REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Kıyı ifadesini içeren 42 kelime bulundu...

ams

  • Eskiyip mahvolmak.
  • Bilirken bilmezlikten gelme.

balıkhane kapısı

  • Topkapı Sarayı'nın Marmara kıyısındadır. Padişahlarca cezandırılan vezirler burada idam edilir, sürgün edileceklerse buradan gemilere bindirilirlerdi.

berhane / berhâne

  • Eskiyip harap olmuş konak. (Farsça)

cüsse-dar / cüsse-dâr

  • İri yapılı, cüsseli kimse, irikıyım kişi. (Farsça)

dağıstan

  • Dağlık yer. (Farsça)
  • Kafkasya'nın kuzeydoğusunda ve Hazer Denizi'nin batı kıyılarında bulunan bir bölgedir ki, eskiden buraya Albanya denirdi. (Farsça)

etraf

  • (Tekili: Taraf) Taraflar, yanlar, canibler, yönler, uçlar, kıyılar.

golfstrim

  • ing. Atlas Okyanusunda, Meksika Körfezinden başlayarak Norveç kıyılarından Avrupa Rusyası'nın kuzey kıyılarına kadar gelen ılık bir deniz akıntısı.

gulüvv

  • Ayaklanma. Taşkınlık.
  • Üşüşme. Hücum. Saldırış.
  • Edb: Mübalağanın son derecesi. Üçe ayrılan mübalağanın diğer iki derecesinden biri tebliğ, öteki iğraktır. Aşağıdaki parçada mübalağa gulüv derecesindedir: Gökler gürüldese, şimşekler çaksa Volkanlar fışkırsa, lâvları aksa,Kıyısı

hafat

  • (Tekili: Hâfe) Sahiller, deniz kenarları, kıyılar.

hafe / hâfe

  • (Çoğulu: Hâfât) Sâhil, kıyı, deniz kenarı.
  • İki veya daha fazla sathın, bir açı teşkil ederek birleşmesinden meydana gelen uzunlamasına keskinlik.

havza

  • Coğ: Açık ve düz deniz kıyısı. Kenar.
  • Memleket.
  • Taraf.
  • Sınır için: Bir şeyin çevresi içinde olan.

i'tikal-i sevahil / i'tikâl-i sevâhil

  • Kıyıların aşınması.

iadeten / iâdeten

  • Eskiyi yerine getirerek; ölümden sonra çürüyüp dağılan bedeni tekrar inşa edip diriltmek şeklinde.

ifrac-ül bahire / ifrac-ül bâhire

  • Geminin kıyıdan veya iskeleden açılması.

irtica' / irticâ'

  • Gerilik, geriye gitme, eskiyi isteme.

iskele

  • Binada yüksek yerleri yapabilmek için kurulan geçici sal.
  • Deniz nakil vasıtalarının yanaşabilmeleri için deniz kıyısında yapılan yer.
  • Deniz kenarında ve deniz vasıtalarının yanaşmasına elverişli kasaba.
  • Bir memleketin deniz yolu ile yapılan ticaretine vasıta olan lima

izinname

  • Eskiden bir nikâhın kıyılabilmesi için kadı tarafından verilen izin kâğıdı. (Farsça)

kat-ı alaka / kat-ı alâka

  • İlişkiyi kesme.

kenar / kenâr / كنار

  • Çevre, kıyı, Sâhil, deniz kıyısı. (Farsça)
  • Köşe, uç. (Farsça)
  • Son, nihâyet. (Farsça)
  • Çember. (Farsça)
  • Etrâfı çevrilen şey. (Farsça)
  • Kucaklama. Kucağa alma. (Farsça)
  • Kıyı. (Farsça)
  • Kenar, yan. (Farsça)

kenare

  • Kıyı, kenar. (Farsça)
  • Kucak. (Farsça)
  • Kasap çengeli. Kayış asılan çengel. (Farsça)

keran / kerân / كران

  • Uç, kıyı. (Farsça)

kerempe burnu

  • Batı Karadeniz kıyısında Cide Kazasının sınırları içinde kalan kara çıkıntısı.

kufte / kûfte

  • Kıyılıp ezilmiş veya dövülmüş et, köfte. (Farsça)

laşe

  • Cife. Kokmuş et parçası.
  • Fık: Karada yaşayıp boğazlanmaksızın ölen veya şer-i şerife uygun olmayan şekilde kesilen kanlı hayvan ve bunların tabaklanmamış (dibagat edilmemiş) derileri.
  • Yenilmesi şer'an haram olan ölmüş hayvan.
  • Zayıf ve cılız hayvan.
  • Mc: Kıyıda

leb

  • Dudak. Şefe. (Farsça)
  • Kenar. (Farsça)
  • Sahil. Kıyı. (Farsça)

leb-i derya

  • Denizin dudağı. Deniz kenarı, kıyı, sâhil.

mavna

  • Limanlarda, şamandıralara bağlı olarak yükleme ve boşaltma yapan gemilerden, kıyılara römorkör yedeğinde yük götürüp getiren tekne.

muhh

  • Yumurtanın sarısı.
  • Eskiyip köhne olmak.

münakeha

  • (Çoğulu: Münâkehât) (Nikâh. dan) Nikâhlanma. Nikâh kıyışma.

resse

  • (Çoğulu: Rises-Risâs) Eski ve çürümüş, köhne.
  • Ev eşyasından eskiyip atılanı.

rıhtım

  • Gemilerin yanaşmalarına müsait şekle getirilmiş kıyı. (Farsça)

sahil / sâhil / ساحل

  • Deniz, göl veya akarsu kenarı. Kıyı, yalı.
  • Kıyı.
  • Kıyı. (Arapça)

sahilreside

  • Sâhile varmış, kıyıya ulaşmış. (Farsça)

şati'

  • (Çoğulu: Şevâti) Kenar, kıyı. Cânip, taraf, yön.

sevahil / sevâhil / سواحل

  • Sahiller, kıyılar.
  • Kıyılar. (Arapça)

şevati / şevatî

  • (Tekili: Şâti) Kenarlar, kıyılar.

sıla-i rahm

  • Akrabayla ilişkiyi sürdürme; alâkayı devam ettirme.

taka'vüs

  • Çok yaşlanma.
  • Evin eskiyip köhne olması.

terakkiperver

  • Terakkiyi seven. İlerlemeyi seven. (Farsça)

terakkişiken

  • Terakkiyi kıran, ilerlemeyi önleyen, terakkinin aleyhinde bulunan. (Farsça)

ubur

  • Geçmek. Atlamak.
  • Zorlamak.
  • Suyun öte kıyısına geçmek.

ufk

  • Kıyı, kenar.
  • Rüzgârın estiği cihetler.
  • Ufuk. Gökle yerin birleşmiş gibi göründüğü yer. Görüşümüzün nihayetindeki yerler.
  • Mc: Görüş ve düşünüş derecesi.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın