REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te KILIÇ ifadesini içeren 196 kelime bulundu...

acuz

  • Çok yaşlı kadın. Kocakarı.
  • Kılıç.
  • Şarap.
  • Sırtlan.

adb

  • Kılıç.
  • Kesmek.
  • Sövmek.
  • Yardımcı.

agmad

  • (Tekili: Gımd) Bıçak ve kılıç kınları.

ahen

  • Demir.
  • Mc: Sert. Zincir. Kılıç.

ahsem

  • Geniş yüzlü kılıç.
  • Arslan.
  • Enli, yassı ve yayvan burun.
  • Enli, yassı ve yayvan burunlu adam.

ahte

  • Dışarı çıkarılmış, dışarı çekilmiş. (kılıç, bıçak gibi..) (Farsça)
  • Husyesi çıkarılmış hayvan. (Farsça)

ashab-ı suyuf / ashâb-ı suyûf

  • Bizzat harbe iştirak edip kılıçları ile cihad edenler.

badire

  • Birdenbire meydana gelen hâl. Felâket. Musibet.
  • Kabahat.
  • Birden, zahmetsizce söylenen söz.
  • Kılıcın, namlunun veya her çeşit nebatın ucu.
  • Zor geçit.

bakiyyet-üs-süyuf / bakiyyet-üs-süyûf

  • Kılıçtan kurtulan kimseler.
  • Mc: Arta kalan kişiler.

batir

  • (Çoğulu: Bevâtir) Keskin kılıç.

belarek

  • İyi su verilmiş kılıç, çelik. (Farsça)
  • Ok temreni, ok mahfazası. (Farsça)

beraya

  • (Tekili: Beriye) Halk. Bütün mahlûkat.
  • Halkın kılıç kullanabilenleri ve vergi hârici tutulan müslüman kısmı.

berend

  • Nakışı olmayan ipek kumaş. (Farsça)
  • Keskin olan hançer, kılıç, pala v.b. âletler. (Farsça)
  • Kılıcın suyu. (Farsça)

berk-i süyuf

  • Kılıç darbesi, parıltısı.
  • Kılıçların şimşeği, kılıç korkusu.

bevarik-i süyuf / bevârik-i süyuf

  • Kılıçların parıltıları.

bevatir

  • (Tekili: Bâtire) Keskin, çok kesen kılıçlar.

bissüyuf / bissüyûf

  • Kılıçlarla ve kuvvet ile.

çak

  • Yarık, çatlak, yırtmaç. (Farsça)
  • Kılıç, bıçak gibi şeylerin sesleri. (Farsça)
  • Sabah vakti beyazlığı. (Farsça)
  • Küçük pencere. (Farsça)
  • Hazır. Amâde. (Farsça)

çakaçak / çâkâçâk / چاكاچاک

  • Kılıç şakırtısı. (Farsça)

çakçak

  • Parça parça, yırtık pırtık.
  • Kılıç ve emsâli şeylerin sesleri.

çalım

  • Tavır, eda.
  • Kılıcın keskin tarafı, ağzı.

cefn

  • Göz kapağı.
  • Asma çubuğu.
  • Bıçak ve kılıç kını.

çeh

  • Kılıç, bıçak ve hançer gibi âletlerin kını, kılıfı. (Farsça)

çekaçak / çekâçâk / چكاچاک

  • Kılıç şakırtısı. (Farsça)

cereng

  • Kılıç veya topuzun çarpmasından çıkan ses. Zil veya çan sesi. (Farsça)

cevher-dar / cevher-dâr

  • Elmaslı. (Farsça)
  • Noktalı harf. Meselâ: Cim, şın harfleri gibi. (Farsça)
  • Eskiden kullanılmış tüfeklerden birinin ismi. (Farsça)
  • Siyah ve beyaz dalgalı, benekli kılıç. (Farsça)

dadan

  • Kesmez kılıç.
  • Fakir, muhtaç kişi.

dalalete seyf-i hemta / dalâlete seyf-i hemta

  • Sapkınlık ve inkarcılık düşüncesini yok edecek seviyede güçlü olan kılıç.

daribe

  • Tabiat.
  • Kılıçla vurulmuş.
  • Eğrilmiş yün.

delk

  • Eski ve yamalı elbise. Dervişlerin giydikleri eski aba. (Farsça)
  • Kılıcı kınından çıkarmak. (Farsça)

deluk

  • Dişleri kırılmış ve kütelmiş olan yaşlı deve.
  • Kınından çıkması kolay olan kılıç.

diyas

  • Ekini davar ayağı ile bastırıp çiğnetmek.
  • Kılıcı ruşen etmek, kılıcı parlatmak.

efell

  • Güdük kılıç.

ehadd-i süyuf

  • Kılıçların en keskini.

embel

  • Kılıcı ve silahı olmayan.
  • Eyer üstünde doğru oturamayan.
  • Boynu eğri olan.

esinne

  • (Tekili: Sinân) Kılıçlar, seyfler.
  • Süngüler.
  • Bileği taşları.

esliha-i cariha / esliha-i câriha

  • Yaralayıcı, cerh edici silâhlar. (Kılıç, kama, hançer, bıçak... gibi silahlardır).

esyaf / esyâf / اسياف

  • (Tekili: Seyf) Seyfler, kılıçlar.
  • Kılıçlar. (Arapça)

faheka

  • Vurulduğu yerden kan çıkartan kılıç ve neşter parçası.

fely

  • Bit toplamak.
  • Şiirin ince mânâlarını çıkarmak.
  • Kesmek.
  • Kılıç ile vurmak.

fesafis

  • Kesmez kılıç.

feşfaş

  • Yassı kılıç.

fütar

  • Kesmez kılıç.

gılaf

  • Kın. Kılıcın kılıfı. Bir şeyin üzerinin örtüsü.
  • Kılıç, kın, muhafaza.

gılaf-ı seyf

  • Kılıç kını.

gizlik

  • Uzun saplı kalemtraş. (Farsça)
  • Bıçak, çakı, kılıç gibi şeylerin keskin olan tarafı. (Farsça)

hamail / hamâil / حمائل

  • (Tekili: Himâle) Tılsım, muska.
  • Kılıç kayışı, kılıcı bele bağlamaya yarayan kayış.
  • Kılıç kayışı. (Arapça)

hame vü şemşir / hâme vü şemşir

  • Kalem ve kılıç.

haşib

  • Yoğun, kalın.
  • Tam düzelmemiş olan kılıç.
  • Süslü, zinetli.

haşif

  • Keskin kılıç.
  • Damdan aşağı asılmış olan karpuz.

hazim / hazîm

  • Keskin kılıç.

heddam

  • Çok keskin kılıç.

hekk

  • şiddetli yağmur.
  • Kılıçla vurmak.

hezhaz

  • Keskin kılıç.

hiddet-i seyf

  • Kılıç keskinliği.

hılle

  • Kılıç gediği.

hilye

  • Güzel sıfatlar. Süs. Zinet. Cevher. Güzel yüz.
  • Kılıcın sapındaki veya kınındaki zinet.
  • Suret. Hey'et. Görünüş.

himale

  • (Çoğulu: Hamayil). Kılıç kayışı.

hinduvani / hinduvanî

  • Hindî kılıç.

hülagu / hülâgu

  • Mi: 1258' de Bağdadı zaptederek halkını kılıçtan geçirmiş, Abbasi Halifesi Musta'sımı ve bütün âile efradını öldürtmüştür. Cengiz Hanın torunu, Tülay Hanın oğludur. Tarihde en çok kan döken hükümdar olarak bilinir. Abbasi Devletini yıkan Moğol Başkumandanıdır.

husam

  • Keskin kılıç.

hüsam / حسام

  • Keskin kılıç.
  • Kılıç. (Arapça)

hüsameddin

  • Dinin keskin kılıcı.

hutut-u cevher

  • Kılıcın çelik kısmındaki dalgalı çizgiler, meneviş, hare, dalgır (Buradaki maksat; kalemle kılıcın güç birliğidir.).

hüzahiz

  • Bağırgan deve.
  • Keskin kılıç.
  • Çok su.
  • Fitne.

ibrik

  • (Çoğulu: Ebârik) Topraktan, tenekeden, hattâ bakırdan, gümüşten, altundan yapılan emzikli su kabı.
  • Abdest almağa, çay, kahve v.s. yapmağa yarayan ayrı ayrı ve türlü türlü kaplar.
  • İyi ve parlak kılıç.

igmad-ı seyf

  • Kılıcı kınına sokma.

igtilaf-ı seyf

  • Kılıcın kınına girmesi.

igtimad

  • (Gamd. dan) (Kılıç) kılıfına girme.
  • Karanlıkta görünmez olmak.

ıhlaf

  • Su aramak. Yerine halef etmek.
  • Kılıç çıkarmak için elini uzatmak.

ıhtirat

  • Kılıç çekme.

imtiha-yi seyf

  • Kılıcın bilenmesi, keskinleştirilmesi.

infilal-i seyf

  • Kılıcın keskinliğinin gitmesi, körlenmesi.

ir'ad

  • Tehdid etmek, korkutmak. Muztarib etmek.
  • Kılıç parlatmak.
  • Kadın yüzünü kendisi açmak.

islal

  • (Sell. den) Kılıcı sıyırıp çıkarma.
  • Verem etme, verem uğratma.

ıslit / ıslît

  • Zinetli kılıç, üzeri süslenmiş kılıç.

istihlal

  • Yeni ay'ı gözleyip görmek. Hilâlin görünmesi.
  • Kılıcın kınından sıyrılıp görünmesi.
  • Edb: Bir ifadede birbirine benzer, seci'li ve kâfiyeli sözlerin söylenmesi.
  • Çocuğun doğar doğmaz hemen ağlamağa başlaması.
  • İyi ve hayırlı bir başlangıca delâlet etmek.

istilal-i seyf

  • Kılıcı kınından sıyırıp çıkarma.

kabia

  • Kılıç kabzasının başında olan gümüş veya demir.

kadib / kadîb

  • Kılıç.

kadib-i hadid / kadîb-i hadîd

  • Demir çubuk, kılıç.

kamkam

  • (Çoğulu: Kumâkım) Ulu, şerif kimse.
  • İyi, keskin kılıç.
  • Büyük deniz.
  • Çok adet.
  • Saç dibine düşen yavşak.
  • Küçük kene.

karen

  • (Çoğulu: Akrân) Ok mahfazası.
  • Kılıç.
  • Ok.
  • İki deveyi biribirine çattıkları ip. Başka deveye çatılmış deve.
  • Çatık kaşlı olmak.
  • "Yakınlık" mânâsına mastar.
  • Necid ahâlisinin mikâtı olan mevzi.

karin

  • Kılıcı ve oku olan.
  • Hacla umreyi birlikte yapan.

kariye

  • (Çoğulu: Kavâri) Uzun burunlu, kısa ayaklı, arkası yeşil bir kuş.
  • Süngü demirinin keskin yeri.
  • Kılıcın ve ona benzer şeylerin keskin yeri.

kasatura

  • Askerlerin, bellerine bağlayıp taşıdıkları ve süngü gibi kullandıkları düz ve kısa kılıç.

katı'

  • (Kat'. dan) Kesen, Kat' eden. Durduran, mâni olan.
  • Keskin ve iyi bileylenmiş kılıç.

katl-i am / katl-i âm

  • Bir yerde çoklarının öldürülmesi. Herkesi kılıçtan geçirme. Toptan imha.
  • Halkı bütünüyle kılıçtan geçirme.

kayım

  • Durucu, duran.
  • Kılıç kabzası.

keham

  • Yaşlı, ihtiyar. (Kesmez kılıca "seyf-i kihâm"; peltek lisana "lisan-ı kihâm"; ağır yürüyüşlü ata "feres-i kihâm" derler.)

kelalet / kelâlet

  • Yorgunluk. Bitkinlik. Usançlık.
  • Bıçak ve kılıç gibi şeylerin kesmez olması.
  • Akrabalığı uzak olanlar. (Amcazâdeler topluluğu gibi).
  • Kör ve kesmez olan.

kırab

  • Kılıç veya bıçak kını.

kırzab

  • (Çoğulu: Karâzıbe) Keskin kılıç.
  • Hırsız.

kurtubi / kurtubî

  • Kılıç. Halid bin Velid'in kılıcı.

lükk

  • Nar ağacına benzer bir hindi ağacının zamkı.
  • Kılıç ve bıçak saplarını berkitmekte kullanılan meşhur bir nesne.

makbız

  • Kılıcın ve yayın kabzası.

masa'

  • Kılıçla vuruşmak.

meç

  • Ateşli silahların icadından evvel kullanılan harp âletlerinden biri. Keskin olmayan tâlim kılıcı, uzun ve ince kılıç.

mehv

  • İnce kılıç.
  • Sulu süt.

meşref

  • İyi kılıçlar işlenir bir köyün adıdır.

miczam

  • Pek keskin kılıç.

miczem

  • Çok keskin kılıç.

migfer

  • Ateşli silâhların icadından evvel, muharebede kılıç, mızrak ve ok gibi harp âletlerinden korunmak için başa giyilen bir nevi başlık idi. Miğfer, zırh ile beraber bir bütün teşkil ederdi. Osmanlı miğferleri çeşitli şekillerde olmakla beraber genel olarak iki kısma ayrılırdı. Bir kısmı ince bakırdan,

migvel

  • (Çoğulu: Megavil) İnce kılıç. Hançer.

mıhfak

  • Enli yassı kılıç.

mihmel

  • (Çoğulu: Mehâmil) Kılıç bağı.
  • Büyük mahfe.

mihrak

  • (Çoğulu: Mehârik) Ağaç kılıç.
  • Yırtıp parçalayacak âlet.

mihsal

  • Keskin kılıç.

miksal

  • Çok keskin kılıç.

mişmel

  • Kaftan altında götürüldüğü hâlde görünmeyen küçük kılıç.

mizcel

  • "Harbe" denilen küçük kılıç.

mücahafe

  • İzdiham etmek, kalabalık yapmak.
  • Birbirine kılıç ve bıçak çekip vuruşmak.

muharebe-i bissüyuf

  • Kılıçlarla savaşma, silahlı mücadele.

muhassıs

  • Tahsis edici, ayırıcı, bir tarafa ait kılıcı.

mümasaa

  • Birbiriyle kılıçlaşmak.

münsal

  • Kılıç, seyf.

müsayefe

  • (Seyf. den) Kılıçla vuruşma. birbirine kılıç çekme.

müştab

  • Yüzünde uzun yollar olan kılıç.

mütekallid

  • Kuşanan. Kılıç takan, takınan. Kılıç kuşanmış.
  • Bir işi üzerine alan. Bir vazifeyi deruhte eden.
  • Kılıç kuşanan, takınan; bir vazifeyi üzerine alan, yüklenen.

mütesayif

  • Birbirine kılıçla vuran.

müzerreb

  • Keskin kılıç.

nedg

  • Kılıçla veya sözle taan etmek, çekiştirmek.

nehik

  • Bahâdır, kahraman.
  • Arslan.
  • Keskin kılıç.
  • İyi huylu kimse.

nicad

  • Kılıç bağı.

nikayet / nikâyet

  • Düşmanı kılıçtan geçirme.

niyam

  • Kılıf, kın. Kılıç kını. (Farsça)

nun

  • Kur'an alfabesinde yirmibeşinci harf. Ebced hesabına göre değeri ellidir.
  • Divid, kalem.
  • Kılıcın ağzı. Kılıç.
  • Çene çukuru.
  • Balık, semek.

pala

  • Ağzı enli, ortasına doğru daha genişliyerek ucuna doğru daralmaya başlayan kalın, kısa ve ağır kılıç.

rübd

  • Kılıcın cevheri ve rengi.

safiha

  • (Çoğulu: Safayih) Yüzün derisi.
  • Kapı tahtası.
  • Kâğıdın bir tarafı.
  • Yassı ve düz nesne.
  • Enli kılıç. (Bu mânâya C: Sıfâh)

safiyy

  • Peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem ganîmet taksîminden önce kılıç, zırh ve at gibi seçip aldığı bâzı şeyler.

sahibü's-seyf / sâhibü's-seyf

  • Kılıç sahibi.

sahibüsseyf

  • Kılıç sahibi, savaşçı.

samsam

  • Keskin olmak.
  • Keskin kılıç. Seyf-ü sârim.

savarım

  • (Tekili: Sârım) Keskin kılıçlar.

saykal

  • Cilâ. Cilâ yapan âlet. Parlatan.
  • Kılıç bileyen.

sell-i seyf

  • Kılıç çekme.

şemal

  • (Çoğulu: Şemâlât) Kıble ardında kutup tarafından esen yel.
  • Ahlâk.
  • Kılıç.

şemşir / şemşîr / شمشير

  • Kılıç. (Farsça)
  • Kılıç. (Farsça)

şemşir-baz

  • İyi kılıç kullanan, kılıç oynatan. (Farsça)
  • Kılıçla ustalık gösteren. (Farsça)

şemşir-bedest

  • Elinde kılıç tutan. (Farsça)

şemşir-ger

  • (Çoğulu: Şemşirgerân) Kılıççı. (Farsça)

şemşir-i zulm

  • Zulüm kılıcı.

şemşir-zen

  • Kılıç çeken, kılıçla vuran. (Farsça)

serdengeçti

  • Tar: Akıncılardan düşman ordusu içine dalmak veya muhasara altına alınan bir kaleye girmek için fedai yazılan kimseler. Bunlara ellerinde kınlarından sıyrılmış kılıçlarla bu tehlikeli işlere atıldıkları için "dalkılıç" da denilirdi. Düşman ordusuna dalacak veya kaleye girecek olanların dönmelerinden

seyf / سيف / سَيْفْ

  • Kılıç.
  • Kılıç.
  • Kılıç.
  • Kılıç. (Arapça)
  • Kılıç.

seyf-i bettar / seyf-i bettâr

  • Çok keskin kılıç.

seyf-i burhan

  • Burhanın, delilin kılıcı.

seyf-i elmas

  • Elmas kılıç.

seyf-i hadid

  • Keskin kılıç.

seyf-i kur'ani / seyf-i kur'ânî

  • Kur'ânî kılıç.

seyf-i meslul

  • Kınından çıkmış kılıç.

seyf-i nebevi / seyf-i nebevî

  • Peygamber efendimizin kılıcı.

seyf-i rahmet-i alem / seyf-i rahmet-i âlem / سَيْفِ رَحْمَتِ عَالَمْ

  • Cenâb-ı Allah'ın kâinatı kuşatan rahmet kılıcı.
  • Âleme rahmet kılıcı.

seyf-i sarim / seyf-i sârim

  • Keskin kılıç.

seyf-i şeriat

  • Şeriat kılıcı.

seyfeddin

  • (Seyf-üd din) Dinin kılıcı, dinin askeri.

seyfi / seyfî

  • (Seyfiye) Askerliğe ait, kılıçla alâkalı.
  • Kılıç şeklinde.

seyfü'l-islam / seyfü'l-islâm

  • İslâm kılıcı.

seyfullah

  • Allahın kılıcı.
  • Allah'ın kılıcı, Ashâb-ı Kiram'dan Hz. Halid bin Velid'e Peygemberimiz tarafından verilen ünvan.
  • Allah'ın (C.C.) kılıcı, askeri.
  • Ashab-ı Kiram'dan Hz. Hâlid İbn-i Velid'e (R.A.) verilen ünvan.

şeym

  • Çok soğuk su.
  • Kılıç çıkarmak.
  • Kınına sokmak.

seyyaf

  • (Seyf. den) Kılıçlı.
  • Kılıç yapan, kılıççı.
  • Cellât.

silan

  • Sapına girmiş olan kılıç ve bıçak ucu.

sımsam

  • Keskin kılıç.
  • Kılıcın keskin olması.

şimşir / شمشير

  • Kılıç. (Farsça)

sitam

  • Kılıcın ağızı.

siyafet

  • Kılıççılık sanatı.

şüfre

  • (Çoğulu: Eşfâr) Yassı büyük bıçak.
  • Gön ve sahtiyan kestikleri bıçkı.
  • Kılıç ağızı.
  • Kirpik biten yer.

süreyci / süreycî

  • Bir demirci adı. (İyi kılıçları ona nisbet edip "süreycî" derler.)

şutbe

  • (Çoğulu: Şütab) Kılıcın yüzünde yapılan yol.

süyuf / süyûf / سيوف

  • (Tekili: Seyf) Kılıçlar.
  • Kılıçlar.
  • Kılıçlar. (Arapça)

tabbağ

  • Kılıç yapan kimse.

taglif-i süyuf

  • Kılıçları kılıfa koyma.
  • Mc: Sulh yapma, barışma.

tahsis edici

  • Ayırıcı, bir tarafa ait kılıcı.

takallüd

  • Takınma; kılıç (gibi keskin olan delil silahını) kuşanma.
  • (Çoğulu: Takallüdât) (Kald. dan) Bir işi üstüne almak.
  • Takınma, kuşanma. Gerdanlık veya muska gibi boyuna geçirme.
  • (Kılıç) kuşanma.

taklid-i seyf

  • Kılıç kuşatma.

talha bin ubeydullah

  • (R.A.) : Aşere-i mübeşşeredendir. Çok muharebelere iştirak etti, fedakârlığı büyüktü. Peygamberimiz (A.S.M.) ile muharebede iken kılıç darbesine karşı kolunu gerer ve onu muhafazaya çalışırdı, kendisinden ziyade Hz. Peygamber'i (A.S.M.) muhafazaya azmederdi. Kolu bu yüzden sakatlandı. Hz. Ali (R.A.)

tavil-ün nicad

  • Kılıç bağı uzun.
  • Mc: Uzun boylu.

tefellül

  • (Kılıç) gedik olmak, yaralanmak. Rahnedar olmak.

tesayüf

  • (Seyf. den) Kılıçla vuruşma.

teşhir

  • Göz önüne serme, gösterme. Sergi serip âleme ilân etme.
  • Meşhur ve nâmdâr kılmak.
  • Kılıç sıyırma.

tevki'

  • Alâmet, işaret, belirti, nişan.
  • Sultan.
  • Kılıca nakış yapmak.

tıbaat

  • Kitap ve saire basma işi.
  • Kılıç yapma san'atı.

tig / tîg

  • Kılıç, seyf. (Farsça)

tiğ / tîğ / تيغ

  • Kılıç. (Farsça)

tig-i bürran / tîg-i bürran

  • Keskin kılıç.

tig-i guştin / tîg-i guştin

  • Etten kılıç.
  • Mc: Dil.

tiğ-i şifa / tîğ-i şifa

  • Şifa kılıcı.

tigbend / tîgbend

  • Kılıç kuşanan, kılıç bağlayan. (Farsça)

tigdar / tîgdâr

  • Kılıç taşıyan, kılıçlı. (Farsça)

tigzeban / tîgzeban

  • Dili kılıç gibi olan. Tesirli söz söyleyen. (Farsça)

tigzen / tîgzen

  • Güzel kılıç kullanan. (Farsça)

tizna

  • Kılıç, bıçak gibi şeylerin keskin olan ağız tarafı. (Farsça)

üsür

  • Yara izi.
  • Kılıcın rengi ve cevheri.

zahm-i tig / zahm-i tîg

  • Kılıç yarası.

zevabe

  • (Çoğulu: Zevâib) Saç bölüğü.
  • Zülüf.
  • Kılıç tasması.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın