LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Kain ifadesini içeren 346 kelime bulundu...

abd-i külli / abd-i küllî / عَبْدِ كُلِّي

  • Umum kâinatın ibadetlerini temsil eden kul.

abesiyyun

  • Kâinatın ve hâdiselerin başı boş, faydasız ve gayesiz, kendi kendine, Haliksız olduğuna inanmak isteyen bâtıl yoldaki felsefeciler. Zamanımızda Ekzistansializm "Varoluşculuk" adı altında yeniden ortaya çıkan bir varlık ve hayat felsefesidir. İki kola ayrılmıştır. Bunlardan uluhiyeti inkâr edenler, h

adatullah / âdâtullah

  • Allah'ın âdetleri, kâinata koyduğu kanunları.

adetullah / âdetullah

  • Allah'ın kâinatta uyguladığı kanun ve prensipler.
  • Allah'ın kâinatta câri olan usûl ve kanunu, sünneti.

afaki / afakî

  • Kâinat ve içindeki hâdiselere âid. Nefsin haricindeki âleme dair.
  • Kıymetsiz sözler ve meseleler. (Enfüsinin zıddı.) (Objektif)

akl-ı külli / akl-ı küllî

  • Kâinatta görülen umumi ahenk. Her şeyi kavrayan akıl.

aktar-ı afak / aktâr-ı âfâk

  • Dış dünyanın her tarafı, kâinatın her bir yanı.

aktar-ı kainat / aktâr-ı kâinat

  • Kâinatın her tarafı.

alem / âlem

  • Allahü teâlâdan başka her şey, Allahü teâlânın yarattığı şeylerin hepsi, kâinât, varlıklar.
  • Kâinat, dünya.
  • Bütün cihan. Kâinat.
  • Dünya.
  • Her şey.
  • Cemaat.
  • Halk.
  • Cemiyet. Dehr.
  • Hususi hal ve keyfiyet.
  • Bir güneş ile ona tâbi olan ve etrafında devreden seyyarelerin teşkil ettiği dâire.

alem-i cismaniyye / âlem-i cismaniyye

  • Maddî âlem, kâinat, dünya.

alem-i ekber / âlem-i ekber

  • En büyük âlem. Kâinat.

alem-i esir / âlem-i esir

  • Bütün kâinatı kapladığı farz edilen ince ve lâtif maddenin bulunduğu âlem.

alem-i imkan / âlem-i imkân

  • Kâinat; varlığı ile yokluğu eşit olan ve varlığı Allah'ın var etmesine bağlı olan âlem.

alem-i kebir / âlem-i kebîr

  • İnsandan başka bütün mahlûkât, kâinat ve içindekiler.

alem-i kevn / âlem-i kevn

  • Varlık âlemi. Kâinat.

alem-i melekut / âlem-i melekût

  • İlâhî hükümranlığın tam olarak tecellî ettiği, görünmeyen, kâinatın iç yüzü.

alem-i şuhud / âlem-i şuhud

  • Bilip keşfedilen, görür gibi bilinen âlem. Görünen âlem. Dünya. Kâinat.

allah

  • İnsanı, dünyayı, kâinatı, görülen veya görülemiyen bütün varlıkların yaratıcısı. Allah ezelidir; yani varlığının başlangıcı yoktur, çünki yaratılmamıştır ve varlığı devamlıdır, sonsuzdur. Hiç bir şey yokken o yine vardı. Allah'ın ilmi, kudreti ve iradesi ve diğer sıfatları da sonsuzdur. O herşeyi ve

apartman-ı ilahi / apartman-ı ilâhî

  • Allah'ın bir apartman gibi birbirini tamamlayıcı çeşitli sistemler tarzında yarattığı kâinat.

arş / عَرْشْ

  • Bağ çardağı.
  • Gölgelik.
  • Kürsü, taht, yüce makam. En yüksek gök. Allahın kudret ve saltanatının tecelli yeri. (Arş kâinatı kaplar. Allah'ın kudreti ve ilmi de herşeyi kaplar.)
  • Fevkiyyet, ulviyyet.
  • Arş-ı Alâ, Arş-ı Rahman, Arş-ı İlâhi, Arş-ı Yezdan, Felek-i Eflâk
  • Kâinatı kuşatan en yüksek âlem, bir şeyin en yüksek hududu.

arş-ı a'zam / عَرْشِ اَعْظَمْ

  • Kâinâtı kuşatan en yüksek âlem, bir şeyin en yüksek hududu.

arş-ı ilahi / arş-ı ilâhî

  • Cenâb-ı Hakkın büyüklük ve yüceliğinin tecelli ettiği yer (kâinatın egemenlik ve yönetim merkezi).

astronomi

  • yun. Kozmoğrafya. Gök ilmi. Felekiyat.Astronomi ilmi dünyanın birgün hareketinin duracağını; coğrafya, karaların alçalarak dünyanın sularla kaplanacağını, iklimin değişerek canlılar için yaşanmaz hâle geleceğini; fizik, güneşin birgün söneceğini, kâinattaki enerjinin artık kullanılamaz, işe yaramaz

atom

  • yun. Maddenin bölünemez en küçük parçası manasında eski çağ felsefesinde kullanılan bir tâbir, günümüze kadar gelmiş ve ilmî tabir olarak kalmıştır. Atom, maddenin bölünmez bir parçası değil, kendisi de daha küçük parçalardan yaratılmış çok küçük bir âlemdir. Dünyada, kâinatta ve atom âleminde hep a

ayat-ı kevniye / âyât-ı kevniye

  • Kâinatta yaratılan varlıkların Cenâb-ı Hakkın varlık ve birliğine olan işaretleri, delil oluşları.

ayat-ı kudret / âyât-ı kudret

  • Kudret âlemi olan kâinat belgeleri, delilleri.

ayat-ı tekviniye / âyât-ı tekvîniye

  • Kâinatta Allah'ın varlığına ve birliğine delil olan varlıklar.

ayine-i rahmet-i alem / âyine-i rahmet-i âlem

  • Kâinatı kuşatan İlâhî rahmeti yansıtan bir ayna.

bari'

  • Bir kalıptan döker gibi, düzgün, tertipli ve güzel yaratan. Aza ve cihâzatları birbirine mütenasip ve kâinattaki umumî nizama ve gayelere uygun ve münasebettar olarak halkeden Cenâb-ı Hak (C.C.)

basar

  • (Çoğulu: Ebsâr) Görme duygusu.
  • Kalble hissetme. Kalb gözü.
  • Gözün görmesi.
  • İdrak. Fikir.
  • İlm-i Kelâm'da: Kendi şânına lâyık bir vecih ile Cenab-ı Hakk'ın "görme sıfatı"dır. Kâinatta hiçbir şey O'nun görmesinden hâriçte kalamaz.

burhanü't-temanü / burhanü't-temânü

  • Kâinatta iki ilâh kabul edildiği takdirde, bunların birbirlerine engel olacakları ve dolayısıyla düzenin bozulacağından hareketle tevhide dair elde edilen delil.

cahil

  • Tecrübesiz. Bilgisiz. Genç. Toy.
  • Allah'ı unutmuş olan. Gafil. (Dünya ve kâinatta Allah'ın bunca eserleri sergilenip dururken bunların sanatkârını ve yaratıcısını tanımamak cahilliğin en akılsızcasıdır.)

çark

  • (Çarh-Çerh) Dönen pervaneli tekerlek. (Farsça)
  • Vapur, değirmen ve dolap çarkı. (Farsça)
  • Bir makinenin dönen tekerleği, çok zaman bu tekerlek makineyi çalıştırır. Her çeşit tekerlekli makine. (Farsça)
  • Dönerek işleyen âlet. (Farsça)
  • Koz: Birbiri içinde dönen feleklerden mürekkeb kâinat, felek, efl (Farsça)

cazibe-i umumiye-i kainat / cazibe-i umumiye-i kâinat

  • Kainatın her yerinde olan genel çekim özelliği.

cedavil-i ekvan / cedâvil-i ekvan

  • Kâinattaki cedveller, kanallar.

cemiyet-i kainat / cemiyet-i kâinat

  • Kâinat cemiyeti, dayanışma içinde olan kâinattaki tüm varlıklar.

cihan

  • Dünya, kâinat, âlem. (Farsça)

cismani kur'an-ı kebir / cismânî kur'ân-ı kebîr

  • Maddî yapı kazanmış büyük Kur'ân, kâinat kitabı.

daire-i afak / daire-i âfâk

  • Ufuklar dairesi. Çok geniş ve büyük dâire, kâinat.

daire-i azam-ı alem / daire-i âzam-ı âlem

  • Büyük kâinat dairesi.

daire-i imkan / daire-i imkân / dâire-i imkân

  • Kâinat. İmkân âlemi. Mükevvenat. Mümkün olan, şartların müsait olduğu âlem. (Daire-i mümkinat da aynı mânada kullanılır.)
  • Bir şeyin var veya yok olabilme ihtimallerini içine alan daire, kâinat.

daire-i imkani / daire-i imkânî

  • Birşeyin var veya yok olabilme ihtimallerini içine alan daire, kâinat.

daire-i tasarruf / dâire-i tasarruf

  • Dilediği gibi tasarruf etme, tedbir ve idare etme dâiresi, bütün yaratılmışlar dâiresi olan kâinat.

delail-i afakiye / delail-i âfâkiye / delâil-i âfâkiye

  • Afaka âit deliller. Kâinattaki deliller.
  • İnsanın kendi dışındaki deliller, kâinattaki deliller.

delil-i ihtirai / delil-i ihtirâî

  • Kâinatta her bir varlığın kendinden beklenen neticeleri yerine getirebilecek şekilde kabiliyetlerine göre en üst derecede yoktan yaratılması.

delil-i inayet

  • Allah'ın inâyetinin tecellisinden gelen ve kâinatta görülen hikmet ve maslahatlara uygun en mükemmel nizam ve tam esaslı san'at; ve kâinattaki eşyaların menfaat ve faydalarını bildiren âyetler, bu inâyet delilini gösteriyorlar.

din

  • Ceza, ivaz.
  • İman ve amel mevzuu olarak insanlara Cenab-ı Hak tarafından teklif olunan Hak ve hakikat kanunlarının hey'et-i mecmuasıdır. Din, kâinatın, dünyanın hayatın ve insanın yaratılış gayeleri ve var oluş şekillerini açıklıyarak, onları mânasızlıktan ve abesiyetten kurtarır. İns

düldül

  • Fahr-i Kâinat (A.S.M.) Efendimize mahsus bir katır ki, sonradan Hz. Ali (R.A.) Efendimize bahş buyurulmuştur.

eb'ad-ı vasia-i alem / eb'âd-ı vâsia-i âlem

  • Kâinatın geniş boyutları.

ecram-ı kainat / ecram-ı kâinat

  • Kâinattaki kütleler; cisimler.

ecza-yı kainat / ecza-yı kâinat

  • Kâinatın unsurları, kısımları.

eczahane-i kübra-yı alem / eczahane-i kübrâ-yı âlem

  • Büyük bir eczane olan âlem, kâinat.

eczahane-i rahmet-i alem / eczahane-i rahmet-i âlem

  • Kâinatı kuşatan İlâhî rahmetin bir neticesi olarak bütün mânevî hastalıkları tedavi edecek ilâçların bulunduğu eczahane.

ef'al-i ilahiye / ef'âl-i ilâhîye

  • Kâinattaki varlıkları ortaya çıkaran İlâhi fiiller.

ehl-i şuhud

  • Kâinatta tevhid delillerini aynen seyreden, İlâhi ve gizli sırlarını Hakkın izni ile gören şuhud ehli. Veli. (Farsça)
  • Görecek derecede kat'i kanaat sâhibi olan enbiyâ ve evliyalar. (Farsça)

enva-ı alem / envâ-ı âlem

  • Kâinataki nev'iler, türler; kâinatta bulunan çeşitli varlıklar.

enva-i kainat / enva-i kâinat

  • Kâinatın nev'ileri (türleri, sınıfları).

erkan-ı azime-i kainat / erkân-ı azîme-i kâinat

  • Kâinattaki büyük temel unsurlar, varlıklar.

erkan-ı kainat / erkân-ı kâinat

  • Kâinatı oluşturan temel unsurlar.

esbab-ı kainat / esbab-ı kâinat / esbâb-ı kâinat / اَسْبَابِ كَائِنَاتْ

  • Kâinattaki sebepler.
  • Kainattaki sebebler.

esir

  • Bütün kâinatta bulunan ve her tarafı kaplamış olan lâtif madde. Elektrik, ışık ve hararetin yayılmasına vasıtalık eden madde. Görülmeyen ve varlığı bütün ehl-i ilimce kabul edilen lâtif, rakik, elâstikiyeti hâiz seyyal madde.

esir maddesi

  • Kâinatı kapladığına inanılan ince madde.

esrar-ı kainat / esrar-ı kâinat

  • Kâinatın sırları.

ezan

  • Namaza dâvet ve vahdaniyet-i İlâhiyyeyi ve hakaik-ı İslâmiyyeyi âleme, kâinata ilân etmek için minare ve emsali mahallerde edilen nidâ. Kamet getirmek.
  • Bildirmek.

fabrika-i kainat / fabrika-i kâinat

  • Bir fabrikayı andıran kâinat, evren.

fahr-i cihan

  • Cihanın, kâinatın övünç kaynağı.

fahr-i kainat / fahr-i kâinat / fahr-i kâinât / فَخْرِ كَائِنَاتْ

  • Kâinatın kendisiyle övündüğü zât olan Peygamberimiz (a.s.m.).
  • Kâinatın övgüsü, şerefi; Hz. Peygamber (s.a.v.)
  • (Fahr-i Âlem, Zübde-i Kâinat, Seyyid-i Kâinat) Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) nâmları. Bütün âlemin kendisi ile şeref bulduğu, iftihar ettiği Hz. Muhammed (A.S.M.).
  • Kâinâtın kendisi ile övündüğü zât. Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselâm için kullanılan saygı ifâdesi.
  • Kâinâtın kendisi ile iftihâr ettiği.

fahrikainat / fahrikâinat

  • Kâinatın övüncü olan Peygamberimiz.

fahrü'l-alemin ve habib-i rabbü'l-alemin / fahrü'l-âlemîn ve habib-i rabbü'l-âlemîn

  • Kâinatın övgüsüne sahip ve Alemlerin Rabbinin sevgilisi, Muhammed (a.s.m.).

felsefe

  • Madde, hayat, yaratılış, kâinât, ruh, ölüm, ölüm sonrası gibi konularda insan gücünün akla dayanarak ortaya koyduğu düşünce ve görüşlerin tamâmı. Beğendiği düşüncelerini hakîkat olarak anlatmak, yaldızlı, heyecan verici laflarla inandırmaya çalışmak. Tecrübeye, hesâba dayanmayan şahsî düşünceler.

ferdiyet

  • Cenâb-ı Hakk'ın birliği. Vahdetle bütün kâinata birden tasarruf eden Allah'ın (C.C.) sıfatı.Ferdiyet mânası insanlara isnad edilirse: Sadece bir olup, benzeri dünyada bulunmayan kimsenin sıfatı olur. Sadece Kur'andan ders alarak irşadda bulunabilen büyük velilik. Hiçbir şahsı merci yapmadan doğrudan

feza / fezâ

  • Uzay; ucu bucağı bulunmayan boşluk, kâinatın sonsuz genişliği.

feza-yı kainat / feza-yı kâinât / فَضايِ كَائِنَاتْ

  • Kâinattaki uzay boşluğu.

fünun-u ekvan / fünun-u ekvân

  • Kâinata dair fenler. Âlemlere, vücudlara, keyfiyetlere dair olan fenler.

fünun-u kainat / fünun-u kâinat

  • Kâinatı inceleyen ilimler, fenler.

fünun-u kevniye

  • Kâinatla ilgili bütün ilimler.
  • Kevne (kâinattaki fizikî, kimyevî ve hayatî hâdiselere) dair fenler.

furkan-ı azam / furkan-ı âzam

  • Hakkı batıldan ayıran en büyük ve muazzam kitap, kâinat.

furkan-ı cismani / furkan-ı cismânî

  • Cisim haline gelmiş, hakkı batıldan ayıran Kur'ân gibi Allah'ı tanıttıran kâinat kitabı.

habir / habîr

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Her şeyin hakîkatini, kâinâtın, varlıkların, görünen ve görünmeyen her şeyi hakkıyla bilen, hiçbir zerrenin hareketi ve hareketsizliği ilminden hâriç olmayan, nefslerin ne ile mutmain (huzurlu) ne ile huzursuz olduğundan, sükûnete kavuştuğunda

hace-i alem / hâce-i âlem

  • (Hâce-i Kâinat) Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) bir ünvanı.
  • Âlemin, kâinâtın mürşidi, rehberi, yol göstericisi mânâsına Resûlullah efendimize mahsûs bir ünvan.

hadisat-ı kainat / hâdisât-ı kâinat

  • Kâinatta meydana gelen olaylar.

hakaik-i alem / hakaik-i âlem

  • Kâinattaki hakikatler, gerçekler.

hakaik-i kainat / hakaik-i kâinat

  • Kâinatta gizli olan hakikatler, gerçekler.

hakaik-i kevniye

  • Kâinatla, yaratılışla ilgili hakikatler.

hakikat

  • (Çoğulu: Hakaik) Bir şeyin aslı ve esâsı. Mahiyeti. Gerçek. Doğru. Sahih. Künh. Sâbit ve vâki.
  • Kadirbilirlik. Sadâkat, doğruluk. Kâinat ve tabiat ve uluhiyet hakkında bütün teşbih ve mecazlardan âri ve zâhir olan gerçek.
  • "Mecâz" karşılığı, esas olarak kullanılan kelime.
  • <

hakikat-ı uzma-yı kainat / hakikat-ı uzmâ-yı kâinat

  • Kâinattaki en büyük hakikat.

halife-i şahsi / halife-i şahsî

  • Fahr-i Kâinat (a.s.m.) Efendimizin vekili olarak Müslümanların başkanlığını yapan ve İslâmiyeti korumak ve yaşatmakla görevli olan zâtın şahsı, kendisi.

halık-ı mutlak / hâlık-ı mutlak

  • Bütün kâinatın sınırsız güç ve kudretiyle mutlak yaratıcısı olan Allah.

halk-ı eflak / halk-ı eflâk

  • Feleklerin, kâinatın yaratılışı.

halk-ı kainat / halk-ı kâinat

  • Kâinatın yaratılışı, yaratılması.

hallak-ı alim / hallâk-ı alîm

  • Küçük büyük, gizli açık, geçmiş ve gelecek her şeyi hakkıyla bilen ve kâinatta her şeyi yaratan Allah.

hallak-ı kainat / hallâk-ı kâinat

  • Kâinatı ve içindeki herşeyi yaratan Allah.

hayat-ı alem / hayat-ı âlem

  • Kâinatın hayatı.

hayat-ı sariye / hayat-ı sâriye

  • Varlıklara sirayet etmiş olan umumî hayat; Cenâb-ı Hakkın Hayat sıfatının bir tecellîsi olan varlıklardaki hayatın mebdei, kâinatın hayatı, ruhu.

hikmet

  • İnsanın, mevcudatın hakikatlerini bilip hayırlı işleri yapmak sıfatı. Hakîmlik. Eşyanın ahvâlinden, hârici ve bâtini keyfiyetlerinden bahseden ilim. (Buna İlm-i Hikmet deniyor)
  • Herkesin bilmediği gizli sebeb. Kâinattaki ve yaradılıştaki İlâhî gaye.
  • Ahlâka ve hakikata faydalı

hikmet-i amme / hikmet-i âmme

  • Her şeyin alakâlı olduğu İlâhî gaye. Her şeyi kanun ve nizamına itaat ettiren umumi faydalar. Yaratılıştaki, kâinattaki umumi ve ilâhi gaye.

hikmet-i amme-i kainat / hikmet-i âmme-i kâinat

  • Bütün kâinatta geçerli olan hikmet.

hikmet-i atika

  • (Batlamyus'un) Dünya merkezli kâinat anlayışını kabul eden eski bilim ve felsefe.

hikmet-i intizam

  • Kâinatta var olan düzenin bir gaye ve faydaya yönelik olarak, mânâlı ve tam yerli yerinde olması.

hikmet-i kainat / hikmet-i kâinat

  • Kâinatın yaratılmasındaki hikmet; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması.

hikmet-i rabbani / hikmet-i rabbânî

  • Kâinatın Rabbi olan Allah tarafından herşeyin belirli gayelere yönelik olarak anlamlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılması.

hikmet-i samedaniye / hikmet-i samedâniye

  • Herşey Ona muhtaç olduğu halde Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah'ın kâinatta gözettiği gaye ve fayda.

hilkat-i alem / hilkat-i âlem

  • Âlemin, kâinatın yaratılışı.

hoca-i kainat / hoca-i kâinat

  • Kâinatın hocası, efendisi.

hüccet-i rahmet-i alem / hüccet-i rahmet-i âlem

  • Kâinatı kuşatan İlâhî rahmeti gösteren kesin ve güçlü delil.

hücre-i saadet / hücre-i saâdet

  • Saâdetli oda. Fahr-i Kâinat Hazret-i Peygamber'in (A.S.M.) odası.

hudeybiye

  • Mekke-i Mükerreme'den Medine-i Münevvere'ye giden yolun üzerinde ve Mekke'den bir merhale uzaklıkta küçük bir köy olup, yakınında bir kuyu ve bir ağaç vardır ki, bu ağacın altında Hz. Fahr-i Kâinat Efendimize (A.S.M.) beşinci hicri senede eshabı tarafından biat olunmuştur. Hicretten beş sene on ay g

hukuk-u umumiye-i kainat / hukuk-u umumiye-i kâinat

  • Genel kâinat hukûku; kâinattaki bütün varlıkların hakları.

hulefa / hulefâ

  • Halifeler; Fahr-i Kâinat (a.s.m.) Efendimizin vekili olarak Müslümanların başkanlığını yapan ve İslâmiyeti korumak ve yaşatmakla görevli olan zâtlar.

huruf-u mevcudat

  • Büyük bir kitap olan kâinatın harfleri hükmündeki varlıklar.

ibadet

  • Allah'ın (C.C.) emirlerini yerine getirmek ve nehiylerinden kaçmak. Yapılmasında sevab olup, ihlâsla yapılan herhangi bir amel. Şeriatta bildirildiği gibi Allah'a kulluk etmek. Kâinatın ve dolayısıyla insanların hilkatindeki hikmet ve gaye.

