Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
KANAAT
ifadesini içeren
77
kelime bulundu...
adem-i kanaat
Kanaatsizlik, yetinmeme.
akna'
En çok kanaat getiren, en mukni'.
anka-meşrebane
Anka meşrebi halinde, kanaat sahibi. Eski edebiyatta kanaat sahiplerine kinaye olarak söylenir.
arş-ı kanaat
Kanaatin arşı, tahtı.
aşen
Her nesnenin aslı ve kökü.
Sözü kendi kanaatine göre söylemek.
bilyakin / bilyakîn
Kesin kanaat ile.
bukalemun
Bulunduğu yerin rengine giren, fare büyüklüğünde, böcek yiyen bir hayvan.
(Farsça)
Mc: Sık sık fikir ve kanaat veya meslek değiştiren.
(Farsça)
cüz
Kısım, parça. Bir şeyin bir parçası.
Kitab forması.
Küllün mukabili.
Kur'ân-ı Kerim'in otuzda bir parçası.
Kanaat. İktifâ eylemek.
Düğümü sağlam yapmak. Bir şeyi pekiştirip muhkem kılmak.
Kız evlâdı.
derviş
Gayet mütevazi ve kanaatkâr olan.
(Farsça)
Kimsesiz, fakir.
(Farsça)
Mâneviyâtla gönlü zengin olan fakir.
(Farsça)
Mürid veya şeyh.
(Farsça)
doktrin
yun. Hatt-ı hareket. Hareket tarzı. Düstur, tarik. Re'y.
Fls: Bir sistem meydana getiren fikir ve kanaatlerin hepsi. Bir felsefe veya edebiyat okulunun fikirlerinin tümü.
ehl-i şuhud
Kâinatta tevhid delillerini aynen seyreden, İlâhi ve gizli sırlarını Hakkın izni ile gören şuhud ehli. Veli.
(Farsça)
Görecek derecede kat'i kanaat sâhibi olan enbiyâ ve evliyalar.
(Farsça)
giran-seng
Ağır başlı kişi. Ciddi ve vakar sahibi kimse.
(Farsça)
Sabırlı, kanaatkâr.
(Farsça)
hımye
Tıb: Hastanın, hekim tarafından verilen ilaçlarla kanaat edip ve tavsiyelerine uyup o hududun dışına çıkmaması.
hükm-i vicdani / hükm-i vicdanî
Vicdana ait hüküm. Vicdanî kanaatla verilen hüküm.
hursend
Kısmetine râzı olan, kanaatkâr, tokgözlü.
(Farsça)
hursendane
Kanaatkârâne, tokgözlülükle.
(Farsça)
hursendi / hursendî
Tokgözlülük, kanaat edicilik. Göz tokluğu.
(Farsça)
hüsn-i zan
Kulların Allahü teâlâdan rahmetini ummaları.
Bir kimse veya bir hâdise hakkında iyi kanâat sâhibi olmak.
hüsn-ü zann
(Hüsn-i Zan) Bir kimsenin veya bir hâdisenin iyiliği hakkındaki vicdâni ve iyi kanaat. İyi fikirde bulunup, iyi olacağını düşünmek.
i'tisab
Sinirlenme, asabileşme.
Kanaat etme.
ictihad
Kudret ve kuvvetini tam kullanarak çalışmak. Gayret etmek. Çalışmak.
Anlayış.
Kanaat.
Fık: Şeriatın fer'î mes'elelerine âit hükümleri, İslâm müçtehidlerinin, usulüne uygun olarak, Kur'an ve Hadis-i Şeriflerden çıkarmaları ve bunun için tam gayret etmiş olmaları. Böyle
ikna'
Kanaat vermek. Râzı etmek. Râzı edilmek. İnandırmak. İnandırılmak.
Ayakta iki tarafa bakmadan durmak.
istibda
(İstibra') Ayırmak. Uzak etmek.
Küçük abdest bozduktan sonra idrardan temizlenmek, sidik eserinin tamâmen kesilmesini beklemek.
Nikâhla alınan dul bir kadının gebe olmadığına kanaat getirmek için, kadın bir âdet görünceye kadar beklemek.
istihsan
Beğenmek, güzel bulmak. Bir şeyin iyi olduğu kanaatında bulunmak. Beğenilmek.
Fık: Kıyası terkedip, nassa, yani, âyet ve hadis-i şeriflerin hükümlerine en uygun olanı almak. Şeriatta; zorlaştırmayan hükümle, râcih delil ile amel etmektir.
istikfaf
(Kifâf. dan) Kanaat etme, az şeyi yeter bulup râzı olma.
Yetişme.
Dilenci gibi el uzatma.
istinka / istinkâ
İstincâdan sonra, hiçbir pislik kalmadığına kalbde kuvvetli bir kanâat hâsıl olması.
itmi'nan-ı kalb / itmi'nân-ı kalb
Yürekten inanma, kalbinde şüphe ve vesvese bulunmaksızın tam bir kanaatla inanma.
itminan / itminân
Emin olma, kanaat sahibi olma.
itminan-ı kalb / itminân-ı kalb
Kalben tam kanaatle inanma.
kail ve kani
Bir konuda kesin kanaat sahibi olma ve dile getirme.
kanaat / kanâat / قناعت
Yeme, içme ve barınacak yer husûsunda bileğin emeği, alın teri ile kazanılana râzı olmak, başkasının kazancına göz dikmemek. Kanâat, çalışmayıp, sâdece eline geçeni kullanmak, tembel oturup, başka bir şey aramamak değildir. Aksine hırslı hareketlerden kaçınıp, gönül huzûru ile yaşamaktır.
Yetinme.
(Arapça)
Kanaat etmek:
Yetinmek.
(Arapça)
kanaat-bahş
Kanaat verici, tatmin eden, doyurucu.
kanaat-ı acizane / kanaat-ı âcizane
Âcizin kanaati; benim fikrim anlamında tevazu ifadesi olarak kullanılan söz.
kanaat-i ilmiye
İlmî kanaat, ilmî görüş.
kanaat-ı imaniye
İmanî düşünce, fikir, imanın vermiş olduğu kanaat.
kanaat-i imaniye
İmanî kanaat, iman bakımından tatmin olma.
kanaat-i kalbiye
Kalbî kanaat, kalben tatmin olma.
kanaat-ı kamile / kanâat-ı kâmile
Tam ve yerinde bir kanaat.
kanaat-i kamile / kanaat-i kâmile
Tam, eksiksiz kanaat.
kanaat-i kat'i
Kesin kanaat.
kanaat-ı kat'iye
Kesin kanaat, inanma.
kanaat-i kat'iye / kanaat-i kat'îye
Kesin kanaat.
kanaat-i siyasiye
Siyasî kanaat, görüş.
kanaat-i tamme
Tam, kesin kanaat.
kanaat-ı vicdaniye
Vicdanî kanaat, vicdana ait fikir.
kanaat-i vicdaniye
Vicdanen elde edilen kanaat.
kanaatbahş / kanaâtbahş
Kanaat verici, inandırıcı.
(Farsça)
Kanaat veren.
kanaatçe
Kanaat olarak, fikirce.
kanaatkar / kanaatkâr
Kanaat sâhibi. Kanaat edip az şeyle iktifâ eden.
(Farsça)
kanaatkarane / kanaatkârane / kanaâtkârâne
Kanaat sâhibi bir kimseye yakışır tarzda.
(Farsça)
Kanaat edercesine.
kani / kanî / kâni / قانع
Kanaat eden, inanmış.
Yetinen, kanaat eden.
(Arapça)
Kâni etmek:
İkna etmek.
(Arapça)
Kâni olmak:
İkna olmak.
(Arapça)
kani'
(A, uzun okunur) Kanaat eden. Kendinde olan helâla razı olup, başkasının hiçbir şeyine göz dikmeyen.
Kanmış. İnanmış. Tatmin olmuş.
kanu'
Kanaat sâhibi. Kanaatkâr, kanaatli. Hakkına razı olan.
kar / kâr
(Kelimeye bir ek olup, isimleri sıfat yapar) Eden, edici, yapan mânâlarına gelir ve li, lı, cı, ci gibi eklerin de karşılığıdır. İtaat-kâr, hilekâr, isyan-kâr, hamur-kâr, kanaatkâr...gibi.
(Farsça)
kavl-i racih / kavl-i râcih
Daha makbul ve daha önde olan söz, kanaat, fikir.
kimya
Basit cisimlerin hususiyetlerini, bu cisimlerin birbirlerine olan tesirlerini ve bundan ileri gelen birleşmeyi inceleyen ilim. Basit maddelerdeki değişikliği anlamağa çalışan ilim kolu.
Edb: Aşk.
İlâç.
Tas: Mevcud olana kanaat ve elde edilmesi mümkün olmayana ait arzu
künc-i kanaat
Kanaat köşesi.
kunu'
Kanaat etme, kâfi bulma.
Suâl ve tezellül.
makna'
Kanaat edip râzı olacak yer.
Şâhid, adâlet şâhidi.
mu'tekadat-ı hissiye / mu'tekadât-ı hissiye
His ve duyulara ait kanaatler ve onlardan doğan inançlar.
mukni'
İkna eden. Kanaat veren. Kâfi derecede izah ve isbât eden.
Başını kaldırıp gözünü önüne dikip duran.
müktefi / müktefî
(Kifâyet. den) İktifâ eden, kanaat edici olan. Kâfi ve yeter bulan.
müstağni / müstağnî
Başkasına muhtâç olmayan.
Sâhib olduğu şeyle kanâat edip, insanlardan bir şey beklemiyen. İhtiyâcını başkalarına söylemiyen.
müstağniyane / müstağniyâne
Tok gönüllülükle, kanaatkar bir şekilde.
mutmain
Şüphesiz, tam kanaatle inanma.
prensip
Umde. İlk unsur. Temel kanaat, temel düşünce. Temel bilgi
(Fransızca)
Man: Her çeşit münakaşanın dışında olan.
(Fransızca)
riyazet / riyâzet
Nefsi kırma. Fani şeylerden nefsini çekerek kanaat içinde yaşamak.
Bir hastalıktan dolayı veya nefsini terbiye maksadıyla çok yemek ve içmeyi terkederek faydalı fikirlerle, ibadet ve ilimle meşgul olmak. Az gıda ile yaşamak.
İdman.
Gelip geçici şeylerden nefsi çekerek, kanaat içinde yaşama; ilim, ibadet ve fikirle meşgul olma.
sebat
Yerinden oynamamak, dayanmak. Kararlı olmak.
Sözde durmak, ahde vefâ etmek. İman ve İslâmiyete hizmette, Allah'a ibadet ve taatta sâbit ve berkarar olmak.
Bir meslekte, meşru bir kanaatte veya bir fikirde kararlı bulunmak, sağlamlık göstermek.
selv
Kanaat vermek.
şübhe
(Çoğulu: Şübeh - Şübühât) Tereddüd. Bir şeyin doğru olup olmadığına veya var olup olmadığına dair kat'i kanaat ve bilgi sahibi olmamak hâli.
şura-yı ümmet / şûrâ-yı ümmet
Milletin şûrâsı, Müslüman kanaat önderlerinin görüşü.
tesamu-u umumiye / tesâmu-u umumîye
Genel duyuş, halkta oluşmuş yaygın kanaat.
vaziyet-i kanaatkarane / vaziyet-i kanaatkârâne
Kanaatkâr bir durum.
zahib / zâhib
Kanaat ve fikre sahip olan.
zann-ı galibi / zann-ı galibî
Üstün gelen kanaat.
zann-ı galip
Üstün gelen kanaat.
zıddiyet
Birbirine muhâlif, zıt olma hâli. Zıtlık. Birbirinden nefret etme. Zıt fikir veya kanaat sahibi olanların durumu.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
ram olmak
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
peymane
cehl
Tır
suude
alakadar eden
münevvem
ta'zib
san-i
ulum
makabli
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
KANAAT
EK
tasar
Leve
Çeviri
tuaç
Oturus
geç
KALDIRMA
TİĞ