REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Ku kelimesini içeren 2047 kelime bulundu...

(k.s.)

  • Kuddise sırruhu; ilâhî hikmetten öğrendiği şeyler pak ve mübarek olsun.

a'la suresi / a'lâ suresi / a'lâ sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in seksenyedinci suresi olup Mekke-i Mükerreme'de nâzil olmuştur.
  • Kur'ân-ı kerîmin seksen yedinci sûresi.

a'raf suresi / a'râf sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 7. suresidir. Mekke-i Mükerremede nâzil olmuştur. Suret-ül Mikat, Suret-ül Misak, Elif lâm mim sâd gibi isimleri de vardır.
  • Kur'ân-ı kerîmin yedinci sûresi.

a'sab-ı guş / a'sâb-ı gûş

  • Kulak sinirleri, kulaktaki sinirler.

ab

  • Kusur, ayıp, noksanlık.

aba

  • Kule.

abar / âbâr / آبار

  • Kuyular. (Arapça)

abd / عبد / عَبْدْ

  • Kul, köle.
  • Kul, köle, Allah'ın kulu. Mahluk, insan. Hizmetçi. (Hür'ün zıddı). "Abd kelimesi Allah'ın bazı isimleriyle birleştirilerek erkek isimleri meydana getirilir. Abdullah (Allah'ın kulu). Abdulbâki (Ebedi olan Allah'ın kulu) gibi. Bu isimleri taşıyan insanlar buna lâyık olmaya çalışmalıdırlar."
  • Kul.
  • Kul, köle, mahlûk. Tasavvufta kâmil müslüman.
  • Kul.
  • Kul.

abd-i memluk

  • Kul, köle.

abd-i pür-taksir / abd-i pür-taksîr

  • Kusurlarla dolu kul.

abd-i pürkusur

  • Kusurlarla dolu olan kul.

abdiyet

  • Kulluk.
  • Kulluk.

abdiyyet

  • Kulluk makamı. Evliyâlığın en yüksek makâmı, derecesi. İyilikleri Allahü teâlâdan bilip kendinden bilmemek.

abese suresi / abese sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'de sekseninci surenin ismi olup, Mekke-i Mükerreme'de nazil olmuştur. Saliha Suresi, Sefere Suresi de denilir.
  • Kur'ân-ı kerîmin sekseninci sûresi. Mekke-i mükerremede nâzil oldu (indi). Kırk iki âyet-i kerîmedir. Birinci âyet-i kerîmede yüzçevirdi, iltifat etmedi mânâsına olan Abese lafzı sûreye isim olmuştur. Sûrede, Kur'ân-ı kerîmin Allahü teâlâ tarafından bir mev'ize (nasihat, öğüt) olduğu bildirilmekte,

abi / abî

  • Kurban payı.

abid / abîd

  • Kullar. Köleler.

abidane / abîdâne

  • Kul olarak, ibâdet edene yakışır surette. (Farsça)
  • Kulluğa yakışır bir şekilde.

abluka

  • Kuşatma, etrafını çevirme.

abs

  • Kurumak, katılaşmak.

acb

  • Kuyruk sokumu. "Us'us" denilen küçük kemik. Her şeyin kuyruk dibi ve nihâyeti. Fâtiha-i hilkat olan küçük kemik.Acb-üz zeneb diye Hadis-i Şerifte ismi geçen ve insanın kuyruk sokumundaki en küçük kemik.
  • Kuyruk sokumundaki küçük kemik.

acbü'z-zeneb

  • Kuyruk sokumundan bulunan ve insanın tekrar yaratılışında çekirdek görevini görecek olan hücre; bir tür genetik şifre.

aced

  • Kuru üzüm.

acür

  • Kuyruk.

acz-i abd

  • Kulun acizliği, güçsüzlüğü.

adab-ı kur'aniye / âdâb-ı kur'aniye / âdâb-ı kur'âniye / اٰدَابِ قُرْآنِيَه

  • Kur'ânî terbiye, Kur'ân'ın ihtiva ettiği edepler, terbiyeler.
  • Kurânın ders verdiği edebler.

adalet-i kur'ani / adalet-i kur'ânî

  • Kur'ân'ın adaleti.

adalet-i kur'aniye / adalet-i kur'âniye

  • Kur'ân'ın adaleti.

adalet-i mahza-yı kur'aniye / adalet-i mahzâ-yı kur'âniye

  • Kur'ân'da emredilen ve bütün yönleriyle hak ve hukuku esas alan adalet; 'Hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz' şeklinde ifade edilen, ferdin ve masumun hakkını hiçbir gerekçeyle çiğnenmesine izin vermeyen adalet.

adat-ı cariye / âdât-ı cariye

  • Kullanılan âdetler, yaşayan sosyal kurallar.

add / âdd

  • Kuvvet, salâbet.

adem / âdem

  • Kur'ân-ı kerîmde ismi geçen peygamberlerden. Yeryüzünde yaratılan ilk insan ve ilk peygamber, bütün insanların babası.

adha / adhâ / اضحى

  • Kurbanlar. Kuşluk vakti kesilen kurbanlar. Kuşluk vakti.
  • Kurbanlar. (Arapça)

adiyat suresi / âdiyat suresi / âdiyât sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 100. suresinin ismi olup, Medine-i Münevvere'de nâzil olmuştur.
  • Kur'ân-ı kerîmin yüzüncü sûresi.

aff-ı kusur

  • Kusurun affedilmesi.

ağuş / âğûş

  • Kucak.
  • Kucak, sığınılacak yer.

aguş / âgûş / آغوش

  • Kucak. (Arapça)

ahir-i feth / âhir-i feth

  • Kur'ân-ı Kerimin 48. sûresi olan Fetih Sûresi'nin sonu.

ahir-i sure-i feth / âhir-i sûre-i feth

  • Kur'ân'ın 48. suresi olan Fetih Sûresinin sonu.

ahkaf suresi / ahkâf sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'de kırkaltıncı sure olup Mekke-i Mükerreme'de nâzil olmuştur.
  • Kur'ân-ı kerîmin kırk altıncı sûresi.

ahkam-ı ictihadiyye / ahkâm-ı ictihâdiyye

  • Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîfte açıkça bildirilmeyip, müctehid denilen âlimlerin açıkça bildirilenlere benzeterek elde ettikleri hükümler.

ahkam-ı kudsiye / ahkâm-ı kudsiye

  • Kutsal hükümler.

ahkam-ı kur'aniye / ahkâm-ı kur'âniye

  • Kur'ân'ın hükümleri, esasları.
  • Kur'ân-ı Kerim'in kat'i olan hükümleri, emirleri. (Farsça)

ahkam-ı ubudiyet / ahkâm-ı ubudiyet

  • Kulluk esasları, kulluğun hükümleri.

ahkar-ul ibad / ahkar-ul ibâd

  • Kulların en hakiri.

ahlak-ı kur'aniye / ahlâk-ı kur'âniye

  • Kur'ân ahlâkı.

ahmes

  • Kuvvetli, yiğit. Kahraman, cesur, şecaatli, bahadır.

ahsenü'l-kasas

  • Kur'ân'daki kıssaların en hoş ve güzel olanı.

ahter-i dünbale-dar / ahter-i dünbâle-dar

  • Kuyruklu yıldız.

ahter-i dünbaledar / ahter-i dünbâledâr / اختر دنباله دار

  • Kuyruklu yıldız.

ahval-i kudsiye

  • Kudsî, yüce haller.

ahzab suresi / ahzâb sûresi

  • Kur'ân-ı Kerimde otuzüçüncü surenin adı olup Medine-i Münevvere'de nâzil olmuştur.
  • Kur'ân-ı kerîmin otuz üçüncü sûresi.

akfen

  • Kulağı küçük ve kalın olan.

akid / âkid

  • Kuyunun çevresi, etrafı.

akmişe / اقمشه

  • Kumaşlar. (Arapça)

akonitin

  • Kurtboğan denilen bir bitkiden çıkan zehirleyici bir madde. (Fransızca)

akrebek

  • Küçük akrep. Saatin kısa olan ibresi. (Farsça)

aktab / aktâb

  • Kutuplar, büyük velilerden zamanının en büyük mürşidi olan kimseler.
  • Kutublar. Tasavvufta yüksek derecelere ulaşmış mübârek, kıymetli zâtlar Kutb'un çokluk şeklidir.
  • Kutublar, büyük evliyalar.

aktar / aktâr

  • Kuturlar, çaplar, dairenin merkezinden geçen hatlar, bölgeler, taraflar. Her taraf.

akurane / akurâne / akûrâne / عقورانه

  • Kuduzcasına, kudurmuşcasına, saldırırcasına. (Farsça)
  • Kudurmuşçasına. (Arapça - Farsça)

akva'

  • Kuyruğu beyaz, gövdesi siyah olan dişi koyun.

akval-i müfessirin / akvâl-i müfessirîn

  • Kur'ân-ı Kerimi tefsir edip yorumlayan âlimlerin görüşleri.

akvam-ı şarkiye-i şimali / akvam-ı şarkiye-i şimalî

  • Kuzeydoğu kavimleri, milletleri, ulusları.

akviya / akviyâ / اقویا

  • Kuvvetliler. (Arapça)

al-i imran / âl-i imrân

  • Kur'ân-ı Kerîm'in 3. sûresi.

al-i imran suresi / âl-i imran suresi / âl-i imrân sûresi

  • Kur'an-ı Kerimin üçüncü suresinin ismi olup Medine-i Münevvere'de nâzil olmuştur. Bu sureye Eman, Kenz, Ma'niyye, Mücadele, İstiğfar Suresi ve Tayyibe de denilir.
  • Kur'ân-ı kerîmin üçüncü sûresi.

alak suresi / alak sûresi / alâk sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in doksanaltıncı suresinin adıdır. İkra' Suresi de denilir. Mekke-i Mükerreme'de nâzil olmuştur.
  • Kur'ân-ı kerîmin doksan altıncı sûresi.
  • Kur'ân-ı Kerim'in 96. sûresi.

alaka-i kur'aniye / alâka-i kur'âniye

  • Kur'ân'a olan ilgi.

alem-i asgar / âlem-i asgar

  • Küçük âlem.

alem-i küfr / âlem-i küfr

  • Küfür dünyası.

alem-i küfür / âlem-i küfür

  • Küfrü ve inkarcılığı yaymaya çalışan kişilerden meydana gelen güruh.

alem-i kur'an / âlem-i kur'ân

  • Kur'ân âlemi.

alem-i sagir / âlem-i sagir

  • Küçük âlem, dünya.

alem-i sağir / âlem-i sağîr

  • Küçük âlem.

alem-i suğra / âlem-i suğrâ

  • Küçük âlem.

alendat

  • Kuvvetli deve.

allame-i mağrib / allâme-i mağrib

  • Kuzeybatı Afrika ve Endülüs'te yetişen büyük âlim.

anarşistlik

  • Kural tanımama, her türlü düzen ve otoriteye karşı çıkma.

anasır-ı külliye / anâsır-ı külliye

  • Külli ve dünyanın her tarafından yayılmış bulunan unsurlar.

ankebut suresi / ankebût sûresi

  • Kur'an-ı Kerimin yirmidokuzuncu suresidir. Mekkidir. (Allahtan başkasına güvenenlerin, dünyayı avlamak için kurdukları teşkilâtını bir örümcek ağına benzeten, örümcek meseli zikrolunan bir suredir.)
  • Kur'ân-ı kerîmin yirmi dokuzuncu sûresi.

anve

  • Kuvvet, cebr, zorakilik, zorlama, zor.

arefe

  • Kurban bayramından bir evvelki gün.
  • Kurban bayramından bir önceki gün.

ariyet / âriyet

  • Kullanıp geri vermek üzere, emanet.

armaz

  • Kurbağa yosunu.

arz-ı kudret

  • Kudret gösterme.

arz-ı mukaddes

  • Kutsal ülke. Kudüs, Filistin.
  • Kudsi, mübarek yer. Eski peygamberlerin çok eseri bulunan Kudüs, Filistin.

arz-ı ubudiyet / arz-ı ubûdiyet

  • Kulluğun arz edilmesi, sunulması.
  • Kulluğun sunulması.

arziz

  • Kurşun, kalay. (Farsça)

aşair-i ekrad / aşâir-i ekrad

  • Kürt aşiretleri.

asar / asâr

  • Kurumayıp daima sulanır çıban.

asar-ı kudret / âsâr-ı kudret

  • Kudret eserleri.

asar-ı kudsiye / âsâr-ı kudsiye

  • Kutsal eserler.

aşem

  • Kuru ekmek.

asemsem

  • Kuvvetli, büyük deve.

aşere-i mübeşşere-i kur'aniye / aşere-i mübeşşere-i kur'âniye

  • Kur'ân'ın cennetle müjdelediği on sahabe.

asfiya-i müçtehidin / asfiya-i müçtehidîn

  • Kur'ân ve sünnetten yola çıkarak hüküm ortaya koyan ve Hz. Peygamberin yolundan giden ilim ve takvâ sahibi kimseler.

ashab-ı kehf / ashâb-ı kehf

  • Kur'ân-ı Mu'ciz-ül Beyan'da bahsi geçen ve devirlerinin zâlim padişahından gizlenerek ve onun şerrine âlet olmaktan çekinerek, beraberce bir mağaraya saklanıp, Rabb-ı Rahimlerine (C.C.) sığınan, dindar ve makbul büyük zâtlar. İsimleri rivâvette şöyle sıralanır: Yemlihâ, Mekselinâ, Mislinâ, Mernüş, D

ashab-ı kütüb-i sitte / ashâb-ı kütüb-i sitte

  • Kütüb-ü sitte ashabı, meşhur altı sahih hadis kitabı olan Sahih-i Buhâri, Sahih-i Müslim, İbn-i Mâce, Ebu Davud, Tırmizi ve Neseî'nin yazarları.

ashab-ı ress / ashâb-ı ress

  • Kur'anda bahsi geçen bir kavim adıdır. Kimler oldukları kati bir şekilde tesbit edilemiyor. Râvilerin ekserisi, peygamberlerine isyan eden ve onu öldürüp kuyuya atan, bundan dolayı da Cenab-ı Hakkın helâk ettiği bir kavim olduğu hakkında ittifak etmektedir. (Furkan Suresi, 38 inci Ayet)

aşir

  • Kur'ân-ı Kerimden on âyetten oluşan bir bölüm.

aşiyan / âşiyân

  • Kuş yuvası, sevimli ev.

aşk-ı mukaddes

  • Kutsal aşk.

askabe

  • Küçük salkım.

aslah

  • Kulağı hiç işitmeyen.

aslem

  • Kulağı kesik olan, kesik kulaklı.

aşr

  • Kur'ân-ı Kerimden bir vesileyle okunan on âyet miktarı kısım.
  • Kur'ân-ı Kerim'den on âyet miktarı okunan kısım.

asr suresi / asr sûresi

  • Kur'ân-ı kerîmin yüz üçüncü sûresi.

asr-ı nüzul-i furkan

  • Kur'an-ı Kerimin indiği dönem.

ateşkar / âteşkâr / آتش كار

  • Külhancı, ateşçi. (Farsça)

athal

  • Kül renginde.

avize-i guş / avize-i gûş

  • Küpe.

ayat-ı beyyinat-ı kur'aniye / âyât-ı beyyinât-ı kur'âniye

  • Kur'ân'ın ap açık âyetleri.

ayat-ı kudret / âyât-ı kudret

  • Kudret âlemi olan kâinat belgeleri, delilleri.

ayat-ı kur'aniye / âyât-ı kur'âniye

  • Kur'ân'ın âyetleri.
  • Kur'ânın âyetleri.

ayat-ı meşhure / âyât-ı meşhure

  • Kur'ân'da yer alan ve Müslümanlar arasında çokça okunan âyetler.

ayb

  • Kusur ve utanılacak şey.
  • Kusur. Leke. Utandıracak hal.

ayet / âyet

  • Kur'ân'ın her bir cümlesi.
  • Kurândaki her bir cümle, delil, bellik.

ayet-el kürsi / âyet-el kürsî

  • Kur'ân-ı kerîmde Bekara sûresinin, fazîletiyle bilinen 255. âyet-i kerîmesi.

ayet-i kudsiye / âyet-i kudsiye

  • Kutsal âyet.

ayet-i kur'an / âyet-i kur'ân

  • Kur'ân âyeti.

ayet-i kur'aniye / âyet-i kur'âniye

  • Kur'an'ın âyeti.

ayet-i müdayene / âyet-i müdâyene

  • Kur'ân'daki (Bakara, 281) borçlu ve alacaklı hakkındaki âyet.
  • Kur'an-ı Kerim'de (Sure-i Bakara, 281. âyet) borçlu ve alacaklı hakkındaki âyet. (Bu âyet vasatî olarak bir sahife uzunluğundadır.)

ayet-i nuriye / âyet-i nuriye

  • Kur'ân-ı Kerim'in 24. sûresi olan Nur Sûresinin 35. âyeti.

ayinecik / âyinecik

  • Küçük ayna.

ayn harfi

  • Kur'ân-ı kerîmde Ömer-ül-Fârûk'un radıyallahü anh namaz kıldırırken, ayakta okumayı bitirip, rükû'a eğildiği yeri gösteren işâret. Ayn harfi hep âyet-i kerîmelerin sonunda bulunmaktadır.

ayn-ı kudret

  • Kudretin kendisi.

ayyab

  • Kusur görücü, ayıb gören.

azad / âzâd

  • Kurtulmuş, serbest.

azade olma / âzâde olma

  • Kurtulma, hür ve serbest olma.

azam-ı aktab / âzam-ı aktâb

  • Kutupların, Allah'ın sevgili kulları velilerin ileri gelenlerinin en büyükleri.

azamet-i ihata

  • Kuşatıcılığının büyüklüğü.

azamet-i kemal / azamet-i kemâl

  • Kusursuzluk ve mükemmelliğin büyüklüğü.

azamet-i ulviyet

  • Kur'ân'ın erişilmez yüceliği.

azimet / azîmet

  • Kuvvetli irâde, istek, arzu. Haramlardan, dinde yasak edilen şeylerden sakınmakla berâber, mümkün olduğu kadar ruhsatlardan yâni dinde izin verilen kolaylıklardan uzak durup; evlâyı, en iyi olduğu bildirilenleri, nefse zor gelenleri yapmak; takvâ yol u.

bağ-çe

  • Küçük bağ, bahçe.

bahire

  • Kulağı kesik deve.

bahr-i müncemid-i şimali / bahr-i müncemid-i şimalî

  • Kuzey kutbunu çeviren deniz. Kuzey Buz Denizi.

bahr-i ubudiyet / bahr-i ubûdiyet

  • Kulluk denizi.

bahs-i kur'an / bahs-i kur'ân

  • Kur'ân'ın bahsi.

bahs-i kur'ani / bahs-i kur'ânî

  • Kur'ân'ın bahsi.

bais-i necat / bâis-i necât

  • Kurtuluş sebebi.

bakara suresi / bakara sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 2. Sûresi olup Medine-i Münevvere'de nâzil olmuştur. (Bu sûre, Mûsâ Aleyhisselâm'ın risâleti ile o milletin seciyelerine girmiş olan bakarperestlik mefküresini kesip öldürdüğünü, bir bakarın zebhi ile anlatır ve şu cüz'i hadise ile beşerin dünyevî menfaatlarına en çok vesile olan ş

bakir / bâkir

  • Kullanılmamış, bozulmamış.

bani / bânî / بَان۪ي

  • Kurucu. Yapan. Yapıcı. Yaptırıcı. Binâ eden.
  • Kurucu.

bankiz

  • Kutub bölgelerinde deniz suyunun donmasıyla meydana gelen buzların tamamı. Bunlar ençok Kuzey Buz Denizinde görülürler.

batıniyye / bâtıniyye

  • Kur'an-ı Kerim'deki âyetlerin ve hadis-i şeriflerin zâhir ve âşikâr mânalarından ayrılarak, usûlsüz ve yanlış te'viller ile âyet ve hadislerin gizli ve sırlı mânalarını bulmak iddiasında olan sapık bir tarikat ve buna bağlı olanlar.Esasen âyet ve hadislerin ince, derin ve küllî mânalarını tefsir ve
  • Kurânın apaçık mânâlarına itibar etmeyip gizli mânalar bulduklarına inanan sapık bir anlayış.

batıniyyun / bâtıniyyûn

  • Kurânın açık mânâlarını bir yana bırakıp gizli mânalar bulduklarına inanarak sapıtan kimseler.

baz-ban / bâz-ban

  • Kuşçu. Doğancı. (Farsça)

baz-dar / bâz-dâr

  • Kuşçu, avcı, doğancı. (Farsça)

bazek / bâzek

  • Küçük doğan (kuş). (Farsça)

be'r

  • Kuyu kazmak.

bedihi / bedîhî / بدیهى

  • Kuşkusuz. (Arapça)

begnek

  • Kuyruğu kesik hayvan. (Farsça)

bekara (bakara) suresi / bekara (bakara) sûresi

  • Kur'ân-ı kerîmin ikinci ve en uzun sûresi.

belagat / belâgat / بلاغت

  • Kusursuz söz söyleme (Arapça)

belagat-ı kur'aniye / belâgat-ı kur'âniye

  • Kur'ân belâğatı, Kur'ân'ın güzel ve yerli yerinde ve muhatabın hâline uygun anlatımı.

belagat-i kur'aniye / belâgat-i kur'âniye

  • Kur'ân'ın belâgati.

belağat-ı kur'aniye / belâğat-ı kur'âniye

  • Kur'ân'ın kendine has belâğatı.

belağat-i kur'aniye / belâğat-i kur'âniye

  • Kur'ân'ın kendine has belâğati.

beled suresi / beled sûresi

  • Kur'ân-ı kerîmin doksanıncı sûresi.

belul

  • Kurtulma. Hastalıkdan, marazdan kurtulma. Halâs olma.

bende

  • Kul.

benna-guş / benna-gûş

  • Kulağın aşağı sarkan yumuşak kısmı ki, küpe asılan yerdir. (Farsça)

berae suresi / berâe sûresi

  • Kur'ân-ı kerîmin dokuzuncu sûresi. Tevbe sûresi de denir.

bere / بره

  • Kuzu. Koyun yavrusu. (Farsça)
  • Kuzu. (Farsça)

beri / berî / بَر۪ي

  • Kusurdan uzak olan, temiz.

berj

  • Kuvvetli kasırga. Su girdabı. (Farsça)

bertarum

  • Kubbe üzerinde. Dam üstünde. (Farsça)

beşaret-i kur'aniye / beşaret-i kur'âniye

  • Kur'ân-ı Kerimin müjdesi.

bevd

  • Kuyu.

bevne

  • Küçük kız çocuğu.

beyan-ı kur'an / beyan-ı kur'ân

  • Kur'ân'ın açıklaması.

beyanat-ı ayat-ı kur'aniye / beyanat-ı âyât-ı kur'âniye

  • Kur'an'ın âyetlerinin açıklamaları.

beyanat-ı kur'aniye / beyânât-ı kur'âniye

  • Kur'ân'ın açıklamaları.

beytü'l-mukaddes

  • Kudüs'deki Mescid-i Aksâ.

beytülmakdis

  • Kudüsteki büyük mabet.

beyyine suresi / beyyine sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 98. suresi olup "Kayyime, Münfekkin, Beriyye, Lemyekün" Sûresi gibi isimlerle de söylenir.
  • Kur'ân-ı kerîmin doksan sekizinci sûresi.

bi'r / بئر

  • Kuyu.
  • Kuyu. (Arapça)

biat-ı rıdvan

  • Kur'an-ı Kerim'in 48. Sûresi olan Fetih Sûresinde zikri geçen, Hz. Peygamber'e (A.S.M.) bağlılıklarını bildiren sahabelerin biatlarıdır. 1400 veya daha fazla olduğu bildirilir. Bu cemaata Ashab-ı Rıdvan da denir. (R.A.)

bigüman / bîgüman / بى گمان

  • Kuşkusuz. (Farsça)

bir / bîr

  • Kuyu.

bir gözü kör deha

  • Kur'ân'ın gösterdiği gerçekleri görmeyen ve sadece dünyevî maksatları gözeten zekâvet, dâhîlik.

birayb / bîrayb / بى ریب

  • Kuşkusuz. (Farsça - Arapça)

bistah

  • Küstah, hayâsız, edepsiz, arsız, utanmaz adam. (Farsça)

bişübhe / bîşübhe / بى شبهه

  • Kuşkusuz, şüphesiz. (Farsça - Arapça)

bit / bît

  • Kut. Gıda.

bitaka

  • Küçük parça. (Üzerinde kumaşın fiatını yazıp kumaş içine koyarlar.)

biyt

  • Kuvvet.

bu'susa

  • Küçük canavar.

bücc

  • Kuş yavrusu.

bülbül-i bağistan-ı kur'an / bülbül-i bağistan-ı kur'ân

  • Kur'ân bahçesinin bülbülü.

bülbül-ü zü'l-kur'an / bülbül-ü zü'l-kur'ân

  • Kur'ân sahibi, okuyan bülbül.

bünye-i kur'aniye / bünye-i kur'âniye

  • Kur'ân'ın yapısı.

bur / bûr / بور

  • Kumral. (Farsça)

bürdek

  • Küçük bilmece. (Farsça)

bürhan

  • Kuvvetli delil.

burhan-ı kudsi / burhan-ı kudsî

  • Kutsal, mukaddes delil, Kur'ân.

burhan-ı kur'an / burhan-ı kur'ân

  • Kur'ân delili.

büruc suresi / bürûc sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 85. suresi olup Mekke-i Mükerreme'de nazil olmuştur.
  • Kur'ân-ı kerîmin seksen beşinci sûresi.

ca'fer

  • Küçük akarsu, çay.

ca-yı istimal / câ-yı istimâl

  • Kullanma yeri.

cadde-i kübra-yı kur'aniye / cadde-i kübrâ-yı kur'âniye / جَادَّۀِ كُبْرَايِ قُرْآنِيَه

  • Kur'ân'ın büyük ve istikâmetli yolu.
  • Kur'ânın en büyük caddesi.

cadde-i kur'aniye / cadde-i kur'âniye

  • Kur'ân'ın gösterdiği, çizdiği yol; Kur'ân'ın büyük, geniş ve sağlam caddesi, ehli sünnet yolu, Kur'ân yolu.

cadib

  • Kusur görücü. Başkalarının noksan taraflarını gören.

cager

  • Kuş kursağı. (Farsça)

çağz / چغز

  • Kurbağa. (Farsça)

çah / çâh

  • Kuyu, çukur.
  • Kuyu, çukur.

çah-ı bün / çâh-ı bün

  • Kuyu dibi.

cahar

  • Kuyunun içinin geniş olması.

çaker / çâker

  • Kul, köle. (Farsça)

camgul / camgûl

  • Külhanbeyi. (Farsça)

cami-i kur'an

  • Kur'an-ı Kerim'i toplayan mânâsında olup, Halife Hz. Osman (R.A.) kasdedilir.

çare-i halas / çare-i halâs

  • Kurtuluş çaresi.
  • Kurtuluş çaresi.

çare-i kur'aniye / çare-i kur'âniye

  • Kur'ân'ın çaresi.

çare-i necat

  • Kurtuluş çaresi.

caşiriyye

  • Kuşluk vakti yenen yemek. Kuşluk yemeği.

casiye suresi / câsiye suresi / câsiye sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 45. sûresi olup Mekke-i Mükerreme'de nâzil olmuştur. Şeriat, Dehir Suresi de denir.
  • Kur'ân-ı kerîmin kırk beşinci sûresi. Hâ-mîm de denir.

çaşt / çâşt / چاشت

  • Kuşluk vakti. (Farsça)

çe

  • Küçültme edatı olap bu mânâ ile Farsça isimlere eklenir. (Farsça)

cebe'

  • Kuyu içinden çıkan toprak ki, etrafına öbek öbek dökerler.

cebel-i selamet / cebel-i selâmet

  • Kurtuluşun sembolü olan esenlikli ve güvenli dağ.

cebir / جَبْرْ

  • Kulun iradesini inkar eden batıl Cebriye mezhebi.

cebr-i keyfi-i küfriye / cebr-i keyfî-i küfrîye

  • Küfre yönelik keyfî zorlama.

cebri / cebrî / جَبْرِي

  • Kulun iradesini inkar eden batıl Cebriye mezhebi.

cefaf

  • Kuru olma, kuruma.

ceff

  • Kurumak.

cefif

  • Kuru, kurumuş.

çeh

  • Kuyu, çukur. (Farsça)

cehennem-i suğra / cehennem-i suğrâ

  • Küçük cehennem.
  • Küçük cehennem.

cehuf / cehûf

  • Kuyudan suyu alıp yukarı çekmeye mahsus kova.

çekre

  • Küçük su damlası. Su serpintisi. (Farsça)

celal-i kudsiyet / celâl-i kudsiyet

  • Kutsal büyüklük, haşmet.

cemal-i mukaddes / cemâl-i mukaddes

  • Kutsal ve kusursuz güzellik.

cemal-i münezzeh / cemâl-i münezzeh

  • Kusur ve çirkinlikten uzak güzellik.

cemra

  • Kuvvetli dişi deve.

cenah-ı tair / cenah-ı tâir

  • Kuş kanadı.

cenh

  • Kuşun kanadını vurması.

cennet-i kur'aniye / cennet-i kur'âniye

  • Kur'ânî cennet; bu tabirle, insana dünya ve âhiret saadetini bahşeden Kur'ân'î hakikatler ve esaslar kastediliyor.

cer'a

  • Kumlu, otsuz yer.

cerge / جرگه

  • Küme. (Farsça)

cevab-ı kur'an / cevab-ı kur'ân

  • Kur'ân'ın cevabı.

cevher-i kur'an / cevher-i kur'ân

  • Kur'ân'ın cevheri, özü.

cezalet-i nazmiye

  • Kur'ân'ın nazmındaki güzellik, üstünlük ve akıcılık.
  • Kur'an-ı Kerim'deki kelime ve harflerin harika bir ahenk ve münâsebet ile nazm ve tertibindeki cezâlet.

cihad-ı asgar

  • Küçük savaş. İslâm müdâfaası için silahla savaşma.

cim secavendi / cim secâvendi

  • Kur'ân-ı Kerim'deki durma yerlerinden biri. Bu secâvendde durmak veya geçmek caizdir.

cimam

  • Kuyu içinde suyun toplanması ve çoğalması.

çine

  • Kuş yemi. (Farsça)

cinn suresi / cinn sûresi

  • Kur'ân-ı Kerim'in 72. sûresi olup Mekke-i Mükerreme'de nâzil olmuştur.

cirriyye

  • Kursak.

civcive

  • Kuşların coşkulu ötüşleri, şakımaları.

ciz'

  • Kuru hurma kütüğü.

cizfe

  • Küçük sürü.

cüfaf

  • Kurumuş.

cühd

  • Kuvvet, tâkat.

cum'a suresi / cum'a sûresi / cum'â sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 62. ve Medine-i Münevvere'de nâzil olan sûresi.
  • Kur'ân-ı kerîmin altmış ikinci sûresi.

cümle-i kudsiye

  • Kutsal cümle.

cümle-i kur'aniye / cümle-i kur'âniye

  • Kur'ân'a ait cümle.

cümle-i mukaddese

  • Kusur ve eksiklikten uzak, yüce cümle.

cünaf

  • Kuruluk.

cünbüde

  • Kümbet, kubbe.

cüneyd

  • Küçük asker. Askercik.

cünha / جنحه

  • Küçük suç. (Arapça)

cürmuz

  • Küçük havuz.

cüveyre

  • Küçük câriye, câriyecik.

cuy-çe

  • Küçük ırmak. (Farsça)

cüz' / جُزْؤْ

  • Kurânın özel bölünmüş yirmi sahîfesi.

cüz'-i ihtiyari / cüz'-i ihtiyârî / جُزْءِ اِخْتِيَار۪ي

  • Kulun tercîhi, irâdesi.

cüz'i teferruat / cüz'î teferruat

  • Küçük ayrıntılar.

cüz'iyat tabakatı

  • Küçük varlıklardan oluşan varlık tabakaları.

cüz'iyyat / cüz'iyyât / جزئيات

  • Küçük şeyler, önemsiz şeyler. (Arapça)

cüzeyre

  • Küçük ada, adacık. Etrafı su ile çevrili küçük kara parçası.

cüzhan

  • Kur'ân-ı Kerim cüzlerini okuyan kimse. (Farsça)

cüzi / cüzî

  • Küçük, az, ferdî.

dabi

  • Kül, ramâd.

dabiret-üt tuyur / dâbiret-üt tuyur

  • Kuşların, ayakları arasındaki parmak.

dafadi

  • Kurbağa.

dahdah

  • Küçük adımlı kimse.

dahiyye

  • Kurbanlık hayvan.

dahye

  • Kuşluk vaktinde kesilen koyun.

daire-i kudsiye

  • Kutsal daire.

daire-i kur'aniye / daire-i kur'âniye

  • Kur'ân'ın dairesi.

daire-i muhit

  • Kuşatıcı daire.

daire-i muhita / dâire-i muhîta

  • Kuşatıcı, geniş daire.

daire-i ubudiyet / daire-i ubûdiyet

  • Kulluk dairesi.

dar-ül kütüb

  • Kütübhâne, kitab evi. (Farsça)

dar-ut-teklif / dâr-ut-teklîf

  • Kulların Allahü teâlânın emirlerini yerine getirmekle mükellef, sorumlu tutulduğu yer. Dünyâ.

darülkütüb / dârülkütüb / دارالكتب

  • Kütüphane. (Arapça)

darüsselam / dârüsselâm

  • Kurtuluş ve güven yeri, cennet.

davet-i kur'ani / davet-i kur'ânî

  • Kur'ân'ın daveti, çağrısı.

davud / dâvud

  • Kur'an-ı Kerim'de ismi geçer ve Benî İsrail Peygamberlerindendir. Hz. Süleyman'ın (A.S.) babasıdır. Hem Peygamber, hem Sultandı. İbranice Zebur kitabı kendisine nâzil olmuştur. Sesi çok güzeldi. M.Ö. 1010 da vefat ettiği nakledilir.

davud aleyhisselam / dâvûd aleyhisselâm

  • Kur'ân-ı kerîmde adı geçen ve İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. Hem peygamber, hem sultân yâni hükümdâr idi. Soyu Yâkûb aleyhisselâmın Yehûda adlı oğluna ulaşır. Süleymân aleyhisselâmın babasıdır. Kudüs'te doğdu. Orada yaşadı ve orada vefât etti.

define-i saadet ve necat / define-i saadet ve necât

  • Kurtuluş ve mutluluk hazinesi.

deha-yı kudsi / deha-yı kudsî

  • Kutsal deha, zekâ.

deha-yı kudsiye / dehâ-yı kudsiye

  • Kudsî dehâ.

dehane

  • Küp, testi, fırın ve bunlara benzer şeylerin ağzı. (Farsça)

dehr suresi / dehr sûresi

  • Kur'ân-ı Kerim'in 76. suresi olup Sure-i İnsan, Ebrar, Emşac, Hel Etâ Suresi de denir.
  • Kur'ân-ı kerîmin yetmiş altıncı sûresi. İnsan sûresi ve Hel'etâ da denir.

delail-i i'caz / delâil-i i'câz

  • Kur'ân'ın mu'cizeliğini gösteren deliller (Kur'ân'ın mu'cizeliğini ispat eden Abdülkahir Cürcânî'nin belâgat ilmine dair eserine telmih vardır.).

delil-i kur'ani / delil-i kur'ânî

  • Kur'ânî delil.

delil-i nakli / delil-i naklî

  • Kur'ân ve hadîs gibi nakle dayanan delil.
  • Kur'an, Hadis-i Şerif veya diğer mukaddes kitaplardaki verilen haberler ile olan delil.

dellal-ı kur'an / dellâl-ı kur'ân

  • Kur'ân'ı ilân eden, tanıtan, ona hizmet eden.

derece-i ihata

  • Kuşatıcılık derecesi.

derece-i kabahat

  • Kusur ve kabahat derecesi.

derece-i kudret ve hikmet

  • Kudret ve hikmet derecesi.

derece-i kudsiyet

  • Kutsallık derecesi.

derece-i kuvvet

  • Kuvvet derecesi.

derece-i ubudiyet

  • Kulluk derecesi.

deriçe

  • Küçük kapı, oyma kapı. Pencere. (Farsça)

derk-i kusur

  • Kusurunu anlama.

ders-i hakaik-i kur'aniye / ders-i hakaik-i kur'âniye

  • Kur'ân hakikatlerini ders verme.

ders-i kur'an / ders-i kur'ân

  • Kur'ân dersi.

ders-i kur'ani / ders-i kur'ânî

  • Kur'ân dersi.

ders-i kur'aniye / ders-i kur'âniye

  • Kur'ân dersi.

desatir-i kudsiye / desâtir-i kudsiye

  • Kudsî düsturlar, mukaddes prensipler.

desatir-i kudsiye-i kur'aniye / desâtir-i kudsiye-i kur'âniye

  • Kur'ân'ın kutsal prensipleri.

desatir-i kur'aniye / desatir-i kur'âniye

  • Kur'ân'a ait kanun ve kurallar.

dest-i kudret / دَسْتِ قُدْرَتْ

  • Kudret eli.

destaviz / destâvîz / دستاویز

  • Küçük hediye. (Farsça)

devair-i ubudiyet / devâir-i ubûdiyet

  • Kulluk daireleri.

devr-han

  • Kur'an-ı Kerim'i devamlı okuyup devreden kişi. (Farsça)

devr-i tefrih

  • Kuluçka devri.

dinan

  • Küpler.

dübb-i asgar

  • Küçük ayı (yedili yıldız grubu).

dübb-ü asgar

  • Küçük ayı denen ve Kutup yıldızı etrafında devreden yedi tanelik yıldız kümesi.

dübsiyy

  • Kumruya benzer bir kuş.

dud

  • Kurt, böcek.

dude

  • Kurtcağız, küçük solucan, böcek.

duha / duhâ / ضُحٰي

  • Kuşluk vakti.
  • Kuşluk vakti.

duha suresi / duhâ sûresi

  • Kur'ân-ı kerîmin doksan üçüncü sûresi.

duha vakti / duhâ vakti

  • Kuşluk vakti. Oruç zamânının yâni imsak ile iftar vakti arasındaki müddetin dörtte birinin tamam olmasından îtibâren başlayan vakit.
  • Kuşluk vakti.

duhan suresi / duhân sûresi

  • Kur'ân-ı kerîmin kırk dördüncü sûresi.

duhye

  • Kuşluk vakti kesilen kurban.

dülke

  • Küçük bir canavar.

düm / دم

  • Kuyruk. (Farsça)
  • Kuyruk. (Farsça)

düm-büride

  • Kuyruğu kesik. (Farsça)

dünb

  • Kuyruk. (Farsça)

dünbal

  • Kuyruk. (Farsça)

durus

  • Kuyu örülen taş.

durus-u kur'aniye / durûs-u kur'âniye

  • Kur'ân dersleri.

düşnam / düşnâm / دشنام

  • Küfür, sövgü. (Farsça)

düstur-u kur'an / düstur-u kur'ân

  • Kur'ân'ın prensipleri.

düstur-u kur'ani / düstur-u kur'ânî

  • Kur'ân tarafından ortaya konulan kanun, prensip.

düstur-u kur'aniye / düstur-u kur'âniye

  • Kur'ân'a ait prensip.

ebahir

  • Kuş kanadının üçüncü mertebede olan yelekleri.

ebb

  • Kuru ot, taze ot. Mera, otlak, çayır.

ebhekan

  • Kuzu kulağı adı verilen ot.

ebu ca'de

  • Kurt, zi'b.

ebu-l ka'ka'

  • Kuzgun.

ecza-yı şerife / eczâ-yı şerife

  • Kur'ân-ı Kerim'i meydana getiren otuz cüz.

eczahane-i kudsiye-i kur'aniye / eczahane-i kudsiye-i kur'âniye

  • Kur'ân'ın yüce, yüksek ve bütün kusurlardan uzak eczahanesi.

eczahane-i kur'an / eczahane-i kur'ân

  • Kur'ân'ın eczahanesi.

edeb-i illiye-i adile-i kur'aniye / edeb-i illiye-i âdile-i kur'âniye

  • Kur'ân'ın âdil yüksek edebi.

edeb-i kur'an / edeb-i kur'ân

  • Kur'ân'ın terbiyesi, Kur'ân ahlâkı.

edeb-i kutsi / edeb-i kutsî

  • Kutsî edeb, iyi ahlâk.

edeb-i ubudiyyet

  • Kulluk edebi.

edviye-i kur'aniye / edviye-i kur'âniye / اَدْوِيَۀِ قُرْاٰنِيَه

  • Kur'ân'ın devâları, ilâçları.
  • Kur'ân'a ait ilaçlar.

ef'al-i ibad / ef'âl-i ibâd

  • Kulların işleri.

ef'al-i ihtiyariye / ef'âl-i ihtiyariye

  • Kulun irade ve isteğiyle yapılan davranışlar, fiiller.

ehl-i felah / ehl-i felâh

  • Kurtuluşa, selâmete erenler.

ehl-i hıfz

  • Kur'ân'ı ezberleyen, kimseler, hâfızlar.

ehl-i kur'an / ehl-i kur'ân / اَهْلِ قُرْآنْ

  • Kur'ân ehli.
  • Kur'ân'a tabi olanlar.

ehl-i kur'an ve iman / ehl-i kur'ân ve iman

  • Kur'ân ve iman ehli.

ehl-i kusur

  • Kusur arayanlar.

ehl-i necat / ehl-i necât / اَهْلِ نَجَاتْ

  • Kurtuluşa erenler.
  • Kurtuluşa erenler.

ehl-i tefsir

  • Kur'ân'ı yorumlayanlar, açıklayanlar.

ehleb

  • Kuyruğu kıllı olan at.

ehlinecat

  • Kurtulanlar.

ekrad

  • Kürdler.
  • Kürtler.
  • Kürtler.

ekrad aşairi / ekrad aşâiri

  • Kürd aşiretleri, kabileleri.

ekvab

  • Küpler, kadehler. Sırçalar.

ekzeb / اكذب

  • Kuyruklu yalan. (Arapça)

el-bakara suresi / el-bakara sûresi

  • Kur'ân-ı Kerimin 2. suresi.

el-fatiha

  • Kur'ân-ı Kerim'in birinci suresinin adı olup bu sureyi okumaya işâret için söylenir.

el-furkan

  • Kur'ân-ı Kerim.

el-kürdi / el-kürdî

  • Kürt milletinden olan.

elfaz-ı kur'aniye / elfâz-ı kur'âniye

  • Kur'ân'ın lafızları, ifadeleri.

elif

  • Kur'ân alfabesinin ilk harfi.

elmas

  • Küçük kaşlı olan.

elsine-i külliye

  • Küllî, kapsamlı diller.

emanat-ı mübareke / emânât-ı mübâreke / امانات مباركه

  • Kutsal emanetler. (Arapça - Farsça)

emir ve nehy-i kur'ani / emir ve nehy-i kur'ânî

  • Kur'ân'ın emrettiği ve yasakladığı şeyler.

emr-i kur'an / emr-i kur'ân

  • Kur'ân'ın emri.

emun

  • Kuvvetli, dayanıklı deve.

en'am suresi / en'âm sûresi

  • Kur'ân-ı kerîmin altıncı sûresi.

enbiya suresi / enbiyâ sûresi

  • Kur'ân-ı Kerim'in 21.suresi olup Mekke-i Mükerreme'de nazil olmuştur.
  • Kur'ân-ı kerîmin yirmi birinci sûresi.

enfal / enfâl

  • Kur'ân-ı Kerimin 8. sûresi.

enfal suresi / enfâl sûresi

  • Kur'ân-ı Kerim'in 8. suresidir.
  • Kur'ân-ı kerîmin sekizinci sûresi.

enük

  • Kurşun.

enva-ı i'caz-ı kur'an / envâ-ı i'câz-ı kur'ân

  • Kur'ân'ın çeşitli mu'cizelik özellikleri.

enva-ı küfür / envâ-ı küfür

  • Küfrün çeşitleri.

enva-ı sağire / envâ-ı sağîre

  • Küçük çeşitler.

envar-ı binihaye-i kur'aniye / envâr-ı bînihaye-i kur'âniye

  • Kur'ân'ın sonsuz nurları.

envar-ı kur'aniye / envâr-ı kur'âniye

  • Kur'ân'ın nurları.

erk

  • Kuvvet, kudret, güç, iktidar, nüfuz.

erkan-ı harb / erkân-ı harb / اَرْكَانِ حَرْبْ

  • Kurmay heyeti.

ermida'

  • Kül.

eş'al

  • Kuyruğu beyaz olan at.

esalib-i kur'aniye / esâlib-i kur'âniye

  • Kur'ân'ın üslûpları.

esas-ı ubudiyet / esas-ı ubûdiyet

  • Kulluğun özü.
  • Kulluğun esası, özü.

esasat-ı kur'aniye / esâsât-ı kur'âniye

  • Kur'ân'ın esasları, temel kuralları.

esbab-ı müşeddide

  • Kuvvetlendiren, artıran sebepler. Cezâ hukukunda; cezâyı ağırlaştıran kanuni veya takdiri sebepler. (Esbâb-ı muhaffifenin zıddıdır.)

esbab-ı nüzul / esbâb-ı nüzûl

  • Kur'ân-ı kerîm âyetlerinin, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimize indiriliş sebebleri.

esir

  • Kul, köle. Harpte teslim alınan düşman. Teslim olan.

esma'

  • Kulaklar. İşitmeler.

eşme

  • Kumsal yerde kaynayan pınar.

esrar-ı gaybiye-i kur'aniye / esrar-ı gaybiye-i kur'âniye

  • Kur'ân'ın gizli sırları.

esrar-ı huruf-u kur'aniye / esrar-ı huruf-u kur'âniye

  • Kur'ân harflerinde gizli olan sırlar.

esrar-ı kur'an / esrar-ı kur'ân

  • Kur'ân'ın sırları.

esrar-ı kur'aniye / esrâr-ı kur'âniye / اَسْرَارِ قُرْاٰنِيَه

  • Kur'ân'ın sırları.
  • Kurânın sırları.

evamir-i kudsiye / evâmir-i kudsiye

  • Kutsal emirler.

evamir-i kur'aniye / evâmir-i kur'âniye

  • Kur'ân'ın emirleri.

evham / evhâm / اَوْهَامْ

  • Kuruntular.

evhamlandırmak

  • Kuruntulandırmak, şüphelendirmek.

evhamlı

  • Kuşkulu, kuruntulu.

evliya çelebi

  • Kütahya'lı olup, Mi: 25 Mart 1611'de doğmuştur. Meşhur eseri; Seyahatnâme'sidir.

evrad-ı kudsiye

  • Kutsal virdler, devamlı tekrarlanan kutsal zikirler.

evrad-ı kur'aniye / evrad-ı kur'âniye

  • Kur'ân'ın virdleri, zikirleri.

evsat-ı mufassal / evsât-ı mufassal

  • Kur'ân-ı Kerimin 86. suresi olan Tarık Suresinden 98. sure olan Beyyine Suresinin sonuna kadar olan surelerdir.

eyd

  • Kuvvet.

eyid

  • Kuvvetli, şiddetli kimse.

eyyam-ı kur'aniye / eyyâm-ı kur'âniye

  • Kur'an-ı Kerim'e göre olan günler (...Semavatta herhangi bir kürenin kendi etrafında bir defa dönmesi ile gün; mensub olduğu seyyarenin etrafında bir defa dönmesi ile de senesi meydana gelir. Her yıldızın kendine göre bir günü ve senesi vardır. Meselâ: Şems-üş-şumusun bir günü ellibin sene ve Şi'ra
  • Kur'ân'ın tarif ettiği ölçülere uyan günler.

eyyam-ı nahr / eyyâm-ı nahr

  • Kurban kesme günleri. Kurban bayramında, kurbanın kesildiği birinci, ikinci ve üçüncü günler.
  • Kurban Bayramı'nın ilk üç günü.

eyyam-ı şer'iye / eyyâm-ı şer'iye

  • Kur'ân'daki ölçülere uyan günler; gökyüzünde her cismin kendi etrafında dönmesiyle gün, bağlı olduğu sistem etrafında dönmesiyle de yine ona ait sene oluşur. Meselâ Sirius yıldızının bir günü ise bin senedir.

eyyam-ı teşrik / eyyâm-ı teşrik / eyyâm-ı teşrîk

  • Kurban bayramının birinci gününden sonraki diğer üç güne verilen isimdir. Zilhiccenin 11, 12 ve 13 üncü günleridir. Birinci gününe "yevm-i nahr" (kurban günü) denir.
  • Kurban Bayramı'nın ilk gününden sonraki üç gün.
  • Kurban bayramının 2, 3 ve 4. günleri.

eyyamü't-teşrik / eyyâmü't-teşrik

  • Kurban Bayramı'nın ilk gününden sonraki üç gün.

eyyid

  • Kuvvetlendir, teyid et, devam ettir (meâlinde).

eyyub aleyhisselam / eyyûb aleyhisselâm

  • Kur'ân-ı kerîmde adı geçen peygamberlerden.

ez'af-ül ibad

  • Kulların en zayıf olanı.

ez'afü'l-ibad / ez'afü'l-ibâd

  • Kulların en zayıfı.

ez-zikr

  • Kur'ân-ı Kerim'in adlarından biri.

eznem

  • Kulakları ucunda sarkık uzun kılları olan keçi.

ezra

  • Kulağı beyaz, gövdesi siyah olan davar.

ezvet

  • Küçük yanaklı.

ezyal

  • Kuyruklar.

fakir-i pür-taksir / fakir-i pür-taksîr

  • Kusurlarla dolu fakir anlamına gelen, tevazu ifadesi olarak "ben" yerine kullanılan ifade.

fakir-i pürkusur

  • Kusurlarla dolu muhtaç anlamında, tevazu ifadesi olarak "ben" yerine kullanılan söz.

fatiha / fâtihâ

  • Kur'ân-ı Kerimin 1. sûresi.

fatiha suresi / fâtiha sûresi

  • Kur'ân-ı kerîmin birinci sûresi.

fatiha-ı şerife / fâtiha-ı şerife

  • Kur'ân'ın ilk sûresi olan Fatiha Sûresi.

fatiha-i şerife / fâtiha-i şerife

  • Kur'ân-ı Kerimin ilk sûresi olan Fâtiha Sûresi.

fatır suresi / fâtır suresi / fâtır sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 35. suresi. Melâike Suresi de denir. Mekkîdir.
  • Kur'ân-ı kerîmin otuz beşinci sûresi. Melâike sûresi de denilmektedir.

faze

  • Küçük çadır.

fecr suresi / fecr sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 89. suresi.
  • Kur'ân-ı kerîmin seksen dokuzuncu sûresi.

felah / felâh / فلاح / فَلَاحْ

  • Kurtuluş.
  • Kurtuluş, selâmet, mutluluk, hayır ve nîmetlerde, râhatta dâim olmak.
  • Kurtuluş, selâmet, onma, mutluluk, kutluluk.
  • Kurtulma, rahata erme. (Arapça)
  • Kurtuluş.

felah-yab

  • Kurtulan, kurtuluşa eren, felah bulan. (Farsça)

felak suresi / felak sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'de 113. suredir. Nâs Suresiyle beraber ikisine Muavvezeyn; İhlâs suresi ile beraber olursa üçüne Muavvezât adı verilir.
  • Kur'ân-ı kerîmin yüz on üçüncü sûresi.

feltut

  • Küçüklüğünden dolayı iki tarafı gelip birleşmiyen elbise.

feravvuc

  • Küçük oğlan gömleği.

ferdi / ferdî

  • Kur'ân'ın işaret ettiği şahıs, olay veya şahs-ı manevîlerin her biri.

ferek

  • Kulağın sarkık ve sülpük olması.

ferhunde / فرخنده

  • Kutlu. (Farsça)

ferid

  • Kutup gibi mürşidlerin gözetimi dışında doğrudan Kur'ân ve sünnetle gayba eren ve hakikati bulan kimse.

ferman-ı kudsi / ferman-ı kudsî

  • Kutsal bir makamdan gelen buyruk.

ferra

  • Kürkçü kimse.

ferruh / فرخ

  • Kutlu. (Farsça)

fetat

  • Kuvvetli, genç kadın.

feth-i beytü'l-makdis

  • Kudüs'ün fethi.

feth-i kudüs

  • Kudüs'ün fethi.

fetih suresi / fetih sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 48. suresi.
  • Kur'ân-ı kerîmin kırk sekizinci sûresi.

fetişizm

  • Küçük putlara ve heykellere tapma âdeti. Putçuluk. Kadın resimlerine veya heykellere fazlaca sevgi beslemek hastalığı. (Fransızca)

fevz

  • Kurtuluş. Zafer. Necat. Muvaffakiyet. Selâmet.
  • Kurtuluş.

fevz-i necat

  • Kurtuluş zaferi.

fevzi / fevzî

  • Kurtuluşa, fevze âit ve müteallik.

feyyaz-ı rahmani / feyyaz-ı rahmânî

  • Kullarına karşı çok merhametli olan ve rahmet eserleri bütün varlık âlemini kuşatan Allah'ın feyiz, bereket ve ihsanı.

feyz-i kur'an / feyz-i kur'ân

  • Kur'ân'ın verdiği ilham, bereket ve ilim bolluğu.

feyz-i kur'ani / feyz-i kur'ânî

  • Kur'ân'ın feyzi, Kur'ân'ın verdiği ilham, bereket ve ilim bolluğu.

feyz-i rahman / feyz-i rahmân

  • Kullarına karşı çok merhametli olan ve rahmet eserleri bütün varlık âlemini kuşatan Allah'ın lûtfu, ihsanı.

fidye-i necat

  • Kurtuluş fidyesi.

fihriste-i mukaddese

  • Kutsal liste.

fihristecik

  • Küçük indeks, içindekiler.

fil suresi / fîl sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'de 105. sure olup Mekke-i Mükerreme'de nâzil olmuştur.
  • Kur'ân-ı kerîmin yüz beşinci sûresi.

fintise / fintîse

  • Kurt ve kuş ağzı.

firavuncuk / firâvuncuk

  • Küçük bir Firavun; kendini Firavun gibi ilâh seviyesine çıkaracak derecede büyük gören.
  • Küçük bir Firavun.

fırka-i naciye / fırka-i nâciye

  • Kurtuluşa eren cemaat, topluluk; Ehl-i Sünnet ve Cemaat.
  • Kurtuluş fırkası. Cehennem'den kurtulacağı bildirilen fırka. İslâm dîninde doğru îtikâd üzere olanlar. Peygamber efendimiz ve Eshâbının ve bu büyüklere tâbi olan Ehl-i sünnet âlimlerinin yolunda bulunanlar.
  • Kur'an-ı Kerim'e ve Sünnet-i Seniyeye sıkı sıkıya bağlı olup Ehl-i Sünnet ve Cemaat yolundan ayrılmayan müslümanlar. Bunlar kıyamete kadar lütf-u İlahî ile devam eder.

fırka-i naciye-i kamile / fırka-i nâciye-i kâmile

  • Kurtuluşa eren kâmil cemaat, topluluk; Ehl-i Sünnet ve Cemaat.

fülgur

  • Kuzukulağı dedikleri ot.

fürafür

  • Kulağı yırtık kişi.

furkan / فرقان

  • Kur'an.

furkan suresi / furkân sûresi

  • Kur'ân-ı kerîmin yirmi beşinci sûresi.

füseyfisa

  • Küçük boncuk taneleriyle veya taş ve cam parçalarıyla süslenmiş satıh.