imkan dairesi / imkân dairesi

  • Varlığı da yokluğu da eşit olan varlıklar dairesi, kâinat.

inayet delili

  • Alah'ın kâinata koyduğu nizam, intizam delili.

inşa / inşâ

  • Varlıkları var olan şeylerden, kâinattaki var olan unsurlardan yaratma.

insan-ı kebir

  • Büyük insan, kâinat.

intizam-ı alem / intizam-ı âlem

  • Kâinattaki düzenlilik.

intizam-ı kainat / intizam-ı kâinat

  • Kâinattaki düzenlilik.

intizam-ı kamil-i kainat / intizam-ı kâmil-i kâinat

  • Kâinattaki mükemmel intizam, düzenlilik.

iptida-i hilkat-i alem / iptida-i hilkat-i âlem

  • Kâinatın yaratılışının başlangıcı.

istikra-i tamm / istikrâ-i tâmm

  • Tam bir tümevarım, endüksiyon; parçalardan bütüne, fertlerden türlere, olaylardan kanunlara, ilimlerden kâinatın mükemmel olan düzen ve düzenliğine varma yöntemi.

iz'an-rüba-i kainat / iz'an-rüba-i kâinat

  • Kâinatın aklı alan vechesi, herkese hayret ve şaşkınlık veren yüzü.

iz'an-rüba-yı kainat / iz'an-rübâ-yı kâinat

  • Kâinatın herkese iman veren yüzü.

kader

  • Cenâb-ı Hakk'ın kâinatta olmuş ve olacak her şeyin evsafını ve havassını ve sâir geleceğini ve geçmişini ezelden bilip, levh-i mahfuzunda takdiri ve yazması. Takdir-i İlâhî.
  • Ezelî kısmet.
  • Tali'. Baht. Şans.
  • Cenab-ı Hakk'ın kâinatta mevcut her şeyin bütün özelliklerini ezelden bilip takdir etmesidir.

kader kalemi

  • Allah'ın ezelî ilmi ile kâinatta olmuş ve olacak her şeyi bilip takdir etmesi ve kudretiyle yazması, yaratması.

kader-i ezeli / kader-i ezelî

  • Ezelî kader; Allah'ın ezelî ilmi ile kâinatta olmuş ve olacak herşeyi bilip takdir etmesi.

kader-i sübhani / kader-i sübhânî

  • Her türlü eksiklikten sonsuz derecede yüce olan Allah'ın ezelî ilmi ile kâinatta olmuş ve olacak herşeyi bilip takdir etmesi.

kainat kitab-ı kebiri / kâinat kitab-ı kebîri

  • Büyük bir kitap gibi varlıklarla yazılmış kâinat.

kainat mecmuası / kâinat mecmuası

  • Kâinat kitabı, bütün yaratılmışlar.

kainat seması / kâinat seması

  • Kâinatın ve bütün varlıkların üzerinde duran gökyüzü; burada bütün varlıklar âlemi dünyaya, onu kuşatan gökyüzü ise yücelerde bulunan manevî âlemlere benzetilmiştir.

kainat sultan / kâinat sultan

  • Kâinatın ve bütün varlıkların sultanı olan Allah.

kainat-efruz / kâinat-efruz

  • Kâinatı süsleyen, cihanı donatan. (Farsça)

kainat-ı azime / kâinat-ı azîme

  • Büyük kâinat.

kainat-ı muhteşeme / kâinat-ı muhteşeme

  • Allah'ın sonsuz haşmet ve yüceliğini gösteren muhteşem kâinat.

kainat-ı muntazama / kâinat-ı muntazama

  • Düzenli, intizamlı kâinat.

kainat-ı müteceddide / kâinat-ı müteceddide

  • Devamlı yenilenen kâinat, evren.

kainat-ı naime / kâinat-ı nâime

  • Uyuyan kâinat.

kainat-ı sakit / kâinat-ı sâkit

  • Sükut eden, susan kâinat.

kainat-ı seyyale / kâinat-ı seyyâle

  • Akıp giden kâinat, evren.

kainat-ı suğra / kâinat-ı suğrâ

  • Küçük kâinat, evren; insan türü.

kainatça / kâinatça

  • Kâinat çapında.

kainatın aktarı / kâinatın aktârı

  • Kâinatın dört bir tarafı.

kainatın imkan-ı mevti / kâinatın imkân-ı mevti

  • Kâinatın ölümünün mümkün olması, ihtimal dahilinde olması; kıyametin kopması ihtimâli.

kainatın sanii / kâinatın sânii

  • Kâinatı, evreni ve içindeki herşeyi sanatla yaratan Allah.

kalb-i kainat / kalb-i kâinat

  • Kâinatın kalbi.

kanun

  • (Çoğulu: Kavânin) Herkesin uyması için devletin teşri kuvveti tarafından konulan her türlü meşru nizam, kaide, emir, nehiy ve yasaklar.
  • Kaziye-i külliye. Kâinatta Allah'ın koyduğu değişmez nizam.

kanun-ı ilahi / kânûn-ı ilâhî

  • Allahü teâlânın kullarının dünyâ ve âhirette huzûr ve seâdete (mutluluğa) kavuşmaları için Peygamberleri (aleyhimüsselâm) vâsıtasıyla insanlara bildirdiği emirleri ve yasakları, İslâmiyet.
  • Allahü teâlânın kâinâtta (varlık âleminde) koyduğu nizâm, düzen.

kanun-u hafiziyet / kanun-u hafîziyet

  • Allah'ın bütün kâinatta geçerli olan muhafaza edicilik kanunu.

kanun-u kader-i ilahi / kanun-u kader-i ilâhî

  • Allah'ın meydana gelecek hadiseleri gerçekleşmeden önce sonsuz ilmiyle belirlediği ve bütün kâinatta geçerli olan kanunlar.

kanun-u tabiiye

  • Tabiî kanun; kâinatta ve sosyal hayatta doğal olarak yürürlükte olan kanun.

kasr-ı kainat / kasr-ı kâinat

  • Kâinat sarayı.

kavanin-i adatullah / kavânin-i âdâtullah

  • Âdetullah kanunları; kâinatta işleyen İlâhî yasalar, yaratılış kanunları.

kavanin-i adet / kavânîn-i âdet

  • Allah'ın kâinata koyduğu tabiat kanunları.

kavanin-i icraat / kavânîn-i icraat

  • Kâinattaki, tabiattaki İlâhî icraat ve faaliyet kanunları.

kavanin-i tabiiye

  • Allah'ın kâinata koyduğu tabiat kanunları, kâinattaki kanunlar.

kaza ve kader-i ezeli / kaza ve kader-i ezelî

  • Allah'ın ezelî ilmi ile kâinatta olmuş ve olacak herşeyi bilip takdir etmesi ve takdir olunan şeylerin zamanı gelince yaratılması.

kelimat-ı kitab-ı kainat / kelimât-ı kitab-ı kâinat

  • Kâinat kitabının ifade ettiği mânâlı ifadeler.

keşfiyat

  • (Tekili: Keşf) Keşifler. Bulup meydana çıkarılan şeyler.
  • Cenâb-ı Hakkın ihsan ve ilhamı ile evliyâullahın, hususan evliya-ı izâm hazeratının ve hasseten Kur'ân-ı Hakimin irşadı ile ve feyzi ile Rüesâ-i Evliyâ ve Server-i Kâinat olan Peygamberimiz Resul-i Ekrem (A.S.M.) Efendimizin de

kevn

  • Hudus. Varlık, var olmak. Vücud, âlem, kâinat. Mevcudiyet.

kevn ü mekan / kevn ü mekân / كَونُ و مَكَانْ

  • Kâinat, âlem, dünya.
  • Kâinat, âlem; bütün varlıklar.
  • Kainat ve her yer.

kevni / kevnî

  • Oluşa ait ve müteallik. Kâinat ilmine dair. Varlıkla alâkalı.

kevniyyat

  • Kâinat ilmi, kozmoloji.
  • Mevcudat, varlıklar. Vücuda gelmeler.

kitab-ı alem / kitab-ı âlem

  • Âlem kitabı, kâinat kitabı.

kitab-ı ekber

  • En büyük kitap, kâinat.

kitab-ı kainat / kitab-ı kâinat

  • Kâinat kitabı; bir kitap gibi yazılmış olan bütün âlem.

kitab-ı kebir / kitab-ı kebîr

  • Büyük kitap, kâinat.

kitab-ı kebir-i alem / kitab-ı kebîr-i âlem

  • Büyük âlem kitabı, kâinat.

kitab-ı kebir-i kainat / kitab-ı kebîr-i kâinat

  • Büyük kâinat kitabı.

kitab-ı kebirin hurufatı

  • Büyük bir kitap olan kâinatın harfleri hükmündeki varlıklar.

kitab-ı rabbani / kitab-ı rabbânî

  • Allah'ın bu âlemde hakimiyetini ve Rablığını bir kitap gibi anlatan eseri, kâinat.

kitabet-i fıtriye

  • Fıtri olan yazılmış şeyler.
  • Kâinat sahifelerinin kitab gibi oluşu.

kıyamet / kıyâmet

  • Allahü teâlânın emri ile İsrâfil aleyhisselâmın sûr denilen ve nasıl olduğunu bilmediğimiz bir âlete üfürmesi, (nefha-i ûlâ: Birinci üfürme) ile bütün canlıların ölüp, her şeyin yok olması, kâinâttaki (varlık âlemindeki) nizâmın, düzenin bozulması, kıyâmetin kopması.
  • Her canlının ölü

kıyas-ı adli / kıyas-ı adlî

  • Adaletle ilgili kıyas; Allah'ın kâinata koymuş olduğu adalet ve düzeni göstererek âhiretin varlığına ulaşma.

kozmoz

  • (Kozmos) yun. Kâinat. Bütün gökler.
  • Âlem, kâinat.

kudret

  • Güç. Takat.
  • Her yeri kaplayan kudretullah.
  • Varlık. Ehliyet. Becerebilme.
  • Zenginlik.
  • Kabiliyet.
  • İlm-i kelâmda: Allah Teâlâ'ya mahsus ezelî ve ebedî ve bütün kâinatta tasarruf eden sıfattır.

kudret-i alemşümul / kudret-i âlemşümul

  • Kâinatı kaplayan güç ve iktidar.

kudret-i mümkinat

  • Kâinattaki varlıkların kudreti, gücü.

kur'an

  • Allah (C.C.) tarafından Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâma Cebrâil Aleyhisselâm vâsıtası ile (yâni vahiyle) gönderilen ve beşeriyetin bütün saadet düsturlarını hâvi en mukaddes ve en son kitâb-ı semâvidir. Din ve dünyanın nizâmını en iyi şekilde bildirir, kâinatın neden ve niçin yaratıldığ

kur'an-ı azim ve kebir / kur'ân-ı azîm ve kebîr

  • En büyük Kur'ân, kâinat.

kur'an-ı azim-i kainat / kur'ân-ı azîm-i kâinat

  • Büyük bir Kur'ân gibi ince ve derin mânâlar ifade eden kâinat.

kur'an-ı ekber / kur'ân-ı ekber

  • Büyük Kur'ân; kâinat kitabı.

kur'an-ı ekber-i alem / kur'ân-ı ekber-i âlem

  • Bir Kur'ân gibi olan büyük kâinat kitabı.

kur'an-ı rabbani / kur'ân-ı rabbânî

  • Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın Kur'ân'ı; kâinat kitabı.

kur'an-ı samedani / kur'ân-ı samedânî

  • Herşey Kendisine muhtaç olduğu halde, kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah'ın Kur'ân'ı, kâinat kitabı.

kur'an-ı sübhani / kur'ân-ı sübhânî

  • Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah'ın Kur'ân'ı, kâinat kitabı.

kütüphane-i ilahi / kütüphane-i ilâhî

  • İlâhi kütüphane, kâinat.

kuva-yı sariye / kuvâ-yı sâriye

  • Kâinattaki herşeye sirayet edip giren mânevî güçler, kuvvetler.

kuva-yı umumiye / kuvâ-yı umumiye

  • Kâinatın genelinde işleyen güçler, kuvvetler.

la nazime illa hu / lâ nâzime illâ hû

  • Bütün kâinat ve varlık âlemini bir fayda ve gayeye göre düzenleyen Allah'tan başka ilâh yoktur.

ledünn

  • (İlm-i ledünn) Garib bir ilim ismidir. Ona vakıf olan, mesturat ve hafâyayı, gizlilikleri münkeşif bir halde göreceği gibi, esrar-ı İlâhiyyeye de ıttıla' kesbeder. Bu ilm-i şerifin hocası ve sultanı Fahr-i Kâinat Aleyhi Ekmelüttahiyyât vessalâvât Efendimiz Hz. leridir. Bu ilmin ehli ise, Enbiyâ-ı iz

madde-i esir

  • Kâinatı kapladığına inanılan ince madde.

madde-i esiriye / madde-i esîriye

  • Esîr maddesi; bütün kâinatı dolduran ince, lâtif madde.

mahiyat-ı eşya / mâhiyât-ı eşya

  • Kâinattaki eşya ve varlıkların mâhiyetleri, temel özellikleri ve asıl yapıları.

mahiyat-ı mümkinat / mâhiyât-ı mümkinât

  • Kâinattaki varlıkların mâhiyetleri; varlığıyla yokluğu eşit olan ve varlığı Cenâb-ı Hakkın var etmesine bağlı olan varlıkların temel özellikleri, asıl yapıları.

makasıd-ı aliye-i ilahiye / makasıd-ı âliye-i ilâhiye

  • Allah'ın kâinatı yaratmasındaki yüce maksatlar.

makasıd-ı sübhaniye / makasıd-ı sübhâniye

  • Her türlü eksiklikten uzak olan Allah'ın kâinatı yaratmasındaki maksatlar.

makes-i rahmet-i alem / mâkes-i rahmet-i âlem

  • Kâinatı kuşatan İlâhî rahmetin aynası.

makine-i vücud

  • Kâinatın küçük bir örneği olan vücut makinası.

manzume-i kainat / manzume-i kâinat

  • Kâinat sistemi; son derece mükemmel bir denge ve düzen içinde işleyen kâinat.

mazhar-ı rahmet-i alem / mazhar-ı rahmet-i âlem

  • Kâinatı kuşatan ilâhî rahmetin mazharı, aynası.

mebde-i ruh

  • Ruhun başlangıç ve çıkış noktası; ruhun başlangıç noktası olan kâinattaki genel hayat; kâinatın ruhu.

mecmu-u kainat / mecmu-u kâinat

  • Kâinatın tamamı, bütünü.

mecmua-i kainat / mecmua-i kâinat

  • Kâinat kitabı.

mecmua-i kavanin-i adat-ı ilahiye / mecmua-i kavânîn-i âdât-ı ilâhiye

  • Allah'ın kainata koyduğu, devam eden kanunların tamamı; İlâhî âdetler ve kanunların toplamı.

mecmuu alem / mecmuu âlem

  • Varlıklar âleminin tamamı, kâinatın hepsi.

mecmuu kainat / mecmuu kâinat

  • Kâinatın tamamı, hepsi.

mefhar-ı kainat / mefhar-ı kâinat

  • (Mefhar-i Mevcudat) Kâinatın, kendisi ile iftihar ettiği zat mânâsına Hz. Muhammed'e (A.S.M.) alem olmuş bir tâbirdir.

mehasin-i hakikat-ı muhammediye / mehâsin-i hakikat-ı muhammediye

  • Hz. Muhammed'in (a.s.m.) bütün kâinatı kaplayan hakikatinin güzellikleri.

mele'

  • (Çoğulu: Emlâ) Bir cemâatin ileri gelenleri.
  • Hırs, tama'.
  • Zan.
  • Güzellik.
  • Fls: Kâinatta hiçlik şeklinde boşluk olmadığını, her yerin dolu olduğunu ifade eden bir tabirdir.
  • Dolu mekân.
  • Kalabalık, güruh, cemaat, topluluk. Halk.

mesele-i kainat / mesele-i kâinat

  • Kâinatı ilgilendiren mesele.

meşher-i azam-ı kainat / meşher-i âzam-ı kâinat

  • Büyük kâinat sergisi.

meşher-i kainat / meşher-i kâinat

  • Kâinatın en büyük sergisi.

mevcud

  • Var olan. Bulunan. Hazır olan. Topluluğun hepsi.
  • Kâinat. Mükevvenat.

mevcudat

  • Var olan her şey. Kâinat. Yaratılmış şeyler.

mevcudat-ı alem / mevcudat-ı âlem

  • Kâinattaki varlıklar.

mevcudat-ı kainat / mevcudat-ı kâinat

  • Kâinattaki bütün varlıklar.

mevcudat-ı muntazama-i kainat / mevcudat-ı muntazama-i kâinat

  • Kâinattaki düzenli varlıklar.

meyve-i alem / meyve-i âlem

  • Kâinatın meyvesi.

mi'rac

  • Peygamberimizin (a.s.m.) Allah'ın huzuruna yükseldiği ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk.

mir'at-ı rahmet-i alem / mir'ât-ı rahmet-i âlem

  • Kâinatı kuşatan İlâhî rahmetin aynası.

mirac / mirâc

  • Peygamberimizin (a.s.m.) Allah'ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk.

miraç

  • Peygamberimizin (a.s.m.) Allah'ın huzuruna yükseldiği ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk.

mirac-ı ahmediye

  • Peygamberimizin (a.s.m.) Allah'ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk.

mirac-ı azam / mirac-ı azâm

  • Peygamberimizin (a.s.m.) Allah'ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği büyük yolculuk.

mirac-ı azim / mirac-ı azîm

  • Peygamberimizin (a.s.m.) Allah'ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği büyük yolculuk.

mirac-ı nebevi / mirac-ı nebevî

  • Peygamberimizin (a.s.m.) Allah'ın huzuruna yükseldiği ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk.

mirac-ı nebeviye

  • Peygamberimizin (a.s.m.) Allah'ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk.

misal-i rahmet-i alem / misal-i rahmet-i âlem

  • Kâinatı kuşatan İlâhî rahmetin misali, örneği.

mu'cize

  • İnsanların, yapmasında âciz kaldıkları ve ancak Allah tarafından peygamberlere nasib olan hârika. Kerametten yüksek, fevkalâde hâdise.
  • Mu'cize, Halik-ı Kâinat tarafından peygamberlerin hakkaniyetine ait bir tasdiktir. Sahih hadislerle mu'cizeler haber verilmiş ve tesbit edilmiştir.

mu'cize-i mirac

  • Mirac mu'cizesi, Peygamberimizin (a.s.m.) Allah'ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk mu'cizesi.

muhit-i enfüsi / muhit-i enfüsî

  • Kapsamlı olan kendi dünyası; kâinattaki bütün mükemmelliklerin ve olgun hâsiyetlerin kapsamlı bir nümunesi hükmünde olan kendi zâtı ve iç dünyası.

mukadderat-ı kainat / mukadderât-ı kâinat

  • Kâinatın plânları, programları.

mükevvenat

  • Yaratıkların hepsi, kâinat mevcûdat.

mülk-ü ilahi / mülk-ü ilâhî

  • Allah'a ait mülk, kâinat.

münib

  • Hakk'a yönelen, günahları terk ile hakka dönen. Pişman olup dönen.
  • Kâinattan yüzünü çevirip Bâki-yi Hakiki'ye yönelen.
  • Güzel yağan faydalı yağmur.
  • Bereketli ve verimli bahar.

münkir-i sani / münkir-i sâni

  • Kâinatı san'atla yaratan Cenâb-ı Hakkı inkâr eden.

münşi

  • Varlıkları kâinattaki unsurlardan tekrar tekrar yaratıp inşâ eden, Allah.

mürekkebat-ı müteşabike-i mütesaide-i kainat / mürekkebat-ı müteşâbike-i mütesâide-i kâinat

  • Kâinatta bir ağ gibi birbirine bağlanarak gittikçe genişleyen terkipler, bileşikler.

mürşid-i alem / mürşid-i âlem

  • Dünyanın, kâinatın yol göstericisi.

musika-i ilahiye / musika-i ilâhiye

  • İlâhî müzik, Allah'ın kâinata yerleştirdiği, Allah'ın ilhamıyla varlıkların çıkardığı tabii nâmeler ve sesler.

musika-i kübra / musika-i kübrâ

  • Bütün kâinatta cereyan eden İlâhi musikî.

muvahhid-i ekber

  • Cenâb-ı Allah'ın varlığını ve birliğini gösteren en büyük varlık; kâinat.

muvazene-i kainat / muvazene-i kâinat

  • Kâinattaki denge ve ölçü.

muvazene-i mevcudat

  • Kâinattaki varlıkların ölçü ve denge içinde olması.

natüralizm

  • (Osm: Tabiiye) Fls: Kâinatta hâdiselerin ve varlıkların meydana gelişinde tabiat kuvvetleri dışında hiçbir sebep ve müessir kuvvet ve yaratıcı kabul etmeyen inkârcı, maddeci görüş.

nazzam-ı kevn / nazzâm-ı kevn

  • Kâinata ve bütün varlık âlemine düzen veren Allah.

nefs-i natıka-i kainat / nefs-i nâtıka-i kâinat

  • Kâinatın konuşan ruhu anlamında Peygamber Efendimiz (a.s.m.).

nefy-i sani / nefy-i sâni

  • Kâinatın san'atkârı olan Allah'ı reddetme, yok sayma.

netice-i hilkat-i kainat / netice-i hilkat-i kâinat

  • Kâinatın yaratılışının neticesi.

nev-i kainat / nev-i kâinat

  • Kâinattaki herbir tür.

nezzam-ı hakiki / nezzam-ı hakikî

  • Kâinatın ve bütün varlık âleminin gerçek düzenleyicisi ve düzen koyucusu olan Allah.

nizam-ı alem / nizam-ı âlem

  • Kâinatta Allah'ın koyduğu umumi nizam.

nizam-ı hilkat-i alem / nizam-ı hilkat-i âlem

  • Kâinatın yaratılışındaki düzen.

nizam-ı kainat / nizam-ı kâinat

  • Kâinattaki düzen.

nizam-ı kamil-i kainat / nizam-ı kâmil-i kâinat

  • Kâinattaki mükemmel düzen.

nizam-ı kevn

  • Kâinattaki düzen.

nizamat-ı kainat / nizâmât-ı kâinat

  • Kâinattaki düzenler.

nokta-i istinad

  • Dayanma ve güvenme noktası. Kâinatta cereyan eden ve insana dehşet verip âciz bırakan hâdiseler karşısında insanın çok kuvvetli bir yere dayanmaya ve güvenmeye olan fıtri ihtiyacı.

nur-i iman

  • İman nuru. Kur'an ve kâinat hakikatlarının görünmesine ve bulunmasına vesile olan imanın mânevi nuru.

nur-u ayn-ı alem / nur-u ayn-ı âlem

  • Kâinatın gözünün nuru.

nur-u rahmet-i alem / nur-u rahmet-i âlem

  • Kâinatı kuşatan İlâhî rahmetin bu asırda yansıyan nuru.

nüsha-i kübra

  • Büyük sahife. Kâinat, dünya, çok manayı ifade eden âlem.

ravza-i mutahhara

  • Fahr-i Kâinat Aleyhi Efdal-üs-Salavat ve Efdal-üt-tahiyyât Efendimizin Kabr-i Şerifiyle Minberin arasındaki saha.

remz-i hikmet-i kainat / remz-i hikmet-i kâinat / remz-i hikmet-i kâinât / رَمْزِ حِكْمَتِ كَائِنَاتْ

  • Kâinattaki hikmetin ince işareti.
  • Kâinatın yaratılışındaki gayenin ince işareti.

revabıt-ı kevniye / revâbıt-ı kevnîye

  • Kâinatla irtibatlı meseleler, kâinatla ilgili bağlar.

rububiyet-i mutlaka / rubûbiyet-i mutlaka

  • Sınırsız, kâinatı kaplayan rububiyet.

rububiyetinin saltanatı

  • Allah'ın kâinatı tedbir, terbiye ve idaresindeki egemenlik ve otoritesi.

şah-ı levlak / şâh-ı levlâk

  • Yaratılanların şahı, kainatın yaratılış sebebi Hz. Muhammed (a.s.m.).

sahaif-i kainat / sahaif-i kâinat

  • Kâinatın sayfaları; görünen bir Kur'an olan kâinattaki varlıklar ve hâdiseler.

sahib-i arş-ı azam / sahib-i arş-ı âzam

  • Kâinatın payitahtı ve merkezi olan büyük Arşın sahibi.

sahife-i itibar-ı alem / sahife-i itibar-ı âlem

  • Bir kitap gibi kabul edilen kâinat sayfası.

sahife-i kevn ve vücud

  • Kâinat kitabındaki yaratılmış, varlıklar sayfası.

sahra-yı alem / sahrâ-yı âlem

  • Kâinat çölü.

sani-i kainat / sâni-i kâinat

  • Kâinatı ve herşeyi mükemmel bir sanatla yaratan Allah.

saray-ı kabe-i ulya / sarây-ı kâbe-i ulyâ

  • Bir saray hükmünde olan şu kâinatta her şeyin Rabbine yöneldiği yüce Kâbe.

saray-ı kainat / saray-ı kâinat

  • Kâinat sarayı.

saray-ı samedani / saray-ı samedânî

  • Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan fakat her şeyin Kendisine muhtaç olduğu Cenâb-ı Hakkın sarayı; kâinat.

sath-ı alem / sath-ı âlem

  • Kâinat ve dünya zemini.

şecere-i alem / şecere-i âlem

  • Kâinat ağacı; bir ağacı andıran âlem.

şecere-i kainat / şecere-i kâinat

  • Kâinat ağacı.

şecere-i meylü'l-istikmal-i alem / şecere-i meylü'l-istikmâl-i âlem

  • Ağaç gibi dal budak salan kâinattaki gelişme eğilimi.

şecere-i nariye / şecere-i nâriye

  • Bir ağacın dalları gibi kâinatın her yerine yayılmış olan ateş.

şehr-i rahmani / şehr-i rahmânî

  • Rahmet ve merhameti sınırsız olan Allah'ın şehri; kâinat.

semere-i alem / semere-i âlem

  • Kâinatın meyvesi.

semere-i kainat / semere-i kâinat

  • Kâinatın meyvesi.

şer'-i tekvini / şer'-i tekvînî

  • Allah'ın kâinata koyduğu kanunlar, yaratılış şeriatı.

şer-i tekvini / şer-i tekvînî

  • Cenâb-ı Hakkın kâinata koyduğu kanun.

şeriat-ı fıtriye

  • Cenab-ı Hakk'ın kâinatta vaz'ettiği fıtrî kanunlar. Âlemin harekât ve sükûnetini tanzim eden ve Allahın irade sıfatından gelen kanunlar.

şeriat-ı fıtriye-i ilahiye / şeriat-ı fıtriye-i ilâhiye

  • Düzeni ve ahengi sağlamak için Allah tarafından kainata koyulan ve bütün varlıkların uymak zorunda olduğu kanun ve kuralların tamamı.

şeriat-ı fıtriye-i kübra / şeriat-ı fıtriye-i kübrâ

  • Kâinattaki düzen ve intizamı sağlayan, bütün varlıkların tabi olduğu büyük kanun; tabiat kanunlarının bütünü.

şeriat-ı fıtriye-i kübra-yı ilahiye / şeriat-ı fıtriye-i kübrâ-yı ilâhiye

  • Kainattaki düzen ve intizamı sağlayan, bütün varlıkların tabi olduğu büyük, İlâhi kanunlar.

şeriat-ı kübra-yı fıtriye / şeriat-ı kübrâ-yı fıtriye

  • Yaratılışta konulan ilâhî büyük şeriat, kâinattaki kanunlar.

şeriat-ı kübra-yı ilahiye / şeriat-ı kübrâ-yı ilâhiye

  • Allah'ın kâinata koyduğu ve bütün varlıkların tabi olduğu büyük anayasa, kanunlar mecmuası.

şeriat-i tekvini / şeriat-i tekvîni

  • Allah'ın kâinatta koyduğu yaratılış kanunları.

şeriat-ı tekviniye / şeriat-ı tekvîniye

  • Allah'ın kâinatta koyduğu yaratılış kanunları.

server-i kainat / server-i kâinât

  • Kâinâtın efendisi, en kıymetlisi Muhammed aleyhisselâm.

server-i kainat efendimiz hazretleri / server-i kâinat efendimiz hazretleri

  • Kâinatın reisi olan Peygamber Efendimiz.

seyf-i rahmet-i alem / seyf-i rahmet-i âlem

  • Cenâb-ı Allah'ın kâinatı kuşatan rahmet kılıcı.

seyl-i kainat / seyl-i kâinat / seyl-i kâinât / سَيْلِ كَائِنَاتْ

  • Kâinatın akışı, sürekli değişmesi.
  • Kainat seli.

seyr-i fıtri / seyr-i fıtrî

  • Allah'ın kâinata yerleştirdiği doğal seyir, gidişat.

seyr-i şuunat / seyr-i şuunât

  • Kâinattaki hâdiseleri seyredip, görüp hakikatını anlamağa çalışmak.
  • Hâdiselerin bir halde kalmayıp akışı, değişmesi.

seyyid-i kainat / seyyid-i kâinat

  • Kâinatın Efendisi Hz. Muhammed (a.s.m.).

sıfat-ı mutlaka-i muhita / sıfât-ı mutlaka-i muhîta

  • Allah'ın yüce Zâtını niteleyen ve bütün kâinatı kuşatan sınırsız ve sonsuz kutsal özellikler.

silsile-i hilkat-i kainat / silsile-i hilkat-i kâinat

  • Kâinatın yaratılış devreleri.

silsile-i kainat / silsile-i kâinat

  • Kâinat halkası, varlıklar zinciri.

sirac-ı kurb-i ev edna / sirâc-ı kurb-i ev ednâ

  • Yakınlığın, hatta daha da yakınlığın kandili (Peygamber Efendimiz Miracda Cenâb-ı Hakkın huzuruna geldiğinde Ona çok yaklaşmıştı. O yakınlık makamı kâinatta hiçbir varlığa nasip olmamıştır.).

sırr-ı hikmet-i kainat / sırr-ı hikmet-i kâinat

  • Kâinatın maksat, fayda ve san'atının sırrı, esprisi.

sofestai / sofestaî

  • (Sevfestâi) Kâinatın yaratıcısını, Cenab-ı Hakkı kabul etmemek için herşeyi inkâr eden. Müsbet veya menfi hiç bir hükme varmayan, daima şüphe içinde kalmayı esas alan felsefi bir doktrinin (Septisizm) mensubu. Septik. Alemde hakikat namına hiç bir şey tanımayan ve hakikatı araştırmaktan sarf-ı nazar

sofestailer / sofestâîler

  • Kâinatın yaratıcısını kabul etmemek için herşeyi, hatta kendilerini dahi inkâr edenler.

şuhud-u kevniye

  • Kâinatta görünüp yaşanan şeyler, gözlemler.

şule-i rahmet-i alem / şule-i rahmet-i âlem

  • Kâinatı kuşatan İlâhî rahmetin bir parıltısı.

sultan

  • "Saltanatıyle kâinatı idare eden" mânâsında ilâhî isim.

sultan-ı kainat / sultan-ı kâinat

  • Kâinatın sultanı olan Allah.

sünnet-i ilahiye / sünnet-i ilâhiye

  • Allah'ın kainata koyduğu kanunlar.

sünnetullah

  • Kâinatta yürürlükte olan İlâhî kanunlar.

sutur-u kainat / sutur-u kâinat

  • Âlemdeki mânalar, kâinat satırları.

sutur-u kainat-ı dehr / sutur-u kâinat-ı dehr

  • Kâinatın her biri asırlara karşılık gelen satırları, kâinat zamanlarının satırları.

tabakat-ı kainat / tabakat-ı kâinat

  • Kâinat tabakaları, yaratılmış sınıflar.

tabiatperest

  • Her şeyin kendi kendine olduğunu veya tabiatın meydana getirdiğini kabul eden. Allah'tan (C.C.) gaflet edip, kâinatın tesadüfen olduğunu zu'meden. (Farsça)

tasarruf-u amm / tasarruf-u âmm

  • Genel tasarruf; bütün kâinatta görülen faaliyet ve icraat.

tasarruf-u rabbani / tasarruf-u rabbanî

  • Her bir varlığı terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın bütün kâinattaki varlıkları dilediği gibi kullanması ve idare etmesi.

tayyibat / tayyibât

  • (Tekili: Tayyibe) Bütün güzel sözler, güzel mânalar, harika güzel cemaller.
  • Bütün kâinat yüzünde cemalleri görünen ezelî Esma-i Hüsnâ'nın cilveleri.

tedbir-i rububiyet

  • Her şeyi idare ve terbiye eden Allah'ın kâinat ve varlıklar üzerindeki hikmetli faaliyeti, emri altında tutması, idaresi.

tedvir-i kainat / tedvîr-i kâinat / tedvîr-i kâinât / تَدْو۪يرِكَائِنَاتْ

  • Kâinatın idaresi.
  • Kâinâtın idaresi.

tekvinen / tekvînen

  • Kâinat ve fıtrat kanunları ile.

tekvini evamir / tekvînî evâmir

  • Kâinattaki kanunlar, İlâhî emirler.

temsil-i rahmet-i alem / temsil-i rahmet-i âlem

  • Kâinatı kuşatan İlâhî rahmetin örneği.

tercüman-ı ayat-ı tekviniye / tercüman-ı âyât-ı tekviniye

  • Kâinatta Allah'ın varlığının birer delili olan maddî ayetleri insanlara tercüme eden, rehber.

tevhid-i ceberut / tevhid-i ceberût

  • Kâinatın simasına akseden azamet, kibriya, haşmet, kudret gibi yüce sıfatları bir olan Allah'a verme ve Ona ait kılma.

tevhid-i celal / tevhid-i celâl

  • Kâinatta var olan heybet, haşmet, görkem gibi her türlü celâlî hâlin bir olan Allah'a ait olduğunu kabul etme ve heybet ve haşmet hususunda hiçbirşeyi Ona ortak koşmama.

tevhid-i rububiyet

  • Rab olarak sadece bir olan Allah'ı kabul etme ve kâinatın idare ve tedbiri hususunda hiçbirşeyi Ona ortak koşmama.

tevhid-i zahiri / tevhid-i zâhirî

  • Yüzeysel bir bakış açısıyla "Allah'ın ortağı yok ve bu kâinat Onun mülküdür" şeklindeki îmânî tasdik.

tıksar

  • Halka biçiminde taç.
  • Kaınların boyunlarına yaptıkları bağ.

tılsım-ı kainat / tılsım-ı kâinat

  • Kâinatın tılsımı, gizemi.
  • Kâinatın tılsımı, kâinattaki anlaşılması zor olup herkesin yalnız kendi akliyle bilemeyeceği gizli ve ince hakikatlar.

tılsım-ı muğlak-ı alem / tılsım-ı muğlâk-ı âlem

  • Kâinattaki anlaşılması zor sır.

tuba-i hilkat

  • Hilkat ağacı, hilkat tubası. Kâinat, teşbih yapılarak tuba ağacına benzetilmiştir.

ukul-u aşere

  • On akıl; eski bir felsefî iddiaya göre kâinatı on aklın idare etmesi.

ukul-ü aşere / ukûl-ü aşere

  • Bazı eski felsefecilere göre kâinatı idare eden on akıl; birincisi Allah'ın yarattığı akıl, diğerleri de ondan türemiş akıllar.
  • Bazı eski felsefecilere göre kâinatı idare eden on akıl (Onlara göre birinci akıl Allah'ın yarattığı akıldır, diğerleri ise, her biri, sırasıyla bir sonrasını türetmiştir.).

uluhiyet

  • İlâhlık.
  • Allah'ın kâinattaki tasarruf ve hâkimiyeti ile herşeyi kendisine ibadet ve itaat ettirmesi.

ulum-u kevniye / ulûm-u kevniye

  • Kâinatın ilmi. Yaratılışa dair olan ilimler.
  • Kevnî ilimler, kâinat ve dünya ile ilgili ilimler.

umur-u kevniye

  • Kâinatla, oluşla ilgili şeyler, işler.

uruc-u külli / urûc-u küllî

  • Genel mânâda kâinat çapında bir yükseliş.

vahdet-i sani / vahdet-i sâni

  • Herşeyi san'atla yaratanın birliği; kâinatın san'atkârı olan Allah'ın birliği.

vahdetü'l-mevcud

  • "Yaratıcı, kâinatı oluşturan varlıkların toplamıdır. Allah da kâinat da birdir. Tek olan ilâh kâinatın bütünüdür" şeklinde kâinat hesabına Allah'ı inkâr eden materyalist felsefî düşünce sistemi.

vedud

  • Çok şefkatli. Kendisine çok sevgi beslenen. Cenâb-ı Hak. (Vedud ismine mazhar olan muhakkıkin-i evliya: "Bütün kâinatın mâyesi, muhabbettir. Bütün mevcudatın harekâtı muhabbetledir. Bütün mevcudattaki incizab ve cezbe ve câzibe kanunları, muhabbettendir." demişler.)

vücud-u mümkinat

  • Varlığı mümkün olanlar; varlığı imkân dairesinde olanlar, kâinatın varlığı.

zerrat-ı kainat / zerrât-ı kâinat

  • Kâinattaki zerreler, atomlar.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın