Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
Kabili
ifadesini içeren
180
kelime bulundu...
a'ya
En kudretsiz, kabiliyetsiz. İktidarı hiç olmayan.
abes
Oyuncak kabilinden faydasız ve boş amel. Lüzumsuz ve gayesiz iş. Tesadüfi.
aciz / âciz
Beceriksiz. Eli ermez. Kabiliyetsiz. Gücü yetmez olan.
aciziyyet / âciziyyet
Acizlik, beceriksizlik, kabiliyetsizlik.
Fakirlik, tevâzu.
adalet-i ictimaiyye / adâlet-i ictimâiyye
Sosyal adâlet; Herkesin; çalışması, bilgi ve kâbiliyeti, gördüğü iş nisbetinde ve derecesinde hakkını alması; hiç kimsenin ezilip sömürülmemesi.
agrafi
yun. Yazma kabiliyetinin kaybedilmesi.
ahilik
Asırlar önce Anadolu'da gelişen bir halk ocağı. Sosyal bir kuruluş olan ahilik iş alanında adam yetiştirmek, çalışma sevgisini aşılamak, istihsali çoğaltmak gibi gayeleri vardı. Günlük hayatta ise teavün, yoksulları koruma gibi insani duyguları; ayrıca müzik, silah kullanma, binicilik kabiliyetlerin
ahsen-i takvim
En güzel kıvama koyma.
Cenab-ı Hakkın her şeyi kendisine lâyık en güzel kıvam, sıfat ve surette yaratması. İnsanın en yüksek ve câmi isti'dâd ve kabiliyetlerde ve en güzel surette yaratıldığı.
akbel
Eğri gözlü.
Kabiliyetli kimse.
En çok beğenilen
akl
(Akıl) Men'etmek.
Sığınacak yer.
Kırmızı mihfe örtüsü.
Diyet.
İnsanın; hayrı, şerri ve ilimleri anlayan, sebeblerden neticeleri çıkaran ve eserden eser sahibine intikal eden hassası. Düşünme ve anlama kabiliyeti. Zihin, zekâ, tefehhüm, fehim, irade, anlayış, k
ala / alâ
Gr:Arabçada harf-i cerdir. Buna isim diyen de olmuştur. Müteaddit mâna ile kelimenin başına getirilir; manevî istilâ ve tefevvuk bildirmek için ekseriyâ mecrurunu istilaya delâlet eder. Bazan mecrurunun mukabiline müstâli olur. (maa) gibi müsahabet için gelir. (lâm) gibi tâlil için olur. Müc
aleksi
yun.Tıb: Okuma kabiliyetinin kaybedilmesi.
anafor
Denizde akıntının yanında veya altında, onun ters istikametinde olarak akan su. Akıntı mukabili.
atletizm
yun. Çeviklik, atiklik, kuvvet gibi beden kabiliyetlerini inkişaf ettirmeğe yarayan ve koşu, atlama, ağırlık kaldırma ve atma gibi, tek başına yapılan bedeni çalışmalar.
avukat
Mahkemede ücret mukabilinde taraflardan birinin müdafaasını ve davasını üzerine alan hukukçu.
Mc: Müdafaaya muktedir, çeneli, cerbezeli.
aya / ayâ
Tedavisi mümkün değil, iyileştirilmez.
Kabiliyetsiz, kudretsiz.
bast
Genişlemek, açmak, yaymak.
Bir şeye el uzatmak.
Sevindirmek.
Bir mecliste haya sebebiyle olan sıkılmanın gitmesiyle açılmak.
Özür kabul etmek.
Kaplamak.
Tas: Allahın cemâl tecellisiyle kalbin sükûn ve huzur içinde ferahlaması. (Mukabili: "Kabz"
bazmande
Kafasız, ahmak, kabiliyetsiz.
(Farsça)
Durmuş, geri kalmış.
(Farsça)
bedel-i icar
Huk: Arazi hukukunda tasarruf hakkı mukabilinde verilen emsâline uygun peşin para.
bedelen
Mukabilinde, karşılığında, yerine.
bedil
Bir şeyin mukabili, karşılığı.
Tutuşulan bir bahiste yenilen veya aldananın vereceği şey.
(Çoğulu: Ebdâl) Sâlih kişi.
beyan-ı zaruret
Huk: Zaruri beyandır. Susmak suretiyle ifade edilen mâna, beyan-ı zaruret kabilindendir.
bihaseb-il ade / bihaseb-il âde
Âdet kabilinden, âdet kabul ederek.
bil'isti'dad / bil'isti'dâd / بِالْاِسْتِعْدَادْ
Kābiliyetle.
bil'istidat
Kabiliyet ile.
bilkuvve / بالقوه / بِالْقُوَّه
Potansiyel; yetenek ve kabiliyet halinde.
Fiil mertebesine varmadan. Tasavvurda, tasavvurî olarak. Düşünce halinde. Kabiliyet ve istidat ile.
Kabiliyet olarak.
Kābiliyet hâlinde.
biniş
Basiret, görüş, görme kabiliyeti.
(Farsça)
Mülâkat.
(Farsça)
camid / câmid
Donmuş, hareketsiz.
Gelişmeyen, gelişme kabiliyeti olmayan.
camiiyet-i istidad / câmiiyet-i istidad
Kabiliyetin kapsamlılığı.
cüz
Kısım, parça. Bir şeyin bir parçası.
Kitab forması.
Küllün mukabili.
Kur'ân-ı Kerim'in otuzda bir parçası.
Kanaat. İktifâ eylemek.
Düğümü sağlam yapmak. Bir şeyi pekiştirip muhkem kılmak.
Kız evlâdı.
dad-ı hak ra kabiliyyet şart nist / dâd-ı hak râ kabiliyyet şart nist
Cenab-ı Hakk'ın lütf u ihsanında kabiliyyet şart değildir.
deha
Olağanüstü zeka ve anlayış kabiliyeti.
Olağanüstü zeka sahibi kimse.
delil-i ihtirai / delil-i ihtirâî
Kâinatta her bir varlığın kendinden beklenen neticeleri yerine getirebilecek şekilde kabiliyetlerine göre en üst derecede yoktan yaratılması.
derece-i istidat
Yetenek, kabiliyet derecesi.
derece-i istidat ve kabiliyet
Beceri ve kabiliyet derecesi.
dirayet / dirâyet
Zekâ, bilgi, idâre kâbiliyeti.
dumur
Bir uzvun maddi veya mânevi kabiliyetinin körelmesi. Gıdasızlıktan dolayı bir uzvun kuruyup kalması. Helâk. Körelmek.
Bir yere izinsiz gitmek.
eazım-ı müçtehidin / eâzım-ı müçtehidîn
Âyet ve hadisler başta olmak üzere, diğer dinî delillerden hüküm çıkarma bilgi ve kabiliyetine sahip olan büyük İslâm âlimleri.
ecr
(Çoğulu: Ücur) Bir iş, bir hizmet mukabilinde verilen şey.
Ahirete aid mükâfat, hayır ceza.
Ücret, mukabil, karşılık. Sevab.
Tıb: Kırılan bir uzvun sarılması.
efsürde-dimag
Beyni donmuş.
(Farsça)
Mc: Kabiliyetsiz.
(Farsça)
ehl-i feraset
Çabuk sezme ve anlama kabiliyeti olanlar.
ehl-i içtihad
İçtihad yapma kàbiliyeti olan büyük din âlimleri.
emn
Eminlik. Korkusuzluk. Emniyet. Bir şeye itimad etmek. İnsanda doğruluk ve imandan ileri gelen yüksek bir meleke ve kabiliyet. Rahatlık.
fakülte
(Faculty) Üniversitelerin, ihtisas mevzuu bakımından ayrılmış kollarından her biri.
(Fransızca)
Hassa, meleke, iktidar. Kabiliyet, kuvvet.
(Fransızca)
fasahat / fasâhat
Güzel ve açık konuşma, uzdillilik, iyi söz söyleme kabiliyeti.
fazayih
(Tekili: Fazih) Ayıplar, rezaletler. Sır kabilinden olan kötü hasletlerin açılıp fâş edilmesi.
fecr-i sadık / fecr-i sâdık
Sabaha karşı şark ufkunda yayılmaya başlayan beyaz bir aydınlık. Bunun mukabili birinci fecirdir ki, bir aydınlıktan sonra tekrar aydınlık gider. Bu birinci aydınlığa fecr-i kâzib denir. Sabah namazının vakti, fecr-i sâdıkta başlar.
feraset / ferâset
Çabuk sezme ve anlama kàbiliyeti.
ferasetli
Çabuk sezen, yüksek anlama kabiliyetine sahip olan.
firaset
Zihin uyanıklığı. Bir şeyi çabukça anlayış kabiliyeti. Bir kimsenin ahlâk ve istidadını yüzünden anlamak. Firasetin bir nev'i, sebebini anlamadan ve ilham eseri olarak vücuda gelen seziştir. Diğer nev'i ise kesbîdir. Muhtelif huy ve tabiatları bilmek neticesinde hâsıl olur.
Yiğitlik.
fıtnat
Yaradılıştan gelen iyi anlama kabiliyeti.
fusaha
(Tekili: Fasih) Fasih kimseler. Güzel ve usule uygun konuşabilenler. Güzel söz söyleme kabiliyetinde olanlar.
habis
Bağışlanan şey. Mukabilinde bir ücret istenmeyen şey. Parasız olarak verilen nesne.
hafıza / hâfıza / حَافِظَه
Hatırlama kābiliyeti.
hamme / hâmme
Bir kişinin akrabası, yakınları. (Hâssa mânâsına da gelir, mukabili âmme'dir.)
hanadır
Görme kabiliyeti kuvvetli olan.
havsala
Kavrama kabiliyeti.
hayta
Serseri, serkeş kimse.
Ask: Osmanlılarda görevli bir sınıf askere verilen ad. Hayta birlikleri, üstün savaş kabiliyeti olan askerlerden kurulur, lüzumunda düşman topraklarına akın yapmak için de kullanılırdı. Sonraları düzenleri bozulduğunda eşkiyalığa başladılar; bundan dolayı "hayt
heva / hevâ
Kabiliyet ve duyguları nefsin yasak arzu ve isteklerinin emrine verme.
heva-yı nefis
Kabiliyet ve duyguları nefsin yasak arzu ve isteklerinin emrine verme.
hiza
Bir şeyin karşısı, mukabili. Bir doğru çizginin devamı ile hâsıl olan cihet, düzlük, sıra.
Devenin ve atın ayakları altında yere bastığı yerler.
Nalin.
Taraf.
hukuk-u gayr-i mektube
Kanunlarda mevcud olmayan örf ü âdet ve teâmül kabilinden olan haklar.
huruf-u müsta'liye
Tecvidde: Harf ağızdan çıkarken dilin üst damağa yapışması halinde veya üst damağa doğru gitmesiyle çıkan harfler: Kaf, tı, zı, dat, hı, sad, ayın, gayın, Bu harflerin mukabili "istifâle" harfleridir.
iade
Geri vermek. Eski haline getirme.
Mukabilini yapma. Karşılığını yapma.
Avdet ettirmek.
Edb: Bir mısraın veya beytin son kelimesini, kendisinden sonra gelen mısra veya beytin ilk kelimesi olarak kullanma sanatı.
icare-i sahiha
İn'ikad ve sıhhat şartlarını tamamen câmi' olan icaredir ki, şuyu'ı asilden ve şartı mufsidden hâli olmak üzere malum bir menfaatı, malum bir bedel mukabilinde temlik etmekten ibarettir.
intak
Edb: Söylemeğe kabiliyeti olmayanı söyletmek. Onun nâmına konuşmak. Nutka getirmek, söyletilmek. Dile getirmek.
ipnotizma
(Hypnotisme) Telkin ile kabiliyetli bir kimsenin üzerinde, söz ve bakış ile elde edilen bir çeşit uyku hâli.
(Fransızca)
Uyuşukluk. İradesizlik hâli ve bu hâle ait vaziyetler.
(Fransızca)
irade / irâde
Seçme ve isteme kabiliyeti.
ıslahpezir
Islah edilebilir olan. Düzeltme ve tâmir kabul eden, ıslaha kabiliyeti olan.
isti'dad / isti'dâd / استعداد
Bir şeyin kabulüne ve kazanılmasına olan fıtrî meyil.
Kabiliyet. Akıllılık. Anlayışlılık. Allah Teâlâ Hazretlerinin (C.C.) insanlara ve sâir mahluklara tevdi buyurduğu kabiliyet kuvveleri.
Bir şeyin alınmasına, elde edilmesine ve kazanılmasına olan yatkınlık, doğuştan gelen kâbiliyet, kavrayış, anlayış.
Alışma, ünsiyet.
Kabiliyet.
Kabiliyet.
isti'dad-şure
Verimsiz istidad. Çorak yerin kabiliyeti.
(Farsça)
isti'dadat
(Tekili: İsti'dad) İstidadlar, kabiliyetler, yetenekler.
istidad / istidâd
Kabiliyet, yetenek.
istidad-ı belagat / istidad-ı belâgat
Belâgat kabiliyeti.
istidad-ı hayat
Hayat kabiliyeti.
istidad-ı hayatiye
Hayatî kabiliyet, yetenek.
istidad-ı kemali / istidad-ı kemâli
Olgunlaşma kabiliyeti.
istidad-ı muhabbet
Sevme kabiliyeti.
istidad-ı muhabbet-i ilahiye / istidad-ı muhabbet-i ilâhiye
Allah'ı sevme kabiliyeti.
istidad-ı zatiye / istidad-ı zâtiye
Zâtındaki istidat, kabiliyet, yetenek.
istidadat / istidâdât
İstidatlar, kàbiliyetler.
istidadat-ı beşeriye / istidâdât-ı beşeriye
İnsandaki kabiliyetler, yetenekler.
istidadat-ı insaniye / istidâdât-ı insaniye
İnsanın yaratılışında var olan kabiliyet.
istidadat-ı maneviye / istidâdât-ı mâneviye
Manevî istidatlar, kabiliyetler.
istidaden
Kabiliyet, yetenek olarak.
istidadi / istidadî
Kàbiliyet ve yetenek icabı, gereği.
istidadsız
Kabiliyetsiz, yeteneksiz.
istidat
Kabiliyet, yetenek.
istidatça
Kabiliyetçe.
istidrac
Derece derece yükselmeyi isteyiş.
Ist: Hakkı ve hakiki değeri olmadığı halde ve kabiliyetsizliğine rağmen bir kimsenin kesret-i nimete mazhar olması ve bu sebeple küfür ve isyana devam etmesi ile azab ve gazab-ı İlâhiyeye yaklaşması.
ıtk ala mal / ıtk alâ mal
Bir köle veya cariyenin kitabet suretiyle olmaksızın cins ve miktarı malum bir mal veya muayyen bir hizmet mukabilinde azad edilmesidir. Buna "Itk alâ cu'l" da denir.
ivazan
Karşılık olarak, mukabilinde, karşılığında.
kabil-i telkih
Dölleme kabiliyeti olan.
kabiliyat / kabiliyât
Kabiliyetler, yetenekler.
kabiliyet-i camia
Çok kapsamlı kabiliyet.
kabiliyet-i harika
Harika kabiliyet.
kabiliyet-i hayr
Hayır kabiliyeti.
kabiliyet-i hilafet / kabiliyet-i hilâfet
Halifelik kabiliyeti.
kabiliyet-i ilim
İlim kabiliyeti, becerisi.
kabiliyet-i mahiyet
Mahiyetindeki kabiliyet, yetenek.
kabiliyet-i san'at
San'at kabiliyeti, bir şeyi san'atlı bir şekilde yapabilme yeteneği.
kabiliyet-i şer
Kötülük kabiliyeti.
kabiliyet-i telkiha / kabiliyet-i telkîha
Aşılanabilir olma, aşı tutmaya elverişli ve kabiliyetli olma.
kabiliyet-i tevessü
Genişleme, yayılma kabiliyeti.
kabiliyet-i zatiye / kabiliyet-i zâtiye
Zâtındaki kabiliyet, istidat.
kabiliyet-i zulüm
Zulüm yapma kabiliyeti, potansiyeli.
kamet-i namiye / kamet-i nâmiye
Gelişme ve büyüme kabiliyetinde olan endam, boy.
kapasite
İçine alma, ihtiva etme kabiliyeti.
(Fransızca)
Kabiliyet, bilgi.
(Fransızca)
kariha / karîha
Fikir kabiliyeti. Zihin kudreti. Düşünme istidadı.
Akıldan hâsıl olan fikirler. Her şeyin evveli.
Kuyudan çıkarılan ilk su.
Fikir kuvveti, düşünce kabiliyeti, zekâ.
kariha-i ulviye / karîha-i ulviye
Üstün ve yüksek zekâ, kàbiliyet.
kavabil
(Tekili: Kabile) Ebeler.
(Kabiliyet) Kabiliyetler veya kabiliyetliler.
kemal-i istidat ve kabiliyet / kemâl-i istidat ve kabiliyet
İstidat ve kabiliyetin mükemmelliği.
keramet-i feraset
Çabuk sezme ve anlama kabiliyetindeki keramet.
kudret
Güç. Takat.
Her yeri kaplayan kudretullah.
Varlık. Ehliyet. Becerebilme.
Zenginlik.
Kabiliyet.
İlm-i kelâmda: Allah Teâlâ'ya mahsus ezelî ve ebedî ve bütün kâinatta tasarruf eden sıfattır.
kur'an-ı ezher / kur'ân-ı ezher
Parlak Kur'ân (ayrıca burada Kur'ân, insanlığın bütün kabiliyet ve donanımının gelişmesine hitap ettiği için evrensel üniversite anlamında Ezher Üniversitesine benzetilmiş de olabilir.).
kut'ül amare / kut-ül amare / كوتول امار
Kut'ül Amare ne demektir?
Yeni kurulan Osmanlı 6. Ordusu'nun Komutanlığı'na atanarak 5 Aralık'ta Bağdat'a varan Mareşal Colmar Freiherr von der Goltz Paşa'nın emriyle Irak ve Havalisi Komutanı Miralay (Albay) 'Sakallı' Nurettin Bey'in birlikleri 27 Aralık'ta Kut'u kuşattı. İngilizler Kut'u kurtarmak için General Aylmer komutasındaki kolorduyla hücuma geçti ancak, 6 Ocak 1916 tarihli Şeyh Saad Muharebesi'nde 4.000 askerini kaybederek geri çekildi. Bu muharebede 9. Kolordu Komutanı Miralay 'Sakallı' Nurettin Bey görevinden alındı ve yerine Enver Paşa'nın kendisinden bir yaş küçük olan amcası Mirliva Halil Paşa (Kut) getirildi.
İngiliz Ordusu, 13 Ocak 1916 tarihli Vadi Muharebesi'nde 1.600, 21 Ocak Hannah Muharebesi'nde 2.700 askeri kaybederek geri püskürtüldü. İngilizler mart başında tekrar taarruza geçti. 8 Mart 1916'da Sabis mevkiinde Miralay Ali İhsan Bey komutasındaki 13. Kolordu'ya hücum ettilerse de 3.500 asker kaybederek geri çekildiler. Bu yenilgiden dolayı General Aylmer azledilerek yerine General Gorringe getirildi.
Kut'ül Amare zaferinin önemi
Kût (kef ile) veya 1939’dan evvelki ismiyle Kûtülamâre, Irak’ta Dicle kenarında 375 bin nüfuslu bir şehir. Herkes onu, I. Cihan Harbinde İngilizlerle Türkler arasında cereyan eden muharebelerden tanır. Irak cephesindeki bu muharebeler, Çanakkale ile beraber Cihan Harbi’nde Türk tarafının yüz akı sayılır. Her ikisinde de güçlü düşmana karşı emsalsiz bir muvaffakiyet elde edilmiştir.
28 Nisan 1916’da General Townshend (1861-1924) kumandasındaki 13 bin kişilik İngiliz ve Hind askerlerinden müteşekkil tümenin bakiyesi, 143 günlük bir muhasaradan sonra Türklere teslim oldu. 7 ay evvel parlak bir şekilde başlayan Irak seferi, Basra’nın fethiyle ümit vermişti. Gereken destek verilmeden, tecrübeli asker Townshend’den Bağdad’a hücum etmesi istendi.
Bağdad Fatihi olmayı umarken, 888 km. yürüdükten sonra 25 Kasım 1915’de Bağdad’a 2 gün mesafede Selmanpak’da miralay Nureddin Bey kumandasındaki Türk ordusuna yenilip müstahkem kalesi bulunan Kût’a geri çekildi. 2-3 hafta sonra takviye geleceğini umuyordu. Büyük bir hata yaparak, şehirdeki 6000 Arabı dışarı çıkarmadı. Hem bunları beslemek zorunda kaldı; hem de bunlar Türklere casusluk yaptı.
Kût'a tramvayla asker sevkiyatı
İş uzayınca, 6. ordu kumandanı Mareşal Goltz, Nureddin Bey’in yerine Enver Paşa’nın 2 yaş küçük amcası Halil Paşa’yı tayin etti. Kût’u kurtarmak için Aligarbi’de tahkimat yapan General Aylmer üzerine yürüdü. Aylmer önce nisbî üstünlük kazandıysa da, taarruzu 9 Mart’ta Kût’un 10 km yakınında Ali İhsan Bey tarafından püskürtüldü.
Zamanla Kût’ta kıtlık baş gösterdi. Hergün vasati 8 İngiliz ve 28 Hindli ölüyordu. Hindliler, at eti yemeği reddediyordu. Hindistan’daki din adamlarından bunun için cevaz alındı. İngilizler şehri kurtarmak için büyük bir taarruza daha geçtiler. 22 Nisan’da bu da püskürtüldü. Kurtarma ümidi kırıldı. Goltz Paşa tifüsten öldü, Halil Paşa yerine geçti. Townshend, serbestçe Hindistan’a gitmesine izin verilmesi mukabilinde 1 milyon sterlin teklif etti. Reddedilince, cephaneliği yok ederek 281 subay ve 13 bin askerle teslim oldu. Kendisine hürmetkâr davranıldı. Adı ‘Lüks Esir’e çıktı. İstanbul’a gönderildi. Sonradan kendisine sahip çıkmayan memleketine küskün olarak ömrünü tamamladı.
Böylece Kûtülamâre’de 3 muharebe olmuştur. İngilizlerin kaybı, esirlerle beraber 40 bin; Türklerinki 24 bindir. Amerikan istiklâl harbinde bile 7000 esir veren İngiltere, bu hezimete çok içerledi. Az zaman sonra Bağdad’ı, ardından da Musul’u ele geçirip, kayıpları telafi ettiler. Kût zaferi, bunu bir sene geciktirmekten öte işe yaramadı.
Bu harbin kahramanlarından biri Halil Paşa, Enver Paşa’nın amcası olduğu için; diğer ikisi Nureddin ve Ali İhsan Paşalar ise cumhuriyet devrinde iktidar ile ters düştüğü için yakın tarih hafızasından ustaca silindi. 12 Eylül darbesinden sonra Ankara’da yaptırılan devlet mezarlığına da gömülmeyen yalnız bunlardır.
Binlerce insanın kaybedildiği savaş iyi bir şey değil. Bir savaşın yıldönümünün kutlanması ne kadar doğru, bu bir yana, Türk-İslâm tarihinde dönüm noktası olan çığır açmış nice hâdise ve zafer varken, önce Çanakkale, ardından da bir Kûtülamâre efsanesi inşa edilmesi dikkate değer. Kahramanları, yeni rejime muhalif olduğu için, Kûtülamâre yıllarca pek hatırlanmadı. Gerçi her ikisi de sonu ağır mağlubiyetle biten bir maçın, başındaki iki güzel gol gibidir; skora tesiri yoktur. Hüküm neticeye göre verilir sözü meşhurdur. Buna şaşılmaz, biz bir lokal harbden onlarca bayram, yüzlerce kurtuluş günü çıkarmış bir milletiz.
Neden böyle? Çünki bu ikisi, İttihatçıların yegâne zaferidir. Modernizmin tasavvur inşası böyle oluyor. Dini, hatta mezhebi kendi inşa edip, insanlara doğrusu budur dediği gibi; tarihi de kendisi tayin eder. Zihinlerde inşa edilen Yeni Osmanlı da, 1908 sonrasına aittir. İttihatçıların felâket yıllarını, gençlere ‘Osmanlı’ olarak sunar. Bu devrin okumuş yazmış takımı, itikadına bakılmadan, münevver, din âlimi olarak lanse eder. Böylece öncesi kolayca unutulur, unutturulur.
Müşir İbrahim Edhem Paşa’nın oğlu Sakallı Nureddin Paşa (1873-1932), sert bir askerdi. Irak’ta paşa oldu. Temmuz 1920’de Ankara’ya katıldı. Fakat karakterini bilen M. Kemal Paşa, kendisine aktif vazife vermek istemedi. Merkez kumandanı iken Samsun’daki Rumları iç mıntıkalara sürgün ettiği esnada çocuk, ihtiyar, kadın demeden katliâma uğramasına göz yumdu. Bu, milletlerarası mesele oldu. Yunanlılar, bu sebeple Samsun’u bombaladı. Nureddin Paşa azledildi; M. Kemal sayesinde muhakemeden kurtuldu. Sonradan Kürtlerin de iç kısımlara göçürülmesini müdafaa edecektir. Batı cephesinde, kendisinden kıdemsiz İsmet Bey’in maiyetinde vazife kabul etti. İzmir’e girdi. Bazı kaynaklarda İzmir’i ateşe verdiği yazar. I. ordu kumandanı olarak bulunduğu İzmit’te, Sultan Vahîdeddin’in maarif ve dahiliye vekili gazeteci Ali Kemal Bey’i, sivil giydirdiği askerlere linç ettirdi; padişaha da aynısını yapacağını söyledi. Ayağına ip takılarak yerlerde sürüklenen cesed, Lozan’a giden İsmet Paşa’nın göreceği şekilde yol kenarına kurulan bir darağacına asılarak teşhir edildi. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bir fedainin vursa kahraman olacağı bir insanı, vuruşma veya mahkeme kararı olmaksızın öldürmeyi cinayet olarak vasıflandırıp kınadı. M. Kemal’e gazi ve müşirlik unvanı verilmesine içerleyen Nureddin Paşa iyice muhalefet kanadına geçti. 1924’de Bursa’dan müstakil milletvekili seçildi. Asker olduğu gerekçesiyle seçim iptal edildi. İstifa edip, tekrar seçildi. Anayasa ve insan haklarına aykırılık cihetinden şapka kanununa muhalefet etti. Bu sebeple antikemalist kesimler tarafından kahraman olarak alkışlanır. Nutuk’ta da kendisine sayfalarca ağır ithamlarda bulunulur, ‘zaferin şerefine en az iştirake hakkı olanlardan biri’ diye anılır.
Halil Kut (1882-1957), Enver Paşa’yı İttihatçıların arasına sokan adamdır. Sultan Hamid’i tevkife memur idi. Askerî tecrübesi çete takibinden ibaretken Libya’da bulundu. Yeğeni harbiye nazırı olunca, İran içine harekâta memur edildi. Irak’taki muvaffakiyeti üzerine paşa oldu. Bakü’yü işgal etti. İttihatçı olduğu için tutuklanacakken, kaçıp Ankara hareketine katıldı. Rusya ile Ankara arasında aracılık yaptı. Sonra kendisinden şüphelenilince, Almanya’ya kaçtı. Zaferden sonra memlekete dönüp köşesine çekildi. Politikaya karışmadı.
Ali İhsan Sâbis (1882-1957), Sultan Hamid’i tahttan indiren Hareket Ordusu zâbitlerindendi. Çanakkale, Kafkasya’da bulundu. Irak’ta paşalığa terfi etti. İttihatçı olduğu için Malta’ya sürüldü. Kaçıp Ankara hareketine katıldı. I. batı cephesi kumandanı oldu. Cephe kumandanı İsmet Bey ile anlaşmadı; azledilip tekaüde sevkolundu. M. Kemal’e muhalif oldu. Nazileri öven yazılar yazdı. 1947’de devlet adamlarına yazdığı imzasız mektuplar sebebiyle 15 seneye mahkûm oldu. 1954’te DP’den milletvekili seçildi. Hatıraları, Nutuk’un antitezi gibidir.
kuvve / قوه / قُوَّه
Kuvvet. Güç.
Salâhiyyet. İktidar.
Fikir. Niyet.
Hasse. His. Duygu. Meleke.
Kabiliyyet. (Za'fiyyetin zıddı)
Kabiliyet.
Kābiliyet, his.
kuvve-i icadiye
İcâd etme kabiliyeti, gücü.
kuvve-i inbatiye
Bitkilerin filiz verip yetişme yeteneği, kabiliyeti.
kuvve-i musavvire / قُوَّۀِ مُصَوِّرَه
Cenâb-ı Hakkın izni ve kanunu ile maddiyatın şekil ve suretini alma kabiliyeti
Bir şeyi zihinde şekillendirme, resmetme kabiliyeti.
kuvve-i müvellide / قُوَّۀِ مُوَلِّدَه
Birşeyler meydana getirme kabiliyeti.
kuvve-i şamme / kuvve-i şâmme
Koku alma duyusu (sezme kabiliyeti).
kuvve-i şeheviye
Cinsi istek kudreti. Yemek, içmek, konuşmak, uyumak gibi kabiliyetler.
latife
Hoş söz. Şaka. Mizah. Söz ile iltifat. İnsanın çok ince ve hassas olup kalbe bağlı bir duygusu. (Mukabili ciddiyettir)
lazım-ı beyyin / lâzım-ı beyyin
Bir mesele hakkında hiçbir delil ve işarete ihtiyaç olmadan, o şeyle beraber düşünülmesi zaruri olan diğer bir şey (insan denilince ilim kabiliyetinin akla gelmesi gibi).
Bu tabirin masdariyet şekli "Lüzum-u beyyin" olup ikisi aynı mânaya gelir. Herhangi bir şey hatıra gelince hiç bir delil ve emareye ihtiyaç olmadan o şeyle beraber düşünülmesi zaruri olan diğer bir şey. Meselâ: İnsan denildiği zaman, kabiliyet-i ilim ve san'at akla gelmesi gibi...
lisan-ı istidad
Kabiliyet dili.
lojistik
Ask: Askerlik san'atının ve seferi orduların iaşe, muhabere ve sevkiyat şartları, hareket ve harb kabiliyeti bakımından en etkili durumda bulundurulması için lâzım gelen çalışmalara aid kısım.
manevra
Hareket kabiliyeti, harp oyunu.
mefruz
(Farz. dan) Farz olunmuş. Farz hâline gelmiş. Çok lüzumlu. Farz kabilinden olmuş.
Var sayılan.
meleke-i ameliye
İş yapma mahareti, kabiliyeti.
meleke-i ilmiye
İlmi kàbiliyet, yetenek.
meleke-i san'at
San'at kabiliyeti, becerisi.
meşhur hadis veya hadis-i meşhur
Asr-ı evvelde, Ahâdi hadis kabilinden iken ikinci asırda iştihar edip, kizb üzerine ittifakları aklen tecviz olunmayan bir cemaat tarafından rivâyet olunan hadis. İlm-i yakin derecesinde karib bir surette kalbe itmi'nan verir.
metanet
Sağlamlık. Kavilik. Sözünden ve kararından dönmemeklik. İnsanın, fikrinde sabır, azminde kavi ve akidesinde rüsuh sahibi olması. (Mukabili zaaf'dır) (Hak, iman ve İslâmiyet uğrunda metanet göstermek, çok kıymetli bir seciyyedir.)
meyelan-ı hayat / meyelân-ı hayat
Hayat bulma meyli, arzusu, kabiliyeti.
meyelan-ı incimad / meyelân-ı incimad
Donma meyli, kabiliyeti.
mihanikiyet
Hareket kabiliyeti, mekanik özellik.
mihanikiyyet
yun. (Mihanik. den) Makine sanayiini ihate eden fen ve ilimler. Makine gibi cansız şeyler.
Cansız ve duygusuz fakat ahenkli hareket ve hareket kabiliyeti.
müçtehid
Âyet ve hadîsler başta olmak üzere diğer dinî delillerden hüküm çıkarma bilgi ve kàbiliyetine sahip olan.
müdrike
İdrak kuvveti. Akıl. Anlama kabiliyeti.
Anlama kabiliyeti.
müennes
Dişi. Müzekkerin mukabili.
Gr: Hakiki, itibarî veya söylenişi cihetiyle "dişi" olan kelime.Müennes-i hakikî : Müzekker kelimenin sonuna bir "e-a" ilâve ederek yapılan kelime. Meselâ: (Kâtib: ): Erkek yazıcı. (Kâtibe: ): Kadın yazıcı.Sonu "e" ile biten kelimeler ekseriyetle müennestir
müfekkire
Düşünme kabiliyeti.
mürşid-i kamil / mürşîd-i kâmil
Tasavvufta kemâle gelmiş, olgunlaşmış, evliyâlık mertebelerinin sonuna ulaşmış, kâbiliyeti olanları bu yolda yetiştiren rehber zât.
müşkil
(Müşkile) Zorluk, güçlük, zor olan iş. Çetinlik.
Edb: Mânasının derinliği veya edebi bir san'atla ifade edilmiş olmasından dolayı teemmül ve tefekkürsüz anlaşılmayacak derecede hafî olan lâfızdır. Mânaca nass'ın mukabilidir.
müstaid / müstaîd / مُسْتَعِدْ
İstidadı olan, kabiliyetli, uyanık, anlayışlı, akıllı.
Hazır; istidat ve kabiliyet sahibi.
Kābiliyetli.
müstait
Kabiliyetli, yetenekli.
müteaddi
(Udvan. dan) Başkasının hakkına tecavüz eden, saldıran, sataşan.
Gr: Lâzım fiilinin mukabili. Fiil eseri fâilden mef'ul denilen diğer bir isme geçerse o halde fiil müteaddi olur. Geçişli fiil. (Anlatmak, düşündürmek gibi)
müteharrik-i bizzat
Hareket kabiliyeti kendinde olan.
na-kabil
Mümkün olmayan. Kabil olmayan.
(Farsça)
Câhil, kabiliyetsiz.
(Farsça)
na-kabul
Kabiliyetsiz, istidatsız.
(Farsça)
na-müstaid
Müstaid olmayan. Olgunlaşma kabiliyeti olmayan. İstidatsız.
(Farsça)
natıka
(Nutk. dan) Düşünüp söylemek hassası. Fesahat ve belâgatta söyleme kuvveti. Talâkat-ı lisan, güzel konuşabilme kabiliyeti.
nefs-i natıka / nefs-i nâtıka
Konuşan öz, insan; doğru ile yanlışı birbirinden ayıran insan mahiyetinde bulunan nur, aklî ve naklî meselelerin alâkalarını hissetmeye ve anlamaya kabiliyeti olan insan ruhu, insan.
nutk
(Nutuk) Söyleyiş, söyleme kabiliyeti, konuşma, hitabet.
Dervişlerce büyüklerin manzum sözleri.
ömer ibn-i abdülaziz
(Hi: 60-101) Emevî Devleti halifelerinden olup Hz. Ömer'in ahfadındandır. Siyaset âleminde bir dâhi ve adâlette bir ikinci Hz. Ömer'di. Malatya'yı Rumlardan yüzbin esir mukabilinde satın aldı. Zehirlenerek şehid edildi. (R. Aleyh)
rütbe-i kabiliyet
Kabiliyet rütbesi, derecesi.
safsataperdaz
Safsata kabilinden söz söyliyen adam.
(Farsça)
sahib-i tasarruf
Her şeyi dilediği gibi kullanma ve yönetme kabiliyetine sahip olma.
salah
Bir şeyin en iyi hâli. Rahatlık, sulh, iyileşme, düzelme, iyilik. Dine olan bağlılık. Her hayra câmi faziletlerin toplanmasında hâsıl olan yüksek bir sıfat. (Mukabili fesad ve fücurdur)
şe'n-i zati / şe'n-i zâtî
Zâtında olan istidat ve kabiliyet.
selaik
(Tekili: Selika) Güzel söz söyleme ve yazma kabiliyetleri.
selef-i müçtehidin / selef-i müçtehidîn
Âyet ve hadisler başta olmak üzere dinî delillerden hüküm çıkarma bilgi ve kâbiliyetine sahip olan İslâmın ilk dönemlerinde yaşamış İslâm âlimleri.
semere-i istidad
Var olan kabiliyet ve potansiyelden ortaya çıkan netice.
şemul
Sâfi halis şarap.
Kıble mukabilinden esen rüzgar.
sevk-i insaniyet
İnsanlığın sevki; beşerî istidat ve kabiliyetlerin yönlendirmesi.
sima-yı istidadi / sima-yı istidadî
Yetenek ve kabiliyet yüzü.
sosyal adalet / sosyal adâlet
Herkesin, bilgi ve kâbiliyeti ve gördüğü iş nisbetinde çalıştığının karşılığını alması, başkaları tarafından sömürülmemesi.
süraka
(Ebu Süfyan Sürâka b. Mâlik) Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Hz. Ebu Bekir ile beraber hicret için Mekke'den çıktıklarında, Kureyş Rüesasının mühim bir mal mukabilinde onları öldürmek için gönderdikleri cesur bir adam olup, Hz. Peygamber'in mu'cizesiyle atının ayakları kuma saplanmış ve bu üç
şuun ve kabiliyet-i zatiye / şuûn ve kabiliyet-i zâtiye
Zâti nitelikler; istidatlar ve kabiliyetler.
tayyar
Uçan. Uçucu. Uçma kabiliyeti olan. Havaya kalbolup gaib olan.
tefe'ül
Bir şeyi uğur saymak, hayıra yormak, bir hâdiseyi hayra alâmet, işâret olarak görmek. Tefe'ülün mukâbili (zıddı) teşe'üm yâni uğursuz saymaktır.
Falcılık.
tesir-i icadi / tesir-i icadî
Yaratma kabiliyeti.
tevsi-i zihin
Zihni genişletme, anlayış ve kavrayış kabiliyetini yükseltme.
varis-i istidad / vâris-i istidad
Kabiliyetin mirasçısı.
vasf-ı tahsini / vasf-ı tahsinî
Bir şeyin mahiyetini beyan etmekten ziyade lâfzını süslemek için kullanılan sıfatlar. Bunlar haşv-i melih kabilindendir.
vüs'at-i istidat
Kabiliyet genişliği, kapasitesi.
zade-i tab'
(Zâde-i tabiat - Zâde-i hâtır) Bir kimsenin kabiliyetinden, tabiatından meydana gelen eseri.
zeka / zekâ
Çabuk anlama ve bilme kabiliyyeti. Fehim ve idrakte çabuk olma.
Ateşin alevlenmesi.
Güzel koku alma.
Çabuk anlama kabiliyeti.
zevk
Lezzet alma, hoşa gitme, tatma.
Hoş, hoşa giden. Mânevi haz.
Boş vakit geçirmek. Eğlenmek.
Alay etmek. Güzeli çirkinden ayırma kabiliyeti.
zevk-i selim
En temiz, nezih ve en yüksek derecedeki zevk. Selâmette olan zevk. Meşru dairedeki zevk.
Sezme kabiliyeti.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
ram olmak
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
hodendiş
demma'
zıynet
Ziba
ALİYE
Feth-i bilâd
muazzeze
nazar-ı akıl
Mustahfiz
Mah-ı tâbân
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
Kabili
izinsiz
oyuk
Hastane
hilye-i şerif
Adi
sınırlama
Hadsiz
Eyledi
Meselen