fussilet suresi / fussilet sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 41. suresidir. Mekkî'dir. Secde, Sure-i Akvat ve Mesabih Suresi de denir.
  • Kur'ân-ı kerîmin kırk birinci sûresi. Secde sûresi ve Hâ mîm de denir.

fütuhat-ı kur'aniye / fütuhat-ı kur'âniye

  • Kur'ân'ın kalplerde ve ruhlarda meydana getirdiği mânevî fetihler.

gafur-ur rahim

  • Kusurları örten, adâletle en ziyade merhamet eden Cenab-ı Hak (C.C.). Mü'minlerin kusurlarını affederek muhafaza eden.

gafurü'r-rahim / gafûrü'r-rahîm

  • Kullarının günahlarını çok bağışlayan ve kullarına özel rahmet, merhamet ve şefkat gösteren Allah.

gamir

  • Kurumamış yeşil ot.

garb-ı şimali / garb-ı şimalî

  • Kuzey batı.

garran

  • Kükreyen, haykıran. Homurdanan. (Farsça)

garrende

  • Kükreyerek vahşileşen arslan ve benzeri yırtıcı hayvan. (Farsça)

gaşiye suresi / gâşiye sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'de 88. suredir. Mekkîdir.
  • Kur'ân-ı kerîmin seksen sekizinci sûresi.

gaye-i cüz'iye

  • Küçük bir gaye.

gaye-i ubudiyet

  • Kulluğun gayesi.

gazanfer-i gazub

  • Kükremiş arslan.

gevheri / gevherî

  • Kuyumcu, cevherci. (Farsça)

gıda-yı kudsi / gıda-yı kudsî

  • Kutsal gıda.

girihçe

  • Küçük düğüm, düğümcük. (Farsça)

goncedehan / goncedehân / غنجه دهان

  • Küçük ağızlı, gonca ağızlı. (Farsça)

gücük

  • Kuvvetsiz, zayıf, gevşek.

gugerd / gûgerd / گوگرد

  • Kükürt. (Farsça)

gugird

  • Kükürt. (Farsça)

guk / gûk / غوک

  • Kurbağa. (Farsça)
  • Kurbağa. (Farsça)

gül

  • Küçük ve dikenli bir ağaçta olup şeklinin ve kokusunun güzelliği ile meşhurdur. Şairlere göre bülbülün sevgilisidir. Pek çok cinsi vardır. (Farsça)

günah-ı sagire / günâh-ı sagîre

  • Küçük günah.

günbed / گنبد

  • Kümbet, kubbe, üst tarafı yuvarlak şekilde olan bina veya çıkıntı. (Farsça)
  • Kümbet. (Farsça)

gunyat

  • Kudret, zenginlik.

gurabe

  • Kubbeli türbe. (Farsça)

gürg / گرگ

  • Kurt. (Farsça)

gürgzade

  • Kurt yavrusu. (Farsça)

guş / gûş / گوش

  • Kulak. (Farsça)

guş-hurde

  • Kulağı bükülmüş, terbiye edilmiş. (Farsça)

guş-var

  • Küpe, kadınların kulaklarına taktıkları mücevher. (Farsça)

guş-zed

  • Kulağa çarpan, işitilen. (Farsça)

guspend-güşan / guspend-güşân

  • Kurban bayramı. (Farsça)

guşvare / gûşvâre / گوشواره

  • Küpe. (Farsça)

habellak

  • Küçük olup büyümeyen koyun.

hac

  • Kur'ân-ı Kerimin 22. sûresi.

hac suresi / hac sûresi

  • Kur'ân-ı kerîmin yirmi ikinci sûresi.

hacc suresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 22. suresidir.

hadad

  • Küçük, beyaz boncuk.

hadd-i maruf / hadd-i mâruf

  • Kur'ân ve sünnetçe makbul görülen, kabul edilen sınır.

hadid suresi / hadîd sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 57. suresi.
  • Kur'ân-ı kerîmin elli yedinci sûresi.

hadim-i kur'an / hâdim-i kur'ân

  • Kur'ân hizmetçisi.

hadimü'l-kur'an / hâdimü'l-kur'ân

  • Kur'ân'ın hizmetkârı.

hadise-i cüz'iye / hâdise-i cüz'iye

  • Küçük hadise.

hadise-i kudsiye

  • Kutsal olay.

hadise-i külliye / hâdise-i külliye

  • Küllî hadise; büyük ve kapsamlı hâdise, olay.

hadise-i kur'aniye / hâdise-i kur'âniye

  • Kur'ânî olay.

hafif / hafîf

  • Kuş uçarken, at koşarken veya rüzgâr eserken meydana gelen hışırtı, hışlama.

hafir-i bi'r / hâfir-i bi'r

  • Kuyu kazan.

hafız / hâfız

  • Kurânı ezberlemiş kimse.
  • Kur'ân'ı ezberleyen.

hafız mektebi

  • Kur'ân-ı Kerimi ezberlemek için gidilen okul.

hafız-ı kur'an / hâfız-ı kur'ân

  • Kur'ân-ı kerîmi ezbere bilen.
  • Kur'ân-ı Kerimi ezberleyen.

hafız-ı kütüb / hâfız-ı kütüb / حافظ كتب

  • Kütüphaneci.

hafızlık / hâfızlık

  • Kur'ân'ı ezberleme.

hak-i harim / hâk-i harîm

  • Kutsal toprak.

hakaik-i aliye-i kur'aniye / hakaik-i âliye-i kur'âniye

  • Kur'ân'ın yüce hakikatleri, esasları.

hakaik-i esasiye-i kur'aniye ve imaniye / hakaik-i esasiye-i kur'âniye ve imaniye

  • Kur'ân ve imânın temel hakikatleri.

hakaik-i imaniye ve kur'aniye / hakaik-i imaniye ve kur'âniye

  • Kur'ân ve iman hakikatleri, esasları.

hakaik-ı kudsiye-i imaniye / hakaik-ı kudsiye-i imâniye

  • Kutsal iman hakikatleri, esasları.

hakaik-i kudsiye-i imaniye ve kur'aniye / hakaik-i kudsiye-i imaniye ve kur'âniye

  • Kur'ân'ın ve imanın mukaddes ve kutsal hakikatleri.

hakaik-i kur'an / hakaik-i kur'ân

  • Kur'ân'ın hakikatleri, esasları.

hakaik-ı kur'aniye / hakaik-ı kur'âniye

  • Kur'ân'ın hakikatleri.

hakaik-i kur'aniye / hakaik-i kur'âniye

  • Kur'ân'ın hakikatleri, esasları.

hakaik-ı kur'aniye ve imaniye / hakaik-ı kur'âniye ve imâniye

  • Kur'ân ve imân hakikatleri.

hakaik-i kur'aniye ve imaniye / hakaik-i kur'âniye ve imâniye

  • Kur'ân ve iman hakikatleri, gerçekleri.

hakaret

  • Küçüklük. İtibarsızlık. Hor ve hakir görmek. Küçümseme. Küçük görme. Tâzimsizlik.
  • Küçüklük, değersizlik.
  • Küçüklük, küçük görme.

hakikat-ı furkaniye

  • Kur'ân'ın gerçeği.

hakikat-ı kudsiye

  • Kutsal gerçek.

hakikat-i kudsiye

  • Kutsal hakikatler.

hakikat-i kudsiye-i kur'aniye / hakikat-i kudsiye-i kur'âniye

  • Kur'ân'ın kutsal gerçeği, özü.

hakikat-i küfriye

  • Küfrün hakikati, inkâr ve inançsızlığın gerçeği.

hakikat-i kur'an / hakikat-i kur'ân

  • Kur'ân'ın hakikati, gerçeği.

hakikat-ı kur'aniye / hakikat-ı kur'âniye

  • Kur'an'da bulunan hakikat.

hakikat-i kur'aniye / hakikat-i kur'âniye

  • Kur'ân hakikati, öz mânâsı.

hakiki adalet-i kur'aniye / hakikî adâlet-i kur'âniye

  • Kur'ân'ın gerçek ve doğru adaleti.

hakimiyet-i kudsiye / hâkimiyet-i kudsiye

  • Kusur ve eksiklikten yüce, mukaddes egemenlik, hâkimiyet.

hakir / hakîr

  • Küçük. Ehemmiyetsiz. Kıymetsiz. İtibarsız. Kudretsiz.
  • Küçük, ehemmiyetsiz.

hakister / hâkister / خاكستر

  • Kül, ateş külü. (Farsça)
  • Kül. (Farsça)

hakisteri / hâkisterî / خاكستری

  • Kül rengi. (Farsça)

hakka suresi / hâkka suresi / hâkka sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 69. suresi olup Mekkîdir.
  • Kur'ân-ı kerîmin altmış dokuzuncu sûresi.

hakkaniyet-i kur'aniye / hakkaniyet-i kur'âniye

  • Kur'ân-ı Kerimin doğruluğu, gerçekçiliği.

hal

  • Küçük Hindistan cevizi.

halas / halâs / خلاص / خَلَاصْ

  • Kurtulma, kurtuluş. Selâmete ermek.
  • Kurtulma.
  • Kurtulma, kurtuluş.
  • Kurtuluş.
  • Kurtuluş, kurtulma. (Arapça)
  • Halâs bulmak: Kurtulmak. (Arapça)
  • Halâs olmak: Kurtulmak. (Arapça)
  • Kurtulma.

halas etme / halâs etme

  • Kurtarma.

halas etmek / halâs etmek

  • Kurtarmak.

halas olma / halâs olma

  • Kurtulma, kurtuluşa erme.

halas olmak / halâs olmak

  • Kurtulmak.

halaskar / halaskâr / halâskâr / خلاصكار / خَلَاصْكَارْ

  • Kurtarıcı.
  • Kurtarıcı.
  • Kurtarıcı.
  • Kurtarıcı. (Arapça - Farsça)
  • Kurtarıcı.

halede

  • Küpe.

haliçe

  • Küçük halı. Kilim. Seccâde. (Kaliçe de yazılır.)
  • Küçük halı.

halk-ı kur'an / halk-ı kur'ân

  • Kur'ân'ın yaratılması.

hallak-ı alim / hallâk-ı alîm

  • Küçük büyük, gizli açık, geçmiş ve gelecek her şeyi hakkıyla bilen ve kâinatta her şeyi yaratan Allah.

hame-i zerrin-i kudret / hâme-i zerrîn-i kudret

  • Kudretin altın kalemi.

hamel / حمل

  • Kuzu. (Arapça)

hamele-i kur'an / hamele-i kur'ân

  • Kur'ân davasını omuzlayan, onu sonraki nesillere ulaştıran.

hançe / hânçe

  • Küçük tepsi, ufak sini. (Farsça)

hanin-ül ciz'

  • Kuru direğin inleyip ağlayışı. Hurma kütüğünün inlemesi.

harba'

  • Kulağı delik koyun.

harbele

  • Kuyulardan su çekmeğe mahsus dolap. Bostan dolabı. (Farsça)

harc-ı kur'ani / harc-ı kur'ânî

  • Kur'ân'ın harcı.

hareke

  • Kurân harflerinin okunuşunu belirleyen işaretler.

harf-i kur'an / harf-i kur'ân

  • Kur'ân harfi.

harim-i ismet / harîm-i ismet / حریم عصمت

  • Kutsal saha. (Farsça)

harita-i kudsiye

  • Kutsal harita.

harras

  • Küp yapan.

hars / حرث

  • Kültür. (Arapça)

harsek

  • Küçük cisim.

harsi / harsî / حرثى

  • Kültürel. (Arapça)

harun aleyhisselam / hârûn aleyhisselâm

  • Kur'ân-ı kerîm'de adı geçen peygamberlerden.

harut ve marut

  • Kur'an-ı Kerim'de ismi geçen iki meleğin ismidir.

haşba'

  • Kuru, yâbis.

hasi / hasî

  • Kuru.

haşi

  • Kuru, yâbis.

haşim

  • Kuru ekmek kırıntısı doğruyan. Ezen, yaran, kıran, parçalayan.

hasin / hasîn

  • Küçük balta.

haşiyecik

  • Küçük haşiye, dipnot.

haşiyy

  • Kuru, yâbis.

haşr suresi / haşr sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 59. suresi olup Medine-i Münevvere'de nâzil olmuştur.
  • Kur'ân-ı kerîmin elli dokuzuncu sûresi.

hata

  • Kuzey Çin.

hata ender hata

  • Kusur içinde kusur. Hatâ içinde hata.

hatim

  • Kur'ân'ı başından sonuna kadar okuyup bitirme.

hatla'

  • Kulakları sarkık olan kadın. (Müz: Ahtal)

hatm

  • Kur'ân-ı kerîmi başından (Fâtiha sûresinden başlıyarak) sonuna (Nâs sûresine) kadar okumak.

hatm-i kur'an / hatm-i kur'ân

  • Kur'ân'ı başından sonuna kadar okuyup bitirme.

hatm-i kur'ani / hatm-i kur'ânî

  • Kur'ân'ın tamamını okumak, hatim yapmak.

hatme-i kur'aniye / hatme-i kur'âniye

  • Kur'ân'ın hatmi; Kur'ân-ı Kerimi baştan sona okuyup bitirme.

hatt-ı kur'an / hatt-ı kur'ân / خَطِّ قُرْآنْ

  • Kur'ân hattı, yazısı.
  • Kur'ân yazısı.
  • Kurân yazısı.

hatt-ı kur'ani / hatt-ı kur'ânî

  • Kur'ân yazısı.

hatt-ı kur'aniye / hatt-ı kur'âniye

  • Kur'ân hattı yazısı.

havafi

  • Kuş kanadında ebâhir yeleklerinden sonra olan dört kısacık yelekler.

havarık-ı iktidar / havârık-ı iktidar

  • Kudret harikaları.

havarık-ı kudret / havârık-ı kudret

  • Kudret harikaları.

havl

  • Kuvvet, korku.

havzaa

  • Kumluktan alınmış bir miktar kum.

hayat-ı külliye

  • Küllî hayat; bütün fertleri içine alan kapsamlı hayat.

hayat-ı maneviye-i ubudiyet / hayat-ı mâneviye-i ubudiyet

  • Kulluğun mânevî hayatı.

hayl

  • Kuvvet. Havl.

hazain-i mukaddese-i kur'aniye / hazâin-i mukaddese-i kur'âniye

  • Kur'ân'ın mukaddes hazineleri.

hazama'

  • Kulağı enine yarılmış keçi.

hazine-i hassa-i kur'an / hazine-i hâssa-i kur'ân

  • Kur'ân'a ait olan özel hazine.

hazine-i kudret

  • Kudret hazinesi.

hazine-i kudsiye

  • Kutsal hazine.

hazine-i kur'an / hazine-i kur'ân

  • Kur'ân'ın hazinesi.

hazine-i kur'aniye / hazine-i kur'âniye

  • Kur'ân hazinesi.

hazra'

  • Küçük ve dar gözlü kadın. (Müz: Ahzer)

hazret-i dellal-ı kur'an / hazret-i dellâl-ı kur'ân

  • Kur'ân'ı ilân eden, tanıtan, hizmet eden.

hazret-i kur'an / hazret-i kur'ân

  • Kur'ân-ı Kerim.

heby

  • Küçük câriye.

hediye-i kudsiye

  • Kutsal hediye.

hediye-i kur'an / hediye-i kur'ân

  • Kur'ân'ın hediyesi.

hediye-i kur'aniye / hediye-i kur'âniye

  • Kur'ân'ın hediyesi.

hediye-i ubudiyet / hediye-i ubûdiyet

  • Kulluk hediyesi.

hemisa' / hemîsa'

  • Kuvvetli adam.

hemşime

  • Kuru odun. Kurumağa yüz tutmuş ağaç. Ağaçları kurumuş yer.

herkül

  • Kuvvetiyle meşhur bir Yunanlı.

heyzüm

  • Kuru odun. (Farsça)

hezeyan-ı küfri / hezeyan-ı küfrî

  • Küfür saçmalaması.

hibb

  • Kurnaz, aldatıcı, hileci kimse.

hicr

  • Kur'ân-ı Kerimin 15. sûresi.

hicr suresi / hicr sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 15. suresidir.
  • Kur'ân-ı kerîmin on beşinci sûresi.

hidayet-i kur'an / hidayet-i kur'ân

  • Kur'ân'ın hak ve doğru yola erdirmesi.

hıfş

  • Küçük ev.

hıfz-ı kur'an / hıfz-ı kur'ân

  • Kur'an-ı Kerim'i tamamıyla ezberleme.
  • Kur'ân'ın ezberlenmesi, hıfzedilmesi.

hıfz-ı kur'ani / hıfz-ı kur'ânî

  • Kur'ân'ın koruması, himayesi.

hikçe / hîkçe

  • Küçük tulum. (Farsça)

hikemiyat-ı kur'aniye / hikemiyat-ı kur'âniye

  • Kur'ân'daki hikmetler, hikmetli meseleler.

hıkf

  • Kumun bir yere toplanıp yığılarak tepe gibi olması.

hikmet-i kudsiye-i kur'aniye / hikmet-i kudsiye-i kur'âniye

  • Kur'ân'ın kutsal hikmeti, onun hikmet ilmi.

hikmet-i kur'an / hikmet-i kur'ân

  • Kur'ân'ın hikmeti.

hikmet-i kur'aniye / hikmet-i kur'ânîye

  • Kur'an'a mahsus hikmet.
  • Kur'ânî hikmet.

hikmet-i kur'aniye ve imaniye / hikmet-i kur'âniye ve imaniye

  • Kur'ân ve imandan gelen ilim, hikmet.

hilaf-ı kur'an / hilâf-ı kur'ân

  • Kur'ân'a aykırı, zıt.

hilaf-ı usul / hilâf-ı usul

  • Kurala aykırı.

hılbid

  • Küçük deve.

hime / hîme

  • Kütük, odun, kereste. (Farsça)

himemat-ı kudsiye

  • Kutsal himmetler, mânevî yardımlar.

himlac

  • Kuyumcular körüğü.

hinsare

  • Küçük ve kısa.

hınsır

  • Küçük parmak. Serçe parmak.

hissiyat-ı şedide / hissiyât-ı şedide

  • Kuvvetli duygular.

hıştek

  • Küçük kerpiç. (Farsça)

hitab-ı kur'ani / hitab-ı kur'ânî

  • Kur'ânda yer alan hitap, Allah'ın hitabı.

hitabat-ı ezeliye-i sübhaniye / hitâbât-ı ezeliye-i sübhâniye

  • Kusur ve aczden yüce olan Allah'ın ezelî konuşmaları.

hitabat-ı kur'aniye / hitâbât-ı kur'âniye

  • Kur'ân'ın bütün insanlara yönelik hitapları.

hıyere

  • Küfe yakınında bir şehrin adı.

hizb-i kur'ani / hizb-i kur'ânî / حِزْبِ قُرْاٰن۪ي

  • Kur'ân'ın taraftarları, hizmetkârları.
  • Kurân cemâati.

hizb-i mahsus

  • Kur'ân'dan seçilen özel bölümlerin bir araya getirilmiş hâli.

hizb-i mahsus-u kur'ani / hizb-i mahsus-u kur'ânî

  • Kur'ân'dan seçilen özel bölümlerin bir araya getirilmiş hâli.

hizbü'l-azam-ı kur'ani / hizbü'l-âzam-ı kur'ânî

  • Kur'ân'dan alınmış bazı âyetlerden oluşan dua kitabı.

hizbü'l-kur'an / hizbü'l-kur'ân

  • Kur'ân'daki iman hakikatlerini insanlara ulaştırma hizmetini yürütenler.

hizbü'l-kur'ani / hizbü'l-kur'ânî

  • Kur'ân'a hizmet eden, onun hakikatlerini yaşayıp yaşatmaya çalışan grup.

hizbül-kur'an / hizbül-kur'ân

  • Kur'ân taraftarları, Kur'ân hizmetkârları.

hızır

  • Kurânda adı geçen mübarek bir zatın ismi.

hızk

  • Kuşun terslemesi.

hizmet-i esrar-ı kur'aniye / hizmet-i esrar-ı kur'âniye / hizmet-i esrâr-ı kur'âniye / خِدْمَتِ اَسْرَارِ قُرْاٰنِيَه

  • Kur'ânın sırlarının hizmeti.
  • Kur'ânın sırlarına dâir hizmet.

hizmet-i kudsiye

  • Kutsal hizmet.

hizmet-i kudsiye-i kur'aniye / hizmet-i kudsiye-i kur'âniye

  • Kutsal olan Kur'ân hizmeti.

hizmet-i kur'an / hizmet-i kur'ân

  • Kur'ân hakikatlerini yayma görevi.

hizmet-i kur'an ve iman / hizmet-i kur'ân ve iman

  • Kur'ân ve iman hizmeti.

hizmet-i kur'aniye / hizmet-i kur'âniye

  • Kur'ân hizmeti.

hizmet-i neşriye

  • Kur'ân-ı Kerimin hakikatlerini yayma hizmeti.

hizmet-i sübhaniye / hizmet-i sübhâniye

  • Kusur ve eksiklikten yüce olan Allah'ın hizmeti.

hizmet-i ubudiyet / hizmet-i ubûdiyet

  • Kulluk hizmeti.

hüccet-i kur'aniye / hüccet-i kur'âniye

  • Kur'ân'ın ortaya koyduğu kesin delil.

huceste / خجسته

  • Kutlu, uğurlu. (Farsça)

hüceyrat şehri

  • Küçük hücreciklerden meydana gelen şehir.

hucne

  • Kuşak.

hücr

  • Kucak, âğuş.

hucurat suresi / hucurât sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'de 49. suredir. Medine-i Münevvere'de nâzil olmuştur.
  • Kur'ân-ı kerîmin kırk dokuzuncu sûresi.

hud / hûd

  • Kur'ân-ı Kerimin 11. sûresi.

hud aleyhisselam / hûd aleyhisselâm

  • Kur'ân-ı kerîmde ismi geçen peygamberlerden.

hud suresi / hûd sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'de 11. sure olup Mekke-i Mükerreme'de nâzil olmuştur.
  • Kur'ân-ı kerîmin on birinci sûresi. Mekke-i mükerremede indi. Yüz yirmi üç âyet-i kerîmedir.

hüda-i kur'an / hüdâ-i kur'ân

  • Kur'ân'ın insanlara sunduğu hak ve hidayet yolu.

hüda-yı kur'ani / hüdâ-yı kur'ânî

  • Kur'ân'ın gösterdiği hak ve hidayet yolu.

hüdlul

  • Kurt. (Canavar)

hükm-i şer'i / hükm-i şer'î

  • Kur'an-ı Kerim'e ve Din-i İslâm'a uygun kanun ile verilen karar. Şeriatın hükmü.

hükm-ü kur'an / hükm-ü kur'ân

  • Kur'ân'ın kararı.

hükm-ü kur'ani / hükm-ü kur'ânî

  • Kur'ân'ın hükmü.

hukuk-u ibad / hukuk-u ibâd

  • Kul hakları, insan hakları.

hulam

  • Kurban olmayan küçük oğlak.

hülasa-i fikr-i küfri / hülâsa-i fikr-i küfrî

  • Küfür düşüncesinin özeti.

hülasa-i kur'aniye / hülâsa-i kur'âniye

  • Kur'ân'ın özü, özeti.

hülasa-i ubudiyet / hülâsa-i ubudiyet

  • Kulluğun özü, özeti.

hulc

  • Küçük gemi.

huleke

  • Kum içinde olan küçük bir hayvan.

huluk-ı azim / huluk-ı azîm

  • Kur'ân-ı kerîmin bildirdiği ve Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem sâhib olduğu güzel huylar.

hulya

  • Kuruntu. Hayal. Vehim. Olmıyan bir şeyi düşünerek yaşamak. Akıldan geçen ve matmah-ı nazar olan husus. (Farsça)

hum / خم

  • Küp. (Farsça)

hümayun / hümâyun

  • Kutlu, mutlu.

humçe

  • Küçük küp. (Farsça)

hümeze suresi / hümeze sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 104. suresi olup Mekkîdir.
  • Kur'ân-ı kerîmin yüz dördüncü sûresi.

hummaz

  • Kuzu kulağı.

hunan

  • Kuşların boğazında olan bir hastalık.

hurd / خرد

  • Küçük, ufak. (Farsça)

hurdegir / hurdegîr / خرده گير

  • Kusur bulan. (Farsça)

hürnu'

  • Küçük canavar.

huruf ve hatt-ı kur'an / huruf ve hatt-ı kur'ân

  • Kur'ân'ın harfleri ve yazısı; Arapça harfler.

huruf-ı mukattaa / hurûf-ı mukattaa

  • Kur'ân-ı kerîmde bâzı sûre başlarında bulunan ve mânâsı açık olmayan ikisi üçü bir arada veya tek başına yazılı harfler. Elif lâm mîm, Yâsîn, Elîf lâm râ... gibi.

huruf-u hecaiye-i kur'aniye / huruf-u hecâiye-i kur'âniye

  • Kur'ân alfabesindeki harflerin hepsi.

huruf-u kur'an / hurûf-u kur'ân

  • Kur'ân harfleri.

huruf-u kur'aniye / huruf-u kur'âniye / hurûf-u kur'âniye / حُرُوفُ قُرْآنِيَه

  • Kur'ân'ın harfleri.
  • Kurân harfleri.

huruf-u kur'aniye ve zikriye / huruf-u kur'âniye ve zikriye

  • Kur'ân'da ve zikirlerde yer alan harfler.

hurufat ve kelimat-ı kur'aniye / hurufat ve kelimat-ı kur'âniye

  • Kur'ân'ın harfleri ve kelimeleri.

hurufat-ı kudsiye / hurufât-ı kudsiye

  • Kudsi, mukaddes harfler.

hurufat-ı kur'aniye / hurufât-ı kur'âniye / hurûfât-ı kur'âniye

  • Kur'ân'ın harfleri.
  • Kur'ân harfleri.

hüseyin / حسين

  • Küçük güzel.

huşk / خشك

  • Kuru. (Farsça)

huşk u ter

  • Kuru ve yaş.

huşki / huşkî

  • Kuruluk, yubuset. (Farsça)

huşksal

  • Kuraklık ve kıtlık yılı. (Farsça)

huşksali / huşksâlî / خشك سالى

  • Kuraklık. (Farsça)

hüsn-ü bi-bahane

  • Kusursuz güzellik. Günahsız mâsum güzellik.

hüsn-ü mücerred

  • Kusur ve noksanlıktan arınmış güzellik.

hüsn-ü mukaddes

  • Kutsal ve kusursuz güzellik.

huşşa'

  • Kulak ardındaki yumruca kemik.

hüv'

  • Kusmak.

hüval

  • Kundura kalıbının yukarı kısmını genişletmek için kullanılan takoz.

huzene

  • Kulak.

hüzn-ü kur'ani / hüzn-ü kur'ânî

  • Kur'ân'a has hüzün.

huzur-u etemm

  • Kulun kendini her yönüyle Allah'ın huzurunda hissetmesi.

huzur-u ilahi / huzur-u ilâhî

  • Kulun kendisini Allah'ın huzurunda hissetmesi.

huzur-u tam

  • Kulun kendisini tam olarak Allah'ın huzurunda hissetmesi.

i'bad

  • Kul etmek, köle yapmak.

i'caz-ı kur'an / î'câz-ı kur'ân

  • Kur'ân'ın mu'cizeliği.

i'caz-ı kur'ani / i'câz-ı kur'ânî

  • Kur'ân'ın mu'cize olan özellikleri; Kur'ân'ın bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü özellikleri.

i'caz-ı kur'aniye / i'câz-ı kur'âniye

  • Kur'ân'ın mu'cize oluşu.

i'cazat-ı kur'aniye / i'câzât-ı kur'âniye

  • Kur'ân'ın mu'cizeleri.

i'mak-ı bi'r

  • Kuyunun derinleştirilmesi.

i'tiraf-ı kusur

  • Kusurunu söyleme, itiraf etme.

i'tizar

  • Kusurunu bilerek özür dilemek. Kusurunu beyan edip ve anlayıp af dilemek. (Takdire şayan güzel bir haslettir.)

ibad / ibâd / عباد

  • Kullar.
  • Kullar.
  • Kullar.
  • Kullar. (Arapça)

ibadet / ibâdet

  • Kulluk, kulluk vazîfelerini İslâmiyetin bildirdiği şekilde yerine getirmek. Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymak.

ibas

  • Kurutmak.

ibrahim aleyhisselam / ibrâhim aleyhisselâm

  • Kur'ân-ı kerîmde ismi bildirilen peygamberlerden.

ibrahim suresi / ibrâhim sûresi

  • Kur'ân-ı kerîmin on dördüncü sûresi.

ibtiar

  • Kuyu kazma.

icaz-ı i'cazi / îcâz-ı i'câzî

  • Kur'ân'ın mu'cizeliğini gösteren vecizliği, özlü söz şeklindeki ifade tarzı.

icaz-ı kur'ani / îcâz-ı kur'ânî

  • Kur'ân'ın vecizliği, az sözle çok mânâlar anlatması.

id-i adha / îd-i adhâ / عيد اضحى

  • Kurban Bayramı.
  • Kurban bayramı.

