REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Kisim ifadesini içeren 249 kelime bulundu...

a'raf / a'râf

  • Cennet ile Cehennem arasında yer alan ve birinin te'sirinin diğerine geçmesine mâni olan sûrun (engelin) yüksek kısımları.

adale

  • Tıb: Bedenin hareketini icra eden ve birbirinden, ince bir perde ile ayrılan sinirli et kısımlarından her biri. Hepsine birden et (Lahm) tâbir edilir.

adem-i merkeziyyet

  • Bir idâri taksimattaki parçaların (vilâyet, belediye ve köy) muayyen hususlarda kendi kendilerine idare yetkileri. Bir yere bağlı olmaksızın veya bir yerden idare edilmeksizin olan muamele. Bütün kısım ve şubelerin kendi kendilerini idare tarzı.

agsan

  • (Tekili: Gusn) Dallar, ağacın dalları.
  • Mc: Mânanın kısımları.

ahlakıyyun / ahlâkıyyun

  • Ahlâk ilmi ile uğraşan âlimler; bunlar iki kısımdır. Bir kısmı ahlâk-ı hasene olan İslam ahlâkını telkin eder, diğer kısmı ise, dine tâbi olmayan ve hakiki ahlâkı bulamamış olanlardır.

ahzab

  • (Tekili: Hizb) Hizbler, bölükler, kısımlar, gruplar.
  • Toprağı katı yer.
  • Kur'ânın kısımları. Hizbleri.

akfa

  • (Tekili: Kafâ) Başın arka kısımları. Enseler.

aksam / aksâm / اقسام / اَقْسَامْ

  • (Tekili: Kısım) Kısımlar. Bölümler. Parçalar.
  • Kısımlar.
  • Kısımlar, bölümler.
  • Kısımlar, bölümler. (Arapça)
  • Kısımlar.

aksam-ı huruf / aksâm-ı huruf

  • Harflerin kısımları.

aksam-ı i'caziye / aksâm-ı i'câziye

  • Mu'cizelik kısımları.

aksam-ı ihsanat / aksâm-ı ihsânât

  • Bağışların kısımları.

aksam-ı kelamiye / aksâm-ı kelâmiye

  • Sözün kısımları.

aksam-ı kesire / aksâm-ı kesire

  • Çok kısımlar.

aksam-ı malume / aksâm-ı malûme

  • Bilinen kısımlar.

aksam-ı muhatab / aksâm-ı muhatab

  • Muhatapların kısımları.

aksam-ı saire / aksâm-ı sâire / اقسام سائره

  • Diğer kısımlar, öbür bölümler.

aksam-ı seb'a

  • Yedi kısım.
  • Gr: Kelimelerin (sahih, misâl, muzaaf, lefif, nakıs, mehmuz, ecvef) bölümleri.

aksam-ı selase

  • Üç kısım.
  • Gr: İsim, fiil, harf bölümleri.

aksam-ı tecelliyat / aksâm-ı tecelliyât

  • Tecellilerin, yansımaların kısımları, çeşitleri.

aksam-ı tevhid / aksâm-ı tevhid

  • Tevhidin kısımları.

albümin

  • Tıb:Nebat ve hayvanların etli ve sulu kısımlarında bulunan karbon, oksijen, azot, hidrojen ve kükürt bileşiği gıdalı madde. (Fransızca)

ane / âne

  • Bir aşiretin bütünlüğü veya işleri veya şerefi.
  • Dişi ve yabani eşek.
  • Yabani eşek sürüsü.
  • Cedi (keçi) burcundan bir kısım yıldızlar.
  • Kasık kılı.
  • Apış arası, kasık.

arazi-i mürfaka / arâzi-i mürfaka

  • Huk: Sokaklarda oturulacak yerler ve caddelerde boş bırakılan kısımlar. Yolculara ait terkedilmiş konak yerleri, kervansaraylar.

asayiş

  • Emniyet, güvenlik, korku ve endişeden uzak hâl. Kanun, nizam hakimiyeti. İnsan cemiyetlerinde iktidar, hâkimiyet, bir zümrenin, bir sınıfın elinde olmaktan kurtulamamasından ve bir kısım insanlarca yapılan, istedikleri zaman değiştirilen kanunlara diğer insanların saygısı temin edilemediğinden asayi (Farsça)

aşr

  • (Aşir) On.
  • On adetten birisini almak. On etmek.
  • Kur'ân-ı Kerim'den on âyet mikdarı kısım.
  • Kur'ân-ı Kerimden bir vesileyle okunan on âyet miktarı kısım.
  • Kur'ân-ı Kerim'den on âyet miktarı okunan kısım.

avret

  • Eksik. Gedik. Gizlenmesi lâzım gelen şey. Dinen örtülmesi vâcib olan âzâ, ud yeri. Utanılacak ve hayâ edilecek şey. Erkeklerde göbek ile diz kapağı arasındaki kısım.
  • Kadın. Zevce. Nikâhlı.
  • Gece uykuya yatacağı vakit ve seherden evvel uykudan kalkılacak saate de şeriat örfünde

ayetü'l-kürsi / âyetü'l-kürsî

  • Allah'ın varlığından ve bir kısım mühim sıfatlarından bahseden Bakara Sûresinin 255. âyeti.

aza-yı saire / âzâ-yı saire

  • Diğer organlar; diğer kısımlar.

bab / bâb

  • Bölüm, kısım.
  • Kapı.
  • Kısım.
  • Mevzu.
  • Fasıl. Bölüm. Parça. Kitab.
  • Hususi madde.
  • Sığınacak yer.
  • İş.
  • Şekil.
  • Tövbe.

banket

  • Bir otomobili uçtan uca kaplayan ve tek parçadan ibaret olan oturacak yer.
  • Karayollarında asfaltın her iki yanındaki balastlı kısım.

bazıyet / bâzıyet

  • Kısımlara ayrılma, ayrılabilir olma, bölünebilir olma.

beden

  • (Çoğulu: Ebdân) Gövde, vücut, ten.
  • Vücudun kol, bacak ve baş gibi ayrıca kısımlarından başka diğer merkezi kısmı.
  • Ağacın dal ve budaktan başka olan kısmı, kütük.
  • Kale bedeni.

berh

  • Balık, semek. (Farsça)
  • Parça, kısım, hisse, nasib. (Farsça)
  • Su birikintisi. (Farsça)
  • Şimşek, berk. (Farsça)
  • Yaş olan odunun, yanarken çıkardığı yaşlık. (Farsça)

bıd'

  • (Bıd'a) Geceden bir kısım.
  • Üçten ona ve onikiden yirmiye varana kadar olan sayılar.
  • Cima, nikah.

bıngıldak

  • Yeni doğmuş olan çocuğun kafasının üst tarafı. Bu kısım yumuşaktır.

büruc

  • (Tekili: Burc) Burç, aslında âşikar şey mânasına gelir. Her bakanın gözüne çarpacak şeklide zâhir olan yüksek köşk mânasına da kullanılmıştır.
  • Bunlara teşbihen veya zuhur mânâsıyla semâdaki bir kısım yıldızlara veya bazı yıldızların toplanmasından meydana gelen şekillere ve farazi su

cenah

  • Kanat, taraf, kısım. (Vicdanın ziyası ulum-u diniyyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacı ile hakikat tecelli eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassub, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder. Mün.)

ceste ceste

  • Azar azar, parça parça, kısım kısım.

cevf

  • İç, iç kısım.

cez'

  • Ağaç kökü, ağaçların alt kısımları.

ceza / cezâ

  • Karşılık, mukabil, ivaz. Cürüm veya günâh işleyenlere verilen azab.
  • Gr: Şart cümlelerinde ikinci kısım.
  • Şart cümlesinde cevap, karşılık olarak gelen kısım.

cezaü'ş-şart

  • Şart cümlesinin karşılığı ve cevabı olarak gelen kısım, meselâ, "gelirsen görüşürüz" cümlesinde "görüşürüz" cezaü'ş-şarttır.

cibayet

  • Vergilerin, devlet gelirlerinin tahsili.
  • Büyük vakıfların ayrı vazifeliler tarafından idare edilen kısımları.

cihet-i zahiri / cihet-i zahirî

  • İşin zahirî yönü, görünen kısım.

cild

  • Deri.
  • Meşin.
  • Kitab kabı.
  • (Masdar olarak) Kitabın dikilip kap geçirilmesi.
  • Bir büyük kitabın bölündüğü kısımların her biri.

cüz

  • Kısım, parça. Bir şeyin bir parçası.
  • Kitab forması.
  • Küllün mukabili.
  • Kur'ân-ı Kerim'in otuzda bir parçası.
  • Kanaat. İktifâ eylemek.
  • Düğümü sağlam yapmak. Bir şeyi pekiştirip muhkem kılmak.
  • Kız evlâdı.
  • Kısım, parça.

cüz'

  • Kısım, parça.

cüz'iyat / cüz'iyât

  • Parçalar, kısımlar.

cüz'ü

  • Kısım, parça.

cüz-ü hakiki / cüz-ü hakikî

  • Gerçek, asıl kısım.

delta

  • yun. Nehirlerin taşıdığı toprakların (alüvyonları) akarsuyun, denize veya göle döküldüğü yerde yığılmasıyla meydana gelen kısım.

derecat-ı şemsiye

  • Eski Kozmoğrafyaya göre; güneşi döndüğü farzedilen dâirenin on iki burca tekabül eden kısımları.

derece

  • (Çoğulu: Derecât) Yukarıya çıkacak basamak.
  • Dairenin bölündüğü dilim. 360 kısmın beheri ki, açıları ölçmeye yarar.
  • Termometrenin bölündüğü kısımların beheri. Mertebe, paye.
  • Miktar, rütbe.

dil

  • t. Lisan, zeban.
  • Ağızdaki tat alma duygusu ve konuşma uzvu.
  • İnsanların konuştukları lehçelerin her birisi. Lügat.
  • Muhtelif âlât ve edevâtın uzunca ve yassı, ekseriya oynak kısımları.
  • Coğ: Denizin içine uzanmış üstü düz mumluk, uzunca kara parçası.
  • Mc:

dürd

  • Tortu, çöküntü, posa, işe yaramayan kısım. (Farsça)

eariz

  • (Tekili: Aruz) Aruzlar, şiir vezinlerinden bahseden ses kalıpları. Şiirde beytin birinci mısraının son kısımları.

ebbale

  • Bir yüklük odun.
  • Bir kısım halk. Cemaat. Cemiyet.

ebvab / ebvâb

  • (Tekili: Bab) Kapılar.
  • Kısımlar. Bahisler. Parçalar.

ebyat

  • (Tekili: Beyt) Beyitler. İki mısradan müteşekkil kısımlar.

ecza / eczâ

  • (Tekili: Cüz) Eczacılıkta kullanılan çeşitli maddeler.
  • Ciltlenmemiş kitab ve saire.
  • Cüz'ler, parçalar, kısımlar.
  • Bir kimyevi terkible vücuda gelip yanma hassası gibi böyle bir kuvvet ve te'siri haiz bulunan şey.
  • Cüzler, bölümler, kısımlar.

ecza-i ahar / eczâ-i âhar

  • Diğer parçalar, kısımlar.

ecza-i asliye / eczâ-i asliye

  • Vücudda temel teşkil eden parçalar ve kısımlar, unsurlar.

ecza-i i'caz / eczâ-i i'câz

  • Mu'cize bölümler, kısımlar.

ecza-i zaide / eczâ-i zâide

  • Fazladan olan kısımlar, parçalar.

ecza-yı kainat / ecza-yı kâinat

  • Kâinatın unsurları, kısımları.

efavic

  • (Tekili: Efvâc) Bölükler, takımlar, kısımlar.

efvac

  • (Tekili: Fevc) Cemaatler, takımlar, kısımlar, bölükler, grublar.

ekseriyet

  • (Ekseriyyet) En büyük kısım, çokluk.
  • Bir topluluk ve hey'etin yarısından fazlası.
  • Bir mecliste üyelerin verdikleri rey'lerin büyük kısmı ve bunların üstünlüğü.

el-bab-ül evvel

  • Birinci kısım. İlk cüz. Birinci kapı.

emval-i zahire / emval-i zâhire

  • Sâime denilen hayvanlar ile bir kısım arazi mahsulâtı ve madenleri ile yer altındaki hazineler ve gümrüklere uğrayan ticaret mallarıyla, nakitler.

en'am

  • Deve, sığır, koyun gibi hayvanlar.
  • Kur'ân-ı Kerimin altıncı Suresinin adı ve bir kısım Kur'ân âyetlerinden ve Surelerinden müteşekkil dua kitabı.

end-bend

  • Utanmış, mahcub. (Farsça)
  • Boğum boğum, kısım kısım, parça parça. (Farsça)

eşya' / eşyâ'

  • (Tekili: Şia) Bölükler, bölümler, kısımlar, neviler, fırkalar, tabakalar, cinsler, çeşitler. Cemaatler, cemiyetler, topluluklar.
  • Yardımcılar.

eyvallah

  • Bir kısım müslümanlar arasında tasdik işareti veya yemin ifade eden bir tâbirdir. Bazan Allaha ısmarladık yerine söyliyenler de vardır. Fakat makbul olanı; ayrılırken de buluşurken de selâmlaşmaktır ve bu sünnet-i seniyyedir.

farz-ı kifaye / farz-ı kifâye

  • Bir kısım müslümanların yapması ile diğerlerinin günahtan kurtuldukları farz. Cenâze namazı kılmak gibi.
  • Bir kısım müslümanların yerine getirmesiyle diğerlerinden sakıt olan farz. Cenaze namazı gibi.
  • Dinen mutlaka yerine getirilmesi gereken ancak bir kısım Müslümanın yapması ile diğerlerinin üzerinden düşen vazife, cenaze namazı kılmak gibi.

fasıl / fâsıl

  • Kısım.
  • Fasıllara ayıran. Kısım kısım eden.

fasıla / fâsıla

  • Bend. Kısım. Bölük. Durak.
  • Mevsim.
  • Mebhas.

fecr-i ati / fecr-i âtî

  • Gelecekteki fecr. 1908 meşrutiyet inkılâbından sonra Servet-i Fünun mecmuası etrafından toplanan bir kısım gençlerin kurmak istedikleri ekolün (cemiyetin) adıdır.

felc

  • Nüzul, inme. Vücudda bir kısmın veya çok kısımların hareket etmekten âciz kalışı.
  • İki kısma yarılmak.
  • Küçük nehir.
  • Fevz, zafer.

fenn-i makina

  • Çeşitli makineler ve onların kısımlarının işleyişleri hakkında bilgi veren ilimler. Mihanikiyet.

fevc fevc

  • Dalga dalga, kısım kısım, takım takım, akın akın, cemaat cemaat.

fıkarat / fıkarât

  • (Tekili: Fıkra) Kıssalar, fıkralar, küçük hikâyeler.
  • Fasıllar, bölümler, kısımlar.
  • Cümleler, parağraflar.
  • Omurga kemiklerindeki boğumlar.

fıkra

  • Yazıda bir bahis.
  • Parağraf.
  • Kanun maddelerinden her bir kısım.
  • Kısa haber.
  • Küçük hikâye.
  • Omurga kemiklerinin her biri.
  • Bend.
  • Kıssa.
  • Gazetelerde gündelik hâdiselerin kısaca yazılmış şekli.

filo

  • Birkaç savaş gemisinden mürekkep donanma parçası. Donanmanın bir kısım ve bölüğü.

fırka

  • Parti. İnsan grubu. Kısım olmak ve ayrılmak. Bölük.
  • Tümen.

forma

  • Cüz. Kısım. Parça. (Fransızca)
  • Şekil. Biçim. Askeri nişan. Rütbe işareti. (Fransızca)
  • Bükülünce 8, 16, 32 sayfa olan kitap dizgisi. (Fransızca)

frenk sakalı

  • Eskiden frenkleri taklid suretiyle bırakılan sakal hakkında kullanılan bir tabirdi. Çeneye gelen kısım uzunca bırakılıp, yukarı tarafları kısa kesilen veya traş edilen sakal demektir.

füru'

  • (Tekili: Feri') Bir kökten ayrılmış kısımlar. Dallar. Budaklar.
  • Bir sülâleden gelmiş torunlar. Çocuklar.
  • Fık: Cüz'î hüküm ve kaideler. Ahkâm-ı cüz'iyye.

füruat

  • Kökten ayrılan kısımlar, ayrıntılar.
  • Kökten ayrılan kısımlar. Füru'lar. Esastan olmayıp geniş bilgide ortaya çıkan mes'eleler.

fusul / fusûl

  • (Tekili: Fasıl) Fasıllar. Mevsimler. Bölükler. Kısımlar.
  • Fasıllar, mevsimler.
  • Bölümler, kısımlar.
  • Fasıllar, mevsimler, kısımlar.

gamara / gamârâ

  • Yahûdîlerin Tevrât'tan sonra mukaddes kitab saydıklarıTalmûd'un kısımlarından biri. Talmûd; Mişnâ ve Gamârâ olmak üzere iki kısımdır.

garbi / garbî

  • Batı ile alâkadar, Avrupa'ya mensub.
  • Aşağı Mısır'ın batı kısımları.

gudde-i nekfiyye

  • Tıb: Kulak memesinden çeneye kadar olan kısımda bazan ufak ufak meydana gelen bezler.

güruh

  • Bölük. Cemaat. Takım. Kısım. (Farsça)
  • Fevc. (Farsça)

gurve

  • Burnun ucundaki kıkırdaktan yapılmış yumuşak kısım.

haber

  • Arapça gramerde, isim cümlesindeki hükmü (iş, oluş veya hareketi) ifade eden kısım.

hadaik-ı hassa / hadaik-ı hâssa

  • Saray bahçeleri. Bunlar biri saray içinde, diğeri saray dışında olmak üzere iki kısımdı. Saray içindeki bahçe ve bostan işleriyle meşgul olanlara "Has Bahçe Bostancıları"; saray dışındakilere ise "Hassa Bostancıları" denilirdi. Saray dışı bahçe ve bostanların bazıları şunlardı: Kadıköy bağı, Davut P

hadife / hâdife

  • Halktan bir kısım.

hafiyyat-ı umur / hafiyyat-ı umûr

  • İşlerin saklı tarafları, gizli kısımları.

hali kalmayan / hâli kalmayan

  • Boş kalmayan (yani her zaman bir kısım ihtilâlci insanlar bulunan).

halife-i evvel

  • Devlet dairelerinde yazı işlerinde çalışanlar. Tanzimattan evvel kalem teşkilâtı; halife, halife-i sâni, halife-i evvel olmak üzere üç derece idi. Ondan sonra bir kısım dairelerde bunun yerine baş kâtib, bazılarında da mümeyyiz-i evvel denilmiştir.

harem

  • Girilmesi serbest olmayan yer.
  • İhrama girilen yerden itibaren Kâbe'ye doğru olan kısım.

harem-seray

  • Sarayların kadınlara mahsus olan kısımları. Buna "Harem-i Hümayun" da denilir.
  • Câmi içi.

havass-ı hümayun / havâss-ı hümayun

  • Tar: Osmanlı İmparatorluğunun fütuhat devirlerinde (yükselme devri) fethedilen araziden devlet hazinesine ayrılan kısım. Her yer zaptedildikçe, arazi: timar, zeamet ve has namıyla üç sınıfa ayrılırdı. Meselâ 250 köyden müteşekkil bir sancağın 100-150 köyü ikişer üçer köy olarak 40-50 tımara ayrılır,

hecil

  • İki dağ arasındaki çukurca kısım. Vâdi.

hey'at

  • Hey'etler. Ayrı ayrı mânalar. Kısımlar.

hışır

  • Kavun ve karpuzun kabuk kısmı.
  • Olgunlaşmamış kavun.
  • Kötü bir tabaklama neticesinde, bazı kısımları sert kalan deri.
  • Mc: Kaba, görgüsüz ve salak kimse.

hisse

  • Pay. Nasip. Kısmete düşen kısım. Vârise intikal eden kısım.

hitamuhu miskün

  • Onun mühürü (sonu) misktir, meâlinde Mutaffifîn Suresi'nin 26. âyetinden bir kısımdır. Onda Cennet nimetlerinden bahsedildiği gibi, bu kelâm tatbikatta sözün, sohbetin sonunu hoş ve güzel sözle bitirmeğe denilir.

hizb

  • Cemaat.
  • Takın, kısım, fırka. Parti.
  • Âlim ve sâlih bir zâtın re'yine tâbi olup onunla bir gaye uğrunda beraber çalışanlar.

hizb-hizib

  • Kısım, bölük.
  • Taraftar.
  • Kur'ân cüzünün dörtte biri.

hizb-ül kur'an

  • Kur'an Cemaatı. Kur'an'a ciddi ve samimi olarak bağlanıp, ona hizmet için mücahidane bir surette çalışan ve fenâlıklardan korunan müslümanların topluluğu ve cereyanı.
  • Kur'an'ın bir cüz'ünün dörtte biri.
  • Zikir ve dua için Kur'an'dan alınmış bir kısım âyetler.

hücumat-ı sitte / hücumât-ı sitte

  • Altı hücum anlamına gelen ve şeytanın desiselerine karşı yazılan bir eser; Yirmi Dokuzuncu Mektupta Altıncı Risale olan Altıncı Kısım.

hunnes-künnes

  • Bir kısım yıldızlar.

hutame

  • Cehennemin beşinci tabakası. İnatçı münkirlerin yeri olup, Gayya Kuyusunun bulunduğu kısım.

ibra-i has / ibrâ-i hâs

  • Huk: Bir kimsenin zimmetini belirli bir haktan, hususi bir dâvâdan veya bir kısım haklardan beri kılmaktır.

  • t. Herşeyin içerisi, dâhil, derun.
  • Bir şeyin ortasındaki kısım, göbek.
  • Karın, mide.
  • Kalb, vicdan, gönül.
  • Harem dairesi.
  • Bir şeyin görünmez ciheti, bâtın.

iç hazine

  • Osmanlı İmparatorluğu zamanında sarayda muhafaza edilen bir kısım paralar. (Türkçe)

ikilik

  • t. İki kuruş kıymetindeki eski gümüş para.
  • İki kısımdan meydana gelmiş.
  • Ayrılık, ihtilâf, ikiye bölünme, iki taraf olma.

iktisam

  • (Kısım. dan) Bölüşmek, paylaşmak.

ilahiyyun

  • İlâhiyatçılar.
  • Fls: Sadece Allah'ın varlığından bahseden filozoflar. Sadece akıllarına güvenerek Cenab-ı Hak'tan bahseden bir kısım filozoflar.

ilave

  • (Çoğulu: İlâvât) Katma, ek yapma, arttırma, zam.
  • Bir kitabın sonuna gerek yazarı ve gerek başkası tarafından sonradan eklenen kısım. Zeyil.
  • Bir gazetenin çıkardığı sayıdan başka ona ek olarak ve ayrıca çıkardığı sayı.
  • İmzadan sonra mektubun altına yazılan şey.

ilm-i beyan

  • Belâğat ilminin, hakikat, teşbih, istiâre, mecaz, kinâye kısımlarından bahseden kısmı.
  • Belâgat ilminin, yâni edebiyatın, hakikat, teşbih, istiâre, mecaz, kinaye kısımlarından bahseden ilim dalıdır.

inkısam / inkısâm / اِنْقِسَامْ

  • Kısımlara ayrılma. Bölünme. Taksim olunma.
  • Bölünme, kısımlara ayrılma.
  • Kısımlara ayrılma.

jelatin

  • Tıbda ve fotoğrafçılıkta kullanılan şeffaf, renksiz ve kokusuz bir cisim. Hayvanların kemik ve kıkırdak gibi kısımlarından elde edilir. (Fransızca)
  • Bir cins kâğıt. (Fransızca)

ka'be / kâ'be

  • (Kâbe) Dünyanın en kudsi ma'bedi. Beytullah, Beyt-ül Ma'mur, Beyt-ül Atik. Bütün mü'minlerin ibâdet esnâsında yöneldikleri merkez. Dört köşe olduğu için Kâbe denir. Bu mukaddes makamın etrafına Mescid-ül Haram ismi verilir. İçinde bir kısım olarak Makam-ı İbrahim mevcuddur. Burası İbrahim Aleyhissel

kasıtin / kasıtîn

  • (A, uzun okunur) Zulmeden ve haktan sapanlar.
  • Haklı olanlar.
  • Kısımlara bölenler.

kaza'

  • Çocukların başını traş edip, bazı yerlerinde kısım kısım saç bırakmak.

kerahet / kerâhet

  • İğrenme, tiksinme, istememe. Harama yakın olma veya yapılmaması iyi olma. Dinde terk edilmesi iyi olan bir şeyin terk edilmeyip yapılması. Kerâhet, tahrîmiyye ve tenzîhiyye olmak üzere iki kısımdır.

kisef

  • (Tekili: Kisf) Kıt'alar, parçalar, kısımlar.

kisfe

  • (Çoğulu: Kisef) Kısım, cüz, parça, bölüm.

kısm / قسم

  • Kısım, bölüm. (Arapça)

kısm-ı ahar / kısm-ı âhar

  • Diğer, geri kalan, sonraki kısım.

kısm-ı ahir / kısm-ı âhir

  • Son kısım.

kısm-ı azam / kısm-ı âzam

  • En büyük kısım.

kısm-ı azim / kısm-ı azîm

  • Büyük bir kısım.

kısm-ı diğer

  • Diğer kısım.

kısm-ı ekser

  • Büyük kısım.

kısm-ı mühim

  • Önemli bir kısım.

kısm-ı sani / kısm-ı sâni

  • İkinci kısım, ikinci taraf.
  • İkinci kısım.

kısmen

  • Bir kısım olarak. Bir parça olarak.

kıst

  • Pay. Hisse. Nasib. Kısım. Mizan. Rızık. Kısım kısım verilen bir hediyenin, borcun her defada verilen bir parçası. Tartı ve ölçüde doğruluk. Adalet etmek.

kıt'a / قِطْعَه

  • (Çoğulu: Kıtat) Dünyanın kara parçalarından her biri.
  • Memleket. Ülke.
  • Mat: Bir dairenin bir yayı ile onun çapı arasındaki kısım.
  • Tıb: Kesik organın vücudda kalan parçası.
  • Ask: Çok kalabalık olmayan askerî kuvvet.
  • Edb: En az iki beyitten yapılmış manzum
  • Kısım, parça.

kitab-ı mukaddes / kitâb-ı mukaddes

  • Hıristiyanların mukaddes bilip inandıkları Ahd-i atîk (Eski ahd) ve Ahd-i cedîd (Yeni ahd) kısımlarından meydana gelen kitab. İncîl.

kompartıman

  • Yolcu trenlerinde vagonların bölümlerle ayrılmış kısımlarından her biri. (Fransızca)

külliye

  • Bütünlük, ilgili bütün kısımların bir arada bulunduğu yapı.

kusur

  • Noksanlık. Eksiklik. Noksan ve âcizlik. İhmal. Tedbirsizlik.
  • Cem' olmalar.
  • Pahalanmak.
  • Eksilmek.
  • Şiddetli olan şeyin yavaşlayıp sâkin olması.
  • Bereketlenmek.
  • İmtina', âciz olmak.
  • Bir hesabın üstü. Artan kısım.
  • (Tekili: Kasr) Kası

küsurat / küsurât

  • (Tekili: Küsur) Artan kısımlar, küsurlar, artıklar.

kusut

  • Haktan sapmakla cevr ve zulmetmek.
  • Birşeyi kısımlara ayırmak, tefrik etmek.

kut'ül amare / kut-ül amare / كوتول امار

  • Kut'ül Amare ne demektir?

    Yeni kurulan Osmanlı 6. Ordusu'nun Komutanlığı'na atanarak 5 Aralık'ta Bağdat'a varan Mareşal Colmar Freiherr von der Goltz Paşa'nın emriyle Irak ve Havalisi Komutanı Miralay (Albay) 'Sakallı' Nurettin Bey'in birlikleri 27 Aralık'ta Kut'u kuşattı. İngilizler Kut'u kurtarmak için General Aylmer komutasındaki kolorduyla hücuma geçti ancak, 6 Ocak 1916 tarihli Şeyh Saad Muharebesi'nde 4.000 askerini kaybederek geri çekildi. Bu muharebede 9. Kolordu Komutanı Miralay 'Sakallı' Nurettin Bey görevinden alındı ve yerine Enver Paşa'nın kendisinden bir yaş küçük olan amcası Mirliva Halil Paşa (Kut) getirildi.

    İngiliz Ordusu, 13 Ocak 1916 tarihli Vadi Muharebesi'nde 1.600, 21 Ocak Hannah Muharebesi'nde 2.700 askeri kaybederek geri püskürtüldü. İngilizler mart başında tekrar taarruza geçti. 8 Mart 1916'da Sabis mevkiinde Miralay Ali İhsan Bey komutasındaki 13. Kolordu'ya hücum ettilerse de 3.500 asker kaybederek geri çekildiler. Bu yenilgiden dolayı General Aylmer azledilerek yerine General Gorringe getirildi.

    Kut'ül Amare zaferinin önemi

    Kût (kef ile) veya 1939’dan evvelki ismiyle Kûtülamâre, Irak’ta Dicle kenarında 375 bin nüfuslu bir şehir. Herkes onu, I. Cihan Harbinde İngilizlerle Türkler arasında cereyan eden muharebelerden tanır. Irak cephesindeki bu muharebeler, Çanakkale ile beraber Cihan Harbi’nde Türk tarafının yüz akı sayılır. Her ikisinde de güçlü düşmana karşı emsalsiz bir muvaffakiyet elde edilmiştir.

    28 Nisan 1916’da General Townshend (1861-1924) kumandasındaki 13 bin kişilik İngiliz ve Hind askerlerinden müteşekkil tümenin bakiyesi, 143 günlük bir muhasaradan sonra Türklere teslim oldu. 7 ay evvel parlak bir şekilde başlayan Irak seferi, Basra’nın fethiyle ümit vermişti. Gereken destek verilmeden, tecrübeli asker Townshend’den Bağdad’a hücum etmesi istendi.

    Bağdad Fatihi olmayı umarken, 888 km. yürüdükten sonra 25 Kasım 1915’de Bağdad’a 2 gün mesafede Selmanpak’da miralay Nureddin Bey kumandasındaki Türk ordusuna yenilip müstahkem kalesi bulunan Kût’a geri çekildi. 2-3 hafta sonra takviye geleceğini umuyordu. Büyük bir hata yaparak, şehirdeki 6000 Arabı dışarı çıkarmadı. Hem bunları beslemek zorunda kaldı; hem de bunlar Türklere casusluk yaptı.

    Kût'a tramvayla asker sevkiyatı

    İş uzayınca, 6. ordu kumandanı Mareşal Goltz, Nureddin Bey’in yerine Enver Paşa’nın 2 yaş küçük amcası Halil Paşa’yı tayin etti. Kût’u kurtarmak için Aligarbi’de tahkimat yapan General Aylmer üzerine yürüdü. Aylmer önce nisbî üstünlük kazandıysa da, taarruzu 9 Mart’ta Kût’un 10 km yakınında Ali İhsan Bey tarafından püskürtüldü.

    Zamanla Kût’ta kıtlık baş gösterdi. Hergün vasati 8 İngiliz ve 28 Hindli ölüyordu. Hindliler, at eti yemeği reddediyordu. Hindistan’daki din adamlarından bunun için cevaz alındı. İngilizler şehri kurtarmak için büyük bir taarruza daha geçtiler. 22 Nisan’da bu da püskürtüldü. Kurtarma ümidi kırıldı. Goltz Paşa tifüsten öldü, Halil Paşa yerine geçti. Townshend, serbestçe Hindistan’a gitmesine izin verilmesi mukabilinde 1 milyon sterlin teklif etti. Reddedilince, cephaneliği yok ederek 281 subay ve 13 bin askerle teslim oldu. Kendisine hürmetkâr davranıldı. Adı ‘Lüks Esir’e çıktı. İstanbul’a gönderildi. Sonradan kendisine sahip çıkmayan memleketine küskün olarak ömrünü tamamladı.

    Böylece Kûtülamâre’de 3 muharebe olmuştur. İngilizlerin kaybı, esirlerle beraber 40 bin; Türklerinki 24 bindir. Amerikan istiklâl harbinde bile 7000 esir veren İngiltere, bu hezimete çok içerledi. Az zaman sonra Bağdad’ı, ardından da Musul’u ele geçirip, kayıpları telafi ettiler. Kût zaferi, bunu bir sene geciktirmekten öte işe yaramadı.

    Bu harbin kahramanlarından biri Halil Paşa, Enver Paşa’nın amcası olduğu için; diğer ikisi Nureddin ve Ali İhsan Paşalar ise cumhuriyet devrinde iktidar ile ters düştüğü için yakın tarih hafızasından ustaca silindi. 12 Eylül darbesinden sonra Ankara’da yaptırılan devlet mezarlığına da gömülmeyen yalnız bunlardır.

    Binlerce insanın kaybedildiği savaş iyi bir şey değil. Bir savaşın yıldönümünün kutlanması ne kadar doğru, bu bir yana, Türk-İslâm tarihinde dönüm noktası olan çığır açmış nice hâdise ve zafer varken, önce Çanakkale, ardından da bir Kûtülamâre efsanesi inşa edilmesi dikkate değer. Kahramanları, yeni rejime muhalif olduğu için, Kûtülamâre yıllarca pek hatırlanmadı. Gerçi her ikisi de sonu ağır mağlubiyetle biten bir maçın, başındaki iki güzel gol gibidir; skora tesiri yoktur. Hüküm neticeye göre verilir sözü meşhurdur. Buna şaşılmaz, biz bir lokal harbden onlarca bayram, yüzlerce kurtuluş günü çıkarmış bir milletiz.

    Neden böyle? Çünki bu ikisi, İttihatçıların yegâne zaferidir. Modernizmin tasavvur inşası böyle oluyor. Dini, hatta mezhebi kendi inşa edip, insanlara doğrusu budur dediği gibi; tarihi de kendisi tayin eder. Zihinlerde inşa edilen Yeni Osmanlı da, 1908 sonrasına aittir. İttihatçıların felâket yıllarını, gençlere ‘Osmanlı’ olarak sunar. Bu devrin okumuş yazmış takımı, itikadına bakılmadan, münevver, din âlimi olarak lanse eder. Böylece öncesi kolayca unutulur, unutturulur.

    Müşir İbrahim Edhem Paşa’nın oğlu Sakallı Nureddin Paşa (1873-1932), sert bir askerdi. Irak’ta paşa oldu. Temmuz 1920’de Ankara’ya katıldı. Fakat karakterini bilen M. Kemal Paşa, kendisine aktif vazife vermek istemedi. Merkez kumandanı iken Samsun’daki Rumları iç mıntıkalara sürgün ettiği esnada çocuk, ihtiyar, kadın demeden katliâma uğramasına göz yumdu. Bu, milletlerarası mesele oldu. Yunanlılar, bu sebeple Samsun’u bombaladı. Nureddin Paşa azledildi; M. Kemal sayesinde muhakemeden kurtuldu. Sonradan Kürtlerin de iç kısımlara göçürülmesini müdafaa edecektir. Batı cephesinde, kendisinden kıdemsiz İsmet Bey’in maiyetinde vazife kabul etti. İzmir’e girdi. Bazı kaynaklarda İzmir’i ateşe verdiği yazar. I. ordu kumandanı olarak bulunduğu İzmit’te, Sultan Vahîdeddin’in maarif ve dahiliye vekili gazeteci Ali Kemal Bey’i, sivil giydirdiği askerlere linç ettirdi; padişaha da aynısını yapacağını söyledi. Ayağına ip takılarak yerlerde sürüklenen cesed, Lozan’a giden İsmet Paşa’nın göreceği şekilde yol kenarına kurulan bir darağacına asılarak teşhir edildi. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bir fedainin vursa kahraman olacağı bir insanı, vuruşma veya mahkeme kararı olmaksızın öldürmeyi cinayet olarak vasıflandırıp kınadı. M. Kemal’e gazi ve müşirlik unvanı verilmesine içerleyen Nureddin Paşa iyice muhalefet kanadına geçti. 1924’de Bursa’dan müstakil milletvekili seçildi. Asker olduğu gerekçesiyle seçim iptal edildi. İstifa edip, tekrar seçildi. Anayasa ve insan haklarına aykırılık cihetinden şapka kanununa muhalefet etti. Bu sebeple antikemalist kesimler tarafından kahraman olarak alkışlanır. Nutuk’ta da kendisine sayfalarca ağır ithamlarda bulunulur, ‘zaferin şerefine en az iştirake hakkı olanlardan biri’ diye anılır.

    Halil Kut (1882-1957), Enver Paşa’yı İttihatçıların arasına sokan adamdır. Sultan Hamid’i tevkife memur idi. Askerî tecrübesi çete takibinden ibaretken Libya’da bulundu. Yeğeni harbiye nazırı olunca, İran içine harekâta memur edildi. Irak’taki muvaffakiyeti üzerine paşa oldu. Bakü’yü işgal etti. İttihatçı olduğu için tutuklanacakken, kaçıp Ankara hareketine katıldı. Rusya ile Ankara arasında aracılık yaptı. Sonra kendisinden şüphelenilince, Almanya’ya kaçtı. Zaferden sonra memlekete dönüp köşesine çekildi. Politikaya karışmadı.

    Ali İhsan Sâbis (1882-1957), Sultan Hamid’i tahttan indiren Hareket Ordusu zâbitlerindendi. Çanakkale, Kafkasya’da bulundu. Irak’ta paşalığa terfi etti. İttihatçı olduğu için Malta’ya sürüldü. Kaçıp Ankara hareketine katıldı. I. batı cephesi kumandanı oldu. Cephe kumandanı İsmet Bey ile anlaşmadı; azledilip tekaüde sevkolundu. M. Kemal’e muhalif oldu. Nazileri öven yazılar yazdı. 1947’de devlet adamlarına yazdığı imzasız mektuplar sebebiyle 15 seneye mahkûm oldu. 1954’te DP’den milletvekili seçildi. Hatıraları, Nutuk’un antitezi gibidir.

kutb

  • (Kutub) Dünyanın şimâl veya cenub uçları. (Güney ve kuzey taraflarının son kısımları.)
  • Elektrik cereyânını meydana getiren veya mıknatısın uçlarından her biri.
  • Dini bir meslek veya grubun başı. Bir çok müslümanların kendisine bağlandıkları azim ve büyük evliyaullahtan zamanın

kütle

  • (Kitle) Bir cismi terkib ve teşkil eden kısımların bütün hey'etine denir. Toplu şey. Deste. Yığın. Külçe.

lataknetu / lâtaknetu

  • Ayet-i Kerimeden bir kısım olup: Ümidinizi kesmeyiniz (meâlindedir.)

lojistik

  • Ask: Askerlik san'atının ve seferi orduların iaşe, muhabere ve sevkiyat şartları, hareket ve harb kabiliyeti bakımından en etkili durumda bulundurulması için lâzım gelen çalışmalara aid kısım.

maazım

  • (Tekili: Mu'zam) Bir şeyde en büyük kısımlar.

madde

  • Zahir duygularla hissedilen, ruhâni olmayıp, ağırlığı olan, cismâni bulunan.
  • Asıl, esas, cevher, mâye.
  • Bend, fıkra, kısım.
  • İlm-i Kelâmda: His âzâmız üzerine bir takım muayyen ihtisâsât husule getiren veya getirebilen, her şey.
  • Tıb: Çıbanın içinde hasıl olan ya

makadir

  • Mikdarlar. Kısımlar. Ölçüler.
  • Muayyen ve mâlum olan kısımlar.

maksur

  • (Kasr. dan) Kasrolunmuş, kısaltılmış, kasılmış, alıkonulmuş.
  • Mahbus.
  • Kasrolunmuş nesne.
  • Gelinin üzerine tutulan duvak.
  • Gr: Bir kısım arapça kelimelerin sonunda yâ şeklinde yazılan, fakat elif gibi okunan harf. ( : Dâ'vâ) kelimesinde olduğu gibi. Buna, "Elif-i

mebde'

  • Başlangıç.
  • Kaynak, kök.
  • Bilgilerin ilk kısımları.
  • İlke.
  • Tasavvufta sâlikin ilk başlangıcı.

mebhas

  • Kısım. Bahis. Fasıl. Bir mes'eleye âid söz.
  • Arama, araştırma yeri.
  • Bir şeyin arandığı yer.

mefarik

  • (Tekili: Mefrak ve Mefrik) Başın tepe kısımları. Başta saçın ikiye ayrıldığı noktalar.

meşere

  • Dış kısım.

metn-i hadis

  • Hadisin metni, sözel kısım.

mevadd

  • (Tekili: Madde) Fezâda, boşlukta yer kaplayan varlıklar. Maddeler. Cisimler.
  • Kısımlar.
  • Kanunlar. Kaideler. İşler. Hususlar.
  • Söz ve beyana sebeb olan mevcudat. Her şeyin aslı, mayası.

mevkıf

  • Kısım, bölüm.

mikdar

  • Parça. Kısım. Bölük.
  • Kıymet. Değer. Derece.

mıntaka

  • (Mıntıka) Muayyen bir yer. Havali. Taraf. Kısım. Kuşak. Kenar. Yeryüzünde bir kısım. Bölge.

muaccele

  • Beylik ve evkaf kiralarından peşin alınan kısım.

mübteda

  • Baş taraf, başlangıç. Baş.
  • Gr: Cümlenin birinci kısmı. Arabçada isim cümlesinde fâilin bulunduğu kısım. Bu, isimden veya isim yerine geçen fiilden de olabilir.

mufassal

  • Tafsilli, tafsilâtlı, izahlı. Geniş mâlumatlı, kısımlara ayrılıp anlatılmış.

mufassalan

  • Geniş, izahlı olarak. Tafsilâtlıca. Kısımlara ayrılıp anlatılmış olan.

mufassıl

  • Kısımlara ayrılan, fasıl fasıl ayıran, adalet eden.

mültezim

  • Bir şeyi kendi üzerine lâzım eden; iltizam eden, üzerine alan, deruhte eden. Devlet hazinesine maktu, muayyen vergi verip bir kısım memleketlerin aşar gibi varidatının tahsilini üzerine alan.

müneccemen

  • Parça parça yapılmış olarak. Kısım kısım.
  • Parça parça, kısım kısım.

münkasım

  • (Kısım. dan) Bölünen, kısım kısım ayrılan, taksim edilen.
  • Kısımlara ayrılmış, bölünmüş.

münkasim

  • Bölünmüş olan, kısımlara ayrılmış.

münkasım / مُنْقَسِمْ

  • Kısımlara ayrılmış.

münşaib

  • (Şa'b. dan) Şubelenen, dallanan, çatallanan, kollara ayrılan, ayrılmış. Bölük bölük, kol kol, kısım kısım olan.

münzel

  • (Nüzul. den) İndirilmiş, yukardan aşağıya kısım kısım inmiş olan.

musammat

  • Edb: Beyitleri kafiyeli ve dört kısımdan ibaret olan manzume.

müseddes

  • Altı kısımdan meydana gelmiş.
  • Altılı. Altıgen.

müstaksim

  • (Kısım. dan) Bölüşen, pay eden, taksim eden.
  • (Kasem. den) Yemin isteyen.

mütebaki / mütebâki / mütebâkî

  • Geri kalan kısım.
  • Geri kalan kısım.

müteferrik

  • (Fark. dan) Çeşitli. Kısım kısım. Başka başka. Dağınık.
  • Kısım kısım, farklı farklı, dağınık.

müteşa'ab

  • Şube ve kısımlara ayrılmış olan.

muzam / mûzam

  • En büyük kısım, büyütülmüş.

nazar-ı acizi / nazar-ı âcizî

  • Âcizin nazarı; benim bakışım anlamında, tevazu ifadesi olarak kullanılan söz.

nazariyat / nazariyât / نَظَرِيَاتْ / nazarîyat

  • Ayet ve hadislerle kesin olarak sınırları belirlenmemiş dinin ictihada açık olan kısımları.
  • Ayet ve hadislerle kesin olarak sınırları belirlenmemiş dinin ictihada açık olan kısımları.

nazariyat-ı diniye / nazariyât-ı diniye / nazariyât-ı dîniye / نَظَرِيَاتِ دِينِيَه

  • Dinin teorik kısımları.
  • Ayet ve hadislerle kesin olarak sınırları belirlenmemiş dinin ictihada açık olan kısımları.

necaset / necâset

  • Aslı îtibâriyle veya sonradan meydana gelen bir sebeble pis olan şeyler. Namaza mâni olup olmama yönünden; hafif necâset ve kaba necâset, görülüp görülmeme yönünden; mer'î (görülen) ve gayr-i mer'î (görülmeyen) ve akıcı olup olmama yönünden; mâî (akı cı) ve câmid (katı) olmak üzere kısımlara ayrılır

necim

  • Kısım, parça.

necm

  • Kısım, durak; yıldız.

negatif

  • Mat: Sıfırdan küçük, önünde eksi işareti bulunan sayı. Menfi. (Fransızca)
  • Gerçekteki karanlık ve aydınlık kısımları tersine gösteren fotoğraf camı veya filmi. ( Bak: Menfi) (Fransızca)

nesc

  • (Nesic) Dokunuş, dokuma.
  • Canlı mahluklardaki hücrelerin, Allah'ın (C.C.) kudretiyle ve kanunu dâiresinde yanyana gelip birleşerek uzuvların yapılışı. (Meselâ: Hayvanlarda deri, kemik, et vesâir kısımların yapılışı gibi)

nezr

  • Adak yâni bir isteğin yerine gelmesi ve bir korkunun giderilmesi için, farz veya vâcib olan bir ibâdete benzeyen ve başlı başına ibâdet olan bir işi yapacağına dâir Allahü teâlâya söz verme. Mutlak ve muayyen olmak üzere iki kısımdır.

nişangah / nişangâh

  • Hedef yeri. Nişan tahtası. (Farsça)
  • Silâh namlusunun üstünde bulunan, nişan almağa yarayan kısım. (Farsça)

paşa

  • Sivillerle askerlerin ileri gelenlerinin bir kısmına verilen resmi ünvandı. Osmanlıların ilk devirlerinde bu ünvan, hânedân mensublarıyla yalnız bir kısım idare adamlarına verilirken sonradan askeriden "mir-i liva" ve daha yüksek rütbede olanlarla; mülkiyeden vezir, beylerbeyi, mir-i miran ve mir-ül

peyapey

  • Peyderpey, kısım kısım.

rai

  • Çoban.
  • Gözetleyici ve koruyan kimse.
  • Vâli.
  • Güvercin kuşundan bir kısım.

rol

  • Oyun. Sahnede gösterilen oyun hareketlerinden her bir oyuncuya düşen kısım. (Fransızca)

safha

  • Aynı şey üzerinde görülen değişik hâllerden her biri.
  • Bir şeyin gözle görülen yüzlerinden her biri.
  • Kısım.
  • Bir şeyin düz yüzü.
  • El ayası.
  • Bir hâdisede birbiri ardınca görülen hâllerin beheri.
  • Yazılmış ve yazılabilir sahife.

şahm-pare

  • İç yağın bir parçası. Bir kısım iç yağı. (Farsça)

şart

  • Bir kısım muamelelerde lüzumlu olan hüküm. Bir şeyin olması ona bağlı olan şey.
  • Kayıt. Bir iş için mutlaka lüzumlu olan husus.
  • Yemin.
  • Hal, vaziyet.
  • Gr: Biri diğerine bağlı olan iki cümle hakkında delâlet edilen; yâni mütevakkıf aleyhe delâlet eden diğer cümley

şaryo

  • Araba. Yazı makinelerinde, daktilolarda kâğıdın takıldığı kısım. (Fransızca)

sebr ve taksim

  • Mantıkta kullanılan bir ispatlama yöntemi; bir şeyi kısımlara bölmek, sonra bütün bu kısımları sırayla çürüterek son kalan kısmın doğruluğunu ispat etmek.

şefaat

  • Şefaat etmek. Af için vesile olmak.
  • Fık: Âhiret günü bir kısım günahkâr mü'minlerin affedilmeleri ve itaatli mü'minlerin de yüksek mertebelere ermeleri için Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm ve sâir büyük zâtların Allah Teâlâ'dan (C.C.) niyaz ve istirhamda bulunmalarıdır.

sehm

  • Ok.
  • Hisse. nasib
  • Kısım.
  • Hazine geliri.
  • Korku, dehşet.
  • Hazz.
  • Yay.
  • Ok, hisse, pay, nasib, kısım, hazine geliri, korku, dehşet.

sevaid

  • (Tekili: Sâid) Dirsekten bileğe kadar olan kısımlar.

sınıf

  • Kısım, bölüm, tabaka.
  • Kısım, bölüm, tabaka.

sınıfi / sınıfî

  • Sınıfla alâkalı, kısıma ait.

şuabat

  • (Tekili: Şu'be) Şubeler, kısımlar, takımlar, bölükler. Dallar.

şube / şûbe

  • Bölüm, kısım.
  • Bölüm, kısım.
  • Bölüm, kısım.

süds

  • (Südüs) Altı kısımda bir kısım.

sultan süleyman han

  • (Hi: 900-974) Osmanlı Padişahlarının onuncusu, İslâm Halifelerinin yetmişbeşincisidir. Yavuz Sultan Selim Han'ın oğludur. Avrupa-vari bir kısım kanunlar yapılmasına vesile olduğundan Kanuni nâmı ile de tanınır. Padişahlık yılları Osmanlı Devletinin en haşmetli devri olup, Avrupa, Asya Osmanlıların e

sülüsan / sülüsân

  • Üçte iki. Üç kısımdan iki kısım.
  • Üçte iki, üçte iki kısım.

sülüseyn

  • Üç parçada iki parça, üç kısımda iki kısım. Üçte iki.

sütun

  • Direk, amud, rükün. Silindir biçiminde destek. (Farsça)
  • Gazete veya kitap sahifelerinde yukarıdan aşağıya olan bölünmüş kısımlardan herbiri. Kolon. (Farsça)

şuubat

  • (Tekili: şu'be) Şubeler, kısımlar, bölümler.

süveyda-ül kalb

  • (Sevâd-ül kalb, Sevdâ-ül kalb) Kalbin ortasında varlığı kabul edilen siyah nokta. Kalbdeki gizli günah. Buna Habbet-ül kalb, Esved-ül kalb de denir. Kalbdeki basiret mahalli diye bilinir. Eskiden bir kısım muhakkikler, kalbin mezkur mahalline; Mahall-i ulum-u diniyye demişler. Ekseriyyetle mahall-i

taksim

  • (Kısım. dan) Bölme. Parçalara ayırma.

taksim-i akli / taksîm-i aklî / تَقْس۪يمِ عَقْل۪ي

  • Aklen kısımlara ayırma.

taksimat / taksimât

  • Kısımlara ayırma.

talmud / talmûd

  • Yahûdîlerin Tevrât'tan sonra mukaddes kabûl ettikleri, sözlü emirlerin toplandığı Mişnâ ve Gamâra olmak üzere iki kısımdan meydana gelen kitap.

teba'uz

  • Parçalanma. Kısım kısım ayrılma.

tebelbül-ü akvam

  • Muhtelif kavimlerden ibaret bir cemaatin kısım kısım olmaları, muhtelif dil konuşmaları.

tebvib

  • (Bâb. dan) Kısım kısım ayırma. Bablara ayırma.

tecezzüv

  • (Cüz. den) Kısım kısım bölünme. Doğranma, ufalanma.

teczie

  • (Cüz'. den) Kısım kısım ayırma, doğrama, ufaltma, bölme.

tefarık / tefârık

  • Parçalar, kısımlar, bölümler.

tefri / tefrî

  • Kısım kısım ayırma.

tefri'

  • Asıldan, kökten şubelere ayrılma, kısım kısım olma. Ayrılma. Fer'lendirme.

tefrigat

  • Kısım kısım boşaltıp yer açma.

tenazur / tenâzur / تناظر

  • Bakışma, bıkışım, simetri. (Arapça)

tenkih

  • Araştırıp, dikkat edip bir şeyin sonuna hakikatına ermek.
  • Bir şeyin fazla ve gereksiz kısımlarını çıkarıp kısaltarak düzeltmek.
  • Temizlemek.
  • Bütçe tanzimi için maaşları azaltmak.

teşa'ub

  • Kısım ve bölümlere ayrılma.

teşa'ub-u akvam

  • Kavimlerin kısım kısım, şube şube olması.

teşa'ubat / teşa'ubât

  • (Tekili: Teşa'ub) Şubeler. Bölük bölük, kısım kısım olmalar.

teşaub

  • Şubelenme. Ayrılıp kol kol olma. Çatallaşma. Kısımlara ayrılma.

teselsül

  • Zincirleme. Zincir gibi birbirine bitişik kısımlar olma. Silsile peyda etme.
  • Ulaştırma.
  • Man:

tesettür

  • Kapanıp gizlenme. Örtünme.
  • Fık: Kadınların ve erkeklerin başkasına, nâmahremlere vücutlarının haram kısımlarını örtüp göstermemeleri.

tevafukat-ı gaybiye

  • Göze görünmeyen ve bizim için gaybi olan tevafuklar. Kur'an veya kıymetli dinî eserlerde, bir kısım kudsi kelimelerin, yazılışlarında İlâhî bir takdir ile, altalta ve yanyana dizilişleri.

timar / timâr

  • Osmanlı Devleti'nin geçimlerine ve hizmetlerine âit masrafları karşılamak üzere bir kısım asker ve memurlara, muayyen bölgelerde kendi nâm ve hesaplarına tahsîl selâhiyeti ile birlikte tahsîs etmiş olduğu vergi kaynaklarına verilen isim. Dirlik.

ulum-u hafiye / ulûm-u hafiye

  • Gizli ilimler. Ancak veraset-i Nübüvvet muhakkiklerince veya bir kısım hakikatların esrarına vakıf âlimlerce bilinen ilimler.
  • Gizli ilimler, ancak peygambere ve bir kısım hakikatlerin sırlarını bilen alimlerce bilinen ilimler.

ünbub

  • (Ünbube) Kamıştaki boğum arası kısım.
  • Parmak uçları.
  • Tüp. İnce boru.

unsur

  • Kimyevî maddeden her biri. Mürekkeb cisimlerde bulunan basit maddelerin her birisi.
  • Umumdan ayrılan kısım.
  • Tam olan şeyin her bir parçaları.
  • Madde, esas, kök. Element.

useybe

  • (Çoğulu: Useybât) Yaprağı bir takım kısımlara ayıran liflerden herbiri. Damar.

uzuv

  • (Uzv) Bir canlının vücud yapısının kısımlarından herbiri. Azâ. Organ.

vird

  • Sık sık ve devamlı okunan dua.
  • Kur'an-ı Kerim'den her gün okunması vazife bilinen kısım, bir cüz.

yevm-i fasl

  • İyi insanların kötülerden kısım kısım ayrıldığı ve dâvâların halledildiği kıyâmet günü.
  • İnsanların kısım kısım ayrıldığı ve davalarının halledildiği kıyamet günü. Bundan başka kıyamet gününe aşağıdaki isimler de verilir: Yevm-ül cem', yevm-ül cevab, yevm-ül cezâ, yevm-üd din, yevm-ül ahd, yevm-ül feza-ul ekber, yevm-ül haşr, yevm-ül hisâb, yevm-ül ivaz, yevm-ül karar, yevm-ül karia, ye

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın