REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Körk ifadesini içeren 507 kelime bulundu...

adem-i tahavvuf

  • Korkusuzluk.

adem-i tahavvüf

  • Korkusuz olma.

ahd u eman / ahd u emân

  • And ve emniyet, korkusuzluk, güvenlik.

ahşa

  • Pek korkunç. Çok korkunç. Çok korkunç yer.

ahu-dil

  • Ceylan yürekli. (Farsça)
  • Mc: Korkak. (Farsça)

ahudil / âhûdil / آهودل

  • Ödlek, korkak. (Farsça)

ahvef / اخوف

  • En korkak.
  • Çok korkunç.
  • En korkunç. (Arapça)

akabe

  • (Çoğulu: Akabât) Bâdire. Sarp ve çıkılması müşkül yokuş.
  • Tehlikeli geçit. Dar ve iki tarafı pusu yeri olan boğaz.
  • Muhatara, tehlike.
  • Hastalığın veya başka bir halin en tehlikeli ve korkulur süresi.
  • Kızıldenizin kuzey ucunda, Süveyş'in doğu tarafında bulunan da

akar

  • Köşk, yüksek bina.
  • Bâbil vilayetinde bir yer adı.
  • Dehşetli olmak. Yaralamak. Boğazlamak.
  • Korku ve dehşetten kişinin ayakları titreyip dövüşememesi.

amin / âmin

  • (Emn. den) Gönlü müsterih, kalbinde korku bulunmayan.
  • Emniyet ver.

amine / âmine

  • Emin olan. Kalbinde korku olmayan kadın.
  • Peygamberimiz Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın öz annesinin adı. Yirmi sene yaşamıştır. Hazret-i İbrahim Aleyhisselâmın dini üzere idi. (R. Aleyha)

an / ân

  • Uzağı gösteren işâret ismi. Şu. Bu. O. (Farsça)
  • Güzellik câzibesi. Melâhat. Güzellik. (Farsça)
  • Cemi edâtı. Kelimenin sonuna getirilerek cemi' yapılır. Meselâ: Âlimân: Âlimler. Anân: Onlar. Merdân: Adamlar. İnsanlar. Zenân: Kadınlar.Kelimenin sonuna getirilerek sıfat edatı yapılır: Ters: Korku. (Farsça)

asa / asâ

  • (Fiil veya harftir) Ümid veya korku bildirir. Şek ve yakin manalarına delalet eder; (ola ki, şayet ki, meğer ki, olur, gerektir) manalarına gelir. Ekseri, (lâkin) (leyte) mânasına temenni için kullanılır. Hitab-ı İlahî kısmında yakîn ve vücubu ifade eder.

asale

  • Zehiri çok tesirli ve korkunç olan yılan.

asayiş

  • Emniyet, güvenlik, korku ve endişeden uzak hâl. Kanun, nizam hakimiyeti. İnsan cemiyetlerinde iktidar, hâkimiyet, bir zümrenin, bir sınıfın elinde olmaktan kurtulamamasından ve bir kısım insanlarca yapılan, istedikleri zaman değiştirilen kanunlara diğer insanların saygısı temin edilemediğinden asayi (Farsça)

bak / bâk / باک

  • Korku, havf, çekinme, sakınma. (Farsça)
  • Korku. (Farsça)

bavehim / bâvehim

  • Vehim ve korku ile, şüpheyle.

be's

  • Azab, şiddet. Korku.
  • Zarar, ziyan.
  • Zorluk, meşakkat, zahmet.
  • Fenalık. (Arapçada: "Savaşta şiddetli harekette bulunmak veya sıkıntı ve fakirlikten fenâ durumda olmak" mânâlarına gelir.)

bebr

  • Kaplana benzer, ondan daha büyükçe ve pek yırtıcı bir canavar ki, Hindistanda ve Afrikada bulunur. Saldırdığı zaman derisindeki tüyleri kabarıp korkunç bir manzara arzeder. Arslanı bile korkutur bir hayvandır. (Farsça)

bed-buk

  • Hâin, korkak. (Farsça)

bed-dil

  • Korkak, yüreksiz. (Farsça)

bed-fercam

  • Sonu kötü. Sonu korkulu ve lânetlenmiş olan. Akibeti fena. (Farsça)

bedzehre

  • Korkak, yüreksiz, ödlek kimse. (Farsça)

beis-be's

  • Zarar, ziyan.
  • Korku, azap, sıkıntı, fenalık.
  • Kuvvet, kudret.

berk-i süyuf

  • Kılıçların şimşeği, kılıç korkusu.

bi-ciğer / bî-ciğer

  • Korkak, ciğersiz, yüreksiz. (Farsça)

bi-dil / bî-dil

  • Ürkek, korkak. (Farsça)
  • Âşık. (Farsça)
  • Kalbsiz, gönülsüz. (Farsça)
  • Nüktesiz. (Farsça)

bi-perva / bî-perva

  • Korkusuz. Pervasız. (Farsça)

bila-perva / bilâ-perva

  • Korkusuz.

bilaperva / bilâperva / bilâpervâ / بلاپروا

  • Korkusuz.
  • Pervasız, korkusuz.
  • Korkusuzca. (Arapça - Farsça)

bim / bîm / بيم

  • Korku, havf. (Farsça)
  • Tehlike. (Farsça)
  • Korku. (Farsça)

bim ü ümid

  • Korku ve ümid.

bim-i can / bim-i cân

  • Can korkusu, ölüm korkusu.

bim-nak

  • Korkmuş. (Farsça)

biperva / bîperva / bîpervâ / بى پروا

  • Korkusuz.
  • Korkusuz. (Farsça)
  • Çekinmeden. (Farsça)

çağz

  • Kurbağa. (Farsça)
  • Korku, havf. (Farsça)
  • Kapandığı halde hâlâ içinde cerahat bulunan yara. (Farsça)
  • Ah ü fizar. İnilti. (Farsça)

cahb

  • (Çoğulu: Echibe) Ebücehil karpuzu.
  • Korkudan dolayı kederli olmak.

casum / casûm

  • Korkulu rü'ya, kâbus.

ce's

  • Korkutmak, tahvif.

ceban

  • Korkak, ürkek.

cebanet / cebânet / جبانت

  • Korkaklık, ürkeklik. Korkulmayacak şeylerden bile korkmak.
  • Korkaklık, ürkeklik.
  • Korkaklık.
  • Korkaklık. (Arapça)

cebin / cebîn / جبين / جَبِينْ

  • (Cebân) Korkak. Cesaretsiz.
  • Alın.
  • Korkak, cesaretsiz.
  • Korkak.
  • Korkak. (Arapça)
  • Korkak, yüreksiz.

celaleddin-i harzemşah

  • (Vefâtı M.: 1231) Mengü berdi (Allah verdi) ismi de verilir. Harzemşah soyunun 7nci ve son hükümdarıdır. Tarihte cesaret ve irfanı ile tanınmıştır. O zamanın deccalı olan Cengiz'in kahır ve şiddeti karşısında İrân ve Turân korku ve zillete düştüğünde Celâleddin, Cengiz'in ordularını müteaddit defala

cesaret / cesâret

  • Cesurluk, yiğitlik, korkusuzluk.
  • Yüreklilik, korkusuzluk.

cesaret-i medeniye

  • Her türlü baskılara karşı çekinmeden hakikatı söylemek. Müsbet harekette korkmamak. Haklı olduğu bir mes'elede korku göstermemek. İçtimai münasebetlerde girişkenlik.

cesurane / cesurâne

  • Cesurca, korkusuzca.

cezalet

  • Rekâketsiz ifade.
  • Güzellik.
  • Müdebbirlik, akıllılık.
  • Azim, büyük.
  • Edb: Kelimeler, ince veya sert söylenişlerine göre; elfâz-ı cezle veya elfâz-ı rakika diye ikiye ayrılır. Elfâz-ı cezle: Söylenişte tatlılığı bulunan veya heybet, ululuk, çarpışma, korkutma, yıld

cüba'

  • Korkak.

cübcübe

  • (Çoğulu: Cebâcib) Korkutmak.
  • Yağ koymağa mahsus deri zenbil ve büyük desti.
  • Çok su.
  • Erimiş yağ.

cübn / جبن

  • (Cübün) Ürkeklik. Korkaklık. Korkak olmak.
  • Peynir.
  • Korkaklık.
  • Korkaklık. (Arapça)

cübne

  • Korkaklık.

cür'et

  • Yiğitlik, cesaret. Korkmayarak ileri atılmak.

dabs

  • Ahlâkı kötü ve korkak olmak.
  • Anlaması, idrâki az olmak.

dah

  • Hizmetçi, uşak, cariye. (Farsça)
  • On (10). Aşer. (Farsça)
  • Korkak. Alçak, aşağılık, âdi kimse. (Farsça)

dahiye / dâhiye

  • Korkunç belâ.

dahül

  • Bostan korkuluğu. (Farsça)

daire-i takva / daire-i takvâ

  • Takvâ dairesi; Allah'tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uyma dünyası.

dehhaşe

  • Çok fazla derecede korkunç, dehşet verici.

dehşet / دهشت

  • Korkup kaçılacak şey. Ürkmek, şaşmak. Korku ve telâş içinde olmak.
  • Korku, ürkme.
  • Ruhu birden kaplayan korku.
  • Korkma.

dehşet-efşan

  • Korkunç, korku ve dehşet saçan, ürkütücü. (Farsça)

dehşet-engiz

  • Çok dehşet verici. Çok korkutucu. (Farsça)

dehşetengiz

  • Korku verici.

dehşetli

  • Korkunç.

derece-i takva / derece-i takvâ

  • Allah'tan korkma derecesi.

dev

  • Masallarda geçen korkutucu varlık.

dram

  • yun. Korkunç ve kanlı tiyatro piyesi.
  • Müthiş bir vakıa. Musibet, felâket. Heyecan uyandıran hâdise veya hareket.

ebz

  • Ürkme, korkma. Kaçma, kaçış.
  • Aniden, birdenbire ölmek.

efşal

  • (Tekili: Feşil) Korkaklar, cesaretsizler.

efza'

  • (Tekili: Fezâ) Korku ile bağırıp çağırmalar.

ehl-i takva / ehl-i takvâ

  • Takvâ sahipleri; Allah'tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uyan kimseler.

ehl-i takva ve salahat / ehl-i takvâ ve salâhat

  • Allah'tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uyan ve dindarlıkta çok ileri olan kimseler.

ehl-i takva ve vicdan / ehl-i takvâ ve vicdan

  • Allah'tan korkan, emirlerine bağlı olan dindar kimseler ve vicdan sahipleri.

ehlitakva

  • Allahtan korkup günahtan sakınan kimseler.

ehval / ehvâl

  • (Tekili: Hevl) Korkular. Korkulacak hâller. Fenalıklar.
  • Korkular.
  • Korkular.

ehval-i haşir

  • Haşir meydanının verdiği korkular, korkulu hâller.

ehval-i muhavvifane / ehvâl-i muhavvifane

  • Dehşetli korkular.
  • Dehşetli korkular.

ehvel

  • Korkunç nesne.

eman / emân

  • Korkusuzluk.
  • Af ve yardım dileme. Eminlik.
  • Eminlik, korkusuzluk.
  • Korkusuzluk, emniyet, güven.
  • Bir kimseye veya düşmana; söz, işâret veya yazı ile, mal ve can güvenliğinin emniyet (güven) altında olduğunu bildirme.
  • Müslüman olmayan bir kimsenin İslâm memleketine girmesi için kendisine verilen müsâade, izin.
  • Eminlik, korkusuzluk.
  • Aman dileme.
  • Şikayet.
  • Rica.

emani

  • Emniyetler. Niyetler, gayeler, istekler. Arzular, dilekler. (Farsça)
  • Eminlik, korkusuzluk. (Farsça)

emin

  • Kalbinde korku ve endişesi olmayıp rahatta olan. Korkusuz.
  • Kendisinden korkulmayan.
  • Kendine inanılan. İtimat edilen.
  • İnanan, güvenen.
  • Çok iyi bilen, şüphe etmeyen.

emn

  • Eminlik, korkusuzluk.
  • Eminlik. Korkusuzluk. Emniyet. Bir şeye itimad etmek. İnsanda doğruluk ve imandan ileri gelen yüksek bir meleke ve kabiliyet. Rahatlık.

emn ü asayiş / emn ü âsâyiş

  • Eminlik ve rahatlık, korkusuzluk, tehlikesizlik, güvenlik.

emn ü eman / emn ü emân

  • Korkusuzluk ve emniyet hâli.
  • Emniyet ve korkusuzluk.

emn ü eman ü emniyet / emn ü emân ü emniyet

  • Emniyet, korkusuzluk ve güvenlik.

emniyet

  • (Emniyyet) : Eminlik, emin olma hâli, korkusuzluk, tehlikesizlik.
  • İtimad, güvenme, inanma.
  • Polis ve zabıta teşkilâtı.

emniyet-i tamme / emniyet-i tâmme

  • Tam bir emniyet ve korkusuzluk.

endaz

  • Atan, atmış, atıcı mânasında birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Dehşet-endaz : Dehşet verici, korkutucu. (Farsça)

endişe

  • Korku. Düşünce. Merak, keder, kuruntu. (Farsça)

endişe-i mevt

  • Ölüm endişesi. Ölüm korkusu.

erva'

  • Çok güzel olan genç.
  • Son derece yiğit, cesur ve bahadır adam.
  • Korkmak.

etka

  • (Taki. den) Allah korkusu ile günahtan çok fazla çekinen. Haram veya helâl olduğunu iyice bilmediği şüpheli şeyleri yapmayan. Günah işlemeyen. Her şeyde Cenab-ı Hakk'ın rızasını gaye ve maksad edinen.

evcel

  • Çok korkak adam. Cesaretsiz kişi.

eyne'l-meferr

  • 'Nereye kaçayım?' mânâsına gelen korku ifadesi.

faite / fâite

  • Gaflet, uyku, unutmak, hastalık, düşman korkusu gibi bir özürle kaçırılan farz veya vâcib namaz.

faiz

  • (Fevz. den) Dilediğine eren. Başaran. Korktuğundan kurtulan. Üstün gelen. Necat bulan.
  • Kapının üstündeki eşik.

fakfaka

  • Köpeğin korkudan ürümesi.

fazi' / fazî'

  • Korkulu nesne.

fazu'

  • Çocukları korkutmak için yapılan çok korkunç suret.

feci' / fecî' / فجيع

  • Çok kötü, korkunç. (Arapça)

ferak

  • (Çoğulu: Efrâk) Korku.
  • Büyük ölçek.

ferc

  • Yarık, çatlak. Korkulacak yer.
  • Ud yeri. Dişi tenasül âleti.

feruka

  • Böğürün yağı.
  • Korkak kişi.

feşel

  • (Çoğulu: Efşâl) Korkak olmak.

feşil

  • (Çoğulu: Efşâl) Korkak, cesaretsiz, yüreksiz.

feza' / fezâ'

  • Korku. Havf.
  • Sığınma, dehalet.
  • Uykuda şiddetli korku ile uyanmak.
  • Korkma, dayanamama, ümitsizlik.

fırtına

  • Şiddetli rüzgâr, korkutucu dalgalanma.

fobi

  • (Fobya) Bâzı hal veya şeylere karşı duyulan hastalık halindeki korku. (Fransızca)
  • Bazı şeylere karşı duyulan korku.

gayya

  • Cehennemin beşinci tabakasındaki çok korkunç bir kuyunun adı. İçine düşenin kolay kolay kurtulamıyacağı korkunç yer.

gözdağı

  • Mc: Birini istenilen yola getirmek için samimi olmayan şiddet gösterişleriyle korkutmak ve tehdit etmek. (Türkçe)

gul

  • İnsanın gördüğünü sandığı korkunç hayâlet.

gulyabani / gulyabânî

  • İnsanın gördüğünü sandığı korkunç hayalet, hayâlî varlık.

hachace

  • Korkudan melul olmak.
  • Sırrını demek isteyip yine dememek.

haif / hâif / خائف

  • (Havf. dan) Korkan. Korkmuş olan.
  • Korkak.
  • Korkan, korkak.
  • Korkak. (Arapça)

haifane

  • Korkakcasına, ödlekçesine.

haifen / hâifen / خائفا

  • Korkarak, korkakçasına.
  • Korkarak. (Arapça)

hail / hâil / هائل

  • Korku ve dehşet veren.
  • Korkunç. (Arapça)

hal / hâl

  • Durum, vaziyet, tavır. Tasavvuf yolunda bulunan kimsenin kalbine gelen sevinç, hüzün, darlık, genişlik, arzu ve korku gibi mânâlar. Bunlar kulun gayreti ve çalışması olmadan kalbe gelir. Bu yönden makam ile arasında fark vardır. Makam, tasavvuf yolun da bulunan kimsenin çalışmakla kazandığı mânevî d

hal-i haşiane / hal-i hâşiâne

  • Huşu içinde, Allah'tan korkmayı ve alçakgönüllülüğü gösteren hal.

harak

  • Korkudan veya utanmaktan dolayı dehşet içinde kalmak.

haşin

  • Korkak, korkan.

haşyet / خشيت

  • Korku ve dehşet.
  • Hürmetle karışık korku.
  • Korku, ürperti.
  • Sevgiyle karışık korku.
  • Korkma. (Arapça)

haşyeten

  • Ürkerek, korku ile.

haşyeten lillah

  • Allah için korku.

haşyetengiz / خشيت انگيز

  • Korku salan, korkunç. (Arapça - Farsça)

haşyetullah

  • Allah korkusu.
  • Allah korkusu.

hatar

  • Tehlike. Uçurum, Emniyetsizlik. Korku.

hatarkar / hatarkâr

  • Hatarlı, korkulu. (Farsça)

hatarnak / hatarnâk

  • Korkunç, korkulu, tehlikeli. (Farsça)

hatir

  • Muhâtaralı, tehlikeli, korkulacak durum. Büyük ve şerefli kimse.

havf / خوف / خَوْفْ

  • Korku, korkutmak.
  • Korku.
  • Korku, korkma.
  • Korku.
  • Korku.
  • Korku. (Arapça)
  • Havf eylemek: Korkmak. (Arapça)
  • Korku.

havf eden

  • Korkan.

havf etmek

  • Korkmak.

havf ve reca / havf ve recâ

  • Korku ve ümit.
  • Korku ve ümid. (Hem yaşama ümidi, hem de ölüm korkusu. Yahut, affedilmesi ümidi veya cehenneme gitmek korkusu.)
  • Korku ve ümit.

havf vereca / havf verecâ

  • Allahü teâlâdan korkmak (havf) ve rahmetini ümid etmek (recâ).

havf-ı ar / havf-ı âr

  • Utanma korkusu.

havf-ı bari / havf-ı bâri

  • Allah korkusu.

havf-ı fakr

  • Fakirlik korkusu.

havf-ı memat

  • Ölüm korkusu.

havf-ı mevt / خَوْفِ مَوْتْ

  • Ölüm korkusu.

havfen

  • Çekinerek, korkarak, havf ederek, korku ile.

havfnak / havfnâk / خوفناک

  • Korkulu, korkutan, korkunç. (Farsça)
  • Korkulu. (Arapça - Farsça)

havfullah

  • Allah korkusu.
  • Allah korkusu.

haviye

  • (Sukut mânasından) Cehennem'in 7. tabakası. En korkunç yer.

havl

  • Kuvvet, korku.

haya

  • Hicab, utanma, edeb, ar, namus. Allah korkusu ile günahtan kaçınmak.

hayal-i hail / hayal-i hâil

  • Korku ve dehşet veren hayal.

hayla'

  • Cin taifesinden bir nesne.
  • Sırtlan.
  • Korku.

haylulet

  • Kibir.
  • Taazzum. Gurur.
  • Su-i zan.
  • Korkmak. Tevehhüm etmek.

haymume

  • Korkaklık, cübün.

hazır

  • Hazer eden. Korkup çekinen.

hazir

  • Korkan, korkak,

hebit

  • Korkak kimse.

hedd

  • Binayı gürültüyle yıkıp göçürmek. Çok ihtiyarlayıp düşkün hâle gelmek.
  • Zayıf ve korkak.

hela'

  • Korku.
  • Feryad.
  • Hırs.

helak

  • Yıkılma, bitme, mahvolma.
  • Harislik ve pek düşkünlük.
  • Azab. Korku, havf.
  • Fakr.

helel

  • Örümcek ağı.
  • Korku.
  • Yağmur evveli.

heri'

  • Acele, sür'at.
  • Akıcı kan.
  • Korkak kimse.
  • Zayıf kimse.

hevl / هول / هَوْلْ

  • Korku. Korku verici.
  • Ürkmek. Dehşet. Yılgınlık. İhtilâl-ı dimağ (beyindeki bozukluk) sebebi ile bâzı hayâli suretler tevehhüm ederek ondan korkmak.
  • Korku. (Arapça)
  • Korkma, korku.

hevl-aver / hevl-âver

  • Korkunç, korku getiren, korku veren. (Farsça)

hevl-engiz

  • Korkunç korkulu. (Farsça)

hevl-nak / hevl-nâk

  • Korkulu, korkunç. (Farsça)

hevlnak / hevlnâk / هولناک

  • Korkunç. (Arapça - Farsça)

hey'

  • Gönül dönmek.
  • Yaramaz gönüllü olmak.
  • Korkak olmak.

hey'a

  • Yere dökülen birşeyin akması.
  • Korkutucu ses.

heyban

  • Korkunç, korku getiren.
  • Çok utangaç çekingen.
  • Korkak.
  • Çoban.

heybet / هَيْبَتْ

  • Hürmetle beraber koruk hissini veren hal. Sakınıp korkulacak hal. Azamet.
  • Hürmetle beraber korku veren hâl.
  • Hürmetle karışık korku uyandıran hâl.
  • Korku ve hürmet hissini uyandırma.

heybub

  • Korkak.

heyra'

  • Korkak, ahmak kimse.

heyula / heyûla

  • Zihinde tasarlanan korkunç hayal.
  • Gösteriş ve iriliği olduğu halde hiçbir te'siri ve değeri olmayan şey.
  • Eski felsefede: Eşyanın aslı ve gerçek olan kısmı. Madde.
  • Korkutucu hayâl, felsefede eşyanın aslı kabul edilen şey.

hiras / hirâs / هراس

  • Korku. Şaşırıp bozulmak, ürküp çekinmek. (Farsça)
  • Korku. (Farsça)

hirasan

  • Korkak, ürkek, korkan, çekinen. (Farsça)

hirase

  • Bostan korkuluğu. Korkutacak şey. (Farsça)

hirdebe

  • Korkak, ihtiyar, yaşlı kimse.

hiss-i havf

  • Korku damarı, duygusu.

hıyfet

  • Korku. Gizlilik ve havf.

hudu' / hudû'

  • Boyun eğmek, alçak gönüllülük. Kalbde devamlı olan Allah korkusu. Allahü teâlâya itâat etmek.

huml

  • Kaçmak.
  • Korkmak.

huşşa'

  • (Haşi') Huşu içinde olanlar. Gözleri korku ve saygı ile düşkün bir hâlde olanlar.

huşu / huşû / خشوع

  • Korkuyla karışık sevgiden gelen edepli hal.
  • Gönül alçaklığı, tevazu.
  • Korku ile sevgi arası durum, saygı.
  • Sevgiyle karışık korku.
  • Alçakgönüllülük. (Arapça)
  • Tanrı'ya karşı korku ve saygı duyma. (Arapça)

huşu' / huşû'

  • Alçak gönüllülük. Hayâ etmek ve mütevazi olmak. Korku ile karışık sevgiden gelen edebli bir hâl. Yüksek ve heybetli bir huzurda duyulan alçak gönüllülük. Sükun ve tezellül.
  • Tevâzû, alçak gönüllülük. Hakk'a boyun eğmek. Korku ve sevgiden meydana gelen edebli bir hal.

hüyu'

  • Korkaklık.

i'ad / i'âd

  • Cehennem vs ceza ile korkutma, tehdit etme.

iad

  • Korkutmak, tehdit etmek. Vaidde bulunmak.

ibrak

  • Av hayvanlarını ürkütüp korkutmak.
  • Koyun kurban etmek.
  • Şimşek çakmak.

ical

  • Korkutmak.

icas

  • Gönlüne korku düşürmek.

icfil

  • Yaşlı kadın, ihtiyar kadın.
  • Korkak adam.

id'ad

  • Korkutmak.

idhaş

  • Korkutma, dehşet verme, dehşetlendirme.

ifrit / ifrît / عِفْر۪يتْ

  • Cin taifesinden çok muzır, şerir ve korkunç bir cins.
  • Mc: Korkunç, kızgın ve öfkeli insan.
  • Cinlerin azgın, en zararlı, şerli, korkunç ve kuvvetli cinsi.
  • Çok zararlı ve korkunç cin.

ifza'

  • Korkutmak.
  • Güç olmak.
  • Medet etmek, yardım etmek.
  • Korkutmak.

igbab

  • Korkmak.
  • Bir gün görüp bir gün terketmek.

ıhafe

  • Korkutmak.

ihafe / ihâfe

  • Korkutmak. Havf ettirmek.
  • Korkutma.
  • Korkutma.

ihcam

  • Bir şeyden korkarak vaz geçme, dönme. cayma. Men olunma.

ihtiyal

  • Korkma, havfetme.

ikrah-ı mülci / ikrâh-ı mülcî

  • Mülcî ikrâh. Bir kimseyi ölümle veya bir uzvunu (organını) yok etmekle, şiddetli dövmekle veya bütün malını telef etmekle (zarar vermekle) korkutarak rızâsı dışında bir işi zorla yaptırmak.

iktirab

  • Tasalı ve gamlı olma. Korkulu ve hüzünlü bulunma.

ilm-i nafi' / ilm-i nâfi'

  • İnsana aczini, kusurunu, Rabbinin büyüklüğünü bildiren, kalbde Allah korkusunu ve mahluklara karşı tevâzû, alçak gönüllülüğü artıran, kul haklarına ehemmiyet vermeyi temin eden sonsuz seâdeti (mutluluğu) ve Allahü teâlânın rızâsını kazanmaya vesîle olan ilim.

imamü'l-müttakin / imâmü'l-müttakîn

  • Allah'tan korkan takvalıların önderi.

indihaş

  • Çok korkma, dehşete düşme.

inzar / inzâr

  • Uyarma, korkutma.
  • Korkutmak, sakındırmak.
  • Korkutma.

ir'ad

  • Tehdid etmek, korkutmak. Muztarib etmek.
  • Kılıç parlatmak.
  • Kadın yüzünü kendisi açmak.

irhab

  • Korkutma veya korkutulma.
  • Kaçırma.

irtiab

  • (Ru'b. dan) Ürkme, korkma.

irtiya'

  • Ürkme, korkma.

ırzal

  • Bağcıların arslan korkusundan dolayı ağaçların üzerinde yaptıkları yatak.
  • Avcıların, yatağında topladıkları kuru ot.

işfak

  • Acıyarak sakınma. Şefkat ve inayet etme.
  • Sevme.
  • Sakınma ve korkma.
  • Azaltma.
  • Lütfetme, bağış, ihsan.

istidad-ı isyan ve tehevvür

  • Maddî veya mânevî hiçbir şeyden korkmama ve isyan etme yeteneği.

istiktal

  • Ölümden korkmayarak kendini tehlikeye atma. Tehlikeli işlere yiğitçe atılma.

istirhab

  • Korkutma veya korkutulma.

ittika / ittikâ

  • Korkup sakınma.
  • Allahü teâlâdan korkma, haramlardan, günâhlardan sakınma.

iza'

  • İyiliğe, iyilikle mukabele etme.
  • Korkma, havfetme.

ızbandut

  • Eskiden Rum korsanlarına verilen addır.
  • Haydut, yolkesen, şaki, eşkiya.
  • İri vücutlu, korkunç.

izra'

  • Korkutma.
  • Çok fazla medhetme, aşırı derecede övme.
  • Altun arama.

jegand

  • Sağlamlık, metanet. (Farsça)
  • Vahşi ve yırtıcı hayvanların korkunç sesi. (Farsça)

ka'ka'

  • Korkak, zayıf kişi.

kabadayı

  • Mc: Cesur, kahraman, cengâver. Eskiden kabadayılar ağırbaşlı, fenalıktan kaçınır, iyiliği sever insanlar oldukları için muhitlerinde hürmet görürlerdi.
  • Kimseden korkmaz görünerek şuna buna meydan okuyan kimse, yiğit taslağı.

kabus / kâbus

  • Uykuda ağırlık basması. Korkulu ve insanda hareket bırakmayan rüya. Karabasan.
  • Sıkıntı ve korku veren.
  • Korkulu rüya.

kalp

  • t. Hileli. Sahte. Taklit.
  • Yalandan cesaret satan korkak adam.
  • Yalancı. Kendisine güvenilmez olan.

karabasan

  • t. Kâbus. Sıkıntılı ve korkunç rüya.
  • Bir kimsenin içine düştüğü pek sıkıntılı ruh durumu.

kefeteyn-i havf ü reca / kefeteyn-i havf ü recâ

  • Ümit ve korku kefeleri, dengeleri.

kefeteyn-i havf u reca / كَفَتَيْنِ خَوْفُ و رَجَا

  • Korku ve ümit kefeleri.

kemal-i zühd / kemâl-i zühd

  • Allah korkusuyla tam olarak günahlardan kaçınıp kendini ibadete verme.

keu'

  • Korkak olmak.

kev'

  • Vurmak.
  • Korkmak.

kırla

  • Bir kuş cinsidir ve sulardan balık avlar; derler ki su içine girdiğinde bir gözüyle üstünü gözler, bir gözüyle su içinde avını gözler. Gayet korkak bir kuştur.

kırn

  • Korkak.

kiyae

  • Zayıflık.
  • Korkaklık.

kufuf

  • Kişinin korkudan tüyü ürperip kalkmak.

la'

  • Korkak.

lakit / lakît

  • Geçim sıkıntısı veya nâmus korkusu (zinâ ithamlarından kaçınmak) için terkedilmiş, bir yere bırakılmış çocuk.

mahafet

  • Korku. Korkmak.

mahafetullah

  • Allah korkusu.

mahavif

  • (Tekili: Mahuf) Tehlikeli ve korkulu yerler.

mahazir

  • (Tekili: Mahzur) Korkulacak ve sakınılacak şeyler. Maniler, engeller.

mahuf / mahûf

  • Korkulu. Tehlikeli.
  • Tehlikeli, korkulan.
  • Korkulu.
  • Korkutan, tehlikeli.

mahzur

  • Sakınılacak, korkulacak şey, engel, sakınca.
  • Hazer edilecek şey. Özür. Korkulacak şey. Müsaade olmayan. Mâni. Çekinilecek şey.

makam-ı terhib ve tehdit

  • Korkutma ve tehdit makamı.

masi / masî

  • Pervasız, korkusuz. (Farsça)

me'mun

  • Emin. Mahfuz. Korkusuz. Emniyyet verilmiş. Sağlam. Tehlikeden azâde olan.
  • Abbasi halifelerinden Hârun Reşid'in kendisinden ve kardeşi Eminden sonra hükümdar olan oğlunun adı.

me'mun-ül akibe / me'mun-ül âkibe

  • Akibetinden emin. Sonu emin, korkusuz.

medhuş

  • Dehşete uğramış. Şaşırmış. Korkmuş.

mefaz

  • Feyz, halâs, zafer.
  • Korkulardan, acılardan kurtulup murada ermek.

mefza'

  • Korku. Korku yeri.
  • Sığınacak yer.

mehabet / mehâbet

  • Heybet.
  • Hürmetle karışık korku.
  • İhtiram. Azamet. Büyüklük.
  • Azamet, ululuk, korkunçluk.
  • Saygı ve sevgiyle karışık korku.

mehafet / mehâfet

  • Korku.

mehafetullah / mehâfetullah

  • Allah korkusu.
  • Allah korkusu.
  • Allah korkusu.

mehail

  • (Tekili: Mehil) Tehlikeli ve korkunç yerler.

mehal

  • Süre, mühlet, vâde.
  • Korku yeri.

mehalik

  • (Tekili: Mehleke) Tehlikeler. Tehlikeli işler. Korkulan yerler.

mehavif

  • Korkulu yerler.

mehbut / mehbût

  • Korkudan şaşırmış. Hayret ve korkuya kapılmış.
  • Korkudan şaşıran.

mehib / mehîb

  • İnsanın kendisinden korktuğu. Heybetli, azametli, korkunç kimse.
  • Arslan, esed, gazanfer.
  • Korkulan.

mehil / mehîl

  • Korkulu yer. Korkunç ve tehlikeli yer.

mehme

  • (Çoğulu: Mehâme) Irak, uzak.
  • Issızlık.
  • Korkunç sahrâ. Büyük çöl.

mehub

  • Heybetli. Azametli. Korkunç.
  • Arslan.

mêmun / mêmûn

  • Emin, korkusuz.

menhub

  • Korkak adam.
  • Muhtar, müntehab, seçkin.

mer'abe

  • Ansızın olarak birdenbire korkutmak.
  • Tenha ve korkunç yer.

mer'ub

  • (Ru'b. dan) Ürkmüş, korkmuş.

mer'uben

  • Ürkerek, korkarak, korku ile.

merhub

  • Korkulan ve kendisinden kaçılan şey.
  • Aslan.

meşduh

  • Şaşkın, şaşırmış. Ürküp korkmuş.

meşhum

  • Cesaretli. Sözü geçer kimse. Zeyrek. Zeki. Akıllı.
  • Korkmuş. Korkutulmuş.
  • Çok güzel hareketli at.

mest-i harab / mest-i harâb / مست خراب

  • Körkütük sarhoş. (Farsça - Arapça)
  • Mest-i harâb olmak: Körkütük sarhoş olmak. (Farsça - Arapça)

mevbik

  • (Çoğulu: Mevbikat) Korkulu yer.

mevbikat

  • (Tekili: Mevbik) Korkulu yerler.

mevcudat-ı dehhaşe-i seyyale-i mütemevvice

  • Dalgalar hâlinde sürekli akıp gitmekte olan pek korkunç varlıklar.

mevt-alud

  • Ölüm gibi. Ölümlü. Korkunç. Ölü gibi. (Farsça)

mevt-i hail / mevt-i hâil

  • Korkunç ölüm.

mez'ur

  • (Mez'ure) Korkmuş, çekinmiş.

micdar

  • Bostan korkuluğu. Korkuluk.

mü'min

  • Allah'a ve emirlerine, kanunlarına iman eden. İnanan. Allah'a, âhirete, kitablarına, meleklerine, peygamberlerine ve kadere iman edip itaat eden kimse.
  • Emniyete kavuşan.
  • Korkulardan emniyet veren (Allah C.C.)

müdhiş

  • (Müthiş) Dehşet veren, korkutan.
  • Korkunç.
  • Müthiş, korkutan.

müdhişe

  • Korkunç, ürküten, ürkütücü.

müfşil

  • Korkutucu, korkutan.

muhab

  • Kendisinden ürkülüp korkulan.

muhaba

  • Korku, perva, havf, çekingenlik.

muhannes

  • Kadınlaşmış erkek. Alçak tabiatlı.
  • Korkak. Nâmerd. Kalleş.

muhaşşi / muhaşşî

  • (Haşyet. den) Korkutan, ürküten.

muhatara / muhâtara

  • Tehlike. Korkulacak hâle tutulmak.
  • Zarar. Ziyan. Korku.
  • Tehlike ve zarar ihtimali olan.
  • Korkulu durum.

muhatarat

  • (Tekili: Muhatara) Zararlar, ziyanlar, hasarlar.
  • Korkular. Tehlikeler.

muhavvef

  • Korkulu. Korkutulmuş.
  • Korkulu.

muhavvif

  • Korkutan. Korkutucu.
  • Korkutan.

muhavvifane / muhavvifâne

  • Dehşetlice. Korkutucu bir vaziyette. Korkutmak suretiyle. (Farsça)

muhazere

  • Birbirini korkutmak.
  • İhtiraz etmek.
  • Uyanık olmak.

muhazzil

  • Korkutucu.

müheddid

  • Korkutan, tehdid eden.

mühevvil

  • Korkunç. Heybetli. Azîm, çok büyük.
  • Korkunç.

müheyyib

  • Korku veren. Heybetli.

mühib / mühîb

  • Heybetli. Korkunç. Azametli.
  • Tehlikeli.

muhif / muhîf

  • (Muhife) Korkunç. Korkutucu.

muhiş / mûhiş / موحش

  • Korkutan, korku veren.
  • Korkutucu, dehşet verici.
  • Korkutan.
  • Korkunç, korkutucu. (Arapça)

münzir

  • (Nezir. den) Olacak bir şeyi haber vererek korkutan, akibetin kötülüğünü bildiren.
  • Kâfir ve münafıkların Cehennem'e gideceğini haber veren.
  • Korkutan, sakındıran.

münzirat / münzirât

  • Haber verip kötülüğünü söyleyerek korkutanlar.

mürehheb

  • Korkutulmuş, terhib edilmiş.

mürehhib

  • Korkutan, terhib eden.

mürehhibane / mürehhibâne

  • Korkuturcasına. (Farsça)

mürgdil

  • Kuş yürekli. Korkak. (Farsça)

mürta'ıb

  • Korkan, korkak.

mürteib

  • (Ru'b. dan) Korkan.

mürteid

  • (Ra'd. dan) Ürken, korkan. Korkup titreyen.

müsterhib

  • Korkutan, istirhab eden.

mütehaşşi

  • Korkan, irkilen. Hürmet ile korkup çekinen.

mütehavvif

  • Korkan. Korkak.
  • Korkan.

mütehavvifane / mütehavvifâne

  • Korkarak, havfederek, korkarcasına. (Farsça)

müteheyyib

  • Heybetlenen. Heybetli. Korku ve hürmet hissini veren.

mütenadd

  • Birbirinden ürken, korkan.

mütenemmirane / mütenemmirâne

  • Kaplanlaşarak. (Farsça)
  • Sert bir dille korkutarak. (Farsça)

mütevahhiş

  • Issız, sakin, korkulu.
  • Tevahhuş eden, ürken, korkan, yadırgayan.
  • Issız, kimsesiz, korkutucu, ürkütücü.

mütevahhişane / mütevahhişâne

  • Korkarak, ürkerek, tevahhuş ederek. (Farsça)

müthiş

  • Dehşetli, korkunç.

muttaki

  • Allah'tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uyan kimseler.

müttaki / müttakî

  • Takva ehli, Allah'tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uyan.

mütteki / müttekî

  • Takvâ sâhibi. Allahü teâlâdan korkup, haramlardan, dinde yasak edilen şeylerden sakınan.

muvahhiş / موحش / مُوَحِّشْ

  • Vahşet veren. Vahşileştiren. Korkutan. Korkutup ürküten.
  • Korkutucu, vahşet verici.
  • Korkutup ürküten.
  • Korkutucu. (Arapça)
  • Korkutan, ruha yalnızlık hissi veren.

na-huda

  • Allah'tan korkmaz. (Farsça)
  • Gemi kaptanı. (Farsça)

na-merd

  • Korkak. (Farsça)
  • İnsaniyetsiz, sözünde durmayan. Alçak, insanlık hislerinden habersiz. (Farsça)

na-merdi / nâ-merdî

  • Namerdlik, alçaklık, zillet. (Farsça)
  • Korkaklık. (Farsça)

na-perva

  • Pervasız, korkusuz, aldırışsız, çekinmez. (Farsça)
  • Sersem. (Farsça)

nafir

  • Nefret eden. Ürken, korkan. Sevmeyen.
  • Galip olan.
  • Öksürüp burnundan sümüğü saçılan koyun.

nahib

  • Korkak, cebin.

namerd / nâmerd

  • Korkak, alçak.

naperva / nâpervâ / ناپروا

  • Korkusuz, pervasız. (Farsça)

necdet

  • Yiğitlik, şecaat, kahramanlık.
  • Harp ve kıtal.
  • Yeis, korku.

nehib

  • (Nehb. den) Korku, dehşet, ürküntü.
  • Yağmacı, çapulcu.

netaic-i vahime / netâic-i vahîme

  • Vahim, korkunç neticeler.

neuzü billah / neûzü billah

  • "Allahü teâlâya sığınırız" mânâsına, tehlikeli hâllerden ve îmânı gideren şeylerden sakınma ve korkma mânâsını ifâde eden bir söz.

nevar

  • (Çoğulu: Niver) Ürkmek, korkmak.

nezare

  • Korkutmak.

nezir / nezîr

  • (Nezr. den) Bir iş için korkulacak bir şey söyleyip gözdağı vermek. İlerdeki hesap için korkutmak. ("Beşir" in zıddıdır)
  • Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâmın bir vasfı olup Allaha (C.C.) inanıp itaat etmeyenlere cehennemden haber verdiği için "Nezir" denmiştir.
  • Korkutan, cezayı haber veren.
  • Korkutan, adak.

nezr

  • Adak yâni bir isteğin yerine gelmesi ve bir korkunun giderilmesi için, farz veya vâcib olan bir ibâdete benzeyen ve başlı başına ibâdet olan bir işi yapacağına dâir Allahü teâlâya söz verme. Mutlak ve muayyen olmak üzere iki kısımdır.

nifar

  • İntikal etmek, göçmek.
  • Dağılıp kaçmak.
  • Ürkme, korkma, çekinme.
  • Nefret gösterme.

nihale

  • Yeni, taze fidan. (Farsça)
  • Avcı korkuluğu. (Farsça)
  • Sahan altlığı. (Farsça)
  • Döşenecek şey. Döşeme. (Farsça)

nizar

  • Korkutup, uygunsuz şeylerden vazgeçirmek için söylenilen söz.

nuhbe

  • Herşeyin seçkini, iyisi.
  • Seçkin, seçilmiş, müntehab, güzide.
  • Korkak.

nüzera

  • (Tekili: Nezir) Doğru yola getirmek için korkutmalar.

nüzur

  • Korkutmak.

perva / pervâ / پروا / پَرْوَا

  • Korku, çekinmek. (Farsça)
  • Alâka, ilgi, bağ. (Farsça)
  • Takat. (Farsça)
  • Durup dinlenmek. (Farsça)
  • Bilmek. (Farsça)
  • Vesvese. (Farsça)
  • Kayd. (Farsça)
  • Iztırab. (Farsça)
  • Terk, feragat. (Farsça)
  • Hayran, şaşmış. (Farsça)
  • Meyl, teveccüh, iltifat, kayırmak. (Farsça)
  • Gussalanmak. (Farsça)
  • Korku.
  • Çekinme, sakınma, korku.
  • Çekinme. (Farsça)
  • Korku. (Farsça)
  • Korku.

pervasız / pervâsız / پرواسز

  • Korkusuz.
  • Korkusuz.
  • Çekinmeyen. (Farsça - Türkçe)
  • Korkmayan. (Farsça - Türkçe)

pervasızca

  • Korkmadan, çekinmeden.

pest

  • Alçak, aşağı. Hafif, yavaş ses. (Farsça)
  • Sesi galiz, kalın ve korkunç olan. (Farsça)

pür-ateş ü hevl / pür-âteş ü hevl

  • Ateş ve korku dolu.

pür-bim

  • Korkmuş. (Farsça)

ra'd

  • Gök gürültüsü.
  • Bulutları sevk ve nezaret ile vazifeli bir melek adı.
  • Tehdit etmek, korkutmak. (Terennümat-ı hava, na'rât-ı ra'diye, nağamat-ı emvac, birer zikr-i azamet. Yağmurun hezecatı, kuşların seceatı birer tesbih-i rahmet, hakikata bir mecaz... Lemeat'tan)

ra'd-ı kasıf

  • Korkunç gök gürültüsü.

ra'did

  • Korkak.

ra'şet

  • Titreme, titreyiş.
  • Korkmak, havf ve dehşete giriftar olmak.

rahib

  • Âbid. Allah'tan (C.C.) korkan.
  • Manastırda oturan nasrani âlimi veya papazı. Keşiş.
  • Aslan.
  • Kendisinden korkulan şey. Korkulu.

raib

  • Korkmuş.
  • Semizliğinden yağı damlar olan.
  • Dolu.

rav'

  • Ürkmek, korku, halecan. Hareket-i nefsaniye. Havf.

refv

  • Sabretmek.
  • Korkudan emin etmek.
  • Islah etmek, düzeltmek.

rehb

  • Korku. Havf.

rehbet

  • Fazla korku, yılmak, çekinmek.

rehbeten

  • Korkup çekinerek, çekingenlikle.

reheb

  • Korkmak, yılmak. Çekinmek.
  • Korku, havf.

rehebut

  • Çok korkmak.

remide

  • Ürkmüş, korkmuş, çekingen. (Farsça)

rev'

  • Korku, halecan. Ürkmek.
  • Nefsanî hareket.

rev'a

  • Korkak kadın.
  • Kendisini görenleri şaşırtacak derecede güzel olan kadın veya kız. (Müz: Ervâ)REVA' : Tatlı.

ru'

  • Kalb, fuad. Kalbde korku ârız olacak yer.
  • Zihin ve akıl.

ru'b

  • Korku, havf. Korkudan dolayı iş ve hareketten kesilmek. Korkutmak.
  • Kesmek.
  • Sihir, büyü, efsun.

ru'bub

  • Zayıf, korkak kişi.

ruh

  • Can, nefes, canlılık.
  • Öz, hülâsa, en mühim nokta.
  • His.
  • Kur'an.
  • İsa (A.S.).
  • Cebrail (A.S.).
  • Korkmak.

ruhban

  • Korkmak, çekinmek, yılmak.
  • Rahib, Hristiyan din adamı.

sahib-i zühd ve takva / sahib-i zühd ve takvâ

  • Zühd ve takva sahibi; her türlü nefsanî arzulara karşı koyarak kendini ibadete veren ve Allah korkusuyla dinin yasaklarından kaçınan kimse.

saika-vari

  • Yıldırım gibi. Şiddetli korkutarak. (Farsça)

salim / sâlim

  • Sağlam.
  • Sıhhatli. Sağ. Noksansız, eksiksiz.
  • Her türlü tehlikeden uzak olan. Emin ve korkusuz olan.
  • Gr: Kelimelerdeki harfler bozulmadan cemi' eki katılarak yapılan çoğul hali. Sâlimûn, sâlihât, sâdıkûn, sâdıkât gibi yapılan cemiler.
  • İçinde harf-i illet bulunma
  • Sağlam, eksiksiz, korkusuz.

sayha

  • Şiddetli ses; korkunç gürültü.

şecaat

  • Yiğitlik, cesurluk. Korkulu anda kalb kuvveti ile cesaretini muhafaza etme. Kuvve-i gadabiyenin vasat mertebesidir.

şefak

  • Korku, havf.

segar

  • (Çoğulu: Süğür) Ön dişler.
  • Ağız. (Dar geçit ağızlarına ve diğer yerlerin boş olan korku yerlerine de denir.)
  • Yaş hıyar.

sehm

  • Ok.
  • Hisse. nasib
  • Kısım.
  • Hazine geliri.
  • Korku, dehşet.
  • Hazz.
  • Yay.
  • Dehşet, korku. (Farsça)
  • Ok, hisse, pay, nasib, kısım, hazine geliri, korku, dehşet.

şehm

  • Korku.

sehm / سهم

  • Korkunç. (Farsça)

sehm-gin

  • Korkunç, korkulu. (Farsça)

sehm-nak / sehm-nâk

  • Korkunç, korkulu. (Farsça)

sehmgin / sehmgîn / سهمگين

  • Korkunç. (Farsça)

sehmnak / sehmnâk / سهمناک

  • Korkunç. (Farsça)

selam

  • Ayıplardan, âfetten sâlim oluş. Selâmet, emniyet. Sulh. Asâyiş. Bütün korktuklarından emin olma.
  • Allah'ın (C.C.) rızasına erişmek için mü'minlerin birbirlerine yaptığı dua. Mü'minler birbirleriyle karşılaştıklarında büyük küçüğe; yürüyen durana; azlık çokluğa; hayvan veya vasıta üzer

selamet / selâmet

  • Kurtuluş, tehlikeden sâlim olmak. Korktuklarından, fenalıklardan kurtulmak.
  • Neticede imân ile kabre girmek.
  • Edb: Doğruluk, sağlamlık.
  • Her türlü korku ve tehlikeden uzak olma, kurtulma.

semud kavmi / semûd kavmi

  • Sâlih aleyhisselâmın peygamber olarak gönderildiği ve îmân etmedikleri için büyük bir sayha (korkunç gürültü) ile helâk olan kavim.

ser-endaz

  • (Çoğulu: Ser-endazân) Çekinmez, pervasız, korkusuz. (Farsça)

serbaz

  • (Çoğulu: Serbâzân) Korkusuz, cesur, cesâretli. Yiğit. (Farsça)

serbazi / serbazî

  • Yiğitlilik, cesurluk, korkusuzluk. (Farsça)

şiddet-i havf

  • Şiddetli korku.

şiddet-i takva / şiddet-i takvâ

  • Allah korkusunun nihayet derecesi.

süftece

  • (Çoğulu: Süfâtic) İçi kovuk boş cisim.
  • Bir yerden bir yere armağan olarak gönderilen şey.
  • Yol korkusundan emin olmak için tâcirlere borç olarak verilen para.

suret-i vahşiyane / sûret-i vahşiyâne

  • Görenleri ürküten ve korkutan görüntü.

tabu

  • (Polinezya dilinden) Var olduğu sanılan, mukaddes hususiyetlerinden dolayı dokunulamıyan. Uğursuz ve korkunç olan şey.
  • Uğursuz, hakkında konuşmaktan korkulan.

tahaşşi

  • (Haşyet. eden) Korkmak. Çekinmek. Ürpermek.

tahavvuf

  • Korkma.

tahavvüf / تَخَوُّفْ

  • Korkuya düşmek. Korkmak.
  • Bir şeyi eksiltmek.
  • Korkuya düşme, korkma.
  • Korkma.
  • Korkma.

tahşiye

  • (Haşyet. den) Korkutma. Ürpertme.

tahvif

  • Korku vermek. Ürkütmek. Korkutmak.
  • Korkutma.
  • Korkutma.

tahvifat / tahvifât

  • (Tekili: Tahvif) Korkutmalar. Korkuya düşürmeler.

tahvifen

  • Korkutarak.

tahzir

  • Korkutmak.

taka

  • Korkutmak.
  • Hazer etmek, çekinmek, korunmak.

taki / takî

  • Allah'tan korkan, emir ve yasaklarını gözeten.

takva / takvâ / تقوي

  • Allah'tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uyma.
  • Allahü teâlâdan korkarak, haramlardan (yasaklardan, günâhlardan) sakınmak. Harama düşmemek için, şüphelilerden (haram veya helâl olduğu belli olmayan şeylerden) sakınmaya ise verâ denir. Bu bakımdan, haramlardan daha çok sakınma derecesi olan verâ da takvânın mânâsı altına girer.
  • Allah'dan korkma.

takva ehli / takvâ ehli

  • Takvâ sâhibi. Allahü teâlâdan korkarak haramlardan sakınanlar.

takva-yı hakiki / takvâ-yı hakikî

  • Gerçek takva, Allah korkusu.

takva-yı kamile / takvâ-yı kâmile

  • Allah'tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uyma.

takvacı / takvâcı

  • Allah'tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uyan.

takvacılar / takvâcılar

  • Allah'tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uyanlar.

tav'id

  • Korkutmak.

tav'iz

  • Korkutmak.
  • Söz vermek, va'detmek.

te'min / te'mîn

  • Korkusunu giderme, güvenlik duygusu verme.
  • Sağlamlaştırma. Kesin bir hale koyma. Sağlama.

tecbin

  • Birisine "korkaksın" deme, korkak sayma.

tecyif

  • Korkma, korkutulma.
  • Vurmak.
  • Murdar etmek, pisletmek.

tedehhüş

  • Dehşete düşme. Korkma. Yılma. Ürperme.
  • Korkma, ürperme.

tederdür

  • Katı deprenmek.
  • Gamdan ve korkudan dolayı kendinden geçmek.

tedhiş

  • Korkutma.
  • Korkutma. Dehşete düşürme. Ürkütme.

tefaric

  • (Tekili: Tefric) Yırtmalar, genişletmeler.
  • Ferah vermeler.
  • Korkaklar, zaifler, yüreksizler.
  • (Tifrac) Yırtmaçlar, aralıklar.

tefnid

  • Tekzib etmek, yalanlamak.
  • Zayıflatmak.
  • Aciz etmek.
  • Korkutmak.

tefrih

  • Korkusuz kalmak.
  • Gelişme, filizleme. Yumurtadan çıkmak.

tefrik

  • Birbirinden ayırmak, seçmek, ayırdetmek, ayrı kılmak.
  • Korkutmak.

tefvih

  • Korkutmak.

tefzi'

  • Ürkütme. Korkutma.
  • Hayretle baktırma.

tehaşi

  • (Haşy. dan) Korkup çekinme, sakınma.

tehdid

  • Göz dağı verme, birisini korkutma. Korkutulma.

tehdidat / tehdidât

  • (Tekili: Tehdid) Korkutmalar, göz dağı vermeler.

tehdiden

  • Korkutarak, tehdit ederek.

tehdit

  • Korkutma.

tehevvül

  • Korkunç hâle gelme.
  • Birisinin malına göz koyma.

tehevvür

  • Korkusuzlukla düşünmeden hareket etmek. Sonunu düşünmeden birden bire karar vermek.
  • Kuvve-i gadabiyenin ifrat mertebesi; maddi mânevi hiçbir şeyden korkmamak hâleti.
  • Korkusuzca, sonunu düşünmeden âniden karar verme.

teheyyüb

  • (Heybet. den) Korkma. Korkutma.

tehlike

  • Korkulan durum.

tehvil

  • Dehşet göstermek. Korkutma.
  • Dehşetli göstermek, korkutmak.
  • Korkutma.

teke'kü'

  • Cem'olmak, birikmek, toplanmak.
  • Korkak olmak.

tencir

  • Korkutmak.

tenemmür

  • Birisini korkutmak için gürültü yapmak, gürültülü ses çıkarmak.
  • Uzun uzun bağırmak.
  • Kaplan huylu olmak. Kaplanlaşmak.

tenezzür

  • Korkmak.
  • Adak adamak, nezretmek.

tenfir

  • (Nefret. den) Ürkütme, korkutma.
  • Nefret ettirme.
  • Mekruh ve müstehcen isim takma.
  • Galibiyetle hükmetme.
  • (Nefir. den) Asker toplama.

tenzir

  • (İnzâr. dan) Olacak bir hâdiseyi haber vererek korkutma. (Müjdenin zıddı)

ter'ib / ter'îb / ترعيب

  • Çok korkutma.
  • Korkutma. (Arapça)

terehhüb

  • Korku içinde olarak Allah'a sağlam kulluk etmek.

teres / تَرَسْ

  • Korkak.

terevvu'

  • Korkma.

tergib / tergîb / ترغيب

  • Rağbet ettirme, istek uyandırma. (Arapça)
  • Tergîb etmek: Rağbet ettirmek, istek uyandırmak. (Arapça)
  • Terhîb etmek: Gözünü korkutmak. (Arapça)

terhib / terhîb

  • Korkutmak. Fazla korkutmak.
  • Korkutma.
  • Korkutma.

terhib etmek

  • Korkutmak.

terhibat / terhibât

  • (Tekili: Tehrib) Çok korkutmalar.

terhiben

  • Korkutmak suretiyle, korkutarak.

terör

  • Yıldırma, tedhiş, korkutma. Anarşi. (Fransızca)
  • Yıldırma, korkutma.

ters / ترس

  • Korku. (Farsça)
  • Korku. (Farsça)

tersan / tersân / ترسان

  • Korkak, korkan. (Farsça)
  • Korku ile, korkarak. (Farsça)

tersengiz / tersengîz / ترس انگيز

  • (Ters-engiz) Korkutan, korku veren. (Farsça)
  • Korkunç, korku salan. (Farsça)

tersnak / tersnâk / ترسناک

  • Korkak, korkan. (Farsça)
  • Korkunç. (Farsça)

tese'sü'

  • Korkmak.

teşennüc

  • (Şenc. den) (Çoğulu: Teşennücât) Buruşuk olma, buruşma.
  • Adalelerin gerilip büzülmesi, kasılması.
  • Korkmak.
  • Titremek.

teşezzür

  • Ayrılmak.
  • Korkmak.
  • Hazırlanmak.
  • Davara binmek.

tev'id

  • (Çoğulu: Tev'idât) Sözle korkutma.

tevahhuş / توحش / تَوَحُّشْ

  • Korkma, ürkme.
  • Korkmak. Ürkmek. Kaçmak.
  • Hâli, tenhâ ve ıssız olmak.
  • Korkmak, ürkmek.
  • Korku, korkma. (Arapça)
  • Korku ve yalnızlık duyma.

tevahhuş etme

  • Korkma, ürkme.

tevahhuş etmek

  • Korkmak, ürkmek.

tevbe

  • Haram, günah işledikten sonra, pişman olup, Allahü teâlâdan korkmak, bir daha yapmamaya karar vermek.

tevehhüm

  • Evhamlanmak. Az tehlike ihtimâli olsa çok korkmak. Yok olanı var zannetmekle ye'se ve korkuya düşmek.

tevhiş / tevhîş

  • Ürkütme, kaçırma, korkutma.
  • Ürkütme, korkutma.

tezvi'

  • Korkutmak.

tılmesa

  • Yol bulunmaz otsuz ve susuz korkunç yer.
  • Çok karanlık gece.

tuka

  • Takva. Allah'tan korkmak. Havfullah.

tuyuf

  • (Tekili: Tayf) Korkudan dolayı karanlıkta görünen hayâller.
  • Uykuda iken görünen hayâller.

üfçe

  • Bostan korkuluğu. (Farsça)

ümmid ve korku / ümmîd ve korku

  • Allahü teâlânın rahmetini ummak ve azâbından korkmak.

uvvar

  • (Çoğulu: Avâvir) Korkak adam.
  • Dağ kırlangıcı.

vaad ve vaid-i ilahi / vaad ve vaîd-i ilâhî

  • Cenab-ı Allah'ın mükafat için söz vermesi ve azapla korkutması.

vacife

  • Muztarib olan. Istırab çeken. Korkan.
  • Sallana sallana yürüyen.

vahama

  • (Tekili: Vahim) Tehlikeli, korkulu ve vahim olan şeyler.

vahamet / vahâmet / وخامت

  • Zor, güçlük.
  • Ağırlık. Tehlike. Muhatara. Neticesi fena.
  • Hazım güçlüğü, sindirim zorluğu.
  • Korkulacak hal, tehlikeli vaziyet.
  • Korkunçluk, vehamet, tehlikeli durum. (Arapça)

vahim / vahîm / وخيم

  • Ağır.
  • Sonu tehlikeli. Çok korkulu.
  • Hazmı güç olan. Zararlı veya faydalı olmayan yemek.
  • Korku ve dehşet verici.
  • Ağır, sonu tehlikeli, çok korkulu.
  • Korkutucu, tehlikeli.
  • Korkunç. (Arapça)

vahşet / وحشت

  • (Vahş - Vahiş) Yabanilik.
  • Issızlık, tenhalık.
  • Vehim, ürküntü. Korku. Vahşilik.
  • Tenha, ıssız, korkunç yer.
  • Elbise ve silâhını çıkarıp atmak.
  • Aç kimse.
  • Yabanîlik. (Arapça)
  • Korku. (Arapça)

vahşet-abad / vahşet-âbâd

  • Issız, korku ve ürkeklik veren yer. (Farsça)

vahşet-agin / vahşet-âgin

  • Çok ıssız, korkulu yer, korkunç.

vahşet-aver / vahşet-âver

  • Korku veren, ürküten. (Farsça)

vahşet-engiz

  • Korkulu. (Farsça)

vahşet-gah / vahşet-gâh

  • Korku yeri. Issız yer. (Farsça)

vahşet-nak / vahşet-nâk

  • Korku veren yer. Issız ve korkulu yer. (Farsça)

vahşetabad / vahşetâbâd

  • Korku veren yabani yer.

vahşetengiz / vahşetengîz / وحشت انگيز

  • Korkunç, ürkütücü.
  • Korkunç, korku salan. (Arapça - Farsça)

vahşetgah / vahşetgâh

  • Korkutucu yer.

vahşetnak / vahşetnâk / وحشتناک

  • Korkunç. (Arapça - Farsça)
  • Issız. (Arapça - Farsça)

vahşi

  • Medeni olmayan. İnsanlardan kaçan. Alışık ve ehlî olmayan.
  • Merhametsiz, duygusuz.
  • Ürkek, korkak.

vahşiyane

  • Vahşice, korkunç bir şekilde.

vaid / vaîd

  • İyiliğe sevk veya kötülükten kurtarmak için ileride olacak kat'i hâdiseleri haber vererek korkutmak.
  • Cehennemi haber vermek.
  • Korkutma, tehdit etme.
  • Allah'ın azap ve cezayla korkutması
  • felâket, cehennem.
  • İyiliğe sevk veya kötülükten kurtarmak için ileride olacak kesin hadiseleri haber vererek korkutmak, cehennemi haber vermek.

vakvak

  • Korkak kişi.
  • Hindistan'da Vakvak beldesinde yetişen bir ağaçtır. Yüz zira' miktarı boyu olur, kalkan gibi yassı yaprağı olur.

vatavit

  • (Tekili: Vatvât) Korkak ve geveze olan kimseler.
  • Yarasalar.
  • Dağ kırlangıçları.

vatvat

  • (Çoğulu: Vatâvit) Korkak ve geveze olan adam.
  • Yarasa.
  • Dağ kırlangıcı.

vecel

  • Ürkme, korkma, havfetme.

vegab

  • (Çoğulu: Evgab) Korkak kimse.
  • İri gövdeli büyük deve.

vehim

  • Belirsiz korku, kuruntu.

vehm

  • (Vehim) Mübhem ve mânasız korku.
  • Belirsiz fikir ve düşünce.
  • Cüz'i mânaların anlaşılmasına yarayan bir idrak kuvveti.

vekvak

  • Korkak kimse.

ver'a

  • Korkaklık, havf.

virat

  • Zekât vermek korkusundan hile edip bir yere toplanmış koyunlarını ayırıp dağıtmak veya perâkende koyunlarını bir yere toplamak.

vüru'

  • Korkaklık.

yed-i emin

  • Kanunen güvenilir kimse olarak seçilen şahıs.
  • Mahkemece kendisine bir şey emanet olunan kimse.
  • Emniyetli, tehlikesiz ve korkusuz yer.
  • Hz. Muhammed'in (A.S.M.) bir lâkabı.

yenhub

  • Korkak.

za'ar

  • Zâlim kimse ki herkes ondan korkar.

zaar

  • Şiddetli korku.

zahid / zâhid

  • Dünyâya düşkün olmayan kimse.
  • Şüpheli olur korkusu ile mübâhların (dînen izin verilenlerin) çoğunu terk eden.

zehreçak / zehreçâk

  • Çok korkmuş, ödü patlamış. (Farsça)

zenbilli ali efendi

  • Yavuz Sultan Selim Han ve Kanuni Süleyman devrinin meşhur Şeyh-ül İslâmı ve âlimidir. Asıl adı Alâaddin Ali Cemâl Çelebi'dir. Allah rızası ve Allah korkusundan başka birşey tanımaması sayesinde, pervasız hareketleri ile bir çok insanın hayatlarını koruyabilmiş, adaleti te'min etmiştir. Sağlam dindar

zerdguş

  • İki yüzlü. Müraî. (Farsça)
  • Ürkek, korkak. (Farsça)

zeur

  • Korkak kimse.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın