REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Kös ifadesini içeren 319 kelime bulundu...

adevan / adevân

  • Sür'atle koşmak.

adiyat / âdiyât

  • (Adiv. den ism-i faildir) Hızla koşmak, seyirtmek. (At, deve v.s. koşanların hepsine ıtlak olunabilir.)
  • Mc: Düşmanlık, zulüm.
  • Dâima muharebeye koşup hücum eden cemaat.
  • Uzaklık. (Kamus)

advan

  • Çok koşan kimse.

ahu-pay

  • Ceylan ayaklı. Çevik, atik. (Farsça)
  • Altı köşeli, nakışlı ev ve köşk. (Farsça)

akar

  • Köşk, yüksek bina.
  • Bâbil vilayetinde bir yer adı.
  • Dehşetli olmak. Yaralamak. Boğazlamak.
  • Korku ve dehşetten kişinin ayakları titreyip dövüşememesi.

arnavut

  • (Rumca ve Arnavutçadan) Balkan yarımadasının batı tarafında oturan bir kavimdir. Osmanlı devrinde, Kosova, İşkodra, Manastır, Yanya vilâyetleridir. Şimdi müstakil bir devlet olup, Türkçede Arnavutluk şeklinde söylenir.

asire

  • (Çoğulu: Asirât) Hayvanın ayağının arasına takılan köstek.

asris

  • At koşturulan meydan, hipodrom. (Farsça)

atam

  • (Tekili: Utum) Yüksek binalar, köşkler, hisarlar.

atletizm

  • yun. Çeviklik, atiklik, kuvvet gibi beden kabiliyetlerini inkişaf ettirmeğe yarayan ve koşu, atlama, ağırlık kaldırma ve atma gibi, tek başına yapılan bedeni çalışmalar.

bad-reftar

  • Rüzgâr gibi hızlı yürüyen. Çabuk ve hızlı koşan, sür'atli. (Farsça)

bad-seyr

  • Hızlı yürüyen, rüzgâr gibi koşan, ayağına çabuk. (Farsça)

bad-süvar

  • Koşu atı, hızlı yürüyen at. (Farsça)
  • Hızlı giden atlı. (Farsça)

bahire / bâhire

  • Dikenli ağaç.
  • Çok koşan cins bir deve.
  • Çok koşan cins deve.
  • Dikenli ağaç.

bat satışı / bât satışı

  • Şartsız, kesin satış, alış-verişte şart koşmama.

behv

  • Çardak. (Farsça)
  • Köşk. (Farsça)
  • Sofa. Salon. (Farsça)
  • Cumba. (Farsça)

belyad

  • Nakışsız, sade kostüm. (Farsça)

bervar

  • Sayfiye. (Farsça)
  • Havadar köşk, mesken. (Farsça)
  • Evin küçük, arka kapısı. (Farsça)

berzen

  • Sahra, çöl. (Farsça)
  • Sokak, cadde. Mahalle. Köşebaşı. (Farsça)

beykem

  • Oda, salon, sofa. (Farsça)
  • Kasr, köşk. (Farsça)

beyt-i mamur

  • Kâbe'nin tam üzerinde yedinci kat gökte bulunan ve melekler tarafından tavaf edilen bir köşk.

bezme

  • Muhabbet ve sohbet meclisinin bir köşesi. (Farsça)

büruc

  • (Tekili: Burc) Burç, aslında âşikar şey mânasına gelir. Her bakanın gözüne çarpacak şeklide zâhir olan yüksek köşk mânasına da kullanılmıştır.
  • Bunlara teşbihen veya zuhur mânâsıyla semâdaki bir kısım yıldızlara veya bazı yıldızların toplanmasından meydana gelen şekillere ve farazi su

çar-guşe

  • Dört köşe. Dört taraf. Dört yön. (Farsça)

çar-tak

  • Çardak. (Farsça)
  • Dört köşe çadır. (Farsça)

çarguşe / çârgûşe / چارگوشه

  • Dört köşe. (Farsça)

çek

  • Çekoslovakya, Bohemya ahalisinden olan ve Çek'ce konuşan kavim ki, Osmanlı metinlerinde "çeh" diye geçer.

cevsak

  • Kasr, köşk, konak.

cevse

  • Köşk, kasr, konak.

cevval / cevvâl / جوال

  • Çok hareketli, koşan. (Arapça)

ceylan

  • Geyik çeşidinden küçük, ince bacaklı, pek hafif ve çok koşucu bir kara hayvanı, gazâl.

cigerguşe / cigergûşe / جگرگوشه

  • Ciğerköşe, evlat. (Farsça)
  • Sevgili. (Farsça)

conta

  • Birbirinin üzerine kapanan iki madeni parça arasında, açıklık kalmamasını te'min etmek için konulan karton, kösele, lâstik vs. şey.

cürz

  • (Çoğulu: Cirzan) Köstebek.

dabh

  • Atların koşu esnasındaki nefeslerinin sesleridir ki, sahil denilen kişnemek değil, yemi ve sahibini gördüğü zaman yaptığı gibi hamhame denilen sesi de değil; hızlı nefes sesi olan bir harıltı ve hohlamadır. Denilmiştir ki: Dabh, bir at ve bir de köpek koşarken olur.

dadres / dâdres / دادرس

  • İmdada koşan. (Farsça)

dariyye

  • Divan şairlerinin, dünyevi makamca büyük olanların yaptırdıkları köşk ve konaklara dair yazdıkları manzume. (Farsça)

dava-yı şirk / dâvâ-yı şirk

  • Allah'a ortak koşma iddiasında bulunma.

davahi

  • Memleket köşeleri.

debbağ

  • Derileri sepileyip meşin, sahtiyan, kösele vesaire yapan.

dehmece

  • İhtiyar kişinin ayağında köstek var gibi yab yab yürümesi.

devan

  • Hızlı yürüyen, koşan, seğirten. (Farsça)

devlethane

  • Ev, köşk, konak. (Farsça)

duh

  • Çorak, otsuz ve çıplak arazi. (Farsça)
  • Tüysüz, çıplak yüz ve baş. Köse ve dazlak. (Farsça)
  • Yapraksız ve meyvasız ağaç. (Farsça)
  • Hasırotu. (Farsça)

ebu eyyub-il ensari / ebu eyyub-il ensarî

  • Sahabe-yi Kiramdan olup Halid bin Zeyd-i Hazrecî diye de anılır. Hicretten sonra Peygamberimize (A.S.M.) ilk mihmandârlığı yapmış idi. Hicretin 50. yılında pir-i fâni olduğu halde teberrüken Kostantiniyye'nin fethine azimet eden İslâm ordusu ile harbe iştirak etmiş, İstanbul surları dışında şehid ol

ecir-i müşterek / ecîr-i müşterek

  • Serbest işçi. Kirâlıyanından (işvereninden) başkasına çalışmaması şartı koşulmamış hamal, terzi, saatçi gibi işçi.

ecred

  • Tüysüz adam, köse. Genç.
  • Çorak, otsuz yer. Bir şey yetişmeyen arazi.
  • Tüyü yumuşak ve kısa olan at.

edeyan

  • Çok koşan hayvan. (Farsça)

eferr

  • Çok koşan, pek çok kaçan.

ehl-i heva / ehl-i hevâ

  • Nefsine uyan, nefsinin arzu ve istekleri peşinde koşan.
  • Bid'at (dinde olmayan inanış ve işler) sâhibi.

ehl-i nur

  • Nura doğru koşanlar.

ehl-i şirk / اَهْلِ شِرْكْ

  • Allah'a ortak koşanlar.
  • Allaha ortak koşanlar.

ehl-i şirk ve dalalet / ehl-i şirk ve dalâlet / اَهْلِ شِرْكْ وَ ضَلَالَتْ

  • Allah'a ortak koşanlar ve hak yoldan sapmış inançsız kimseler.
  • Allaha ortak koşanlar ve haktan sapanlar.

ehl-i şirk ve tuğyan / ehl-i şirk ve tuğyân / اَهْلِ شِرْكْ وَطُغْيَانْ

  • Allah'a ortak koşanlar, isyan ve inançsızlıkta çok ileri gidenler.
  • Ortak koşanlar ve azgınlık yapanlar.

ehlişirk

  • Allaha ortak koşanlar.

ehram-ı mürebbai / ehram-ı mürebbaî

  • Dörtgen piramit. Dört köşeli ehram.

enva'-ı şirk / envâ'-ı şirk

  • Şirk türleri; Allah'a ortak koşma çeşitleri.

enva-ı şirk / envâ-ı şirk

  • Allah'a ortak koşma türleri.

erkan-ı mühimme / erkân-ı mühimme

  • Bir topluluğun ileri gelenleri, önemli büyükleri; köşe taşları.

esatt

  • (Çoğulu: Sitât) Köse.

esbab şirki

  • Sebepleri Allah'a ortak koşma.

esbran

  • At süren, süvâri, at koşturan. (Farsça)

esbriz

  • (Esb-riz) At koşusu. (Farsça)
  • Savaş meydanı. (Farsça)

esbtaz

  • At koşturucu, at koşturan. (Farsça)
  • At koşturacak meydan, saha. (Farsça)
  • Her şemsî ayın onsekizinci günü. (Farsça)

eşvat

  • (Tekili: Şavt) Sıçrayışlar, zıplamalar, koşmalar, koşuşmalar.
  • Kâbe-i Muazzama'yı yedi defa tavaf etme, etrafını dolaşma.

evavin

  • (Tekili: İyvan) Büyük salonlar, sofalar, holler. Kasırlar, köşkler.

eyvan / eyvân

  • Köşk, saray.
  • Köşk. Büyük salon. Büyük sofa. Divanhâne. (Farsça)
  • Köşk, saray.

ferbal

  • Çardak. Etrafı pencerelerle kaplı yazlık köşk. (Farsça)

feryad-res

  • Feryâd edenin imdâdına koşan, yardımına gelen. (Farsça)

feryadres / feryâdres / فریادرس

  • İmdada koşan. (Farsça)

fevc

  • Dalga. Bölük. İnsan kalabalığı. Cemaat. Takım.
  • Koşmak. Sür'at etmek.
  • İyi kokunun dağılıp yayılması.

fina / finâ

  • Şehir kenarı, büyük mezarlıklar (fabrika, mektep, kışlalar) ve kasabadakilerin harman yapmak, hayvan koşturmak, eğlenmek için devamlı kullandıkları yerler.

fütüvvet

  • Cömertlik. Başkasını, kendisine tercih etmek. Başkalarının işlerini düzeltmeye çalışmak ve faydasına koşmak. Fütüvvetin başka değişik târifleri de yapılmıştır. Bunlardan bâzıları şöyledir: Kendi nefsinde başkasının üzerine bir meziyet, üstünlük görme mek. Hatâlarını îtirâf edenleri affetmek, hiç kim

gülbün

  • Gül yetişen yer, gül köşkü. (Farsça)

günc

  • Hazine. Köşe. Zâviye. (Farsça)

guref

  • (Tekili: Gurfe) Köşkler, kasırlar, çardaklar.

gurfe

  • Yüksek, âli bina.
  • Yüksek derece.
  • Cennet köşkleri.

gurfe-i aliye / gurfe-i âliye

  • Yüksek çardak. Yüksek köşk.
  • Balkon, cumba.

gusale

  • Dana, buzağı. Sığır yavrusu. (Farsça)
  • Kösele. (Farsça)

guşe / gûşe / گوشه

  • Köşe, kenar, bucak. (Farsça)
  • Köşe. (Farsça)

guşe-bend

  • Köşebent. (Farsça)
  • Ciltli kitaplarda kapağın dört köşesine yapılan süsleme. (Farsça)

guşe-gir / guşe-gîr

  • Bir köşeye çekilen. (Farsça)

guşe-i uzlet

  • Tenha ve ıssız köşe.

guşe-nişin

  • Köşeye çekilen, münzevi, insanlardan uzaklaşan. (Farsça)

guşenişin / gûşenişîn / گوشه نشين

  • Köşesine çekilen, inziva hayatı süren. (Farsça)

hacelan

  • Ayağında köstek olan kişinin yürümesi.
  • Bir ayak üstüne yürümek.

hacer-ül esved

  • (El-Hacer-ül Esved) Kâbe'de bulunan meşhur siyah taş. Rengi siyah olduğundan "Esved" denmektedir. (İslâm Ansiklopedisi'ne göre: Kâbe'nin şark köşesinde olup, yerden bir buçuk metre yükseklikte kapıya yakın bir yerde yerleştirilmiş, üç büyük ve bir kaç tane de küçük parçadan müteşekkil ve gümüş bir h

hacer-ül-esved

  • Kâbe-i muazzamanın doğu köşesinde bir buçuk metre kadar yükseklikte bulunan ve Cennet yâkutlarından olan parlak, siyah taş.

haceru'l-esved

  • Kâbe'nin bir köşesinde yer alan ve Cennetten geldiği bildirilen siyah taş.

hacerü'l-esved

  • Kabe'nin doğu köşesinde olup, yerden bir buçuk metre yükseklikte bulunan semavî, kutsal siyah taş.

hacl

  • (Çoğulu: Ahcâl-Hucul) Köstek.
  • Bukağı.
  • Küçük deve yavruları.

hafi / hâfî / حافى

  • Yalın ayak yürüyen veya koşan.
  • Çok ikram eden insan. İnsanı güler yüzle karşılayan.
  • Yalınayak koşan. (Arapça)

hafif / hafîf

  • Kuş uçarken, at koşarken veya rüzgâr eserken meydana gelen hışırtı, hışlama.

hane-i ayine / hane-i âyine

  • Her yanı birbirinin aynı olan oda, salon veya köşk.

hanev

  • Eğmek.
  • Davar kösnemesi.

hasek

  • Kin, adavet, hased.
  • Savaş âletlerinden, üç köşeli diken şeklinde bir silâh.

haseke

  • (Çoğulu: Husek) Kin tutmak, adavet etmek.
  • Demir dikeni denilen üç köşeli diken.
  • Demirden yapılan üç köşeli "bıtırak" denilen harp âletleri.

hatib-i rabbani / hatib-i rabbânî

  • Allah'ın bir hutbecisi, Onun adına koşan.

hatt-ı vasıt / hatt-ı vâsıt

  • Geo: Kenarortay. Üçgenin köşelerinin her birini karşı kenarın orta noktasına birleştiren doğru parçaları.

havernak

  • Irak'ta bulunan Numân-ı Ekber denen biri tarafından binâ edilmiş olan bir köşk.

havşeb

  • Köstek yeri.

hayalperest / hayâlperest

  • Hayâl peşinde koşan.

hebhebi / hebhebî

  • Çoban.
  • Hizmete koşan yiğit.

hervele

  • Yürüyüş.
  • Koşma.

hevaperest / hevâperest / هواپرست

  • Yasak arzuları peşinde koşan.
  • Nefsinin istekleri peşinde koşan. (Arapça - Farsça)

hevaperestane / hevâperestâne

  • Yasak arzuların peşinde koşarcasına.

hezim / hezîm

  • Sağanaklı yağmur.
  • Gök gürültüsü.
  • Koşarken kişneyen at.

hidam

  • (Tekili: Hizmet) Hizmetler. Vazifeler.
  • (Hademe) Devenin ayaklarına bağlanan halkalar, kayışlar. Ayak bilezikleri, ayak köstekleri.

hina'

  • Hayvanın kösneyip erkek istemesi.

hirval

  • (Hervele) Yürümek ile koşmak arasında bir nevi yürüyüştür.

hulde

  • Köstebek.

husas

  • Sür'atle gitmek, seğirtmek, koşmak.

i'tikaf / i'tikâf / اعتكاف

  • Bir yere kapanma, köşesine çekilerek yaşama. (Arapça)

i'tizal / i'tizâl / اعتزال

  • Köşesine çekilme. (Arapça)

ibsi'rar

  • At yarışlarında koşuşma.

ictinah

  • Bir yana eğilme, meyletme.
  • Secde etme.
  • (Hayvan) bir tarafa meyilli koşma.

idak

  • Davarın kösneyip aygır istemesi.

ihbat

  • Koşturmak.

ıhtilac

  • Seğirtmek, koşmak.
  • Hareket etmek.

ikal / ikâl / عقال

  • Ayak bağı, ayak köstegi.
  • Bağ, bend.
  • Bağ. (Arapça)
  • Köstek, pranga. (Arapça)

iklim / iklîm / اقليم

  • Ülke, yer, diyar. (Arapça)
  • Coğrâfî yaşam koşulları. (Arapça)

ılgamak

  • At başıboş olarak dörtnala koşması.

ılgar

  • Düşman topraklarına ansızın yapılan hücum, akın.
  • Başıboş hayvanın dörtnala koşması.

im'an

  • Fazla dikkat ve ihtimam. Bir şeyde çok ileri gitmek.
  • Bir adamın hakkını ikrar eylemek.
  • Pek uzağa koşmak ve bir hususta hakkı mütecaviz olmak üzere, mübalâğa ve içtihad etmek.

inanriz

  • Dizgin bırakmış, koşturan. (Farsça)

inziva / inzivâ / انزوا

  • Bir köşeye çekilmek. Haramlardan ve günâhlardan korunmak, nefsini terbiye etmek ve sâdece Allahü teâlâyı anmak ve âhireti düşünmek için bir yerde yalnız kalma.
  • Bir köşeye çekilme.
  • Köşesine çekilme, tek başına yaşama. (Arapça)

inzivagah / inzivagâh / انزواگاه

  • Köşeye çekilme yeri, inziva yeri. (Arapça - Farsça)

ırem

  • Irmak kenarı. "
  • Su bendi.
  • Dere, vâdi.
  • Sert yağan ve taneleri iri olan yağmur.
  • Gözsüz köstebek.
  • Kemikten etin suyunu almak.

irtidaf

  • (Redif. den) Ardından gitme, ardına düşme, peşinden koşma.

isaf / îsâf

  • Yardıma koşma.

ishakiyye köşkü

  • Sadrazam İshak Paşa tarafından Sultan İkinci Bayezid için, Topkapı surları dahilinde yaptırılmış olan köşkün adıdır. Bânisinin ismine nisbetle bu adı almıştır.

işrak

  • Allah'a şerik koşma. Allah'tan başkasından medet bekleme.
  • Allaha ortak koşma.

ivgen

  • Koşan, acele eden.

ivme

  • Acele etme, koşma.

jaketatay

  • Arkası yırtmaçlı, etekleri uzun ve ön köşeleri yuvarlakça kesilmiş olan resmi ceket. (Fransızca)

ka'b

  • Topuk kemiği, ayak bileği, aşık kemiği.
  • Mc: Şan, şeref, mecd, büyüklük.
  • Geo: Sekiz yüzlü, sekiz köşeli (mükâb) cisim.

ka'be / kâ'be

  • (Kâbe) Dünyanın en kudsi ma'bedi. Beytullah, Beyt-ül Ma'mur, Beyt-ül Atik. Bütün mü'minlerin ibâdet esnâsında yöneldikleri merkez. Dört köşe olduğu için Kâbe denir. Bu mukaddes makamın etrafına Mescid-ül Haram ismi verilir. İçinde bir kısım olarak Makam-ı İbrahim mevcuddur. Burası İbrahim Aleyhissel

kab

  • Çok eski devir silâhlarından olan yayın kabzası (tutacak yeri) ile köşesi arasındaki mesafe, her "yay" da "iki kab" olan miktar.

kabe-i muazzama / kâbe-i muazzama

  • Yeryüzünde yapılan ilk mâbed. Müslümanların kıblesi. Arabistan'ın Mekke-i mükerreme şehrindeki Mescid-i Harâm'ın ortasında bulunan taştan yapılmış dört köşeli binâ. Beytullah, Beyt-ül-haram, Bekke, Beyt-ül-atîk, Hâtime, Basse, Kadîs, Nâzır, Karye-i Kadîme adları ile de anılmıştır.

kah / kâh / كاخ

  • Köşk, kasır. (Farsça)
  • Tek oda. Bir gözlü oda. (Farsça)
  • Yüksek binâ. (Farsça)
  • Köşk, kasır. (Farsça)

kalb-i selim / kalb-i selîm

  • Şek (şüphe) ve şirkten (Allahü teâlâya ortak koşmaktan), küfür ve nifâktan arınmış, dâimâ Allahü teâlâya bağlı kalb.

kameriyye

  • Çardak. Bahçelerde, mehtaplı gecelerde oturmak üzere yapılıp, etrâfı sarmaşık v.s. çiçeklerle örtülü bulunan yer. Küçük köşk.

kasır / قصر / قَصِرْ

  • Saray, köşk.
  • Köşk. (Arapça)
  • Köşk.

kasr / قصر

  • Köşk. Yüksek ve ferah bina. Taştan veya kârgir küçük saray.
  • Köşk, saray.
  • Kısa kesme, kısaltma, kısma.
  • Azaltma, kesme, eksiklik.
  • Köşk, saray,
  • Tahsis.
  • Kıraatte uzatmadan okumak.
  • Kasır, köşk. (Arapça)

kasr-ı ali / kasr-ı âlî

  • Yüce, yüksek köşk.

kasr-ı cennet

  • Cennet köşkü.

kasr-ı ilahi / kasr-ı ilâhî

  • İlâhî köşk, saray.

kasr-ı müşeyyed

  • Sağlam yapılmış büyük köşk, saray.

kayıd

  • (Çoğulu: Kıvâd-Kâde-Kavâyid) Çekici, çeken.
  • Çavuş.
  • Koyunların önünde yürüyen "kösem" dedikleri koyun.

kebair

  • (Tekili: Kebire) Büyük şeyler, büyük günahlar. Kebairin sıralanışı:-Allah'ı inkâr etmek.-Allah'a şirk koşmak.-Kat'iyyen sâbit olan dini bir hükme inanmamak.-Allah'ın rahmetinden ümidini kesmek.-Allah'ın cezasından, mekrinden ve azabından emin olmak.-Günah üzerinde ısrar etmek. Yâni, herhangi bir gün

kenar

  • Çevre, kıyı, Sâhil, deniz kıyısı. (Farsça)
  • Köşe, uç. (Farsça)
  • Son, nihâyet. (Farsça)
  • Çember. (Farsça)
  • Etrâfı çevrilen şey. (Farsça)
  • Kucaklama. Kucağa alma. (Farsça)

kevsec

  • Köse kişi.
  • Testere gibi hortumu olan bir balık cinsi.

koy

  • Küçük körfez. Karanın içine girmiş, rüzgârdan saklı deniz parçası. Deniz koyuna benzer, çevresi mahfuz yer. Köşe, bucak.

küfr

  • Allah'a inanmama ve ona ortak koşma.
  • Dinsizlik, imansızlık, kâfirlik.
  • Nankörlük.
  • Kaba, ayıp söz söyleme, sövme.

künc / كنج

  • (Günc) Köşe. Bucak. Bodrum. (Farsça)
  • Köşe. (Farsça)

künc-i kanaat

  • Kanaat köşesi.

künc-i mihen

  • Mihnet, sıkıntı ve ıztırab köşesi.

kus / kûs / كوس

  • Kös. Eskiden muharebelerde deve veya araba üstünde taşınarak çalınan büyük davul. (Farsça)
  • Kös, büyük davul. (Farsça)

kus-i gaza / kûs-i gaza

  • Savaş davulu. Muharebe kös'ü.

kuse

  • Köse. (Farsça)

kuşe / kûşe

  • Köşe.
  • Köşe.

kuse / kûse / كوسه

  • Köse. (Farsça)

kuşe / kûşe / كوشه

  • Köşe. (Farsça)

kuşe-i ferag

  • İnsanın, herşeyden feragat edip çekildiği köşe.

kuşe-i kabr / kûşe-i kabr

  • Kabir köşesi.

kuşe-i nisyan / kûşe-i nisyan

  • Unutma köşesi, nisyan köşesi.
  • Unutma köşesi, unutulan yer.

kusec

  • Köse. (Farsça)

kuşk / kûşk / كوشك

  • Köşk. (Farsça)

kusur-i cinan

  • Cennet'teki köşkler.

kusur-u aliye / kusûr-u âliye

  • Yüksek saraylar, köşkler.

kusur-u müzeyyene / kusûr-u müzeyyene

  • Süslenmiş saraylar, köşkler.

kut'ül amare / kut-ül amare / كوتول امار

  • Kut'ül Amare ne demektir?

    Yeni kurulan Osmanlı 6. Ordusu'nun Komutanlığı'na atanarak 5 Aralık'ta Bağdat'a varan Mareşal Colmar Freiherr von der Goltz Paşa'nın emriyle Irak ve Havalisi Komutanı Miralay (Albay) 'Sakallı' Nurettin Bey'in birlikleri 27 Aralık'ta Kut'u kuşattı. İngilizler Kut'u kurtarmak için General Aylmer komutasındaki kolorduyla hücuma geçti ancak, 6 Ocak 1916 tarihli Şeyh Saad Muharebesi'nde 4.000 askerini kaybederek geri çekildi. Bu muharebede 9. Kolordu Komutanı Miralay 'Sakallı' Nurettin Bey görevinden alındı ve yerine Enver Paşa'nın kendisinden bir yaş küçük olan amcası Mirliva Halil Paşa (Kut) getirildi.

    İngiliz Ordusu, 13 Ocak 1916 tarihli Vadi Muharebesi'nde 1.600, 21 Ocak Hannah Muharebesi'nde 2.700 askeri kaybederek geri püskürtüldü. İngilizler mart başında tekrar taarruza geçti. 8 Mart 1916'da Sabis mevkiinde Miralay Ali İhsan Bey komutasındaki 13. Kolordu'ya hücum ettilerse de 3.500 asker kaybederek geri çekildiler. Bu yenilgiden dolayı General Aylmer azledilerek yerine General Gorringe getirildi.

    Kut'ül Amare zaferinin önemi

    Kût (kef ile) veya 1939’dan evvelki ismiyle Kûtülamâre, Irak’ta Dicle kenarında 375 bin nüfuslu bir şehir. Herkes onu, I. Cihan Harbinde İngilizlerle Türkler arasında cereyan eden muharebelerden tanır. Irak cephesindeki bu muharebeler, Çanakkale ile beraber Cihan Harbi’nde Türk tarafının yüz akı sayılır. Her ikisinde de güçlü düşmana karşı emsalsiz bir muvaffakiyet elde edilmiştir.

    28 Nisan 1916’da General Townshend (1861-1924) kumandasındaki 13 bin kişilik İngiliz ve Hind askerlerinden müteşekkil tümenin bakiyesi, 143 günlük bir muhasaradan sonra Türklere teslim oldu. 7 ay evvel parlak bir şekilde başlayan Irak seferi, Basra’nın fethiyle ümit vermişti. Gereken destek verilmeden, tecrübeli asker Townshend’den Bağdad’a hücum etmesi istendi.

    Bağdad Fatihi olmayı umarken, 888 km. yürüdükten sonra 25 Kasım 1915’de Bağdad’a 2 gün mesafede Selmanpak’da miralay Nureddin Bey kumandasındaki Türk ordusuna yenilip müstahkem kalesi bulunan Kût’a geri çekildi. 2-3 hafta sonra takviye geleceğini umuyordu. Büyük bir hata yaparak, şehirdeki 6000 Arabı dışarı çıkarmadı. Hem bunları beslemek zorunda kaldı; hem de bunlar Türklere casusluk yaptı.

    Kût'a tramvayla asker sevkiyatı

    İş uzayınca, 6. ordu kumandanı Mareşal Goltz, Nureddin Bey’in yerine Enver Paşa’nın 2 yaş küçük amcası Halil Paşa’yı tayin etti. Kût’u kurtarmak için Aligarbi’de tahkimat yapan General Aylmer üzerine yürüdü. Aylmer önce nisbî üstünlük kazandıysa da, taarruzu 9 Mart’ta Kût’un 10 km yakınında Ali İhsan Bey tarafından püskürtüldü.

    Zamanla Kût’ta kıtlık baş gösterdi. Hergün vasati 8 İngiliz ve 28 Hindli ölüyordu. Hindliler, at eti yemeği reddediyordu. Hindistan’daki din adamlarından bunun için cevaz alındı. İngilizler şehri kurtarmak için büyük bir taarruza daha geçtiler. 22 Nisan’da bu da püskürtüldü. Kurtarma ümidi kırıldı. Goltz Paşa tifüsten öldü, Halil Paşa yerine geçti. Townshend, serbestçe Hindistan’a gitmesine izin verilmesi mukabilinde 1 milyon sterlin teklif etti. Reddedilince, cephaneliği yok ederek 281 subay ve 13 bin askerle teslim oldu. Kendisine hürmetkâr davranıldı. Adı ‘Lüks Esir’e çıktı. İstanbul’a gönderildi. Sonradan kendisine sahip çıkmayan memleketine küskün olarak ömrünü tamamladı.

