Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
Issi
ifadesini içeren
168
kelime bulundu...
a'sab-ı muharrike / a'sâb-ı muharrike
Hissi, duyguyu vücuttaki haber merkezine bildiren sinirler. Hareket ettirici sinirler.
adem-i hulüv
Boş olmama, tenha ve ıssız olmama.
ahmak
(Humk. dan) Pek akılsız, sersem, şaşkın. Anlayışsız.
analjezi
yun.Tıb: Acı hissinin kaybı.
arv
Sıtma ve diğer ateşli hastalıklarda gelen ilk titreme.
İş için birinin yanına varma.
Yemişsiz bir çeşit ağaç.
atalet / atâlet
(Utlet) Boş durma. Tembellik. İşsizlik. Hurma salkımı.
İşsizlik, tembellik, durgunluk.
atalet-i mutlak / atâlet-i mutlak
Mutlak tembellik, işsizlik.
ateme
Gecenin ilk üçte bir bölümü. Yatsı namazı vakti.
İşsizlik, tembellik, atalet, üşengeçlik.
Akşam vaktine kadar hayvanın memesinde bâki kalan süt.
avare / avâre
Başıboş, serseri, boş gezen. İşsiz güçsüz.
(Farsça)
İşsiz, şaşkın, başıboş.
avaregi / avaregî
Avarelik, serserilik, işsiz güçsüzlük, aylaklık.
(Farsça)
bahil / bâhil
İşsiz, avare, başı boş.
Yularsız deve.
basar
Göz, görme hissi.
batalet / batâlet
Avarelik. İşsizlik.
Boş şeyler söylemek.
Bahadırlık. Cesurluk. Cesâret.
İşsizlik, durgunluk.
battal
İşsiz, çürük, kullanılmaz.
Boş. Hükümsüz.
İşsiz.
Metrûk. Kullanılmaz. olan.
Bâtıl. Mensuh ve mefsuh.
Faydasız.
Pek büyük. Hantal.
bedava
Parasız, meccanen, karşılıksız.
(Farsça)
Mc: Çok ucuz. (Meselâ: Bunu bu fiata bedava almışsın, cümlesinde olduğu gibi.)
(Farsça)
belyad
Nakışsız, sade kostüm.
(Farsça)
betalet / betâlet
Tembellik, işsizlik.
İşsizlik, durgunluk.
bi-gane / bî-gâne
Kayıtsız. Alâkasız.
Aldırışsız. Yabancı. Dünya ile alâkayı kesmiş olan.
bi-kar / bî-kâr
Kârsız, işsiz kimse. Bekâr kişi. (Bekârlık, bikârların kârıdır. İşârât)
(Farsça)
biganesin / bigânesin
İlgiyi kesmişsin, yabancısı olmuşsun, habersizsin.
bihiss / bîhiss / بى حس
Hissiz, duygusuz.
(Farsça - Arapça)
bikar / bîkâr / بيكار
İşsiz, kazançsız.
İşsiz.
(Farsça)
Bekar.
(Farsça)
bilagalat / bilâgalat
Hatasız, yanlışsız.
buk'a
Yer parçası, ülke.
Boş ve ıssız yer.
Sağlam ve büyük bina.
Benek leke.
butlan-ı his
Ameliyat için bir uzvun hissinin iptâli, duyarsız hâle getirilmesi.
cahiliye devri / câhiliye devri
İslâmiyet'ten önce hissin akla, kötülüğün iyiliğe hâkim olduğu, puta tapılan karanlık devir.
cibs
Kansız, hissiz. Hayırsız, alçak kimse.
Alçı taşı, kireç.
ecza-i meyyite-i hamide-i camide-i kesife / ecza-i meyyite-i hâmide-i camide-i kesife
Ölü, hissiz, camit ve kesif parçalar.
edred
Dişsiz, dişi çıkmamış veya dökülmüş kimse.
efsürde
Soluk, donmuş, hissizleşmiş.
