Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
Kide
ifadesini içeren
303
kelime bulundu...
abide
Uzun müddet dillerde destan olup kalan beliye ve dâhiye.
Bir milletin târihinde büyük bir değeri hâiz olan vak'a.
Fesahat ve belâgatı dolayısıyle benzeri söylenemeyen şiir.
Tarihte yüksek ve hâkim bir mevkide olan vak'aları veya büyükleri yaşatmak için yapılan bina.
akaid / akâid / عقائد
(Tekili: Akide) Akideler. İtikad olunan hakikatlar. İtikada dâir kaziye ve hükümler, esaslar.
Akideler, inançlar.
Akideler, inanılan hakikatlar.
Akîdeler. Akîde kelimesinin çoğulu. İslâm dîninde inanılacak şeyler, îmân bilgileri.
Akîdeler, inançlar, dinin itikadî hükümleri.
İnançlar, akideler.
(Arapça)
akaid-i diniye
Dini akideler. İmâni esaslar.
akça
(Akçe) Beyaz, oldukça beyaz.
Para.
Eskiden para ölçüsü olarak kullanılan küçük gümüş sikke.
akçe
Eskiden para.
akide / akîde / عقيده
İnanç, akide.
(Arapça)
akide-i avam / akîde-i avâm
Geniş halk tabakasının akidesi, inancı.
akonitin
Kurtboğan denilen bir bitkiden çıkan zehirleyici bir madde.
(Fransızca)
alaybozan
Eskiden kullanılmış olan bir çeşit fitilli tüfek.
aleyhimürrıdvan / aleyhimürrıdvân
Allahü teâlânın rızâsı onların üzerine olsun veya Allahü teâlâ onlardan râzı olsun mânâsına duâ ve hürmet ifâdesi. İkiden fazla Eshâb-ı kirâmın ismi anıldığında, işitildiğinde ve yazıldığında söylenir ve yazılır. Bir kişi için aleyhirrıdvân, iki kişi için aleyhimerrıdvân denir.
alicah / âlicah
(Ali-câh) Mevkii yüksek. Yüce mevkide bulunan.
(Farsça)
alizarin
Eskiden kök boyası denilen bitkiden çıkarılırken, şimdi kimya usulleriyle hazırlanan boya maddesi.
(Fransızca)
amalika
Çok eskiden Sina yarımadasında yaşadıkları sanılan ve gariplikleriyle şöhrete erişen bir kavim.
amelika
Eskiden Sîna yarımadasında yaşamış olan bir kavim.
amin alayı
Eskiden çocukların ilk okula başladığı gün yapılan merasim.
antika
Eskiden kalma kıymetli eser.
aseli / aselî
Bal gibi sarı renkte olan.
Yahudilerin ayırdedilmek için, omuzbaşlarına taktıkları sarı kumaş parçası.
Eskiden kullanılan bir kumaş çeşidi.
ashab-ı meş'eme / ashâb-ı meş'eme
Uğursuz, kötü, dine muhalif olanlar.
Solak, sol tarafta, alçak mevkide bulunanlar.
aşir
Onuncu.
Eskiden öşür toplayan vergi memuru.
asr
(Asır) Bir devrelik zaman.
İkindi vakti.
Zamanın bir cüz'ü.
Konuşan kimselerin başkaları ile beraber yaşadığı müddet.
Yüz yıl.
Eskiden bazılarınca kırk, elli veya altmış yıllık müddet.
İnsanın ortalama yaşayış zamanı.
Gece ve gündüzden
ast
Alt.
Birinin emri altında olan kimse, mâdun.
Askerlikte rütbe veya kıdemce küçük olan asker.
ateş-i rumi / ateş-i rumî
Eskiden kullanılan bir silâh çeşitidir. Kara ve deniz muharebelerinde yangın çıkartmak için kullanılırdı.
ayinedar
Ayna tutan.
(Farsça)
Eskiden, bir büyük adamın giyinirken aynasını tutmakla vazifeli hizmetçi.
(Farsça)
Berber.
(Farsça)
azame
Eskiden, büyük görünmesi için kadınların bağladıkları arkalık.
bab-ı fetva / bâb-ı fetva
Eskiden şeyhülislamların oturduğu daire. Fetvalar burada verilirdi.
bac / bâc
Vergi.
(Farsça)
Kudretli hükümdarın zayıf olan hükümdardan aldığı vergi.
(Farsça)
Eskiden halktan alınan öşür veya haraç ve gümrük vergisi.
(Farsça)
Renk.
(Farsça)
Çeşit.
(Farsça)
bade-i ikbal / bâde-i ikbal
İkbal şarabı. Yüksek mevkide bulunmanın verdiği geçici neşe ve keyif.
balgam
Solunum yolları tarafından salgılanan ve ağızdan dışarı atılan sümük, irin ve kan karışımı maddedir.
Eskiden bedende bulunduğu sanılan dört unsurdan biri.
başmak
Eskiden kullanılan bir çeşit ayakkabı.
batman
Eskiden kullanılan ve 8 kiloluk ağırlığa karşılık gelen bir ölçü birimi.
battaliye
(Battal. dan) Eskiden, işi bitmiş olan resmi kağıtların konduğu torbaya denirdi.
bayiiyye / bâyiiyye
Eskiden pazar kurulan yerlere gönderilen mevad ve eşyadan gümrük ihtisab vergisinin haricinde alınan ikinci vergi.
bazirgan / bazirgân
Eskiden Musevi tüccarlar hakkında kullanılan bir tabirdi.
bedel-i nakdi / bedel-i nakdî
Eskiden fiili askerlik hizmeti yerine belli bir miktarda para verilmesi usülü idi.
begter
Eskiden kullanılan zırhlı elbise.
(Farsça)
behram
Eskiden bir İran padişahının adı.
(Farsça)
Bir pehlivan ismi.
(Farsça)
Merih yıldızı.
(Farsça)
berevat / berevât
(Tekili: Berat) Eskiden bir kimseye nişan, rütbe veya imtiyaz verildiğini bildiren fermanlar.
bersabık / bersâbık / برسابق
Eskiden olduğu gibi.
(Farsça - Arapça)
beşir
Müjdeci, iyi haber getiren,güleryüzlü.
Hıristiyan Araplar'da İncil yazan veya hıristiyanlık akidelerini telkin eden kimse.
Peygamberimizin bir vasfı.
beyt-i atik
Kâbe-i Muazzama. (Çok eskiden beri Cenab-ı Hak tarafından her türlü tehlikelerden korunduğu ve kurtarıldığı ve hiçbir kimsenin ona mâlik olmayıp aslının hür olduğundan kinaye olarak bu isim verilmiştir.)
beyt-ül makdis
Mukaddes ev. Beyt-ül Mukaddes de denir. Çok eskiden Peygamberlerin inşâ ettikleri kudsî mâbet. Bir ismi de Mescid-ül Aksâdır.
İnsanın, Cenab-ı Hak'tan başka kimse ile tatmin olmayan kalbine de aynı isim verilir.
bıd'
(Bıd'a) Geceden bir kısım.
Üçten ona ve onikiden yirmiye varana kadar olan sayılar.
Cima, nikah.
bid'
Birden dokuza kadar veya üçten ona; yahut da onikiden yirmiye kadar olan sayılar. Birkaç.
Gecenin bir kısmı.
bidayet mahkemesi
Bu tâbir eskiden Asliye Mahkemeleri için kullanılırdı.
bilad-ı selase / bilâd-ı selâse
Eskiden İstanbul, Edirne ve Bursa'nın üçüne birden verilen isim.
burc
Muayyen bir şekil ve sûrete benzeyen sâbit yıldız kümesi.
Tek hisar kule, kale çıkıntısı.
Dünyaya göre güneşin döndüğü yerin onikide bir kadarı.
burjuva
Orta halli olup, ne çok zengin ve ne de çok fakir olan halk. Eskiden Avrupa'da köylü ve asilzade olmayıp şehirde yaşayan halka denirdi. Kendi başına işi ve malı olan, ücretle çalışmayan, ferde bağlı iş hayatını güden sınıftan olan.
(Fransızca)
cabi / câbi
(Cibâyet. den) Eskiden Evkaf gelirlerini ve zekâtları toplayan tahsildar.
caize / câize
(Cevaz. dan) (Çoğulu: Cevaiz) Azık, yol yiyeceği.
Hediye, armağan, bahşiş.
Edb: Eskiden takdim olunan medhiyeli bir şiire veya bir san'at eserine karşılık olarak verilen para, hediye ve bahşişler.
Armağan, övücü şiirleri için eskiden şairlere devlet büyükleri veya aşiret büyükleri tarafından verilen para veya mal.
canbaz
(Çoğulu: Canbazan) Can ile oynayan, canını tehlikeye koyan, canbaz.
Hayvan alış-verişi ile uğraşan kimse.
Aldatan, hilekâr, hile yapan.
Eskiden atlı fedai asker.
çelenk
Eskiden kadınların süs için başlarına taktıkları mücevher veya madenlerden yapılmış sorguç. Halka şeklinde çiçek veya yapraklı dal demeti. (Cenazelere çelenk göndermek İslâm âdeti değildir, israftır.)
(Farsça)
celvetiye
Eskiden mevcud bir tarikat ismi.
cem'
(Çoğulu: Cümu) Hurmanın iyi olmayanı. Farklı şeyleri bir yere getirmek mânasına mastar.
Az olarak cemaat için isim olur.
Toplama. Bir yere getirme, biriktirme. Yığma.
Gr: Arabçada (ve tesniye olmayan dillerde) ikiden çok olan şeylere delâlet eden kelime. (Kitabın başı
cem'iyyet
(Cemiyet) Topluluk, birlik. Hey'et.
Bir yere cem' olma.
Mânevi birlik teşkil eden cemaat.
Huk: Kazanç paylaşmaktan başka bir maksadla, ikiden ziyade şahsın ilim ve mâlumâtlarını ve faaliyetlerini devamlı bir şekilde birleştirmek suretiyle bir esas nizamnameye müstenid
cevher-dar / cevher-dâr
Elmaslı.
(Farsça)
Noktalı harf. Meselâ: Cim, şın harfleri gibi.
(Farsça)
Eskiden kullanılmış tüfeklerden birinin ismi.
(Farsça)
Siyah ve beyaz dalgalı, benekli kılıç.
(Farsça)
cilahik
Eskiden kemankere ile ve şimdi de tüfek ile atılan yuvarlak nesne.
cima' / cimâ' / جماع
Cinsel ilişki.
(Arapça)
Cimâ' etmek:
Cinsel ilişkide bulunmak.
(Arapça)
cürde askeri
Eskiden hacca giden kafilelerin muhafızlığını yapan asker.
dağıstan
Dağlık yer.
(Farsça)
Kafkasya'nın kuzeydoğusunda ve Hazer Denizi'nin batı kıyılarında bulunan bir bölgedir ki, eskiden buraya Albanya denirdi.
(Farsça)
define
Para veya altın gibi eskiden saklanmış şeylerin bulunduğu yer.
Kıymetli eşya. Kıymeti ve değeri yüksek olan şeyler veya kimse.
defterdar
Defter tutan. Devletin gelir ve masraflarını tutan vazifeli memur. Eskiden Maliye Nâzırı bu nam ile anılırdı. Bir vilayetin maliye işlerine bakan memur.
defterdarlık
Eskiden maliye bakanlığı.
Şimdi vilâyetlerin mali işlerine bakan daire.
derrace
Eskiden kullanılan bir çeşit harb âletidir ki, üstü sığır derisi ile örtülü olup, tekerlekleri içinde dönerdi.
Bisiklet.
deryaniye
Hörgücü ikiden fazla olan sığır nevi.
despot
yun. Rum piskoposu.
Eskiden Bizanslı ve Balkanlı derebeyi.
devletli
Eskiden vezir ve müşir gibi büyük rütbeli kimselere verilen bir ünvan.
(Farsça)
devletlü re'fetlü
Eskiden seraskerler için kullanılan ünvan.
dinar
Lât. Eskiden kullanılan altın ve sikkeli para.
Eskiden kullanılan bir para.
direm
(Dirhem) Eskiden kullanılan bir ağırlık ölçüsü. Şimdiki üç gram ağırlık. Okka denen eski ağırlık ölçüsünün (1/400) kadarıdır. Şer'an, orta büyüklükte yetmiş tane arpa ağırlığı.
(Farsça)
Eskiden kullanılan ve beş kuruş değerindeki gümüş para. Akça.
(Farsça)
dirhem
Eskiden kullanılan ve yaklaşık 3 gramlık ağırlığa karşılık gelen bir ölçü birimi.
div-came
Eskiden savaşlarda giyilen kaplan veya arslan postekisi.
(Farsça)
divan
Eskiden yaşamış şâirlerin şiirlerinin toplandığı kitap.
Büyük meclis. Büyük ve idâre işlerine bakan bilgili, nüfuzlu kimselerin toplandıkları yer.
diyar-ı rum
Eskiden Osmanlı ülkesindeki Anadolu.
(Farsça)
dolap
(Çoğulu: Devâlib) Kuyudan su çıkarıp bahçeleri sulamaya mahsus döner makine.
Her çeşit döner çark, çıkrık.
İçine eşya vesaire konulan raflı veya rafsız göz.
Eskiden selâmlık ile harem arasında eşya alıp vermeye mahsus döner dolap ki, veren ile alan birbirlerini görmez
dü-şah
Çatal ağaç.
(Farsça)
Tomruk.
(Farsça)
Eskiden suçlunun boynuna takılan çatal ağaç.
(Farsça)
duht-ender
Üvey kız.
(Farsça)
Eskiden kadın esirlerinin bir cinsi.
(Farsça)
duhuliye
Eskiden, satılmak üzere şehir ve kasabalara getirilen her cins ticaret malından alınan vergi.
Bir yere girmek için verilen para.
duka
Eskiden Avrupa'ca pek yüksek bir asalet ünvanı idi.
efendi
(Rumcadan) Sahib, mâlik, mevlâ. Ağa. Şer'î hâkim, kadı, molla. (Saygı ve nezâket mübalağası olarak kullanılır. Eskiden büyüklere ve şâyân-ı hürmet zâtlara Efendimiz denildiği gibi, her zaman için Hz. Peygamber Aleyhissalâtu Vesselâm'a da, mü'minler Efendimiz diyerek hürmet ve sevgilerini ifade ederl
ehl-i kalb ve iman
Kalp ve iman ehli olanlar, kalbiyle mânevî olarak terakkide bulunanlar.
ehl-i rum
Osmanlı. Eskiden Anadolu'da yaşayanların bir ismi. Çünkü: Osmanlılar Romalıların (Rumların) çok bulunduğu memleketlerini fethedip yerleştiler.
(Farsça)
ekselans
Eskiden bakanlar, elçiler ve cumhurbaşkanları için kullanılan bir ünvan.
(Fransızca)
emek-dar
Emeği geçmiş, kıdem ve mükafâta hak kazanmış memur, hizmetçi. Eski ve sadık hizmetçi.
(Farsça)
ermeni
Eskiden batı Asya'nın kuzey kısmında ve Avrupa'nın Asya'ya komşu olan bazı yerlerinde dağınık şekilde yaşayan bir milletti ki, İranlılar ve Romalılar tarafından birçok defa mağlub edilmeleri üzerine çeşitli yerlere dağılmışlardır. Ve bu dağılma sonucunda büyük şehirlere de yerleşerek san'at, kuyumcu
eser-i cedid
Eskiden imâl edilen kâğıt cinslerinden birinin adı idi.
etüd
İnceleme, tetkik etmek.
(Fransızca)
Musikide didaktik maksatla bestelenmiş eser.
(Fransızca)
ez-kadim
Eskiden, önceleri.
(Farsça)
fağfur
Yarı şeffaf Çin porseleni. Çok kıymetli porselenden yapılan yemek kabı. Çin yapısı.
Eskiden Çin İmparatoruna verilen isim.
fahamet
(Fehâmet) Büyüklük. Kadr ü şânı yüksek. (Eskiden büyük zatlara veya sadrazamlara karşı kullanılan hitab şekli idi. Fehametli Sultânım... gibi)
fermene
İşlemeli dar ve yuvarlak yanlı yelek.
Eskiden esnaf tabakasına mahsus elbise.
filvaki'
Vâki hâle göre. Vakide olduğu gibi.
fitil
Eskiden ağırlık ölçüsü olarak kullanılan dirhemin kesirlerinden biri. Dirhemin dörtte birine: denk; dengin dörtte birine: Kırat; Kıratın dörtte birine: Fitil denilir.
Eski Fitilli tüfeklerin namlusundaki baruta ateş vermek için kullanılan kükürtlü ip veya kaytan parçası.
Topa
fonograf
Eskiden seslerin kaydedilip dinlendiği cihaz.
foştına
Eskiden Tuna nehrinden istifade edenlerden alınan su resmi.
frenk sakalı
Eskiden frenkleri taklid suretiyle bırakılan sakal hakkında kullanılan bir tabirdi. Çeneye gelen kısım uzunca bırakılıp, yukarı tarafları kısa kesilen veya traş edilen sakal demektir.
fütüvvet / فتوت
Gençlik.
(Arapça)
Yiğitlik.
(Arapça)
Eskiden Anadolu'da kurulup gelişen esnaf teşkilatı.
(Arapça)
garnizon
Bir şehir veya müstahkem mevkideki birliklerin tamamı.
(Fransızca)
Askeri birliklerin bulunduğu şehir.
(Fransızca)
geçer akça
Rayiç para yerine kullanılır bir tabirdir. Bu tabir, eskiden halk arasında yapılan senetlerde, hükümet tarafından akdolunan mukavelelerde kullanılırdı.
(Türkçe)
gırajova ateşi
Tar: Eskiden kale müdafaalarında hücum edenlere karşı ve deniz savaşlarında düşman gemilerini tutuşturmak için kullanılan ve su ile sönmeyen bir cins ateş. Balmumu, kükürt, ispirto, kâfuru karmasından ibarettir. Bu ya doğrudan doğruya tutuşturulur veya buna batırılmış yuvarlak yün parçaları ateşlene
giyotin
Eskiden Fransa'da idam cezalarının infazı için kullanılan, kafa kesmeye yarar âlet.
(Fransızca)
gladyatör
Eskiden Roma sirklerinde vahşi hayvanlarla veya birbirleriyle boğuşan kimse.
gülle
Eskiden demirden, yuvarlak bir biçimde yapılırken, günümüzde çelikten silindir biçiminde, bir ucu sivri olarak yapılan top mermisi.
gümüş kozak
Tar: Eskiden hükümdarlara gönderilen nâme-i hümayunların konulduğu mahfaza. Nameler atlas keseye konur, sonra da kozaya geçirilirdi. Kozakların gümüşten yapılmış olanları olduğu gibi altundan, şimşirden de yapılanları vardı. Altundan olanlar imparatorlara, gümüşten olanlar da küçük devlet reislerine
haccac
Çok eskiden Irakta vâlilik yapan fakat, Hz. Resul-ü Ekremin (A.S.M.) soyundan gelenlere ve onlara taraftar olanlara çok zulmeden, haddini aşmış bir zâlimin ünvânı. Asıl ismi Yusuf bin Sakafi'dir. Haccac-ı Zâlim diye de anılır.
hacegan / hâcegân
(Tekili: Hâce) Hocalar.
(Farsça)
Eskiden yüzbaşı rütbesi karşılığında sivil rütbe.
(Farsça)
Bâb-ı Âli kalemleri efendilerinden hususi bir rütbe taşıyan adam.
(Farsça)
hacegan-ı divan-ı hümayun / hâcegân-ı divan-ı hümayun
Eskiden devlet dairelerindeki yazı işlerinin başında ve bir takım mühim memuriyetlerde bulunanlar hakkında kullanılan bir tâbirdi. İkinci Mahmud zamanında yenilikler yapılıp memuriyete mahsus rütbeler ihdas olunurken hâcegânlık da rütbe sayılmış ve bunlara ait nişanla, resmi günlerde giyecekleri elb
hacetaş / hâcetaş
Eskiden bir efendinin müteaddit kölelerinden her biri.
(Farsça)
hacib / hâcib
Perde.
Perdeci. Kapıcı.
Eskiden Osmanlı İmparatorluğu zamanında Devlet Reisinin en yakın me'muru. Vezirler veya âmirler.
Kaş.
hades
Yeni olmak. Eskiden olmayıp sonradan görülmek.
Taze. Yiğit. Genç.
Fık: Abdest almayı icabettiren hal. Bazı ibadetlerin yapılmasına mâni olan ve necaset-i hükmiye sayılan hal.
Pislik.
hafiziyyet / hafîziyyet
Muhafaza edicilik, koruyup esirgeyicilik.
Cenâb-ı Hakk'ın, bütün tohum ve çekideklerde olduğu gibi, bir mahlûkun başına gelecek vaziyetleri ve başından geçenleri muhafaza edici sıfatı. Cenab-ı Hakk'ın muhafaza ediciliği.
haftan
Eskiden savaşlarda zırh üzerine giyilen bir cins pamuklu elbise.
Kaftan.
halhal
Eskiden kadınların süs için ayaklarının topuklariyle baldırları arasına yani ayak bileklerine taktıkları altundan veya gümüşten yapılmış halka. Ayak bileziği.
harbe
Tar: Kısa mızrak tarzında bir nevi silâhın adıdır. Eskiden "Köylü" adı verilen yangın habercisinin taşıdığı ucu demirli değneğe de harbe denilirdi. Eski tüfekleri doldurmağa mahsus demirden yapılmış âlete de "tüfek harbisi" adı verilirdi.
harraka
Eskiden düşman gemilerini veya düşman şehirlerini ateşlemek için, yakıcı âletlerle donatılmış olan harp gemisi.
hasıraltı etmek
Ist: Unutmak, saklamak, gizlemek, terviç etmemek manasında kulanılan bir tâbirdir. Hasır, eskiden halı ve kilim yerinde kullanıldığı ve onun altında kalan şeyler unutulup gittiği için bu tâbir meydana gelmiştir.
haşmetmeab
Haşmetli, haşmet sahibi mânâlarına gelir ve eskiden padişahlara karşı hürmet bildirmek için kullanılırdı.
hatt
Sınır. Çizgi. Hudud.
Yazı. El yazısı.
Nâme. Mektup.
Gençlerde yeni çıkan bıyık veya sakal.
Çizgi gibi uzanan belirsiz hafif yol.
Deniz yalısı.
Gemilerin hareketteki istikameti.
Parmağın onikide biri olan bir ölçü.
Ferman, buyruk
hatt-ı şehriyari / hatt-ı şehriyarî
Tar: Padişahın yazısı manâsına gelen bir kelimedir. Eskiden padişahlar "hatt-ı hümayun" "hatt-ı şerif" adı verilen emirleri kendi el yazılarıyla yazdıkları gibi, başkalarına yazdırdıklarının başına da imzalarını koyarlardı. İşte bu türlü vesikalardaki padişahların el yazılarına "hatt-ı şehriyarî" de
havass-ı refia / havâss-ı refia
Tar: Eyüp Kadılığı eskiden Çatalca'ya kadar uzanır ve Çatalca'da kadının bir vekili bulunurdu. İkinci meşrutiyete kadar bütün mahkeme işleri, kadının tayin ettiği bir naib tarafından idare edilirdi. Meşrutiyet devrinde diğer kadılara yapıldığı gibi, Eyüp Kadılığına da maaş bağlandı. Şer'î ve nizamî
haydari / haydarî
Kahramanlık, cesurluk, yiğitlik. Arslanlık.
Eskiden bazı esnaf ve köylülerin giydikleri kolsuz aba, hırka.
hece vezni
Türklerin eskiden kullandıkları nazım âhengi ölçüsüdür ki, buna "parmak hesabı" da denir. Parmak hesabı, Türk edebiyatının başlangıcından XI. yy. a, yani Türklerin aruz veznini öğrenmelerine kadar Türk nazmının yegâne âhengi idi. Aruz vezni kabul edilmekle beraber, hece vezni terkedilmeyerek yine ha
heftan
Zırhın altına giyilen pamuklu elbise.
Üstten giyilen kürk biçiminde süslü elbise. Kaftan. (Eskiden ekseriyetle taltif için, büyük kimseler tarafından liyâkat sahiplerine giydirilir veya üstlerine atılırdı.)
helesaya çıkmak
Eskiden ramazanlarda iftardan sonra para toplamak için çocuklar tarafından teşkil edilen çalgılı heyetlere katılanlar tarafından nakarat makamında söylenen bir tabirdir. Dilenciliğin kibarcalarından sayılır.
helva sohbetleri
Eskiden kış mevsiminin başlıca eğlencelerinden biriydi. Bu eğlenceler, her sınıf halk arasında rağbetteydi. Devlet erkânı, vükelâ, zengin konak sahibleri ve orta halli halk kendi imkânları ölçüsünde helva sohbetleri düzenler, eş ve ahbabına ziyafetler verirdi. Vükelânın düzenlediği sohbetler tantana
hendesehane
Eskiden mühendis mektebi, teknik üniversitesi.
(Farsça)
Bayındırlık ve belediye gibi dairelerin mühendislere mahsus şubesi.
(Farsça)
heyamola
Eskiden ramazanlarda para toplamak gayesiyle mahalle çocukları tarafından teşkil edilen bir nevi dilenci alaylarında söylenen bir tâbirdir.
Eskiden gemiciler gemi demirini çekerken veyahut bir amele inşaatta ağır bir şey kaldırırken yahut da şahmerdanı yukarı çekerken kuvvetbirliğini
hişt
Eskiden kullanılan, kısa el mızrağına benzer bir savaş âleti. Daha ziyade Osmanlı ordularında bulunan bu silâh, özellikle hassa birliklerine verilirdi.
hitabet beratı
Eskiden vazifeli cami hatiblerine, hatibliğe tayin olduklarına dair verilen vesika. (Osmanlı İmparatorluğu zamanında yan zamanda halife olan padişahı temsil eden, cuma ve bayram hutbelerine çıkan bu hatiblere pek fazla ehemmiyet verilirdi. Hitabet beratı olmayan hatibler, cuma ve bayramlarda hutbe o
horos
Tar: Eskiden İstanbul'da ekmekçi, francalacı ve uncu değirmenlerinde mevcut üst ve alt taşlarının bulunduğu ve etrafından hayvanın döndüğü yere, esnaf arasında verilen addır.
humar
Sarhoşluk veren ve haram olan içkiden sonra gelen baş ağrısı.
Sersemlik.
Bir şeyin acısı burnundan gelmesi.
hünkar mahfili / hünkâr mahfili
Eskiden camilerde padişahlar için yapılmış olan yerler. Bu mahfiller camilerin zemininden yüksek olarak yapılır ve caminin iç kısmını görmek için kafes konulurdu. Bunun haricinde kafesin birkaç yerinde 20-30 cm. en ve boyunda açılabilir küçük pencereler de bulunurdu.
hurc
Meşinden veya çadır bezi gibi şeylerden yapılmış büyük heybe ve sandık. Meşinden yapılan bu heybe ve sandıklar arka taraflarındaki meşin kollarla hayvanların semerine bağlanır ve iki hurc bir hayvana yüklenirdi. Eski zamanın uzun yolculuklarında kullanılırdı. Eskiden İstanbulun meşhur yangınlarında
ibrikdar
Eskiden sarayda büyük devlet adamlarının konaklarında su döken ve leğen ibrik işlerine bakan kimse.
iç cebehane
Şimdiki askerî müzeye eskiden verilen addır. İç cebehâne tâbiri bilahare "Hazine-i esliha", Üçüncü Sultan Ahmed devrinde "Dâr-ül esliha", daha sonraları da "Harbiye ambarı" olarak değiştirilmiş, en sonunda "askerî müze" şeklini almıştır.
(Türkçe)
idadiye / îdâdiye
Hazırlamayla ilgili, eskiden lise seviyesindeki okul.
idare fitili
Eskiden geceleyin yatak odalarını aydınlatmak için zeytinyağı konmuş küçük bir tabağın içinde yakılan bir çeşit fitilin adıdır. Küçük petrol lâmbalarına da idâre denildiği için bunların fitillerine de bu ad verilir.
iffetli
(İffetlü) Namus, hayâ ve iffet sahibi kadın.
Doğru, rüşvet yemez, haram yemez, istikametli kimse.
Eskiden kadınlara yazılan mektub hitabı.
ihtinak-ı rahm / ihtinâk-ı rahm
Eskiden, rahmin tıkanmasından dolayı olduğu sanılan ve kadınlarda görülen asabî bir hal ve hastalık.
ihtisab
Hesab sorma, mes'uliyet.
İhtisab dâiresinin aldığı vergi.
Emr-i bilma'ruf nehy-i an-ilmünker vazifesi,
Ceza.
Eskiden belediye işlerine bakan memurun işi ve dâiresi.
ihtisab resmi
Eskiden belediye varidatı olarak damga, tartı, ölçü, panayır ve pazar vergisi adı altında alınan vergiler ile, hile yapan esnaftan alınan para cezalarının umumi adı.
ikrah-ı gayr-i mülci / ikrah-ı gayr-i mülcî
Huk: Eskiden döğme ve hapis gibi yalnız keder ve elemi icab ettiren şeylerle vuku bulan ikrah.
imam-ı gazali / imam-ı gazalî
Ahirete irtihâli Hi: 505 dir. "Hüccet-ül İslâm İmam-ı Muhammed Gazalî" diye anılır. O zamanın felsefesinin bâtıl akidelerini red ve cerh ederek Kur'anın eşsizliğini ve hakkaniyet ve mu'cizeliğini isbat etmiş pek çok eserler vermiştir. (K.S.)
imame / imâme
Eskiden müslümanların başlarına sardığı, bugün ise, sadece din görevlilerinin namaz kıldırırken ve dînî vazîfeleri yerine getirirken giydikleri başlık üzerine sarılan sarık.
Tesbîhin ucundaki uzun tâne.
imamevi
Eskiden kadınlara mahsus hapishane.
(Türkçe)
imaret kemeri
Eskiden medresenin en güçlü, kuvvetli, kıdemli ve sözü dinlenen talebesi hakkında kullanılır bir tabirdi. Ayrıca bu tabir, medrese talebelerinden iaşe işlerine bakmak üzere bir sene müddetle seçilenler hakkında da kullanılırdı. Bunlar, bellerine kemer taktıkları için bu isim verilmişti.
insaniyetkarane / insaniyetkârâne
İnsanlığa yaraşır şekide.
iplikhane
Eskiden suç işlemiş kimselerin hapsedilip çalıştırıldıkları yere verilen addır.
Gemilere lüzumlu halatlarla yelken bezini yapan eski bir deniz müessesenin adı idi.
irade-i seniyye
Padişahın, bir işin yapılması veya yapılmaması hakkında verdiği emir. İrade eskiden şifahî, yani ağızdan emir vermek, yahut kendi el yazısı ile yazmak suretiyle verilirdi. Sonradan iradeler mabeyn baş kâtibinin imzasını taşıyan yazılı kâğıtla bildirilmeğe başlamıştır.
Çok yüksek ve m
irbab
Bir yerde mukim olma. Bir mevkide devamlı olarak kalma.
işkampaviya
İtl. Harp gemilerinden asker naklinde kullanılan en büyük filika. İşkampaviya'lar sandal büyüklüğünde, yalnız ondan daha geniş ve yüksekti. Karaya asker sevkiyatında, gemiye erzak ve levâzım alınmasında kullanıldığı gibi eskiden donanmaya su alınacağı zaman su ile doldurulur, diğer bir filika yedeği
islambol
Eskiden İstanbul yerine kullanılan bir tabir idi. Ulema takımı yakın zamana kadar zarfların üzerine İstanbul yerine İslâmbol yazarlardı.
isneyniyyet
İkilik, ikiden ibaret olma.
ıspavli
Eskiden gemilerde kullanılan bir çeşit kalın sicim.
istibka-yi teveccühleri
Teveccühlerinizin sürüp gitmesi ve devamı... (Eskiden mektubların sonlarında kullanılırdı.)
ıtk
Azad edilmek. Hürlük. Esir veya köle olanın serbest edilmesi. Azad olmak.
Kerem ve hüsn-ü cemâl. Asâlet ve necâbet. Şeref, şan ve kıdem. Kuvvet.
ızbandut
Eskiden Rum korsanlarına verilen addır.
Haydut, yolkesen, şaki, eşkiya.
İri vücutlu, korkunç.
izinname
Eskiden bir nikâhın kıyılabilmesi için kadı tarafından verilen izin kâğıdı.
(Farsça)
izzetlu / izzetlû
Şeref ve itibar sahibi.
Eskiden belirli bir mevki ve rütbe sahiblerine verilen ünvan.
kabadayı
Mc: Cesur, kahraman, cengâver. Eskiden kabadayılar ağırbaşlı, fenalıktan kaçınır, iyiliği sever insanlar oldukları için muhitlerinde hürmet görürlerdi.
Kimseden korkmaz görünerek şuna buna meydan okuyan kimse, yiğit taslağı.
kademiyye
Ayak bastı parası.
Eskiden hükûmete ait bir davetiye veya emri tebliğ etmek için gönderilen memura, masrafları karşılığı olarak verilen ücret.
kadimen / kadîmen / قدیما
Eskiden beri. Kadim olarak.
Eskiden.
(Arapça)
kadimi / kadîmî
Eskiden beri var olan. Eski.
kahya / kâhya
Büyük konaklarda ev işlerini idare eden kimselerle san'at ve ticaret sahiplerinin işlerine bakmak üzere hükümet tarafından seçilen kimselere eskiden verilen addır.
kal'a
Kale. Eskiden yapılan büyük merkezlerin ve şehirlerin bulunduğu etrafı duvarlarla çevrili ve düşmanın hücumundan muhafaza edilen yüksek yerlerde inşa edilmiş yapı.
Çobanın çantası.
Hurma ağacının dibinden kesilen taze fidan.
kalemiyye
Eskiden kalemlerde yazı karşılığı olarak alınan para.
kalgay
Eskiden Kırım Hanlığı'nın veliahtlerine verilen ünvan.
kalita
ing. Eskiden kalyon cinsinden yük gemisi.
kavas
Eskiden vezirlerin maiyetlerinde kullandıkları silâhlı adamlar.
kema kane / kemâ kâne
Eskiden olduğu gibi, eski tarzda.
kemafissabık / kemâfissâbık / كما فى السابق
Eskiden olduğu gibi.
(Arapça)
kemakan / kemâkân / كماكان
Eskiden olduğu gibi.
(Arapça)
kemend
Eskiden idam için boyna geçirilen yağlı kayış.
(Farsça)
Uzakta bulunan herhangi bir nesneyi yakalayıp çekmek için üzerine atılan ucu ilmekli uzunca ip.
(Farsça)
Geyik ve benzeri hayvanların yuları.
(Farsça)
Güzelin saçı.
(Farsça)
kerkeç
Eskiden muhasara olunan kaleleri tazyik etmek ve top ve tüfekle dövmek için dışarısına yapılan kule ve tabyalar.
kıdem
Öncelik ve eskilik.
Evveli bulunmamak. Ezeli olmak.
Başkasından daha önce olmak. Zamanca daha evvelki olmak. Rütbece daha yüksek olmak.
Cenab-ı Hakkın "Kıdem" sıfatı, yâni; ebedî ve ezelî oluşu.
kıdemen
Kıdemce, kıdem yoluyla.
kılavuz
Yol gösteren, rehber.
Vapurlara yol gösteren.
Bazı hayvan katarlarının önüne düşüp, onları sevkeden hayvan.
Eskiden evlenme işlerine vasıtalık eden kadınlar.
Düşman hakkında mâlumât edinmek için ordu hizmetinde kullanılan kişiler.
Okçuluk müsabakaların
kisra / kisrâ
Eskiden İran hükümdarlarına verilen isim.
kıyas-ı mürekkeb
Man: İkiden fazla mukaddemeden mürekkeb kıyas.
kıyas-ı mürekkeb ve müteşa'ab
İkiden fazla mukaddemden (öncül) meydana gelen kıyas.
kıyye
Okka. Eskiden kullanılan bir ağırlık ölçüsü. Kıyye-i atika da denir. Şimdiki 1282 gram.
klasik
Çok eskiden yazıldığı hâlde değerini kaybetmeyen eser veya san'at eseri.
(Fransızca)
Âdet hâline gelmiş usul.
(Fransızca)
kolağası
Eskiden mevcud olan yüzbaşı ile binbaşı arasındaki rütbe.
(Türkçe)
kuddise sirruh
Daha çok Allahü teâlânın sevdiği kullar olan evliyâdan birinin ismi anılınca veya yazılınca, onun sırrı (içi) temiz ve mübârek olsun mânâsına söylenen veya yazılan duâ, hürmet ve saygı ifâdesi. İki kişi için "Kuddise Sirruhümâ" ikiden çok için "Kuddi se sirruhüm" denir.
kumanya
ing. Bir gemi içinde bulunan kimselerin beslenmeleri için gemiye doldurulan erzak. Gemi zahiresi.
Eskiden piyade kayığının arka kısmındaki dolapçık.
Gemi kileri. Geminin erzak koymağa mahsus yeri.
kus / kûs
Kös. Eskiden muharebelerde deve veya araba üstünde taşınarak çalınan büyük davul.
(Farsça)
kut'ül amare / kut-ül amare / كوتول امار
Kut'ül Amare ne demektir?
Yeni kurulan Osmanlı 6. Ordusu'nun Komutanlığı'na atanarak 5 Aralık'ta Bağdat'a varan Mareşal Colmar Freiherr von der Goltz Paşa'nın emriyle Irak ve Havalisi Komutanı Miralay (Albay) 'Sakallı' Nurettin Bey'in birlikleri 27 Aralık'ta Kut'u kuşattı. İngilizler Kut'u kurtarmak için General Aylmer komutasındaki kolorduyla hücuma geçti ancak, 6 Ocak 1916 tarihli Şeyh Saad Muharebesi'nde 4.000 askerini kaybederek geri çekildi. Bu muharebede 9. Kolordu Komutanı Miralay 'Sakallı' Nurettin Bey görevinden alındı ve yerine Enver Paşa'nın kendisinden bir yaş küçük olan amcası Mirliva Halil Paşa (Kut) getirildi.
İngiliz Ordusu, 13 Ocak 1916 tarihli Vadi Muharebesi'nde 1.600, 21 Ocak Hannah Muharebesi'nde 2.700 askeri kaybederek geri püskürtüldü. İngilizler mart başında tekrar taarruza geçti. 8 Mart 1916'da Sabis mevkiinde Miralay Ali İhsan Bey komutasındaki 13. Kolordu'ya hücum ettilerse de 3.500 asker kaybederek geri çekildiler. Bu yenilgiden dolayı General Aylmer azledilerek yerine General Gorringe getirildi.
Kut'ül Amare zaferinin önemi
Kût (kef ile) veya 1939’dan evvelki ismiyle Kûtülamâre, Irak’ta Dicle kenarında 375 bin nüfuslu bir şehir. Herkes onu, I. Cihan Harbinde İngilizlerle Türkler arasında cereyan eden muharebelerden tanır. Irak cephesindeki bu muharebeler, Çanakkale ile beraber Cihan Harbi’nde Türk tarafının yüz akı sayılır. Her ikisinde de güçlü düşmana karşı emsalsiz bir muvaffakiyet elde edilmiştir.
28 Nisan 1916’da General Townshend (1861-1924) kumandasındaki 13 bin kişilik İngiliz ve Hind askerlerinden müteşekkil tümenin bakiyesi, 143 günlük bir muhasaradan sonra Türklere teslim oldu. 7 ay evvel parlak bir şekilde başlayan Irak seferi, Basra’nın fethiyle ümit vermişti. Gereken destek verilmeden, tecrübeli asker Townshend’den Bağdad’a hücum etmesi istendi.
Bağdad Fatihi olmayı umarken, 888 km. yürüdükten sonra 25 Kasım 1915’de Bağdad’a 2 gün mesafede Selmanpak’da miralay Nureddin Bey kumandasındaki Türk ordusuna yenilip müstahkem kalesi bulunan Kût’a geri çekildi. 2-3 hafta sonra takviye geleceğini umuyordu. Büyük bir hata yaparak, şehirdeki 6000 Arabı dışarı çıkarmadı. Hem bunları beslemek zorunda kaldı; hem de bunlar Türklere casusluk yaptı.
Kût'a tramvayla asker sevkiyatı
İş uzayınca, 6. ordu kumandanı Mareşal Goltz, Nureddin Bey’in yerine Enver Paşa’nın 2 yaş küçük amcası Halil Paşa’yı tayin etti. Kût’u kurtarmak için Aligarbi’de tahkimat yapan General Aylmer üzerine yürüdü. Aylmer önce nisbî üstünlük kazandıysa da, taarruzu 9 Mart’ta Kût’un 10 km yakınında Ali İhsan Bey tarafından püskürtüldü.
Zamanla Kût’ta kıtlık baş gösterdi. Hergün vasati 8 İngiliz ve 28 Hindli ölüyordu. Hindliler, at eti yemeği reddediyordu. Hindistan’daki din adamlarından bunun için cevaz alındı. İngilizler şehri kurtarmak için büyük bir taarruza daha geçtiler. 22 Nisan’da bu da püskürtüldü. Kurtarma ümidi kırıldı. Goltz Paşa tifüsten öldü, Halil Paşa yerine geçti. Townshend, serbestçe Hindistan’a gitmesine izin verilmesi mukabilinde 1 milyon sterlin teklif etti. Reddedilince, cephaneliği yok ederek 281 subay ve 13 bin askerle teslim oldu. Kendisine hürmetkâr davranıldı. Adı ‘Lüks Esir’e çıktı. İstanbul’a gönderildi. Sonradan kendisine sahip çıkmayan memleketine küskün olarak ömrünü tamamladı.
Böylece Kûtülamâre’de 3 muharebe olmuştur. İngilizlerin kaybı, esirlerle beraber 40 bin; Türklerinki 24 bindir. Amerikan istiklâl harbinde bile 7000 esir veren İngiltere, bu hezimete çok içerledi. Az zaman sonra Bağdad’ı, ardından da Musul’u ele geçirip, kayıpları telafi ettiler. Kût zaferi, bunu bir sene geciktirmekten öte işe yaramadı.
Bu harbin kahramanlarından biri Halil Paşa, Enver Paşa’nın amcası olduğu için; diğer ikisi Nureddin ve Ali İhsan Paşalar ise cumhuriyet devrinde iktidar ile ters düştüğü için yakın tarih hafızasından ustaca silindi. 12 Eylül darbesinden sonra Ankara’da yaptırılan devlet mezarlığına da gömülmeyen yalnız bunlardır.
Binlerce insanın kaybedildiği savaş iyi bir şey değil. Bir savaşın yıldönümünün kutlanması ne kadar doğru, bu bir yana, Türk-İslâm tarihinde dönüm noktası olan çığır açmış nice hâdise ve zafer varken, önce Çanakkale, ardından da bir Kûtülamâre efsanesi inşa edilmesi dikkate değer. Kahramanları, yeni rejime muhalif olduğu için, Kûtülamâre yıllarca pek hatırlanmadı. Gerçi her ikisi de sonu ağır mağlubiyetle biten bir maçın, başındaki iki güzel gol gibidir; skora tesiri yoktur. Hüküm neticeye göre verilir sözü meşhurdur. Buna şaşılmaz, biz bir lokal harbden onlarca bayram, yüzlerce kurtuluş günü çıkarmış bir milletiz.
Neden böyle? Çünki bu ikisi, İttihatçıların yegâne zaferidir. Modernizmin tasavvur inşası böyle oluyor. Dini, hatta mezhebi kendi inşa edip, insanlara doğrusu budur dediği gibi; tarihi de kendisi tayin eder. Zihinlerde inşa edilen Yeni Osmanlı da, 1908 sonrasına aittir. İttihatçıların felâket yıllarını, gençlere ‘Osmanlı’ olarak sunar. Bu devrin okumuş yazmış takımı, itikadına bakılmadan, münevver, din âlimi olarak lanse eder. Böylece öncesi kolayca unutulur, unutturulur.
Müşir İbrahim Edhem Paşa’nın oğlu Sakallı Nureddin Paşa (1873-1932), sert bir askerdi. Irak’ta paşa oldu. Temmuz 1920’de Ankara’ya katıldı. Fakat karakterini bilen M. Kemal Paşa, kendisine aktif vazife vermek istemedi. Merkez kumandanı iken Samsun’daki Rumları iç mıntıkalara sürgün ettiği esnada çocuk, ihtiyar, kadın demeden katliâma uğramasına göz yumdu. Bu, milletlerarası mesele oldu. Yunanlılar, bu sebeple Samsun’u bombaladı. Nureddin Paşa azledildi; M. Kemal sayesinde muhakemeden kurtuldu. Sonradan Kürtlerin de iç kısımlara göçürülmesini müdafaa edecektir. Batı cephesinde, kendisinden kıdemsiz İsmet Bey’in maiyetinde vazife kabul etti. İzmir’e girdi. Bazı kaynaklarda İzmir’i ateşe verdiği yazar. I. ordu kumandanı olarak bulunduğu İzmit’te, Sultan Vahîdeddin’in maarif ve dahiliye vekili gazeteci Ali Kemal Bey’i, sivil giydirdiği askerlere linç ettirdi; padişaha da aynısını yapacağını söyledi. Ayağına ip takılarak yerlerde sürüklenen cesed, Lozan’a giden İsmet Paşa’nın göreceği şekilde yol kenarına kurulan bir darağacına asılarak teşhir edildi. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bir fedainin vursa kahraman olacağı bir insanı, vuruşma veya mahkeme kararı olmaksızın öldürmeyi cinayet olarak vasıflandırıp kınadı. M. Kemal’e gazi ve müşirlik unvanı verilmesine içerleyen Nureddin Paşa iyice muhalefet kanadına geçti. 1924’de Bursa’dan müstakil milletvekili seçildi. Asker olduğu gerekçesiyle seçim iptal edildi. İstifa edip, tekrar seçildi. Anayasa ve insan haklarına aykırılık cihetinden şapka kanununa muhalefet etti. Bu sebeple antikemalist kesimler tarafından kahraman olarak alkışlanır. Nutuk’ta da kendisine sayfalarca ağır ithamlarda bulunulur, ‘zaferin şerefine en az iştirake hakkı olanlardan biri’ diye anılır.
Halil Kut (1882-1957), Enver Paşa’yı İttihatçıların arasına sokan adamdır. Sultan Hamid’i tevkife memur idi. Askerî tecrübesi çete takibinden ibaretken Libya’da bulundu. Yeğeni harbiye nazırı olunca, İran içine harekâta memur edildi. Irak’taki muvaffakiyeti üzerine paşa oldu. Bakü’yü işgal etti. İttihatçı olduğu için tutuklanacakken, kaçıp Ankara hareketine katıldı. Rusya ile Ankara arasında aracılık yaptı. Sonra kendisinden şüphelenilince, Almanya’ya kaçtı. Zaferden sonra memlekete dönüp köşesine çekildi. Politikaya karışmadı.
Ali İhsan Sâbis (1882-1957), Sultan Hamid’i tahttan indiren Hareket Ordusu zâbitlerindendi. Çanakkale, Kafkasya’da bulundu. Irak’ta paşalığa terfi etti. İttihatçı olduğu için Malta’ya sürüldü. Kaçıp Ankara hareketine katıldı. I. batı cephesi kumandanı oldu. Cephe kumandanı İsmet Bey ile anlaşmadı; azledilip tekaüde sevkolundu. M. Kemal’e muhalif oldu. Nazileri öven yazılar yazdı. 1947’de devlet adamlarına yazdığı imzasız mektuplar sebebiyle 15 seneye mahkûm oldu. 1954’te DP’den milletvekili seçildi. Hatıraları, Nutuk’un antitezi gibidir.
lala
Osmanlı İmparatorluğu zamanında sadrazamlar hakkında "Atabek" karşılığı olarak kullanılan bir tâbir olduğu gibi, şehzâdelerin mürebbilerine de bu ad verilirdi.
(Farsça)
Saraya alınan acemilerin terbiyesine memur edilenler.
(Farsça)
Eskiden büyük memurlarla zenginler de çocuklarının terbiyesine
(Farsça)
lifam
Eskiden kadınların burun örtüsü.
lika / lîka
Eskiden mürekkep hokkalarına konulan ham ipek.
liva
Bayrak. Sancak.
Eskiden kazadan büyük, vilâyetten küçük yerleşme merkezlerine denirdi. Tugay.
Hz. Peygambere (A.S.M.) âit sancak.
maddiyunluk
Maddiyunların mesleği. Maddecilik. Hiçbir müsbet delile dayanmıyan ve sadece maddeye istinad eden ve ruhâniyatı ve mâneviyatı inkâr edenlerin bâtıl akideleri.
mah
(Meh) Senenin onikide birisi. Yirmisekiz, yirmidokuz, otuz veya otuzbir günlük zaman.
(Farsça)
Gökteki ay. Kamer.
(Farsça)
mahafil
(Tekili: Mahfil) Mahfiller.
Toplantı yerleri. Oturulup görüşülecek yerler.
Büyük câmilerde eskiden hükümdarlara veya müezzinlere ayrılmış ve etrafı parmaklıklarla çevrilmiş olan yerler.
mahfil
(Çoğulu: Mahâfil) Toplanılacak yer. Toplantı ve görüşme yeri.
Büyük câmilerde eskiden pâdişahlara veya müezzinlere ayrılmış olan etrâfı parmaklıklarla çevrilmiş yüksekçe yer.
mahfuk
Hafakanlı, ikide bir yüreği oynıyan.
makam
Durulacak yer.
Rütbeli yer.
Câh. Mesned. Mansab.
Musikide usul. Tempo.
makam-ı ali / makam-ı âlî
Yüce ve âli makam. Eskiden bu tabir, bakanlıklar hakkında kullanılırdı.
maktaa
Eskiden üzerinde kamış kalemin ucu kesilerek düzeltilen kemikten veyâ mâdenden yapılmış âlet.
malizme
Eskiden yirmi sayfadan meydana gelen cüz, broşür.
mancınık
Eskiden kale kuşatmalarında kalelere ağır taşlar fırlatmak için kullanılan savaş âleti.
Eskiden kale kuşatmalarında ağır taşlar fırlatmak için kullanılan, bir ucunda bir kepçe, öbür ucunda da bir karşı ağırlık bulunan kaldıraç biçiminde eski bir savaş âleti.
martulos
(Martoloz) Osmanlı Devletinin teşekkülü sıralarında ve yeniçeri teşkilâtından önce, Hristiyanlardan, ordunun geri hizmetlerinde çalışmış olan teşekküllerden biridir. Silâhlanmış kişi mânasında Rumca bir kelimedir.
Eskiden Tuna gemicileri, korsanı mânasında da kullanılmıştır.
mazgal
yun. Eskiden kale, hisar, sur veya şato duvarlarında açılan iç yanı geniş, dış yanı dar gözleme siperi.
me'sere
(Meâsir) Eskiden kalma güzel eser.
Cömertlik.
Güzel hareket ve fiil.
mecusi
Çok eskiden yaşamış, kulağı küçük olan birisinin adıdır. Ateşperestlik âyinine sebeb olduğundan "Ateşperestlere" bu isim verilmiştir.
Eski İran dini olan Mecusilikten olan kimse.
mefreş
Eskiden göç sırasında yatak ve şilte taşımada kullanılan meşinden veya çadır bezinden yapılmış harar.
megafir
(Tekili: Miğfer) Miğferler. Eskiden muharebelerde başa giyilen demir başlıklar.
meh
Ay. Kamer.
(Farsça)
Senenin onikide biri. Ay.
(Farsça)
mekaid
(Tekili: Mekide) Hileler, aldatmalar, düzenler, dalavereler.
mekare / mekâre
Eskiden kira ile tutulan yük hayvanı.
Tar: Osmanlı ordusunda taşıma işlerinde kullanılan hayvanlara verilen ad. (Mekâre denilen at, katır, deve gibi hayvanlar, harp zamanlarında halktan satın alınırdı. Bazen geçici bir zaman için, savaş bölgesindeki halktan hayvan toplanır ve belirli
mekayid / mekâyid
(Tekili: Mekide) Hileler, düzenler, aldatmalar.
memlukane / memlukâne
Köleye yakışır hâlde. Kölece.
(Farsça)
Eskiden çok defa bir büyüğe sunulan yazılarda, kendinden bahsederken kullanılırdı.
(Farsça)
mescid-i aksa / mescid-i aksâ
Kudüs'te çok eskiden gelen peygamberlerin (A.S.) yaptırdıkları mâbed.
mesfur
Yazılmış, adı geçmiş. (Bu tabir, eskiden daha ziyade hakaret görmesi icabeden aşağılık kimseler hakkında kullanılırdı.)
meşihat
Mürşidlik, şeyhlik.
Eskiden İstanbul'da din işlerini tedvir eden Osmanlı Devletinin Diyanet İşleri Dairesi.
metanet
Sağlamlık. Kavilik. Sözünden ve kararından dönmemeklik. İnsanın, fikrinde sabır, azminde kavi ve akidesinde rüsuh sahibi olması. (Mukabili zaaf'dır) (Hak, iman ve İslâmiyet uğrunda metanet göstermek, çok kıymetli bir seciyyedir.)
meydan dayağı
Eskiden askeri mekteblerle kışlalarda tatbik edilen cezalardan biridir. Meydanda tatbik edildiği için bu adı almıştır. Arkadaşını yaralamak, hoca ve zâbitine hakarette bulunmak gibi büyük kabahatlerden dolayı verilen bu dayak cezası, saf saf dizilen bütün talebelerin; asker ise kışladaki askerlerin
mezniyye
Zorla cinsî ilişkide bulunulan kadın.
mikdam
(Çoğulu: Makadim) Çok ayaklı.
Kıdemli.
Çok çabalayıp uğraşan. Fazlaca gayret sarfedip ikdâm eden.
mikleb
Eskiden ciltlenen kitapların sol tarafındaki fazlalık parçanın adı.
milka
Eskiden mürekkep hokkalarına konulan ham iplik.
min-el kadim
Çok evvelden. Eskiden beri.
minelkadim / من القدیم
Eskiden beri.
(Arapça)
misket
Alaybozan tüfeği. Patlayan bombadan etrafa sıçrayarak tahribe, yaralanmaya ve ölüme vesile olan sert parça. Eskiden kullanılmış geniş çaplı bir silâh.
(Fransızca)
Güzel kokulu meyve. (Elma, üzüm vs.)
(Fransızca)
molla
Eskiden büyük âlimlere verilen isim.
Büyük kadı.
Efendi, hoca, Medrese talebesi.
Eskiden büyük âlimlere verilen isim.
mubassır
Gözetici, bekleyici, bakıcı.
Eskiden gümrüklerde muhafaza memuru ve mektebte talebenin inzibatına bakan memur.
mücevveze
Eskiden başa giyilen resmi kavuk.
müfadat-ı üsera / müfadat-ı üserâ
Eskiden muhârib iki kavmin karşılıklı olarak esirlerini değişmeleri.
muhaddisin / muhaddisîn
Hadis ilmiyle uğraşan eskiden gelmiş büyük ve kâmil zâtlar. Peygamberimizin (A.S.M.) sözünü işiterek bildirenler.
muhdes
İhdas edilmiş. Sonradan meydana gelmiş, eskiden olmayan.
İlm-i Hâlde: Şer'î temizliği gitmiş, abdest veya guslü lâzım gelmiş olan.
mührdar
Eskiden bir bakanlık veya dairenin resmi mührünü kullanmakla görevli olan kimseye verilen ad. Hususi kalem müdürü.
(Farsça)
muhtesib
Eskiden İslâm devletlerinde iyiliği emredip, kötülüğü yasaklayan, engel olan ve cemiyette güzel ahlâk ve fazîletlerin korunmasına ve dînî hükümlerin uygulanmasına, çarşı ve pazarların düzenine bakmakla vazîfeli, ilim, fazîlet ve kuvvet sâhibi kimse.
muhzır
(Huzur. dan) Eskiden şeriat mahkemelerinde mübâşir hizmetini gören kimse. Alâkalı kimseleri mahkemeye çağırmaya memur kişi.
mukaddema
Önce. Evvelce. Eskiden. Bundan evvel.
mukaddim
(Kıdem. den) Takdim eden. Sunan. Öne, ileriye geçiren. Öne koyan.
Cür'etli çeri kimse.
Gözün pınarı, ("mukdim-ül ayn" da derler.)
mülazım
Bir kimseye bağlı gibi olan.
Maaşsız acemilik hizmeti.
İlmiyyede: Medrese tahsilini bitirip icazet alan. Stajyer.
Eskiden askerlikte yüzbaşıdan aşağı rütbelerin derecesi, ünvanı.
müstakdim
(Kıdem. den) İleride ve önde bulunan. İstikdam eden.
(Kadem. den) Çok ayaklı olan.
mutasarrıf
Tasarruf hakkı ve salâhiyyeti olan. Tasarruf eden. Bir işi kendi isteğine göre idâre eden. Bir malın sahibi.
Eskiden, vilâyetten küçük olan Sancağın en büyük idâre âmiri.
mütekaddimin / mütekaddimîn
Evvelkiler, geçmiştekiler.
Eskiden gelmiş İslâm allâmeleri.
müvakkit
Eskiden İslâm devletlerinde namaz vakitlerini ve bunlarla ilgili âletleri kullanan, tâmirini ve ayarını yapan vazîfeli kimse.
müzekki
(Zekâ. dan) Temizleyen, ıslâh eden, tezkiye eden.
Huk: Şâhitleri gizli olarak tezkiye eden kimse. Eskiden hâkimler, şâhit olarak gösterilen kişilerin iyi kimse olup olmadıklarını, şehadetlerinin kabul olunabilip olunamıyacağını icab eden kimselerden sorarlar, haklarında; "İyidir" den
na'ra
(Çoğulu: Na'rât) Yüksek sesle uzun uzun bağırma.
Tar: Eskiden yangına giderken ve dönerken kalabalık caddelerde, geçitlerde, dönemeçlerde, meydanlarda tulumbacıların içlerinden "naracı" adı verilen birinin bağırması yerinde kullanılır bir tâbirdir. Nâra atmakla yangın münasebetiyle s
nahil
Hurma ağaçları, hurmalık.
Hurma ağacı.
Balmumundan yapılan ağaç, yapraklı dal ve yemiş taklidi işlere denir ki, sathı altın ve gümüş yapraklarla süslenerek, eskiden gelin giderken önünde alayla götürülür ve gelin odalarına süs olarak konurdu.
namazgah / namazgâh
Namaz kılınan yer. İbadetgâh. Eskiden şehir dışında, kırda ve sed üzerinde mihrab konulmak suretiyle namaz kılınmak için yapılan yere verilen addır.
Bir kasabanın bütün halkını bir arada bulunduran geniş sahaya da bu ad verilirdi. Bayramlarda ve fevkalâde günlerde kasaba ve civar köy
nass
Kat'ilik, kesinlik, açıklık. Te'vile ihtimali olmayan söz veya delil.
Kur'ân-ı Kerim veya Hadis-i Şerifde bir iş ve mes'ele hakkında olan açıklık ve bu şekilde açık olan kelâm ve âyet. Akide.
Bir haberi kimden aldığını söyleyerek, en nihayet o haberi ilk söyleyene kadar nakle
nassiye
(yun: Dogmatizm) Fls: Bir görüşün doğruluğuna peşin olarak inanan ve bu inanışlarını tenkide tabi tutmayanların düşünüş tarzı. Son heceleri .. izm ile biten görüşler, taraftarlarınca peşin olarak kabul edildiklerinden birer dogmatik görüş örneğidir. Meselâ; komünizm, materyalizm, darvinizim, birer d
neva
Ahenk, ses, güzel sadâ, nağme, avaz.
(Farsça)
Musikide bir makam ismi.
(Farsça)
İntizamlı hâl.
(Farsça)
Azık, zahire, rızık.
(Farsça)
nihavend
İran'ın batı tarafında meşhur bir şehir adı.
Musikide bir makam.
okıyye
Okka; eskiden kullanılan 1282 gr.'lık bir ağırlık birimi, dört yüz dirhem.
Eskiden kullanılan bir ağırlık birimi, dörtyüz dirhem.
okiyye
(Veya hemzenin hazfı ile "Vekiyye") Eskiden kullanılan bir ağırlık ölçüsü. Yerlere ve muhitlere göre değişir. Dörtyüz dirhem ağırlık. Yedi miskal veya kırk dirhem ağırlık. Şer'an kırk dirhem kabul edilmiş. En tanınmışı dörtyüz dirhemdir.
okka
Eskiden kullanılan bir ağırlık ölçüsü. Dörtyüz direm ağırlık. Okiyye.
(Türkçe)
ömer hayyam
Çadırcı Ömer mânâsında olan bu kelime, İran'ın meşhur hayâlperest ve içkiden çok bahseden bir şâirinin adıdır.
paravan
İtl. Eskiden haremle selâmlığı ayıran ve şimdi de ilk bakışta görülmesi caiz olmıyan yerleri örten perdeler.
Daha ziyade kapıların dışına veya içine konan, katlanır, taşınır tenteneli perde.
Gizleme vasıtası.
pençe
El ayası ile beş parmağın tamamı.
(Farsça)
Hayvanların ön ayaklarının parmaklarıyla tırnakları.
(Farsça)
Eskiden Şark hükümdarlarının imza yerine ellerini kırmızı boyaya sürüp, kâğıdın üstüne basmalarıyla olan şekil, tuğra.
(Farsça)
Mc: Kuvvet. Savlet, satvet.
(Farsça)
piyade
Narin yapılı bir çeşit kayık adıdır. Eskiden ekseriyetle İstanbul ve civarında kullanılan bu kayıklar, pek makbul gezinti vasıtası idi.
Ask: Orduda tüfekle teçhiz edilmiş olan ve muharip sınıfların asli unsuru bulunan efrada da bu ad verilir. Yaya askeri.
Yaya.
pranga
İng. Eskiden ağır cezalı mahkûmların ayaklarına takılan kalın zincir.
Halkalarıyla beraber iki okka yüz dirhem ağırlığındaki demire verilen addır.
Umumi hapishanelerde, hapishanenin iç nizamını bozan ve taşkınlık gösteren mahkûmların ayaklarına da pranga vurulurdu.
radıyallahü anh
Daha çok Eshâb-ı kirâmdan birinin ismi anıldığı veya yazıldığı zaman söylenen ve yazılan "Allahü teâlâ ondan râzı olsun" mânâsına duâ, hürmet ve saygı ifâdesi. İki kişi için Radıyallahü anhümâ, ikiden fazlası için Radıyallahü anhüm denir.
radıyallahü teala anha / radıyallahü teâlâ anhâ
Hanım sahâbîlerden birinin ismi anılınca veya yazılınca söylenen "Allahü teâlâ ondan râzı olsun" mânâsına duâ, hürmet ve saygı ifâdesi. İki hanım sahâbî için (Radıyallahü teâlâ anhümâ" ve ikiden çok için "Radıyallahü anhünne" denir.
rafıza
Şii fırkalarından bir tâife. Hak mezhepten ayrılmış, namazsız, itikadı bozuk kimse.
Asker kaçağı güruhu.
Düstur, akide ve nizam kabul edilen esaslardan ayrılanlar.
rasime
Âdet. Eskiden kalma âdet.
ratl
(Ratıl) Eskiden kullanılan sıvı ölçüsü olup bâzı yerlerde yüzotuz dirhem sayılmıştır. Bâzen oniki kıyyedir. Kıyye kırk dirhemdir.
re'fetlü
Eskiden kumandanlara, serdarlara mahsus resmi ünvan.
reis-ül küttab
Eskiden Hâriciye Nâzırı, Dışişleri Bakanı.
rumi / rûmî
Eskiden Osmanlılarda kullanılan güneş esasına dayalı takvim.
rüşdiye
Eskiden orta tahsil derecesindeki mektep.
Rüşde dair.
sabık / sâbık
Geçmiş. Önceki.
Zamanca veya rütbece ileride olan.
Eskiden işlenmiş suç.
sabıkta / sâbıkta
Eskiden, geçmişte.
sahh
(Sıhhat. den) Eskiden resmi yazılara konulan ve "doğrudur, yanlışsızdır" mânasına gelen bir işâretti.
şeddad
Kâfir.
Çok eskiden Yemen'de Âd Kavminin hükümdarı Allah'a isyan ederek Cennet'e benzetmek iddiasiyle İrem bağını yaptırmış, bu bağdaki köşke girmeden kavmi ile yani taraftarlariyle birlikte gazaba uğramış, çarpılmış, yerin dibine geçmiştir.
selef
Eskiden olan, önce bulunmuş olan.
Yerine geçirilen.
Önde olmak, ileri geçmek.
(Self) Eskiden olan. Evvelce bulunmuş olan.
Yerine geçilen.
Önde olmak, ileri geçmek.
Eski adam.
semher
Eskiden süngü ağacı yapan bir kimsenin adı. (Ona nisbet edip "rumh-i semherî" derler.)
sene-i rumiye
Garp Milâdi takvimini yani Efrenci takvimini kabul etmemiş olan Şark Hristiyanları için 14 Ocak tarihinden başlayan ve eskiden 1 Mart tarihinde başlayan Rumi sene.
sera-perde
Saray perdesi. Eskiden harem dairesinin önüne çekilen büyük perde.
(Farsça)
Padişah çadırı, otağ.
(Farsça)
seray-dar
Eskiden büyük yerlerde yemek ve sofra işlerine bakan kimse.
(Farsça)
serdümen
Gemilerde baş dümenci, dümen kullanmakla vazifeli tayfa. Eskiden harp gemilerinde çavuştan yüksek bir rütbe.
serpaş
Gürz. Çomak.
(Farsça)
Eskiden muhârebelerde giyilen demir başlık.
(Farsça)
sıfat-ı selbiye / sıfât-ı selbiye
Cenab-ı Hakk'ın vahdaniyet, kıdem, beka, kıyam-ı binefsihi, muhalefetün-lilhavâdis gibi sıfatlarıdır. Mânalarında nefiy olduğu için "Selbî" denir. Meselâ: Vahdaniyet, çokluğun; kıdem, fâniliğin nefyi olduğu gibi.
sırkatibi
Eskiden hükümdarların yanlarında bulundurdukları hususi kâtib.
şişhane
(Aslı: Şeşhane) Eskiden kullanılan namlusu altı yivli tüfek.
İstanbul'da bir semt adı.
süha
Büyükayı yıldız kümesindeki en küçük yıldız; eskiden gözün keskinliği bu yıldızla denenirdi.
süveyda-ül kalb
(Sevâd-ül kalb, Sevdâ-ül kalb) Kalbin ortasında varlığı kabul edilen siyah nokta. Kalbdeki gizli günah. Buna Habbet-ül kalb, Esved-ül kalb de denir. Kalbdeki basiret mahalli diye bilinir. Eskiden bir kısım muhakkikler, kalbin mezkur mahalline; Mahall-i ulum-u diniyye demişler. Ekseriyyetle mahall-i
takaddüm
(Kıdem. den) Önde bulunma. İleri geçme.
Zaman veya mevki bakımından ileride olma.
takdim
(Kıdem. den) Arzetmek. Sunmak.
Küçük bir kimseyi yaş, amel, mevki ve takva itibariyle büyük bir kimse ile tanıştırmak.
Öne geçirmek, bir şeyi başka bir şeyden önde tutmak.
Bir büyüğün önüne geçip bir şey vermek.
teberzin
Eskiden harp âleti olarak kullanılan ve eyere asılan küçük savaş baltası.
(Farsça)
tecridhane
Eskiden dervişlerin dünya işlerinden ellerini çekip yalnız başlarına yaşadıkları oda, yalnızlık odası.
tehlil
İslâmiyetin tevhid akidesini hülâsa eden, ancak bir İlâh bulunduğunu, Onun da ancak ve ancak Allah (C.C.) olduğunu ifade eden "Lâilâhe illâllâh" sözünü tekrar etmek.
teslis
Üçleme. Hristiyanların sonradan uydurdukları ve dinlerinin esasında olmayan bir akidedir ki; bazılarının hâşâ, Cenab-ı Hakk Üçdür, bazıları da Üçü birdir diyerek, Allah'a şerik ve ortak tanımaları. Cenab-ı Hakk'ı Üç Unsurdur diye tevehhüm etmeleri. (Ekanim-i selâse de denir.)
teşrin
Eskiden yılın on ve onbirinci aylarına verilen ortak isim.
tilad
Köle, hayvan, mülk, mal gibi şeyler.
Kendi yanında eskiden beri mevcud olan ve yeni olmuş olan şey.
turan
Eski İranlılar tarafından Türkistan ve Tataristan taraflarına verilen isimdir. Turan, eskidenberi Türklerin oturduğu yerlere denirdi. "Türk" ile "Tur" kelimeleri arasındaki benzerlik de bu iki ismin bir asıldan ibaret olduğunu gösteriyor.
türk
Türkler, Asya'nın en büyük ve en meşhur milleti olup, Turan milletlerindendir. Türkler en evvel Sibirya ile Çin arasında olan Altın Dağı taraflarında yaşamışlar ve oradan defalarca güney ve batıya doğru yayılarak Çin'de ve Türkistan memleketlerinde fetihler yapmışlardır.Türkler eskiden beri iki şube
ula
Birinci, ilk, evvel.
Eskiden vezirlikten sonra gelen sivil rütbe.
velediyet akidesi
Hristiyanlıkta bir bâtıl akide.
Hıristiyanlıktaki, Hz. İsa'nın Allah'ın oğlu olduğu şeklindeki bâtıl akide, inanç.
verık
Çok eskiden kullanılan gümüş para. Kıymetli para.
vezir / vezîr / وزیر
Eskiden bakanlık görevini üstlenen kişi.
(Arapça)
vezne
Tartı. Terazi.
Tartı yeri. Eskiden altun ve gümüş paralar sayı ile olduğu gibi tartıyla da alınıp verildiği için bu tabir meydana gelmiştir. Para alınıp verilen yer mânasında da kullanılır. Devlet daireleri ile büyük müesseselerde para alıp veren memura Veznedar denir.
Barut
vişah
(Vüşâh) Eskiden kadınların mücevherlerle süsleyip boynundan ve koltukları altından bağladıkları enlice bez veya meşin parçası.
yekdest
Bir elli, tek elli.
(Farsça)
Bir çeşit, bir cins.
(Farsça)
Eskiden yapılmış bir çeşit rende.
(Farsça)
yörük
Eskiden göçebe olarak yaşayan Türk oymaklarından her birisi.
zaviye / zâviye
Eskiden büyük kervanların geçtiği ıssız yollarda veya köy ve kasabalarda; dînî ilimlerin, İslâm ahlâkının ve fen ilimlerinin öğretilmesi, yolcuların barınması maksadıyla kurulan yer; küçük tekke.
Tasavvufta bulunan kimselerin, ibâdet için çekildiği tenhâ yer.
zemin-kub
İkide bir ayağını yere vuran çengi, rakkase.
(Farsça)
Yer tepici olan at, deve, katır ve benzeri hayvanlar.
(Farsça)
zencir-bend
Zincire vurulmuş, zincirle bağlı mânasına gelir. Eskiden azılı katiller ve deliler, zincirle bağlandıkları için bu tâbir meydana gelmiştir.
(Farsça)
Edb: Her mısranın son kelimesi, bir sonra gelen mısraın ilk kelimesini teşkil etmek şekliyle meydana getirilen manzumelere verilen addır. Divan
(Farsça)
zenne
Kadın kısmı.
Eskiden orta oyununda kadın rolü yapan erkek sanatkârlar hakkında kullanılan bir tâbirdi. Eskiden kadınlar, oyunda rol alamadıkları için erkekler kadın kıyâfetine girer ve oyunda kadın rolü yaparlardı.
zerde
Safranla pişirilen bir çeşit pirinç tatlısı. Safran, sarı renge boyadığı için bu ad verilmiştir. Eskiden düğünlerde pişirilirdi.
(Farsça)
Safran.
(Farsça)
Yumurta sarısı.
(Farsça)
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
ram olmak
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
fadde
mi'za
menabit
kemal-i dikkat
averde
el-baisü
بالخ
ka'
baladest
zâp
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
Kide
Resas
hulv
kanla
sonra
Giris
İzel
amkı
Çinli
ELmas