    Böylece Kûtülamâre’de 3 muharebe olmuştur. İngilizlerin kaybı, esirlerle beraber 40 bin; Türklerinki 24 bindir. Amerikan istiklâl harbinde bile 7000 esir veren İngiltere, bu hezimete çok içerledi. Az zaman sonra Bağdad’ı, ardından da Musul’u ele geçirip, kayıpları telafi ettiler. Kût zaferi, bunu bir sene geciktirmekten öte işe yaramadı.

    Bu harbin kahramanlarından biri Halil Paşa, Enver Paşa’nın amcası olduğu için; diğer ikisi Nureddin ve Ali İhsan Paşalar ise cumhuriyet devrinde iktidar ile ters düştüğü için yakın tarih hafızasından ustaca silindi. 12 Eylül darbesinden sonra Ankara’da yaptırılan devlet mezarlığına da gömülmeyen yalnız bunlardır.

    Binlerce insanın kaybedildiği savaş iyi bir şey değil. Bir savaşın yıldönümünün kutlanması ne kadar doğru, bu bir yana, Türk-İslâm tarihinde dönüm noktası olan çığır açmış nice hâdise ve zafer varken, önce Çanakkale, ardından da bir Kûtülamâre efsanesi inşa edilmesi dikkate değer. Kahramanları, yeni rejime muhalif olduğu için, Kûtülamâre yıllarca pek hatırlanmadı. Gerçi her ikisi de sonu ağır mağlubiyetle biten bir maçın, başındaki iki güzel gol gibidir; skora tesiri yoktur. Hüküm neticeye göre verilir sözü meşhurdur. Buna şaşılmaz, biz bir lokal harbden onlarca bayram, yüzlerce kurtuluş günü çıkarmış bir milletiz.

    Neden böyle? Çünki bu ikisi, İttihatçıların yegâne zaferidir. Modernizmin tasavvur inşası böyle oluyor. Dini, hatta mezhebi kendi inşa edip, insanlara doğrusu budur dediği gibi; tarihi de kendisi tayin eder. Zihinlerde inşa edilen Yeni Osmanlı da, 1908 sonrasına aittir. İttihatçıların felâket yıllarını, gençlere ‘Osmanlı’ olarak sunar. Bu devrin okumuş yazmış takımı, itikadına bakılmadan, münevver, din âlimi olarak lanse eder. Böylece öncesi kolayca unutulur, unutturulur.

    Müşir İbrahim Edhem Paşa’nın oğlu Sakallı Nureddin Paşa (1873-1932), sert bir askerdi. Irak’ta paşa oldu. Temmuz 1920’de Ankara’ya katıldı. Fakat karakterini bilen M. Kemal Paşa, kendisine aktif vazife vermek istemedi. Merkez kumandanı iken Samsun’daki Rumları iç mıntıkalara sürgün ettiği esnada çocuk, ihtiyar, kadın demeden katliâma uğramasına göz yumdu. Bu, milletlerarası mesele oldu. Yunanlılar, bu sebeple Samsun’u bombaladı. Nureddin Paşa azledildi; M. Kemal sayesinde muhakemeden kurtuldu. Sonradan Kürtlerin de iç kısımlara göçürülmesini müdafaa edecektir. Batı cephesinde, kendisinden kıdemsiz İsmet Bey’in maiyetinde vazife kabul etti. İzmir’e girdi. Bazı kaynaklarda İzmir’i ateşe verdiği yazar. I. ordu kumandanı olarak bulunduğu İzmit’te, Sultan Vahîdeddin’in maarif ve dahiliye vekili gazeteci Ali Kemal Bey’i, sivil giydirdiği askerlere linç ettirdi; padişaha da aynısını yapacağını söyledi. Ayağına ip takılarak yerlerde sürüklenen cesed, Lozan’a giden İsmet Paşa’nın göreceği şekilde yol kenarına kurulan bir darağacına asılarak teşhir edildi. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bir fedainin vursa kahraman olacağı bir insanı, vuruşma veya mahkeme kararı olmaksızın öldürmeyi cinayet olarak vasıflandırıp kınadı. M. Kemal’e gazi ve müşirlik unvanı verilmesine içerleyen Nureddin Paşa iyice muhalefet kanadına geçti. 1924’de Bursa’dan müstakil milletvekili seçildi. Asker olduğu gerekçesiyle seçim iptal edildi. İstifa edip, tekrar seçildi. Anayasa ve insan haklarına aykırılık cihetinden şapka kanununa muhalefet etti. Bu sebeple antikemalist kesimler tarafından kahraman olarak alkışlanır. Nutuk’ta da kendisine sayfalarca ağır ithamlarda bulunulur, ‘zaferin şerefine en az iştirake hakkı olanlardan biri’ diye anılır.

    Halil Kut (1882-1957), Enver Paşa’yı İttihatçıların arasına sokan adamdır. Sultan Hamid’i tevkife memur idi. Askerî tecrübesi çete takibinden ibaretken Libya’da bulundu. Yeğeni harbiye nazırı olunca, İran içine harekâta memur edildi. Irak’taki muvaffakiyeti üzerine paşa oldu. Bakü’yü işgal etti. İttihatçı olduğu için tutuklanacakken, kaçıp Ankara hareketine katıldı. Rusya ile Ankara arasında aracılık yaptı. Sonra kendisinden şüphelenilince, Almanya’ya kaçtı. Zaferden sonra memlekete dönüp köşesine çekildi. Politikaya karışmadı.

    Ali İhsan Sâbis (1882-1957), Sultan Hamid’i tahttan indiren Hareket Ordusu zâbitlerindendi. Çanakkale, Kafkasya’da bulundu. Irak’ta paşalığa terfi etti. İttihatçı olduğu için Malta’ya sürüldü. Kaçıp Ankara hareketine katıldı. I. batı cephesi kumandanı oldu. Cephe kumandanı İsmet Bey ile anlaşmadı; azledilip tekaüde sevkolundu. M. Kemal’e muhalif oldu. Nazileri öven yazılar yazdı. 1947’de devlet adamlarına yazdığı imzasız mektuplar sebebiyle 15 seneye mahkûm oldu. 1954’te DP’den milletvekili seçildi. Hatıraları, Nutuk’un antitezi gibidir.

lazy

  • Hiçbir dîne inanmıyanlar ile müşriklerin (Allahü teâlâya ortak koşanların) azâb görecekleri, Cehennem'in altıncı tabakası.

lezzetperest

  • Maddî mânevi zevk ve lezzet peşinde koşan, zevk ve lezzete düşkün.

mahdem

  • Baldırın köstek takacak yeri.

maksara

  • (Çoğulu: Mekâsır-Mekâsir) Köşk, kasr.

malikane

  • Büyük ve gösterişli köşk. (Farsça)
  • Tar: Bir kimseye, gelirinden hayatı boyunca istifade etmek; fakat satamamak ve miras bırakamamak şartıyla verilen beylik arazi. (Farsça)

maraton

  • yun. Kırk kilometreden uzun bir yolda mukavemet için yapılan hız koşusu.

masna'

  • (Masnaa) Su mahzeni. Sarnıç.
  • Şimdiki Arapçada: Fabrika.
  • Bucak, köşe.

