Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
Kadın
ifadesini içeren
827
kelime bulundu...
abide
İbâdet eden kadın. (Abide-i zâhide gibi)
abiye
Örtü ile yüzünü örten, utangaç kız veya kadın.
acaiz
(Tekili: Acuze) Kocakarılar. İhtiyar kadınlar.
acuz / acûz
Çok yaşlı kadın. Kocakarı.
Kılıç.
Şarap.
Sırtlan.
Âcizler, beceriksizler, yaşlı kadın.
acuze / acûze
İhtiyar, çok yaşlı kadın.
acza'
Dübürü büyük kadın.
Kumdan yığılmış yüksek tepe.
acze
(Çoğulu: Acâyiz) Her nesnenin sonu.
Kadın dübürü.
adet görme / âdet görme
Aybaşı hâli. Kadınlardan ve ergenlik, evlenme çağına gelmiş olan kızlardan her ay belli günlerde kan gelmesi hâli.
adet zamanı / âdet zamânı
Kadında ve ergenlik çağına gelmiş olan kızlarda hayız (âdet) kanı görüldüğü andan kesilmesine kadar olan günlerin sayısı.
admer
Arslan.
Şedit, şiddetli.
Belâ.
Çirkin yüzlü şişman kadın.
afaif
Namus, ırz ve iffet sahibi, şerefli kadınlar.
afire
Komşusuna bir şey vermeyen kadın.
afşelil
Sırtlan dedikleri canavar.
Yaşlı, eti ve derisi sarkmış kuru kadın.
ahil / âhil
Erkeği olmayan kadın.
Fevkinde kimse olmayan yüksek padişah.
ahram
(Tekili: Harem ve Harim) Gizli yerler. Gizli olup herkesin girmesi serbest olmayan yerler.
Kadınların bulunduğu haremlikler.
akılat / âkılât
Akıllı kadınlar.
akile / âkile
(Çoğulu: Avakil) Baba tarafından olan akraba.
Baş tarayıcı kadın.
akıle / âkıle / عاقله
Akıllı kadın.
(Arapça)
akilet-ül ekbad / âkilet-ül ekbâd
Ciğerler yiyen kadın.
Uhud harbinde şehid olan Hz. Hamza'nın (R.A.) göğsünü yararak ciğerlerini yiyen Ebu Süfyanın karısı Hind.
akim / akîm
Neticesiz, sonu yok. Beyhude.
Yağmur getirmeyen rüzgar.
Çocuğu olmayan, kısır. Doğurmayan (kadın), doğurtmayan (erkek).
Beyhude, boş yere.
Kısır erkek veya kadın.
akır / âkır
Kısır, verimsiz, kumlu toprak.
Çocuksuz kadın.
Oğlu veya kızı olmayan erkek.
Yaralayan, yaralayıcı.
aks
Boynuzu eğri ve kayık olmak.
Bağlamak.
Dövmek.
Saçlarının ucunu başının etrafına kadınlar gibi lif etmek.
Saçını kıvırcık göstermek.
Bahillik etmek.
aktris
Tiyatroda kadın oyuncu.
aktrist
Kadın oyuncu.
alcün
Ahmak kadın.
Semiz dişi deve.
alude-daman / alude-dâmân
Eteği bulaşık, iffetsiz kadın.
(Farsça)
alüfte / âlüfte / آلُفْتَه
Muhabbet ve sevgiden deli gibi.
(Farsça)
Alışık, nâmus perdesi yırtık, iffetsiz kadın. Fâhişe.
(Farsça)
İffetsiz, düşkün kadın.
Alışık, iffetsiz kadın.
Namussuz kadın.
alüfte madam / âlüfte madam
Namus dışı hareketlerde ve faaliyetlerde bulunan kadın.
alüfte-gan / alüfte-gân
(Tekili: Alüfte) Nâmus perdesi yırtık kadınlar. Fâhişeler.
(Farsça)
amazon
Milattan önce yaşamış İskitlerin kadın askerlerine verilen isim. Göğüslerini dağlatarak küçükten harbe alıştırılan bu İskit kadınlarının şiddetli muharebeler yaptıkları yazılıdır.
Güney Amerika'da büyük bir nehir adı.
Eski zamanlarda yaşamış savaşçı kadın.
amine / âmine
Emin olan. Kalbinde korku olmayan kadın.
Peygamberimiz Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın öz annesinin adı. Yirmi sene yaşamıştır. Hazret-i İbrahim Aleyhisselâmın dini üzere idi. (R. Aleyha)
an / ân
Uzağı gösteren işâret ismi. Şu. Bu. O.
(Farsça)
Güzellik câzibesi. Melâhat. Güzellik.
(Farsça)
Cemi edâtı. Kelimenin sonuna getirilerek cemi' yapılır. Meselâ: Âlimân: Âlimler. Anân: Onlar. Merdân: Adamlar. İnsanlar. Zenân: Kadınlar.Kelimenin sonuna getirilerek sıfat edatı yapılır: Ters: Korku.
(Farsça)
anise
Cana yakın kız veya kadın.
anka
İsmi olup cismi bilinmeyen bir kuş. Çok büyük olduğu anlatılır. Zümrüd-ü Anka ve Simurg gibi isimlerle de anılır.
Uzun boyunlu kadın.
Arabdan bir kimsenin lakabı.
Zahmet, meşakkat.
arekiyye
Zinâkâr kadın.
arub
(Çoğulu: Urub) Erkeğini seven kadın.
arzu
Meşhur halk hikâyelerinden olan Arzu ile Kamber hikâyesinin kadın kahramanı.
asabe
Baba tarafından akrabâ, hısım. Allahü teâlânın Kur'ân-ı kerîmde hisse (pay) takdîr edip bildirdiği vârislerden (Eshâb-ı ferâizden) sonra gelen ve belli bir payı olmayıp artan malı almaya hak kazanan, ölene erkek vâsıtasıyla bağlanan erkek akrabâ veya bâzı durumlarda bunlar gibi vâris olan kadınlar.
aşifte / âşifte / آشفته
Perişan.
(Farsça)
İffetsiz kadın.
(Farsça)
asiye / âsiye
Kederli, hüzünlü kadın.
Sütun, kolon, direk.
Hz. Musa'yı (A.S.) Nil nehrinden çıkararak büyütüp yetiştiren kadın. Firavunun zevcesinin ismi.
aşşe
Yaprağı uzun ve ince olan hurma ağacı.
Zayıf vücutlu, uzun boylu kadın.
aşüfte / âşüfte / آشفته
Sevgiden kendinden geçen. Çıldırırcasına seven.
(Farsça)
İffetsiz kadın.
(Farsça)
İffetsiz kadın.
(Farsça)
Perişan.
(Farsça)
asva
Sırtlan.
Yaşlı kadın.
aşva'
Geceleyin gözü görmeyen kadın veya kız.
Önüne bakmayıp her ne olursa basan deve.
ater
Arap kadınlarının misk ve başka güzel şeylerle yoğurup, boyunlarına taktıkları gerdanlık.
athar
(Tekili: Tâhir) Kadınların aybaşı ve doğumdan çıktıkları zamanlar.
atlab
(Tekili: Tâlib) Arayanlar, talibler; bilhassa talebeler.
(Tılb) Kadın peşinde dolaşanlar, zamparalar.
avra
Şaşı. Kör kadın. Tek gözlü.
Mc: Kör fikir.
Çirkin ve kabih söz.
Sâdece dünyayı düşünüp âhireti unutan.
avrat / avrât / عورات
(Tekili: Averât) (Avret) Kadınlar.
Gizli yerler.
Mahrem zamanlar.
Kadınlar.
(Arapça)
avret / عورت
Eksik. Gedik. Gizlenmesi lâzım gelen şey. Dinen örtülmesi vâcib olan âzâ, ud yeri. Utanılacak ve hayâ edilecek şey. Erkeklerde göbek ile diz kapağı arasındaki kısım.
Kadın. Zevce. Nikâhlı.
Gece uykuya yatacağı vakit ve seherden evvel uykudan kalkılacak saate de şeriat örfünde
İslâmiyet'te akıllı ve bâliğ (ergen ve evlenecek yaşa gelmiş) olan kimsenin namaz kılarken açması veya her zaman başkasına göstermesi ve başkasının bakması haram (günâh) olan yerleri.
Kadın, hanım.
Kadın.
(Arapça)
ayise / âyise
Âdet yâni hayz görmekten ümidini kesmiş yaşlı kadın.
ayta'
Uzun boyunlu kadın.
Uzun boyunlu dişi deve.
azame
Eskiden, büyük görünmesi için kadınların bağladıkları arkalık.
azebe
Kocası olmayan kadın.
azire / âzire
Hayızlı kadın.
azize
(Müe.) Aziz olan.
Hristiyanlıkta kadın rahib. Rahibe.
bahandat
Gövdeli, besili kadın.
bahatir
(Tekili: Bühter) Kısa boylu kadınlar, bodur kimseler.
bahha'
Sesi kesilmiş olan kadın. (Müz: Ebahh)
bahile
Arap kabilelerinden birinin ismi.
Dul kadın.
bakire / bâkire
Evlenmemiş kadın.
banu / bânû
Kadın, hatun, hanım.
(Farsça)
Gelin.
(Farsça)
Gülsuyu gibi şeylerin şişeleri.
(Farsça)
başame
Kadınların örtündükleri yaşmak. Tülbent, başörtüsü.
(Farsça)
basur / bâsûr
(Çoğulu: Bevâsir) Tıb: Mayasıl. Kalın bağırsakta ve makadın etrafındaki siyah kan damarlarının şişmesi ve bazen iltihablanması sebebiyle, makadın içinde ve dışında meydana gelen memeler yüzünden makaddan kan ve cerahat gelmesi hastalığı.
becra'
Yüksek yer, yüksek tepe.
Göbeği çıkmış kadın.
bedda'
Gövdeli, şişman kadın.
behanet
Nefesi iyi ve lâtif olan kadın.
behice
Şen, güzel. Güler yüzlü kadın.
behneke
Etli, büyük, şişman kadın.
behramen
Bir çeşit kırmızı yakut.
(Farsça)
Kadınların kullandıkları allık.
(Farsça)
İpekten dokunan güzel bir kumaş.
(Farsça)
Kırmızı gül, asfur çiçeği.
(Farsça)
behsale
(Çoğulu: Behâsile) Etli, kısa boylu, tıknaz kadın.
beladir
Kadınların kullandıkları altun, gümüş, zümrüt, yakut, elmas gibi süs eşyası.
(Farsça)
Belâyı def etmek için verilen sadaka.
(Farsça)
belca'
Kaşları arası açık olan kadın. (Müz: Eblec)
belha / belhâ
Gönlü kibirli olan kadın.
belha'
Bir gözüne sürme çekip, diğer gözünü unutan ve gömleğini ters giyen akılsız kadın.
belkıs
Süleymân aleyhisselâm zamânında Yemen'de Sebe' şehrinde hüküm süren Himyerîlerden bir kadın sultan.
Bir kadın hükümdar.
benat-ür rüşde / benât-ür rüşde
Nikâhlı kadından doğan evlat.
ber
Üzere, üzerine, yukarı mânasına (ve Arabçadaki "Alâ" yerine edat-ı isti'lâdır)
(Farsça)
Göğüs, sine, bağır, sadır.
(Farsça)
Fayda.
(Farsça)
Hamil.
(Farsça)
Hıfz.
(Farsça)
Yan.
(Farsça)
Taraf.
(Farsça)
Nâkil. Götürücü.
(Farsça)
Meyve.
(Farsça)
Yaprak. Varak.
(Farsça)
Meme.
(Farsça)
Genç kadın.
(Farsça)
E
(Farsça)
berehrehe
Güzel, nâzik kadın.
berencen
Kadın bileziği.
(Farsça)
beste-rahim
Çocuk doğuramayan, kısır kadın.
(Farsça)
betul / betûl
(Betâl) Erkekten kaçınan nâmuslu kadın.
Hz. Fatımatüzzehra ve Hz. Meryem'in sıfatı.
betül
Erkekten sakınan namuslu kadın.
bevar
Mahvolma, çürüme, yok olma.
Kadının kocaya varmayıp evde kalması.
beydaha
İri ve şişmanca kadın.
beyyine
Açık delîl.
Kur'ân-ı kerîm.
Mûcize.
Delil, şâhid.
Âdil olan iki erkek veya bir erkek ile iki kadın şâhid.
Peygamber efendimizin isimlerinden.
beyza'
(Çoğulu: Biyâz) Kasaba, köy.
Güzel yüzlü kadın. (Müz: Ebyaz)
beyzat-ül hıdr
Kapalı, örtülü güzel kadın.
bezha'
Göğsü dışarı çıkıp arkası içeri giren kadın.
bid'at ehli
Peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem ve Eshâb-ı kirâmının yolundan (Ehl-i sünnet îtikâdından) ayrılanlar. Bid'at sâhibi. Îtikâdda (îmânda) ve amelde (ibâdette) dinde olmayan yenilikler ortaya çıkaran kimseler, dinde reformcular.
bilah / bilâh
Arkaları büyük olan kadınlar.
billiz
Kısa boylu adam.
Şişman kadın.
bimare
Hasta, alil.
(Farsça)
Muharebeler veya akınlar esnasında ele geçirilen kadın esirlerin ayrıldıkları sınıflardan birinin adı.
(Farsça)
bive
Dul kadın, kocasız kadın.
(Farsça)
bivegi / bivegî
Dulluk. Kocasız kadının hâli.
(Farsça)
bivezen / bîvezen / بيوه زن
Dul kadın.
(Farsça)
boşanmak
Eşi ile olan nikâh bağını bozmak. Eşinden ayrılmak. (Medeni kanun, boşama yetkisini mahkemeye bırakmıştır. İslâm dini evlenmeyi Allah'ın emirleri dahilinde karşılıklı rızaya bağlı hür bir sözleşme olarak gördüğünden kadınla erkek boşanma yetkisinin kimde olacağını da kararlaştırabilirler. İsterlerse
(Türkçe)
buhnuk
Kadınların başlarına örtüp iki uçlarını çenesi altına bağladıkları bez. (Türkçe "destâr" derler)
büraka
Bütün gün yüzünü süsleyen kadın.
Yemek sırasında bir kimseye kızıp, yemeği kimseye vermeyip yalnız yiyen kadın.
bürka'
Kadınların örtündükleri yaşmak, peçe.
burku'
(Berku') Kadınların yüz örtüsü, peçe.
Kâbe örtüsü.
Yedinci kat gök.
büruk
Un helvası, undan yapılan bir nevi helva.
Büyük oğlu varken evlenen kadın.
Deve çökmek (mânâsına mastardır.)
buule
Kadın eş, zevce.
çader / çâder / چادر
Çadır.
(Farsça)
Örtü, kadınların giydiği örtü.
(Farsça)
cadı
Avrupa'da putperestlik çağından beri gelen bir inanca göre, şeytanın gücünü kullanarak büyü yolu ile insanlara kötülük eden, felâketler getiren kadın. Bu bâtıl inanç yüzünden birçok yaşlı masum kadın, cadı diye Hristiyanların kurduğu Engizisyon mahkemeleri kararıyla yakılmıştır.
çadır / چادر
Çadır.
(Farsça)
Örtü, kadınların giydiği örtü.
(Farsça)
cafcaf
Ahlâksız, iffetsiz kadın.
(Farsça)
cahma'
Gözleri büyük ve çok kırmızı olan kadın.
cahmeriş
(Çoğulu: Cehâmir) Çok yaşlı kadın.
Eşek sıpası.
cali'
Açık-saçık kadın. Hayasız kadın.
Utanmaz, utanması kıt olan adam.
car / câr
Kadınların, elbisenin üstünde örtündükleri çarşaf.
cariye / câriye
Geçer olan, akıcı olan. Seyreden giden.
Güneş, şems.
Gemi.
Cenab-ı Hakk'ın in'âm eylediği rızık ve nimet.
Genç ve iyi hizmet eden kadın. Muharebede İslâm düşmanlarından esir edilen kadın hizmetçi.
Harbde esir alınıp İslâm memleketine getirilen kadın köle.
Savaşta gayr-i müslimlerden esir olarak alınan kız ve kadınlar.
Hizmetçi kız.
Esir kadın.
carre
Komşu kadını.
Yularından çekilen deve.
çarşaf
Yatağın üstüne serilen veya yorgana kaplanan bez örtü.
Kadınların kullandığı baştan örtülen, pelerinli eteklikli sokak elbisesi. Kadınların örtünmesi farzdır. Bu maksatla çarşaf ucuz, pratik, hafif olması ve zengin fakir herkesin kolayca sağlıyabilmesi bakımından yaygın olarak kulanı
cebha'
Büyük alınlı kadın.
cedda'
Küçük memeli kadın.
Susuz çöl.
cefcaf / cefcâf / جفجاف
Hayâsız, ahlâksız kadın.
(Farsça)
Hoppa kadın.
(Farsça)
Orospu.
(Farsça)
celabib
(Tekili: Cilbâb) Kadının bütün vücudunu örten ve dıştan giyilip bol olan çarşaf nevi. Yaşmaklar. Baş ve yüz örtüleri, ferâceler.
çelenk
Eskiden kadınların süs için başlarına taktıkları mücevher veya madenlerden yapılmış sorguç. Halka şeklinde çiçek veya yapraklı dal demeti. (Cenazelere çelenk göndermek İslâm âdeti değildir, israftır.)
(Farsça)
cem-i müennes-i salim / cem-i müennes-i sâlim
Gr: Sonu (ât) eki ile biten cemi'ler. Meselâ: Müminât: (Kadın mü'minler, mümineler) Sâdıkât, Hafiyyât, Sâlihât gibi.
cemaş
Kadın ile oynaşan kişi.
cerba
Uyuz kadın.
cevari
(Tekili: Câriye) Akıcı ve câri olanlar.
Hizmetçi kızlar.
Câriyeler, kadınlar.
cilbab
Kadın feracesi. Çarşaf.
cins-i latif / cins-i lâtif
Lâtif ve hoş cins, nev. İnsanlar nev'inde kadın.
Güzel cins, kadınlar.
cülhub
Dizleri büyük olan kadın.
cünnet
Örtü, kadın başörtüsü.
Yağan.
Kalkan.
da'ca'
Gözü çok siyah ve büyük olan kadın. (müz: Edac)
dagdaga
Dişi olmayan kadın.
Kurdun et yemesi.
Yemeği iki çene arasında geve geve yemek.
dahya'
(Çoğulu: Duhâ) Hayız görmez kadın.
Ağaç ismi.
dal
Semiz avrat. Şişman kadın.
dalle / dâlle
Âdet hâlinin kaç gün olduğunu unutan veya kaç gün olduğunu bilip ayın başında mı, ortasında mı, sonunda mı olduğunu kestiremeyen kadın.
dameni / damenî
Eteklik.
(Farsça)
Kadın başörtüsü.
(Farsça)
damzer
(Çoğulu: Damazir) Sütü az olan deve.
Sağlam ve sert yer.
Şişman kadın.
defva
Boyu uzun ağaç. Uzun boyunlu keçi.
Boynu uzun olan kadın.
demcele
(Çoğulu: Demâcil) Şişman kadın.
Huyu, hilkati güzel, iyi kadın.
derma'
Topuğu belli olmayan, şişman kadın.
Tavşan.
Kırmızı yapraklı bir acı ot.
dest-vane
Savaşta giyilen demirden yapılmış eldiven.
(Farsça)
Kadınların kollarına taktıkları süs eşyası, bilezik.
(Farsça)
Meclisin baş kısmı.
(Farsça)
dıkis / dıkîs
Akılsız kadın.
dinak
İri gövdeli, şişman kadın.
dir'
Zırh, demirden gömlek.
Kadın gömleği.
dırriz
Bahil kimse.
Kısa boylu, âdi kadın.
div-çe
Sülük.
(Farsça)
Kadın tuzluğu adı verilen bir bitki çeşiti.
(Farsça)
Ağaç kurdu, güve.
(Farsça)
Arka kaşağısı.
(Farsça)
dost
(Çoğulu: Dostân) Sevilen insan, muhib, yâr.
(Farsça)
Erkek veya kadın sevgili, mâşuk, mahbub, mâşuka, mahbube.
(Farsça)
Hakiki dost ve âşıkların ve âriflerin âşık oldukları Allah.
(Farsça)
dudu
Hanım, kadın, hatun.
duga
Akılsız kadın.
duht-ender
Üvey kız.
(Farsça)
Eskiden kadın esirlerinin bir cinsi.
(Farsça)
ebih
Yüzünden örtüyü kaldırmayan tesettürlü kadın.
ebiye
İmtinâ edici, çekinen kadın.
ebrencen
Bilezik. Kadınların kollarına taktıkları altından mâmul zinet eşyası.
(Farsça)
ehevat
(Tekili: Uht) Kız kardeşler.
Kadın arkadaşlar.
Benzer şeyler.
ehl-i sünnet alimleri / ehl-i sünnet âlimleri
İnanılması lâzım olan din bilgilerini Eshâb-ı kirâmdan (Peygamber efendimizin arkadaşlarından) doğru olarak öğrenip, kitablara yazan ve Ehl-i sünnet îtikâdında olan İslâm âlimleri.
elti
İki kardeş zevcelerinin her birine nisbetle diğeri. Bir kadının kaynının zevcesi.
(Türkçe)
eme
(Çoğulu: İmâ-İmât) Câriye, kadın köle.
emhar
(Tekili: Mehr) Mehrler, nikâh bedelleri. Zevceynin ayrılmaları halinde kadına verilecek olan ve nikâhta kararlaştırılan para ve sair eşyalar.
(Mühür) Taylar, at yavruları.
emraz-ı nisaiye
Kadın hastalıkları.
enber
Kadın tuzluğu adı verilen ufacık kara yemiş.
ennane
Çok inleyen ve çok şikâyetçi olan kadın.
envah
(Tekili: Nevh) Nevhler, ölmüş olan bir kişinin arkasından ağlayan kadınlar, matem tutan hanımlar, ağıt yakanlar.
eramil
(Tekili: Ermele) Bekârlar. Dul kadınlar. Kocaları ölmüş veya boşanmış kadınlar.
erham / erhâm
Kadınlardaki çocuk yatağı, rahimler.
Akrabalar.
ermel
(Çoğulu: Erâmil) Ayakları siyah olan koyun.
Kadını olmayan erkek.
ermele
(Çoğulu: Erâmil) Erkeği olmayan kadın.
erneb
Tavşan.
Kadın ziynetlerinden biri.
İri fare.
eş'ari / eş'arî
Eş'arî mezhebi veya o mezhepte olan. Asıl adı Eb-ul Hasan-ül-Eş'arî olan İmam-ı Eş'arî, Ehl-i Sünnet itikadını âyetlere, hadislere göre izah ve şerh ederek tesbit etmiştir. Ehl-i Sünnet Mezhebi itikadına tercümanlık ederek İslâmiyet'e büyük hizmet etmiştir. (Hi. 260-324) İtikada dâir meydana koyduğu
Ehl-i sünnet vel-cemâat yolunun iki büyük imâmından biri. Ebü'l-Hasen Ali bin İsmâil Eş'arî. 879 (H. 266) yılında Basra'da doğdu. 941 (H. 330) yılında Bağdâd'da vefât etti.
Ehl-i sünnet vel-cemâat îtikâdını Ebü'l-Hasen Eş'arî hazretlerinin açıkladığı şekilde öğrenip inanan.
esban
Kadınların başlarını örttükleri güzel ve ince bir örtü.
Kadınların, yüzlerini örtükleri peçe, tül.
eshab-ı feraiz / eshâb-ı ferâiz
Ölen bir kimsenin mîrâsına (geriye bıraktığı mala) vâris (hak sâhibi) olan ve Allahü teâlânın Kur'ân-ı kerîmde hisselerini (paylarını) bildirdiği dördü erkek, sekizi kadın on iki kişi.
esterven
Çocuk doğurmayan, kısır kadın.
(Farsça)
etvak
(Tekili: Tavk) Kadın gerdanlıkları.
Hindistan cevizinin sütü.
evrencen
Kadın bileziği.
(Farsça)
eyazi
Kadınların yüzlerine örttükleri peçe, örtü.
(Farsça)
eyum
Erkeksiz kadın (ki, önce ere varmış olsun-olmasın).
eyyim
Bekâr, dul. Eyyim; gerek bikir, gerek seyyib olsun zevci olmayan kadına ve zevcesi olmıyan erkeğe denir ki, buna bekâr denir. Bundan başka eyyim; hür kadına ve bir kimsenin kızı, hemşiresi, teyzesi gibi yakın hısmına da ıtlak edilir.
facire / fâcire
Kötü hayata alışmış, ahlâksız kadın. Günahkâr.
Günahkâr kadın.
fahişe / fâhişe / فاحشه
Ahlâksız ve hayâsız kadın. Namusunu korumayan kadın.
Allah'ın menettiği şey.
Zâniye. Kahbe.
Büyük günahlar işleyen iffetsiz kadın.
Fuhuş yapan kadın.
(Arapça)
fahişeler güruhu / fâhişeler gürûhu
Namusunu koruyamayan iffetsiz, hayasız kadınlar topluluğu.
fakıd
Oğlunu veya eşini kaybetmiş kadın.
familya
Aile. Soy. Zevce. Kadın. Eş.
(Fransızca)
Aynı cinsten olan nebat grubu. Aynı soydan veya cinsten olan. Aralarında benzerlik bulunan grup.
(Fransızca)
fasid kan / fâsid kan
Üç günden yâni yetmiş iki saatten -beş dakika bile az olsa- gelen kan, yeni başlayan (baliğa, ergen) olan için on günden çok sürüp, onuncu günden sonra gelen kan, yeni olmayanlarda (kadınlarda) âdetten çok olup on günü de aştığında âdetten sonraki gü nlerde gelen kan, hâmile ve âyise (ihtiyar) kadın
fasid temizlik / fâsid temizlik
Sahîh olmayan temizlik.Kadınlarda hayız kanının kesilmesinden sonra on beş gün geçmeden önce kan görme hâli.
fed'a
El ve ayağı eğri olan kadın. (Müz: Efdâ)
feha
Horultulu uyku.
Şişman kadın.
Ayaklarda olan gevşeklik.
felces
Haris kimse.
Baldırı ve mak'adı zayıf olan kadın.
ferace
Örtünecek gibi olan ve giyilen bol elbise, cübbe.
Kadınların üzerlerine örttükleri örtü. Bütün vücudu kaplayan geniş örtü.
ferd-i hasna / ferd-i hasnâ
Güzel bir kadın.
fertute
Kadın esirler hakkında kullanılan tâbirlerdendir. Esir edilen kadınlar hakkındaki diğer tâbirler şunlardır: Mâriye, ümmülveled, acuze, duhter, yekdest, yekçeşm, mâyube.
fetat
Kuvvetli, genç kadın.
fetişizm
Küçük putlara ve heykellere tapma âdeti. Putçuluk. Kadın resimlerine veya heykellere fazlaca sevgi beslemek hastalığı.
(Fransızca)
fettan
Fitne ve fesada teşvik eden, ayartan.
Cazibeli, gönül alıcı, oynak kadın.
fetva / fetvâ / فتوی
Kadının verdiği şer'î karar.
(Arapça)
fevga'
İri vücutlu, şişman kadın.
feyl
Hamile kadının sütü.
firaş-ı kavi / firaş-ı kavî
Fık: Evli kadının firaşı mânâsına gelir bir tabirdir. (Bununla bilâdavet neseb sabit olup, nefy ile neseb nefy olunmayıp, lâkin laan ile nefy olunur.)
fistan
Kadınların bellerinden aşağı giydikleri geniş ve uzun elbise. Ayrıca Arnavutlarla Rumların, dizlerine kadar giydikleri kırmalı elbiseye de bu ad verilir.
Direklerin güverte ıskaçalarını sudan muhafaza için üzerine kalın bırandadan çevrilen kılıf.
Kadın elbisesi.
fitne-i nisaiye / fitne-i nisâiye / فِتْنَۀِ نِسَائِيَه
Kadın kaynaklı fitne.
gade
Bedeni yumuşak olan kadın.
gafak
Yağmurun yavaş yavaş yağması.GAFER (Gufâr)Ğ : Kadının baldırında, alnında veya başka yerinde olan kıl.
ganiye
Çok hoş, çok lâtif.
Kadın şarkıcı.
Zengin kadın veya kız.
gavani / gavanî
(Tekili: Ganiye) Zenginler.
Kadın şarkıcılar.
gayda
(Çoğulu: Guyed) Nazik ve yumuşak tenli genç kadın. (Müz.: Agyed)
gayl
Irmak, nehir.
Ağaç, şecer.
Cima etmek.
Kadının hâmile iken çocuğuna süt emzirmesi.
gayle
Şişman kadın.
gaze
Kadınların yüzlerine sürdükleri düzgün allık.
(Farsça)
gazel
Tek kişinin özel bir ahenkle okuduğu manzume. (Aşk ve nefis gibi hislere ait olup, anlamı dine aykırı olursa ve kadın sesi ile câiz değildir.)
Edb: Klâsik şark şiirlerinin en çok kullanılan ve (5-15) beyitlik şekil.
Sonbaharda ağaç üzerinde kuruyan yapraklar.
Ceylân.<
gevher-tab
Altun ve mücevherlerle işlenmiş kadın eşarbı.
(Farsça)
gisu-bend / gîsu-bend
Saç örgüsü, saç bağı.
(Farsça)
Altundan yapılmış kadın tarağı.
(Farsça)
gülgune
Gül renkli.
(Farsça)
Gül yanaklı.
(Farsça)
Kadınların kullandıkları gül rengindeki düzgün.
(Farsça)
gumre
Kadınların yüzlerine örttükleri kırmızı bez.
Küçük kadeh.
guş-var
Küpe, kadınların kulaklarına taktıkları mücevher.
(Farsça)
gusl
Boy abdesti. Cünüb olan her kadın ve erkeğin, hayz (âdet) ve nifası (lohusalık hâli) sona eren kadınların ağzı ve burnu ile birlikte, iğne ucu kadar kuru bir yer kalmayacak şekilde, bütün bedenini yıkaması.
habaib
(Tekili: Habibe) Habibeler, sevgili kadınlar.
habail-üş şeytan
Şeytanın tuzakları.
Kadınlar.
habbe
Gammazlık yapan kadın. (Müz: Habb)
habendat
Şişman kadın.
habna'
Çıbanları olan kadın.
hacce / hâcce
(Çoğulu: Havâcc) Hacca giden, usulüne uygun olarak Kâbe'yi ziyaret ederek hac vazifesini yerine getiren kadın veya kız.
(Çoğulu: Hâcc) Bir cins diken.
hadaka
Elmas.
Her görüp beğendiğini aldırmak için kocasına teklif eden kadın.
hadba'
Uzun boylu akılsız kadın.
Yumuşak gönüllülük.
hadd-i kazf
İffetli, temiz olan erkek veya kadına zinâ isnâd etmek (zinâ ettiğini söylemek) sebebiyle verilen cezâ.
hadd-i kazif
Nâmuslu bir kadına zina isnad edene karşı verilen şer'î ceza.
hadd-i zina / hadd-i zinâ
Akıllı olan, ergenlik çağına gelen ve konuşabilen müslüman veya müslüman olmayan kadın ve erkeğe, dâr-ül-İslâm'da (İslâm memleketinde), tehdîd edilmeden, arzûlariyle, zinâ yaparken yakalandıklarında verilmesi gereken cezâ.
hadesten taharet / hadesten tahâret
Namaza başlamadan önce yerine getirilmesi gereken farzlardan biri. Abdesti olmayan kimsenin abdest alması, cünüb olanın, hayız ve nifas hâli sona eren kadının boy abdesti alması.
hadime
(Hâdim. den) Kadın hizmetçi.
haid / hâid
Hayız (âdet) gören kadın.
hakime / hâkime
Kadın hâkim.
halahil
(Tekili: Halhal) Arap kadınlarının süs olarak ayak bileklerine taktıkları halkalar. Bunlar altun veya gümüşten yapılır.
halail
(Tekili: Halile) Nikâhlı kadınlar, zevceler, karılar.
halale
Kadın eş. Halile, zevce.
halhal
Eskiden kadınların süs için ayaklarının topuklariyle baldırları arasına yani ayak bileklerine taktıkları altundan veya gümüşten yapılmış halka. Ayak bileziği.
Kadınların ayak bileklerine taktıkları altın veya gümüş halka, ayak bileziği.
halime / halîme
Yumuşak huylu kadın.
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın süt anasının ismi. Beni Sa'd bin Bekr kabilesindendir. Halime-i Sa'diye diye de anılır. (R.A.)
Yumuşak huylu kadın. (Peygamberimizin süt annesinin adı)
Yumuşak huylu kadın, Peygamberimizin süt annesi.
haliye
(Çoğulu: Havâlî) Kendini süsleyen kadın.
haliyyat
(Tekili: Haliye) Bekâr kadınlar, evlenmemiş kızlar.
haliyye
Bağından boşanmış deve.
Yabancı bir yavru emziren deve.
Büyük gemi.
Arı kovanı.
Ahlâktan kinâyedir.
(Çoğulu: Haliyyât) Bekâr kadın, evlenmemiş kız.
halvet
Yalnızlık, yalnız olarak kalma.
Yabancı bir kadınla yabancı bir erkeğin bir odada, kapalı bir yerde yalnız kalmaları.
Tasavvuf yolunda olgunlaşmak ve ilerlemek için belli bir müddet tenhâda kalma hali yalnız kalmak.
hamile / hâmile
Gebe kadın.
hamka
Ahmak ve budala kadın.
haml
Yük.
Sırtına yük alıp getirmek.
Kadının karnındaki çocuk.
İsnad. Yüklenme.
hammami / hammamî
Hamam idare eden adam veya kadın. Hamamcı.
hamra
(Müennes) Çok kırmızı, kızıl renk.
Şiddet ve meşakkatli geçen yıl.
Şiddetle olan ölüm.
Arap olmayan cinsten.
Yüzü kızarmış kadın.
hani'
Karısını boşamış koca veya kocasından boşanmış kadın.
hanire / hanîre
(Çoğulu: Hanâyir) Parmak başlarındaki boğum.
Kadınların yün ve pamuk attıkları yay.
Kirişi olmayan yay.
haniye
Şarap.
Erkeği öldükten sonra evlenmeyip, çocuğuna bakan kadın.
hanya'
Beli bükülmüş kadın.
har'abe
İnce kemikli, genç ve güzel kadın.
Uzun.
Yeşil üzüm çubuğu.
harem
Herkesin girmesine müsaade edilmeyen yer. Kadınlara mahsus oda. (Misafirlere ve erkeklerin girmesine müsaade edilen yere de"selâmlık" denir.)
harem-seray
Sarayların kadınlara mahsus olan kısımları. Buna "Harem-i Hümayun" da denilir.
Câmi içi.
hari' / harî'
Kimseden çekinmeyen, fâcire kadın.
Çok gülen, gülegen.
harsa'
Dilsiz kadın.
Gürlemeyen bulut.
Belâ. (Müz: Ahrâs)
harus
Sütü az olan kadın.
Evlenip hâmile olan kız.
hasanet
Bir yerin çok sağlam ve korunulacak tarzda olması.
Kadının kendisini haramdan koruması.
haşefe
(Çoğulu: Haşef-Haşefât) Sünnet mevziine varana kadar olan zeker başı.
Yaşlanmış kuru kadın.
Kuru hamur.
Yumuşak taş.
hasın
(Çoğulu: Hâsınât) İffetli, namuslu ve şerefli kadın.
hasna / hasnâ / حسنا
Güzel kadın. Hüsün ve cemal sâhibesi.
Çok fazlasıyla kendini haramdan saklayan kadın. Çok iffetli, çok nâmuslu kadın.
Güzel kadın.
Güzel kadın.
Güzel kız, güzel kadın.
(Arapça)
haşna'
Saliha kadın.
hasna-yı hüsna / hasnâ-yı hüsnâ
Hem güzel ve hem de namuslu olan kadın.
hassa'
Hayırsız kadın.
hasur
Mânevi mücahededen dolayı kadınlara yaklaşmaya rağbet etmeyen.
Sır saklayan. Keder ve üzüntüden gönlü daralan, tasadan içi sıkılan.
Çok bahil kimse. (Halkla yer ve içer, birşey vermez)
Oğlu ve kızı olmayan.
Avrete cimâ edemeyen.
İhlili dar olan deve.
haten
(Çoğulu: Ahtân) Kadın tarafından olan kimseler. (Baba, kardeş ve emmi gibi)
Araplar, damat mânasına kullanırlar.
hatice / hatîce
(Hadîce) Vakitsiz ve erken doğan kız çocuğu.
Fetva metinlerinde kadını temsil eden umumi isimlerden birisi. (Ötekiler: Hind, Fâtıma ve Zeyneb'dir.)
hatla'
Kulakları sarkık olan kadın. (Müz: Ahtal)
hatun
(Çoğulu: Havâtın) Kadın. Hanım.
Tar: Yüksek şahsiyetli kadınlara veya hakan eşlerine verilen ünvan.
havale
Bir işi veya bir şeyi başka birine bırakma. Ismarlama.
Görmeyi önleyen duvar gibi perde.
Tıb: Küçük çocuklarda veya gebe kadınlarda bazan meydana gelen, baygınlık veren bir hastalık.
Postadan gelen emanet kâğıdı.
havasın
(Tekili: Hâsına) Namuslu kadınlar.
havass-ı refia / havâss-ı refia
Tar: Eyüp Kadılığı eskiden Çatalca'ya kadar uzanır ve Çatalca'da kadının bir vekili bulunurdu. İkinci meşrutiyete kadar bütün mahkeme işleri, kadının tayin ettiği bir naib tarafından idare edilirdi. Meşrutiyet devrinde diğer kadılara yapıldığı gibi, Eyüp Kadılığına da maaş bağlandı. Şer'î ve nizamî
havatin
(Tekili: Hâtun) Şerefli kadınlar, hâtunlar.
haviyye
Çocuk doğuran kadına loğusa yemeği yedirmek.
Namaz kılan kimsenin, secde halinde iken, karnını uyluğundan yukarı tutması.
havla'
Gözü şaşı olan kadın. (Müz: Ahvel)
havra
(Ahver'in müennesidir.) Çok beyaz veya çok beyaz gözlü. Ahu gözlü kadın.
havsa'
Karnı sarkık olan kadın. (Müz: Ahves)
havva / havvâ
Hz. Adem'in (A.S.) muhterem zevcesi, eşi.
Rengi esmere mâil kadın.
Yalancı, kezzab.
İlk insan ve ilk peygamebr olan Hz. Âdem'in (a.s.) eşi, beşeriyetin anası ve ilk kadındır.
hayız
Kadınların âdet, kanama hâli.
Kadınlarda her ayın belirli günlerinde kanama ile kendini gösteren özel bir hâl, âdet hâli, hayz.
hayize
Aybaşısı olan kadın.
hayz
Kadınlarda aybaşı hali akıntısı.
Sıhhatli bir kızın veya âdet zamânı son dakikasından îtibâren tam temizlik (hiç kan gelmeden en az on beş gün) geçmiş olan kadının önünden çıkan ve Hanefî mezhebine göre en az üç gün (ilk görülmesinden îtibâren yetmiş iki saat), en çok on gün devâm eden kan.
(Çoğulu: Hiyaz) Kadınlara mahsus aybaşı. Kadının âdet hâli. Böyle bir kadına hayize denir. (Kadını döl yatağı denen rahminden, bir hastalık veya çocuk doğurma sebebi olmaksızın, muayyen müddetlerde kan gelmesine o kadının "aybaşısı" denir. Buna ve kan geldiği müddete de hayız müddeti denir. İslâmiye
hazeme
Kısa boylu kadın.
hazra'
Küçük ve dar gözlü kadın. (Müz: Ahzer)
hebiha
Yürürken sallanan kadın.
hebra
Şişman kadın.
helallı
Zevce, karı, menkuha. Nikâhlı kadın.
helkam
Yaşlı kadın, acuze.
heluk
Helâk olucu, helâk olan.
Fâcire kadın. Kötü hayata alışmış kadın.
hemşire
Aynı sütü emen kızkardeş. Abla, bacı.
(Farsça)
Hastabakıcı kadın veya kız.
(Farsça)
her'a
Küçük bir canavar.
Erkeğiyle muhalata ettiğinde şevkinin şiddetinden hemen inzal eden kadın.
herit / herît
Ağzı büyük kişi.
Ferciyle dübürü bir olan kadın.
herşebe
Yaşlı kuru kadın.
herşefe
Bez veya aba parçası. (Su az olduğu zamanda yerden onunla yağmur suyunu alıp bir kabın içine sıkarlar.)
Çok yaşamış, ihtiyar, kuru kadın.
Çok eski olan kova.
hevadic
(Tekili: Hevdec) Kadınların binip oturmaları için devenin üzerine konulan küçük mahfeler.
hevdec
(Çoğulu: Hevâdic) Kadınların binmesi için devenin sırtına konulan ufak mahfel.
Kadınların binmesi için deve üzerine yapılan küçük mahfel.
hey'are
Bir yerde karar etmeyen kadın.
heymere
Koca avret. İhtiyar kadın.
heyzale
İnsan sesleri.
Cemaat, topluluk.
Çok asker.
Büyük deve.
Belinden aşağısı şişman olan kadın.
hiba
Bahşiş.
Kadına kocasından kalan hisse.
Vergi.
hidad
Dul olan bir kadının mâtem tutup süsten vazgeçmesi.
hıkab
Arap kadınlarına mahsus bir nevi kumaştır, onu bellerine kuşanıp süslerini ve zinetlerini ona takarlar.
hilallemek / hilâllemek
Abdest alırken, el ve ayak parmakları ile sakalın ve kadınlarda sık saçların arasına ıslak parmaklarını sokarak hareket ettirmek.
hillet
Bir yere konup istirahat eden cemaat.
Yorgunluk. Kırgınlık.
Boşanmış kadının iddet müddetinin sona ermesi.
hımar
(Çoğulu: Humr-Humur) Kadınların başlarına sardıkları bez.
hinas
(Tekili: Hünsâ) Kendilerinde hem erkeklik, hem de kadınlık alâmetleri bulunan kimseler.
hind
Hindistan'ın kısa adı.
Bir kadın adı. (Asr-ı saadette Hazret-i Hamza'nın ciğerlerini yiyen kadın, Ebu Süfyan'ın karısı.)
Fetva metinlerinde kadını temsil etmek üzere kullanılan umumi isimlerden birisi. Diğerleri: Fatıma, Hatice, Zeyneb.
hınna
Kına. Saça, sakala veya kadınların, parmaklarının uçlarına sürdükleri sarımtırak pembe boya ve bunun esası olan toz.
hınzire / hınzîre
(Çoğulu: Hınzırât) Hileci ve fitnekâr kadın.
Dişi domuz.
hırmele
Akılsız kadın.
hırnık
(Çoğulu: Harânik) Tavşan yavrusu.
Bir şâire kadın.
hısan
(Tekili: Hasna) Güzel kadınlar veya kızlar.
hıtbe
Huk: Bir kadının nikâhına talib olmaktır. Evlenmeyi taleb eden erkeğe: "hâtıb", evlenmesi taleb edilen kadına da "mahtube" denir.
Okunmuş.
Söz kesilmiş, nişanlı kız veya kadın.
hıyaz
(El-hıyaz) Havuzlar.
Kadınlarda aybaşları, hayız kanları.
hiyaz
(Tekili: Hayz) Kadınlarda meydana gelen aybaşı halleri.
hızve
Kadının, kocası yanında hürmetli, izzetli ve mertebeli olması.
hostes
ing. Umumi taşıtlarda, daha ziyade uçaklarda yolcuları ağırlayan kız veya kadın.
hotoz
Eski zamanda kadınların başlarına giydikleri süslü serpuş.
Hayvan, kuş ve tavuk tepesi.
Yapıların ve eşyaların üzerine konulan tepelik.
hubanname
Edb: Güzel ve yakışıklı gençler hakkında yazılan kitap. (Güzel kadınlar hakkında yazılanlara ise "zenanname" denilir.)
huccet
Senet, vesîka, delîl, burhân.
Şer'î mahkemelerde bir dâvânın şâhitlerini dinledikten sonra kâdının verdiği hükmün yazıldığı îlâm, belge.
hükmi temizlik / hükmî temizlik
Kadının âdet bitiminden îtibâren on beş gün içinde kan gördüğü halde temiz kabûl edilmesi. Bu on beş gün içinde kan görülen bu kan fâsid kan yâni istihâza kanıdır.
hukuk ve hürriyet-i nisvan komitesi
Kadın Hakları ve Hukuku Komitesi.
hulle
Ağır, pahalı.
Belden aşağı ve belden yukarı olan iki parçadan ibâret olan elbise.
Cennet elbisesi.
Fık: Üç defa kocasının boşadığı bir kadının dördüncü defa eski kocasına nikâh düşebilmesi için başka birine nikâhlanması. Müslim bir erkek karısını üç talak ile boşarsa,
İslâmî nikâh hükümlerine göre üç defâ boşanmış bir kadının, tekrar aynı adam tarafından alınabilmesi için; başka bir erkek tarafından nikâhlanıp, düğün ve vaty olduktan sonra boşanması.
humre
(Çoğulu: Humur) Küçük seccade.
Namaz kılacak yer.
Küçük hasır parçası.
Güzelleşmek için kadınların yüzlerine sürdükleri şey.
humtane
Kadının kaynanası.
hünba'
Ağır ve çirkin kadın.
hünsa / hünsâ
Erkek veya kadın olduğu belirsiz olan.
Aynı çiçekte dişi veya erkeklik uzvunun bulunması.
Erkek ve kadın olduğu belli olmayan, hem erkeklik hem kadınlık uzvu bulunan kimse.
hunzub
Şişman gövdeli, boş konuşan kadın.
hurmet-i müsahere / hurmet-i müsâhere
Erkeğin herhangi bir kadın ile zinâ etmesi veya herhangi bir yerine unutarak ve yanılarak da olsa şehvetle (lezzet alarak) dokunması hâlinde, o kadının neseb (soy) ile ve süt ile olan anası ve kızları ile; kadının da o erkeğin oğlu ve babası ile evle nmesinin ebedî, sonsuz olarak haram, yasak olması
hurre
(Çoğulu: Harâyir) İyi.
Câriye olmayan kadın.
hürre
Esir veya câriye olmayan hür kadın.
Hür kadın. Câriye olmayan kadın.
Cariye veya esir olmayan kadın.
hürre-i mükellefe
Fık: Akıl ve bâliğ olan hürre kadın. Sevap ve günahtan mes'ul olan kadın.
hürriyet-i nisvan
Kadınların serbestliği.
i'kar
Kadının dölyatağını sakatlama.
ibdan
Kısrak.
Câriye, kız veya kadın esir.
icar
Kadının başına bağladığı nesne.
icaz
Kadın eşarbı. Baş örtü.
icfil
Yaşlı kadın, ihtiyar kadın.
Korkak adam.
ictihah
Kadının veya dişi hayvanların hâmile olması.
iddet
Bekleme müddeti.
Sayılmış. Madud.
Cemaat.
Hıfz.
Fık: Kocasından ayrılan kadının, başkası ile evlenebilmesi için, üç defa hayız görüp temiz oluncaya kadar geçen zaman. (Kocasından boşanırsa 100 gün, kocası ölürse 130 gün.)
Kocasının ölümüyle dul kalan veya talak (boşama) ve fesh (nikâhın bozulması) sebebiyle evlilik bağı çözülen kadının yeniden evlenebilmesi için beklemesi gereken zaman.
Bekleme süresi. İslâm hukukunda kocasından boşanan bir kadının 100 gün, kocası ölen bir kadının 130 gün bekleme müddeti. Bu müddet geçmeden başkasıyla evlenemez.
Kocası ölen kadının bekleme süresi.
iddet-i haml
Fık: Çocuk doğurmakla biten iddet. Kocası ölen veya boşanan gebe kadının, çocuğun doğmasını beklemesi demektir.
iddet-i vefat
Fık: Ölüm neticesinde icab eden iddet. Kocası ölen kadın hür ise 130 gün, cariye ise 65 gün iddet bekler.
iddira'
Anlama, derketme, kavrama, fehmetme.
Hile ile aldatma.
(Kadın) saçını tarayıp salıverme.
iffetli
(İffetlü) Namus, hayâ ve iffet sahibi kadın.
Doğru, rüşvet yemez, haram yemez, istikametli kimse.
Eskiden kadınlara yazılan mektub hitabı.
igyal
Hâmile kadının sütünü vermesi.
ihlil
Erkek tenasül organının deliği, sidik yolu. Sidik deliği.
Kadınlarda memede sütün aktığı yer.
ihsan
(Hısn. dan) Sağlamlaştırmak. Tahkim etmek.
Zevcesini nâmahremden korumak. Kadın kendisini haramdan sakınmak.
Ehl-i azamet olmak.
ihtila'
(Kadın) Nikâhı bozdurma. Kadın mehrinden vazgeçip veya çok para vererek kocasından boşanması.
ihtinak-ı rahm / ihtinâk-ı rahm
Eskiden, rahmin tıkanmasından dolayı olduğu sanılan ve kadınlarda görülen asabî bir hal ve hastalık.
ihtitab
Nikâhla kadın veya kız istemek.
ihtiyare
Yaşlı kadın.
iktinan-ı nisvan
Kadınların örtünmesi.
ilahe
Müşriklerin kadın heykeli şeklindeki putları. Bâtıl mâbud.
ileyha
Ona. (Kadın olan tek kimse için)
ileyhinne
Onlara. (Kadın olan çok kişi için söylenir.)
ılkid
Şişman, kısa boylu, hakir ve hayrı az olan kadın.
Katı yoğurt.
ilmah
Hemen gösterip çabucak yok etme.
Bir şeyi parlatma.
Güzel simalı bir kadın veya kız, yüzünü gösterip hemen çekilme.
iltisam-ı nisvan
Kadınların örtünmeleri.
ima'
(Tekili: Emen) Câriyeler, kadın esirler.
imamevi
Eskiden kadınlara mahsus hapishane.
(Türkçe)
imhar
Hâtun için mehr tayin etmek. Evleneceği kız veya kadın için mehr tayin etmek.
imparator
Lât. Büyük kral. Birkaç devlete hükmünü geçiren büyük hükümdar. Tahta çıkan kadın olursa ona imparatoriçe denir.
imreet
Kadın. Hâtun. Avrat.
inas / inâs
(Tekili: Ünsâ) Kadınlar, kızlar.
Kadınlar, kızlar.
Kadınlar.
inhidar-ı nisvan
Kadınların örtünmesi.
inkişaf-ı nisvan
Kadınların açılması.
inkıta-i tams / inkıtâ-i tams
(Kadın) âdetten kesilme.
ir'ad
Tehdid etmek, korkutmak. Muztarib etmek.
Kılıç parlatmak.
Kadın yüzünü kendisi açmak.
irbe
Kadına ihtiyaç duymayan erkek.
ısdak
Verilecek parayı kadının nikâhında tesbit edip kararlaştırma.
işhar
Ün alma, meşhur olma, şöhret kazanma.
Kadın, doğum yapacağı aya girme.
ıskat-ı cenin
Kadının çocuk düşürmesi.
istib'al
Kadını nikâh ile alma.
istibda
(İstibra') Ayırmak. Uzak etmek.
Küçük abdest bozduktan sonra idrardan temizlenmek, sidik eserinin tamâmen kesilmesini beklemek.
Nikâhla alınan dul bir kadının gebe olmadığına kanaat getirmek için, kadın bir âdet görünceye kadar beklemek.
istibra / istibrâ
Temizlenme.
Erkeklerin küçük abdesti yaptıktan sonra yürüyerek, öksürerek veya sol tarafa yatarak, idrar yolunda damlalar bırakmaması. Kadınlar istibrâ yapmaz.
Nikâhla alınacak dul bir câriyenin hâmile olup olmadığını bilmek ve şüpheye yer vermemek için bir temizlik müddeti geçip tekr
istihaza / istihâza
Kadın âdet görürken fazla kan gelmesi. (Rahimden değil de hastalıktan dolayı bir damardan gelip, tenâsül cihazı yolu ile akan kokusuz bir kandır. Buna "istihâza veya özür kanı" dendiği gibi, böyle bir kadına da "müstahâza" denir.)
Kadınlarda âdet ve lohusalık dışında gelen ve oruç ile namaza mânî olmayan kan.
istimrar / istimrâr
Kadından âdet hâlinde gelen kanın devâm etmesi.
istinkah / istinkâh
(Nikâh. dan) Bir kadını nikâhla alma, nikâhlamak isteme.
itab
Kolsuz ve yakasız kadın gömleği.
ıtfal
Kadının oğlanını getirmesi.
izale
Halsiz bırakma.
Uzun etekli elbise.
Kadın yaşmağını açma.
Sarığın ucunu uzatma.
ka'ş
(Çoğulu: Kuuş) Ağacın başını çekip eğmek.
Cem etmek, toplamak.
Kadınların bindiği merkep.
ka'sa
Devamlı olarak yerinde sabit olan kadın.
Arkası içerisine girdiğinden arkasını yere koyamayan kadın.
ka'va'
İncikleri ince olan kadın.
kabba
İnce belli, zayıf kadın. (Müz : Akbeb)
kabile
Kadın ebe.
Kabul edici.
Ses alıcı.
kabsa
Başı büyük ve sivri olan kadın.
kahbe
Namussuz kadın. Fâhişe.
Mc: Hilekâr, kalleş ve sözünde durmaz adam.
kahine / kâhine
Kadın kâhin.
kaide
Esas. Temel. Düstur. Nizam. Yol. Ayaklık.
Dip taraf.
Bir şeyin meydana gelmesine şart ve düstur olan husus.
Bir ilim ve fennin düsturlarından her biri.
Fık: Hayızdan ve çocuktan kesilmiş kadın.
kaneşvere
Hayız görmez kadın.
kanfa
Kulakları küçük ve kaba olan kadın. (Müz: Aknef)
kanva'
Büyük burunlu kadın.
kariat
(Tekili: Karie) Okuyan kadınlar. Kıraat eden kadınlar.
karibetün / karîbetün
Yakındır (kadınlar için kullanılır).
karie
(Çoğulu: Kariât) Okuyan kadın. Kırâat eden kadın.
karkal
(Çoğulu: Karâkıl) Kadın gömleği.
Yeleksiz elbise.
karta'
Gözünün birisine sürme çekip diğerini unutan ve gömleğini ters giyen budala kadın.
kasib
(Çoğulu: Kasâyib) Kadınların yüzleri üstüne bıraktıkları kıvırcık saç. Kâkül.
kaside-i emali / kasîde-i emâlî
Ehl-i sünnet vel-cemâat îtikâdını anlatan ve altmış yedi beytten meydana gelen meşhûr kasîde. Kasîdenin asıl adı Bed-ül-Emâlî olup, yazarı Ali Ûşî'dir.
kasırat-üt tarf
Kocasından başkasına aslâ bakmayan. (Cennet kadınlarının bir vasfı) Huriler.
kasire
Evinde hapsedilip dışarı çıkartılmayan kadın.
katibe / kâtibe
Yazıcı kadın.
kavda
(Çoğulu: Kud) Uzun boyunlu kadın.
Alt dişlerin uzun başlısı.
kayın
Kadının veya kocanın erkek kardeşi.
kazf
Atmak. İftira atmak. Ehl-i namus bir kadına zina isnad etmek. Buna "kazf-ı muhsenat" da denir.
İftira etmek, isnat etmek, kadına zina isnat etmek.
Atmak. İffetli (temiz) erkek veya kadına zinâ isnâd etmek.
Namuslu kadına iftira.
kazf haddi
Muhsan olan erkek veya kadına zînâ isnâd edenlere (iftirâda bulunanlara) verilen sopa cezâsı.
kazf-i muhsanat / kazf-i muhsanât
Temiz ve namuslu kadınları zina ile suçlama, iftira etme.
kazif / kâzif
Bir kadına zina suçu isnat eden.
ked-banu
Bir daireyi idare eden kâhya kadın.
(Farsça)
kefaet
Denklik. Denk olmak. Beraberlik. Bir şeye yeterlik. Küfüv oluş.
Fık: Evlenen erkeğin, alacağı kadına neseb, diyanet, hürriyet ve mal hususlarında müsâvi ve daha üstün olması hususu. (Bunun en mühimmi de diyânet noktasındadır.)
kefen-i farz
Erkek veya kadının vefât ettiğinde sarılarak örtüldüğü bezlerden bir parçası. Buna kefen-i zarûret (lâzım olan kefen) de denir.
kefen-i kifaye / kefen-i kifâye
Fakir veya çok borçlu olarak vefât etmiş erkek ve kadın için yeterli sayılan ve bedeni örtecek kadar olan kefen.
kefen-i sünnet
Vefât eden erkek için üç, kadın için beş parça olan bez parçası.
keffaret-i zıhar / keffâret-i zıhâr
Bir erkeğin, hanımını veya onun yüz, baş, ferc gibi bir uzvunu, kendisine nikâhı ebedî haram olan bir kadına veya onun bakılması haram olan yerine benzetmesi yâni "Sen anam gibisin" veya "Senin sırtın anamın sırtı gibidir" demesinin affı ve onunla te krâr münâsebet kurabilmesi için olan çâre.
kehila
Gözleri yaradılıştan sürmeli olan kadın.
kehire
Kısa boylu kadın.
kehla' / kehlâ'
Sürmeli kadın.
Sığırdili dedikleri ot.
kelfa
Yüzünde çiğitli olan kadın. (Müz: Eklef)
keniz
Esir kadın. Hayalık, câriye.
(Farsça)
kenud
Çok küfran-ı nimet eden kimse. Çok levm ve küfreden cahud.
Birşey yetiştirilemiyen verimsiz arazi.
Kocasının hukukuna ve iyiliklerine küfran eden nankör kadın.
Yemeğini misafirden sakınarak yalnızca yiyen cimri.
Kölesini, uşağını çok döven kimse.
ker'a
Çocuk seven kadın.
kerar
Arap kadınlarının takındıkları boncuk.
kernebe
Zengin kadın.
kers
Kadının hayız görmesi.
Cebretmek, zorlamak.
kerşa
Karnı büyük kadın.
Parmakları kısa düz taban.
kev'a
Eli bileğinden eğri olan kadın. (Müz: Ekvâ)
kezma
Parmakları kısacık olan kadın.
kıdn
Havan.
Kadının mahfe içinde kendisi için koyup sakladığı giyim eşyası.
kılavuz
Yol gösteren, rehber.
Vapurlara yol gösteren.
Bazı hayvan katarlarının önüne düşüp, onları sevkeden hayvan.
Eskiden evlenme işlerine vasıtalık eden kadınlar.
Düşman hakkında mâlumât edinmek için ordu hizmetinde kullanılan kişiler.
Okçuluk müsabakaların
kinne
Erkek görmüş kadın.
kırnak
Halayık, cariye, esir kadın.
kokona
Yaşlı rum kadını.
kombinezon
Tertib, düzenlemek.
(Fransızca)
Çare.
(Fransızca)
Kadın iç gömleği.
(Fransızca)
kubul
Erlerin ve kadınların önü.
Evvel, önce, ilk.
kuffaz
Kadınların ellerine ve ayaklarına taktıkları bir süs eşyası.
Eldiven.
kuhariye
Yaşlı kadın.
Yaşlı hayvan.
kunbuza
(Çoğulu: Kunbuzât) Kısa boylu kadın. (Müz: Kunbuz)
kurban
Allahü teâlâya yakınlık. Mükîm (yolcu olmayan), âkıl (akıllı), bâliğ (ergen, evlenecek çağa gelmiş), hür ve dînen zengin sayılan, müslüman erkek ve kadın tarafından, Allah rızâsı için kurban niyetiyle kurban bayramının ilk üç gününde (Zilhicce ayının on, on bir ve on ikinci günlerinin her hangi biri
kürsüf
Evlenmemiş (bâkire) kızların yalnız hayz zamânında, evli veya dul kadınların ise her zaman, edep yerine koydukları ve koku sürdükleri bez veya saf nebâtî pamuk.
kurut
Küpeler. Kadınların kulaklarına taktıkları mücevherler.
kurzül
Kadınların başına örttükleri nesne.
Kayıt.
Kötü kimse.
At ismi.
Bel, sulb.
kut'ül amare / kut-ül amare / كوتول امار
Kut'ül Amare ne demektir?
Yeni kurulan Osmanlı 6. Ordusu'nun Komutanlığı'na atanarak 5 Aralık'ta Bağdat'a varan Mareşal Colmar Freiherr von der Goltz Paşa'nın emriyle Irak ve Havalisi Komutanı Miralay (Albay) 'Sakallı' Nurettin Bey'in birlikleri 27 Aralık'ta Kut'u kuşattı. İngilizler Kut'u kurtarmak için General Aylmer komutasındaki kolorduyla hücuma geçti ancak, 6 Ocak 1916 tarihli Şeyh Saad Muharebesi'nde 4.000 askerini kaybederek geri çekildi. Bu muharebede 9. Kolordu Komutanı Miralay 'Sakallı' Nurettin Bey görevinden alındı ve yerine Enver Paşa'nın kendisinden bir yaş küçük olan amcası Mirliva Halil Paşa (Kut) getirildi.
İngiliz Ordusu, 13 Ocak 1916 tarihli Vadi Muharebesi'nde 1.600, 21 Ocak Hannah Muharebesi'nde 2.700 askeri kaybederek geri püskürtüldü. İngilizler mart başında tekrar taarruza geçti. 8 Mart 1916'da Sabis mevkiinde Miralay Ali İhsan Bey komutasındaki 13. Kolordu'ya hücum ettilerse de 3.500 asker kaybederek geri çekildiler. Bu yenilgiden dolayı General Aylmer azledilerek yerine General Gorringe getirildi.
Kut'ül Amare zaferinin önemi
Kût (kef ile) veya 1939’dan evvelki ismiyle Kûtülamâre, Irak’ta Dicle kenarında 375 bin nüfuslu bir şehir. Herkes onu, I. Cihan Harbinde İngilizlerle Türkler arasında cereyan eden muharebelerden tanır. Irak cephesindeki bu muharebeler, Çanakkale ile beraber Cihan Harbi’nde Türk tarafının yüz akı sayılır. Her ikisinde de güçlü düşmana karşı emsalsiz bir muvaffakiyet elde edilmiştir.
28 Nisan 1916’da General Townshend (1861-1924) kumandasındaki 13 bin kişilik İngiliz ve Hind askerlerinden müteşekkil tümenin bakiyesi, 143 günlük bir muhasaradan sonra Türklere teslim oldu. 7 ay evvel parlak bir şekilde başlayan Irak seferi, Basra’nın fethiyle ümit vermişti. Gereken destek verilmeden, tecrübeli asker Townshend’den Bağdad’a hücum etmesi istendi.
Bağdad Fatihi olmayı umarken, 888 km. yürüdükten sonra 25 Kasım 1915’de Bağdad’a 2 gün mesafede Selmanpak’da miralay Nureddin Bey kumandasındaki Türk ordusuna yenilip müstahkem kalesi bulunan Kût’a geri çekildi. 2-3 hafta sonra takviye geleceğini umuyordu. Büyük bir hata yaparak, şehirdeki 6000 Arabı dışarı çıkarmadı. Hem bunları beslemek zorunda kaldı; hem de bunlar Türklere casusluk yaptı.
Kût'a tramvayla asker sevkiyatı
İş uzayınca, 6. ordu kumandanı Mareşal Goltz, Nureddin Bey’in yerine Enver Paşa’nın 2 yaş küçük amcası Halil Paşa’yı tayin etti. Kût’u kurtarmak için Aligarbi’de tahkimat yapan General Aylmer üzerine yürüdü. Aylmer önce nisbî üstünlük kazandıysa da, taarruzu 9 Mart’ta Kût’un 10 km yakınında Ali İhsan Bey tarafından püskürtüldü.
Zamanla Kût’ta kıtlık baş gösterdi. Hergün vasati 8 İngiliz ve 28 Hindli ölüyordu. Hindliler, at eti yemeği reddediyordu. Hindistan’daki din adamlarından bunun için cevaz alındı. İngilizler şehri kurtarmak için büyük bir taarruza daha geçtiler. 22 Nisan’da bu da püskürtüldü. Kurtarma ümidi kırıldı. Goltz Paşa tifüsten öldü, Halil Paşa yerine geçti. Townshend, serbestçe Hindistan’a gitmesine izin verilmesi mukabilinde 1 milyon sterlin teklif etti. Reddedilince, cephaneliği yok ederek 281 subay ve 13 bin askerle teslim oldu. Kendisine hürmetkâr davranıldı. Adı ‘Lüks Esir’e çıktı. İstanbul’a gönderildi. Sonradan kendisine sahip çıkmayan memleketine küskün olarak ömrünü tamamladı.
Böylece Kûtülamâre’de 3 muharebe olmuştur. İngilizlerin kaybı, esirlerle beraber 40 bin; Türklerinki 24 bindir. Amerikan istiklâl harbinde bile 7000 esir veren İngiltere, bu hezimete çok içerledi. Az zaman sonra Bağdad’ı, ardından da Musul’u ele geçirip, kayıpları telafi ettiler. Kût zaferi, bunu bir sene geciktirmekten öte işe yaramadı.
Bu harbin kahramanlarından biri Halil Paşa, Enver Paşa’nın amcası olduğu için; diğer ikisi Nureddin ve Ali İhsan Paşalar ise cumhuriyet devrinde iktidar ile ters düştüğü için yakın tarih hafızasından ustaca silindi. 12 Eylül darbesinden sonra Ankara’da yaptırılan devlet mezarlığına da gömülmeyen yalnız bunlardır.
Binlerce insanın kaybedildiği savaş iyi bir şey değil. Bir savaşın yıldönümünün kutlanması ne kadar doğru, bu bir yana, Türk-İslâm tarihinde dönüm noktası olan çığır açmış nice hâdise ve zafer varken, önce Çanakkale, ardından da bir Kûtülamâre efsanesi inşa edilmesi dikkate değer. Kahramanları, yeni rejime muhalif olduğu için, Kûtülamâre yıllarca pek hatırlanmadı. Gerçi her ikisi de sonu ağır mağlubiyetle biten bir maçın, başındaki iki güzel gol gibidir; skora tesiri yoktur. Hüküm neticeye göre verilir sözü meşhurdur. Buna şaşılmaz, biz bir lokal harbden onlarca bayram, yüzlerce kurtuluş günü çıkarmış bir milletiz.
Neden böyle? Çünki bu ikisi, İttihatçıların yegâne zaferidir. Modernizmin tasavvur inşası böyle oluyor. Dini, hatta mezhebi kendi inşa edip, insanlara doğrusu budur dediği gibi; tarihi de kendisi tayin eder. Zihinlerde inşa edilen Yeni Osmanlı da, 1908 sonrasına aittir. İttihatçıların felâket yıllarını, gençlere ‘Osmanlı’ olarak sunar. Bu devrin okumuş yazmış takımı, itikadına bakılmadan, münevver, din âlimi olarak lanse eder. Böylece öncesi kolayca unutulur, unutturulur.
Müşir İbrahim Edhem Paşa’nın oğlu Sakallı Nureddin Paşa (1873-1932), sert bir askerdi. Irak’ta paşa oldu. Temmuz 1920’de Ankara’ya katıldı. Fakat karakterini bilen M. Kemal Paşa, kendisine aktif vazife vermek istemedi. Merkez kumandanı iken Samsun’daki Rumları iç mıntıkalara sürgün ettiği esnada çocuk, ihtiyar, kadın demeden katliâma uğramasına göz yumdu. Bu, milletlerarası mesele oldu. Yunanlılar, bu sebeple Samsun’u bombaladı. Nureddin Paşa azledildi; M. Kemal sayesinde muhakemeden kurtuldu. Sonradan Kürtlerin de iç kısımlara göçürülmesini müdafaa edecektir. Batı cephesinde, kendisinden kıdemsiz İsmet Bey’in maiyetinde vazife kabul etti. İzmir’e girdi. Bazı kaynaklarda İzmir’i ateşe verdiği yazar. I. ordu kumandanı olarak bulunduğu İzmit’te, Sultan Vahîdeddin’in maarif ve dahiliye vekili gazeteci Ali Kemal Bey’i, sivil giydirdiği askerlere linç ettirdi; padişaha da aynısını yapacağını söyledi. Ayağına ip takılarak yerlerde sürüklenen cesed, Lozan’a giden İsmet Paşa’nın göreceği şekilde yol kenarına kurulan bir darağacına asılarak teşhir edildi. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bir fedainin vursa kahraman olacağı bir insanı, vuruşma veya mahkeme kararı olmaksızın öldürmeyi cinayet olarak vasıflandırıp kınadı. M. Kemal’e gazi ve müşirlik unvanı verilmesine içerleyen Nureddin Paşa iyice muhalefet kanadına geçti. 1924’de Bursa’dan müstakil milletvekili seçildi. Asker olduğu gerekçesiyle seçim iptal edildi. İstifa edip, tekrar seçildi. Anayasa ve insan haklarına aykırılık cihetinden şapka kanununa muhalefet etti. Bu sebeple antikemalist kesimler tarafından kahraman olarak alkışlanır. Nutuk’ta da kendisine sayfalarca ağır ithamlarda bulunulur, ‘zaferin şerefine en az iştirake hakkı olanlardan biri’ diye anılır.
Halil Kut (1882-1957), Enver Paşa’yı İttihatçıların arasına sokan adamdır. Sultan Hamid’i tevkife memur idi. Askerî tecrübesi çete takibinden ibaretken Libya’da bulundu. Yeğeni harbiye nazırı olunca, İran içine harekâta memur edildi. Irak’taki muvaffakiyeti üzerine paşa oldu. Bakü’yü işgal etti. İttihatçı olduğu için tutuklanacakken, kaçıp Ankara hareketine katıldı. Rusya ile Ankara arasında aracılık yaptı. Sonra kendisinden şüphelenilince, Almanya’ya kaçtı. Zaferden sonra memlekete dönüp köşesine çekildi. Politikaya karışmadı.
Ali İhsan Sâbis (1882-1957), Sultan Hamid’i tahttan indiren Hareket Ordusu zâbitlerindendi. Çanakkale, Kafkasya’da bulundu. Irak’ta paşalığa terfi etti. İttihatçı olduğu için Malta’ya sürüldü. Kaçıp Ankara hareketine katıldı. I. batı cephesi kumandanı oldu. Cephe kumandanı İsmet Bey ile anlaşmadı; azledilip tekaüde sevkolundu. M. Kemal’e muhalif oldu. Nazileri öven yazılar yazdı. 1947’de devlet adamlarına yazdığı imzasız mektuplar sebebiyle 15 seneye mahkûm oldu. 1954’te DP’den milletvekili seçildi. Hatıraları, Nutuk’un antitezi gibidir.
kuza'mele
Kötü huylu, kısa boylu kadın.
Şey.
la'sa
Dudağının rengi az siyâha yakın olan kadın. (Müz: El'as)
lafz-ı has
Bir mânâya münferiden başlı başına vaz' olunan lâfızdır. Hasan, Hüseyin, insan, erkek, kadın lâfızları gibi.
lahva
Abes, bâtıl sözleri çok söyleyen, boş konuşan kadın. (Müz: Elhâ)
lat'a
Dudaklarının içi beyaz olan kadın.
Çok yaşamış, ihtiyar kadın.
lebbe
Göğsün gerdanlık takılan yeri.
Devenin ve sığırın, göğsünden boğazladıkları yeri.
Evlâdını ve erkeğini seven kadın.
lefüt
Evvelki kocasından çocuğu olan ve daima çocuğuna iltifat eden evli kadın.
leha
(Lehu. nun müennesidir) Hakkında. O kadın için.
lehire / lehîre
Kısa boylu kötü huylu kadın.
lehiv
(Lehv) Günahlı, şehevi, nefsâni meşguliyet. Kadınla yabancı erkeğin oynaması.
Eğlence, oyun.
lehviyyat
(Tekili: Lehv) Lehivler, kadınlı erkekli haram eğlenceler, oyunlar. Nefsanî gayr-i meşru oyun ve eğlenceler.
(Farsça)
leka'
(Lek'â) : Yaramaz, hakire kadın.
lekalik
Büyük, etli, şişman kadın.
Büyük deve.
leyla / leylâ
Çok karanlık gece.
Arabi ayların son gecesi.
Leylâ ile Mecnun hikâyesinin kadın kahramânı.
Leylâ ile Mecnun hikâyesinin kadın kahramanı.
liame
(Çoğulu: Liem-Lüum) Kadın gömleği.
liban
Kadın sütü, insan sütü.
Süt emzirme.
lifam
Eskiden kadınların burun örtüsü.
lıkve
Cimanın evvelinde gebe olan kadın.
Tez yüklü olan deve.
Kova.
litlit
Kokar çürük diş.
Yaşlı kadın.
lohusa
Yeni doğum yapmış kadın.
Yeni doum yapan kadın.
lübahıye
Mükemmel hilkatli kadın.
lühusa
Yeni doğurmuş kadın. Henüz yataktan kalkmamış kadın. Bu hâl 9 ilâ 40 gün kadar devam eder.
lul
(Luli) Utanmaz, hayasız ve namussuz kadın.
(Farsça)
Nâzik ve zarif.
(Farsça)
Şarkı söyleyip oynayan fahişe kadın.
(Farsça)
ma'bude
Şirk, evham ve putperestlikten doğan kadın heykeli ve emsali put.
ma'hud
Vaad edilen. Söz verilen. Belli olan.
Mezkur, sözü geçen.
Mc: Fena bilinen kadın.
ma'ma'
Kimseye birşey vermeyen kadın.
ma'sume
Suçsuz kadın veya kız.
macin / mâcin
Sapık îtikâdını başkasına bulaştırmak çabasında olan.
magdure
Mağdur kadın. Haksızlığa uğramış ve gadir görmüş kadın veya kız.
mahbube
(Hubb. dan) Sevilmiş veya sevilen kadın. Muhabbet edilen kadın veya kız.
Vaktiyle çok kıymetli ve pahalı olan lâle cinsinden bir çiçek.
mahcube
Namuslu ve utangaç kadın veya kız. Sıkılgan kadın.
Kapı ardına konulan ağaç.
mahdure
Örtülü ve kapalı kadın veya kız.
mahız
(Çoğulu: Muhaz) Ağrısı tutmuş hâmile kadın.
mahtube
Evlenmek için istenilen kadın.
mahule
Kocası ölmüş kadın.
manzure
Belâ, musibet, felâket, âfet.
Noksan ve kusuru olan, ayıplanacak kadın.
maşıta / mâşıta / ماشطه
Kadın makyajcısı, kadın kuaförü.
(Arapça)
maşiye
(Çoğulu: Mevâşi) Koyun ve keçi gibi hayvan.
Oğlu ve kızı çok olan kadın.
maşuka / mâşûka
Sevilen kadın.
masume / mâsume
Suçsuz kadın veya kız.
maturidi / maturidî
Mâturidi Mezhebi ve bu mezhebden olan. Semerkand şehrinin Mâturid köyünden olan Ebu Mansur-u Mâturidi'yi (Hicri: 280-332) itikadda imam olarak kabul edenler. Amelde Hanefi Mezhebinden olanlar, itikadda Maturidi mezhebindendir. Çünkü bu Zât, Ehl-i Sünnet itikadına muhalif görüşleri, eserleri ile redd
me'le
(Çoğulu: Miâl) Hazırlanmak.
Şişman kadın, semiz avret.
Bahçe.
me'tem
(Çoğulu: Meâtim) Kadınlar cemiyeti.
mebşure
Yüzü ve vücudu güzel yaratılmış kadın.
mebtute
Fık: Üç talak ile boşanmış olan kadın.
meczube / meczûbe
Cezbeye tutulmuş, İlâhî aşkla aklî dengesi değişmiş kadın, mecnun.
mefariş
(Tekili: Mefruş) Kadın eşler.
mehaz
Su akacak yer, su mecrası.
Gebe kadının ağrısının tutması.
Gebe deve.
mehdi-i muntazır
(Şiilerin itikadına göre) Kıyameti bekleyen mehdi.
mehir
Nikâh bedeli; nikâh esnasında belirlenen ve erkek tarafından kadına verilmesi gereken mal, değerli eşya veya para.
mehire / mehîre
Usta, mâhir, hünerli.
Hür olan kadın.
Nikâh bedeli çok olan kadın.
mehr
Aşk, şefkat, muhabbet.
Güneş.
Huk: Mihr. Evlenme muamelesinde erkek tarafından kadına verilen nikâh bedeli.
Erkeğin evlenirken kadına vereceği ve kadının hakkı olan altın, gümüş veya her hangi bir mal yâhut menfaat.
Mehir, erkeğin kadına verdiği evlenme bedeli.
mehr-i misl
Mehir söylenmeden veya mehir vermemek şartı ile yapılan bir nikahtan sonra, kadının, baba tarafından akrabâsının kadınlarına bakılarak bunlara verilen mehir kadar verilmesi kararlaştırılan altın, gümüş, mal veya herhangi bir menfeat.
mehr-i muaccel
Miktarı tesbit edilen (belirlenen) ve nikâh sırasında erkeğin evleneceği kadına peşin olarak ödemesi gereken altın, gümüş, kâğıt para veya herhangi bir mal yâhut bir menfaat.
mehr-i müeccel
Miktarı nikah yapılırken tesbit edilip, ödenmesi daha sonraya bırakılan yâni erkeğin evleneceği kadına sonra ödeyeceği altın, gümüş, kâğıt para veya herhangi bir mal yâhut bir menfeat.
melike / melîke
Kadın hükümdar. Hükümdar karısı. Kraliçe.
Kadın hükümdar.
memhure
Nikâh bedeli verilmiş olan kadın.
menhuse
Uğursuz, kötü kadın.
meni / menî
Yerinden şehvetli (lezzetli) veya şehvetsiz olarak kopup, ayrılıp, erkekten koyu beyaz, kadından akıcı sarı olarak gelen sıvı.
menkel
Ayak bileziği. Süs olarak kadınların ayak bileklerine taktıkları bilezik.
menkuha / menkûha
Nikâhlı karı. Nikâhlanmış olan kadın.
Nikâhlı kadın.
mennane
Malı, mülkü, serveti için kendisiyle evlenilen kadın.
mer'e
(Mer'et) Kadın. Zen.
merha
Gözüne sürme çekmeyi âdet edinmeyen kadın.
merhume / merhûme
Vefât etmiş, rahmete kavuşmuş kadın.
Ölmüş kadın.
mermare
Yumuşak vücutlu kadın.
mermat
Etli, şişman kadın.
mesbere
Kadının veled getirdiği yer.
Devenin yavruladığı yer.
mesfiyy
Üç kez karısı ölmüş adam. (Üç kez kocası ölmüş kadına "mesfiye" derler.)
mesha'
İnişi ve yokuşu olmayan düz yer. Düzlük.
Ufak taşlı, otsuz düz yer.
Yürüdüğünde iki uyluğu birbirine sürüşen zayıf kadın.
Uylukları ince ve zayıf olan kadın.
mesna
Bevlini tutmaya kadir olmayan kadın. (Müz: Emsen)
mess-i nisvan
Kadınlara dokunma.
mesture / mestûre
Örtülü kadın. İslâmiyetin emrettiği şekilde örtülmesi farz olan yerlerini örtmüş olan kadın.
Gizli tutulan resmi işlerde harcanmak için hükümetin emrine verilen para. (Buna tahsisat-ı mesture de denir.)
Örtülü kadın.
mesturiyet-i nisvan
Kadınların örtünmesi.
metruke
(Terk. den) (Erkekten) boşanmış.
Kocası tarafından bırakılmış kadın.
meyyite
Hayvan leşi.
Kadın cenazesi.
Kadın cenazesi.
mezi
İlm-i Halde: Kadınla oynamak veya şehvetle yanına gelmek gibi hâllerde erkeğin tenasül cihazında zuhur eden yapışkan renksiz akıcı cisim. (Bu hâl abdesti bozar, gusül icab ettirmez)
mezniyye
Zorla cinsî ilişkide bulunulan kadın.
mi'cer
Bir cins kadın başörtüsü. Eşarp.
mi'kab
Kızdan sonra oğlan doğuran kadın. Bir oğlan sonra bir kız doğuran.
mi'lat
(Çoğulu: Meâli) Yas tuttuğunda, kadınların gözyaşı sildikleri bez.
mi'nas
Kız doğuran kadın.
midare
Çuvaldız gibi bir demir. (Kadınlar onunla saç düzeltirler.)
midra
Boynuzdan veya demirden çuvaldız gibi bir nesne. (Kadınlar onunla saçlarını düzeltip islâh ederler ve tarakla da tararlar.)
mihzak
Çok gülen kadın.
mıklat
Evlâdı yaşamayan kadın.
Bir kez doğuran ve daha hâmile olmayan deve.
mikram
(Çoğulu: Mekârim) Kadınların başını ve yüzünü örttükleri nakışlı bez.
milhafe
Kadının sokağa çıkarken giydiği manto ve ferâce gibi uzun geniş örtü.
mindas
Yeyni avret, hafif kadın.
mirt
(Çoğulu: Mürât) Yünden veya haz denilen kumaştan elbise.
Kadınların, esvapları üstüne giydikleri elbise.
mısva
Uylukları zayıf ve etsiz olan kadın.
mit'em
Bir defalık ikiz doğuran kadın.
mitam
Her zaman ikiz doğuran kadın.
mıtlak
Sık sık kadın boşayan erkek.
miz'ac
Bir yerde karar etmeyen kadın.
mizvac
Çok koca değiştiren kadın. Çok kocalı kadın.
mu'cir
Bir çeşit kadın başörtüsü. Eşarp.
mü'minat
Kadın mü'minler.
mü'mine
(Çoğulu: Mü'minât) (Emn. den) İman etmiş olan kadın. Müslüman kadın veya kız.
mualleka
(Çoğulu: Muallekat) Askılar. Henüz karar verilmemiş olanlar.
Kocası kaybolan kadın.
İslâmiyet'ten evvel Arabların meşhur edib ve şâirlerinin Kâbe duvarına astıkları yazılar ve şiirler.
muallimat / muallimât
Öğretici kadınlar, kadın hocalar.
muallime
Hanım hoca. Öğreten ve tâlim eden kadın veya kız.
mübahele / mübâhele
Lânetleşme. Dar anlamda hazret-i Îsâ'nın ilâh ve Allahü teâlânın oğlu olduğunu söylemekte ısrâr eden ve bu inanışlarının yanlış olduğunu kabûl etmeyen hıristiyanlara, Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem); "... Gelin oğullarımızı, oğullarınızı, kadınlarımızı, kadınlarınızı, bizleri ve
mübaşeret-i fahişe / mübâşeret-i fâhişe
Kadın ile erkeğin, çıplak olarak çirkin yerlerini birbiriyle sürtünmesi.
müberkaa
Yüzünde perde olan kadın.
Başı beyaz olan koyun.
mücessele
Zayıf kadın.
mücic
Gebe kadın. (Hamli zâhir olan)
müdebber
Âzâd olması yâni serbest bırakılıp, hürriyetine kavuşması, efendisinin vefâtına (ölümüne) bağlı kılınan köle. Böyle olan kadına müdebbere denir.
müdire / müdîre
Kadın müdür.
müennes
Dişi. Müzekkerin mukabili.
Gr: Hakiki, itibarî veya söylenişi cihetiyle "dişi" olan kelime.Müennes-i hakikî : Müzekker kelimenin sonuna bir "e-a" ilâve ederek yapılan kelime. Meselâ: (Kâtib: ): Erkek yazıcı. (Kâtibe: ): Kadın yazıcı.Sonu "e" ile biten kelimeler ekseriyetle müennestir
muganniye
Şarkıcı kadın.
muhadder
(Muhaddere) Kapalı, örtülü.
Nâmuslu müslüman kadını.
muhalaa / muhâlaa
Kadının mal karşılığı kocasına kendini boşattırması.
muhallil
(Hall. den) Eriten. Analiz yapan, tahlil eden.
Fık: Üç talakla boşanan ve iddetini bitiren bir kadınla evlenen erkek. (Karıyı boşayan birinci kocaya: Muhallelün leh denir.)
Tıb: Şişlere, iltihablara yarıyan ilaç.
muhannes
Kadınlaşmış erkek.
Kadınlaşmış erkek. Alçak tabiatlı.
Korkak. Nâmerd. Kalleş.
Kadınlaşmış erkek.
İşlerini, sözlerini, hareketlerini ve şeklini kadınlara benzeten erkek.
muhanneslik
Kadınlaşma işi.
muhayyire
Âdet zamânını unutan kadın.
muhazat / muhâzât
Kadının aynı imâma uymuş olan erkeğin önünde veya hizâsında bulunması.
muhazat-ı nisa
Fık: Kadınlarla erkeklerin namazda aynı hizada aynı safta beraber durmaları (ki, bazı şartlar müvacehesinde namazı ifsad eden bir haldir.)
mühefhefe
Beli ince olan kadın. (Müz: Mühefhef)
muhibbe
Kadın sevgili. Kadın dost.
muhsan
Evli veya dul olan iffetli müslüman erkek. Evli olan iffetli kadına muhsana denir.
muhsanat
(Tekili: Muhsana) Muhsan olan kadınlar.
muhsane
Muhsan olan kadın. Temiz ve namuslu kadın.
Namuslu kadın.
muhtale
Hileci ve dalavereci kadın.
muhteli'
Kocasından boşanan kadın. İhtilâ eden kadın.
mukannibe
Gelin süsleyen kadın.
muktir
Dar hâlli, durumu sıkıntılı.
Kocasını nafaka bakımından sıkıştıran kadın.
mukvere
İnce, zayıf kadın.
mülaane
Lânet edişmek. Erkek ile kadının birbirlerini lânetlemeleri.
muma-ileyhinn
(Tekili: Mumâ-ileyhâ) Adı geçen kadınlar, yukarıda anılan kızlar, imâ edilenler.
müminat / müminât
Kadın müminler.
mümtehine
(Mümtehane) İmtihan olunan kadın veya kız.
münaime
Naz içinde büyüyen kadın.
müncibe
(Çoğulu: Müncibât) İyi kimseler doğuran kadın.
mürebbiye
Çocuk terbiyesiyle meşgul olan kadın.
Terbiyeci kadın.
mürtime
Yetimleri olan kadın.
murzia
(Rızâ. dan) Çocuğa süt emziren. Meme veren. Sütnine. Bebeğe süt vermek üzere para ile tutulmuş kadın.
müşagare
Mehir alıp vermemek için, iki kişi birbirlerinin yakınlarından birer kadınla evlenme.
musahibe
Kadın musâhib. Kadın arkadaş.
müşan
Yüzsüz, utanmaz, sövücü kadın.
Bir cins hurma.
musannifan
(Tekili: Musannif) Kitap yazan kadınlar. Kadın müellifler.
musbiyye
Çocuklu kadın.
müşeyyea
Bir şeyin ardından bağırıp çağıran kadın.
Koyun sürüsünün ardına uyan koyun.
müsfah
Erkeğinin kendinden başka iki karısı daha olan kadın.
musiye
Vasiyet eden kadın.
müslimat / müslimât
Kadın müslümanlar.
Kadın Müslümanlar.
müslime
Müslüman kadın veya kız. İslâm olan kadın.
müstavsıla
Takma saç kullanan kadın.
müstenşie
Kâhinlik yapan kadın.
müt'a nikahı / müt'a nikâhı
Şâhidsiz olarak bir kadına belli miktarda para verip, belli bir zaman için berâber yaşamağı sözleşmek.
mutallaka
(Talak. dan) Boşanılmış kadın. Bırakılmış, nikâhı bozulmuş.
mütereccile
Erkekleşmiş kadın. Erkekleri taklid eden kadın.
Erkekleşmiş kadın.
müteseyyib
Dul kalan kadın.
müteveffat
(Vefat. dan) Ölmüş, vefat etmiş kadın veya kız.
na'ce
(Çoğulu: Niâc-Na'cât) Dişi koyun.
Dişi sülün.
Kadına da istiare ile söylenir.
na-mahrem
Aralarında evlenmeğe mâni olacak kadar yakınlık bulunmayan. Şer'an evlenmeğe mâni akrabalığı olmayan erkek veya kadın.
(Farsça)
Yabancı.
(Farsça)
nafaka-i iddet
Fık: Kadının iddeti içinde muhtaç olduğu nafaka. Koca, boşadığı karısını iddeti bitinceye kadar infakla mükellef olduğu için bu müddet zarfındaki nafaka hakkında bu tâbir meydana gelmiştir.
naime
Rahatlık içinde nazlı büyütülmüş kadın.
Yumuşak yapılı hayvancıklar.
nakihe
Nikâhlı kadın eş.
nakıs temizlik / nâkıs temizlik
Kadının âdetinin kesilmesinden sonra on beş gün devâm etmeyen veya âdet müddeti içinde kan görmediği günler.
nakısat-ül akl
Aklı kısa.
Mc: Kadın.
nakkaşe
Nakış yapan kadın. Nakışçı.
namahrem / nâmahrem
Aralarında dinen evlenmeye engel bulunmayan erkek ve kadınlar.
namisa
(Çoğulu: Namisât) Kadınları süsleyip yüzlerinin kılını yolan kadın.
naşize / nâşize
Kocasının hanesinden, izni olmaksızın çıkıp kendisini kocasından haksız yere men'eden kadın. Bu çıkış hakikaten olabileceği gibi, hükmen de olabilir.
Kabarmış, şişmiş.
Kocasının izni olmaksızın evinden kaçan ve kendisini beyinden haksız yere men eden kadın.
Kocasına üstünlük taslayan kadın.
nayiha
Yas tutan kadın.
nedime
Kadın nedim.
Zengin veya şerefli, itibarlı bir kadının arkadaşı.
neffasat / neffasât
(Tekili: Neffâse) Neffâseler, büyücü kadınlar.
neffase
(Çoğulu: Neffâsât) Büyücü kadın.
nefsa
(Çoğulu: Nefsâvât-Nüfüs-Nifâs-Nevâfis) Yeni doğum yapmış kadın. Loğusa.
nefuz
Çocuk düşüren kadın.
nesevi / nesevî
(Neseviye) Kadına mensub, kadınla alâkalı, kadınlık.
neseviyyet
Kadınlık.
nesib
Asil kadının vasfı.
Edb: Kasidenin âşıkâne olan mukaddemesi.
nevafis
(Tekili: Nefsâ) Loğusalar. Yeni doğum yapmış kadınlar.
nezia
(Çoğulu: Nezâyı') Aşiretinden başkasına nikâhlanmış olan kadın.
nezur
Evlâdı az olan kadın.
nifas / nifâs
Yeni doğurmuş kadının hâli. Loğusalık. Böyle bir kadına "Nüfesâ" da denir. Hanefi Mezhebine göre bu hâl kırk gün devam eder.
Lohusalık hâli. Kadınların doğumdan sonraki özür hâlleri.
nikah / nikâh
Evlilik için yapılan akit, sözleşme. Evlenecek müslüman bir erkek ile kadının şâhidler huzûrunda ben seni zevceliğe (hanımlığa) aldım, diğerinin de kabûl ettim demesi.
nikah-ı müt'a / nikâh-ı müt'a
Şâhidsiz olarak, bir kadınla belli para verip, belli zaman için berâber yaşamağı sözleşmek.
nisa / nisâ / نسا
(Çoğulu: Nisvân) Kadınlar.
Kadınlar.
Kadınlar.
Kadın, hanım.
Kadınlar.
(Arapça)
nisa taifesi / nisâ taifesi
Kadınlar topluluğu.
nisa-i dünyeviye / nisâ-i dünyeviye
Dünya kadınları.
nisaen / nisâen
Kadınlar olarak.
Kadın olarak.
nisai / nisaî
(Nisâiye) Kadınlarla alâkalı, kadınlara dâir.
nisun
(Tekili: Nisvan) Kadınlar.
nisvan / nisvân / نسوان
(Tekili: Nisa) Kadınlar. Nisalar.
Kadınlar.
(Arapça)
nisvan-ı zelil
Ahlâken ve dinen düşmüş, zelil olmuş kadınlar.
nisvi / nisvî
Nisa taifesine mensub. Kadınlarla alâkalı.
nüfesa
Loğusa kadın.
nüku'
Kısa boylu kadın.
nuriye
Nura âit, nura mensub.
Kadın ismidir.
nüsur
(Tekili: Nesr) Nesirler, manzum olmayan yazılar. Dağıtmalar.
Çok çocuk doğuran kadın.
nüşuz / nüşûz
Yüksek olmak, yücelmek.
Kadının, erkeğinden kaçıp nefret etmesi.
Kadının kocasına kafa tutup isyan edici bir durum almasıdır. Güya kendisini yüksek sayıp itaatını kaldırmış olur.
Kadının kocasına itaat etmemesi.
nüşuze / nüşûze
Kadının, kocasından nefret edip kaçması.
Fık: Kocasına karşı üstünlük iddia eden kadın.
Asi kadın.
özr
Abdesti bozan bir şeyin bir namaz vakti durdurulamayıp, devâm etmesi. İdrârını tutamama, iç sürmesi, yel kaçırmak, burun kanaması, yaradan kan, sarı su akması, ağrı ile göz yaşı akması birer özür olup, özürlü erkeğe mâzûr, kadına ma'zûre denir.
Mâzeret. Af talebi, engel.
pazac
Ebe kadın.
(Farsça)
Dadı, sütnine.
(Farsça)
peçe
Kadınların tesettür için yüzlerine örttükleri tüle benzer örtü.
Örtü; kadınların yüzlerine örttükleri örtü.
perdegi / perdegî
(Çoğulu: Perdegiyân) İyi örtünmüş ve namuslu kadın.
(Farsça)
pirezen / pîrezen / پيره زن
Yaşlı kadın.
(Farsça)
pirzen
Kocakarı, acuze. Yaşlı kadın.
(Farsça)
ra'la'
(Çoğulu: Rual) Akılsız kadın.
Kulağının ucu kesilip ilişik duran dişi koyun.
rabbat
Kadınların efendileri, sâhipleri, kocaları.
radh
Az bir şey verme. Az verilen şey.
Fık: Cihada iştirak eden kadınlara, kölelere, çocuklara ve zimmilere ganimet malından verilen mal.
radıyallahü anha
(Kadın için) Allah ondan razı olsun.
rahibe / râhibe
Kadın rahib.
Kadın râhib. Hiç evlenmeyen, yalnız ve bekâr olarak yaşayan, kilisede ibâdetle meşgûl olan görevli kadın.
Kadın rahip.
rakkase
Oynayıp dans eden kadın.
rakraka
Nâzik ve derisi yumuşak olan kadın.
rakşa'
(Çoğulu: Rukaşâ) Alaca yılan.
Süslü kadın.
razıa
Emzikli, çocuklu kadın.
re'bil
Câriye, kadın esir.
recm
Taşlama; muhsan (evli) olup, zinâ eden kadın ve erkeği taşlayarak öldürme.
recüle
Giyiniş ve hareketleriyle kendini erkeklere benzeten kadın.
redah
(Çoğulu: Rudüh) Dolu büyük çanak.
Etli ve şişman kadın.
refs
Edeb hârici söz söyleme.
Kadınlara lâf atma.
rekub
Erkeğinin ölümünü bekleyen kadın.
Evlâdı durmayan avret.
Kalabalıktan suya yaklaşamıyan deve.
remaze
Oturak yeri.
Zina eden kadın.
remma'
Beyaz tenli kadın.
renna'
Devamlı kadınlara bakan kimse.
resve
(Çoğulu: Rasa) Kadınların kollarına boncuktan veya inciden yaptıkları kolbağı.
rev'a
Korkak kadın.
Kendisini görenleri şaşırtacak derecede güzel olan kadın veya kız. (Müz: Ervâ)REVA' : Tatlı.
ric'at
Geri dönme, vazgeçme.
Erkeğin, boşadığı kadını, iddet süresi bitmeden tekrar nikahlaması.
ric'i / ric'î
Geri dönmeye ait ve mensub.
Üç talakla boşanmamış kadın. Tekrar kocasına dönmesi mümkün olan. Buna talak-ı ric'î denir.
rıda' / rıdâ'
Süt emme çağında yâni iki buçuk yaşından küçük bir çocuğun bir kadının memesinden süt emmesi veya bir kadının sütü bir vâsıta ile çocuğun mîdesine gitmesi.
rüüd
Genç kadın. Kız.
sa'dane
(Çoğulu: Sâdân) Develerin yediği dikenli ot.
Devenin göğsü.
Tırnak dibinin siniri.
Terâzi kefesinin iplerinin altındaki düğme.
Kadın memesinin etrafı.
sa'la
Küçük başlı kadın.
Zâid dişli kadın. (Müz: Es'al)
şabbe
Genç kadın.
sadukat
Mehir. Evlenirken erkeğin kadına vereceği para.
safizm
Kadının kadına şehvetle bakması ve dokunması. Kadınlar arasındaki homoseksüellik.
şagva'
(Çoğulu: Şuguv) Dişleri birbirine muhalif olup kimi fazla kimi eksik olan kadın.
sahabiye
Peygamberimiz Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmı sağ iken görmüş olan ve mü'mine olarak vefat etmiş bulunan kadın müslüman.
sahhaka
Sevici kadın.
sahibat / sâhibat
(Tekili: Sâhibe) Kadın sâhibler.
sahibe / sâhibe
(Müe.) Bir şeyin sahib ve mâliki olan kadın.
Bir şeyin sahibi olan kadın.
sahibe-i cemal / sâhibe-i cemâl
Güzellik sahibi kadın. Güzelliği olan kadın.
sahibe-i hane / sâhibe-i hâne
Ev sahibi kadın.
sahibet-ül beyt / sâhibet-ül beyt
Ev sâhibesi.
Kadın ev sâhibi.
şahide
(Müe.) Kadın şâhid.
(Farsça)
Mezar taşı.
(Farsça)
Mezara dikine dikilen ve üzerinde yazı ve çiçek motifi bulunan baş ve ayak taşları.
(Farsça)
Dilber, güzel.
(Farsça)
sahih ced / sahîh ced
Ölenin babasının babası veya babasının babasının babası gibi derecesi yakın olsun uzak olsun aralarında kadın bulunmayan dede. Yâni araya kadın girmeyen büyük baba.
sahih kan / sahîh kan
Sekiz yaşını bitirip, dokuz yaşına bastıktan birkaç gün veya ay, yâhut seneler sonra, sıhhatli bir kızın veya âdet zamânı son dakikasından îtibâren tam temizlik (on beş gün) geçmiş olan kadının önünden çıkan ve Hanefî mezhebine göre, en az üç gün (ye tmiş iki saat) devâm eden kan; hayız ve aybaşı ka
sahih temizlik / sahîh temizlik
Ergenlik çağına erişmiş bir kızda veya kadında, âdet zamânından sonra başlayan ve içinde hiç kan görülmeyen, öncesi ve sonrası hayız günleri olan on beş veya daha fazla sayıdaki temiz gün.
sahire
Büyücü kadın.
sahsalik
Katı, şiddetli, şedid.
Yaşlanmış, ihtiyar kadın.
Şiddetli ses.
şaire
(Çoğulu: Şâirât - Şevâir) Kadın şair.
şaka
Meşakkatli ve güç.
Musibet ânında yakasını ve yüzünü yırtan kadın.
salibe
Ayakları yarık olan kadın.
saliha
Dinin emir ve yasaklarına uygun hareket eden, Allah'ın sevgili kulu mü'mine kadın.
salihat
Dine uygun iyi hareketler. Cenab-ı Hakk'ın ve Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın beğeneceği işler, iyilikler.
Hayır ve hasenat sâhibi müslüman kadınlar.
salk
Şiddetli ses.
Vurmak.
Hâmile kadının ağrısı tutup bağırması.
sam'a
Küçük kulaklı kadın. (Müz: Asmâ)
Kuvvetlenip olgunlaşan ot.
şame
Kadın baş örtüsü.
(Farsça)
Arapçada: Vücuddaki ben.
(Farsça)
sanduka
Türbelerde mezarların üzerine tahtadan sandık şeklinde yapılan ve üstüne yeşil çuha örtülen yerin adıdır. Kadın sandukaları düz olduğu halde, erkek sandukalarının baş tarafına bir ağaç konarak üzerine kavuk, taç, sikke gibi sağlığında giydikleri başlık konurdu. Açık mezarlıklarda sandukalar taştan y
sanem
Kâfirlerin önünde ibadet ettikleri heykel, put, put severlerin ilâhı, çok güzel kadın.
sapık
Doğru yoldan ayrılan, îtikâdında (îmân bilgilerinde) ve ibâdetleri yapmasında veya yaşayışında Ehl-i sünnet vel-cemâat mezhebinden (Peygamber efendimizin ve Eshâbının yolundan) ayrılan, yanlış yollara sapan kimse.
şatbe
(Çoğulu: Şütab-Şütub) Hurma ağacının budağı.
Yaş ekin yaprağı.
Yarmak.
Kesmek.
Uzun boylu kadın.
şebbe
Genç kadın.
sebca'
(Çoğulu: Sübuc) Karnı büyük olan kadın. (Müz: Esbec)
secla'
Karnı büyük kadın. (Müz: Escel)
Her büyük cisim.
şedaka
Çok konuşan kadın.
sedya'
Büyük memeli kadın.
sefile / سفيله
Mc: Fâhişe. Namussuz kadın.
Aşağılık kadın.
(Arapça)
Yoksul kadın.
(Arapça)
Orospu.
(Arapça)
şehidetün / şehîdetün
Şahittir (kadınlar için kullanılır).
sekla
Çocuğunu kaybeden kadın.
selfa'
Bahadır. Kahraman ve cesâretli kimse.
Yüzsüz, utanmaz, hayâsız, kötü kadın.
Kuvvetli deve.
şemşelik
Derisi ve âzâsı sarkık ve sülpük olan kadın.
Seri yürüyüşlü kadın.
şemta
Saçı ağarmış kadın. Kocakarı, acuze.
Akı karasına karışmış saç.
serbestiyet-i nisvan
Kadınların serbestliği; özgürlükte aşırıya kaçmaları.
sermaye / sermâye / سرمایه
Anapara.
(Farsça)
Genelev kadını.
(Farsça)
sev'eteyn
Kadın ve erkeğin galiz yâni kaba avret mahalli, ön ve arka uzuvları; iki abdest bozma uzvu.
şevair
(Tekili: Şâire) Kadın şâirler.
şevha
Avurtları ve burun delikleri geniş olan çirkin yüzlü kadın.
sevla'
(Çoğulu: Süvül) Karnı sarkık kadın. (Müz: Esvel)
seyyib / ثيب
Kadın görmüş erkek, erkek görmüş kadın. Dul kadın.
Dul kadın.
(Arapça)
seyyibat / seyyibât / ثيبات
(Tekili: Seyyib) Dul kalmış kadınlar.
Dul kadınlar.
(Arapça)
seyyibe / ثيبه
Dul kadın.
(Arapça)
seyyide
Peygamber (A.S.M.) sülâlesinden gelen ve O'nun izinden giden temiz kadın, hanım.
sıdak
Kadın eşe verilen nikâh parası. Nikâh akçesi.
sıddika / sıddîka
Doğruluk ve samimiyette çok sâdık olan kadın.
Allah yolunda çok sâdık olan Hazret-i Aişe (R.A.) vâlidemiz ve Hazret-i Meryemin vasıf ve isimlerdir.
sıka'
Kadınların, kirlenmemesi için başörtülerinin üstüne örttükleri ikinci örtü.
sika'
Devenin burnuna bağladıkları nesne.
Kadınların örtündükleri peçe.
silk
Çöğenler adı verilen havuç.
Pancar.
Kurt, zi'b.
Şerli, ahlâksız kadın.
sinn-i iyas
(Sinn-i ye's) Kadınların "âdet görmekten" kesildiği yaş. En çok 55 yaşına kadar veya daha evvel âdet görmekten kesilmesi zamanı ki; bundan sonra çocukları olmaz. Böyle bir kadına âyis denir.
sinn-i teklif
Erginlik, büluğ çağı. Bir kimsenin aklı başına geldiği; haramı helâli ayırt edebildiği, kadınlık veya erkeklik hâlini bildiği, ergin hâle geldiği yaşı. (Ortalama 12-15 kabul edilir.)
sir'et
Nefis.
Koyun.
Geyik.
Kadınlar.
süheyla
Yumuşak huylu kadın.
sükl
Kadının çocuğunu kaybetmesi.
sükul
Evlâdı ölüp yalnız kalan kadın.
sultan
Reis. İslâm Hükümdarı. Hâkimiyet sahibi. Padişah.
Allah. (C.C.)
Kuvvet, kudret ve hâkimiyet sâhibi.
Hükümdar âilesinden olan anne, kız gibi kadınlardan her biri.
Hüccet ve delil.
Kahr ve tegallüb mânasında masdardır. Her şeyin yavuz, şiddet ve satvetin
sümne
Kadınların şişmanlamak için kullandıkları bir ilâç.
sünni / sünnî
Peygamber efendimizin ve Eshâbının inandığı gibi inanan ve Ehl-i sünnet âlimlerine tâbi olan müslüman. Ehl-i sünnet vel-cemâat îtikâdında olan kimse.
süt anne
İki buçuk yaşından küçük olan çocuğu emziren kadın.
süt kardeş
Aynı kadından süt emmiş çocuk.
ta'ciz
(Acz. den) Huzursuz kılmak, rahatsız etmek, sıkıntı vermek, canını sıkmak.
Eğlendirmek.
Âciz etmek.
Kadının ihtiyarlayıp âcizleşmesi.
ta'fir
Tozlu ve topraklı yapmak.
Ağartmak, beyazlatmak.
Kirletmek. Mülevves etmek.
Oğlan kaçsın diye kadının, emziğine toprak sürmesi.
Güneşte et kurutmak. (O kurumuş ete "afir" derler.)
ta'sene
Ahlâkı yaramaz kadın.
Çok, kesir.
ta'vin
Evde kâhyâ kadın.
ta'zir-i ukubet
Mükellef bir şahıs tarafından irtikâb olunup da şer'an muayyen bir cezası bulunmayan bir suçtan dolayı ukubeten yapılan ta'zirdir. Mücrimin bu hususta müslim ile gayr-i müslim; hür ile âbid; erkek ile kadın olması müsavidir.
taaddüd-ü zevcat
Birden fazla kadınla evlilik.
Bir kaç kadınla evlilik hali.
taavvuz-ı tams
Kadınların âdet görmesi.
tahaddür
(Hader. den) (Kadının) örtünme(si). Tesettür.
Uyuşma, uyuşturulma.
taharet / tahâret
Necâset denilen yâni maddeten pis olan şeylerden ve hades denilen hükmî ve mânevî pisliklerden (abdestsizlik, cünüplük, kadınlar için hayz ve nifas hâllerinden) su ile abdest alarak, su yoksa, toprak ve toprak cinsinden şeylerle teyemmün ederek yapıl an temizlik. Temiz olana tâhir, temizleyiciye de
tahbie
Gizlemek, saklamak.
Kadını perdeye koyup kimseye göstermemek.
taife-i nisa / taife-i nisâ
Kadınlar topluluğu.
taife-i nisaiye / taife-i nisâiye
Kadınlar topluluğu.
(Taife-i nisâ) Kadınlar taifesi, grubu.
talak-ı bayin / talâk-ı bâyin
Yeniden evleniyorlarmış gibi kadının rızası ile tekrar nikâh edilmedikçe geri alınamayacağı talâk. Kadın istemiyorsa erkek zorla alamaz. İddet sırasında kadın, erkeğin evinde kalmaz. Erkek üçüncü defa verdiği bâin talaktan sonra, üzerinden hulle geçmeden karısını bir daha (kadın istese de) alamaz.
tam temizlik
Sıhhatli bir kadının âdet zamânından sonra başlayan, on beş gün veya daha fazla devâm eden temizlik.
tams
Kadının hayız görmesi, aybaşı olması.
Kir, vesah.
Cima etmek.
Yapışmak.
tango / طانْغُو
Züppe giyinişli kadın.
(Fransızca)
Turuncuya çalar renk.
(Fransızca)
Bir dans çeşidi.
(Fransızca)
Züppe kadın giysisi.
tarsis
(Rasas. dan) Kurşunla perçinleme, kurşunlaştırma, sağlamlaştırma.
Kadının sadece gözleri görünecek şekilde örtünmesi.
tasavvuf
Ahlâk ve kalb ilmi. Kalbi kötü huylardan temizleyip, iyi huylarla doldurmak. Kalbde îmânın vicdânileşmesi, yâni Ehl-i sünnet îtikâdının kalbde sağlamlaşması ve şüphe getirici te'sirlerle sarsılmaması, nefs-i emmâreden doğan tenbelliklerin ve sıkıntıl arın giderilip, ibâdetlerde kolaylık ve lezzet hâ
tatrik
Kuşun yumurtalamaya, kadının doğum yapmağa yakın olması.
teaddüd-i zevcat / teaddüd-i zevcât
Birden fazla kadınla evlenmek; poligami.
teattul
Kadının elinde ve ayağında kınası, saçında boyası, kolunda ve boynunda mücevherleri olmaması.
teba'ul
Kadının kocasıyla konuşup görüşmesi.
teberrüc
Açık saçık olmak.
Kadının süslenip yabancılar içinde gezmesi. (Câhiliyet devrinde olduğu gibi)
tebrik
Gözlerini dike dike bir yere bakmak.
Günaha girmek.
Uzak bir yere sefer etmek.
Çetinlik, zorluk sebebi ile yorulmak.
Kadının süslenip püslenmesi.
Evi ziynetleyip süslemek.
tebvie
Bir kadını boş bir evde oturtma.
tecmir
Buhur etmek.
Taş atmak.
Hapsetmek.
Aşağı sarkıtmamak.
Kadının saçını toplayıp bağlaması.
teennüs
(Üns. den) Müennes olma.
Kadınlaşma. Kadın gibi hareketlerde bulunma.
tefarik-ul asa / tefarik-ul asâ
Bir atasözüdür. Bu darb-ı mesel hakkında meşhur Kamus Tercümesi'nde hülâsaten şu mâlumat var: "Arab'dan fakir bir kadının zaif ve gayet huysuz bir oğlu varmış. Yaptığı müteaddit kavgalarda meselâ bir defasında burnunu, bir defasında kulağını, bir defasında dudaklarını kesmişler. Her bir defasında da
teferru'
Bir çok kollara ayrılmak.
Bir kimse halkın üzerine havale olmak.
Bir kavmin en şerefli kadını ile evlenmek.
Çatallanıp dal dal olmak.
tefile
Gövdesi kokan kadın.
tefviz / tefvîz
Ismarlama, havâle etme.
Bir işi sebeblere yapıştıktan sonra Allahü teâlâya havâle etmek, helâl ve faydalı şeyleri kazanmaya çalışıp da, bunlara kavuşmayı Allahü teâlâdan beklemek.
Kadına kendini boşama hakkı vermek. Yâni kendini sen boşa demek. Buna Temlîk de denir.
temcid pilavı
Mc: Tekrar tekrar bahsedilen şey, daima öne sürülen madde. Mükerreren ortaya sürülen bahis, yahut söylenilen söz. (Menşei: "Erkeğini sahura bekleyen kadının, pilavı yanmasın diye kaldırması ve soğumasın diye tekrar koyması" diye söylenir.)
tenehhus
Kadınların kaşlarını ve yüzlerindeki kılları yolmaları.
teremmül
Dul kalma. (Kadının) kocası ölme.
terye
Az gizli.
Kadınların hayızdan arınıp guslettikten sonra sarılık ve bulantıdan gördüğü nesneler.
tesalüf
(Self. den) İki kadın birbiriyle elti veya iki erkek birbiriyle bacanak olma.
tesellüb
Soyunma.
Kocası ölen kadının, zinetli elbisesini çıkarıp, matem elbisesini giymesi. (Bu iyi bir âdet değildir.)
tesettür
Kapanıp gizlenme. Örtünme.
Fık: Kadınların ve erkeklerin başkasına, nâmahremlere vücutlarının haram kısımlarını örtüp göstermemeleri.
tesettür-ü nisa / tesettür-ü nisâ / تَسَتُّرِ نِسَا
Kadınların örtünmesi.
Kadınların örtünmesi.
tesettür-ü nisvan
Kadınların örtünmesi.
Kadınların örtünmesi.
tesevvür
Kadının çok doğurucu olması.
teseyyüb
(Seyyib. den) (Kadın) dul kalma.
teslib
Soyunmak.
Gammazlık.
Erkeği ölen kadının, keder esvâbı giymesi.
tevellüh
(Çoğulu: Tevellühât) (Veleh. den) Şaşakalma. Şaşırıp sersemleşme.
Hayran etme.
Kadını çocuğunden ayırma.
teverrük
Kadınların namazda oturma şekli; kaba etlerini yere koyup, uyluklarını birbirine yaklaştırarak, ayaklarını sağ taraftan dışarı çıkarıp, sol uylukları üzerine oturmaları.
teveşşuh
(Çoğulu: Teveşşuhât) Süslenme, takıp takıştırma.
Kadın gerdanlığını takma.
tevkil / tevkîl
Vekîl tâyin etme. Kadına, kendini boşamak için seni vekil ettim demek.
Bir ibâdetin, bir işin yapılması husûsunda birini kendine vekîl tâyin etme.
tezevvüc
(Çoğulu: Tezevvücât) (Zevc. den) Evlenme, kadın eş alma, zevce edinme.
tezeyyug
Haktan ayrılmak.
Kadının süslenip dışarı çıkması.
tezvic
Nikâhla bir kadını aldırmak. Birbirine eş yapmak. Evlendirmek.
tımle
Zayıf kadın.
tivele
Bir kadına kocası buğzedip (gizli düşmanlık edip) kendisinden soğuduktan sonra, kadının, kocasının sevgisini tekrar celbetmek (çekmek) için mutlak te'sir edeceğine inanarak sihir yapması.
tüfe
Yırtıcı bir canavar.
Karakulak denilen canavar.
Örtünmüş kadın.
tuhr
Pâklık, temizlik, taharet.
Kadınların iki âdet görmeleri arasındaki temizlik hâlleri. (Temizlik hâli uzayan, devam eden kadına "Mümtedet-üt tuhur" denir).
tume
Kadınlar topluluğu. Avretler cemaati.
ucb
(Ucub) Kibir, gurur. Kendini beğenmişlik. Ameline, yaptıkları işe güvenmek.
Varlığı nâdir olan şeyi görünce istiğrab etmek hâli.
Yabancı kadın taifesiyle beraber oturmak ve konuşmaktan pek hoşlanan.
uhrun
Doğurmayan, kısır kadın veya hayvan.
(Farsça)
ukr
Kısırlık.
Kısır olan kadının veya dişi hayvanın hali.
Mc: Netice alamama.
ukre
Kısır. Doğurmayan kadın veya hayvan.
ulta
Gerdanlık.
Kadınların süs olarak yüzlerine çektikleri siyah çizgi.
ümm-i veled
Efendisinden (sâhibinden) çocuğu olan câriye, köle kadın.
unfus
Edepsiz ve hayâsız kadın.
ünsa
Dişi. Kadın, kız.
uruk
Kadının hayız görmesi.
utbul
(Çoğulu: Atâbil) Uzun boylu güzel kadın.
uttel
Üzerinde ziynet eşyası olmayan kadınlar.
vaşiye
Evlâdı çok olan kadın.
vasvas
Kadınların örtündükleri ve ancak gözleri görünecek derecede dar olan yüz örtüsü.
vehnane
Zayıf kadın.
vekra
Hızlı yürüyen deve.
Ayağını yere kuvvetli basan kadın.
Bir nevi sıçramak.
velaid
(Tekili: Velide) Cariyeler, kadın esirler.
velaya
(Tekili: Veliyye) Veli kadınlar. Veliyyeler.
veli / velî
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Mü'minleri seven, onlara yardım eden, işlerini bitiren, sevdiklerini sevmediklerine gâlib, üstün kılan, kâfirleri sevmeyen.
Bir çocuğun veya kadının babası yoksa baba tarafından dedesi, yoksa kâdı veya bunların vasî tâyin ettik
veliyye
(Çoğulu: Velâyâ) Ermiş kadın, veli kadın.
velud
Çok doğuran kadın.
Mc: Çok eser veren kimse.
verha
Akılsız ahmak kadın.
vişah
(Vüşâh) Eskiden kadınların mücevherlerle süsleyip boynundan ve koltukları altından bağladıkları enlice bez veya meşin parçası.
vuz'
Kadının temizliğinin sonunda hayızdan evvel hâmile olması.
yazma
Kadınların başına örttüğü ince eşarp.
zaine
(Çoğulu: Zuun-Zaâyin-Zâân-Ez'ân) Mıhfe içinde olan kadın.
zampara
(Aslı "zenpare"dir) Kadınlar peşinde dolaşan ahlâksız erkek.
zaniye / zâniye
Zina eden kadın.
zariyat
Kırıp ufalayan, toz duman edip götüren kuvvetler.
Velud kadınlar.
zat-üz-zevc / zât-üz-zevc
Kocası olan kadın.
zen / زن
Kadın, nisa.
(Farsça)
Kadın.
(Farsça)
zen-dost
Kadınların peşinde dolaşan, kadınlardan hoşlanan, zampara.
(Farsça)
zenan
Kadınlar.
zenane / zenâne / زنانه
Kadınla alâkalı, kadına mahsus. Kadın işi.
(Farsça)
Kadınca, kadınsı.
(Farsça)
Kadın işi.
(Farsça)
zenek
Küçük kadın.
(Farsça)
zenna'
Sümüklü kadın.
Hayzı kesilmiş olmayan kadın.
zenne / زنه
Kadın kısmı.
Eskiden orta oyununda kadın rolü yapan erkek sanatkârlar hakkında kullanılan bir tâbirdi. Eskiden kadınlar, oyunda rol alamadıkları için erkekler kadın kıyâfetine girer ve oyunda kadın rolü yaparlardı.
Kadın rolünü üstlenen erkek sanatçı.
(Farsça)
zenperest / زن پرست
(Çoğulu: Zenperestegân) Kadına düşkün, kadın peşinde dolaşır ahlâksız kimse.
(Farsça)
Kadın düşkünü.
(Farsça)
zerşek
Kadın tuzluğu. Pars anberi.
zevani
(Tekili: Zâniye) Zâniyeler. Zina yapan kadınlar.
zevcat / zevcât / زوجات
(Tekili: Zevce) Zevceler. Karılar. Kadın eşler.
Nikahlı kadınlar, karılar.
(Arapça)
zevce / زوجه
Kadın eş. Nikâhlı kadın, eş.
Kadın, eş, karı.
Nikahlı kadın, karı.
(Arapça)
zevceyn
Karı ile koca. Kadın ile erkek çift.
zeyneb
Eski fetva metinlerinde kadını temsil eden isimlerden biri.
Gül.
zıhar / zıhâr
Erkeğin, hanımını veya onun yüz, baş, ferc gibi bir uzvunu, kendisine nikâhı ebedî haram olan bir kadına veya onun bakılması harâm yerine; "Sen anam gibisin" veya "Senin sırtın anamın sırtı gibidir" gibi sözlerle benzetmesi.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
ram olmak
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
Müberra
Siyak
KANIK
mütenahi
hikayet
lemyezel
طلب
Bican
makhur-u kahr-i ilahi
Muhâmmed
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
Kadın
takım
gâşiye
elif ye
TOPLAMA
Belli olmayan
şahsa mahsus
korkma
Fe
karışık