ıdha'

  • Kuşluk vaktine girmek.

idris aleyhisselam / idrîs aleyhisselâm

  • Kur'ân-ı kerîmde adı geçen peygamberlerden.

ıdtıla'

  • Kuvvetlendirmek.

ifa-yı vazife-i ubudiyet / ifâ-yı vazife-i ubudiyet

  • Kulluk görevini yerine getirme.

ifade-i kur'aniye / ifade-i kur'âniye

  • Kur'ân'ın kendine mahsus anlatım biçimi.

ifcac

  • Kuş cıvıldaması, kuş ötmesi.

ifcac-ı tuyur

  • Kuşların cıvıldayışı.

iflah / iflâh

  • Kurtulma.

ihata / ihâta / احاطه / اِحَاطَه

  • Kuşatma, çevirme.
  • Kuşatma.
  • Kuşatma.

ihata etme

  • Kuşatma.

ihatalı / ihâtalı

  • Kuşatıcı, kapsamlı.

ihatasız

  • Kuşatmayan, dar.

ihdas / ihdâs / احداث

  • Kurma, oluşturma, meydana getirme. (Arapça)
  • İhdâs edilmek: Kurulmak, oluşturulmak, meydana getirilmek. (Arapça)
  • İhdâs etmek: Kurmak, oluşturmak, meydana getirmek. (Arapça)
  • İhdas olunmak: Kurulmak, oluşturulmak, kon (Arapça)

ihlas suresi / ihlâs sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'de şirkin ve küfrün envâını reddedip, tevhidi ilân eden 112. Sure. Bu sureye: Esas, Tevhid, Tefrid, Tecrid, Necat, Velâyet, Marifet, Samed, Muavvize, Mazhar, Berâe, Nur, İman suresi de denilmektedir. Maâni, Müzekkire gibi isimleri de vardır.
  • Kur'ân-ı kerîmin yüz on ikinci sûresi. Tevhîd, Tefrîd, Tecrîd, Necâd, Vilâyet ve Mârifet sûresi de denilmiştir.

ihtar-ı kur'ani / ihtar-ı kur'ânî

  • Kur'ân'ın ihtarı, hatırlatması.

ihtibak

  • Kumaş ve bez dokuma.

ihtimal-i kavi / ihtimal-i kavî

  • Kuvvetli ihtimal.

ihtimal-i necat

  • Kurtuluş ihtimali.

ihtişaş

  • Kuru ot veya saman gibi hayvan yemi biriktirme.

ihtiyar-ı külfet

  • Külfete katlanma.

ik'ar-ı abar / ik'ar-ı âbâr

  • Kuyuların derinleştirilmesi.

ikad

  • Kuvvetlendirme, sağlam kılma.

ikae

  • Kusturma, istifra ettirme. Kusturulma.

ikhat

  • Kuraklığa uğratma, kıtlığa uğratma.

iktira'

  • Kurrâ atma, seçme.

iktiva'

  • Kuvvetlenme.

ilan-ı kudsi / ilân-ı kudsî

  • Kutsal ilân.

ilhad / ilhâd

  • Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmiş olan, müctehid âlimlerin söz birliği ile bildirdikleri ve müslümanlar arasında yayılan îmân bilgilerine uymamak, doğru yoldan ayrılmak küfre (îmânsızlığa) sebeb olan inanış.

ilm-i hakaik-i kur'aniye / ilm-i hakaik-i kur'âniye

  • Kur'ân hakikatlerinin ilmi.

ilm-i kıraat / ilm-i kırâat

  • Kur'ân-ı kerîmin kelimelerinin doğru olarak okunuşundan bâzı kelimelerin ise, farklı okunmasından bahseden ilim.

ilm-i kur'an / ilm-i kur'ân

  • Kur'ân ilmi.

ilm-i kur'ani / ilm-i kur'ânî

  • Kur'ân ilmi.

ilm-i muhit / ilm-i muhît / عِلْمِ مُح۪يطْ

  • Kuşatıcı ilim.

ilm-i tefsir / ilm-i tefsîr

  • Kur'ân-ı kerîmdeki murâd-ı ilâhîyi, Allahü teâlânın kastettiği mânâyı açıklayan ilim.

ilyas / ilyâs

  • Kuranda adı geçen bir peygamber.

ilyas aleyhisselam / ilyâs aleyhisselâm

  • Kur'ân-ı kerîmde ismi geçen peygamberlerden biri. Hârûn aleyhisselâmın neslindendir.

in'ikas-ı kemal / in'ikâs-ı kemâl

  • Kusursuzluğun yansıması.

ınak

  • Kucaklaşıp sarılma, muânaka.

inayet-i rahmaniye / inayet-i rahmâniye

  • Kullarına karşı çok merhametli olan ve rahmet eserleri bütün varlık âlemini kuşatan Allah'ın özel yardımı.

inca'

  • Kurtarma, necata erdirme, selâmete çıkarma.

infitar suresi / infitar sûresi

  • Kur'ân-ı kerîmin seksen ikinci sûresi.

inikad / inîkad

  • Kurulma, gerçekleşme, bağlanma.

inkaz

  • Kurtarma. Kurtarılma. Halâs etme.

inkaz eden

  • Kurtaran.

inşaallahü'r-rahman / inşaallahü'r-rahmân

  • Kullarına karşı çok merhametli olan ve rahmet eserleri bütün varlık âlemini kuşatan Allah dilerse.

insan suresi / insan sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 76. Suresi olup "Dehr, Ebrar, Emşac, Hel-etâ Suresi" de denir.
  • Kur'ân-ı kerîmin yetmiş altıncı sûresi.

insan-ı asgar

  • Küçük insan, insan.

inşikak suresi / inşikâk sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 84. Suresi olup İnşakkat suresi de denir. Mekkî'dir.
  • Kur'ân-ı kerîmin seksen dördüncü sûresi.

inşirah suresi / inşirâh sûresi

  • Kur'an-ı Kerimin 94. Suresidir.
  • Kur'ân-ı kerîmin doksan dördüncü sûresi.

intisab-ı ubudiyet

  • Kulluk bağı.

intizam ve külliyet ve vüs'at-i ubudiyet / intizam ve külliyet ve vüs'at-i ubûdiyet

  • Kulluğun düzenliliği, çokluğu ve genişliği.

irade-i amme / irade-i âmme

  • Kuşatıcı irade.

irade-i ilahiye / irade-i ilâhiye

  • Külli irade. Allah'ın emri ve isteği.

irade-i külliye

  • Külli irade. Allah'ın her şeye şâmil olan emri ve iradesi.

irem

  • Kurşun veya ok atılan nişan tahtası.

irfanperver / عرفان پرور

  • Kültürlü. (Arapça - Farsça)

irtias

  • Küpe takma.

ısaha

  • Kulak verip dinleme.

işarat-ı kur'ani / işârât-ı kur'âni

  • Kur'ân'ın işaretleri.

işarat-ı kur'aniye / işârât-ı kur'âniye

  • Kur'ân'ın işaretleri.

işarat-ı kur'aniyye / işârât-ı kur'âniyye

  • Kur'ân'ın işaretleri.

işaret-i kur'aniye / işaret-i kur'âniye

  • Kur'ân'ın işareti.

ishak

  • Kur'ân-ı Kerim'de adı geçen peygamberlerdendir. İbrahim (A.S.)ın oğludur. Yakub (A.S.)ın babasıdır.

işkil

  • Kuşku, zan.

ıslahat

  • Kusurları ve eksiklikleri gidermek için yapılan işler ve düzeltmeler.

ism-i mukaddes

  • Kutsal isim (kutsal olan "şeriat" ismi).

ism-i tasgir

  • Küçültme ismi. Küçüklük veya azlığa delâlet eden isimdir. Arapçada ekseri (Fueyl) veya (Fuayil) vezninde, Türkçede kelime sonuna cik, cık, cağız, ceğiz gibi ekler getirerek yapılır. Abd: Kul, Ubeyd: Kulcağız, kulcuk gibi.

ispat-ı nüzul

  • Kur'ân'ın Allah tarafından indirildiğini ispat etme.

isra suresi / isrâ suresi / isrâ sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'de 17. Suredir. Mekkidir.
  • Kur'ân-ı kerîmin on yedinci sûresi.

isti'mal / isti'mâl / اِسْتِعْمَالْ

  • Kullanma.
  • Kullanma.

iştibah / iştibâh / اشتباه

  • Kuşkuya düşme. (Arapça)

istibra / istibrâ

  • Küçük abdestten sonra idrarın iyice kesilmesini beklemek.

istifra

  • Kusma.

istifrağ / istifrâğ / استفراغ

  • Kusma; içindekini dökme, boşaltma.
  • Kusma. (Arapça)
  • İstifrâğ etmek: Kusmak. (Arapça)

istihfaf / istihfâf

  • Küçük ve aşağı görmek, küçümsemek, tahkir ve tahfif etmek.
  • Küçük ve aşağı görme, ehemmiyet vermeme, küçümseme.

istihfafkarane / istihfafkârane

  • Küçümseyerek, küçük görerek, hafifseyerek, ehemmiyet vermeyerek. (Farsça)

istihfafkarlık / istihfafkârlık

  • Küçümseme, hafife alma. (Arapça - Farsça - Türkçe)

istihkar

  • Küçümseme.

istihkar ederek

  • Küçümseyerek.

istihkar etmek

  • Küçümsemek, küçük düşürme.

istihrac-ı esrar-ı kur'ani / istihrac-ı esrar-ı kur'ânî

  • Kur'ân'ın ince sırlarını keşfedip ortaya çıkarmak.

istihracat-ı kur'aniye / istihracat-ı kur'âniye

  • Kur'ân-ı Kerimden anlam çıkarma işlemleri.

istila edici / istilâ edici

  • Kuşatıcı.

istila etmek / istilâ etmek

  • Kuşatmak.

istimal / istimâl / استعمال

  • Kullanma.
  • Kullanma.
  • Kullanma.

istimal eden

  • Kullanan.

istimal edilmek

  • Kullanılmak.

istimal etme

  • Kullanma.

istimal etmek

  • Kullanmak.

istimal ettiren

  • Kullandıran.

istimalce

  • Kullanımca.

istinbat / istinbât

  • Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmemiş hükümleri, bilgileri, açıkça bildirilenlere benzeterek, meydana çıkarmak.

istisgar / istisgâr

  • Küçümsemek. Küçük görmek. Kerih görmek.
  • Küçümseme.
  • Küçük ve aşağı görmek.

istisna / istisnâ / استثنا

  • Kural dışı olma.
  • Kural dışı. (Arapça)

istisna'i / istisnâ'î / استثنائى

  • Kural dışı. (Arapça)

istiva / istivâ

  • Kur'ân-ı kerîmdeki müteşâbih, yâni görülen, ilk anlaşılan mânâların verilmesi akla ve dîne uygun olmayıp günâh olan ve bu sebeble tevîl etmek yâni uygun olan mânâları vermek îcâb eden kapalı sözlerden biri.

ısva'

  • Kuruma, yaşlığı ve rutubeti kaybolma.

itikad-ı küfriye

  • Küfür itikadı, inkâra dayalı inanç biçimi.

itizar / itizâr

  • Kusurunu bilerek özür beyan etme, kusurunu beyan edip af dileme.

itkan-ı muhkem

  • Kusursuz sağlamlık.

itraz

  • Kurutma veya kurutulma.

ittiba-ı kur'an / ittibâ-ı kur'ân

  • Kur'ân'a uymak.

ıyd-ı edha / ıyd-ı edhâ

  • Kurban bayramı. Kamerî seneye göre Zilhicce ayının onuncu, on birinci, on ikinci ve on üçüncü günleri.

izbe

  • Kuytu. Loş. Pis ve nemli yer.
  • Kuytu, pis yer.
  • Kuytu.

izhar-ı ubudiyet / izhar-ı ubûdiyet

  • Kulluğun gösterilmesi, belirtilmesi.

izzet-i kudret

  • Kudretin izzet ve üstünlüğü.

jeng-dar

  • Küflü, paslı, kirli. (Farsça)

jıyan

  • Kükremiş, kızgın. (Ey yâreli şir-i jiyan, bu hâb-ı gafletten uyan.) (Farsça)

jiyan / jiyân

  • Kükremiş.

ka'k

  • Kuru ekmek. Peksimet.

kabahat

  • Kusur, çirkin iş, tekdir edilmeğe müstehak hareket.
  • Kusur, suç.

kabil-i istifade

  • Kullanmaya elverişli.

kabile-i kureyş

  • Kureyş kabilesi.

kabza-i ilim ve kudret

  • Kudreti ve ilmi altında bulundurması.

kabza-i kudret

  • Kudret eli.

kac / kâc

  • Küçük bir çeşit çam. (Farsça)

kadah

  • Küçük toprak çanak.

kadir / kâdir / قادر

  • Kudretli, gücü yeten.

kadir-i mutlak / kadîr-i mutlak

  • Kudreti herşeyi kuşatan, sınırsız güç ve kudret sahibi Allah.

kadir-i zülcelal / kadîr-i zülcelâl

  • Kudreti herşeyi kuşatan ve sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Allah.

kadir-i zülcemal / kadîr-i zülcemâl

  • Kudreti herşeyi kuşatan ve sonsuz rahmet sahibi olan Allah.

kadir-i zülkemal / kadîr-i zülkemâl

  • Kudreti herşeyi kuşatan, mükemmellik ve kusursuzluk sahibi Allah.

kadr (kadir) suresi / kadr (kadir) sûresi

  • Kur'ân-ı kerîmin doksan yedinci sûresi.

kadr suresi

  • Kur'an-ı Kerim'de 97. sure olup İnna Enzelna diye de söylenir.

kaf suresi / kâf sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 50. suresidir. Bâsikat ismi de verilir. Mekkîdir.
  • Kur'ân-ı kerîmin ellinci sûresi.

kafirun suresi / kâfirûn suresi / kâfirûn sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'de 109. sure olup El-Kâfirûn da denilir.
  • Kur'ân-ı kerîmin yüz dokuzuncu sûresi.

kahl

  • Kurumak.

kaide

  • Kural.

kaide-i kur'aniye ve imaniye ve nuriye / kaide-i kur'âniye ve imaniye ve nuriye

  • Kur'ân, iman ve Nur kaidesi, prensibi.

kaidelik

  • Kural olma özelliği.

kaideten / kâideten / قاعدة

  • Kural gereği.
  • Kural olarak.
  • Kural olarak, esas itibarıyla. (Arapça)

kainat-ı suğra / kâinat-ı suğrâ

  • Küçük kâinat, evren; insan türü.

kakum

  • Kürkü makbul bir cins kedi.

kal'a-i kudsiye

  • Kutsal kale.

kalem suresi / kalem sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 68. suresinin ismidir. Mekkîdir.
  • Kur'ân-ı kerîmin altmış sekizinci sûresi. Nûn sûresi de denir.

kales

  • Kusuntu.

kalib / kalîb

  • Kuyu, çok eski zamandan kalmış kuyu.

kaliçe

  • Küçük halı. (Farsça)

kamer suresi / kamer sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 54. Suresinin ismi olup İktarabet Suresi de denir. Mekkîdir.
  • Kur'ân-ı kerîmin elli dördüncü sûresi.

kammaş

  • Külhancı.

kanef

  • Kulağın küçük ve kalın olması.

kanfa

  • Kulakları küçük ve kaba olan kadın. (Müz: Aknef)

kanitin / kanitîn

  • Kunut ve duâ edenler. Allah'a itaat ve ibadet edenler.

kanun-u esasi-i kur'ani / kanun-u esasî-i kur'ânî

  • Kur'ân'ın ana prensibi, ana esası.

kanun-u esasiye-i kur'aniye / kanun-u esasiye-i kur'âniye

  • Kur'ân'ın temel kanunu, hükmü.

kanun-u sarahat-i kur'aniye / kanun-u sarâhat-i kur'âniye

  • Kur'ân'daki açıkça belirtilen kanunu, hüküm.

kari / kârî

  • Kur'ân-ı kerîmi ezberleyen ve okuyan.

karia suresi / kâria sûresi

  • Kur'an-ı Kerim' in 101. Suresidir ve Mekkîdir.
  • Kur'ân-ı kerîmin yüz birinci sûresi.

kars

  • Küçük ibrik.

kaşane-i mürgan / kâşâne-i mürgân

  • Kuş yuvası.

kasas suresi / kasas sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 28. Suresidir. Mekkîdir. (Kısas da denir.)
  • Kur'ân-ı kerîmin yirmi sekizinci sûresi.

kasas-ı kur'aniye / kasas-ı kur'âniye

  • Kur'ân'daki kıssalar.

kasemat-ı kur'aniye / kasemât-ı kur'aniye / kasemât-ı kur'âniye

  • Kur'andaki ahitler, yeminler.
  • Kur'ândaki geçen yeminler.

kash

  • Kuruluk, katılık.

kasır

  • Kusurlu.

kaşmeş

  • Kuş üzümü.

kasva

  • Kulağının dörtte biri kesik olan koyun veya deve.

katare

  • Kuyudan veya başka bir yerden damlayan su.

katib-i vahy / kâtib-i vahy

  • Kur'an-ı Kerim âyetlerini yazan. Vahy kâtibi.

kavaf

  • Kundura ve terlik gibi ayakkabıları hazır olarak satan.

kavaid / kavâid / قواعد

  • Kurallar, prensipler.
  • Kurallar.
  • Kurallar, kâideler. (Arapça)

kavanin-i ubudiyet / kavânin-i ubûdiyet

  • Kulluk kanunları.

kavi / kavî / قوي / قَو۪ي

  • Kuvvetli.
  • Kuvvetli.
  • Kuvvetli.

kaviyen

  • Kuvvetle.

kaviyyen

  • Kuvvetle.
  • Kuvvetle, kat'i olarak. Şüphesiz olarak.
  • Kuvvetle.

kavs-pare

  • Küçük yay, küçük kavs. (Farsça)

kay

  • Kusma, istifrağ. Hastalıktan dolayı ağızdan çıkan hazmolmamış gıdâ maddesi.
  • Kusuntu.

kay' / قى ء

  • Kusma. (Arapça)

kaylule / kaylûle

  • Kuşluk vaktinden öğlenden biraz sonraya kadarki zaman dilimidir ki bu zaman diliminde uyumak sünnettir.

kayy

  • Kusmuk.

kehf

  • Kur'ân-ı Kerimin 18. sûresi.

kehf suresi / kehf sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 18. suresidir. Mekke-i Mükerreme'de nâzil olmuştur.
  • Kur'ân-ı kerîmin on sekizinci sûresi.

kelam-ı akdes / kelâm-ı akdes

  • Kutsal söz; Kur'ân.

kelam-ı kadim / kelâm-ı kadim / كلام قدیم

  • Kur'an-ı Kerim, Kadim kelâm.
  • Kur'ân.

kelam-ı kudsi / kelâm-ı kudsî

  • Kutsal kelâm, söz.

kelimat-ı kudsiye / kelimât-ı kudsiye

  • Kutsal kelimeler.

kelimat-ı kur'aniye / kelimât-ı kur'âniye

  • Kur'ân'ın kelimeleri, sözleri.

kelime-i kudret

  • Kudret kelimesi.

kelime-i kudsiye

  • Kutsal kelime.

kelime-i tesbihfeşan

  • Kusursuzluğu ilân edip yayan kelime.

kemal / kemâl

  • Kusursuzluk, mükemmellik.

kemal-i ihtiram / kemâl-i ihtiram

  • Kusursuz ve mükemmel saygı, hürmet.

kemal-i kudret / kemâl-i kudret / كَمَالِ قُدْرَتْ

  • Kudretin mükemmelliği.

kemal-i kudret ve san'at / kemâl-i kudret ve san'at

  • Kudret ve san'atın mükemmelliği.

kemal-i kudsi / kemâl-i kudsî

  • Kusursuz mükemmellik.

kemal-i ziynet / kemâl-i ziynet

  • Kusursuz ve mükemmel süs.

kemalsiz / kemâlsiz

  • Kusurlu, noksan.

kemerbeste

  • Kuşak bağlamış, hazırlanmış.
  • Kuşak bağlamış, hazır olmuş. Hazır olup emri bekler hâlde olan. (Farsça)

kemerbeste-i ubudiyet / kemerbeste-i ubûdiyet

  • Kulluk için el bağlayıp Allah'ın huzurunda durma.

kemişe

  • Küçük emzikli deve.

kenizek

  • Küçük cariye. (Farsça)

kerahet-i tahrimiyye / kerâhet-i tahrîmiyye

  • Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîfteki delilinden zan ile anlaşılan yasak. Harama yakın mekruh.

keramat-ı kur'aniye / kerâmât-ı kur'âniye

  • Kur'ân'ın kerametleri; ikramları, bağışları.

keramet-i esrar-ı kur'aniye / keramet-i esrar-ı kur'âniye / kerâmet-i esrâr-ı kur'âniye / كَرَامَتِ اَسْرَارِ قُرْاٰنِيَه

  • Kur'ân'ın sırlarının kerameti.
  • Kur'an sırlarının kerameti.

keramet-i hizmet-i kur'aniye / keramet-i hizmet-i kur'ânîye

  • Kur'ân hizmetinin kerameti, olağanüstülüğü.

keramet-i kevniye

  • Kudret-i Rabbaniyenin ihsanı ile letâfet kesbedip havada uçmak, uzun yolu kısa zamanda gitmek, bir mü'minin bir sıkıntısı hâlinde Cenab-ı Hakk'a dua edip ind-i İlâhîde makbul bir zâttan yardım istemekle, o zatın, izn-i İlâhi ile o muztar kimsenin imdadına yetişmesi, kale gibi muhkem bir yerde üzerin

keramet-i kur'aniye / kerâmet-i kur'âniye

  • Kur'ân'a ait keramet.

kesb-i kudret

  • Kudret ve kuvvet kazanma.

kesb-i kuvvet

  • Kuvvet kazanma, kuvvetleşme.

keşfiyat-ı kudsiye-i kur'aniye / keşfiyat-ı kudsiye-i kur'âniye

  • Kur'ân'ın kudsî hakikatlerinin keşfedilmesi.

kesib

  • Kum tepesi.

kesirler

  • Küsürlu sayılar.

kesirü'l-istimal / kesîrü'l-istimal

  • Kullanımı çok olan, çokça kullanılan.

kesre

  • Kur'an-ı Kerim yazısında harfin altına konarak, o harfi "İ" veya "I" diye okutan ve bir adı da "esre" olan işâret.

kevme

  • Küme.

kevser suresi / kevser sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 108. Suresi.
  • Kur'ân-ı kerîmin yüz sekizinci sûresi.

kevser-i kur'ani / kevser-i kur'ânî / كَوْثَرِ قُرْآنِي

  • Kur'ânî kevser; Kur'ân'a ait hayırlar, güzellikler.
  • Kurânın (tatlı, hoş) ırmağı.

kezan

  • Küfeki taşı.

kezaze

  • Kuruluk, münkabız olmak, kabızlık.

kıbab / kıbâb / قباب

  • Kubbeler. (Arapça)

kibritiyet

  • Kükürt niteliği.

kihan ü mihan

  • Küçükler ve büyükler.

kihin

  • Küçük, sagir. (Farsça)

kılevb

  • Kurt, zi'b.

kımar

  • Kumâr.

kıraat-i kur'an / kıraat-i kur'ân

  • Kur'ân'ı okuma.

kıraat-ı seb'a

  • Kur'ân'ın yedi türlü okunuş şekli.

kıraet ilmi / kırâet ilmi

  • Kur'ân-ı kerîmin kelimelerinin okunuş şekillerini râvileriyle berâber bildiren ilim.

kıraet-i aşere / kırâet-i aşere

  • Kur'ân'ın on kırâet üzere okunması. Kırâet imamları şunlardır: Nafi, İbn Kesir, Ebu Amr, İbn Amir, Asım, Hamza, Kisaî, Ebu Cafer, Yakub ve Halef.

kırat-ı urfi / kırât-ı urfî

  • Kullanılması âdet olan ve hükûmetin kabûl ettiği miskâl ve dirhemden küçük bir ağırlık birimi.

kirm / كرم

  • Kurt, kurtçuk. (Farsça)

kısar-ı mufassal

  • Kur'an-ı Kerim'de 99. sure olan Zilzal suresinden 114. olan Nas suresine kadar olan surelerdir.

kısm-ı kalil / kısm-ı kalîl

  • Küçük bir bölüm.

kısved

  • Kuvvetli, boynu kalın olan kişi.

kitab ve sünnet / kitâb ve sünnet

  • Kur'ân-ı kerîm ve Peygamber efendimizin hadîs-i şerîfleri (söz, iş ve görüp de bir şey demedikleri hususlar) mânâsına olan bir terim.

kitab-ı hakim / kitab-ı hakîm

  • Kur'ân.

kitab-ı ubudiyet / kitab-ı ubûdiyet

  • Kulluk kitabı.

kitabet-i kudret / kitâbet-i kudret / كِتَابَتِ قُدْرَتْ

  • Kudret yazması.
  • Kudretin yazması.

kitabet-i kudsiye

  • Kutsal yazılımlar, yazılar.

kitabhane / kitabhâne / كتابخانه

  • Kütüphane. (Arapça - Farsça)

kitap

  • Kur'ân-ı Kerim.

kitle

  • Kütle, yığın, öbek.

kıyadet

  • Kumandanlık, seraskerlik. Kumanda.

kıyame suresi / kıyâme sûresi

  • Kur'ân-ı kerîmin yetmiş beşinci sûresi.

kıyamet suresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 75. Suresi olup "Lâ Uksimu" Suresi de denir. Mekkidir.

kıyamet-i suğra / kıyâmet-i suğrâ

  • Küçük kıyâmet, herkesin kendi ölümü.

kiz / kîz

  • Küçük kap.

koy

  • Küçük körfez. Karanın içine girmiş, rüzgârdan saklı deniz parçası. Deniz koyuna benzer, çevresi mahfuz yer. Köşe, bucak.

kubb

  • Kürk.

kubub

  • Kuruluk.

kuddus / kuddûs

  • Kusur ve noksanlıklardan uzak, pak ve temiz olan Allah.

kuddüs kuşu

  • Kumru.

kudeyh

  • Küçük kadeh, kadehcik.

kudsi / kudsî / قدسى

  • Kutsal, melekut ve lâhut âlemine mahsus.
  • Kutsal, temiz, arınmış, yüce.
  • Kutsal. (Arapça)

kudsi cümle-i kur'aniye / kudsi cümle-i kur'âniye

  • Kur'ân'ın kutsal cümlesi; âyet.

kudsi hakaik / kudsî hakaik

  • Kutsal hakikatler, esaslar.

kudsi kelam / kudsi kelâm

  • Kutsal kelime, söz.

kudsi milliyet / kudsî milliyet

  • Kutsal İslâm milliyeti.

kudsi üstad / kudsî üstad

  • Kutsal, kutsal kaynaktan güç ve ilim alan üstad, Resul-i Ekrem Efendimizdir (a.s.m.).

kudsiye

  • Kutsal.

kudsiyet / قدسيت

  • Kutsallık; Cenâb-ı Hakka mensup ve doğrudan Ona bağlı olma; Kur'ân gibi.
  • Kutsallık, yücelik, temizlik.
  • Kutsallık. (Arapça)

kudsiyet-i kudret

  • Kudretin her türlü eksiklikten uzak olması.

kudsiyetşiken / قدسيت شكن

  • Kutsallığı bozan; kutsal olan şeylere karşı saygısız. (Arapça - Farsça)

kudsiyye

  • Kutsal, kusursuz ve yüce.

kudumzen / kudûmzen / قدوم زن

  • Kudüm çalan. (Arapça - Farsça)

kufe / kûfe / كوفه

  • Küfe. Dayanıklı ve kaba büyükçe sepet. (Farsça)
  • Küfe. (Farsça)

küffar-ı kureyş / küffâr-ı kureyş

  • Kureyş kâfirleri, müşrikleri.

kufi / kufî

  • Kûfe şehrine mensub. Bu şehirle alâkalı.

küfr-i meşkuk

  • Küfürde ve itikatsızlıkta şüpheli olma.

küfrbaz / küfrbâz / كفرباز

  • Küfürbaz. (Arapça - Farsça)

küfri / küfrî

  • Küfürle ilgili.

küfriyat / küfriyât

  • Küfürle ilgili şeyler.

küfriyyat

  • Küfre sebep olan işler ve sözler.

küfrü iltizam etme

  • Küfre sarılma, küfür tarafını tutma.

küfürbaz

  • Küfredici.
  • Küfür sözü söyleyen. Ahlâksız. Küfrü âdet edinmiş olan. (Farsça)

küla

  • Kuş kanadının sonunda olan dört telek.

külbe / كلبه

  • Kulübe. (Farsça)
  • Kulübe. (Farsça)

küleh / كله

  • Külah, şapka. (Farsça)

küliçe

  • Külçe. (Farsça)

külliyet-i kaide

  • Kuralın genelliği, kapsamlılığı.

kuluçkaya kapanmak

  • Kuşun, yavru çıkarmak üzere yumurtaların üzerine yatması.

kumar / kumâr / قمار

  • Kumar. (Arapça)

kumarbaz

  • Kumar oynayan. Kumarcı.

kumaş / kumâş / قماش

  • Kumaş. (Arapça)

kumistan / kumistân

  • Kumluk çöl veya arâzi. (Farsça)
  • Kumluk, çöl.
  • Kumluk yer, çöl.

kumri / kumrî / قمری

  • Kumru. (Arapça)

kun / kûn

  • Kuyruk sokumu bölgesi. Arka, mak'ad, kıç.

künbed

  • Kubbe. (Farsça)

küngan / küngân

  • Künk, su borusu.

küngüre

  • Kubbenin en yüksek yeri, tepesi. (Farsça)

künye

  • Künye, kişinin kimliğinin yazılı olduğu kâğıt veya levha.

kur'a / قرعه

  • Kur'a, ad çekme. (Arapça)

kur'an hadimi / kur'ân hâdimi

  • Kur'ân'ın hizmetçisi, ilan edicisi.

kur'an hattı / kur'ân hattı

  • Kur'ân'ın yazılı olduğu alfabe, Arap alfabesi.

kur'an'ın ahkamı / kur'ân'ın ahkâmı

  • Kur'ân'ın hükümleri, esasları.

kur'an'ın i'cazı / kur'ân'ın i'câzı

  • Kur'ân'ın mu'cizeliği, bir benzerini yapma konusunda başkalarını acze düşürecek derecede olağanüstü olması.

kur'ani / kur'ânî

  • Kur'ân'a ait.

kur'ani müşkilat / kur'ânî müşkilât

  • Kur'ân-ı Kerimde anlaşılması zor olan yerler.

kurabe / kûrabe

  • Kubbeli mezar, türbe. (Farsça)

kurani / kurânî

  • Kurânla ilgili, ait.

kurban geceleri

  • Kurban bayramının birinci, ikinci ve üçüncü günlerinin geceleri.

kürdi / kürdî

  • Kürtçe.
  • Kürdistânlı.

küre / كره

  • Küre. (Arapça)

kure / kûre / كوره

  • Kuyumcu ocağı. (Farsça)

kürevi / kürevî / كروی

  • Küresel. (Arapça)

kureyş rüesaları / kureyş rüesâları

  • Kureyş kabilesinin reisleri, ileri gelenleri.

kureyş rüesası

  • Kureyş reisleri, liderleri, önde gelenleri.

kureyş suresi / kureyş sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 106. Suresidir. Liilâfi Suresi de denir. Mekkîdir.
  • Kur'ân-ı kerîmin yüz altıncı sûresi.

kureyşi / kureyşî

  • Kureyş kabilesine mensup kimse.
  • Kureyş kabilesinden olan. Kureyş'e mensub.

küreyvat / küreyvât

  • Kürecikler; alyuvar ve akyuvarlar.
  • Kürecikler.

kurra / kurrâ / قراء

  • Kurân okuyucuları.
  • Kur'ân okuyucular. (Arapça)

kürre

  • Küre, yuvarlak, top.

kurut

  • Küpeler. Kadınların kulaklarına taktıkları mücevherler.
  • Kuruluk.

kuslub

  • Kuvvetli, dayanıklı, sağlam.

kuşluk namazı

  • Kuşluk vaktinde kılınan namaz.

küssab

  • Küçük ok.

kusurat / kusurât / kusûrât

  • Kusurlar, hatalar.
  • Kusurlar.

küsurat / küsûrât / küsûrat / كُسُورَاتْ

  • Küsurlar, fazlalıklar.
  • Küsurlar, artıklar.
  • Küsûrler.

küsuratlar

  • Küsurlar.

kusuriyet / kusûriyet

  • Kusurluluk.

kusurkarane / kusurkârâne

  • Kusurlu bir şekilde.

kutb / قطب

  • Kutup. (Arapça)

kutb-i ebdal / kutb-i ebdâl

  • Kutb-i aktâb, Kutb-i medâr.

kutb-u şimali / kutb-u şimalî / kutb-u şimâlî

  • Kuzey kutbu.
  • Kuzey kutbu.

kutb-ul aktab

  • Kutubların başı. Hilafet-i mâneviye-i Muhammediye (A.S.M.). Velâyet-i mâneviye makamlarının en yükseği, nübüvvet-i Muhammediyeye (A.S.M.) veraset makamı olup, bu makama ancak Cenâb-ı Hakkın bir atiyyesi olarak nâil olunur. Bu makamda bulunan zât, Hakikat-ı Muhammediyenin (A.S.M.) mazharı ve Esmâ-i İ

kutbiyet

  • Kutup mertebesine erme hali.

kutbiyyet

  • Kutubluk denilen yüksek evliyâlık mertebesi.

kutreni / kutrenî

  • Kutur itibariyle, çap olarak.

kütüb-ü mukaddese

  • Kutsal kitaplar—Tevrat, Zebur, İncil ve Kur'ân-ı Kerim.

kütüb-ü salife / kütüb-ü sâlife

  • Kur'ân'dan önce gelen Tevrat, Zebur ve İncil gibi geçmiş semavi kitaplar.

kütübhane / kütübhâne / كتبخانه

  • Kütüphane. (Arapça - Farsça)

kuva / kuvâ

  • Kuvvetler, güçler; enerjiler.
  • Kuvveler.

küvsiyy

  • Küçük yürügen at.

kuvvad

  • Kumandanlar, seraskerler, komutanlar.

kuvve

  • Kuvvet, düşünce, duygu, yetenek.

kuvve-i kudsiye

  • Kutsal güç.

kuvve-i vahime / kuvve-i vâhime / قُوَّۀِ وَاهِمَه

  • Kuruntu hissi.

kuvvet-i kudsiye

  • Kutsal bir güç.

kuvvet-i kur'aniye / kuvvet-i kur'âniye

  • Kur'ân'ın kuvveti.

kuvvet-i sadakat

  • Kuvvetli, tam sadakat.

kuvvetperest

  • Kuvvete önem verme.

küvviret suresi

  • Kur'an-ı Kerim'de 81. Suredir. İzeşşemsü Küvviret veya Tekvir Suresi de denir. Mekke-i Mükerreme'de nâzil olmuştur.

küzb

  • Küsbe.

la'lus

  • Kurt, zi'b.

lacerem / lâcerem / لاجرم

  • Kuşkusuz. (Arapça)

lafz-ı kur'an / lâfz-ı kur'ân

  • Kur'ân lâfzı, sözü.

lafz-ı kur'ani / lâfz-ı kur'ânî

  • Kur'ân'ın lafzı.

lafzi mu'cize / lâfzî mu'cize

  • Kur'ân'ın lâfzına ait mu'cize; Kur'ân'ın yazı ve hat san'atıyla yazılırken farkında olmayarak "Allah" lâfızlarının alt alta gelmesi şeklinde görünen Kur'ân mu'cizesi.

lahin / lâhin

  • Kur'ân-ı Kerim'i okurken telaffuzunda yanlışlık yapan.

lam / lâm

  • Kur'ân alfabesinde yirmialtıncı harf olup, ebcedi değeri otuzdur.

lebid

  • Küçük çuval.

leheb suresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 111. suresi olup "Tebbet, Mesed" Suresi de denir. Mekkîdir.

levaih-i kur'aniye / levâih-i kur'âniye

  • Kur'ân'ın gerçekleri gösteren mânâları ve tasvirleri.

levşeb

  • Kurt, zi'b.

leyl suresi / leyl sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 92. Suresinin ismidir.
  • Kur'ân- kerîmin doksan ikinci sûresi.

lezlaz

  • Kurt. (Canavar)

lezzet-i cüz'iye

  • Küçük ve az lezzet.

lezzet-i kudsiye

  • Kutsal lezzet.

lıkf

  • Kuyu ve havuz kenarları.

lisan-ı kur'an / lisan-ı kur'ân

  • Kur'ân dili.

lisan-ı ubudiyet

  • Kulluk dili.

livata / لواطه

  • Kulamparalık, oğlancılık. (Arapça)

lokal

  • Kulüp, dernek.

lokman

  • Kurânda adı geçen tıp bilgisiyle ünlü bir zat.

lokman hekim / lokman hekîm

  • Kur'an-ı Kerim'de ismi geçen büyük zatlardan olup öğütleri ve ahlâkî, tıbbî sözleri ile tanınmıştır. Peygamber Davud (A.S.) zamanında yaşadığı rivayet edilmektedir. Peygamber veya veli olduğu hususunda ihtilaf vardır.

lokman suresi / lokman sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 31. Suresi olup Mekke-i Mükerreme'de nazil olmuştur.
  • Kur'ân-ı kerîmin otuz birinci sûresi.
  • Kur'ân-ı Kerimin 31. sûresi.

lu'betbaz / لعبت باز

  • Kuklacı. (Arapça - Farsça)

lühce

  • Kuşluk vaktinde yenen yemek.

lüküs

  • Kuvvetli ışık veren, petrol veya gazla yanan bir tür lamba.

lümey'a

  • Küçük pırıltı. Küçük ışıkcık. Parıltıcık.
  • Küçük parıltı.

lüseyn

  • Küçük dil. Dilcik.

lut aleyhisselam / lût aleyhisselâm

  • Kur'ân-ı kerîmde ismi bildirilen peygamberlerden. Bugün Ürdün ile Filistin arasında bulunan Lût gölü yanındaki Sedûm şehri halkına peygamber olarak gönderildi. İnsanlara İbrâhim aleyhisselâmın dînini tebliğ etti.

ma'ayib / ma'âyib / معایب

  • Kusurlar, ayıplar. (Arapça)

ma'un suresi / mâ'ûn sûresi

  • Kur'ân-ı kerîmin yüz yedinci sûresi.

ma'yuben

  • Kusur ve ayıp sayılarak. Ayıplanarak.

ma-i müsta'mel / mâ-i müsta'mel

  • Kullanılmış su. Abdest ve guslde (boy abdestinde) yâhut kurbet olarak kullanılan su. Temiz fakat temizleyici değildir.

maani-i kudsiye / maânî-i kudsiye

  • Kutsal anlamlar.

maani-i kudsiyye / maanî-i kudsiyye

  • Kudsi mânâlar.

maani-i kur'an / maânî-i kur'ân

  • Kur'ân'ın mânâları.

madde-i kur'an / madde-i kur'ân

  • Kur'ân'ın maddesi.

magakçe

  • Küçük çukur. Çukurcuk. (Farsça)

mahall-i istimal

  • Kullanma yeri.

mahall-i taalluk-u kudret / مَحَلِّ تَعَلُّقُ قُدْرَتْ

  • Kudretin alakalı olduğu, iş gördüğü yer.

mahfaza / محفظه

  • Kutu, kap. (Arapça)

mahiyet-i küfür

  • Küfrün iç yüzü, esası.

mahsur / mahsûr / محصور

  • Kuşatılmış.
  • Kuşatılmış. (Arapça)

mahşuş

  • Kuru ot.

mahur

  • Kumarhâne. Meyhâne. (Farsça)

mahve

  • Kuzey rüzgârı.

maide suresi / mâide sûresi

  • Kur'ân-ı kerîmin beşinci sûresi.

mak'ade

  • Kurbağa.

makam-ı kudsi / makam-ı kudsî

  • Kutsal makam, derece.

makàsıd-ı asliye-i kur'aniye / makàsıd-ı asliye-i kur'âniye

  • Kur'ân'ın asıl maksatları, gayeleri.

makàsıd-ı irşadiye-i kur'aniye / makàsıd-ı irşadiye-i kur'âniye

  • Kur'ân-ı Kerimin doğruluğu gösterme, uyarma maksatları.

makasıd-ı kur'aniye / makasıd-ı kur'âniye

  • Kur'ân-ı Kerimin maksatları, hedefleri, gayeleri.

makàsıd-ı kur'aniye / makàsıd-ı kur'âniye

  • Kur'ân'ın maksatları.

makasıd-ı kur'aniye / makâsıd-ı kur'âniye

  • Kur'ân'daki maksatlar ve hedefler.

makdis

  • Kutsal yer.

maksad-ı kur'an / maksad-ı kur'ân

  • Kur'ân'ın maksadı.

maksuv

  • Kulağının ucu kesilmiş deve veya koyun.

mal-ı mukaddes / mâl-ı mukaddes

  • Kutsal mal.

mamulat-ı kudret / mâmulât-ı kudret

  • Kudretin yaptığı ürünler; güç ve iktidarın ürünleri.

mana mertebeleri

  • Kur'an-ı Kerim'deki âyetlerin anlaşılmasında bilinen muhtelif ma'nâlar. Zâhirî, bâtınî, sarihî, harfî, ismî, işarî, remzî, mecazî, mefhumî, riyazî mânâlar gibi.

mana-yı ayet / mânâ-yı âyet

  • Kur'ân'ın her bir cümlesinin ifade ettiği anlam.

mana-yı işari-i külli / mânâ-yı işârî-i küllî

  • Kur'ân'ın işaretlerle ifade ettiği mânâların tümü.

mana-yı kudsi / mânâ-yı kudsî

  • Kutsal mânâ.

mana-yı sarihi / mânâ-yı sarîhî

  • Kur'ân'ın mânâ tabakalarından biri, açıkça anlaşılan mânâ.

mana-yı ubudiyet / mânâ-yı ubûdiyet

  • Kulluğun mânâsı.

manevi tefsir / mânevî tefsir

  • Kur'ân-ı Kerimin işaret ettiği hakikatleri asrın ilmî gelişmeleri ışığında ortaya koyarak, iman hakikatlerini güçlü ve sarsılmaz delillerle açıklayan, yorumlayan eser.

manga

  • Küçük askerî birlik.

mantıku't-tayr

  • Kuş dili, Feridüddin Attar'ın meşhur eseri.

maraz-ı vesvese / مَرَضِ وَسْوَسَه

  • Kuruntu, şüphe hastalığı.
  • Kuruntu hastalığı.

marhuk

  • Kuşkonmaz bitkisi.

masiyet-i küfriye / mâsiyet-i küfriye

  • Küfürden, inkârdan gelen günah.

matare

  • Kuşu çok olan yer.

matbaha-i kur'an / matbaha-i kur'ân

  • Kur'ân mutfağı; Kur'ân'ın gıda hazinesi.

maun suresi / mâun suresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 107. Suresidir. "Eraeyte Suresi" de denir.

mayedar

  • Kudretli, paralı. (Farsça)

maymun-u meymun

  • Kutlu ve mübarek maymun.

mearic suresi / meâric sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 70. Suresi olup Seele veya Mevaki Suresi de denir ve Mekkîdir.
  • Kur'ân-ı kerîmin yetmişinci sûresi.

meayib / meâyib / معایب

  • Kusurlar, ayıblar, lekeler.
  • Kusurlar, ayıplar. (Arapça)

mebni / mebnî

  • Kurulan, dayanan.

meclis-i meb'usan-ı mukaddese

  • Kutsal vekiller meclisi.

mecmu-u kur'an / mecmu-u kur'ân

  • Kur'ân'ın tamamı.

medar-ı kusur ve işkal / medar-ı kusur ve işkâl

  • Kusur ve zorlaştırma sebebi.

medar-ı kuvvet

  • Kuvvet kaynağı.

medar-ı necat / medâr-ı necât / مَدَارِ نَجَاتْ

  • Kurtuluş sebebi.
  • Kurtuluş sebebi.

medeniyet-i kur'an / medeniyet-i kur'ân

  • Kur'ân medeniyeti.

mefrah

  • Kuluçka çıkarma yeri. Folluk.

mehanen

  • Küçümsenerek, hafifsenerek.

meharic-i huruf / mehâric-i hurûf

  • Kur'ân-ı kerîm harflerinin herbirinin ağızdan ses olarak çıktığı yer.

mehcenet

  • Küçük hurma ağacı.

mekn

  • Kudret, kuvvet, güç.

meksuf

  • Küsufa uğramış, ziyâsı, aydınlığı tutulmuş. Kararmış.

melaze

  • Küçük dil. (Farsça)

memluk / memlûk / مَمْلُوكْ

  • Kul, köle.
  • Kul, köle.

menabi-i külliye / menâbi-i külliye

  • Küllî, kapsamlı kaynaklar.

menabi-i kuvvet / menâbi-i kuvvet

  • Kuvvet kaynağı.

menafi-i cüz'iye / menâfi-i cüz'iye

  • Küçük ve sınırlı menfaatler.

menba-ı fevz-i necat

  • Kurtuluş zaferinin kaynağı.

menba-ı kuvvet

  • Kuvvet kaynağı.

mencat

  • Kurtulma, necât bulma. Halâs olma.

mence

  • Kurtaracak yer.

mencê

  • Kurtuluş yeri.

mence' / مَنْجَأْ

  • Kurtuluş yeri.

menguş

  • Küpe. (Farsça)

menhus

  • Kuyruğunun yanları uyuz olan deve.

mennan / mennân

  • Kullarına bol nimet ve ihsanlarda bulunan Allah.

menşele

  • Küçük parmağın yüzük takılan yeri.

meradet

  • Kuvvetlilik, kavilik. Salâbet.

merdümek

  • Küçük adam. Bebek. (Farsça)

merhamet-i kudsiye

  • Kutsal merhamet, acıma.

mermi / مرمى

  • Kurşun.
  • Kurşun. (Arapça)

meryem

  • Kur'ân-ı Kerimin 19. sûresi.

meryem suresi / meryem sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 19. Suresidir.
  • Kur'ân-ı kerîmin on dokuzuncu sûresi.

mesa'

  • Kuyumcu eşyası.

mesail-i kudsiye

  • Kutsal meseleler.

mesail-i kur'aniye / mesâil-i kur'âniye

  • Kur'ân'ın meseleleri.

mesalih-i külliye

  • Küllî maslahatlar, geniş kapsamlı faydalar.

mescid-i aksa / mescid-i aksâ

  • Kudüs'te Süleymân aleyhisselâm tarafından yaptırılan mescid. Beyt-i Mukaddes (Makdis).
  • Kudüs'te Hz. Süleyman tarafından yaptırılan mukaddes mescid.
  • Kudüs'te çok eskiden gelen peygamberlerin (A.S.) yaptırdıkları mâbed.

mescid-i mukaddes

  • Kutsal mescid.

mesele-i kudsiye

  • Kutsal mesele.

mesele-i kudsiyesi

  • Kutsal mesele.

mesit

  • Küçük sel.

meslek-i kudsi / meslek-i kudsî

  • Kutsal yol, metod.

meth

  • Kuyudan su çekmek ve sulamak.

mev'ude

  • Küçükken diri diri gömülüp öldürülen kızcağız.

mevadd-ı maneviye-i kur'aniye / mevadd-ı mâneviye-i kur'âniye

  • Kur'ân'a ait mânevî şeyler.

mevh

  • Kuyunun suyu çok olmak.

mevhum

  • Kuruntu ürünü.

mevzuat / mevzûat

  • Kurallar, kanunlar.

meyh

  • Kuyunun suyunun çok olması.

meymun-u said / meymun-u saîd

  • Kutlu ve mübarek.

meyve-i huşk

  • Kuru yemiş.

meyve-i kudsiye

  • Kutsal, kusursuz ve yüce meyve.

mezcu ittihad

  • Kuvvetli birlik ve beraberlik.

mezheb imamı / mezheb imâmı

  • Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmiş olan din bilgilerini, Eshâb-ı kirâmdan işiterek veya nakl ile toplayan, açıkça bildirilmemiş olanları da, kendi koydukları usûllere (metod) göre açıkça bildirilmiş olanlara benzeterek çıkaran derin âlim, mutlak müctehîd.

meziyet-i mukaddese

  • Kutsal meziyet, vasıf.

mi'rac-ı asgar

  • Küçük mi'rac, yükseliş; kulun namazı.

mihal / mihâl

  • Kuvvet. Azab. Ukubet.
  • Kuvvet.

mihamme

  • Küçük bakır ibrik.

mik'ab / مكعب

  • Küp. (Arapça)

mikyas-ı kuvvet

  • Kuvvet ölçer. Dinamometre.

milha

  • Kutu. Dağarcık.

millet-i kudsiye

  • Kutsal millet olan İslâmiyet.

millet-i küfriye

  • Küfür milleti, kâfirler.

milliyet-i kudsiye

  • Kutsal İslâm milliyetçiliği.

minkaa

  • Küçük taş çömlek.

mir'at-ı üstad / mir'ât-ı üstad

  • Kur'ân hakikatlerini bir ayna gibi yansıtan Üstad.

mirac-ı cüz'i / mirac-ı cüz'î

  • Küçük bir yükseliş.

mirac-ı kur'ani / mirac-ı kur'ânî

  • Kur'ânî yükseliş.

mirfeşe

  • Kürek.

mişa'

  • Kumsuz yer.

misal-i musaggar

  • Küçültülmüş örnek.

misal-i musağğar / misâl-i musağğar / مِثَالِ مُصَغَّرْ

  • Küçültülmüş örnek.
  • Küçültülmüş örnek.

mişezar

  • Küçük koruluk, ağaçlık, meşelik. (Farsça)

mıshaf

  • Kur'ân-ı kerîmin tamâmının yazılı olduğu mübârek kitab.

misvak

  • Kullanılması pek çok faydalı olan ve Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) ehemmiyetle tavsiye ettiği, diş fırçası vazifesini de gören, hoş kokulu ve meyvesiz bir ağacın dallarından kesilip kullanılan parça.

mizancık / mîzancık

  • Küçük terazi, ölçücük.

mizancıklar

  • Küçük küçük teraziler.

mizec

  • Küçük süngü.

mizraka

  • Küçük şırınga.

mu'cizat-ı kur'an / mu'cizat-ı kur'ân

  • Kur'ân'ın mu'cizeleri, Yirmi Beşinci Söz.

mu'cizat-ı kur'ani / mu'cizat-ı kur'ânî

  • Kur'ân'ın mu'cizeleri.

mu'cizat-ı kur'aniye / mu'cizât-ı kur'âniye

  • Kur'ân'ın mu'cizeleri, Yirmi Beşinci Söz.

mu'cizat-ı kur'aniye ve ahmediye / mu'cizât-ı kur'âniye ve ahmediye

  • Kur'ân'ın ve Peygamber Efendimizin mu'cizelerinin anlatıldığı risaleler.

mu'cize-i kudret

  • Kudret mu'cizesi.

mu'cize-i kur'an / mu'cize-i kur'ân

  • Kur'ân mu'cizesi.

mu'cize-i kur'aniye / mu'cize-i kur'âniye

  • Kur'ân'ın mu'cizesi.

mu'cize-i kuvvet

  • Kuvvet mu'cizesi.

mu'cize-i maneviye-i kur'aniye / mu'cize-i mâneviye-i kur'âniye

  • Kur'ânın mânevî mu'cizesi, mânâ ve içerik yönünden mu'cize olma.

mu'cize-i tevafukıyye

  • Kur'ân'daki tevafuka ait mu'cize, kelimelerin mu'cizeli bir şekilde birbirine uygunluğu.

mü'min suresi / mü'min sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 40. Suresidir. Gafir, Tavl Suresi de denir.
  • Kur'ân-ı kerîmin kırkıncı sûresi. Gâfir sûresi de denir.

mü'minun suresi / mü'minûn suresi / mü'minûn sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 20. suresidir. Mekke-i Mükerreme'de nâzil olmuştur.
  • Kur'ân-ı kerîmin yirmi üçüncü sûresi.

muamele-i ubudiyet / muamele-i ubûdiyet

  • Kulluğa ait davranışlar.

muattal / مُعَطَّلْ

  • Kullanılmaz olmuş.
  • Kullanılmaz, boş.

muavvizeteyn

  • Kur'ân'ın 113. ve 114. sûreleri olan Felak ve Nâs sûreleri.

mübarek / مبارک

  • Kutlu, bereketli. (Arapça)

mübelliğ-i kur'an / mübelliğ-i kur'ân

  • Kur'ân'ı tebliğ eden, Peygamber Efendimiz.

müblenda

  • Kuvvetli, sağlam ve dayanıklı deve.

mücadele suresi / mücâdele sûresi

  • Kur'ân-ı kerîmin elli sekizinci sûresi.

mücadile suresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 58. Suresi olup Kad-semi' ve Sure-i Zıhâr da denilmiştir.

mücedded

  • Kullanılmamış. Yeni. Yenilenmiş.

müceffef

  • Kurutulmuş. Suyu çekilmiş, nemi kalmamış, kurumuş.

müceffif

  • Kurutucu.

mücessime

  • Kur'ân-ı kerîmdeki müteşâbih (mânâsı kapalı) âyetleri, zâhir (görünen)mânâsına göre açıklayıp, Allahü teâlânın el ve yüz gibi organlarının bulunduğunu, dolayısıyla madde ve cisim olduğunu iddiâ ederek doğru yoldan ayrılan bozuk fırka. Bu fırkaya müşe bbihe de denir.

mücevherat-ı kur'aniye / mücevherât-ı kur'âniye

  • Kur'ân'ın içinde bulunan mânevî inciler.

mücib / mücîb

  • Kullarının duâlarını kabûl eden mânâsına Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından.

müctehid-i müstekıl

  • Kur'ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden doğrudan hüküm çıkarabilen ve kendine mahsûs kâide ve usûl koyan mezheb sâhibi müctehid. Buna, mutlak müctehid de denir.

müddessir suresi / müddessir sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 74. Suresi olup, Mekkîdir.
  • Kur'ân-ı kerîmin yetmiş dördüncü sûresi.

müdevved

  • Kurtlanmış.

müekked

  • Kuvvetli, sağlam.

müekked sünnet

  • Kuvvetli sünnet. Peygamber efendimizin devamlı yaptıkları, pek az terkettikleri sünnet.

müesses / مؤسس

  • Kurulu.
  • Kurulu.
  • Kurulu, kurulmuş. (Arapça)

müesses olan

  • Kurulu olan.

müessesat / مؤسسات

  • Kurumlar, kuruluşlar, müesseseler. (Arapça)

müessese / مؤسسه

  • Kuruluş, kurum.
  • Kurum.
  • Kurum, kuruluş. (Arapça)

müessis / مؤسس

  • Kuran, kurucu.
  • Kurucu. (Arapça)

müeyyid

  • Kuvvet veren, destekleyen.

müfessir

  • Kur'ân-ı kerîmi tefsîr eden; Allahü teâlânın kelâmında, murâd edilen, kasdedilen mânâyı anlayan âlim.
  • Kur'ân-ı Kerimi tefsir eden, yorumlayan kimse.

müfessir-i kur'an / müfessir-i kur'ân

  • Kur'ân-ı Kerimi tefsir eden, mânâ bakımından yorumlayan kimse.

müfessirin / müfessirîn

  • Kur'an-ı Kerim'in mânasını hakkıyla anlayıp tefsir edebilen, ilmi ile âmil, kâmil ve sâlih muhakkikler.

müfessirin-i izam / müfessirîn-i izâm

  • Kur'ân'ı yorumlayan büyük tefsirciler.

müflih

  • Kurtuluşa eren.
  • Kurtulan.

müfreze

  • Küçük askerî birlik.

muğber

  • Küskün, gücenmiş, darılmış.

muhabbet-i kudsiye

  • Kusur ve noksandan uzak olan sevgi.

muhaberat-ı kudsiye / muhâberât-ı kudsiye

  • Kutsal haberleşmeler.

muhaddiş

  • Kulağı tırmalıyan. Tahdiş eden.

muhalles

  • Kurtarılmış. Tahlis olunmuş.

muhammed suresi / muhammed sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 47. Suresi olup Kıtal Suresi de denir. Medine-i Münevvere'de nâzil olmuştur.
  • Kur'ân-ı kerîmin kırk yedinci sûresi.

muhammed-i kureyşi / muhammed-i kureyşî

  • Kureyş kabilesine mensup olan Hz. Muhammed (a.s.m.).

muhasara / muhâsara / مُحَاصَرَه

  • Kuşatma.
  • Kuşatma.
  • Kuşatma.

muhat / muhât / مُحَاطْ

  • Kuşatılmış, çevrilmiş.
  • Kuşatılmış.
  • Kuşatılmış.
  • Kuşatılmış.

muhayyile

  • Kuvve-i hayâliye. Hayâl kurma merkezi. Zihinde bulunan hayal kuvveti.

muhit / muhît / مُح۪يطْ

  • Kuşatan, çevre.
  • Kuşatıcı.

muhita / muhîta

  • Kuşatıcı.
  • Kuşatıcı.

muhkemat / muhkemât

  • Kur'ân-ı kerîmdeki mânâsı açık, meydanda olan, anlaşılabilen âyet-i kerîmeler. Muhkemin çoğulu.

muhkemat-ı şeriat / muhkemât-ı şeriat

  • Kur'ân ve Hadisin yoruma ihtiyaç bırakmayacak şekilde açık hükümleri, ifadeleri.

muhkim

  • Kuvvetleştiren, sağlam kılan, ihkâm eden.

müjde-i işariye-i kur'aniye / müjde-i işariye-i kur'âniye

  • Kur'ân'daki müjdeli işaret.

müjde-i kur'aniye / müjde-i kur'âniye

  • Kur'ân'ın müjdesi.

mukaddes / مقدس / مُقَدَّسْ

  • Kutsal olan.
  • Kudsi, temiz.
  • Kutsal. (Arapça)
  • Kudsanan, takdîs edilen.

mukaddesat / mukaddesât / مقدسات

  • Kutsal olanlar.
  • Kutsal değerler. (Arapça)

mukamere

  • Kumar oynama.

mukamir

  • Kumarbaz. Kumar oynatan.

mukassır / مقصر

  • Kusurlu. (Arapça)

mukattaat-ı huruf / mukattaât-ı hurûf

  • Kur'ân'da sûrelerin başında zikredilen tek harfler (Elif, lam, mim gibi).

mukayyi / مقيىء

  • Kusturucu. (Arapça)

mükellefiyet-i ubudiyet

  • Kulluğa ait yükümlülük, sorumluluk.

mükne

  • Kudret, kuvvet.

muknia

  • Kurbağa yavrusunun, yumurtadan çıktığı ilk hâli.

mukri'

  • Kur'an-ı Kerimi kaidelerine uygun okuyan.

mülk suresi / mülk sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 67. suresidir. Tebâreke, Münciye, Mücâdele, Mânia, Vakiye, Mennea Suresi gibi isimleri de vardır. Mekkîdir.
  • Kur'ân-ı kerîmin altmış yedinci sûresi.

mümtehine suresi / mümtehine sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 60. Suresidir. İmtihan veya Meveddet Suresi de denilir.
  • Kur'ân-ı kerîmin altmışıncı sûresi.

münafıkun suresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 63. Suresidir. Medenîdir.

münafikun suresi / münâfikûn sûresi

  • Kur'ân-ı kerîmin altmış üçüncü sûresi.

münasebat-ı şedide / münasebât-ı şedide

  • Kuvvetli bağlantılar.

münci / müncî

  • Kurtarıcı.

münezzeh

  • Kusur, eksiklik ve muhtâçlıktan uzak. Allahü teâlânın noksan sıfatlardan uzak olduğunu bildirmek için kullanılan bir tâbir.

münezzehiyet-i kudret

  • Kudret ve güç açısından eksiği, noksanı ve kusuru olmama hâli.

münkesif

  • Küsufa uğramış, tutulmuş, tutulan.

münkız

  • Kurtaran.
  • Kurtaran. Kurtarıcı.

münne

  • Kudret, kuvvet.

münzilü'l-kur'an / münzilü'l-kur'ân

  • Kur'ân'ı indiren, Allah.

murçe

  • Küçük karınca. (Farsça)

mürecceb

  • Kutlu, mübârek.

mürettil

  • Kur'ân-ı Kerimi ağır ağır ve tecvid kaidelerine göre okuyan.

murg / مرغ

  • Kuş. (Farsça)

mürg / مرغ

  • Kuş. (Farsça)

mürgan

  • Kuşlar. (Farsça)

mürgbaz

  • Kuşçu. Kuş yetiştiren. (Farsça)

mürgdil

  • Kuş yürekli. Korkak. (Farsça)

mürgek

  • Küçük kuş. Kuşcağız. (Farsça)

mürgzar

  • Kuşu çok olan yer. Kuş bahçesi. (Farsça)

mürselat suresi / mürselât sûresi

  • Kur'ân-ı kerîmin yetmiş yedinci sûresi.

musağğar

  • Küçültülmüş.

müsaheme

  • Kur'a çekme.

müsahim

  • Kur'a çeken, kur'a atan.

musamsa'

  • Küçük kulaklı geyik.

müşennef

  • Küpe takınmış, küpeli. Küpe takarak süslenmiş.

müsevves

  • Kurtlanmış.

müşeyyed

  • Kuvvetlendirilmiş, sağlamlaştırılmış.

mushaf / مصحف

  • Kur'ân-ı kerîmin tamâmının yazılı olduğu kitap. Mıshaf da denir.
  • Kur'ân'ın ciltlenmiş hâli.
  • Kur'ân. (Arapça)

müsta'mel / مُسْتَعْمَلْ

  • Kullanılan.

müstamel / müstâmel

  • Kullanılmış, eski, köhne.
  • Kullanılan.
  • Kullanılmış.

müstasgirane / müstasgirâne

  • Küçümseyerek, küçük görerek. (Farsça)

müstesna

  • Kural dışı, ayrı, sıra dışı.

mutaffifin suresi / mutaffifîn sûresi

  • Kur'ân-ı kerîmin seksen üçüncü sûresi.

mütekellif

  • Külfetli, zorlu.

mütekerric

  • Küflenmiş.

mütenessik

  • Kulluk eden.

müteşabihat / müteşâbihât

  • Kur'ân ve hadîste temsil ve benzetmelerle açıklanan, anlaşılması zor, çok yüksek hakikatler.

müteşabihat-ı kur'aniye / müteşabihat-ı kur'âniye

  • Kur'an'da hükmü açık olmayan, yorumlanması gereken âyetler.

müteşabihat-ı kur'aniyye / müteşabihat-ı kur'âniyye

  • Kur'ân'da temsil ve benzetmelerle açıklanan, anlaşılması zor olan yüksek hakikatler.

mütesagır

  • Küçülen, küçük görülen.

müteşennif

  • Küpe takınan.

mütesennih

  • Küflü, küflenen.

mütevehhim

  • Kuruntulu.

müteyebbis

  • Kuruyan, teyebbüs eden, kuru olan.

mutlak müctehid / mutlak müctehîd

  • Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmemiş olan hükümleri ve mes'eleleri, açık olarak bildirilenlere benzeterek meydana çıkarabilen derin âlim. Ehl-i sünnetin ameldeki mezheb imâmlarından her biri.

muyine

  • Kürk. (Farsça)

muyine-duz / muyine-dûz

  • Kürkçü. (Farsça)

muzaye

  • Küçük sidik kabı.

muzbat

  • Kül içinde pişirilen ekmek.

müzzemmil suresi / müzzemmil sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 73. suresi olup Mekkîdir.
  • Kur'ân-ı kerîmin yetmiş üçüncü sûresi.

na-bekaide

  • Kural ve kaideye uymayan. Kaidesiz, kuralsız, nizamsız. (Farsça)

naci / nâcî / ناجى / nacî / نَاجِي

  • Kurtulmuş, necat bulmuş. Cennetlik olan.
  • Kurtulan.
  • Kurtulan. (Arapça)
  • Kurtulan.

nağme-i fesahat

  • Kusursuz derecede düzgün, açık ve akıcı nağme.

nahiye / nâhiye / نَاحِيَه

  • Küçük idârî yapı.

nahl

  • Kur'ân-ı Kerimin 16. sûresi.

nahl suresi / nahl sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'de 16. Suredir. Mekkîdir.
  • Kur'ân-ı kerîmin on altıncı sûresi.

nahr

  • Kurbanlık deveyi göğsü üstünden (evdâcını yâni iki büyük damarını) kesmek.

naiz

  • Kuvvetlendiren. Kaldıran.

nakik

  • Kurbağa, akrep ve tavuk sesleri.

nakisa / nakîsa / نقيصه

  • Kusur, noksan, eksiklik.
  • Kusur. (Arapça)

nakise / nakîse / نقيصه

  • Kusur. (Arapça)

nakl

  • Kur'ân-ı Kerim, hadis-i şerif gibi İslâmın asıl kaynakları.

nakli delil / naklî delil

  • Kur'ân ve hadis gibi nakle, haberlere dayanan delil.

nakş-ı kalem-i kudret

  • Kudret kalemiyle yapılan nakış.

nakş-ı nezih

  • Kusursuz san'at nakşı.

nas suresi / nâs sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'de 114. Sure.
  • Kur'ân-ı kerîmin yüz on dördüncü ve son sûresi.

nasayih-i kudsiye / nasâyih-i kudsiye

  • Kutsal nasihatler, öğütler.

naşir-i küfr-ü küfran / nâşir-i küfr-ü küfran

  • Küfür ve küfranı yayan; kutsal şeylere karşı inkarcılığı ve nimetlere karşı nankörlüğü yayan.

nasr suresi / nasr sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'deki 110. Sure. İza-câe veya Tevdi' Suresi de denir.
  • Kur'ân-ı kerîmin yüz onuncu sûresi.

nass-ı kelam / nass-ı kelâm

  • Kur'ân'da geçen kesin hükümlü âyetler.

nass-ı kur'an / nass-ı kur'ân / نَصِّ قُرْاٰنْ

  • Kur'ân'ın kesin ve açık hükmü.
  • Kur'ân-ı Kerim'in açık ve kesin hükmü.
  • Kurânın açık hükmü.

natiş

  • Kuvvet ve hareket.

natuvan / nâtuvan

  • Kuvvetsiz, çaresiz.

nay-çe

  • Küçük ney. (Farsça)

nayçe / nâyçe / نایچه

  • Küçük ney. (Farsça)

nazar-ı kudret

  • Kudretin nazarı; İlâhî kudretin bütün varlıklara bakışı, nazarı.

nazar-ı kur'an / nazar-ı kur'ân

  • Kur'ân'ın nazarı, bakış tarzı.

nazar-ı kur'ani / nazar-ı kur'ânî

  • Kur'ân'ın bakış açısı.

naziat suresi / nâziât sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 79. Suresidir. Sâhire ve Tâmme Suresi de denir.
  • Kur'ân-ı kerîmin yetmiş dokuzuncu sûresi.

nazm

  • Kur'ân-ı Kerim'in yazısı. Manzume, ölçü ve kâfiyeli yazı.

nazm-ı celil

  • Kur'ân-ı Kerim.

nazm-ı kur'an / nazm-ı kur'ân

  • Kur'ân'ın diziliş ve tertibi.
  • Kur'ân-ı Kerim'in tertibi.

nebe' suresi / nebe' sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'de 78. Suredir. Amme Suresi de denir.
  • Kur'ân-ı kerîmin yetmiş sekizinci sûresi.

nebise

  • Kuyu toprağı. Irmak toprağı.

nebiy-yi kureyşi / nebiy-yi kureyşî

  • Kureyş kabilesine mensup olan Hz. Muhammed (a.s.m.).

nebiyy-i akdes

  • Kusur ve noksandan yüce, mukaddes nebî, peygamber; Hz. Muhmmed.

nebiyy-i kureyşi / nebiyy-i kureyşî

  • Kureyş kabilesinden olan Hz. Muhammed (a.s.m.).

necat / necât / نَجَاتْ

  • Kurtulma, kurtuluş.
  • Kurtulma, kurtuluş.
  • Kurtuluş.
  • Kurtuluş.
  • Kurtuluş.

necati / necatî

  • Kurtulmaya ait, kurtulmakla ilgili.

necise

  • Kuyudan çıkardıkları toprak.

necm suresi / necm sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 53. Suresidir. Vennecmi Suresi de denir. Mekkîdir.
  • Kur'ân-ı kerîmin elli üçüncü sûresi.

nefs-i kur'an / nefs-i kur'ân

  • Kur'ân'ı Kerimin kendisi.

nefs-i mardiye

  • Kusurlarını bilen, kendisinden râzı olunan nefis. Rabbinin indinde makbul olan nefis.

nefs-i mardiyye

  • Kusurlarını bilen, kendisinden râzı olunan nefs. Rabbinin indinde, makbûl olan nefs.

nehy-i kur'ani / nehy-i kur'ânî

  • Kur'ân tarafından konulan yasak.

nekel

  • Kuvvetli kişi.

nemf

  • Küçük kurt (böcek).

neml suresi / neml sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'de 27. Sure olup Süleyman Suresi de denir. Mekkîdir.
  • Kur'ân-ı kerîmin yirmi yedinci sûresi.

nesc-i kudret / نَسْجِ قُدْرَتْ

  • Kudret dokuması.

nesike

  • Kurban.

nesire

  • Kuyu toprağı.

nesl / نسل

  • Kuşak, nesil. (Arapça)

neşr-i ahkam-ı kur'aniye / neşr-i ahkâm-ı kur'âniye

  • Kur'an hükümlerinin yayılması.

neşr-i envar-ı hakaik-i kur'an / neşr-i envâr-ı hakaik-i kur'ân

  • Kur'ân hakikatlerinin nurlarını yayma, duyurma.

neşr-i envar-ı hakikat / neşr-i envâr-ı hakikat

  • Kur'ân nurlarının yayılması.

neşr-i envar-ı kur'aniye / neşr-i envâr-ı kur'âniye

  • Kur'ân'ın nurlarını yayma.

neşr-i esrar-ı kur'aniye / neşr-i esrar-ı kur'âniye / neşr-i esrâr-ı kur'âniye / نَشْرِ اَسْرَارِ قُرْاٰنِيَه

  • Kur'ân'ın içindeki sırları anlatan risaleleri neşretme, yayma.
  • Kurânın sırlarını yayma.

netice-i kudsiye

  • Kutsal sonuç.

nevah

  • Kül renkli beyaza benzer kumru gibi bir kuş cinsidir ve sesi gayet lâtiftir.

nevamis-i kudret / nevâmis-i kudret

  • Kudret kânunları, namusları.

nevis

  • Kuvvet.

neyçe

  • Küçük ney. (Farsça)

nıkk

  • Kurbağa sesi.

niru

  • Kuvvet, güç, zor. (Farsça)

nirumendi / nirumendî

  • Kuvvetlilik, zorluluk, güçlülük. (Farsça)

nisa suresi / nisâ sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in dördüncü suresi.
  • Kur'ân-ı kerîmin dördüncü sûresi.

nizk

  • Küçük süngü.

nücum-u kur'aniye / nücûm-u kur'âniye

  • Kur'ân'ın yıldızları; âyet-i kerîmeler.

nugz

  • Kürek ucuna bitişik olan kıkırdak.

nuh

  • Kur'an-ı Kerim'de adı geçen bir peygamber ismi.

nuh aleyhisselam / nûh aleyhisselâm

  • Kur'ân-ı kerîmde adı geçen peygamberlerden. Peygamberlerin büyükleri olan ve kendilerine Ülü'l-azm denilen altı peygamberin ikincisi. İdrîs aleyhisselâmdan sonra peygamber olarak gönderildi.

nuh suresi / nûh sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'de 71. Suredir ve Mekkîdir.
  • Kur'ân-ı kerîmin yetmiş birinci sûresi.

nühs

  • Kuş ismi.

nühu'

  • Kusmak.

nukaz

  • Küçük serçe kuşu.

nüket-i kur'aniye / nüket-i kur'âniye

  • Kur'ân-ı Kerimdeki ince noktalar.

nükte-i kur'aniye / nükte-i kur'âniye

  • Kur'ân'daki çok ince ve zarif mânâ.

nul

  • Kuş gagası. (Farsça)

nümune-i kudsi / nümune-i kudsî

  • Kutsal örnek.

nun suresi

  • Kur'an-ı Kerim'de 68. sure ve Kur'anda müteşabih ve şifre olan bir harf.

nur suresi / nûr sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 24. Suresinin ismi.
  • Kur'ân-ı kerîmin yirmi dördüncü sûresi.

nur-u kur'an / nur-u kur'ân

  • Kur'ân'ın nuru.

nur-u kur'ani / nur-u kur'ânî

  • Kur'ân'ın nuru, ışığı.

nüsha-i musaggara

  • Küçültülmüş nüsha.

nüsha-i musağğara

  • Küçültülmüş örnek.

nüsha-i suğra

  • Küçük sahife, küçük nüsha. Küçük mâna ifade eden, küçük mahluk, âlemin küçük bir nüshası mânasında insan.

nüshacık

  • Küçük bir kopya.

nusus-u kat'iye / nusûs-u kat'iye

  • Kur'ân'ın hükmü kesin olan âyetleri.

nusus-u kur'an / nusûs-u kur'ân

  • Kur'ân'ın açık hükümleri.

nusus-u kur'aniye / nusûs-u kur'âniye

  • Kur'ân'daki mânâsı açık olan âyetler.

nüsüse

  • Kurumak.

nüzul-u kur'an / nüzûl-u kur'ân

  • Kur'ân'ın indirilmesi.

nüzul-ü kur'an / nüzul-ü kur'ân / nüzûl-ü kur'ân

  • Kur'ân'ın inişi, gönderilişi.
  • Kur'ân'ın indirilmesi.

otomatik

  • Kurularak veya vakti gelince harekete geçen, işleyen. (Fransızca)

perde-i kudret

  • Kudret perdesi.

perdedar-ı dest-i kudret / perdedâr-ı dest-i kudret

  • Kudret elinin perdecisi; hikmetli olduğu hâlde ilk bakışta çirkin gibi görünen hâdiselerde İlâhî kudreti gizleyen perde.

perendek

  • Küçük tepe. (Farsça)

perestişlik

  • Kulluk, tapınma.

pergaze

  • Kuş kanadının vücuda yapışık olan kısmı. (Farsça)

peruş

  • Küçük çıban, sivilce. (Farsça)

pingançe

  • Küçük fincan. (Farsça)

postin / postîn / پستين

  • Kürk. (Farsça)
  • Kürk. (Farsça)

postinduz

  • Kürk diken. (Farsça)

postinpuş

  • Kürk giyen. (Farsça)

prensib

  • Kural, düstur.

projeksiyon

  • Kuvvetli ışık âleti. (Fransızca)

pür kusur

  • Kusurlarla dolu.

pür-kusurluk

  • Kusurlarla doluluk.

pür-taksir / pür-taksîr

  • Kusurlarla dolu.

pürkusur

  • Kusurlarla dolu.

pusula

  • Küçük not kağıdı.

ra

  • Kur'an alfabesinde onikinci harftir. Ebced hesabında 200 sayısına işaret eder. Bu harfe "Rı" denildiği gibi, "Ra-i mühmele" de denilir. Bazı tarih kayıtlarında" Rebi-ül Evvel" ayına işaret olarak geçer.

ra'

  • Küçük kene.

ra'd suresi / ra'd sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 13. Suresi.
  • Kur'ân-ı kerîmin on üçüncü sûresi.

ra'sa'

  • Kulakları küpe gibi uzunca sarkık olan yahut ucunu kesmekten ilişik kalıp sallanıp duran kulakları asılı olan dişi koyun.

radua

  • Kuzusunu emziren ve hem de sağılır olan koyun.

rah-ı necat / râh-ı necat

  • Kurtuluş yolu.
  • Kurtuluş yolu.

rah-ı necat ve selamet / râh-ı necat ve selâmet

  • Kurtuluş ve esenlik yolu.

rahim-i zülcelal / rahîm-i zülcelâl

  • Kullarına karşı özel rahmeti olan haşmet ve ikram sahibi Allah.

rahle

  • Küçük masa.
  • Küçük masa.

rahman suresi / rahmân sûresi

  • Kur'ân-ı kerîmin elli beşinci sûresi.

rahman-ı rahim-i zülcelali ve'l-ikram / rahmân-ı rahîm-i zülcelâli ve'l-ikram

  • Kullarına karşı özel rahmeti olan ve rahmetinin eserleri dünya ve âhireti dolduran haşmet ve ikram sahibi Allah.

ramad / ramâd

  • Kül, ateş külü.
  • Kül.

rasas / rasâs

  • Kurşun.
  • Kurşun, kalay, lehim.
  • Kurşun.

rasih alim / râsih âlim

  • Kur'ân-ı kerîmin ve hadîs-i şerîflerin derin ve ince mânâlarını, işâretlerini anlayan büyük din âlimi.

rayb / ریب

  • Kuşku, şüphe. (Arapça)

refenn

  • Kuyruğu uzun olan at.

refrefe

  • Kuşun kanatlarını oynatıp açması.

reha / rehâ / رها

  • Kurtuluş.
  • Kurtuluş. (Farsça)

rehafeşan

  • Kurtarıcı. (Farsça)

rehakar / rehâkâr / رهاكار

  • Kurtarıcı. (Farsça)

rehayafte

  • Kurtulmuş. (Farsça)

rehayi / rehayî

  • Kurtulma, halâs, necat. (Farsça)

remad / remâd

  • Kül.
  • Kül.

remz-i kudret

  • Kudret işareti; Allah'ın güç ve iktidarını gösteren işaret.

remz-i kur'ani / remz-i kur'ânî

  • Kur'ân'ın işareti.

restgari / restgârî

  • Kurtulma, necat. (Farsça)

retv

  • Kuyudan kova çekmek.

revasib-i remliye

  • Kum tortuları.

rezil ü rüsva

  • Kusur ve ayıpları meydana çıkarılmış, kepâze olmuş olan.

  • Kur'an alfabesinin onuncu harfi olup, ebcedî değeri 200'dür.

rık'a

  • Kur'an-ı Kerim'in harfleri ile bir yazı çeşidi.

risale

  • Küçük kitap, mektup.

rivayet tefsiri / rivâyet tefsiri

  • Kur'ân-ı kerîmdeki bâzı âyet-i kerîmelerin başka âyetlerle veya Peygamber efendimizin sünneti veya Eshâb-ı kirâmın mübârek sözleriyle açıklanması. Buna me'sur veya naklî tefsir de denir.

rıza-yı küfür / rızâ-yı küfür / رِضَايِ كُفُرْ

  • Küfre rıza gösterme.
  • Küfre rıza gösterme.

rubehane

  • Kurnazca, tilkicesine. (Farsça)

rubehi / rubehî

  • Kurnazlık. Tilkilik. (Farsça)

rüesa-yı kureyş / rüesâ-yı kureyş

  • Kureyş reisleri, Kureyş'in önde gelenleri.

ruh-u kudsi / ruh-u kudsî

  • Kutsal ruh.

rum suresi / rûm sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 30. suresidir. Mekkîdir.
  • Kur'ân-ı kerîmin otuzuncu sûresi.

rümam

  • Kuru ot.

rumuzat-ı kur'an / rumuzat-ı kur'ân

  • Kur'ân'ın remizleri, ince işaretleri.

rumuzat-ı kur'aniye / rumuzât-ı kur'âniye

  • Kur'ân'ın remizleri, ince nükteleri.

rüstem

  • Kuvvetiyle meşhur bir efsane kahramanı.

rüyetullah

  • Kulların âhirette Allah'ı görmesi.

sa'la

  • Küçük başlı kadın.

şa'la'

  • Kuyruğu beyaz olan davar.

sabga'

  • Kuyruğunun ucu beyaz olan koyun.

sabur / sabûr

  • Kullarına sabır gücü ihsan eden Allah.

sad

  • Kur'an alfabesinin onyedinci harfi olup, ebcedî değeri 90'dır. Noktası olmadığından sâd-ı mühmele adı da verilir.

sad suresi / sad sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'de 38. Suredir. Dâvud Suresi de denir. Mekkîdir.
  • Kur'ân-ı kerîmin otuz sekizinci sûresi.

sada-yı kur'an / sadâ-yı kur'ân / صَدَايِ قُرْاٰنْ

  • Kur'ân'ın sesi.
  • Kur'ân'ın sesi.

sada-yı semavi-i kur'ani / sadâ-yı semâvî-i kur'ânî

  • Kur'ân'ın semâvî sedâsı.

sadefçe

  • Küçük sadef. (Farsça)

saf suresi / saf sûresi

  • Kur'ân-ı kerîmin altmış birinci sûresi.

saff suresi

  • Kur'an-ı Kerim'de 61. suredir. İsa, Havariyyun Suresi de denir. Medenîdir.

saffat suresi / sâffât sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 37. suresidir. Mekkîdir.
  • Kur'ân-ı kerîmin otuz yedinci sûresi.

safif

  • Kuru ot.

sagair / sagâir

  • Küçük günahlar.
  • Küçük günâhlar. Küçük sayılan günahlar.

sagar

  • Küçük olmak.

sagir

  • Küçük, ufak. Büluğa ermemiş çocuk.

sağir / sağîr

  • Küçük, ufak.
  • Küçük.

sagire / sagîre

  • Küçük günah.

sahha

  • Kulakları sağır eden şiddetli bağırış ve çığlık.

sahib-i kur'an / sahib-i kur'ân

  • Kur'ân'ın sahibi olan Allah.

sahih-i buhari / sahîh-i buhârî

  • Kur'ân-ı kerîmden sonra, doğru oldukları, bütün İslâm âlimleri tarafından tasdîk edilmiş olan meşhur altı hadîs kitâbından birincisi.

sahihayn / sahîhayn

  • Kur'ân-ı kerîmden sonra, doğru oldukları, bütün İslâm âlimleri tarafından tasdîk edilmiş olan altı hadîs kitâbından Sahîh-i Buhârî ile Sahîh-i Müslim'in ikisine birden verilen isim.

sahil-i selamet / sâhil-i selâmet

  • Kurtuluş sahili; güvenli yer.

şahrah-ı kur'an / şahrâh-ı kur'ân

  • Kur'ân'ın ana caddesi.

sahret

  • Kudüs'te, Beyt-i Mukaddeste çok eski ve tarihi bir kaya. Bu kayaya "Hacer-i Muallak" da der. Hz. Peygamberin (a.s.m.) Mîrac Gecesinde bu kayadan Burak'a binerek semâya çıktığı hakkında rivâyet vardır.

sahretullah

  • Kudüs'te, Beyt-i Mukaddes'te çok eski ve tarihî bir kaya. Hazret-i Peygamber (A.S.M.), Mir'ac gecesinde bu kayadan uruc ettiği hakkında rivayet vardır. Bu kayaya "Hacer-i Muallak" da denir.

şahşaha

  • Kuşun hızla uçması.

şaibe / şâibe

  • Kuşku, şüphe.

sak'

  • Kuşun, kanadını çırparak öttürüp uçması.

sakka'

  • Kulağı çok küçük olan koyun.

sala'

  • Kuyruğun sağı veya solu.

saltanat-ı kudsiye

  • Kutsal saltanat, egemenlik.

samil

  • Kuru, yâbis.

sanadid-i kureyş

  • Kureyş'in ileri gelenleri, seraskerleri, büyükleri.

sandıkça

  • Küçük sandık.

sandukça

  • Küçük sandık; sandıkçık.
  • Küçük sandık, kutu.

sandukçe

  • Küçük sandık. (Farsça)

sarahat-i kur'aniye / sarâhat-i kur'âniye

  • Kur'ân'ın açık bir şekilde ortaya koyduğu hükümler.

saray-ı kur'an / saray-ı kur'ân

  • Kur'ân sarayı.

sarf edilen

  • Kullanılan.

sarf-ı kuva / sarf-ı kuvâ

  • Kuvvetlerin geri çevrilmesi, karşı tarafın gücünü etkisiz bırakma.

sarfe

  • Kuranın mûcize olduğunu gösteren usûllerden biri.

sarfe mezhebi

  • Kur'an-ı Kerim'in mu'cize olduğuna dair ikinci mercuh bir mezheb ismi.

şari' / şârî'

  • Kullarının dünyâ ve âhiret seâdetine (mutluluğuna) kavuşmaları için Peygamberleri aleyhimüsselâm vâsıtasıyla emir ve yasaklarını bildiren Allahü teâlâ. Şâri-i mübîn de denir. Allahü teâlânın emir ve yasaklarını insanlara tebliğ etmesi (ulaştırması) gerektiğinde, kapalı hususları açıklaması bakımında

şark-ı şimali / şark-ı şimalî / şark-ı şimâlî / شَرْقِ شِمَال۪ي

  • Kuzeydoğu.
  • Kuzeydoğu; Rusya.
  • Kuzeydoğu.

şarkışimali / şarkışimâlî

  • Kuzeydoğu.

sarraf / sarrâf

  • Kuyumcu.

şasif

  • Kuru ve zayıf.

sava / savâ

  • Kutsal sayılan ve Peygamberimizin doğduğu gece kuruyan bir göl.

savi

  • Kuru, yâbis.

savvag

  • Kuyumcu.

şaz / şâz / شاذ

  • Kural dışı, kurala uymayan, genel düzenden ayrılmış olan.
  • Kural dışı.
  • Kural dışı. (Arapça)

se

  • Kur'an alfabesinin dördüncü harfidir. Ebced hesabında 500 sayısının karşılığıdır.

sebb

  • Küfür, küfran. Sövüp saymak.

sebe' suresi / sebe' sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 34. Suresi olup Mekkîdir.
  • Kur'ân-ı kerîmin otuz dördüncü sûresi.

sebeb-i kusur

  • Kusur sebebi.

sebeb-i necat / sebeb-i necât / سَبَبِ نَجَاتْ

  • Kurtuluş sebebi.
  • Kurtuluş sebebi.

sebeb-i nüzul / sebeb-i nüzûl

  • Kur'ân-ı kerîmin nüzûl (inme) sebebi.

sebike / sebîke / سبيكه

  • Külçe. (Arapça)

secavend / secâvend

  • Kur'an-ı Kerim'de doğru okunması için yapılan işaretler.Kur'an-ı Azîmüşşan'ı okurken durularak nefes alınacak yerler, âyet sonları ile secavend mahalleridir. (Farsça)
  • Kur'ân-ı kerîmin, mânâsına uygun ve doğru okunabilmesi için durak ve geçiş yerlerini gösteren işâretler.
  • Kur'ân-ı Kerim'i doğru okumak için yapılan işaretler.

secde suresi / secde sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 32. Suresidir. Mekkîdir.
  • Kur'ân-ı kerîmin otuz ikinci sûresi.

secde-i tilavet / secde-i tilâvet

  • Kur'an okunurken veya dinlerken edilen secde. Okuma secdesi.
  • Kur'ân-ı kerîmin on dört yerindeki secde âyetinden birini okuyan veya duyanın yapması vâcib olan secde.

şecea

  • Küt ve kötürüm kimseler.

şecere-i küfriye

  • Küfür ağacı, ağaç gibi dal budak vermiş olan inkâr.

şecere-i tuba-i ubudiyet / şecere-i tûbâ-i ubudiyet / şecere-i tûbâ-i ubûdiyet

  • Kulluğun nurlu tûbâ ağacı; tûbâ ağacı gibi şekillenmiş ve dal budak salmış kulluk.
  • Kulluğun nurlu tûbâ ağacı.

şecir

  • Küçük ve kısa ağaç.

sedd-i kur'an / sedd-i kur'ân

  • Kur'ân seddi.

sedd-i kur'ani / sedd-i kur'ânî

  • Kur'ân'ın yıkılmaz seddi, kalesi.

sedd-i zülkarneyn

  • Kur'ân-ı kerîmde Zülkarneyn adıyla bildirilen peygamber veya evliyâ olan mübârek bir zâtın, Ye'cûc ve Me'cûc için yaptırdığı sed.

sefine-i necat

  • Kurtuluş gemisi.

segabi / segâbi / سگ آبى

  • Kunduz. (Farsça)

sehpa

  • Küçük masa, idam tahtası.

şehper / شهپر

  • Kuş kanadının en uzun tüyü. (Farsça)
  • Kuş kanadındaki en uzun tüy. (Farsça)

seka'

  • Kulağı olmayan dişi hayvan.

şekk / شك

  • Kuşku, şüphe. (Arapça)

şekk-i küfri / şekk-i küfrî

  • Küfürdeki şüphe. Kâfire ait şek.

şekketmek

  • Kuşkulanmak, şüphelenmek.

şeksiz

  • Kuşkusuz, şüphesiz.

selamet / selâmet

  • Kurtuluş, emniyet.

selaset-i nazm / selâset-i nazm

  • Kur'ân'ın âyet ve cümlelerinin tertip ve düzenindeki açıklık, ahenk, akıcılık.

sema-i kur'an / semâ-i kur'ân

  • Kur'an'ın semâsı, yüceliği.

sema-i kur'ani / semâ-i kur'âni

  • Kur'ân'ın semâsı; Kur'ân'ın yüce makam ve mânâsı.

sema-yı kur'an / semâ-yı kur'ân

  • Kur'ân seması.

şematet / şemâtet

  • Kuru gürültü. şamata.
  • Kuru gürültü, şamata.

şematetkarane / şematetkârane

  • Kuru gürültü yapmak suretiyle, arsızca, gürültü ile bağırmak. (Farsça)

semavat-ı kur'aniye / semâvât-ı kur'âniye

  • Kur'ân'ın yüce makam ve dereceleri.

semere-i kur'aniye / semere-i kur'âniye

  • Kur'ân meyvesi.

şems suresi / şems sûresi

  • Kur'ân-ı kerîmin doksan birinci sûresi.

şems-i kur'an / şems-i kur'ân

  • Kur'ân güneşi.

sena-i kur'aniye / senâ-i kur'âniye

  • Kur'ân'ın methedişi.

sena-yı kur'ani / senâ-yı kur'ânî

  • Kur'ân'ın methi.

sena-yı kur'aniye / senâ-yı kur'ânîye / ثَنَايِ قُرْاٰن۪يّهَ

  • Kurânın övmesi.

sene-i kur'aniye / sene-i kur'âniye

  • Kur'ân yılı.

sened / سَنَدْ

  • Kuvvetli delil olabilecek söz veya yazı.

seraçe

  • Küçük saray. Küçük konak. Saraycık. (Farsça)

serdar

  • Kumandan.

şerh-i şemsi / şerh-i şemsî

  • Kutbeddin-i Razî tarafından telif edilmiştir ve mantık ilmine dairdir.

şeriat / شريعت

  • Kur'an yolu.

serir / serîr

  • Kürsü, taht.

şerka'

  • Kulağı uzunlamasına yarık olan koyun.

şerr-i cüz'i / şerr-i cüz'î

  • Küçük kötülük.

şerze

  • Kuduruk, kudurmuş. (Farsça)

şerzime

  • Küçük insan topluluğu.

şetm / شتم

  • Küfür, sövgü. (Arapça)
  • Şetm etmek: Küfretmek, sövmek. (Arapça)

settar / settâr / سَتَّارْ

  • Kullarının bütün kusurlarını örten, ayıplarını en çok gizleyen Allah.
  • Kusurları çokça örten (Allah).

seviye-i irfan

  • Kültür seviyesi.

şevk-i tenzili / şevk-i tenzilî / şevk-i tenzîlî / شَوْقِ تَنْزِيلِي

  • Kur'ân'ın verdiği şevk, arzu.
  • Kur'an-ı Kerim'in ilk önceki mânâsıyla Sahabelere verdiği sevgi ve iştiyak. Kur'an-ı Kerim'in tenzil mertebesindeki mânâsının verdiği şevk. İlâhî bir makamdan inmenin verdiği şevk.
  • Kur'âna âid arzu, istek.

şevket / شَوْكَتْ

  • Kudret ve kuvvetten doğan büyüklük, heybet.

seyf-i kur'ani / seyf-i kur'ânî

  • Kur'ânî kılıç.

şeyn

  • Kusur, ayıp, noksan, kabahat. Yaramaz şey.
  • Kusurlu, noksan, kötü.
  • Kusur.

şeyzuman

  • Kurt.

şifa ayet-i kerimeleri / şifâ âyet-i kerîmeleri

  • Kur'ân-ı kerîmdeki altı şifâ âyeti. Tevbe sûresi on dördüncü âyetinin sonu, Yûnus sûresi elli yedinci âyetinin ortası, Nahl sûresi altmış dokuzuncu âyetinin orta kısmı, İsrâ sûresi seksen ikinci âyetinin baş tarafı, Şuarâ sûresinin sekseninci âyeti, Fussilet sûresi kırk dördüncü âyetinin ortası.

şifa-yı kudsiye

  • Kutsal bir kaynaktan gelen şifa.

şifahane-i kur'an / şifâhâne-i kur'ân

  • Kur'ân'ın şifâ dairesi.

sıfat-ı abdiyet

  • Kulluk özelliği.

sıfat-ı kudret

  • Kudret sıfatı, niteliği.

sıfat-ı kudsiye / sıfât-ı kudsiye

  • Kutsal vasıflar ve özellikler.

sıfat-ı küfriye

  • Küfre ait özellikler, inkârâ ait nitelikler.

sıfat-ı seb'a-i kudsiye / sıfât-ı seb'a-i kudsiye

  • Kutsal yedi sıfat.

siff

  • Kuru deri.

şifre-i kudsiye-i ilahiye / şifre-i kudsiye-i ilâhiye

  • Kutsal İlâhî şifreler.

sıgar

  • Küçükler.
  • Küçüklük, kıymetsizlik, küçükler.

sığar / sığâr / صغار / صغر

  • Küçükler. (Arapça)
  • Küçüklük. (Arapça)

sigar ü kibar

  • Küçükler ve büyükler.

sığar-kiber

  • Küçüklük-büyüklük.

sıgreb

  • Küçük dişler.

sıhhat-i ubudiyet / sıhhat-i ubûdiyet

  • Kulluğu sağlıklı bir şekilde yapma.

silahhane-i kur'an / silâhhâne-i kur'ân

  • Kur'ân cephanesi.

silsile-i kur'an / silsile-i kur'ân

  • Kur'ân'daki tevafuklu ve bağlantılı ifadeler.

silsile-i mevhumat / silsile-i mevhûmât

  • Kuruntular zinciri.

sımah

  • Kulak deliği, kulak.
  • Kulak.
  • Kulak.

simah / simâh

  • Kulak deliği.

şimal / şimâl / شِمَالْ

  • Kuzey.
  • Kuzey.

şimal kıt'ası

  • Kuzey kutbu.

şimal-i garbi / şimal-i garbî / şimâl-i garbî

  • Kuzeybatı.
  • Kuzey batı.

şimal-i şark

  • Kuzeydoğu.

şimal-i şarki / şimal-i şarkî

  • Kuzey doğu.
  • Kuzeydoğu.

şimali / şimâlî / شمالى

  • Kuzeye ait. kutb-i ~ kuzey kutbu. (Arapça)

şimaligarbi / şimâligarbî

  • Kuzeybatı.

şimalişarki / şimâlişarkî

  • Kuzeydoğu.

sımlah

  • Kulak kiri.

şın

  • Kur'an alfabesinin onüçüncü harfi olup, ebcedî değeri 300'dür.

şinvay

  • Kulağın işitmesi.

şir-i jiyan / şîr-i jiyan

  • Kükremiş aslan.
  • Kükremiş aslan.

sircin

  • Kurumuş davar tersi.

sirkin

  • Kuru davar tersi.

sırr-ı azim-i ubudiyet / sırr-ı azîm-i ubûdiyet

  • Kulluğun büyük sırrı.

sırr-ı furkan

  • Kur'ân'ın sırrı, özü, ruhu, gücü.

sırr-ı i'caz-ı kur'an / sırr-ı i'câz-ı kur'ân

  • Kur'ân'ın mu'cize oluşunun sırrı, espirisi.

sırr-ı kur'an / sırr-ı kur'ân

  • Kur'ân içinde gizli olan sırlı bilgiler.

sırr-ı ubudiyet / sırr-ı ubûdiyet

  • Kulluk sırrı.
  • Kulluk sırrı.

şirzime

  • Küçük, ehemmiyetsiz cemaat. Bir miktar insan grubu.

sıyagat

  • Kuyumculuk.

şuara suresi / şuarâ sûresi

  • Kur'ân-ı kerîmin yirmi altıncı sûresi.

süeda / süedâ / سؤدا

  • Kutlu kişiler. (Arapça)

süfte-guş

  • Kulağı delinmiş olan. Kulağı delik. (Farsça)

sufuf-u ibad / sufûf-u ibâd

  • Kulların meydana getirdiği saflar.

suğra / suğrâ

  • Küçük önerme; kıyası oluşturan önermelerden birisidir. Kıyasın sonuç önermesinin öznesi olan küçük terim bu küçük önermede bulunur.

sugra / sugrâ / صغرا

  • Küçük. (Arapça)

sühale

  • Küçük tavşan.

sukaybe

  • Küçük delik, delikçik.

sukut-u kuvvet

  • Kuvvetten düşme.

şule-i i'caz-ı kur'ani / şûle-i i'câz-ı kur'ânî

  • Kur'ân'ın mu'cizesinin bir parıltısı.

süleyman aleyhisselam / süleymân aleyhisselâm

  • Kur'ân-ı kerîmde ismi geçen peygamberlerden.

sülüs-ü kur'an / sülüs-ü kur'ân / ثُلُثُ قُرْآنْ

  • Kur'ân'ın üçte biri.
  • Kur'ân'ın üçte biri.

sumluh

  • Kulak kiri.

şümul-u kudret

  • Kudretin herşeyi kaplaması.

şümus-u kur'an / şümus-u kur'ân

  • Kur'ân-ı Kerimin içinde bulunan ve her birisi güneş gibi iman hakikatlerini açıkça gösteren temel özellikleri.

şümus-u kur'aniye / şümûs-u kur'âniye

  • Kur'ân'ın güneşleri.

sünuhat-ı kur'aniye / sünuhat-ı kur'âniye

  • Kur'ân'ın nuruyla kalbe gelen mânâlar, hakikatler.

şura suresi / şûrâ sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 42. suresi olup, "Hâ mim ayn sin kaf" Suresi de denir.
  • Kur'ân-ı kerîmin kırk ikinci sûresi.

sürb

  • Kurşun, kalay. Kurşun ve kalay karışımı. (Farsça)

sure / sûre

  • Kur'ân-ı kerîmin en az üç âyetten meydana gelen bölümlerinden her biri. Çokluk şekli süverdir. Kur'ân-ı kerîmde 114 sûre olup, bâzı sûrelerin birkaç ismi vardır. Bekara sûresinden Berâe sûresine kadar olan yedi sûreye es-Seb'ut-tıvâl (uzun sûreler), Fâtiha'ya ve âyetleri yüzden az olan sûrelere mesâ
  • Kur'ân'ın ayrıldığı 114 bölümden her biri.
  • Kurânın âyetlerden oluşan her bir bölümü.
  • Kur'ân-ı Kerim'in 114 bölümünden her biri.

sure-i ahkaf / sûre-i ahkâf

  • Kur'ân-ı Kerimin 46. sûresi olan Ahkâf Sûresi.

sure-i ahzab / sûre-i ahzab

  • Kur'ân'ın 33. sûresi olan Ahzab Sûresi.

sure-i al-i imran / sûre-i âl-i imrân

  • Kur'ân-ı Kerimin 3. sûresi olan Âl-i İmran Sûresi.

sure-i alak / sûre-i alâk

  • Kur'ân-ı Kerimin 96. sûresi olan Alâk Sûresi.

sure-i amme / sûre-i amme

  • Kur'ân'da yer alan Nebe Suresi.

sure-i ankebut / sûre-i ankebût

  • Kur'ân'ın 29. sûresi olan Ankebût Sûresi.

sure-i bakara / sûre-i bakara

  • Kur'ân'ın 2. sûresi olan Bakara Sûresi.

sure-i casiye / sûre-i câsiye

  • Kur'ân-ı Kerimin 45. sûresi olan Câsiye Sûresi.

sure-i feth / sûre-i feth

  • Kur'ân-ı Kerimin 48. sûresi olan Fetih Sûresi.

sure-i fil / sûre-i fîl

  • Kur'ân-ı Kerimin 105. sûresi olan Fil Sûresi.

sure-i hac / sûre-i hac

  • Kur'ân'ın 22. sûresi olan Hac Sûresi.

sure-i hadid / sûre-i hadid

  • Kur'ân-ı Kerimin 57. sûresi olan Hadid Sûresi.

sure-i haşr / sûre-i haşr

  • Kur'ân'ın 59. sûresi olan Haşir Sûresi.

sure-i hud / sûre-i hûd

  • Kur'ân-ı Kerimin 11. sûresi olan Hûd Sûresi.

sure-i ibrahim / sûre-i ibrahim

  • Kur'an'ın 14. sûresi.

sure-i ihlas / sûre-i ihlâs

  • Kur'ân'ın 112. sûresi olan İhlâs Sûresi.

sure-i isra / sûre-i isrâ

  • Kur'ân-ı Kerimin 17. sûresi.

sure-i kadir / sûre-i kadir

  • Kur'ân-ı Kerimin 97. Sûresi olan Kadîr Sûresi.

sure-i kevser / sûre-i kevser

  • Kur'ân'ın 108. sûresi olan Kevser Sûresi.

sure-i kudsiye / sûre-i kudsiye

  • Kutsal sûre.

sure-i kur'aniye / sûre-i kur'âniye

  • Kur'ân'ın sûresi.

sure-i lokman / sûre-i lokman

  • Kur'ân'ın 31. sûresi olan Lokman Sûresi.

sure-i mü'min / sûre-i mü'min

  • Kur'ân-ı Kerimin 40. sûresi.

sure-i mürselat / sûre-i mürselât

  • Kur'ân-ı Kerimin 77. sûresi.

sure-i necm / sûre-i necm

  • Kur'ân-ı Kerimin 53. sûresi.

sure-i nur / sûre-i nur

  • Kur'ân-ı Kerimin 24. sûresi olan Nur Sûresi.

sure-i rahman / sûre-i rahmân

  • Kur'ân'ın 55. sûresi olan Rahmân Sûresi.

sure-i rum / sûre-i rûm

  • Kur'ân'ın 30. sûresi olan Rûm Sûresi.

sure-i saf / sûre-i saf

  • Kur'ân-ı Kerimin 61. sûresi.

sure-i şura / sûre-i şûrâ

  • Kur'ân-ı Kerimin 42. sûresi.

sure-i tevbe / sûre-i tevbe

  • Kur'ân-ı Kerimin 9. âyeti.

sure-i ve'l-asr / sûre-i ve'l-asr

  • Kur'ân-ı Kerimin 103. Sûresi.

sure-i ve'l-asri / sûre-i ve'l-asrî

  • Kur'ân-ı Kerim'in 103. sûresi olan Asr Sûresi.

sure-i yusuf / sûre-i yûsuf

  • Kur'ân-ı Kerimin 12. sûresi.

sure-i zuhruf / sûre-i zuhruf

  • Kur'ân-ı Kerimin 43. sûresi.

sure-i zümer / sûre-i zümer

  • Kur'ân-ı Kerim'in 39. sûresi.

sure-i zümer, casiye, ahkaf / sûre-i zümer, câsiye, ahkaf

  • Kur'ân-ı Kerimin 39, 45 ve 46. sûreleri.

suret-i cüz'iye

  • Küçük suret.

suret-i istimal

  • Kullanma şekli.

suret-ül asr

  • Kur'an-ı Kerim'in yüzüçüncü suresi.

suret-ül infitar

  • Kur'an-ı Kerim'de seksenikinci Sure olup Mekkidir.

suver-i kur'aniye / suver-i kur'âniye

  • Kur'ân'ın sûreleri.

süver-i kur'aniye / süver-i kur'âniye / سُوَرِ قُرْاٰنِيَه

  • Kur'ân'ın sûreleri.
  • Kurân sureleri.

suy

  • Kurumak.

şüzuz

  • Kural dışı olma.

şüzuz etme / şüzûz etme

  • Kural dışı kalma.

şüzuz etmemek / şüzûz etmemek

  • Kural dışında, saf dışında kalmamak, istisna olmamak.

şüzuzat / şüzuzât

  • Kural dışı olaylar ve varlıklar.

ta

  • Kur'anın alfabesinde üçüncü harfin adıdır. Ebcedî değeri 400'dür.

ta'viz / ta'vîz

  • Kur'ân-ı kerîmde bildirilen ve Peygamberimizden naklen gelen duâları okumak veya bunları yazıp üzerinde taşımak.

taabbüd / تعبد

  • Kulluk, ibadet, tapınma. (Arapça)
  • Taabbüd etmek: Kulluk etmek, tapınmak. (Arapça)

tabah

  • Kuvvet.

tabak-çe

  • Küçük tabak. (Farsça)

tabir-i kur'an / tabir-i kur'ân

  • Kur'ân'ın ifadesi.

tadhiye

  • Kurban kesmek.

taha / tâhâ

  • Kur'ân-ı Kerimin 20. sûresi.

taha suresi / tâhâ suresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 20. suresidir. Mekkîdir.

tahallüs

  • Kurtulma.

tahayyül-ü küfri / tahayyül-ü küfrî

  • Küfür ve inkârla ilgili meseleleri hayal etme.

tahayyül-ü küfür

  • Küfrü hayal etme.

tahdiş

  • Kurcalama.

tahkimen / tahkîmen

  • Kuvvetlendirerek.

tahkir / tahkîr / تحقير

  • Küçümseme, aşağılama. (Arapça)
  • Tahkîr edilmek: Aşağılanmak. (Arapça)
  • Tahkîr etmek: Aşağılamak. (Arapça)

tahkirane

  • Küçük düşürürek, alçaltarak.

tahlis / tahlîs / تخليص

  • Kurtarma.
  • Kurtarma.
  • Kurtarma. (Arapça)

tahlis eden

  • Kurtaran.

tahrim suresi / tahrîm sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 66. Suresidir. "Lime tüharrimu" da denir. Medine'de nâzil olmuştur.
  • Kur'ân-ı kerîmin altmış altıncı sûresi.

tahrimen mekruh / tahrîmen mekrûh

  • Kur'ân-ı kerîmdeki ve hadîs-i şerîfteki delîlinden zan ile anlaşılan yasak. Harama yakın olan fiil, iş.

tahşid

  • Kuvvetlendirme, destekleme.

tahşidat-ı kur'aniye / tahşidat-ı kur'âniye

  • Kur'ân'ın tahşidatı; Kur'ânın bazı konular üzerinde yaptığı vurgulamalar.

taht-ı mukaddes

  • Kutsal taht, makam.

tair / tâir / طائر

  • Kuş. (Arapça)

takaddüs / تَقَدُّسْ

  • Kutsal olma, yüce ve temiz olma.
  • Kusursuz olma.

takamür

  • Kumar oynamak.

takaru'

  • Kur'a atışmak.

takayyü'

  • Kusar gibi olup kusamama.

takbib

  • Kubbe gibi yapma.

takdis / takdîs / تقدیس / تَقْد۪يسْ

  • Kutsamak, Allah'ın her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce olduğunu ilân etme.
  • Kutsama, ululama. (Arapça)
  • Kusursuz bulma.

takdis etmek

  • Kutsamak, Allah'ın her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce olduğunu ilân etmek.

taklid-i tufeylane / taklid-i tufeylâne

  • Küçük çocuklara yakışır şekildeki taklid.

taksirat / taksîrât / تقصيرات

  • Kusurlar, günahlar.
  • Kusurlar, günahlar.
  • Kusurlar. (Arapça)

takvimçe

  • Küçük takvim. (Farsça)

takviye / تقویه / تَقْوِيَه

  • Kuvvetlendirme.
  • Kuvvetlendirme, destekleme.
  • Kuvvetlendirme. (Arapça)
  • Takviye edilmek: Kuvvetlendirilmek, desteklenmek. (Arapça)
  • Takviye etmek: Kuvvetlendirmek, desteklemek. (Arapça)
  • Kuvvetlendirme.

takviye eden

  • Kuvvetlendiren, güçlendiren.

takviye etme

  • Kuvvetlendirme, güçlendirme.

takviyet / تقویت

  • Kuvvetlendirme. (Arapça)

talak suresi / talâk sûresi

  • Kur'ân-ı kerîmin altmış beşinci sûresi.

tamam-ı kur'an / tamam-ı kur'ân

  • Kur'ân'ın tamamı.

tantif

  • Kulağına küpe geçirmek.

tanzif-i kudsi / tanzif-i kudsî

  • Kutsal temizleme.

tarancibin

  • Kudret helvası.

tarem / târem / تارم

  • Kubbe. (Farsça)

tarfes

  • Kum yığını.

tarık suresi / târık suresi / târık sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 86. Suresinin ismidir. Mekkîdir.
  • Kur'ân-ı kerîmin seksen altıncı sûresi.

tarik-i halas / tarîk-i halâs

  • Kurtuluş yolu.

tarik-ı kur'an / tarîk-ı kur'ân

  • Kur'ân yolu.

tarik-i kur'an / tarik-i kur'ân

  • Kur'ân'ın çizdiği hak yol.

tarik-i kur'an ve iman / tarik-i kur'ân ve iman

  • Kur'ân ve iman yolu.

tarik-i kur'ani / tarîk-i kur'ânî / طَرِيقِ قُرْآنِي

  • Kur'ânî yol.
  • Kur'ân'a ait yol.

tarik-i ubudiyet / tarik-i ubûdiyet

  • Kulluk yolu.

tasarruf / تصرف

  • Kullanma, artırma.
  • Kullanma.

tasarruf-u kudsi / tasarruf-u kudsî

  • Kudsî tasarruf; mânevî tesir, icraat.

tasavvur-u küfür / تَصَوُّرُ كُفُرْ

  • Küfrü düşünme, hayal etme.
  • Küfrü zihinde şekillendirme, canlandırma.

tasdik-i küfür

  • Küfür ve inkârcılığı kabul etme.

tasgir / tasgîr / تصغير

  • Küçültmek. Cirm ve kadrini eksiltmek. Hakir eylemek.
  • Küçültme.
  • Küçültme. (Arapça)

taslim

  • Kulağı dibinden kesmek.

tatfif suresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 83. suresidir. Mekkîdir.

tatrik

  • Kuşun yumurtalamaya, kadının doğum yapmağa yakın olması.

tavaif-i müluk / tavâif-i mülûk

  • Küçük devletçikler, beylikler.

tavr-ı ubudiyetkarane / tavr-ı ubûdiyetkârâne

  • Kulluğa yakışır tavır, hareket.

tayr / طير

  • Kuş.
  • Kuş. (Arapça)

te'kid

  • Kuvvetlendirme.

te'sis / te'sîs / تَأْس۪يسْ

  • Kurma, meydana getirme, temel atma.
  • Kurma.

te'yid

  • Kuvvetlendirme.
  • Kuvvetlendirme. Sağlamlaştırma.

tebareke suresi / tebâreke sûresi

  • Kur'ân-ı kerîmin altmış yedinci sûresi.

tebbet suresi / tebbet sûresi

  • Kur'ân-ı kerîmin yüz on birinci sûresi.

tebeşbüş

  • Küçükten büyüğe güler yüz gösterme.

tebliğ-i ubudiyet

  • Kulluğu bildirme.

tebrie

  • Kusur ve noksandan uzak tutma.

tebrik / tebrîk / تبریك

  • Kutlama. (Arapça)
  • Tebrîk edilmek: Kutlanmak. (Arapça)
  • Tebrîk etmek: Kutlamak. (Arapça)

tebrikat / tebrîkât / تبریكات

  • Kutlamalar. (Arapça)

tebrikname / tebriknâme / tebrîkname / تبریك نامه

  • Kutlama yazısı.
  • Kutlama yazısı. (Arapça - Farsça)

tebtik

  • Kulak kesmek.

tecahüd

  • Kuvvetini sarfedip uğraşmak. Çalışmak.

tecebcüb

  • Kurumak.

teceffüf

  • Kuruma, kuruyup katılaşma.

tecvid / tecvîd / تجوید

  • Kur'ân-ı Kerim'i okuma kaidelerini (kurallarını) öğreten bilim.
  • Kur'ân'ı usûlüne göre okuma. (Arapça)

tedsir

  • Kuşun yuvasını düzenlemesi veya düzeltmesi.

teennuk

  • Kusursuz yapılış.

teessüs / تأسس

  • Kurulma, yerleşme.
  • Kurulme, yerleşme.
  • Kurulma. (Arapça)
  • Teessüs etmek: Kurulmak. (Arapça)
  • Teeyyüd etmek: Pekişmek. (Arapça)

teessüs edecek

  • Kurulacak.

teeyyüd

  • Kuvvetlenme. Kuvvet ve metânet bulma. Te'yid olunma.

tefsir olunan

  • Kur'ân âyetlerinin çeşitli yönleriyle yorumlanan.

tefsir-i hakaik-i kur'aniye / tefsir-i hakaik-i kur'âniye

  • Kur'ân'daki hakikatlerin tefsiri, açıklaması.

tefsir-i kur'an / tefsir-i kur'ân

  • Kur'ân tefsiri; Kur'ân-ı Kerimi mânâ bakımından açıklayan, yorumlayan kitap.

tefsir-i kur'ani / tefsir-i kur'ânî

  • Kur'ân tefsiri.

tegabün suresi / tegâbün sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 64. suresidir. Medenîdir.
  • Kur'ân-ı kerîmin altmış dördüncü sûresi.

teh-i çah / teh-i çâh

  • Kuyunun dibi.

tehdid-i kur'aniye / tehdid-i kur'âniye

  • Kur'ân'ın tehdidi.

tehdidat-ı kur'aniye / tehdidat-ı kur'âniye

  • Kur'ân'ın tehditleri.

tehevvu / تهوع

  • Kusma. (Arapça)
  • Tehevvu etmek: Kusmak. (Arapça)

tehevvu'

  • Kusma. İstifrağ etme.

tehevvür / تهور

  • Küplere binme, köpürme. (Arapça)
  • Tehevvür etmek: Küplere binmek, köpürmek. (Arapça)

tehniyet / تهنيت

  • Kutlama. (Arapça)

tehvi'

  • Kusturma veya kusturulma.

tekallüd

  • Kuşanma, üzerine alma.

tekasür suresi / tekâsür suresi / tekâsür sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 102. Suresi. Mekkîdir. Makbure Suresi de denilmiştir.
  • Kur'ân-ı kerîmin yüz ikinci sûresi.

tekdih

  • Kuvvetle kaşımak.

tekedduh

  • Kuvvetle kaşımak.

tekid

  • Kuvvetlendirme.

tekrarat-ı kur'aniye / tekrarat-ı kur'âniye

  • Kur'anda birbirinin aynı olan veya birbirine benzer âyetlerin tekrar edilmiş olması.
  • Kur'ân'daki tekrarlar.

tekvif

  • Kûfe'ye varmak.

tekvir suresi / tekvîr sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 81. Suresidir. Küvvirat Suresi adı da verilir.
  • Kur'ân-ı kerîmin seksen birinci sûresi.

teltim

  • Kuvvetle sille vurmak.

temsilat-ı kur'aniye / temsilât-ı kur'âniye

  • Kur'ân'ın verdiği temsiller, misaller.

tenattuf

  • Küpe takma.

tenezzüh / تَنَزُّهْ

  • Kusurdan uzak olma.

tenzih / tenzîh / تَنْز۪يهْ

  • Kusur kondurmama.
  • Kusurdan uzak tutma.

tenzil / tenzîl

  • Kur'ân-ı Kerim (Kur'ân-ı Kerim 23 yılda bölüm bölüm indirildiği için "indirilen, parça parça indirilmiş" anlamına gelen Tenzîl ismi verilmiştir).

terbiye-i kur'an / terbiye-i kur'ân

  • Kur'ân'ın terbiyesi.

terbiye-i kur'aniye / terbiye-i kur'âniye

  • Kur'ân'ın terbiyesi.

tercümanü'l-kur'an / tercümanü'l-kur'ân

  • Kur'ân'ı tercüme eden.

tertib-i kur'an / tertib-i kur'ân

  • Kur'ân'daki sûrelerin düzenlenmesi, sıralanması.

tertil / tertîl

  • Kur'ân-ı Kerim'i iyi ve kaidelerine (kurallarına) uygun biçimde tane tane okuma.
  • Kur'ân-ı kerîmi tecvîdle yâni usûl ve kâidelerine uyarak, açık açık, tâne tâne, harfleri ve kelimeleri birbirinden ayırarak okuma.

tes'id / tes'îd / تسعيد

  • Kutlama. (Arapça)
  • Tes'îd edilmek: Kutlanmak. (Arapça)
  • Tes'îd etmek: Kutlamak. (Arapça)

tesagur / tesâgur

  • Küçük görünme, küçülme.
  • Küçültme, küçüklük.

tesavi-i kuva / tesavi-i kuvâ

  • Kuvvetlerin müsaviliği, eşitliği.

tesbih / تسبيح

  • Kusurlardan beri kılma.

teşbih-i latif-i kudsi / teşbih-i lâtif-i kudsî

  • Kutsal ve güzel bir benzetme.

teşekkük

  • Kuşkulanma.

teşekkül

  • Kuruluş, oluşum.

teşekkül eden

  • Kurulan, meydana getirilen.

teselli-i selamet

  • Kurtuluş tesellisi, güvencesi.

tesennüh

  • Küflenme.

tesid

  • Kutlama.

tesis

  • Kurma, yerleştirme.

têsis

  • Kurma, kuruluş.

tesis eden

  • Kuran, yerleştiren.

tesis edilen

  • Kurulan, yerleştirilen.

tesis etme

  • Kurma, bina yapma.

tesis etmek

  • Kurmak, yapmak.

tesis olunma

  • Kurulma, yerleştirilme.

teşkik

  • Kuşkulandırma.

teşkikat / teşkikât

  • Kuşkulandırmalar.

teşrik günleri

  • Kurban bayramının ikinci, üçüncü ve dördüncü günleri. Bayramın birinci gününe yevm-i nahr (nahr günü), ikinci ve üçüncü günleri de kurban günü olduğundan hepsine birden "eyyâm-ı nahr" denir. Ondan evvelki güne Arefe günü denir. Ramazân-ı şerîf bayram ında arefe yoktur. Arefe, kurban bayramına mahsus

tevafukat-ı kur'aniye / tevâfukat-ı kur'âniye

  • Kur'ân-ı Kerim'deki tevafuklar, uygunluklar.

tevbe suresi / tevbe sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 9. suresidir. Berae Suresi de denir. Medenîdir.
  • Kur'ân-ı kerîmin dokuzuncu sûresi. Berâe sûresi de denir.

tevehhüm / تَوَهُّمْ

  • Kuruntuya kapılma, sanma, zannetme.
  • Kuruntu etme.
  • Kuruntu yapma.

tevehhüm-ü küfür

  • Küfrü tevehhüm etme; küfür olmadığını kesin bildiği halde, küfürmüş gibi vehimlenme.

tevehhümkarane / tevehhümkârâne

  • Kuruntu edercesine.

tevehhümüyle

  • Kuruntusuna düşmekle.

tevhid suresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 112. Suresidir. İhlâs Suresi gibi çok isimleri de vardır.

tevkis

  • Küçük odun parçalarını ateşe atmak.

teybis

  • Kurutma, kurulama.

tezennüb

  • Kuyruk sallandırmak.

tezyif / tezyîf / تَزْي۪يفْ

  • Küçük düşürme, aşağılama.

tezyifkarane / tezyifkârâne

  • Küçük düşürürcesine.

tıbs

  • Kurt, zi'b.

ticani / ticanî

  • Kuzey Afrikada, hicri 1200 tarihlerinde Ahmed Ticanî adında bir şahıs tarafından kurulan bir tarikattır.

tıfıl

  • Küçük çocuk, bebek.

tıfl / طفل

  • Küçük çocuk. Her şeyin cüz ve parçası. Batmaya yakın güneş..
  • Küçük çocuk. (Arapça)

tilavet / tilâvet

  • Kur'ân-ı kerîm okumak.

tilavet secdesi / tilâvet secdesi

  • Kur'ân-ı kerîmdeki on dört secde âyetinden herhangi birini okuyan veya işiten bir mükellefin yâni akıllı ve ergenlik çağına erişmiş bir müslümanın yapması vâcib (lâzım gelen) secde. Secde âyetleri, Kur'ân-ı kerîmin; A'râf, Ra'd, Nahl, İsrâ, Meryem, Hac, Furkân, Neml, Secde, Sâd, Necm, İnşikâk ve Ala

tilavet-i kur'an / tilavet-i kur'ân / tilâvet-i kur'ân

  • Kur'an-ı Kerim'i usulüne göre okumak, mânâsını tefekkür etmek.
  • Kur'ân okumak.

tilmiz-i kur'an / tilmiz-i kur'ân / tilmîz-i kur'ân / تِلْمِيزِ قُرْآنْ

  • Kur'ân'ın talebesi.
  • Kur'ân talebesi.

tılsımat-ı kur'aniye / tılsımât-ı kur'âniye

  • Kur'ân'da bulunan sırlar, gizli gerçekler.

tılv

  • Kurt, zi'b.

timsal / timsâl

  • Kumaşa, kâğıda, duvara ve başka yerlere yapılmış canlı resimler.

tin suresi / tîn suresi / tîn sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 95. suresinin ismidir. Mekkîdir. Vettîni Suresi de denir.
  • Kur'ân-ı kerîmin doksan beşinci sûresi.

tiryak-ı kudsi / tiryak-ı kudsî

  • Kutsal ilâç.

tıval-ı mufassal

  • Kur'an-ı Kerim'de 49'uncudan 85'inciye kadar olan sureler.

tulga

  • Kusmak.

tur suresi / tûr sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 52. Suresidir. Mekkîdir.
  • Kur'ân-ı kerîmin elli ikinci sûresi.

turs

  • Kuvvet.

tuveyrat

  • Kuşçuklar, küçük kuşlar.

tuveys

  • Küçük tavus kuşu.

tuyur / tuyûr / طيور

  • Kuşlar.
  • Kuşlar.
  • Kuşlar.
  • Kuşlar. (Arapça)

ubeyd

  • Küçük kul, kulcuk.

ubudet

  • Kulluk. (Aslında zillete derler.)

ubudiyet / ubûdiyet / عبوديت

  • Kulluk.
  • Kulluk.

ubudiyetkarane / ubudiyetkârâne / ubûdiyetkârâne

  • Kulluk ederek.
  • Kulluk ederek.
  • Kulluk edercesine.

ubudiyyet / ubûdiyyet / عبودیت

  • Kulluk, kölelik, bağlılık, aşırı mensupluk.
  • Kulluk. (Arapça)

ucarim

  • Kuvvetli adam.

ucfet

  • Kuru üzüm çekirdeği.

ücret-i cüz'iye

  • Küçük ücret.

ugeylime

  • Küçük oğlan çocukları.

uklum

  • Kuvvetli deve.

ukud suresi

  • Kur'an-ı Kerim'in beşinci suresi olan Mâide Suresinin diğer bir ismi.

ukve

  • Kuyruk dibi.

ulema-i ilm-i huruf

  • Kur'anın bir harfinden, bir sahife kadar esrar bulduklarını söyleyen ve dâvalarını, o fennin ehline isbat edenler.

ulema-i rasihin / ulemâ-i râsihîn

  • Kur'ân-ı kerîmin ve hadîs-i şerîflerin derin ve ince mânâlarını, işâretlerini anlayan yüksek din âlimlerine verilen isim. Bunlar; Eshâb-ı kirâm, Tâbiîn, Tebe-i tâbiîn ve her bakımdan onlara tâbi olan müctehidler, tefsîr ve hadîs âlimleri ve tasavvuf büyükleridir.

ulema-i zahir / ulema-i zâhir / ulemâ-i zâhir

  • Kur'an-ı Kerimin zâhir mânâsına göre hakikatları değerlendiren âlimler. Şeriatın mâna ve esrarından daha çok, zâhirini ve hükümlerini bilen âlimler.
  • Kur'ân-ı Kerimin zâhir mânâsına göre hüküm veren ve hakikatlerini değerlendiren âlimler.

ulema-yı ehl-i zahir / ulemâ-yı ehl-i zâhir / عُلَمَايِ اَهْلِ ظَاهِرْ

  • Kur'an ve hadislerin sadece zahirî manalarıyla hükmeden âlimler.

ulum-u kur'aniye / ulûm-u kur'âniye

  • Kur'ân ilimleri.

unsur-u muhit / unsur-u muhît / عُنْصُرُ مُحِيطْ

  • Kuşatıcı unsur, madde.

unvan-ı mukaddes

  • Kutsal unvan.

urcun

  • Kurumuş hurma dalı. Ay gibi eğilen dal. Hurma salkımının dalı.
  • Kurumuş hurma dalı.
  • Kurumuş hurma dalı.

uruc-u külli / uruc-u küllî

  • Küllî, büyük yükseliş.

urve / عروه

  • Kulp. (Arapça)

us'us

  • Kuyruk sokumu.

üşbe

  • Kurt, böcek.

üslub-u kur'an / üslûb-u kur'ân

  • Kur'ân'ın ifade tarzı.

üslub-u kur'ani / üslûb-u kur'ânî

  • Kur'ân üslubu.

üsrüb

  • Kurşun. (Farsça)

uşş

  • Kuş yuvası.

üstad-ı kudsi / üstad-ı kudsî

  • Kutsal üstad, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (a.s.m.).

uyub / uyûb / عيوب

  • Kusurlar. (Arapça)

üzani

  • Kulakları büyük olan adam. (Merkepten kinaye olarak söylenmiştir.)

üzeyir

  • Kurânda adı geçen mübarek bir zat.

uzeyza'

  • Kuyruk kemiği.

üzn / اذن

  • Kulak. İşitme organı.
  • Kulak. (Arapça)

vacib / vâcib

  • Kur'ân-ı kerîmde açık olmayarak bildirilmiş veya bir sahâbînin açıkça bildirmesi ile anlaşılmış olan emirler. Şâfiîlere göre vâcib denince farz anlaşılır.

vahime / vahîme

  • Kuruntu veren his.

vahy-i mahz

  • Kuvvetli ve sarih mertebede olan vahiy. Sırf vahiy olup, içinde Allah'ın bildirdiğinden başka bir şey katılmamış vahiy.

vahy-i sarihi / vahy-i sarihî

  • Kur'ân-ı Kerim ve bazı kudsî hadisler gibi ap açık şekilde Cenâb-ı Hak tarafından gelen vahiy.

vahy-i zımni / vahy-i zımnî

  • Kur'ân-ı Kerim ve bazı kutsî hadisler dışındaki vahye ve ilhâma dayanan hadisler.

vakıa suresi / vâkıa suresi / vâkıa sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 56. suresidir. Mekkîdir.
  • Kur'ân-ı kerîmin elli altıncı sûresi.

vakıa-i cüz'iye

  • Küçük ve ferdî bir olay.

vakıf / وَقِفْ

  • Kurândaki durak yeri.

vakvaka

  • Kurbağa, tavuk, kuş sesi veya köpek havlaması.

vareste

  • Kurtulmuş, uzak.

vasıta-i necat

  • Kurtuluş vasıtası.

vath

  • Kuşların burnuna ve ayağına necasetten veya balçıktan yapışıp kalan nesne.

vav

  • Kur'an alfabesinde sondan üçüncü harftir. Ebced hesabında 6 sayısının karşılığıdır.

vazife-i kudsiye

  • Kutsal vazife.

vazife-i kur'aniye / vazife-i kur'âniye

  • Kur'ân vazifesi.

vazife-i kur'aniye ve imaniye / vazife-i kur'âniye ve imaniye

  • Kur'ân ve iman ile ilgili görev.

vazife-i mukaddese

  • Kutsal vazife.

vazife-i ubudiyet / vazife-i ubûdiyet

  • Kulluk görevi.

vaziyet-i kur'aniye / vaziyet-i kur'âniye

  • Kur'ân-ı Kerimin durumu.

ve'l-asri suresi / ve'l-asri sûresi

  • Kur'ân-ı Kerimin 103. sûresi.

vedi

  • Küçük abdest bozduktan sonra çıkan beyazımsı su.

vedud / vedûd

  • Kullarını çok seven ve şefkat eden, Kendisine çok sevgi beslenen Allah.

vehhamlık

  • Kuruntu etme, aşırı vehimli olma.

vehim / وهم / وَهِمْ

  • Kuruntu.
  • Kuruntu. (Arapça)
  • Kuruntu.

vehm / وهم

  • Kuruntu, gerçekte olmayan bir şeyi var diye düşünme.
  • Kuruntu. (Arapça)

vehmi / vehmî / وهمى / وَهْم۪ي

  • Kuruntuya dayalı, evham üstüne kurulmuş. (Arapça)
  • Kuruntulu.
  • Kuruntuya âit.

vehmnak / vehmnâk / وهمناک

  • Kuruntulu. (Arapça - Farsça)

vekr

  • Kuş yuvası.

velayet-i suğra / velâyet-i suğrâ

  • Küçük derecedeki velilik.

velec

  • Kumlu yerde olan yol.

velga

  • Küçük kova.

vellas

  • Kurt.

vesika-i kur'aniye / vesika-i kur'âniye

  • Kur'ân vesikası, Kur'ânî belge, güvence.

vesile-i necat

  • Kurtuluş aracı.

vesilet-ün necat

  • Kurtuluş vesilesi, kurtuluş sebebi.

veşşemsi suresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 91. suresidir. Suret-üş Şems de denir. Mekke-i Mükerreme'de nazil olmuştur.

vesvese / وسوسه / وَسْوَسَه

  • Kuruntu, gereksiz kaygı.
  • Kuşku, kuruntu, tereddüt.
  • Kuruntu, şüphe.
  • Kuruntu. (Arapça)
  • Kuruntu.

veyle

  • Küstahlık, rezillik.

vezaif-i ubudiyet / vezâif-i ubûdiyet

  • Kulluk vazifeleri.

vezaif-i ubudiyetkarane / vezâif-i ubûdiyetkârâne

  • Kulluğa yakışır şekilde yapılan vazifeler.

virdü'l-azam-ı kur'ani / virdü'l-âzam-ı kur'ânî

  • Kur'ân'ın büyük virdi, Kur'ân duaları.

vücud-u müteşabihat ve müşkilat / vücud-u müteşabihat ve müşkilât

  • Kur'ân'da müteşâbih ve müşkillerin bulunması (birbirleriyle benzerlik içinde birden fazla mânâya gelen ve anlaşılması zor olan kapalı ifadelerin bulunması).

vücuh ilmi / vücûh ilmi

  • Kur'ân-ı kerîmin çeşitli okunuş şekillerini bildiren ilim.

vükne

  • Kuş yuvası.

vusu'

  • Kudret, tâkat, güç, kuvvet.

ya

  • Kur'ân alfabesindeki son harfin ismidir. Ebcedî değeri 10'dur. Hecâ harflerinin mahmuse kısmındandır. Şedide ile rihve arasında, ortadadır.

ya'kub

  • Kur'an-ı Kerim'de adı geçen peygamberlerdendir. Yusuf Aleyhisselâm'ın babası ve İshak Aleyhisselâm'ın oğludur. Bir adı da İsrail olduğundan bu sülâleden gelenlere İsrail oğulları mânasına, Benî İsrail denilmektedir. Büyük oğlunun adı Yehud olduğundan sonradan bunlara Yahudi denilmiştir.

yabis / yâbis / یابس

  • Kuru.
  • Kuru.
  • Kuru. (Arapça)

yal / yâl

  • Kuvvet, güç. Boyun, gerdan. (Farsça)

yasin suresi / yâsin sûresi / yâsîn sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 36. suresinin ismidir. Mekkîdir.
  • Kur'ân'ın otuz altıncı sûresidir.
  • Kur'ân-ı kerîmin otuz altıncı sûresi.

yasin-i şerif / yâsin-i şerif

  • Kur'ân'ın 36. sûresi olan Yâsin Sûresi.

ye'cuc ve me'cuc / ye'cûc ve me'cûc

  • Kur'ân-ı kerîmde adı geçen ve kıyâmete yakın, yeryüzüne yayılacak olan zararlı ve bozguncu iki kötü kavim.

ye'cüc ve me'cüc

  • Kur'ân-ı Kerimde bahsi geçen ve ortalığı fitne, fesat ve anarşiye boğacak olan kavimler, anarşist topluluk.
  • Kur'ân-ı Kerim'de bahse konu edilen ve kısa boylu olacakları söylenen, ortalığı fitne ve anarşiye boğacak olan bir kavmin adı.

ye'cüc-me'cüc

  • Kur'ân-ı Kerimde bahsi geçen, ortalığı fitne ve anarşiye boğacak olan bir kavmin ismi.

yebuset

  • Kuruluk, nemsizlik, rutubetsizlik.

yed-i kudret / يَدِ قُدْرَتْ

  • Kudret eli.

yemin / yemîn

  • Kuvvet. Bir haberi yâhut bir işi yapma veya yapmama husûsundaki azmi, iddiâyı (sözü); vallahi, tallahi şeklinde, Allahü teâlânın ism-i şerîfini anarak veya dînin izin verdiği sözlerle kuvvetlendirmek.

yesur

  • Kumarbaz.

yevm-i nahr

  • Kurban kesme günü. Zilhicce ayının onuncu yâni kurban bayramının birinci günü. On birinci ve on ikinci günleri de kurban kesme günü olduğundan hepsine birden eyyâm-ı nahr denildi.

yübs

  • Kuruluk.

yübuset

  • Kuruluk.

yubuset / yubûset / یبوست

  • Kuruluk. (Arapça)

yübuset / yübûset / یبوست

  • Kuruluk. (Arapça)

yümn-i iman

  • Kuvvetli imandan gelen bereket ve kuvvet, saadet.

yunus suresi / yûnus sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 10. suresidir. Mekkîdir.
  • Kur'ân-ı kerîmin onuncu sûresi.

yusuf aleyhisselam / yûsuf aleyhisselâm

  • Kur'ân-ı kerîmde adı geçen peygamberlerden. Mısır ahâlisine gönderilen peygamber. Yâkûb aleyhisselâmın oğludur. Yâkûb aleyhisselâmın neslinden gelen ilk peygamberdir. Allahü teâlâ ona rüyâ tâbiri ilmini öğretti.

yusuf suresi / yûsuf sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 12. suresidir. Mekkîdir.
  • Kur'ân-ı kerîmin on ikinci sûresi.

zahiriyye / zâhiriyye

  • Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerin zâhir, görünen mânâlarından başka hiçbir delîl ve kıyâsı kabûl etmeyen Dâvûd-i Zâhirî'nin kurduğu mezheb.

zahr-ı kalb

  • Kuvve-i hâfıza. Ezber kuvveti. Ezbere.

zalef

  • Kum ve taş olmayan sağlam yer.

zann-ı galib

  • Kuvvetli, hakikate en yakın olan zann.

zannıgalib / zânnıgalib

  • Kuvvetli zan.

zariyat suresi / zâriyât sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 51. suresidir. Mekkîdir.
  • Kur'ân-ı kerîmin elli birinci sûresi.

zat-ı kadir-i zülcelal / zât-ı kadîr-i zülcelâl

  • Kudreti herşeyi kuşatan ve sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan zât.

zat-ı rahman ve rahim / zât-ı rahmân ve rahîm

  • Kullarına karşı sınırsız rahmeti olan ve rahmetinin eserleri dünya ve âhireti dolduran Zât, Allah.

zat-ı rahman-ı rahim / zât-ı rahmân-ı rahîm

  • Kullarına karşı özel rahmet ve şefkat tecellîleri olan ve rahmetinin eserleri dünya ve âhireti dolduran Zât, Allah.

zaviye

  • Küçük tekke, zikir veya ders için toplanılan yer.

ze

  • Kur'an alfabesinde onbirinci harftir ve ebcedi kıymeti 7'dir.

zebib

  • Kuru üzüm.

zecr-i kur'ani / zecr-i kur'ânî

  • Kur'ân'ın şiddetli azarlaması, sakındırması.

zegab

  • Kuş yavrusunun üstünde olan sarıca tüyler.

zel-cedd

  • Kudret, kuvvet, azamet ve büyüklük sâhibi.

zemca

  • Kuş kuyruğunun çıktığı yeri.

zemka

  • Kuşun kuyruğunun bittiği yer.

zemzeme-i azime

  • Kur'ân hakikatleri için, "hayat veren mübarek ve lezzetli su" anlamında kullanılan bir ifade.

zemzeme-i kur'an / zemzeme-i kur'ân

  • Kur'ân sesi.

zemzeme-i kur'aniye / zemzeme-i kur'âniye

  • Kur'ân'ın nağmesi, hoş sedâsı.

zenberek

  • Kurulan âlet.

zeneb / ذنب

  • Kuyruk.
  • Kuyruk.
  • Kuyruk. (Arapça)

zenek

  • Küçük kadın. (Farsça)

zerger / زرگر

  • Kuyumcu. (Farsça)

zergeri / zergerî

  • Kuyumculuk. (Farsça)

zevari'

  • Küçük tuluklar.

zevat-ı kudsiye / zevât-ı kudsiye

  • Kutsal, yüce zâtlar.

  • Kur'an-ı Kerim alfabesinde onyedinci harftir. Ebcedî değeri: 900'dur.

zıvana

  • Küçük boru.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın