Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
Kiki
ifadesini içeren
119
kelime bulundu...
ab-gah
Havuz, küçük göl, su biriken yer.
(Fransızca)
Tıb : Karnın kaburga kemikleri kıkırdağı ve kısa kaburgalar altında olan kısmı. Böğür.
(Fransızca)
ab-ı hayat
Kan. Ebedî hayata sebep olan hayat suyu (diye tâbir edilen) bu kelime, edebiyatta : "çok güzel ifâde, lâtif söz, parlaklık, letâfet" mânalarında geçer.
Tas : Aşk-ı hakiki, aşk-ı ilâhi, ilm-i ledün, mârifetullah'tan kinayedir. Âb-ı Hızır, âb-ı hayvan, âb-ı beka gibi isimlerle de söyle
adalet-i hakiki / adâlet-i hakiki
Hakikî, gerçek adalet.
adalet-i mahza / adâlet-i mahza
Adaletin tam hakikisi, tam adalet.
ahlakıyyun / ahlâkıyyun
Ahlâk ilmi ile uğraşan âlimler; bunlar iki kısımdır. Bir kısmı ahlâk-ı hasene olan İslam ahlâkını telkin eder, diğer kısmı ise, dine tâbi olmayan ve hakiki ahlâkı bulamamış olanlardır.
ahval-i şahsiye
Huk: Hakiki şahısların, hukuki varlıklariyle alâkalı olan hukuki durumlar. (Doğum, evlenme, boşanma, evlat edinme, ölüm hadiseleri gibi)
alaka / alâka
İlişik, rabıta, merbutiyet.
Gönül bağlama, sevgi, münasebet, taalluk, irtibat, mâlikiyet. Tasarruf. Müdâhale hakkı. Hisse.
Edb: Bir kelimenin hakiki mânâsından mecâzi mânâsına nakledilmesinin sebebidir. (Temiz ahlâklı, güzel huylu kimselere melek denildiği gibi.)
allah
Esmâ-i hüsnâdan. Varlığı muhakkak lâzım olan, îmân ve ibâdet edilecek hakîkî mâbûd. Her şeyi yoktan var eden yüce yaratıcı.
aşk-ı hakiki / aşk-ı hakikî
Hakiki aşk. Allah için sevmek. Allah sevgisi.
aşk-ı lahuti / aşk-ı lâhûtî
Cenab-ı Hakk'a olan sevgi ve muhabbet. Aşk-ı İlâhî, aşk-ı hakikî, aşk-ı mânevî gibi tâbirler Cenab-ı Vacib-ül Vücud'a dâir şiddetli muhabbet ve sevgiyi ifâde eder.
avije
Has, hâlis, hakiki, temiz.
(Farsça)
beka-billah / bekâ-billah
Dâimâ Allahü teâlâyı anma ve hatırlama hâli üzere olma. Hakîkî kulluk derecesi. Fenâ fillah'tan sonraki makam.
beyzat-ül islam
İslâm milleti.
İslâm'ın yayıldığı saha, İslâm ülkesi.
İslâm'ın hakiki merkezi.
ciddiyat
Hakiki sözler. Ciddiyetler.
cinan-ı ulum / cinan-ı ulûm
İlm-i Kur'ân ve imân cennetleri. Maarif-i İlâhiye ve tahkikî ve yakinî imân derslerinin okunduğu ulemâ-i İslâm ve talebe-i ulûm meclisleri.
daraka
(Çoğulu: Derk- Edrâk-Dırâk) Deriden yapılmış olan kalkan.
Gırtlağın hançereyi meydana getiren kıkırdaklarından kalkan şeklinde olanı.
dost
(Çoğulu: Dostân) Sevilen insan, muhib, yâr.
(Farsça)
Erkek veya kadın sevgili, mâşuk, mahbub, mâşuka, mahbube.
(Farsça)
Hakiki dost ve âşıkların ve âriflerin âşık oldukları Allah.
(Farsça)
ehakk
Daha haklı, pek haklı. Daha doğrusu. En hakiki.
ehl-i kitab
Allah'ın gönderdiği kitaplara inanan.
(Farsça)
Müslüman, Hristiyan veya Yahudi olan. (Hakiki Hristiyanlık veya Yahudilikten çıkmamış bulunan.)
(Farsça)
esbab-ı hakikiye
Gerçek sebepler, hakiki sebepler.
fail-i hakiki / fâil-i hakikî
Bir işte hakiki te'sir sahibi. Onu hakkı ile yapan (Allah C.C.)
fecr-i sadık
(Hakiki fecir) şafak sökme.
fi'l-i hakiki
Gerçek eylem, hakiki fiil.
fıtrat-ı hayat-ı hakiki
Hakiki hayatın mahiyeti.
fünun-u hakikiye
Hakikî ilimler.
gadarif / gadarîf
(Tekili: Gudruf) Kıkırdak kemikleri, kıkırdaklar.
gaye-i hakiki / gaye-i hakikî
Hakikî gaye, asıl amaç.
gazruf
(Çoğulu: Gazârif) Kıkırdak.
gudruf
(Çoğulu: Gadârıf) Kıkırdak, kıkırdak kemiği.
gudruf-u halkavi / gudruf-u halkavî
Tıb: Kıkırdak halka.
gurve
Burnun ucundaki kıkırdaktan yapılmış yumuşak kısım.
gurzuf
Kıkırdak.
Yumuşak olan kemik.
guzruf
(Çoğulu: Gazârif) Kulak kemiği.
Kıkırdak.
habes
(Tekili: Habis) Kötüler. Alçaklar. Pisler.
Necaset denilen ve maddeten pis şeyler (Necis veya necaset-i hakikiye de denir.)
hafız-ı hakiki / hâfız-ı hakikî
Hakiki ve tam muhafaza eden. (Allah)
hakim / hâkim
Galib. Haklı ve haksızı ayırıp hak ve adalet üzere hükmeden. Başkasını müdahale ettirmeden idare eden, Allah (C.C.)
Memleketi idare eden.
Mahkeme reisi. (Hâkim-i Hakikî, Hâkim-i Ezelî, Hâkim-i Mutlak, Hâkim-i Zülcelâl, Hâkim-i Lemyezel... gibi isimlerle, Cenab-ı Hakk'a âit ol
halk-ı ef'al / halk-ı ef'âl
Mu'tezile fırkasının bir tabiridir. Hayvan ve insanların, kendi fiillerinin hakiki müessiri olduğunu iddia etmelerine verilen isimdir. (Bu iddiâlarını Ehl-i Sünnet ulemâsı müsbet delillerle reddetmiştir.)
hamme
(Çoğulu: Humm) Kaplıcanın sıcak suyu.
Kuyruk yağının kıkırdağı.
Kızdırmak mânasına mastar da olur.
hasıl-ı bilmasdar / hâsıl-ı bilmasdar
Hakiki müessirden hâsıl olan fiildir. Kendi sebeb ve şartlarından meydana gelen şey. Meselâ: Bir şeye vurmak, masdardır; o vurmaktan hâsıl olan ses çıkmak, hâsıl-ı bilmasdır'dır. Tüfek atarak bir adamı öldürmekte tüfek atmak fiili, masdar: adamın ölmesi ve tüfeğin sesi çıkması da hâsıl-ı bilmasdar'd
hatt-ı hakiki / hatt-ı hakîki / hatt-ı hakîkî / خَطِّ حَقِيقِي
Hakikî hat, gerçek yazı.
Hakiki hat (yazı).
hayy-ı meyyit
Ölü halinde canlı.
Mc: Hiçbir işe yaramayan, hakiki vazifelerini yapmayan insan.
hizbullah
Allah için din uğrunda ciddi gayret sâhibi olan ve din düşmanlarıyla aslâ hakiki dost olmayan mücahid cemaat. "Hizb-ül Kur'an" tabiri de aynı mânada kullanılır. (Kur'an-ı Kerim'de 5:56 ve 58:22 âyetlerinde zikredilir.)
hüsn-ü ta'lil
Edb: Herhangi bir hâdisenin hakiki sebebini saklayarak, güzel ve hayalî bir sebep göstermeye hüsn-ü ta'lil denir. Bu gösterilen sebep hakiki olmamalı, fakat güzel olmalıdır.Bağ-ı âlemde yüzün menendi bir gül isteyüp.Cüst ü cu idüp gezer gülzarı bülbül şah şah. (Fatih Sultan Mehmed)Bülbülün, gül bahç
i'tibari / i'tibarî
(İtibarî) Hakiki kıymeti olmayıp kıymeti var kabul edilme. Farazî ve izafî olan. Varlığı, başka şeylere nisbet edilmesi halinde bilinen.
ihlas
(Hulus. dan) Kalbini safi etmek. İçten, samimi, riyasız sevgi. İçten gelen sevgi ile doğruluk ve bağlılık.
Sırf Allah emretmiş olduğu için ibadet etmek. Yapılan ibadet ve işlerde hiçbir karşılık ve menfaati, hakiki ve esas gaye etmeyerek yalnız ve yalnız Allah rızasını esas maksat ve
illet-i zillet / عِلَّتِ ذِلَّتْ
Alçalmışlığın, hor-hakir olmanın hakiki sebebi.
ilmiye
Fıkıh ve şeriat ilimleri, iman ve Kur'an hakikatları ve tahkiki iman dersleri ile iştigal eden zatların mensub oldukları yol. Alimlerin mesleği.
iman-ı hakiki / iman-ı hakikî
Hakiki, gerçek iman.
iman-ı tahkiki / iman-ı tahkikî
İmana aid bütün mes'eleleri yakînî surette tedkik ile bilmek ve yaşamak ve tahkikî iman derslerini veren ve taklidî imanı tahkike tebdil eden eserleri sadakatla okumak neticesinde hâsıl olan sağlam, sarsılmaz iman. (Mü'minin kalbi tasdik nuru ile o derece münevver olmasıdır ki, o nur bütün letaif-i
isa
Dört büyük peygamberden birisidir. Hakiki Hristiyanlık dininin peygamberidir. Kur'an-ı Kerim'de meziyet ve senası geçmektedir. İncil, mukaddes kitabıdır. Vahiy ile kendine gönderilmiştir. Ancak kendisinden sonra Havarileri tarafından yazılmıştır.
istiarat / istiârât
İstiareler; hakiki mânâ ile mecâzî mânâ arasındaki benzerlikten dolayı bir kelimenin mânâsını geçici olarak alıp başka bir kelime için kullanma san'atı.
istiare / istiâre
Hakiki mânâ ile mecâzi mânâ arasındaki benzerlikten dolayı bir kelimenin mânâsını geçici olarak alıp başka bir kelime için kullanma san'atı; "arslan" kelimesini "cesur adam" için kullanmak gibi.
istidrac
Derece derece yükselmeyi isteyiş.
Ist: Hakkı ve hakiki değeri olmadığı halde ve kabiliyetsizliğine rağmen bir kimsenin kesret-i nimete mazhar olması ve bu sebeple küfür ve isyana devam etmesi ile azab ve gazab-ı İlâhiyeye yaklaşması.
ittihad-ı hakiki / ittihâd-ı hakîkî / اِتِّحَادِ حَق۪يق۪ي
Hakîkî birleşme.
jelatin
Tıbda ve fotoğrafçılıkta kullanılan şeffaf, renksiz ve kokusuz bir cisim. Hayvanların kemik ve kıkırdak gibi kısımlarından elde edilir.
(Fransızca)
Bir cins kâğıt.
(Fransızca)
kadir / kâdir
Gücü yeten, kudret sâhibi.
Allahü teâlânın sıfatlarından biri; gücü her şeye yeten, hakîkî kudret sâhibi.
Gücü yeten.
karine-i mecaz
Mecaza ait işaret. Kelimenin mecaz olmasını gerektiren, hakiki mânasında alınmasına mâni olan kayıt. Buna Karine-i mânia da denir.
kemal sıfatları / kemâl sıfatları
Allahü teâlânın zâtında ve işlerinde hiçbir kusûr, karışıklık, değişiklik ve noksanlık olmadığını gösteren hayât (diri olmak), ilim (bilmek), sem' (işitmek), basar (görmek), kudret (gücü yetmek), irâde (istemek), kelâm (söylemek) ve tekvîn (yaratmak) sıfatları. Bunlara Subûtî, Hakîkî ve Kâmil sıfatl
kemalat-ı hakikiye / kemâlât-ı hakikiye
Hakikî, gerçek mükemmellikler ve üstünlükler.
kinaye
Dolayısı ile dokunaklı söz. Maksadı dolayısı ile anlatan söz. Üstü örtülü dokunaklı söz. Açıktan olmayıp hakiki mânâyı başka ifâde ile dokunaklı konuşmak.
kıymet-i hakikiye
Hakiki ve gerçek değer.
la malike illa hu / lâ mâlike illâ hû
Her şeyin hakiki sahibi olan Allah'tan başka ilâh yoktur.
layetezelzel
Sarsılmaz. Tezelzül etmez. (Tahkikî iman sâhibleri, lâyetezelzel bir itikada sâhibdirler.)
lugavi / lugavî
Lügata mensup. Lügata, kelimeye âit. Lügattan anlayan. Mecazî olmayıp hakiki bir mânaya delâlet eden kelimeye âit olan.
ma'bud-u hakiki / ma'bud-u hakikî / ma'bûd-u hakîkî / مَعْبُودُ حَق۪يق۪ي
Hakiki ma'bud olan Cenab-ı Hak (C.C.)
Hakîkî olarak yegane ibadete layık olan (Allah).
ma'kul-ül-ma'na
Bir sebebe, illete ve maslahata dayanan şer'i mesele. (Fakat, hakiki sebeb ise emr-i İlâhidir.) Bir hikmete ve bir maslahata binâen tercih edilmiş veya o hükmün teşriine müreccih olmuş olan şer'i mes'ele.
ma'şuk-u mecazi / ma'şûk-u mecâzî / مَعْشُوقُ مَجَاز۪ي
Hakîkî olmayan fânî sevgili.
malik-ül mülk
Bütün mülkün hakiki mâliki olan Allah (C.C.)
mana-yı zahiri-yi mecazi / mânâ-yı zâhirî-yi mecazi
Sözün zahirine ait mecazî mânâsı; sözün ilk etapta anlaşılan açık mânâsının mecâzî anlamı (Hakiki anlamı değil. Çünkü hayat vermek Allah'a mahsustur.).
matlub-ı hakiki / matlûb-ı hakîkî
Gerçekte taleb olunacak, kavuşmak istenilecek ve gönül bağlanacak olan Allahü teâlâ. Hakîkî Matlûb.
mecaz / mecâz / مَجَازْ
Yerinden ve haddinden tecavüz etmek. Hududunu aşmak.
(Cevaz. dan) Geçecek yer. Yol.
Edb: Hakiki mânâsı ile değil de ona benzer başka bir mânâ ile veya istenileni hatırlatır bir kelime ile konuşmak. İstenilene benzer bir mâna ifadesi.
Hakiki olmayan.
mecazi / mecâzî / مَجَاز۪ي
Hakîkî olmayana âit.
mecbur
Zor görmüş. Zorla bir işe girişmiş. İcbar görmüş.
Hatırı alınmış, gönlü yapılmış. (Hakiki manası: Kırıldıktan sonra bütünlenmiş.)
menba-ı hakiki / menba-ı hakîki
Hakiki, gerçek kaynak.
merşed
Hakiki maksada ulaştıran doğru yol.
milliyet-i hakikiye
Gerçek, hakiki milliyet.
mizan
Terazi, ölçü, tartı.
Akıl, idrak, muhakeme. Mikyas.
Fık: Mahşerde herkesin amellerini tartmağa mahsus bir adâlet ölçüsü olup, hakiki mâhiyeti ancak âhirette bilinecektir.
Mat: Yapılan hesabın doğruluğunu anlamak için yapılan diğer bir hesap. Sağlama.
mucid-i hakiki / mûcid-i hakiki / مُوجِدِ حَقِيقِي
Hakiki icad eden(Allah).
müennes
Dişi. Müzekkerin mukabili.
Gr: Hakiki, itibarî veya söylenişi cihetiyle "dişi" olan kelime.Müennes-i hakikî : Müzekker kelimenin sonuna bir "e-a" ilâve ederek yapılan kelime. Meselâ: (Kâtib: ): Erkek yazıcı. (Kâtibe: ): Kadın yazıcı.Sonu "e" ile biten kelimeler ekseriyetle müennestir
Dişi.
Hakiki itibarıyla ve söyleniş itibarıyla dişi olan kelime.
müessir-i hakiki / müessir-i hakîki / مُؤَثِّرِ حَقِيقِي
Hakîkî te'sir sahibi (Allah).
münib
Hakk'a yönelen, günahları terk ile hakka dönen. Pişman olup dönen.
Kâinattan yüzünü çevirip Bâki-yi Hakiki'ye yönelen.
Güzel yağan faydalı yağmur.
Bereketli ve verimli bahar.
müsebbib-ül esbab
Bütün sebeplere sâhip olan, hakiki müsebbib (Cenab-ı Hak). Bütün sebepleri meydana getiren, Allah (C.C.)
nagız
Şaşırdığında başını sallayan kimse.
Kürek başında olan kıkırdak.
nugz
Kürek ucuna bitişik olan kıkırdak.
razık-ı hakiki
Hakiki rızık veren. Hiç bir vasıtaya ihtiyacı olmadan en güzel nimetleri yaratan ve bütün rızıkları ancak kendisi veren Allah (C.C.)
reel
Gerçek, hakiki, sahici.
(Fransızca)
roman
Hayalî veya hakiki, kitap halinde yazılmış büyük hikâye.
Eski Roma devletinin diline de Roman denirdi.
saadet-saray-ı medeniyet / saâdet-saray-ı medeniyet
Hakikî ve İslâmî bir medeniyet vasıtasıyla olan bir hayat saâdeti.
semen-i misl
Ehl-i vukuf tarafından hakiki kıymetini tâyin etme.
semen-i müsemma / semen-i müsemmâ
Bâyi' (satıcı) ile müşterinin karşılıklı rızâ ile mebî (mal) için hakîkî kıymetine uygun olsun veya olmasın, tâyin ettikleri yâni uyuştukları bedel.
sened-i hakiki ve kat'i / sened-i hakikî ve kat'î
Hakiki, sağlam ve kesin senet, dayanak.
seyl-i şuunat / seyl-i şuunât
İcraat-ı Rabbaniyenin dâima görünmesi ve hakiki müessir olan Allah'ın (C.C.) iradesiyle devamlı olan, cereyan eden her çeşit hâdiseler. Hâdiseler akıntısı, seli.
sıfat-ı sübutiyye / sıfat-ı sübûtiyye
Allahü teâlânın zâtında (kendisinde) bulunmakla birlikte başka varlıklarda da sınırlı olarak bulunan sıfatları. Bu sıfatlara sıfat-ı hakîkiyye de denir.
şir'a
(Şeria-Meşrea) Lügat mânası, bir ırmak veya herhangi bir su menbaından su içmek veya almak için girilen yol demektir. Bunda insanların, hayat-ı ebediye ve saadet-i hakikiyeye vusulü için Allah'ın vaz' u teklif ettiği ahkâm-ı mahsusaya ve mezheb-i müstakime bil'istiare ıtlak edilmiştir ki, din demekt
sırr-ı uhuvvet-i hakikiye / sırr-ı uhuvvet-i hakîkiye / سِرِّ اُخُوَّتِ حَق۪يقِيَه
Hakîkî kardeşlik sırrı.
sudeka
(Tekili: Sadik) Doğru ve hakiki dostlar.
sudkan
(Tekili: Sadîk) Hakiki ve doğru dostlar. Sadîkler.
suhare
Yağ kıkırdağı.
suluh
Sahte olmayıp geçer akçalar. Sağlam ve hakiki paralar.
şura-yı hakikiye / şûrâ-yı hakikiye
Hakiki şûrâ, doğru meşveret.
suri / surî
Surete ait, görünüşe ait ve müteallik. Hakiki, ciddi ve samimi olmayan. Zâhirî.
tahkiki iman / tahkikî iman
(Bak: İman-ı tahkikî)
tahkikiye
(Bak: TAHKİKÎ)
tasniat / tasniât
(Tekili: Tasni') Hakiki olmayan yapmacık hareketler.
tebai / tebaî
Hakiki maksat olmayıp dolayısıyla olan.
Başkasına uyarak.
Cüz'î olarak.
temkin zamanı / temkîn zamânı
Güneşin doğuş, batış vakti ve namaz vakti hesapları yapılırken, vakitlere eklenen veya çıkarılan zaman miktârı. Bu vakitler hesâb edilirken deniz ve ova gibi düz yerlerde güneş merkezinin hakîkî ufkun altına inmesi esas alınır. Hâlbuki o yerin en yük sek tepesinde bulunan bir kimsenin gördüğü ufukta
tesanüd-ü hakikiye ve meşrua / tesanüd-ü hakikîye ve meşrua
Hakikî ve dinin emrettiği dayanışma.
tevhid-i hakiki / tevhîd-i hakîkî / تَوْحِيدِ حَقِيقِي
Delil ve isbata dayalı hakiki ma'nadaAllahı birleme.
tevrat
Hz. Musâ Aleyhisselâm'a nâzil olan kitab-ı mukaddesin nâm-ı celili. (Hakiki Tevrat, Kur'an-ı Kerim ile barışıktır. Şimdiki ise, çok yerleri değiştirilmiş, tahrif edilmiştir. Bu kitabın aslından az bir şey kalmıştır. Aklı başında ve İslâmiyeti, Kur'an-ı Kerim'i tetkik eden Yahudiler de hidayeti seçmi
uhuvvet-i hakikiye
Hakikî, gerçek kardeşlik.
ulema-i rüsum
Resmî, merasim âlimleri. Kendileri resmen âlim bilinen fakat hakiki âlim olmayan kimseler. (Zâhirî ulema da denir.)
umur-u hakikiye
Hakiki işler; maddi âlemde gerçekliği bulunan şeyler, işler.
üss-ül esas
Hakiki sağlam temel.
varis / vâris / وَارِثْ
Servetlerin hakiki sahibi olan (Allah).
vasati saat / vasatî saat
Hakiki güneşe tâbi olmak üzere, muntazam hareket ettiği tasavvur olunan mevhum bir güneşin, o yerin nısfun nehârından (meridyeninden) arka arkaya iki defa geçişi arasındaki zamanın yirmi dörtte biri.
vedud
Çok şefkatli. Kendisine çok sevgi beslenen. Cenâb-ı Hak. (Vedud ismine mazhar olan muhakkıkin-i evliya: "Bütün kâinatın mâyesi, muhabbettir. Bütün mevcudatın harekâtı muhabbetledir. Bütün mevcudattaki incizab ve cezbe ve câzibe kanunları, muhabbettendir." demişler.)
vilayet-i hassa / vilâyet-i hâssa
Tasavvufta, nefsin îmân ve itâate geldiği ve bütün ibâdetlerin hakîkî ve kusursuz olduğu makam.
zahiri / zâhirî
(Zâhiriyye) Görünüşte olduğu gibi. Zâhire âit ve müteallik. Asıl ve hakiki olmayan.
Zâhiriyyun mezhebine âit olan.
zevk-i hakiki / zevk-i hakikî
Hakikî, gerçek zevk.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
Emzik
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
kat'a
cu'
-efraz
hâssal
etir
İstimal
içre
unsuriyet
miska
Müsahedetullah
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
Kiki
Yazmak suretiyle
istima
Titret
eşyay
talihi
Verecek
Tenazu
içre
levi