Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
Kalin
ifadesini içeren
167
kelime bulundu...
abl
Kalın, büyük nesne.
Bükmek.
ağbiya / ağbiyâ / اغبيا
Kalın kafalılar.
(Arapça)
akb
Sakalın kaba ve sık olması.
akfen
Kulağı küçük ve kalın olan.
akmed
Ensesi uzun ve kalın olan kimse.
Uzun boylu.
aksab
(Tekili: Kusb) Kalın bağırsaklar.
aktivizm
Hakikatin, düşüncede kalmasından ziyade, hayat ve fiile intikalini ve bütün ilimlerin, cemiyetin gelişmesine hizmet etmesini isteyen ve böylece iradenin faaliyet ve tesirliliğini açıklayan felsefî bir meslek.
andezit
Yanardağ lâvlarının soğumuş kalıntısı.
arız / ârız
Sonradan olan şey. Bir şeyin zâtına ve hakikatına ait ve lâzım olmayıp başka bir varlıktan bazan vâki ve kaim olan. Takılan. Yapışan.
Bir şeyi arz ve takdim edici olan.
Kalın ve geniş bulut.
Ön dişlerin haricindeki onaltı dişin herbiri.
İnsanın yanağı.
atele
(Çoğulu: Utül) Rende.
Kalın ve büyük asâ.
Fârisi yayı.
Doğurmamış dişi deve.
ati
İnatçı, muannid. Kalın kafalı.
atmosfer
Dünyanın çevresini kuşatan 100 km. kalınlığında, çeşitli gazlardan meydana gelen gaz tabakası. Başka gök cisimlerini kuşatan gaz tabakalarına da atmosfer denir.
Bir yerdeki mânevi hava.
Basınç birimi. 0 derecede 76 cm. yükseklikteki bir civa sütununun 1 cm. karelik alan üzeri
azeret
Yetişip kuvvetlenme.
Kalınlaşma.
Ekinin yetişip tanelerinin çıkması.
ba'de harabi'l-basra
"Basra yıkıldıktan sonra" mânâsında olan ve bir iş için çok geç kalındığını ifade eden bir deyim.
bahz
Sıkıntılı olma, can sıkma.
Yük ağır gelip hayvanı çökertme.
Bir adamı çenesinden, sakalından tutup çekme.
bakaya / bakayâ
Kalıntılar.
bam
Dam.
Çatı.
Kubbe.
Kemer
Sakf.
Sabah vakti.
Telli sazlarda en kalın tel.
basur / bâsûr
(Çoğulu: Bevâsir) Tıb: Mayasıl. Kalın bağırsakta ve makadın etrafındaki siyah kan damarlarının şişmesi ve bazen iltihablanması sebebiyle, makadın içinde ve dışında meydana gelen memeler yüzünden makaddan kan ve cerahat gelmesi hastalığı.
behreme
Saç ve sakalın kınayla boyanması.
Çiçeğin göz alıcı ve câzib olan güzellik ve parlaklığı.
Hindlilerin ibadeti.
bekaya / bekâya / بقایا
Geriye kalanlar; kalıntılar.
(Arapça)
beladet
Ahmaklık, sersemlik, kalınkafalılık. Budalalık.
berced
Kalın kilim.
Halı.
bertam
Dudağı kalın adam.
beyin
Kafatasının en büyük kısmını kaplayan, kalınca ve dayanıklı üç zarla örtülmüş olan bir sinir merkezidir. Yumuşak ve beyazımsı bir kitle olan beyin, duygu ve bilgi merkezidir. Ak ve boz maddeden yapılmıştır ve iki yarım küre olarak yaratılmıştır. Yarım kürelerden birinde bir arıza sebebiyle bu merkez
(Türkçe)
beyniye
Tecvidde: Harfler okunurken sesin mükemmelen akıp akmama arasında olması, kalın ile yumuşak arası okunması. Bu durumda okunan harfler şunlardır: (Râ, mim, ayn, nun, lâm.)
bumbar
Koyun ve benzeri gibi hayvanların kalın bağırsağı.
(Farsça)
İçine kıyma, pirinç vs. doldurulmuş bağırsakla yapılan bir cins yemek.
(Farsça)
bürcüd
Arap elbiselerinden bir nevi kalın elbise.
ca'z
Yoğun, kalın nesne.
cahfel
Dudakları kalın olan kimse.
Asker.
Zenginlik.
calinos
(Kalinos) yun. İlk devirlerde yaşamış olan bir Yunan Filozofunun adı.
çarmıh
(Çar: Dört; Mıh: Çivi) Salib. Suçluyu haça germek için kurulmuş, haç şeklinde darağacı.
(Farsça)
Geminin direkleri başından aşağıya inen kalın ipler.
(Farsça)
cendere
yun. Tazyik. Baskı, basınç.
Dar dere, boğaz.
Kalın oklava.
Çamaşır ütülemeye mahsus iki ağaç üstüvaneden ibaret alet.
Mc: Sıkı ve dar yer.
cezl
Kalın odun. Tomruk.
Sağlam. Metin.
Güzel ve muhkem fikir.
Rekik olmayıp doğru ve dürüst olan söz veya kelime.
Kâmil, dirayet sahibi, akıllı ve olgun adam.
çilehane / çilehâne
Çile yeri; yalnız başına kalınan ve çile içinde ibadet edilen yer; hapishane.
cümmel
(Cümel) Harflerin, sayı kıymetine göre hesaplanması. Ebced.
Bir kaç urganın birleştirilmesinden meydana gelmiş olan çok kalın gemi halatı.
cünbuh
Kalın, uzun ve yüksek nesne.
Büyük bit.
cüzve
(Cezve-Cizve) (Çoğulu: Cezey-Cizey) Kalın ağaç parçası.
Ateş közü.
dahim
(Dahâmet. den) Yoğun ve fazla koyu olan. Kalın olan.
dahm
İri, büyük, kocaman, cüsseli, kalın.
dar-ül karar / dâr-ül karar
Kararlı surette kalınan, kıyametten sonraki yer. Cennet. Dâr-ül Beka.
dar-ül-beka / dâr-ül-bekâ
Ahiret, sonsuz kalınacak yer.
davudi / davudî
Hz. Davud'un (A.S.) sesini andıran kalın gür ses.
debkel
Bir araya toplanmış mal.
Derisi kalın, çirkin kimse.
dıham
(Tekili: Dahm) Kalın ve iri olan şeyler.
dirvas
Büyük deve.
Boynu kalın olan adam.
Arslan.
Köpek ve devenin sütü.
dü-muy
Saçına sakalına kır düşmüş adam.
(Farsça)
dürüşt / درشت
Katı, kalın, yağun.
(Farsça)
Kaba, sert.
(Farsça)
Kaba.
(Farsça)
İri.
(Farsça)
Kalın.
(Farsça)
dürüşti / dürüştî
Kabalık, sertlik, katılık, kalınlık, yoğunluk.
(Farsça)
ebedi haps-i münferit / ebedî haps-i münferit
Sonsuza kadar tek başına kalınacak olan hapis, hücre hapsi; Cehennem.
eblehiyyet
Ahmaklık, eblehlik, bönlük, salaklık, saflık, kalın kafalılık.
eblem
Kalın dudaklı adam.
edmas
Kaşlarının üç kısmı ince ve dipleri kalın; başının kılları ise az olan kimse.
em'a-i galiza / em'â-i galiza
Kalın bağırsaklar.
enbuh
Ziyade, çok, kalabalık.
(Farsça)
Çokluk, ziyadelik, cemaat, izdiham.
(Farsça)
Meclis, kurultay.
(Farsça)
Kalın, yoğun.
(Farsça)
Duvarın yıkılıp dökülmesi.
(Farsça)
enderi / enderî
Kalın ip, halat.
Şam yakınında bir köyün adı.
Bir dağ adı.
erkab
Boynu kalın olan adam veya arslan.
esmat
(Çoğulu: Sümut) Saçının ve sakalının karası beyazıyla karışıp ikisi beraber olmak.
favori
Sakalın kulak hizasından yanağa doğru inen kısmı.
(Fransızca)
Bir müsabakayı kazanacağı tahmin edilen şahıs, takım veya hayvan.
(Fransızca)
fedm
Ahmak, bön, kalın kafalı, budala.
Yaşamak.
Yaşlanmak, ihtiyarlamak.
Yorulmuş, sakil kimse.
firnas
(Çoğulu: Ferânis) Boynu kalın arslan.
Köylü reisi.
fistan
Kadınların bellerinden aşağı giydikleri geniş ve uzun elbise. Ayrıca Arnavutlarla Rumların, dizlerine kadar giydikleri kırmalı elbiseye de bu ad verilir.
Direklerin güverte ıskaçalarını sudan muhafaza için üzerine kalın bırandadan çevrilen kılıf.
gabavet / gabâvet / غباوت
Ahmaklık, anlayışsızlık, bönlük, kalın kafalılık. (Fıtnetin zıddı)
Anlayışsızlık, kalın kafalılık.
Bönlük, dangalaklık, kalınkafalılık.
(Arapça)
gabi / gabî / غبى
Bön, dangalak, kalınkafalı.
(Arapça)
gılaz
(Tekili: Galiz) Şedid. Sert. Kalın ve kaba şeyler.
gılzet / غلظت
Kabalık, sertlik.
Kalınlık, galizlik.
Yoğunluk.
(Arapça)
Kabalık.
(Arapça)
Kalınlık.
(Arapça)
göden
Kalın barsağın son kısmı.
gulaz
Kalın, kaba.
halat
Kalın ip, gemi ipi.
Kalın, sağlam ip.
halvetgah / halvetgâh / خلوتگاه
Başbaşa kalınacak yer.
(Arapça - Farsça)
halvethane / halvethâne / خَلْوَتْخَانَه
Çilehâne. Tasavvuf yolunda olgunlaşmak ve ilerlemek için belli bir müddet kendi hâlinde yalnız kalınan ve ibâdetle vakit geçirilen yer.
Yalnız kalınan yer.
Yalnız kalınan yer.
hanif / hanîf
İslâmdan önce eski dinlerin kalıntılarıyla kulluk eden kimse.
haşeb
Kereste imâlinde kullanılan kalın ve kuru ağaç.
haşib
Yoğun, kalın.
Tam düzelmemiş olan kılıç.
Süslü, zinetli.
haykan
Büyük ve kalın olan.
Kısa boylu bir kimsenin yürümesi.
Omuzunu oynatmak.
hayt
İp. Kalın ip.
İplik. Bağ.
İki şeyi birbirine bağlayan.
Dikiş dikmek.
Tanyeri ağarması.
hercan
Uzun ve kalın olan şey.
Hayvanın yab yab yürümesi.
hical
(Tekili: Hacle) Gerdekler, gelin odaları.
Çadır kapısına asılan kalın perde.
hilallemek / hilâllemek
Abdest alırken, el ve ayak parmakları ile sakalın ve kadınlarda sık saçların arasına ıslak parmaklarını sokarak hareket ettirmek.
hırka
Kalınca kumaştan yapılmış elbise.
hudumme
Kolları kalın olan.
Büyük emir.
hulb
Domuz kılı. Kalın kıl. Yele kılı.
Kıldan yapılmış kalem, kıl fırça.
hülb
Kıl fırça, kıl kalem.
Kalın kıl kuyruk, yele kılı.
hunat'e
Kalın, yassı nesne.
huntuf
Sakalını yolan.
huşam
Kalın burunlu.
Uzun dağ burnu.
huşkcan
Kalın kafalı, câhil kimse.
(Farsça)
husure
Yoğunluk, kalınlık. Sütün yoğurt olması.
irtiva'
Suya içerek kanma.
Tıb: Vücuttaki organ ve eklemlerin kuvvetlenip kalınlaşması.
işgerf
Dayanıklı, sağlam, kalın.
(Farsça)
Şan, nam, ün, şeref.
(Farsça)
ishan
Aslında kalınlık demek olan sihan ve sehânetten kalınlaştırmak demektir. Siklet de sehanetin lâzımı olmak itibariyle: "Falan kimseyi, hastalığı veya yarası ağırlaştırdı, yerinden kımıldatmaz etti." mânâsına "İshanehül maraz evilcerh" denilir. Harbde düşmanın esaslı kuvvetlerini iyiden iyiye vurarak,
ıspavli
Eskiden gemilerde kullanılan bir çeşit kalın sicim.
istebrak
İpekten mâmul ve sırma ile işlenmiş bir çeşit kumaş. Kalın ipek kumaş.
ıztırar vakti
Çaresizlik içinde kalındığı zaman dilimi.
ka'seb
Büyük karınlı, kalın.
ka'sere
Yoğun, sağlam, kalın, katı.
kabas
Ciğer hastalığı.
Yüksek ve kalın.
Hafiflik.
Neşat, sevinç.
kama
İki tarafı keskin, ucu sivri ve enli bıçak.
Duvara veya keresteye çakılan büyük tahta çivi.
Ağaç, kütük ve sâireyi yarmak için kullanılan ucu ince, arka tarafı kalın ağaç veya demir takoz.
kanef
Kulağın küçük ve kalın olması.
kashab
Kalın, yoğun, büyük.
kerşeb
Yaşlı, ihtiyar.
Hali kötü olan kimse.
Kalın ve uzun nesne.
Arslan.
Çok yiyen, obur.
kesafet
Sıkılık, tokluk.
Kalınlık, yoğunluk.
Saydam olmama.
Koyuluk.
Kalabalık.
Bulanıklık. Kir. Açık veya berrak olmamak.
Kalınlık, yoğunluk, kesiflik, koyuluk. Şeffaf olmamak.
kesif / kesîf / كثيف
Yoğun.
(Arapça)
Kalın.
(Arapça)
Koyu.
(Arapça)
kıls
(Çoğulu: Kulus) İftira etmek.
Atmak.
Liften yapılmış kalın ip.
Kusmak.
Kap dolup dökülmek.
kısved
Kuvvetli, boynu kalın olan kişi.
kunbul
(Çoğulu: Kanâbil) Kalın vücudlu kimse. Sinirli ve hiddetli olan.
30 ilâ 40 yaş arasındaki kimse.
At.
Bomba.
künde
Suçlu bir kimsenin ayaklarına geçirilen tomruk.
(Farsça)
Kalın ve yüksek ağaç.
(Farsça)
küpeşte
Geminin kenarlarındaki tahta siper.
Parmaklığın üzerindeki düz ve kalın tahta.
lahy
Sakalın bittiği yer.
lefc
(Lefce) Kalın dudak.
levha
Üzerinde yazı veya resim bulunan, duvara asılacak kâğıt.
Bir sayfanın üzerindeki kalın yazı.
lük
Kalın ve yoğun şey.
(Farsça)
Kırmızı boya.
(Farsça)
ma'zuliyet
Azledilme hâli. Açıkta kalınış.
mahbusiyet
Hapislik, mahbusluk. Hapis kalınan müddet.
mahya
Ramazan-ı şerîf ayında, geceleri çift minâre bulunan câmilerde iki minâre arasına gerilen ve halata (kalın ipe) asılarak kandillerle (lambalarla) yazılan yazı ve şekiller.
makarr-ı ebedi / makarr-ı ebedî
Sonsuza kadar kalınacak yer.
mear
Saç ve sakalın dökülmesi.
mebit
(Beyt. den) Geceleyin kalınacak yer. Geceliyecek yer.
mebyet
Geceliyecek yer. Gece vakti kalınacak yer.
mecfer
Beli kalın olan at.
merkuz / merkûz
Saplanmış, sabit kalınmış.
mesken-i ebedi / mesken-i ebedî
Sonsuza dek kalınacak yer.
mia-i galiz / miâ-i galiz
Kalınbağırsak.
mücessem
Cismi olan. Dış duygularımızla bilinip varlığından haberdar olduğumuz şey. Varlığı görünen. Cisimlenmiş olan. Bir şekli gösteren. Uzunluğu, genişliği ve kalınlığı olan cisim. Şekillenmiş.
muhlis
Saç ve sakalına kır düşmüş olan kimse.
mükelsem
Yuvarlak yüzlü.
Büyük, kalın.
muksa
Uzaklaştırılmış. Uzak kalınmış.
müksif
Kalınlaştırıcı.
Tortu çöktürücü.
mütehayyer
Hayrette kalınan şey, şaşılacak şey.
mütemaşşit
Saçını sakalını tarayan.
nakz
Bozmak. Çözmek. Kırmak.
Bir sözleşmeyi yok saymak.
Kalın bir şeridi çözüp dağıtmak.
Parmaklarda veya âzâda oynak yerler.
Kiriş.
Palan. Deri.
nehide
Kalın kaymak.
örs
Üzerinde demir gibi madenlerin dövüldüğü çelik yüzeyli, kalın ve bir tarafı sivri alet.
pala
Ağzı enli, ortasına doğru daha genişliyerek ucuna doğru daralmaya başlayan kalın, kısa ve ağır kılıç.
perde
Kapı, pencere gibi yerlere asılan veya iki yeri birbirinden ayıran, görünmeğe mâni olan şey.
(Farsça)
Mc: Irz, namus, iffet.
(Farsça)
Bir müzik parçasını meydana getiren seslerden herbirinin kalınlık veya incelik derecesi.
(Farsça)
Bir sahne eserinin büyük bölümlerinden her biri.
(Farsça)
Ekran,
(Farsça)
pest
Alçak, aşağı. Hafif, yavaş ses.
(Farsça)
Sesi galiz, kalın ve korkunç olan.
(Farsça)
pranga
İng. Eskiden ağır cezalı mahkûmların ayaklarına takılan kalın zincir.
Halkalarıyla beraber iki okka yüz dirhem ağırlığındaki demire verilen addır.
Umumi hapishanelerde, hapishanenin iç nizamını bozan ve taşkınlık gösteren mahkûmların ayaklarına da pranga vurulurdu.
sahin
(Sihan. dan) Sık.
Kalın, sıkı.
Katı, pek.
sakil
Ağır, can sıkıcı. Çirkin.
Gr: Ağır ve kalın okunur harf veya hece.
salif
Boynun genişliği, kalınlığı.
şefellec
Burun delikleri büyük, dudakları yumru kalın ve sarkık olan adam.
Ferci vasi avret.
sehanet
Kalınlık.
Sıklık.
Katılık, peklik.
sehin
Altı görünmeyen sık ve kalın nesne.
şerayin-i sübatiyye
Boynun iki tarafında olup kalbden gelen ve kafaya çıkan iki kalın atar damar.
sermele
Yemeği sakalına döküp ellerini bulaştıra bulaştıra yemek.
şernak
Göz kapağının ağır ve kalın olması.
Ekinin bir mertebe uzun olması.
setat
Sakalın hafif olması.
sihan
Kalınlık.
İçi boş zarf.
Soba borusu gibi bir şeyin kalınlığı.
Sımsıkı madde.
şirvaz
Yoğun, kalın ve büyük.
sitebr / ستبر
Kalın, kaba, yoğun.
(Farsça)
Kalın.
(Farsça)
Yoğun.
(Farsça)
Kaba.
(Farsça)
stratosfer
Atmosferin ortalama 30 km. kalınlığındaki ikinci tabakası.
(Fransızca)
sükut edilme / sükût edilme
Sessiz kalınma.
tağliz / tağlîz
Katılaştırma, kalınlaştırma, sertleştirme.
tahlil etmek / tahlîl etmek
Abdest alırken el ve ayak parmakları arasına sol, sakalın sarkan kısmının içine ise sağ elin yaş parmaklarını tarak gibi sokarak karıştırmak.
tarim
Kalın bulut.
Elleri ve ayakları kaba olan kimse.
tefhim
Ta'zim.
Bir şeyi kalınlaştırmak.
Tecvidde: Harfi kalın okumaktır. Harflerinin adına Müfahhim denir. Şunlardır: Hı, sad, dad, tı, zı, gayın, kaf, lem, rı, vav, elif. Huruf-u isti'lâda tefhim vâcibdir.
telcin
Davarın sütünü sağıp memesini boşaltmak.
Kalınlaştırmak.
temeşşut
(Muşt. dan) Saçını, sakalını tarama.
teşekkür
Yapılan iyilikten memnun kalındığını bildirmek için söylenen şükür ifadesi.
Şükür etmek.
Birisine karşı "Sağ ol, var ol, ömrüne bereket" gibi söylenen minnet sözleri.
tımtım
Kalın etli, cüsseli adam.
Dilinde pelteklik olan, kekeme.
urgan
Kalın ip.
üslub-u hakim / üslub-u hakîm
Edebî san'atlardan biridir. Sorulan bir suale, soranın halini nazara alarak başka bir sual gibi telâkki edip, ona göre cevab vermek demektir. Meselâ : Bazı Ashab Resulüllah'a (A.S.M.) hilâlin ince başlayıp, kalınlaşarak bedr şekline gelip, sonra yine başladığı şekle dönmesinin sebebini sordular. Bun
uzlethane / uzlethâne
Yalnız kalınan yer.
vahdet-gah / vahdet-gâh
Yalnız kalınacak yer.
(Farsça)
vehn
Gevşeklik, kuvvetsizlik.
Zayıf.
Gövdesi kalın ve kısa adam.
Gece yarısı. Gece yarısından bir saat sonraki zaman.
veter
Yayın çilesi. İp ve kiriş.
Bir kavsın iki ucu arasına çekilen doğru çizgi.
Kasları hareket ettiren kalın sinir.
visak
Kuvvetli, kalın bağ.
Yeminle söz vermeler. Muahedeler.
Peyman.
yelmek
(Çoğulu: Yelâmık) Kalın kaftan.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
Emzik
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
abada
şehin
veçhile
nirumend
bidh
Esrar
sofra-y
zerrecik
Der-akab
ekni
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
Kalin
göğüs
i'lam
Sedayi
aliye
Tanim
yonlendirmek
Tâb-ı
Pu
arm