(Farsça)
efsürde-dil
Kalbi hissizleşmiş. Donuk gibi olmuş kalb.
(Farsça)
ehl-i adavet
Düşmanlık hissi besleyenler.
ehl-i sekr
Aklı ile hareket edemeyip hissi ve zevki ile hareket eden, sarhoş.
(Farsça)
Tas: İlâhî bir tecelli ile istiğrak halinde olanın kendinden geçmesi hali.
(Farsça)
el-buğzu fillah
Allah için buğzetmek. Bütün şiddet, adavet ve düşmanlık Cenab-ı Hakk'ın (C.C.) rızası dairesindedir. İhlâsı kıracak, hissî hareketten sakınmaktır.
farat
Öne çıkan, geçen.
Issız yerlerde konan nişan ve işaret.
Kervan halkından önce su yerine varıp sakalık eden kimse.
fariğ / fâriğ
Vazgeçmiş, çekilmiş.
Rahat, âsûde.
Boş, işini bitirmiş, işsiz.
fenafilihvan
(Fenâ fi-l-ihvân) Tefâni. Yani; kardeşlerin birbirinde fâni olması; kendi hissiyat-ı nefsaniyesini unutup, kardeşlerinin meziyyât ve hissiyâtı ile fikren yaşaması. Samimi ihlâs üzerine müesses en yakın dostluk, en fedakâr ve en civanmert kardeşlik.
füsürde dil
Kalbi donmuş. Hissiz. Kalbi katılaşmış.
gabavet / gabâvet
Ahmaklık, anlayışsızlık, bönlük, kalın kafalılık. (Fıtnetin zıddı)
Anlayışsızlık, kalın kafalılık.
gabi / gabî
Anlayışsız, ahmak, bön.
galatsız
Yanlışsız, hatasız.
gamir
Ekilmemiş, terkedilmiş ıssız yer.
Faydalanılmamış şey.
Mamur olmayan harap yer.
gamre
(Çoğulu: Gamerât) Tecrübesizlik, görgüsüzlük, anlayışsızlık.
İzdiham, kalabalık.
Fenalığa dalmak.
Şiddet.
Zahmet.
gevden
Sersem, ahmak, şaşkın, anlayışsız.
(Farsça)
guşe-i uzlet
Tenha ve ıssız köşe.
habhabi / habhabî
İşsiz güçsüz boş olarak dolaşan adamlar.
hac
İslâm'ın beşinci şartı. Gerekli şartları kendinde bulunduran (bülûğa ermiş yâni ergen, hür, zengin, aklı başında) her müslümanın ömründe bir defâ ihramlı (dikişsiz) bir elbise ile Mekke'ye gidip Kâbe'yi ziyâret etmesi ve Arafât denilen yerde bir mikt âr durması ve bâzı vazîfeleri yerine getirmesi.
hacc-ı asgar
Ömre. Hac zamânı olan beş günden (Arefe günü ile dört bayram günlerinden) başka senenin her günü ihrâm (dikişsiz elbise) ile Mekke'ye gelip, Kâbe'yi tavâf (etrâfında yedi kere dolaşmak), sa'y yapmak (Safâ ve Merve tepeleri arasında gidip gelmek) ve traş olmak.
hacis
Tasa, keder, hüzün, gam.
Hâtıra. Kalb ve hissin en derin ve gizli sesleri.
hakim / hakîm
Hikmetle muttasıf olan ve mevcudatın hakikatına vâkıf olan. Hikmet mütehasssı. İlm-i hikmette mütebahhir ve mütehassıs olan. İş ve emirleri hikmetli ve yanlışsız olan.
Tabib, doktor.
hali / hâlî
Tenhâ. Boş. Sahipsiz. Issız. İçinde bir şey olmama.
Bir şeyden uzak, boş, ıssız.
hamakat
Ahmaklık. Budalalık. Bönlük. Anlayışsızlık.
harab
Viran. Issız. Yıkık. Perişan.
hassas
Duygulu, içli.
Alıngan. Çok ve çabuk hisseden. Hissi galib olan kimse.
havi / hâvî
Yıkık dökük, ıssız, harabe.
haviye
Şenliksiz olan yer. Harabe. Issız, boş yer.
Sâkıt. Göçük, çökük.
haya / hayâ
Utanma hissi.
hetma'
Dişsiz olup kurban edilemeyen hayvan.
heva
(Çoğulu: Ehviye) İki şeyin arasının uzaklığı.
Yer ile gök arası.
Yukarıdan aşağıya inmek.
Her bir boş, ıssız yer.
heybet / هَيْبَتْ
Hürmetle beraber koruk hissini veren hal. Sakınıp korkulacak hal. Azamet.
Korku ve hürmet hissini uyandırma.
hırtopoz
(Argo) Anlayışsız, kaba, ahmak kimse.
hiss-i adalet
Adalet hissi, duygusu.
hiss-i amme / hiss-i âmme
Genelin hissi.
hiss-i hürriyet
Hürriyet hissi, özgürlük duygusu.
hiss-i hüzn-ü gamdar
Gam veren hüzün hissi.
hiss-i intikam
İntikam hissi.
hiss-i muhabbet
Sevgi hissi, duygusu.
hiss-i şefkat ve himaye / hiss-i şefkat ve himâye
Şefkat ve koruma hissi.
hiss-i selim
Selim his. Her çeşit zarar verebilecek olan, müsbet olmayan ve şerre giden şeylerden kendini koruma hissi.
Sağlam ve insanı yanıltmayan his.
hiss-i şükran
Teşekkür etme hissi.
hiss-i şükran ve memnuniyet
Teşekkür etme ve memnuniyet hissi, duygusu.
hiss-i taklidi / hiss-i taklidî
Taklit hissi, duygusu.
hiss-i uhuvvet
Kardeşlik hissi.
hissiyet
Duygululuk, hissîlik.
huş
Akıl, fikir, zekâ, iyi ile kötüyü ayırma hissi.
(Farsça)
Ruh, can.
(Farsça)
Ölüm,
(Farsça)
Zehir.
(Farsça)
i'mar
Yapmak. Tâmir etmek. Şenlendirmek. Mâmur kılmak. Harabilik ve ıssızlıktan kurtarmak.
ihdar
(Hadr. dan) Tıb : Bir organın hissini iptal etme, uyuşturma.
Kızı yaşmaklandırma, ferace giydirme.
ihram / ihrâm / اِحْرَامْ
Hacıların örtündükleri dikişsiz elbise.
Yün yaygı. Büyük yün çarşaf.
Fık: Hac veya umreyi yada her ikisini eda etmek için mübah olan şeylerden bazılarını nefsine menetmek ve onlardan sakınmak.
Hac ve umre için giyilen, yün, pamuk ve ketenden yapılan dikişsiz elbise.
Mîkât denilen mahalde (yerde) hacca veya umreye niyet ederek, peştemal gibi dikişsiz iki parça örtüyü giymek ve telbiye getirmek sûretiyle, daha önce mubah (serbest) olan bâzı şeyleri kendine haram kılmak yâni bunları yapmaktan sakınmak. İhrâmlı kims eye muhrim denir. İhrâm elbisesinin belden aşağı
Hacıların giydikleri dikişsiz elbise.
Hac ve umrede giyilen dikişsiz elbise.
ihsasiyye
Tecrübeden ve hissedilenden gayrısını kabul etmeyen. Hissiyyun ve maddiyyun fırkasından olanlar. İmansızlık. Dinsizlik.
ind
Arapçada zaman veya mekân ismi yerine kullanılır. Hissî ve manevî mekân. Maddî ve manevî huzura delâlet eder. Nezd, huzur, yan, vakt, taraf gibi mânâlara gelir. Gayr-ı mütemekkindir. Yani harekeleri değişmez. İzafete göre zamanı ifade eder (Min) harf-i cerriyle birleşebilir. Bazan da zarf olmaz. Baz
iztiba / iztibâ
Hac ve ömre ibâdetlerinde erkeklerin giydikleri dikişsiz iki parçadan meydana gelen ihramın üst parçasının bir ucunu sağ koltuk altına alıp diğer ucunu sol omuz üzerine atmak.
kamis / kamîs
Gömlek, entâri.
Kefenin parçalarından olup, entâri gibi uzun, dikişsiz gömlek.
kasavise
(Tekili: Kıssis) Papazlar, ruhbânlar, keşişler.
kasi / kasî / kâsî
(Kasiye) Duygusuz. Katı, hissiz, taş gibi katı.
Katı, hissiz.
kasır-ül fehm
Anlayışı noksan, kısa anlayışlı. Anlayışsız.
kava'
Kimse olmalan ıssız yer.
İki tarafına yağmur yağıp ona yağmayan yer.
kemkaim
Anlayışsız. İdrakten âciz.
(Farsça)
kepenek
Çobanların giydiği kolsuz ve dikişsiz, keçeden dövülerek yapılan giyecek.
(Farsça)
keşiş
Papaz. Manastır rahibi. (Arabçası: Kıssis)
(Farsça)
kufar
(Tekili: Kafr) Issız ve susuz yerler. Çöller, sahralar.
künd
Biçimsiz, yakışıksız, kısa.
Kesmez, kör.
Yiğit, cesaretli, cesur.
Anlayışsız. Fehim ve idraki kısa.
kuvve-i dafia / kuvve-i dâfia
Zararlı şeyleri men'etme ve onlardan korunma hissi. İtme kuvveti.
kuvve-i müdrike
İdrak kuvveti. Beş duygunun, hissin zihinde duyulması, anlaşılması.
kuvve-i vahime / kuvve-i vâhime / قُوَّۀِ وَاهِمَه
Kuruntu hissi.
lamise / lâmise
Dokunma hissi, duygusu. El ile olan his. Bir şeyin cesâmetini anlama duygusu.
layefhem / lâyefhem
Anlayışsız, idrakten âciz.
layuhti / lâyuhtî
Hatasız, yanlışsız, yanılgısız.
lazım / lâzım / لازم
Gerekli.
(Arapça)
Geçişsiz.
(Arapça)
mehme
(Çoğulu: Mehâme) Irak, uzak.
Issızlık.
Korkunç sahrâ. Büyük çöl.
merhamet-disar
Çok merhametli, acıma hissi fazla olan.
meslub-üş şuur
Anlayışsız, idraksiz, şuursuz.
meyl-i intikam
İntikam hissi.
minnet
İyiliğe karşı duyulan şükür hissi.
Birisine iyilik etmek.
Yapılan iyilikleri sayarak başa kakmak.
İyiliğe karşı duyulan şükür hissi, başa kakma.
minnettar / minnettâr
İyilik yapan birisine karşı duyulan teşekkür hissi.
minnettar etmek
Yapılan bir iyiliğe karşı teşekkür hissi uyandırmak.
minnettarane / minnettârâne
Minnet duyarak, yapılan bir iyiliğe karşı teşekkür hissi taşıyarak.
muattal
Tatil edilmiş. Kullanılmaz olmuş. Battal edilmiş. Terkedilmiş.
İşsiz. Tenbel.
Kullanılmış, bırakılmış.
Boş, işsiz.
İşlemez, işsiz.
muattıl
Atıl bırakan. İşsiz eden. İşe yaramaz hâle getiren.
mübtel-i hiss
Hissi ibtal olunmuş.
mübtil-i hiss
Hissi iptal eden.
münafese
Başkasında görülen bir kemale imrenip ona yetişebilmek ve daha ileri gidebilmek için, nefislerin nefâsette, iyi şeylerde yarışması hissidir ki, nefsin şerefinden ve uluvv-i himmetinden neş'et eder. Hased ile arasında fark açıktır. Hased eden kimse, kemâle düşmandır; hased ettiği kimsenin zararından,
münhal
Boş, işsiz.
münhall
Boş, meşguliyetsiz, işsiz.
Çözülmüş, çözülen.
Memuru bulunmayan.
Kim: Erimiş.
mürdedil
Gönlü ölmüş, katı yürekli, ham, hissiz, duygusuz insan.
mutaattıl
İşsiz kalan, işlemez olan. Muattal.
müteessir
Te'sir altında kalmış. Acımış yahut sevinmiş. Hissiyatına dokunmuş.
Üzüntülü.
müteheyyib
Heybetlenen. Heybetli. Korku ve hürmet hissini veren.
mütevahhiş
Issız, sakin, korkulu.
Issız, kimsesiz, korkutucu, ürkütücü.
mütevazi'
Gururlu olmayan, alçak gönüllü, kendi fakrını bilen.
Gösterişsiz.
muvahhiş / مُوَحِّشْ
Korkutan, ruha yalnızlık hissi veren.
na-bekar / na-bekâr
İşsiz, işe yaramaz.
na-müsaid
Elverişsiz. Müsaid olmayan.
(Farsça)
na-perva
Pervasız, korkusuz, aldırışsız, çekinmez.
(Farsça)
Sersem.
(Farsça)
namüsaid / nâmüsâid
Elverişsiz.
nasfet
(Nasafet) İnsaf. Haklılık. Bir şeyin yarısını almak. Hakkaniyet. İnsanları, kanunların şümulüne girmeyen hakları te'min ve ifasına zorlayan fotri adâlet hissi.
nazar-ı hissi / nazar-ı hissî
Hissî, maddî bakış.
nefs
(Nefis) Can, kişi, kendi, öz varlık. Bir şeyin zatı olan, kendisi.
Göz.
Şehvet ve gadabın mebdei olan kuvve-i nefsaniye. Fıtri meyil, bedenin hissi istekleri.
Ruh, hayat, asıl.
Maya.
Hamiyet.
perde-i cümud
Donmuş, katı perde.
Mc: Alem, tabiat.
Akıl ve hissiyatı kendisi ile meşgul edip, dini ve ulvi hakikatlardan ayıran, gaflet veren perde.
pergem
İşsiz güçsüz, boşta dolaşan adam.
(Farsça)
peşşegir
Sinek avlıyan.
(Farsça)
Mc: İşsiz güçsüz, boş gezen kimse.
(Farsça)
rikkat-i cinsiye
Kendi cinsinden olana karşı duyulan acıma hissi.
rind
Kalender. Aldırışsız, dünya işlerini hoş gören.
(Farsça)
Laübali meşreb feylesof.
(Farsça)
Bâtını irfan ile müzeyyen olduğu halde zâhiri sâde görünen hakîm. Dış görünüşü laübali olduğu halde, aslında kâmil olan kimse.
(Farsça)
Aldırışsız, kalender.
rindi / rindî
Kalenderlik, rindlik, aldırışsızlık.
(Farsça)
riyasız / riyâsız
Gösterişsiz.
sade
Basit, karışık olmayan, katıksız.
(Farsça)
Saf, gösterişsiz, lüzumsuz bulunmayan.
(Farsça)
Tek katlı.
(Farsça)
Ancak, yalnız.
(Farsça)
Süssüz.
(Farsça)
Derin düşünemiyen, saf adam.
(Farsça)
sadic
Nakışı olmayan, nakışsız.
Çıplak.
Temiz, pak.
sahh
(Sıhhat. den) Eskiden resmi yazılara konulan ve "doğrudur, yanlışsızdır" mânasına gelen bir işâretti.
sahra-yı vahşet / sahrâ-yı vahşet
Son derece ıssız ve hiç kimsenin bulunmadığı çöl.
saib
(Savab. dan) Maksada uygun.
Hedefe doğru ulaşan.
Doğru. Yanlışsız. Yanlışlık yapmayan.
sebseb
(Çoğulu: Sebâsib) Issız büyük çöl.
Kâfirlerin bayramı.
selka'
(Çoğulu: Selâki) Otsuz, susuz ve ıssız yer.
serseri
Başıboş, işsiz güçsüz, söz dinlemez, düzene uymaz.
sıhhatli
Yanlışsız ve eksiksiz.
şükran / şükrân
Şükür hissi.
taattul
(Atalet. den) İşsiz kalma. İşlemez ve boşta olma.
te'min
Güvenlik, emniyet hissi vermek.
Sağlamlaştırma, şüphe bırakmama.
Sağlamak. Kat'i vaadde bulunmak. Emn ve emân vermek.
Elde etme.
tefani / tefanî
Birbirinde fâni olmak. Arkadaşının iyi ahlâkıyla sevinmek. Arkadaşının, kardeşinin meziyyet ve hissiyatı ile fikren yaşamak.
Birbirinde fâni olma; fikren arkadaşının meziyet ve hissiyatı ile yaşama, onun üstün özelliklerini kendisinin gibi kabul edip onunla iftihar etme.
tenha
Issız yer.
tenhayi / tenhayî
Yalnızlık, ıssızlık, tenhalık.
(Farsça)
tevahhuş
Korkmak. Ürkmek. Kaçmak.
Hâli, tenhâ ve ıssız olmak.
teyha'
Issız yer.
trajedi
yun. Fâcia. Mevzuunu efsanelerden veya tarihî hâdiselerden alan, seyirciler üzerinde merhamet veya dehşet hissi uyandıran sahne eseri.
umur-u gaybiye
Gaybi olan ve hissiyâtımızla bilinmeyen işler. Geçmiş zamana yahut geleceğe dâir olan ve hazırda mevcut olmayan işler.
vahş
(Çoğulu: Vuhuş - Vahşân) İnsandan kaçan, yabani ve ürkek hayvan.
Tenha ve ıssız yer.
vahşan / vahşân
(Tekili: Vahş) Issız, tenha yerler.
Yabani hayvanlar.
vahşet
(Vahş - Vahiş) Yabanilik.
Issızlık, tenhalık.
Vehim, ürküntü. Korku. Vahşilik.
Tenha, ıssız, korkunç yer.
Elbise ve silâhını çıkarıp atmak.
Aç kimse.
vahşet-abad / vahşet-âbâd
Issız, korku ve ürkeklik veren yer.
(Farsça)
vahşet-agin / vahşet-âgin
Çok ıssız, korkulu yer, korkunç.
vahşet-gah / vahşet-gâh
Korku yeri. Issız yer.
(Farsça)
vahşet-nak / vahşet-nâk
Korku veren yer. Issız ve korkulu yer.
(Farsça)
vahşet-zar / vahşet-zâr
Yabani, ıssız yer.
(Farsça)
vahşetnak / vahşetnâk / وحشتناک
Korkunç.
(Arapça - Farsça)
Issız.
(Arapça - Farsça)
vicdan / vicdân
İnsanın iyiyi kötüden ayırma hissi.
vicdanen
Vicdanca, iyilik hissine göre.
yabani
Yabana mensub. Issız yerlerde yaşıyan. Yabancı, alışmamış.
yeban
Sahra, çöl.
(Farsça)
Issız ve tenha yer.
(Farsça)
zaviye / zâviye
Eskiden büyük kervanların geçtiği ıssız yollarda veya köy ve kasabalarda; dînî ilimlerin, İslâm ahlâkının ve fen ilimlerinin öğretilmesi, yolcuların barınması maksadıyla kurulan yer; küçük tekke.
Tasavvufta bulunan kimselerin, ibâdet için çekildiği tenhâ yer.
zemin-i vahşetzar
Yabanî, ıssız yer.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
ram olmak
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
rapt etme
ebrûvan
Meyse
Menküha
Halavetyâb
tecessüd
innâ
Edri
sayyad-ı bi-insaf
vüs'at
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
Issi
Abban
mesa
verd-i ahmer
Gürz
Çeviri
mukatele
misâller
Bugün
Geniş