mecadil

  • (Tekili: Micdel) Köşkler, kasırlar.

mecbur / mecbûr / مجبور

  • Zorunlu. (Arapça)
  • Zora koşulmuş. (Arapça)

mededres / مددرس

  • Yardıma koşan, imdada koşan. (Arapça - Farsça)

mehterhane

  • Tar: Zurna, nakkare, nefir, zil, davul ve kösden kurulu askeri mızıka takımı. (Farsça)

meşarib

  • Meşrebler. Mizaclar. Tabiatlar. Huylar.
  • Fehimler. Anlayışlar. Ahlâklar.
  • Su içecek şeyler. Maşrabalar.
  • Köşkler.

mesh

  • Bir şeyin suretini çirkin ve kötü hale çevirmek.
  • Hayvanı kovarak koşturup onu sıkıştırmakla yormak, bitâb hale getirmek.

meşrut / meşrût / مشروط / مَشْرُوطْ

  • Koşullu. (Arapça)
  • Meşrut olunmak: Şart koşulmak. (Arapça)
  • Kendisine şart koşulan.

mey'a

  • (Mey'at) Yiğitlik başlangıcı.
  • Atı koşuya alıştırmak.
  • Erimiş sıvı madde.
  • Yere dökülen bir sıvının akıp gitmesi.
  • Bir şeyin ilk zamanı. Tâzelik vakti.

mezamir

  • (Tekili: Mızmar) Koşu meydanları.

micdel

  • (Çoğulu: Mecâdil) Köşk, kasır, kâşâne.

mıktare

  • Kuş ayağına yapılan köstek.
  • Kelepçe.

mişvargah / mişvargâh

  • Gösteri yeri. (Farsça)
  • Pehlivanların güreştikleri saha. (Farsça)
  • At pazarı. Satılık atların koşturulduğu meydan. (Farsça)

mızmar

  • (Çoğulu: Mezâmir) Koşu meydanı. Yarışma sahası.

muakkib

  • Ardına düşen, takib eden, ardından koşan.
  • Tağyir ve ibtal eden.

muakkibin / muakkibîn

  • Tâkipçiler, arkasından koşanlar, ardından gelenler.

muazzam

  • Büyük, iri, cesim, mükerrem, mübeccel, koskoca.

mucib-i muğis / mucîb-i muğîs

  • Yardıma muhtaç olan ve kendinden yardım dileyen varlıkların imdadına koşan, ihtiyaçlarına cevap veren, Allah.

mugis / mugîs

  • Yardım eden, yardıma koşan. Medet edici. Muin.

münzevi / münzevî

  • Bir köşeye çekilip ibadetle uğraşan, dünyadan çok âhiret için çalışan kişi.
  • İslâmiyet'in emirlerini yapmak, yasaklarından sakınmak, kötülüklerden korunmak ve kalb huzûru ile ibâdet yapabilmek için bir köşeye çekilmiş olan kimse.

münzeviyane

  • Bir köşeye çekilip ibadetle uğraşarak, vaktini ibadetle geçirerek.

murabba

  • Dört köşeli.

murabba'

  • Dört köşeli şekil.
  • Dörde çıkarılmış. Dörtlü. Dört şeyden olmuş.
  • Geo: Kare.

müsaraa

  • (Çoğulu: Müsâraât) Acele etmek. Bir şeye doğru koşmak. Sür'atle teşebbüse geçmek.

müselles

  • (Selase. den) Üç, üçlü. Üçleştirilen. Üç köşeli olan. Üçgen.

müşrik / مُشْرِكْ

  • Allah'a şirk koşan.
  • Allah'a ortak koşan.
  • Allahü teâlâya şirk (ortak) koşan. Allahü teâlâyı mâbûd bildiği hâlde put veya benzeri şeyleri de ilâh, tanrı edinen.
  • Allaha ortak koşan.
  • Allah'a ortak koşan.

müşrik-i kureyş

  • Allah'a ortak koşan Kureyşli müşrikler, kâfirler.

müşrikin / müşrikîn

  • Müşrikler, Allah'a ortak koşanlar.
  • (Tekili: Müşrik) (şirk. den) Müşrikler, Allah'a şirk koşanlar.

mutasaddır

  • (Çoğulu: Mutasaddırin) (Sadr. dan) Baş köşeye kurulan. Başa geçip oturan.

mutasaddırane

  • Baş köşeye kurulana yakışacak surette. (Farsça)

mutasaddırin / mutasaddırîn

  • (Tekili: Mutasaddır) Baş köşeye kurulanlar, tasaddur edenler.

mütehaşşid

  • (Çoğulu: Mütehaşşidîn) Yardım için koşuşup toplanan, biriken, yığılan.

mutekif / mûtekif

  • İbadet için bir köşeye çekilen.

müteserri'

  • (Sür'at. den) Koşan, acele davranan, sür'atli hareket eden.

müzevva

  • (Zâviye. den) Zâviyeli, köşeli.

nakare

  • Davul, kös. Dümbelek. (Farsça)

nefs-i pürheves

  • Heveslerinin peşinde koşan nefis.

nehb

  • Yağma, yağmacılık, çapul.
  • At oynatmak, koşturmak.
  • Kahr ile bir kişinin malını elinden almak.

nikl

  • (Çoğulu: Enkâl) Köstek.
  • Kayd.
  • Dizgin demiri.

nüz'

  • Erkek ister kösnek davar.

pa-bend / pâ-bend

  • Ayak bağı. Köstek. Ayağa vurulan zincir.
  • Engel, mâni.

pa-bend-i terakki / pâ-bend-i terakki

  • İlerlemeğe mâni olan zincir, köstek.

paderikal

  • (Pâ-der-ikal) Ayağı köstekli, ayağı bağlı, hareketsiz. (Farsça)

papure

  • İki çift öküz koşulan ağır bir cins saban. (Farsça)

paybend

  • Ayakbağı. (Farsça)
  • Mani, engel. (Farsça)
  • Köstek. (Farsça)

penckuşe

  • Beş köşeli. Muhammes. (Farsça)

pertab

  • Atılma, sıçrama. (Farsça)
  • Hız almak için geriden koşarak atılma. (Farsça)
  • Uzağa düşen ok veya başka bir şey. (Farsça)

peygule

  • Köşe, bucak. (Farsça)

peygule-i nisyan

  • Unutulma köşesi.

peygulegüzin

  • Bir köşede oturan. Köşeye çekilmiş olan.

pu

  • (Puy) Araştırma, arama. (Farsça)
  • Koşma. (Farsça)

pürheves

  • Heveslerinin peşinde koşan.

puyan / pûyân / پویان

  • Koşan. Seğirten. (Farsça)
  • Koşan, hızla giden. (Farsça)
  • Geçip giden. (Farsça)
  • Pûyân olmak: Geçip gitmek. (Farsça)

puyan olmak

  • Koşmak. Batmak. Dalmak.

puye

  • Koşma, seğirtme. (Farsça)

puyeger

  • Koşucu. (Farsça)

puyende

  • Koşan. Seğirtici. Koşucu. (Farsça)

raht / رخت

  • Ev eşyası. (Farsça)
  • Koşum takımı. (Farsça)

rekz

  • Harıl harıl ayak ile tepmek. Hayvana tekme ile vurmak. Kakıvermek.
  • Kaçmak. Seğirtmek, koşmak.
  • Hicret. Gaza.

resf

  • Ayağı köstekli gibi yürümek.

riyazetçi

  • Fâni şeylerden uzaklaşarak, bir köşeye çekilip kendi halinde az gıda ile yaşayan kişi.

rükn

  • Direk. Esas.
  • Kuvvet.
  • Bir şeyin en fazla sağlam olan tarafı veya köşesi veya temeli.
  • Bir cemaatin ileri gelenlerinden olan.
  • Nüfuzlu, kuvvetli ve ehemmiyetli kimse.
  • Bir şeyin bir parçasını veya bütününü meydana getiren şey.
  • Namazın içindeki farz.
  • Kâbe'nin dört köşesinden her birine verilen isim.

rükn-i hacer-ül-esved

  • Kâbe'de Hacer-ül-esved'in bulunduğu köşe.

rükn-i ıraki / rükn-i ırâkî

  • Kâbe'nin Bağdâd'a karşı olan köşesi.

rükn-i şami / rükn-i şâmî

  • Kâbe'nin Şam'a karşı olan köşesi.

rükn-i yemani / rükn-i yemânî

  • Kâbe'nin Yemen tarafında olan köşesi.

rükuz

  • Seğirtmek, koşmak.

sabur / sabûr

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Her şeyi vakti gelince ve belli miktarı ile yaratan, bu hususta acele etmeyen, kendisine şirk (ortak) koşan ve başka günâhları işleyerek isyân edenleri cezâlandırmaya kâdir (gücü yetici) iken, cezâ vermekte acele etmeyen.

sadr / صدر

  • Göğüs. (Arapça)
  • Baş. (Arapça)
  • Başköşe. (Arapça)
  • Sadrazam. (Arapça)
  • Sadra şifa vermek: İşe yaramak, rahatlatmak. (Arapça)

şaki / şakî

  • Cehennemlik. Bedbaht; şirk (Allahü teâlâya eş, ortak koşması) veya isyân etmesi sebebiyle kâfir veya fâsık olan kişi. Zıddı saîd'dir.

sarh

  • (Çoğulu: Suruh) Büyük köşk, yüksek yapı.

şart / شرط

  • Koşul. (Arapça)
  • Yemin. (Arapça)
  • Durum. (Arapça)

şartiyyet / شرطيت

  • Koşulluluk. (Arapça)

şatır

  • (Şetaret. den) Neş'eli. Şen.
  • Çevik. Hizmete koşup, her işe hazır bulunan.
  • Vaktiyle vezirlerin yanında giden asker.

şavt

  • Hac esnâsında sa'y denen vazîfeyi yaparken, Safâ'dan Merve'ye ve Merve'den Safâ'ya her bir geliş ve tavaf yaparken Kâbe'nin Hacer-ül esved köşesinden başlayan ve başlanılan yere gelince sona eren her bir dönüş.

sebak

  • (Çoğulu: Esbâk) Ders.
  • Yarış.
  • Koşu yapanların aralarında koydukları ödül.

sebk

  • İleri geçme, ilerleme. Öne göçme.
  • Vâki olma.
  • Koşuda kazanan hayvan.

sebük-inan / sebük-inân

  • Çabuk koşan. (Farsça)

şeddad

  • Kâfir.
  • Çok eskiden Yemen'de Âd Kavminin hükümdarı Allah'a isyan ederek Cennet'e benzetmek iddiasiyle İrem bağını yaptırmış, bu bağdaki köşke girmeden kavmi ile yani taraftarlariyle birlikte gazaba uğramış, çarpılmış, yerin dibine geçmiştir.

sedir

  • Köşk.
  • Nehir.
  • Karyola.
  • Odanın baş köşesine konulan döşenmiş kerevet.

şefkat

  • Başkasının kederiyle alâkalanmak, acıyarak sevmek. Yardıma, sevgiye muhtaç olanlara karşılıksız olarak merhamet ve sevgiyle yardıma koşmak. Karşılıksız, sâfi, ivazsız sevgi beslemek.

şerait / şerâit / شرائط

  • Koşullar. (Arapça)

serdab

  • Yer altında olan serin ve soğuk oda, bodrum. Böyle yerler ekseriyetle sıcak bölgelerde, gündüzleri sıcaktan korunmak için yapılırdı. Anadolu'nun bazı yerlerinde buna "zir-i zemin" denilir. (Farsça)
  • Tar: Padişah saraylarında, sağ ve sol taraflarında birer oda bulunan üç köşeli sofalara verilen (Farsça)

şerita / şerîta / شریطه

  • Koşul. (Arapça)

sika'

  • Sakaların içine su doldurdukları köseleden yapılmış kap, kırba.

şikal

  • Devenin palanını bağlıyan ip.
  • Devenin ayağının bağlandığı ip, köstek.
  • El ve ayak zinciri.
  • Üç ayağı beyaz olan at.

sinimmar

  • Ay, kamer.
  • Gece uyumayan erkek.
  • Harami.
  • Tar: Rum milletinden bir üstâdın adıdır. Numan bin Münzir için Hira'da bir köşk yapmıştı. Bunun bir eşini daha kimseye yapmasın diye Numan bin Münzir o köşkün üstünden attırıp öldürdü. (Ahter-i Kebir'den)

şirk / شرك / شرک / شِرْكْ

  • Allah'a ortak koşma.
  • Allah'a ortak koşma.
  • Allahü teâlâya eş, ortak koşma.
  • Allah'a ortak koşma.
  • Tanrı'ya ortak koşma. (Arapça)
  • Allaha ortak koşma.

şirk-i azim / şirk-i azîm

  • Büyük şirk, Allah'a ortak koşma.

şirk-i ekber

  • Putlara tapınmak. Allahü teâlâya ortak koşmak.

şirk-i hafi / şirk-i hafî

  • Gizli şirk, ortak koşma.

sisa

  • (Çoğulu: Sıyas-Sıyasâ) Köşk.
  • Kale.
  • Sığınacak yer.
  • Çulha mekiği.
  • Horoz mahmuzu.
  • Sığır boynuzu.

şitab

  • (Şitâften: Koşmak fiilinin kökü) Seğirtmek, koşmak. Çabukluk, acele etmek. (Farsça)
  • Koşmak.

şitaban / şitâbân / شتابان

  • Koşan, seğirten. (Farsça)
  • Şitâbân olmak: Koşmak, seğirtmek. (Farsça)

sıyas

  • (Tekili: Sıysa) Kaleler, kal'alar.
  • Köşkler.
  • Sığınacak yerler.

sıysa

  • (Çoğulu: Sıyâs) Kale. Kal'a.
  • Sığınacak yer.
  • Köşk.

sünat

  • (Çoğulu: Sünut Esnât) Sakalı olmyaan veya bir maktar çenesinde olup başka yerinde olmayan köse kimse.

suruh

  • (Tekili: Sarh) Köşkler, yüksek binalar.

şurut / şurût / شروط

  • Koşullar. (Arapça)

şürut / شروط

  • Koşullar. (Arapça)

tafv

  • Bir şeyin batmayıp su üzerinde kalması.
  • Ağaç üzerinde yaprağın belirmesi.
  • Bir işe girmek.
  • Hayvanın tepe üzerine çıkması.
  • Ceylânın koşması.

tahmis

  • (Hums. dan) Bir şeyi beş kat veya beş köşe haline getirmek.
  • Edb: Bir şiirin her beytine üçer mısra ilâve ederek beşe çıkarmak.

takyid

  • (Kayd. dan) Kayıt ve şarta bağlanma. Şart koşma. Bağlama. Deftere yazmak.
  • Harfe nokta ve hareke koyma.

tature

  • Hayvanların ayağına vurulan köstek, bukağı. (Farsça)

tavaf / tavâf

  • Kâbe-i muazzamanın etrâfında Hacer-i esvedin bulunduğu köşeden başlamak sûretiyle Kâbe sola alınarak yedi defâ dolaşmak. Tavâf edene tâif; Kâbe etrâfında tavâfa mahsûs mahalle (yere) metâf denir.

taz / tâz / تاز

  • Koşma, koşuş. (Farsça)
  • Koşma, koşuşturma. (Farsça)

tazende

  • Koşucu. (Farsça)

tebettül / تبتل

  • Köşesine çekilme. (Arapça)
  • Tebettül etmek: Köşesine çekilmek. (Arapça)

tehalük

  • (Çoğulu: Tehâlükât) (Helâk. dan) İstekle atılma. Tehlikeye aldırış etmeden, birbirini çiğneyecek gibi koşuşma.

tek

  • Koşma, seğirtme. (Farsça)

tekapu / tekâpu / تكاپو

  • Öteye beriye seğirtme. Telâşla koşarak birşeyler araştırma. (Farsça)
  • Dalkavukluk. (Farsça)
  • Telaş, koşuşturma. (Farsça)
  • Dalkavukluk. (Farsça)

tekaver / tekâver

  • Koşucu, seğirtici. (Farsça)
  • Yorga yürüyüşlü at. (Farsça)

teke

  • Keçilerin erkeği. Sürü önünden giden kösemen. (Farsça)
  • Bir cilt defter. (Farsça)
  • Tezek. (Farsça)

temime / temîme

  • Bir sebeb, vesîle olarak görülmeyip, doğrudan te'sir edeceğine ve bir zararı def edeceğine inanılarak yapıldığı için, dînen şirk (Allahü teâlâya ortak koşmak) sayılan, mânâsı bilinmeyen ve küfre (îmânın gitmesine) sebeb olan şeyleri okumak.

terbi'

  • Gazelin her beytine ikişer mısra ilâve ederek onu âdeta murabba (dörtlük) şekline koyma.
  • Dörde bölme.
  • Dört köşe etme.

terbian

  • Dört köşeli olarak.
  • Murabba (kare) olarak.

tere'

  • Dolu nesne.
  • Kötülüğe ve şerre koşan kimse.

teşedduk

  • Ağzın köşesiyle konuşmak.

teserru'

  • (Sür'at. den) Koşma. Çabuk davranma.

tevhid-i ceberut

  • Bütün varlıklara boyun eğdiren kudret ve otoritenin bir olan Allah'a ait olduğunu kabul etme ve kudret ve otorite hususunda hiçbirşeyi Ona ortak koşmama.

tevhid-i celal / tevhid-i celâl

  • Kâinatta var olan heybet, haşmet, görkem gibi her türlü celâlî hâlin bir olan Allah'a ait olduğunu kabul etme ve heybet ve haşmet hususunda hiçbirşeyi Ona ortak koşmama.

tevhid-i rububiyet

  • Rab olarak sadece bir olan Allah'ı kabul etme ve kâinatın idare ve tedbiri hususunda hiçbirşeyi Ona ortak koşmama.

tevhid-i şuhud

  • Görünen ve şahit olunan herşeyin bir olan Allah'a ait olduğunu kabul etme ve görünen hiçbirşeyi Ona ortak koşmama.

tevhid-i uluhiyet / tevhid-i ulûhiyet

  • İlâh olarak sadece bir olan Allah'ı kabul etme ve ibadetleri takdim hususunda hiçbirşeyi Ona ortak koşmama.

tura

  • (Aslı: Tuğra) t. Topuz gibi yapılmış mendil, kuşak gibi oyun âleti. Kös, davul, trampet gibi şeylere vurmaya mahsus ip veya çomak.
  • Kamçı, örme kırbaç.
  • Demet, bağ, paket.

türktaz / türktâz / تركتاز

  • Koşup saldırarak yağma etme. (Farsça)
  • Çapul, çapulcu. (Farsça)
  • Koşturma, koşma. (Türkçe - Farsça)
  • Yağmalama. (Türkçe - Farsça)

ücümm

  • Medine ehlinin taştan yaptıkları hisar.
  • Sığınacak yer.
  • Damlı dört köşeli ev.

urba

  • (Aslı dır.) İtl. Esvab, elbise.
  • Arabçada: Ukde, köstek, büklüm, düğüm.
  • Zekâvet.
  • Mekir, hile.

utum

  • Taş duvar. Taş yapı.
  • Köşk, kasr.

uzlet / عزلت

  • Yalnız başına yaşama, insanlardan ayrılarak bir köşeye çekilme.
  • Köşesine çekilme. (Arapça)

uzletgah / uzletgâh

  • Oturulan tenhâ yer. Yalnızlık köşesi. (Farsça)

uzletgüzin / عزلت گزین

  • Tenhada yaşayan, yalnızlık köşesine çekilen. (Farsça)
  • Köşesine çekilen, münzevi. (Arapça - Farsça)
  • Uzletgüzin olmak: Köşesine çekilmek. (Arapça - Farsça)

uzletnişin

  • Tenha bir köşeye çekilip yalnız yaşayan. (Farsça)

vücud-u kasr

  • Köşkün, sarayın varlığı.

yele

  • Kuvvetle saldıran. (Farsça)
  • Otlağa salınmış hayvan sürüsü. (Farsça)
  • Koşan, koşucu, seğirten. (Farsça)
  • Bazı hayvanların ensesindeki kıllar. (Farsça)

zaviye / zâviye / زاویه

  • Köşe.
  • Küçük tekke.
  • İki çizginin birleşmesi ile hasıl olan köşe, şekil.
  • Mat: Birbiriyle kesişen iki satıh veya iki çizginin birleştiği yerde meydana gelen açıklık. Açı. Açı ölçü birimi 360 eşit parçaya bölündüğü takdirde "derece", 400 eşit parçaya bölündüğü takdirde "g
  • Açı. (Arapça)
  • Köşe. (Arapça)
  • Küçük tekke. (Arapça)

zaviye-i vahşet / zâviye-i vahşet

  • Vahşet köşesi.

zemel

  • Bir yanı üzerine çöküp öbür yanını yukarıya kaldırarak koşmak.
  • Devenin ayağına ârız olan aksaklık.
  • Su tulumunun sarkması.

zemzem

  • Kâbe-i muazzamanın Hacer-ül-esved köşesi karşısındaki kuyudan çıkan mübârek su.

zemzem kuyusu

  • Kâbe-i muazzamanın Hacer-i esved köşesi karşısında bulunan, mübârek suyun çıktığı kuyu.

zevaya / zevâyâ / زوایا

  • (Tekili: Zâviye) Zaviyeler. Açılar. Köşeler. Tekyeler.
  • Açılar. (Arapça)
  • Köşeler. (Arapça)
  • Küçük tekkeler, zaviyeler. (Arapça)

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın