REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Işit ifadesini içeren 183 kelime bulundu...

merfu' hadis / merfû' hadîs

  • Sahâbe-i kirâmın (Resûlullah efendimizin sohbetinde yetişmiş mübârek arkadaşlarının); "Resûlullah'tan işittim, böyle buyurdu" diyerek haber verdikleri hadîs-i şerîf. Buna, hadîs-i mevsûl de denir.

aleyhimürrıdvan / aleyhimürrıdvân

  • Allahü teâlânın rızâsı onların üzerine olsun veya Allahü teâlâ onlardan râzı olsun mânâsına duâ ve hürmet ifâdesi. İkiden fazla Eshâb-ı kirâmın ismi anıldığında, işitildiğinde ve yazıldığında söylenir ve yazılır. Bir kişi için aleyhirrıdvân, iki kişi için aleyhimerrıdvân denir.

aleyhissalatü ves-selam / aleyhissalâtü ves-selâm

  • Peygamberler bilhassa Peygamber efendimizin ism-i şerîfi söylenince, yazılınca ve işitilince söylenen ve yazılan salât ve selâm (hayr duâlar) onun üzerine olsun mânâsına duâ ve tâzim (saygı) ifâdesi. İki kişi için aleyhimesselâm daha fazla için aleyh imüssalâtü ves selâm denir.

asamm

  • Sağır, işitmez, katı.

aslah

  • Kulağı hiç işitmeyen.

atreş

  • Sağır, işitmeyen.

azze vecelle

  • Allahü teâlânın ismi söyleyince, işitince ve yazınca "O, Azîz ve Celîldir (yücedir)" mânâsına söylenilen ve yazılan saygı ifâdesi.

bahar

  • Güzellik.
  • Güzel.
  • Papatya.
  • Ölçek.
  • Put, sanem.
  • Atılmış pamuk.
  • Tarçın, karanfil ve karabiber gibi güzel kokulu ve ısıtıcı tohumlar ki, bazı yiyecek ve içeceklere de karıştırılır.
  • Sığır gözü.
  • İyi kokulu bir sarı çiçek.

balon

  • Isıtılmış hava veya havadan daha hafif bir gazla doldurulan ve bununla havada uçabilen balon şeklindeki araç.

barnabas incili / barnabas incîli

  • Hazret-i Îsâ'nın havârîlerinden biri olan Barnabas'ın, Îsâ aleyhisselâmdan görüp işittiklerini doğru şekilde yazıp derlediği İncil.

bazı umur-u mermuze-i gayr-ı mesmua

  • Daha önceden işitilmemiş ve îma ve işaret yoluyla belirtilmiş bazı işler.

bedi' / bedî'

  • Allahü teâlânın esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Daha önce benzeri olmayan, görülmemiş, işitilmemiş, bilinmeyen şeyleri yoktan var eden, yaratan.

bedihiyat-ı hissiye

  • Duyularla bilinen apaçık gerçekler; görme, işitme, tatma gibi duyularla idrak edilen şeyler.

behut

  • (Çoğulu: Bühüt) İşitenleri şaşkına uğratan iftira, yalan.

bühüt

  • (Tekili: Behût) İşitenleri hayrete düşürecek kadar olan iftira ve yalanlar.

celle

  • "Celil oldu, celil olsun" meâlinde ve Celle Celâluhu diye, Allah İsm-i Celali işitildiği veya anıldığı anda, tâzim makamında söylenir.

celle celalüh / celle celâlüh

  • "O yücedir" mânâsına Allahü teâlânın ismi-i şerîfi söylenince, yazılınca ve işitilince, söylenilen ta'zîm (hürmet, saygı) ifâdesi.

cihad / cihâd

  • İnsanların, İslâmiyeti işitmeleri, müslüman olmakla şereflenmeleri veya müslümanların dînine, vatanına ve nâmusuna saldıran düşmanı defetmek için yapılan muhârebe yâhut mal, can, söz, neşriyat ve diğer vâsıtalarla İslâmiyeti anlatmak ve müdâfa etmek.

dahk

  • Gülmek, kendi işiteceği kadar gülmek.

esekk

  • Tavşan.
  • Kulağı kesik olan.
  • Küçük kulaklı.
  • Kulağı işitmeyen. Sağır.

esma'

  • Kulaklar. İşitmeler.

ezin

  • Söz dinlemek.
  • İşitmek.

festemi'

  • (Fe-istemi') Dinle, işit (anlamında bir kelimedir.) (Fe) ile (İstemi') emr-i hazırından ibarettir.

gamgama

  • Haykırma. Muharebe edenlerin bağırtısı.
  • Kalb dinlendiğinde işitilen ses.
  • Sözü, belirsiz söylemek.
  • Kalbin bulunduğu yer.

gaza / gazâ

  • İnsanların İslâmiyet'i işitmeleri, müslüman olmakla şereflenmeleri yâhut müslümanların dînine, vatanına ve nâmusuna tecâvüz eden düşmanı kovmaları için yapılan muhârebe.

giran-guş

  • (Çoğulu: Giranguşân) Sağır, kulağı ağır işiten. (Farsça)

güft ü şenid / güft ü şenîd

  • İşitilen şeyler, duyulan şeyler.

guş

  • Kulak. (Farsça)
  • Mc: İşitmek. (Farsça)

guş-zed

  • Kulağa çarpan, işitilen. (Farsça)

guşetmek

  • İşitmek. Dinlemek, kulak vermek, mesmu' olmak.

hadis-i meşhur / hadîs-i meşhûr

  • İlk zamanda bir kişi bildirmişken, ikinci asırda şöhret bulan, yâni bir kimsenin Resûl-i ekremden, o kimseden de, çok kimselerin ve bunlardan dahî, başka kimselerin işittiği hadîs-i şerîfler.

hadis-i mevkuf / hadîs-i mevkûf

  • Eshâb-ı kirâma kadar râvîleri (nakledenleri) hep bildirilip, sahâbî olan râvînin, Resûl-i ekremden işittim demeyip, böyle buyurmuş dediği hadîs-i şerîfler.

hadis-i mevsul / hadîs-i mevsûl

  • Sahâbînin (Resûlullah efendimizin arkadaşları); "Resûlullah'tan işittim, böyle buyurdu" diyerek haber verdiği hadîs-i şerîfler. Bunda, Resûl-i ekreme kadar rivâyet edenlerin hiç birinde kesinti olmaz.

hadis-i mürsel / hadîs-i mürsel

  • Peygamberimiz'den (A.S.M.) işitildiği bildirilen hadis-i şerif.

hadis-i mütevatir / hadîs-i mütevâtir

  • Bir çok Sahâbînin Peygamber efendimizden ve başka bir çok kimsenin de bunlardan işittiği ve kitâba yazılıncaya kadar, böyle pek çok kimsenin haber verdiği hadîs-i şerîfler.

hadis-i sahih / hadîs-i sahîh

  • Âdil ve hadîs ilmini bilen kimselerden işitilen, müsned-i muttasıl (Resûl-i ekreme kadar, rivâyet edenlerin hepsi tam olup noksan bulunmayan), mütevâtir (bir çok sahâbînin rivâyet ettiği) ve meşhûr (önceleri bir kişi bildirmişken, sonraları şöhret bu lan) hadîsler.

hadis-i şaz / hadîs-i şâz

  • Bir kimsenin, bir hadîs âliminden işittim dediği hadîs-i şerîfler.

hallüsinasyon

  • Lât. Tıb: Hakikatte olmayan bir şeyi varmış gibi görme ve işitme.

halüsinasyon

  • Gerçekte olmayan bir şeyi varmış gibi görme, olmayan bir şeyi varmış zannetme ve işitme, hayal etme.

hannas

  • (El-Hannâs) (Hunus. dan) Geri çekilerek veya büzülerek, sinerek fırsat bulunca vesvese vermek için dönüp gelen. Sinsi şeytan. Besmeleyi işitince kaçan, gaflete dalınca musallat olan şeytan.

hasse-i sem' / hâsse-i sem'

  • İşitme kuvveti, duyma duygusu.

hatif / hâtif / هَاتِفْ

  • Gayıptan haber veren cinnî.
  • Sesi işitilen ve kendisi görülmeyen, seslenici. Ses verici, çağırıcı.
  • Kendisi görünmediği halde sesi işitilen cin.
  • Sesi işitilen görünmez varlık.
  • Sesi işitilen fakat kendisi görülmeyen seslenici.

hatif-i cinni / hâtif-i cinnî

  • Kendisi görünmediği halde sesi işitilen cin.

havass-ı (hamse-i) zahire / havass-ı (hamse-i) zâhire

  • Zâhirî beş duygu: Tatmak, görmek, işitmek, koklamak, dokunup duymak.

havass-ı aşere

  • On hasse, on duyu; görme, işitme, dokunma, koklama, tatma, hayal, akıl, vehim, hafıza ve tasarruf etme duyuları.

havass-ı hamse

  • Beş duyu. (Görme, tatma, işitme, dokunma, koklama)

havass-ı hamse-i zahiri / havass-ı hamse-i zâhirî

  • Zahirî beş duyu; tatma, görme, işitme, koklama, dokunma.

havya

  • Madenlerle yapılan kaynak işlerinde, lehimin eritilmesinde kullanılan âlet. Lehimi eritebilmesi için sıcak olarak kullanılması gereken bu havyaların çoğu elektrikle ısıtılır.

herhere

  • Su çağıltısı.
  • Koyunu çağırmak.
  • Aktığında sesi ve çağıltısı işitilecek kadar çok olan su.

hevatif

  • (Tekili: Hâtif) Hâtifler. Gayıptan işitilen sesler.
  • Nidâ eden melekler.

hiss-i samia, basıra, zaika / hiss-i sâmia, bâsıra, zâika

  • İşitme, görme, tat alma hisleri, duyguları.

hiss-i zahir / hiss-i zâhir

  • Zâhirde ve varlığın dış yüzünde olanları kavrayan hisler, duyular; görme, işitme, tatma duyuları gibi (Varlığın mânâ boyutu ile ilgili sezgi ve ihtisaslara vesile olan aklî, rûhî, kalbî, vicdanî hislere hiss-i bâtın denir.).

hükl

  • Karınca gibi sesi işitilmeyen hayvan.

hürriyet-şiken

  • Hürriyet kısıtlayıcı.

ibn-i mes'ud

  • Ebu Abdurrahman Abdullah Bin Mes'ud da denir. (R.A.)şeref-i İslâm ile müşerref olanların altıncısıdır. Bütün gazvelere iştirak etmiştir. Dâimî surette huzur-u Risalette bulunduğundan Kur'an-ı Kerim'i herkesten iyi öğrendiği gibi, pekçok hadis de işitmiş ve ezberlemişti. Kur'an-ı Kerim'i en evvel Mek

ibret

  • İnsanın karşılaştığı, gördüğü veya işittiği hâdiselerden ders alması, kendi hâlini düşünmesi.

iddifa'

  • Isınma, ısıtma.

idfa'

  • Soğuktan sakınıp giyinmek.
  • Isıtmak.

ıhrit

  • İsmi işitilmeyen bitki.

iman-ı taklidi / îmân-ı taklîdî

  • Bir hocadan veya kitaptan okuyup öğrenmeden ana, babasından ve etrâfından görüp işittiği gibi inanmak.

inşaiyyat

  • (Tekili: İnşâi) İşitilmemiş ve duyulmamış sözlerden yapılan cümleler.

intikah

  • İyi bir haber veya söz işitip sevinme.
  • Zayıflama, kuvvetsizleşme.

ishan

  • Isıtma, ısıtılma.
  • Kızdırma veya kızdırılma.

isma / ismâ

  • İşittirme, sesini duyurma.

isma'

  • İşittirmek, sesini duyurmak, bir sözü istenilen yere ulaştırmak.

istima'

  • (Sem'. den) Dinlemek. Kulak vermek. Dinleyip kabul etmek. İşitmek.

ızaet

  • Parlatmak. Işıtmak. Işıklı olmak. Aydınlık etmek.

izafet-i maklub

  • Ters çevrilmiş terkib. Muzaf-un ileyh ile muzafın yer değiştirmesi olup, böylece birleşik isim ve sıfatlar yapılır. Bu terkibler semâidir; işitilmekle öğrenilir, bir kaideye bağlı değildir. Her terkib bu şekle sokulmaz. Meselâ: Tâb-ı meh: Meh-tâb: Ay ışığı. Çeşm-i âhu: Ahu-çeşm: Ceylân gözlü. Nazar-

kahkaha

  • Yanındakiler işitecek kadar gülmek.

kalori

  • Lat. Bir kilogram suyu bir derece ısıtmak için lâzım olan ısı miktarı.
  • Gıdaların vücuda yarayışlı olması ve hararet vermesi bakımından değeri.

kemal sıfatları / kemâl sıfatları

  • Allahü teâlânın zâtında ve işlerinde hiçbir kusûr, karışıklık, değişiklik ve noksanlık olmadığını gösteren hayât (diri olmak), ilim (bilmek), sem' (işitmek), basar (görmek), kudret (gücü yetmek), irâde (istemek), kelâm (söylemek) ve tekvîn (yaratmak) sıfatları. Bunlara Subûtî, Hakîkî ve Kâmil sıfatl

ker

  • Sağır, işitmez. (Farsça)
  • Kudret, kuvvet. (Farsça)
  • Maksad ve meram. (Farsça)

keri / kerî

  • Örümcek ağı. (Farsça)
  • Sağırlık, duymazlık, işitmezlik. (Farsça)

kıraet / kırâet

  • Ağız ile okumak. Kendi kulakları işitecek kadar sesli okumağa hafif kırâet, yanındakilerin işiteceği kadar sesli okumağa cehrî (sesli) kırâet denir.
  • Namazın içindeki farzlardan biri.

küfr-i cehli / küfr-i cehlî

  • İşitmediği, düşünmediği için, Allahü teâlâya ve inanılması lâzım olan şeylere inanmamak.

külhan

  • Hamam ocağı. Hamamda su ısıtmak için ateş yakılan yer. (Farsça)

kündguş / kündgûş

  • Sağır, işitmez. (Farsça)

kuvva

  • Güçler, duyular (işitme, koklama güçleri gibi…).

kuvve-i samia / kuvve-i sâmia

  • İşitme duyusu.

lafz-ı zahir / lafz-ı zâhir

  • İbaresi işitilmekle ancak bilinen, yâni söyleyenin maksadı düşünülmeye muhtaç olmadan derhal mânâsı anlaşılan sözdür. Bunun zıddına hafi denir.

maddi / maddî

  • (Maddiye) Cismâni. Madde ile alâkalı olan. Maddeye ait.
  • Paraca ve malca.
  • Paraya ve mala fazlaca ehemmiyet veren.
  • Dokunma, koklama, görme, işitme, tatma ile hissedilip duyulan şeyler.

mahcur / mahcûr

  • Kısıtlı.

mazi-i nakli / mazi-i naklî

  • Yalnız işitilen bir şeyi anlatan fiil sigası. "Nuri gelmiş" gibi.

mervi / mervî

  • Rivayet olunan, birinden işiterek söylenen.

mesami'

  • (Tekili: Misma') Kulaklar.
  • İşitme âletleri.

meshun

  • Isıtılmış.

meşhur hadis / meşhûr hadîs

  • İslâm'ın ilk asrında bir kişi bildirmişken, ikinci asırda şöhret bulan, yâni bir kimsenin Resûl-i ekremden, o kimseden de, çok kimselerin ve bunlardan dahî, başka kimselerin işittiği hadîs-i şerîfler.

mesmu / mesmû / مسموع

  • İşitilmiş haber.
  • İşitilen.
  • Duyulan, işitilen. (Arapça)

mesmu'

  • Dinlenilen. İşitilen.
  • Duyulmuş. İşitilmiş.

mesmua

  • İşitilen ve duyulan.

mesmuat / mesmuât / mesmûat / mesmûât / مسموعات

  • İşitilenler, duyulanlar.
  • İşitilenler. Duyulanlar.
  • İşitilenler.
  • İşitilenler, duyulanlar.
  • Duyulanlar, işitilenler. (Arapça)

mesmuat alemi / mesmuat âlemi

  • İşitilen ve duyulan varlıklar âlemi.

mezheb imamı / mezheb imâmı

  • Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmiş olan din bilgilerini, Eshâb-ı kirâmdan işiterek veya nakl ile toplayan, açıkça bildirilmemiş olanları da, kendi koydukları usûllere (metod) göre açıkça bildirilmiş olanlara benzeterek çıkaran derin âlim, mutlak müctehîd.

muhaddisin / muhaddisîn

  • Hadis ilmiyle uğraşan eskiden gelmiş büyük ve kâmil zâtlar. Peygamberimizin (A.S.M.) sözünü işiterek bildirenler.

mükabere / mükâbere

  • Hakkı, doğruyu işitince, kabûl etmemek, inâd etmek, kendini büyük görmek.

mürtess

  • Duyulmuş, işitilmiş.

müsahhan

  • (Suhunet. den) Isıtılmış, teshin edilmiş, kızdırılmış.

musahhin

  • (Sahn. den) Isıtan, ısıtıcı. Teshin eden.

müselles

  • Tâze iken yâni gaz kabarcıkları çıkmadan, köpürmeden önce ısıtılıp, üçte ikisi uçup üçte biri kalan üzüm suyu.

musfac

  • Yassı başlı.
  • Ellerini birbirine vurup sesini işittirdikleri kişi.

müsmi / müsmî

  • İşittiren.

müsmi'

  • İşittiren, sesi duyuran.

müstahber

  • (Çoğulu: Müstahberât) (Haber. den) Haber alınmış, işitilmiş, duyulmuş.

müstahbir

  • (Haber. den) Duyan, işiten, haber alan.

müstemi'

  • İstima eden, dinleyici, işiten.
  • Bir okula dinleyici olarak devam eden.

müstemian

  • (Semi'. den) İşiterek, duyarak. Dinleyici olarak.

mütevatir

  • Çok kimselerin naklettikleri haber. Yaygın haber. Herkesin veya alâkadarların işitip doğruluğunu kabul ettikleri kat'i, şüphesiz, sağlam haber. Yalan üzerine birleşmeleri aklen mümkün olmayan bir cemaatın bir hâdise hakkında verdikleri haber.

mütevatir hadis / mütevâtir hadîs

  • Birçok sahâbînin Resûl-i ekremden ve başka birçok kimsenin de bunlardan işittiği ve kitaba yazılıncaya kadar, böyle hep, çok kimselerin haber verdiği hadîs-i şerîfler.

na-mesmu'

  • İşitilmeğe değmez. (Farsça)
  • İşitilmemiş, duyulmamış. (Farsça)

na-sazkar / na-sazkâr

  • Uygun görmeyen, muhâlif. (Farsça)
  • Beklenmemiş, işitilmemiş. (Farsça)
  • Münâsebetsiz işle uğraşan. (Farsça)

na-şinide

  • Duyulmamış, işitilmemiş. (Farsça)

nakıl

  • İleten, taşıyan, aktaran, nakleden.
  • Tercüme eden.
  • İşittiğini anlatan.

nakil

  • Nakleden, işittiğini anlatan.

nebiz

  • Hurma veya kuru üzümü soğuk suda bırakıp, şekeri suya geçince, kaynayıncaya kadar ısıtıldıktan sonra soğuyunca süzülerek elde edilen sıvı.

radif

  • Kızmış taşla ısıtılan süt.
  • Kızmış taş üzerine pişirilen et. (Merzuf da derler.)

rivayet

  • Hikâye edilen hâdise veya söz.
  • Bir hâdisenin başkalarına anlatılması.
  • Peygamberimiz'den (A.S.M.) işittiklerini veya sahabeden duyduklarını birisinin başkasına anlatması.
  • Kuyudan halk için su çekmek.

sa'v

  • Duymak. İşitmek.
  • Zayıf adam.
  • Serçeden küçük bir kuş.

safk

  • Sesi işitilen vuruş.
  • Sarfetmek.
  • Reddetmek.
  • Kanatlarını hareket ettirmek. Deprenmek.
  • Kullanmak.

sahih hadis / sahîh hadîs

  • Âdil yâni yalancılıktan uzak, büyük günah işlemeyen ve hadîs ilmini bilen kimselerden işitilen, Resûlullah efendimize kadar, rivâyet edenlerden hiçbiri noksan olmayan ve mütevâtir yâni birçok Sahâbînin Resûl-i ekremden ve başka birçok kimselerin onla rdan naklettikleri hadîsler ve meşhûr, yâni ilk z

şahik-ul-cebel / şâhik-ul-cebel

  • Dağda, çölde veya baskı ve zulüm rejimleri altında yaşayıp da peygamberleri ve onların getirdikleri dinleri işitmemiş kimseler.

salat / salât

  • Allahü teâlâdan rahmet, meleklerden istiğfâr, mü'minlerden duâ.
  • İslâm'ın beş esâsından (temelinden) birisi olan namaz.
  • Peygamber efendimizin ism-i şerîfleri anıldığında, işitildiğinde veya yazıldığında söylenen ve yazılan "sallallahü aleyhi ve sellem". sözü ve benzerleri. Çoğ

salat u selam / salât u selâm

  • Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem ism-i şerîfleri anılınca, işitilince veya yazılınca söylenen veya yazılan hayır duâlardan ibâret olan sözler yâni sallallahü aleyhi ve sellem, Allahümme salli ve sellim alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammed, Essalâtü ves-selâmü aleyk

sallallahü aleyhi ve sellem

  • Peygamber efendimizin ism-i şerîfi anıldığı, işitildiği ve yazıldığında söylenen ve yazılan, Allahü teâlâdan, O'nun dünyâda ve âhirette her türlü iyiliğe ve üstünlüğe kavuşmasını istemekten ibâret olan hayır duâ, hürmet, saygı ve bağlılık ifâdesi. Bu na salât u selâm da denir.

sami / sâmi

  • İşiten, dinleyici.

sami' / sâmi'

  • İşiten, duyan, dinleyen.
  • İşiten, duyan.

samia / sâmia / sâmiâ / سامعه / سَامِعَه

  • Duyma, işitme duygusu, işitme kuvveti.
  • İşitme duyusu.
  • İşitme duyusu.
  • İşitme duyusu. (Arapça)
  • İşitme duyusu.

samice / sâmice

  • İşitence.

samiin / sâmiîn

  • İşitenler, dinleyenler.

sani-i semi ve basir / sâni-i semî ve basîr

  • Her şeyi işiten ve gören ve her şeyi sonsuz mükemmellikteki san'atlarla yaratan Allah.

sansür / سَانْسُورْ

  • Yayına uygulanan kısıtlama.

savh

  • Yarmak.
  • Ayırmak.
  • İşitmek, duymak.

şayi'

  • (Şüyu'. dan) Duyulmuş, işitilmiş, şüyu' bulmuş, herkesçe bilinmiş.
  • Ortaklar arasında taksim olunmamış müşterek hisse.

secde ayetleri / secde âyetleri

  • Okunduklarında veya işitildiğinde secde yapılan, Kur'ân-ı kerîmdeki on dört secde âyet-i kerîmesi. Bunlar: A'râf: 206, Ra'd: 15, Nahl: 50, İsrâ: 109, Meryem: 58, Hac: 18, Furkân: 60, Neml: 25, Secde: 15, Sa'd: 24, Fussilet: 37, Necm: 62, İnşikâk: 21, Alak: 19. âyet-i kerîmeleridir.

sem

  • İşitme.

sem u basar

  • Göz ve kulak; görme ve işitme.

sem' / سمع / سَمْعْ

  • İşitme duyusu.
  • İşitme, işitici olma. Allahü teâlânın subûtî sıfatlarından.
  • İşitmek. Kulak ile dinlemek.
  • Kurdun sırtlandan olan eniği.
  • İşitme. (Arapça)
  • Kulak. (Arapça)
  • İşitme.

sem'an

  • Dinliyerek.
  • İşiterek, duyarak.

sem'an ve taaten / sem'an ve tâaten

  • İşiterek ve itaat ederek.

sema

  • İşitme.
  • Mevlevî âyin dönüşü.

sema'

  • İşitmek, kulakla dinlemek.
  • Mevlevilerin zikir esnasındaki dönüşleri.
  • Duyuş, duyma, işitme.

semaan

  • (Semaen) İşiterek, dinleyerek, dinlemek suretiyle.

semaen

  • İşiterek, duyarak.

semai / semaî

  • İşitmekle öğrenilen. İşitmeğe dair ve müteallik.
  • Gr: Bir kaideye bağlı olmayan, işitilmekle öğrenilen.

semai müennes / semaî müennes

  • Bir kaideye bağlı olarak müennes işareti olmayıp kelimenin aslında müenneslik var gibi kabul edilen ve işitilmekle öğrenilen müennes kelime.

semi / semî / سميع

  • Her şeyi işiten Allah.
  • İşitici.
  • İşiten, duyan.
  • Çok iyi işiten. (Arapça)

semi' / semî' / سَم۪يعْ

  • İşiten, duyan.
  • Fık: Allah'ın (C.C.) insanlar gibi zamana, âlete muhtaç olmayarak her şeyi işitmesi ve duyması. (O'nun işitip duyamıyacağı hiç bir şey yoktur.)
  • Herşeyi duyan ve işiten Allah.
  • İşitilecek şeyleri ne kadar gizli olsa da işiten, hamd ve senâda bulunanların, hamdini işitip mükâfat veren, kullarının duâlarını işiten ve icâbet eden, münâfık ve yalancıların kalbden söyledikleri sözleri işiten mânâsında Allahü teâlânın Esma-i hüsn âsından (güzel isimlerinden).
  • Her şeyi işiten (Allah).

semi'allahü limen hamideh

  • "Allahü teâlâ, hamd ve senâ eden kimsenin hamd, şükür ve senâsını (övgüsünü) işitir" mânâsına rükûdan kalkarken (doğrulurken) söylenen söz (tesbih).

semi'na ve ata'na

  • " İşittik ve kabul ettik, itaat ederiz, baş üstüne" meâlindedir.

semi'na ve eta'na / semi'nâ ve eta'nâ

  • "İşittik ve itaat ettik!".

semi-i basir / semî-i basîr

  • İşiten ve gören.

semi-i mutlak / semî-i mutlak

  • Her şeyi şeksiz, şüphesiz, mutlak surette işiten Allah (C.C.).
  • Herşeyi kayıtsız şartsız işiten Allah.

semi-üd dua

  • Duayı işiten Allah (C.C.).

semiane / semîane / semîâne

  • İşitircesine.
  • İşiterek.

sıfat-ı semaiye / sıfat-ı semâiye

  • Gr: Kelimeye ait, kaideye, gramere uygun olmaksızın işitilmekle öğrenilen sıfat.

sima'

  • Dinlemek, kulak vermek. İşitmek.
  • Çalgı dinlemek.
  • Herkesin işitmesi istenilen güzel zikir ve sözler.
  • Mevlevilerin ve sair dervişlerin "ney" veya "def" ile berâber ilâhi okuyarak raksları ve nağme terennüm etmeleri, dönmeleri.

şinev

  • İşiten, dinleyen. (Farsça)

şinid

  • İşitme. Duyma.

şinide

  • İşitilmiş. Duyulmuş. (Farsça)

şinvay

  • Kulağın işitmesi.

sum'a

  • İhlâssızlıktan çıkan, işitilsin ve bilinsin için yapılan iş, gizli riyakârlık.

summ

  • İşitmez olanlar, sağır olanlar. Duymayanlar.

tahdidat / tahdîdât / تحدیدات

  • Sınırlamalar, kısıtlamalar.
  • Sınırlandırmalar, kısıtlamalar. (Arapça)

taklid / taklîd

  • İnanılacak şeylerde düşünmeden, anlamadan, yalnız başkasından işiterek, görerek inanma, îmân etme.
  • Amelde yâni yapılacak işlerde delîlini araştırmadan bir müctehidin ictihâdlarına (mezhebine) uyma, bağlanma.
  • Kendi mezhebine göre yapmasında harâc (meşakkat) veya zarûret buluna

taklidi iman / taklîdî îmân

  • İnanılacak şeylerde düşünmeden anlamadan, yalnız başkasından işiterek inanma, îmân etme.

tandır

  • Ufak fırın.
  • Elleri ve ayakları ısıtmak için üstü kapalı küçük mangal.

teala ve tekaddes / teâlâ ve tekaddes

  • Allahü teâlânın ism-i şerîfi anıldığında, işitildiğinde veya yazıldığında: "Yüce ve noksan sıfatlardan münezzeh (uzak, temiz)" mânâsına hürmet, saygı ifâdesi.

tebessüm

  • Gülümseme, kendinin işitmeyeceği şekilde sessiz gülme.

telakkuf

  • Ağızdan söz kapmak.
  • İşitmek.
  • Yutmak.
  • Sür'atle almak.

tesamu'

  • İşitmek. Bir sözü birbirinden duymak.

teshin

  • Isıtmak, soğukluğunu gidermek.

teshinat / teshinât

  • (Tekili: Teshin) Isıtmalar, kızdırmalar.

tesmi'

  • (Çoğulu: Tesmiât) (Sem'. den) İşittirme, duyurma.

tesmia

  • Halka ibadetini ve amelini işittirme, duyurma.

tesmiat

  • (Tekili: Tesmi) İşittirmeler, duyurmalar.

tıla'

  • Tâze üzüm şırasının, ateşte veya güneşte ısıtılarak üçte birinden fazlasının uçmasıyla elde edilen içki.

tilavet secdesi / tilâvet secdesi

  • Kur'ân-ı kerîmdeki on dört secde âyetinden herhangi birini okuyan veya işiten bir mükellefin yâni akıllı ve ergenlik çağına erişmiş bir müslümanın yapması vâcib (lâzım gelen) secde. Secde âyetleri, Kur'ân-ı kerîmin; A'râf, Ra'd, Nahl, İsrâ, Meryem, Hac, Furkân, Neml, Secde, Sâd, Necm, İnşikâk ve Ala

tuti

  • Dudu kuşu. Papağan. İşittiği sözleri ezberleyip, insan sesi taklidini yapan ve söyleyen bir kuş.

umur-u mermuze-i gayr-ı mesmua

  • Daha önceden işitilmeyen ve çeşitli işaretler yoluyla aktarılan işler, durumlar.

üzn

  • Kulak. İşitme organı.

vaif

  • Davar yürüdüğünde karnından işitilen ses.

vakib / vakîb

  • At yürürken karnı içinden işitilen ses.

vakr

  • Az işitmek. Sağırlık.

vücud-u hissi olmayan / vücud-u hissî olmayan

  • Beş duyuyla hissedilemeyen; görülüp işitilemeyen.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın