp, mânayı arka plana atmak.
karn
Zaman, devre.
Bir insanın ortalama ömrü olan altmış sene.
Yüz yıllık zaman. Asır.
Boynuz. Hayvanda başın boynuz yerleri, boynuz yerinden sarkan saç. (Karn, iki mânaya gelir. Birisi, zamandan bir müddete mukterin olan ümmet, bir zaman ahalisi olan hey'et-i içtimaiye ki
kat'iyy-üd delale
Bir ibârenin ifâde ettiği mânaya veya hükme delâletinin kat'i ve şeksiz olması. Delilin kat'i, şüphesiz oluşu.
kat'iyyü'd-delalet / kat'iyyü'd-delâlet
Metnin mânâya olan işareti kesin olması, "Acaba metinden bu mânâ mı kastediliyor?" şeklinde bir şüphenin bulunmaması.
kat'iyyü'd-delalet olmak / kat'iyyü'd-delâlet olmak
Sözün hangi mânâyı gösterdiği kat'î ve şüphesiz olmak.
kelam / kelâm
Söz. Bir mânayı ifâde eden, bir maksadı anlatan ifâde.
Allah'a mahsus bir sıfat.
Fık: Allah (C.C.) Kelâm sıfatını da hâizdir. Onun kelâmı harften ve savttan (sesden) münezzehtir, ezelidir, ebedidir.
Ist: Hikmet ve mantık esaslarıyla Allah'ın (C.C.) varlığı, birliği, İ
kelimat-ı nahviye
Nahv ilmine âit kelimeler. Cümle teşkilinde mânâya tesir eden harfler ve kelimeler.
kinaye / kinâye
Dolayısı ile dokunaklı söz. Maksadı dolayısı ile anlatan söz. Üstü örtülü dokunaklı söz. Açıktan olmayıp hakiki mânâyı başka ifâde ile dokunaklı konuşmak.
Mânâyı dolayısıyla anlatan söz, üstü örtülü dokunaklı söz.
kinayeten
Hem gerçek, hem de mecâzi mânâya gelebilecek bir sözü mecaz yönüyle kullanmak suretiyle, maksadını kapalı bir şekilde, dolaylı anlatarak.
kıraet-i şazze / kırâet-i şâzze
Arabî gramer şartlarına uyan ve mânâyı değiştirmeyen, fakat bâzı kelimeleri hazret-i Osman'ın çoğalttığı nüshaya benzemeyen Kur'ân-ı kerîm kırâeti (okunuş şekli).
lafz-ı has
Bir mânâya münferiden başlı başına vaz' olunan lâfızdır. Hasan, Hüseyin, insan, erkek, kadın lâfızları gibi.
lafz-ı muhtemel
Huk: İki veya daha ziyade mânâya hamli mümkün bulunan sözdür ki, hangi mânânın kast olunduğu mücerred rey ile değil; deliller ve karineler ile tayin olunur.
lazım-ı beyyin / lâzım-ı beyyin
Bu tabirin masdariyet şekli "Lüzum-u beyyin" olup ikisi aynı mânaya gelir. Herhangi bir şey hatıra gelince hiç bir delil ve emareye ihtiyaç olmadan o şeyle beraber düşünülmesi zaruri olan diğer bir şey. Meselâ: İnsan denildiği zaman, kabiliyet-i ilim ve san'at akla gelmesi gibi...
lebs
Giyecek şey.
Giyme. Giyinme.
Bir mânayı diğer bir mânâ ile karıştırmak. Sözün karışık ve şüpheli olması. Sözü karıştırıp şüpheye düşmek.
lugavi / lugavî
Lügata mensup. Lügata, kelimeye âit. Lügattan anlayan. Mecazî olmayıp hakiki bir mânaya delâlet eden kelimeye âit olan.
ma'nevi / ma'nevî
Mânâya, rûha ve gönüle âit olan, inançla ilgili. Maddî olmayan.
ma'nidar
Bir mânâyı mutazammın olan.
(Farsça)
Nükteli, ince mânâlı. Bir mâna ifade eden. Bir mânayı şâmil olan. (Farsça bir ifade olup, mânâ; ma'ni diye okunmuştur.)
(Farsça)
ma-i nafiyye / mâ-i nâfiyye
(Ben kâmil değilim) misâlinde olduğu gibi mânayı nefyeder.
maani-i mütezahime / maanî-i mütezahime
Bir kelimenin çok mânaya gelip birbiri ile yarışma hâli.
maariz-ül kelam / maarîz-ül kelâm
Kelâmda irad olunan kapalı mânâlar. Bir sözün asıl mânâsından başka mânâyı istemeler.
mana-yı ismi / mânâ-yı ismî
İsme dair mânâ. Bir şeyin sadece kendisini bilip tanımak. Bir şey başka şeyleri tanıttığı, bildirdiği veya sevdirdiği için olan mânâya da mânâ-yı harfî denir. Bir ağacı gölgesinden, zahirî görünüşünden, bize verdiği meyvesinden dolayı alâka gösterir ve seversek mânâ-yı ismî ile seviyoruz demektir. A
manevi / manevî / mânevî / معنوي
(Ma'nevi) Mânaya âit. Maddî olmayan. Mücerred. Ruhani.
Mânâya ait, maddî olmayan.
Manaya ait.
maneviyat / معنویات
Manaya dayalı şeyler.
(Arapça)
Moral değerler.
(Arapça)
mealen / meâlen
Mânâca aynısı olmadan eksiği ile anlaşılan neticesi. Mânaya göre.
mecaz
Kendi mânâsı dışında başka bir mânâyı gösteren kelime.
mecazen
Mecâzî olarak; bir sözü gerçek anlamı dışında başka bir mânâyı anlatacak şekilde kullanma.
mefhum-ı muhalif / mefhûm-ı muhâlif
Lafızda zikredilmeyen mânânın, bizzat zikredilen mânâya, hükümde zıt olan mânâ. Mefhûm-ı muhâlif; Şâfiîlere göre, hüküm için sahîh, mûteber bir delîl olduğu hâlde, Hanefîlere göre böyle değildir.
mefhum-ı muvafık / mefhûm-ı muvâfık
Lafızda (sözde) zikredilmeyen mânânın bizzat zikredilen mânâya hükümde uygunluğu.
mesuk-un leh
Bir mânaya sevk olan, mânaya göre söylenen söz. Asıl mevzu (siyaka doğru) ve maksad için söylenen söz.
müfesser
Açıklanan. Usûl-i fıkıhta, nass denilen lafzdan daha açık olan lafızdır. Nass, sevkedildiği mânâya açıkça delâlet eden lafızdır.
müfessir
Kur'ân-ı kerîmi tefsîr eden; Allahü teâlânın kelâmında, murâd edilen, kasdedilen mânâyı anlayan âlim.
Tefsir eden, izah eden. Anlayabildiği mânayı söyleyen ve yazan.
Kur'an-ı Kerim'i tefsir edebilmek salahiyetini hâiz olan, âlim, fâzıl ve kuvve-i kudsiye sahibi zât.
muhkemat-ı kur'aniyye
Mânası açık ve te'vile ihtiyacı olmayan âyetler. Başka bir mânaya ihtimali olmayıp sarih emir ve nehiyleri müştemil olan âyetler. Bu âyetler mensuh veya anlaşılmayan şekilde müteşabih ve muhtemel olmayıp muhkem ve mübeyyin olmakla aslâ te'vile muhtaç olmazlar. Bâzı şeylerin haram olması veya enbiya
muhtemel-üz zıddeyn
Edb: Birbirine zıt ve iki mânâya da gelebilen ifadelere denir.
müşakelet
Şekilde bir olma ve uygunluk, benzeyiş.
Cinsiyet birliği.
Edb: Birinin söylediği bir sözü diğerinin az çok evvelki mânaya zıd olarak kullanması.
mütercim
Tercüme eden, bir dilden başka dile çeviren.
Anlatan, anlaşılmayan bir mânayı açıklayan.
mutlak
Kayıtsız, sınırsız; teklik, çokluk veya nitelik gibi şeylere bakılmaksızın kullanıldığı mânâya delâlet eden lâfız; kitap kelimesi gibi.
na
Farsçada nefy edatıdır. Müsbet mânâyı menfi yapar. Kelimenin başına getirilir. Meselâ: Nâ-ehil : Ehliyetsiz, ehil olmayan.
nass-ı hadis
Hadisin açık, gerçek ifadesi. Muhtemeli olmayan sağlam mânaya delâlet eden lâfız. Delil mânâsına olan "Nass-ül fukaha" bundan alınmıştır.
nekre-i mevsule
İki kelime veya mânâyı birbirine bağlayan kelime.
nişin
"Oturan, oturmuş" gibi mânâya gelir ve başka kelimelerle birleşir.
(Farsça)
nüsha-i kübra
Büyük sahife. Kâinat, dünya, çok manayı ifade eden âlem.
remiz
Gizli bir mânâyı ince bir işaretle gösterme.
safiha
(Çoğulu: Safayih) Yüzün derisi.
Kapı tahtası.
Kâğıdın bir tarafı.
Yassı ve düz nesne.
Enli kılıç. (Bu mânâya C: Sıfâh)
sela'
Bir acı ağaç.
Medine'de bir dağ.
Yarmak. Parçalamak.
Ayak yarığı. (Bu mânâya Çoğulu: Sülu)
şereke
(c.: Şerek-Eşrâk) Ağ, tuzak.
Ulu yol, büyük yol.
Yol ortası. (Bu mânaya. Çoğulu: Şürek)
serer
(Çoğulu: Esirre) Ayın son gecesi.
Ebenin doğan çocuğun göbeğinden kestiği parça.
Mantar üstünde olan kabuk, balçık, toprak (Bu mânâya Çoğulu: Esrâr ve C: Esârir).
şerşere
Ateş üstüne koyunca cızlayıp ötmek.
Yarmak.
Kesmek.
Meta, mal mülk.
Ağırlık. (Bu mânâya Çoğulu: Şerâşir)
şezb
Ağaçtan budanan kuru odun.
Geçmek, intikal etmek.
Sınır. (Bu mânâya Çoğulu: Eşzâb)
sümme
Sonra, ba'dehu gibi mânalara gelen bir zarftır. Bazan istiâre olarak "vav" mânâsına da kullanılır.
Harf-i atıftır. Sonraki mânayı evvelkiyle bağlar veya tertib, mühlet iktizasını ifade eder.
şuur
Anlayış, idrak. Vicdan. Hiss-i zâhirle duymak.
Nefsin mânâya ilk vusul mertebeleridir.
Kendi varlığından haberi olma.
Bir şeyi hoşça tanıma.
İnceliklerini iyice idrak etme.
(Tekili: Şa'r) Kıllar.
ta'bir
(Tâbir) İfade, anlatma. Söz. Mânası olan söz. Deyim.
Terim.
Rüya yorma. (Ubur. dan) Herhangi bir şeyden ve hâdiseden, başka bir hak ve faydalı mânaya geçmek, intikal etmek ve ibretlendirmek ve ders almak.
tabakat-ı müfessirin / tabakât-ı müfessirîn
Kur'ân-ı kerîmdeki murâd-ı ilâhîyi, yâni kastedilen mânâyı açıklayan tefsîr ilmi ile meşgûl olan İslâm âlimlerinin dereceleri.
Tefsîr âlimlerini derecelerine göre sıralayıp, hayatlarını ve eserlerini anlatan kitaplar.
taglib
Edb: Bir alâkadan dolayı bir kelimeyi, başka bir mânayı da içine alacak şekilde kullanma. Baba ile anaya "Ebeveyn" denilmesi gibi.
tağlib
Bir alâka ve ilgiden dolayı bir kelimeyi, başka bir mânâyı da içine alacak şekilde kullanma, ana-babaya ebeveyn denilmesi gibi.
takyid
Sınırsız, genel bir mânâ ifade eden bir sözü, nitelik, durum, gaye bakımından belirli şartlara bağlı olarak bir mânâya gelecek şekilde sınırlama.
tefennün-i fi-l ibare / tefennün-i fi-l ibâre
Bir defa söylenilmiş olan bir sözü ikinci defa söylemek icabederse, o aynı kelimeyi tekrarlamamak için başka kelime veya sözle aynı mânâyı ifade etme san'atı.
tefsir / tefsîr / تَفْس۪يرْ
Mestur, gizli bir şeyi aşikâr etmek. Mânâyı izhâr etmek.
Anladığını anlatmak. Bildiği kadar açıklamak.
Kur'ân-ı Kerim'in mânâsını anlatan kitab.
Ehl-i Hadis ıstılahında Tefsire dâir hadis-i şeriflere Tefsir denilir.
Manayı açıklama.
teganni / tegannî
Sesi mûsikî perdelerine uydurmak için, hareke, harf ve med (uzatma) ilâve etme ve çıkarma yapmak sûretiyle, kelimelerin asıllarını dolayısıyle mânâyı bozarak okuma.
telmih
(Çoğulu: Telmihât) Lâyıkiyle ve kâmilen keşfedip nazara arzetmek.
Bir şeyi açıkça söylemeyip başka bir mâna ifade için söz arasında mânalı söylemek. İmâ ile söz arasında başka bir mânayı ifade etmek.
Edb: İbârede bahsi geçmeyen bir kıssaya, fıkraya, ata sözüne veya meşhur bir
tenkir / tenkîr
Gr. belirsiz kılma; bir kelimeyi nekre yapıp mânâyı kapalı, belirsiz yapma.
tesvir
Toz kaldırma.
Derin ve gizli mânayı araştırma.
tevcih
Döndürmek, yöneltmek.
Tefsir etmek.
Birisini bir tarafa göndermek.
Rütbe vermek.
Bir kimseye söz atmak.
Edb: İki zıd mânaya gelebilen ve birbirinin zıddı mânada söz kullanmak.
tevcih-i kelam / tevcih-i kelâm
Sözle işarette bulunmak.
Birbirinin zıddı muhtelif mânaya gelebilen kelimeyi sözde kullanmak.
vücud-u müteşabihat ve müşkilat / vücud-u müteşabihat ve müşkilât / vücud-u müteşâbihat ve müşkilât
Kur'ân'da müteşâbih ve müşkillerin bulunması (birbirleriyle benzerlik içinde birden fazla mânâya gelen ve anlaşılması zor olan kapalı ifadelerin bulunması).
Sözün hangi mânâya geldiği kapalı ve zor anlaşılır ifadelerin varlığı.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
Emzik
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
fenn-i menafiü'l-a'za
ladiy
miysere
şermsar
ged
Terdad
tahleb
MEKÂtib
fenn-i beyan ve maani
penah
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
MANAY
SİBİ
Hancer
Ömür
Cevap
Dinlemek
diplomasi
sevk edi
Çocuk bakıcısı
Sinirli