REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Ihtiyaç ifadesini içeren 298 kelime bulundu...

ahvec

  • En muhtaç, pek çok ihtiyacı olan.

arazi-i mahmiye / arâzi-i mahmiye

  • Huk: Beytülmâle ait araziden, koru, mer'a, yol, pazar yerleri gibi halkın ihtiyaçlarına ayrılmış olan arâzi.

arif / ârif

  • (İrfan. dan) Bilen, bilgide ileri olan. Aşinâ, vâkıf. Hakkı, hakkı ile bilen.
  • Sabırlı ve mütehammil.
  • Çok düşünmeğe ihtiyaç kalmaksızın, tekellüfsüz gördüğünü bilen ve anlayan.
  • Zevkî ve vicdanî irfan sâhibi olan.

arz-ı hacet / arz-ı hâcet / عَرْضِ حَاجَتْ

  • İhtiyacını, muhtaç olduğunu bildirmek.
  • İhtiyacını bildirme.
  • İhtiyâcını arzetme.

arz-ı iftikar

  • Hacatını arzetme, ihtiyaçlarını meydana koyma.

arz-ı iftikar etmemek

  • Fakirliğini bildirmemek, ihtiyacını göstermemek.

arz-ı ihtiyaç

  • İhtiyacını arzetme, dile getirme.

arz-ı ihtiyaç etme

  • Muhtaç olma, ihtiyacını bildirme.

avz

  • Hâcet. İhtiyaç. Bir şeyin bulunmaması.
  • Fakir.
  • Fakirlik, muhtaç olma.

ayine-i samed / âyine-i samed

  • Samed aynası; Kendisinin hiçbir şeye ihtiyacı olmayıp herşeyin Kendisine muhtaç olduğu Cenâb-ı Hakkın tecellî ettiği ayna.

aziz / azîz

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Her zaman izzet ve şeref sâhibi. Gâlib, benzeri olmayan, büyük ve küçük her şeyin O'na şiddetle ihtiyâcı olan.
  • Kıymetli, şerefli, üstün.

bedahat

  • (Tekili: Bedihî) Delil ve isbata ihtiyacı olmayan şekilde âşikâr olan şeyler.

ben

  • (Bak: Ene) t. Psk: Şuurlu kişiliğimiz. Başlangıçta çocuğun benliği şuurlu değildir. Kendisini başkasından ayıramaz. Fakat canlı olarak ihtiyaç ve istekleri vardır. Benin bu şuursuz haline "alt ben" denir. Kendisi ile başkası arasındaki farkı anlamaya, münasebetler kurmaya, düşünmeğe başlayınca şuurl

borç

  • Geri verilmek niyetiyle ihtiyaç sahiplerine verilen para. Müslümanlıkta faizle borç vermek haramdır, günahtır. Borcunu ödiyemiyecek durumda onların borçlarını bağışlamak veya sonraya bırakmak sevaptır. Borcunu ödeyebilecek durumda olanlar da borçlarını zamanında ödemelidirler. Ödeyemiyecek olanlar d

cemal-i ba-kemal-i rabbaniye / cemâl-i bâ-kemâl-i rabbaniye

  • Her bir varlığın her türlü ihtiyacını karşılayan Allah'ın mükemmel güzelliği.

cenab-ı rabbü'l-izzet / cenâb-ı rabbü'l-izzet

  • Herbir varlığa ihtiyaçlarını veren ve onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran; her şeye gâlip gelen Allah.

cenab-ı vacibü'l-vücud / cenâb-ı vâcibü'l-vücud

  • Varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Allah.

cenab-ı vacibü'l-vücud ve tekaddes / cenâb-ı vâcibü'l-vücud ve tekaddes

  • Varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan ve her türlü kusur ve eksikten uzak olan Allah.

dall-i bi-l iktiza / dâll-i bi-l iktiza

  • (Dâllibiliktiza) İktizası ile delâlet eden.
  • Ist: Şer'an muhtacun ileyh olan bir lâzime delâlet eden lâfızdır. Başka bir tâbir ile; vaz'olunduğu mânadan mukaddem isbatına şer'an lüzum ve ihtiyaç mevcud olan bir medlule delâlet eden ibaredir. Meselâ: Bir kimse bir şahsa hitaben: "Evini

daym

  • Zulüm. Sıkıntı. İhtiyaç.

def-i ihtiyaç

  • İhtiyacın giderilmesi, ihtiyacın karşılanması.

derece-i ihtiyaç

  • İhtiyaç derecesi.

derece-i ihtiyaç ve iştiyak

  • İhtiyaç ve arzu derecesi.

dergah-ı kàdiyü'l-hacat / dergâh-ı kàdiyü'l-hâcât

  • Bütün ihtiyaçları karşılayan Allah'ın yüce katı.

deyn-i mütevassıt

  • Ticâret malı olmayan zekât hayvanları ile köle, ev, yiyecek, içecek gibi ihtiyâç maddelerinin satışları karşılığı ve binâların kirâ alacakları.

dükkan-ı rabbani / dükkân-ı rabbânî

  • Herşeyin Rabbi olan Allah'ın bir dükkân gibi düzenleyerek bütün ihtiyaç maddelerimizi depoladığı yeryüzü.

dürşe

  • Hâcet, ihtiyaç.

ehl-i fakr ve hacet

  • Fakirler ve ihtiyaç sahipleri.

ekonomi

  • yun. İktisad. Tutum. Geliri gideri hesaplıyarak lüzumsuz masrafı bırakıp artırmağa çalışmak. Ölçülü ve idâreli harcamak. İnsanların sınırsız olan ihtiyaçlarıyla bunları sağlamaya yarayacak sınırlı imkân ve vasıtalar arasında mümkün olan azami uygunluğu temin için (sağlamak için) yapılan çalışma ve f

emr-i maaş

  • Geçinme işi ve hususu. Hayat ihtiyaçları.

enva-ı hacat / envâ-ı hâcât

  • İhtiyaç çeşitleri.

ereb

  • Hâcet, ihtiyaç. San'at.

erzak

  • (Tekili: Rızık) Rızıklar. Azıklar. Yiyecek içecek maddeler. İhtiyaçlar. Maddi, mânevi muhtaç olduğumuz şeyler.

eşedd-i ihtiyaç / eşedd-i ihtiyâç / اَشَدِّ اِحْتِيَاجْ

  • Çok şiddetli ihtiyaç.
  • En şiddetli ihtiyaç.
  • En şiddetli ihtiyaç.

etnoloji

  • yun. Kavimleri, ayrı dil ve ırktan toplumların hayat ve özelliklerini inceleyen ilim. Önce hristiyan misyonerleri dinlerini yaymak için kavimlerin özelliklerini öğrenme ihtiyacını duymuşlar ve onların zayıf damarlarından faydalanmayı düşünmüşlerdir. 19.yy.dan itibaren ilmî gaye ile araştırmalar yapı

evtar

  • (Tekili: Vatar) İhtiyaçlar.

evtar-ı acile / evtar-ı âcile

  • Acil ihtiyaçlar.

faka-i şedide / fâka-i şedide

  • Şiddetli ihtiyaç.

fakat / fâkat / فَاقَتْ

  • Zaruret, ihtiyaç. Yoksulluk, fakirlik.
  • Fakirlik, ihtiyaç.

fakir

  • Biçâre, muhtaç, yoksul. İslâm dini, ev kirası, yiyecek, içecek, giyecek, ilaç, yakacak gibi zorunlu ihtiyaçları karşılandıktan sonra yılda 96 gram altın alabilecek kadar geliri olmayanları fakir sayar. Fakirlerden vergi alınmaz, İslâm devleti zorunlu ihtiyaçlarını karşılamada, tedavi, tahsil (öğreni
  • Aslî (temel) ihtiyâçlarından başka nisâb miktârı (dînen zengin sayılacak kadar) malı olmayan.
  • Tasavvufta fakir: Derviş. Her zaman her işte yalnız Allahü teâlâya muhtaç olduğunu bilen, bütün ihtiyaçlarını hep Allahü teâlâya arz eden.

fakr / فَقْرْ

  • İhtiyaç, yoksulluk.
  • Azlık, muhtaçlık.
  • Cenab-ı Hakk'a karşı fakrını, ihtiyacını hissetmek.
  • Tas: Kendisindeki bütün her şeyin Allah'a âit olduğunu bilmek.
  • Fakirlik, ihtiyacını karşılayamama.

fakr-ı mutlak

  • Sınırsız ihtiyaç hâli.

fantaziye

  • yun. Yalandan gösteriş, boş debdebe. Zâhirî süs ve zinet. Lüzumlu ihtiyaçtan olmayan ve zevk için kullanılan pahalı eşya.

fıtra

  • Fitre; ihtiyâcı olan eşyâdan ve borçlarından fazla olarak nisab (dinde zenginlik ölçüsü) miktârı malı, parası olan her hür müslümanın Ramazan bayramının birinci günü sabahı fakirlere vermekle yükümlü oldukları belli miktardaki buğday veya arpa yahut hurma veya kuru üzüm veya kıymetleri kadar altın v

fudul / fudûl

  • İhtiyâçtan fazla, lüzumsuz ve boş şeyler.

gani-yi mutlak

  • (Gani-yi ale-l ıtlak) Cenab-ı Hak. Her şeye sahip ve hiç kimseye hiçbir cihetle ihtiyacı olmayan gani.

ganiyy-i muğni / ganiyy-i muğnî

  • Bütün varlıkların ihtiyaçlarını karşılayan ve her varlığın zenginliği Kendisinin tükenmez hazinesinden çıkan ve hiçbir şeye muhtaç olmayan sınırsız zenginlik sahibi Allah.

ganiyy-i mutlak

  • Hiçbir şeye hiçbir şekilde muhtaç olmayan ve bütün varlıkların her türlü ihtiyaçları gayb hazinelerinde bulunan sınırsız zenginliğe sahip olan Allah.

gıda-yı ruhaniye / gıdâ-yı ruhânîye

  • Ruhî gıda, ruhun ihtiyacı olan gıda.

gunyan

  • Kimseye ihtiyacı olmayıp müstağni olmak.

habbe

  • Tane. Tohum.
  • İhtiyaç.
  • Parça.
  • Dirhemin 1/48 kadarı.

hac

  • (Tekili: Hâcet) İhtiyaçlar.
  • Devedikenleri.

hacat / hâcât / حاجات

  • (Tekili: Hacet) Hâcetler. İhtiyaçlar.
  • İhtiyaçlar.
  • İhtiyaçlar.
  • İhtiyaçlar. (Arapça)
  • İstekler. (Arapça)

hacat-ı beşeriye / hâcât-ı beşeriye

  • İnsanî ihtiyaçlar.

hacat-ı diniye / hâcât-ı diniye

  • Dinle ilgili ihtiyaçlar.

hacat-ı ebediye / hâcât-ı ebediye

  • Sonsuz ihtiyaçlar.

hacat-ı fıtri / hâcât-ı fıtrî

  • Yaratılıştan gelen ihtiyaçlar.

hacat-ı gayr-ı zaruri / hâcât-ı gayr-ı zaruri

  • Zarurî ve mecburî olmayan ihtiyaçlar.

hacat-ı gayr-ı zaruriye / hâcât-ı gayr-ı zaruriye

  • Zarûrî ve mecbûrî olmayan ihtiyaçlar.

hacat-ı hayatiye / hâcât-ı hayatiye

  • Hayatın ihtiyaçları, hayat için gerek duyulan ihtiyaçlar.

hacat-ı hayvaniye / hâcât-ı hayvaniye

  • Hayvana ait ihtiyaçlar.

hacat-ı hayvaniye ve insaniyeye / hâcât-ı hayvâniye ve insâniyeye

  • İnsanların ve hayvanların ihtiyaçları.

hacat-ı insaniye / hâcât-ı insaniye

  • İnsanın ihtiyaçları.

hacat-ı maddiye / hâcât-ı maddiye

  • Maddî ihtiyaçlar.

hacat-ı maneviye / hâcât-ı mâneviye

  • Mânevî ihtiyaçlar.

hacat-ı süfliye / hâcât-ı süfliye

  • Aşağılık ve bayağı ihtiyaçlar.

hacat-ı zaruriye / hâcât-ı zaruriye

  • Zorunlu temel ihtiyaçlar, yiyecek ve içecek gibi.

hacat-ı zaruriye-i diniye / hâcât-ı zaruriye-i diniye

  • Dinen yapılması ve karşılanması zorunlu olan ihtiyaçlar.

hacet / hâcet / حاجت / حَاجَتْ

  • İhtiyaç, lüzum.
  • (Çoğulu: Hâcât) İhtiyaç, lüzum, muhtaçlık.
  • İhtiyaç.
  • İhtiyaç, gereklilik.
  • Def-i hâcet: Abdest bozma.
  • Arz-ı hâcet: Eksiğini, isteğini bildirme.
  • İhtiyaç. (Arapça)
  • İhtiyaç.

hacet namazı / hâcet namazı

  • Maddî ve mânevî bir ihtiyaca, dileğe kavuşmak niyeti ile iki ve en fazla on iki rek'at olarak kılınan namaz.

hacet-i amme / hâcet-i âmme / حَاجَتِ عَامَّه

  • Genel ihtiyaç.
  • Umûmî ihtiyaç.

hacet-i zaruriye / hâcet-i zaruriye

  • Zorunlu ihtiyaç.

hacet-mendane / hâcet-mendâne

  • Muhtaçcasına, ihtiyaçlı olarak. (Farsça)

hacet-mendi / hâcet-mendî

  • Muhtaçlık, ihtiyaçlı olma. (Farsça)

hacetmend / hâcetmend

  • İhtiyaç sahibi, muhtaç. (Farsça)

hacetreva / hâcetreva

  • İhtiyacı gideren, ihtiyaç olan bir şeyi te'min eden.

hads

  • Uzun düşünce ve delile ihtiyaç kalmadan hâsıl olan ilim. Sür'at-i intikal. Ani ve doğru idrâk. Delilden neticeye çabuk varmak.

hadsi / hadsî

  • Güçlü bir sezgi, seziş; zihnin bir vasıtaya ihtiyaç duymaksızın kalbe gelen güçlü ve kesin bir sezgi ile hızla hükmettiği doğru bilgi.

halle

  • Fakirlik.
  • Hâcet, ihtiyaç.
  • Kum içindeki yol ve gedik.

hasaset

  • İhtiyaç. Yoksulluk. Züğürtlük.
  • Rahne.
  • Kalbur ve elek gibi şeylerdeki küçük delik, gedik.

hassas bölgeler

  • Sivil savunmada düşmanın hedef tutacağı bölgeler. Her hassas bölgenin ehemmiyeti aynı değildir. Hava savunması bakımından eldeki imkanlar ve hassas bölgeler arasında öncelik tesbitine ihtiyaç vardır. Hassas bölgeler, sırasıyla:1) Atomik vurucu üslerin bulunduğu bölgeler.2) Yüzeyden yüzeye füze üsler (Türkçe)

havaic / havâic

  • (Havâyic) İhtiyaçlar. Hâcetler. Gerekli ve lüzumlu şeyler.
  • İhtiyaçlar.
  • İhtiyaçlar.
  • İhtiyaçlar.

havaic-i gayr-ı zaruriye / havâic-i gayr-ı zaruriye

  • Zorunlu olmayan ihtiyaçlar.

havaic-i zaruri / havâic-i zarurî

  • Zorunlu ihtiyaçlar.

havaic-i zaruriye / havâic-i zaruriye

  • Gerekli ihtiyaçlar, giderilmesi lüzumlu olan ihtiyaçlar; yeme içme, ev ve binek gibi temel ihtiyaçlar.

havaic-i zaruriyye

  • Zaruri ihtiyaçlar. Giderilmesi lüzumlu olan ihtiyaçlar.

havayic / havâyic / حوایج

  • İhtiyaçlar, gereksinimler. (Arapça)

havayic-i asliye / havâyic-i asliye

  • Aslî ihtiyaçlar.

havayic-i asliyye / havâyic-i asliyye

  • İhtiyaç eşyâları. Temel ihtiyâçlar. Bir kimsenin yiyecek giyecek ve ev gibi ihtiyaç duyduğu lüzumlu maddeler ve evde kullanılan eşyâ ve âletler, hizmetçiler, binecek vâsıtası, meslek kitapları (din kitapları) ve ödeyeceği borçları.

havayic-i gayr-ı zaruriye

  • Zorunlu olmayan ihtiyaçlar, ihtiyaç olmadığı halde ihtiyaç haline gelmiş şeyler.

havc

  • (Havcâ') Hâcet, ihtiyaç.

hendese-i mülkiye mektebi

  • Osmanlı İmparatorluğu devrinde mühendis yetiştirmek gayesiyle açılan mekteb. XIX. yy. sonlarına kadar memlekette belediye ve mimarî işlerde vazife alacak mühendis bulunmuyordu. Nafia Nezareti bu ihtiyacı nazar-ı itibara alarak bir mühendis mektebi kurulmasının lüzumlu olduğunu ileri sürünce, padişah

hıfz-ül lisan

  • Dili, günah ve lüzumsuz olan sözlerden korumak. Kötü ve fena sözlerden dilini muhafaza etmek. (İhtiyaçtan fazla söz söylememek mendubdur.)

hin-i hacet / hîn-i hâcet

  • İhtiyaca göre, ihtiyaç vakti.
  • Hîn-i hâcette: İhtiyaç duyulduğu zaman.

hin-i hacette / hîn-i hacette

  • Lüzumlu zamanında, ihtiyaç olduğu vakit.

hiyam

  • (Tekili: Himân) Susayanlar, suya ihtiyacı olanlar.

hücec-i hattiye

  • Huk: Yazılı deliller. Bunlar tezvir ve tasni şüphesinden sâlim olduğundan onunla amel edilebilir, yani hükme medar olur, başka vech ile sübuta ihtiyaç kalmaz. (Beraetler, mahkeme kararları, tescil edilen vakriye gibi.)

ibtizaz

  • İhtiyacdan dolayı zillet ve hakaretlere tahammül etme.

icab / îcâb

  • İhtiyaç.
  • Teklif, bir sözleşme için alıcı veya satıcı tarafından ilk söylenen söz.

icazet-i külli / icazet-i küllî

  • Vaktiyle Osmanlı serdarlarına ve sefirlerine müsâlaha, muahede akdi ve sair işler hakkında verilen mezuniyet. Tam salâhiyet demektir. Bu salâhiyeti alan kumandan veya sefir, üzerine aldığı işi merkezden sormaya ihtiyaç kalmadan maslahatın icabettirdiği ve kendi aklının erdiği vechile yapıp bitirirdi

idare-i maişet

  • Yaşayış için gerekli olan ihtiyaçlar.

iftikar

  • Yoksulluğunu, fakirliğini açığa vurmak.
  • Çok ihtiyacı olmak.
  • Tevazu'. Alçak gönüllülük.

ihlal

  • (Halel. den) Sakatlamak. Bozmak. Halel vermek.
  • Birini ihtiyaç içinde bırakmak.
  • Düşmanın haklarına vefa etmeyip gadretmek.

ihtikar / ihtikâr

  • Vurgunculuk; fazladan kazanç sağlamak amacıyla, hayat için zarurî olan ihtiyaç maddelerini satın alıp fiyatı artsın diye bir süre saklama.

ihtiyac-ı beşer / ihtiyâc-ı beşer

  • İnsanın ihtiyacı.

ihtiyac-ı dahili / ihtiyac-ı dahilî / ihtiyâc-ı dâhilî / اِحْتِيَاجِ دَاخِل۪ي

  • İç ihtiyaç.
  • İç ihtiyaç.

ihtiyac-ı fıtri / ihtiyac-ı fıtrî / ihtiyâc-ı fıtrî / اِحْتِيَاجِ فِطْر۪ي

  • Yaratılıştan gelen doğal ihtiyaç.
  • Hususî yaratılış îcâbı olan ihtiyaç.

ihtiyac-ı hakiki / ihtiyac-ı hakikî

  • Gerçek ihtiyaç.

ihtiyac-ı ifham

  • Meselenin anlaşılmasına olan ihtiyaç.

ihtiyac-ı kat'i / ihtiyac-ı kat'î

  • Kesin ihtiyaçlar.

ihtiyac-ı manevi / ihtiyac-ı mânevî

  • Mânevî ihtiyaç.

ihtiyac-ı manevi lisanı / ihtiyac-ı mânevî lisanı

  • Mânevî ihtiyaç dili.

ihtiyac-ı mübrem

  • Elzem ve zaruri olan ihtiyaç.

ihtiyac-ı mutlak

  • Sınırsız ihtiyaç.

ihtiyac-ı rızki / ihtiyac-ı rızkî

  • Rızık ihtiyacı.

ihtiyac-ı ruh

  • Ruhun ihtiyacı.

ihtiyac-ı ruhi / ihtiyac-ı ruhî

  • Ruhun ihtiyacı.

ihtiyac-ı şedid / ihtiyac-ı şedîd

  • Çok şiddetli ihtiyaç.

ihtiyac-ı şedit

  • Şiddetli ihtiyaç.

ihtiyac-ı zaman

  • Zamanın, dönemin ihtiyacı.

ihtiyac-ı zaruri / ihtiyac-ı zarurî

  • Zorunlu ihtiyaçlar.

ihtiyacat / ihtiyacât / ihtiyâcât

  • (Tekili: İhtiyac) İhtiyaçlar. Lüzumlu olan şeyler.
  • İhtiyaçlar.
  • İhtiyaçlar.

ihtiyacat-ı fıtriye

  • Fıtrî, yaratılıştan gelen ihtiyaçlar.

ihtiyacat-ı ruhiye / ihtiyâcât-ı ruhiye

  • Ruhun ihtiyaçları.

ihtiyacat-ı şedide-i aşknüma / ihtiyâcât-ı şedîde-i aşknümâ

  • Aşk derecesindeki şiddetli ihtiyaçlar.

ihtiyacat-ı zaruriye / ihtiyâcât-ı zaruriye

  • Zaruri ihtiyaçlar. (Ev, yeme, içme, yakma, giyinme v.s. gibi)
  • Zorunlu ihtiyaçlar.

ihtiyaci / ihtiyacî

  • İhtiyaçtan kaynaklanan.

iktiza / iktizâ / اقتضا

  • Lâzım gelme, gerekme.
  • Lâzım, ihtiyaç. Gerek.
  • İşe yarama.
  • Gerekme. (Arapça)
  • İhtiyaç. (Arapça)
  • İktizâ etmek: Gerekmek. (Arapça)

ilham-ı fıtri / ilham-ı fıtrî

  • Cenâb-ı Hakkın ihtiyaçlarını karşılamaları için varlıklara yaratılışta vermiş olduğu duygu.

ilhamat-ı gaybiye / ilhâmât-ı gaybiye

  • Gayb âleminden gelen ilhamlar; Cenâb-ı Hakkın ihtiyaçlarını temin etmeleri için varlıklara vermiş olduğu duygu.

inde'l-hace / inde'l-hâce

  • İhtiyaç zamanında.

indelhace / indelhâce

  • İhtiyaca göre. İhtiyaç vaktinde.
  • İhtiyaç anında.

irbe

  • Kadına ihtiyaç duymayan erkek.

irtifak

  • Bir yere dayanma.
  • (Kap) dolma.
  • İhtiyaç duyma.
  • Arkadaşlık etme.
  • Tıb: İki kemiğin hareketsiz kalmak üzere mafsallanması.

irzak

  • Rızıklandırmak, maddi veya mânevi ihtiyacını vermek.

isar / îsâr

  • Başkasının ihtiyâcını kendi ihtiyâcından önce düşünmek. Muhtac olduğu hâlde, elindeki malı muhtâc din kardeşine verip, yokluğa katlanmak.

ispat-ı vacibü'l-vücud / ispat-ı vâcibü'l-vücud

  • Varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Allah'ın ispatı.

israf

  • Lüzumsuz yere harcamak. Malı ve parayı lüzumsuz yere sarf etmek. İhtiyacından fazla istihlâk etmek ve harcamak.
  • En lüzumlu aslî vazifeleri bırakıp en lüzumsuz veya zararlı şeylerle meşgul olarak ömrünü veya gençliğini boş yere harcamak.

istiğna / istiğnâ / اِسْتِغْنَا

  • İhtiyaç duymama, tok gönüllülük.
  • İhtiyaç duymama.

istiğna etme / istiğnâ etme

  • Kaçınma, ihtiyaç duymama.

istiğna etmek / istiğnâ etmek

  • Kaçınmak, ihtiyaç duymamak.

istiğna-yı kemal / istiğnâ-yı kemâl / اِسْتِغْنَايِ كَمَالْ

  • Mükemmellikten dolayı hiçbir şeye ihtiyaç duymama.

istiğna-yı mutlak / istiğnâ-yı mutlak / اِسْتِغْنَايِ مُطْلَقْ

  • Hiçbir şeye ihtiyaç duymama.

istiğna-yı tam / istiğnâ-yı tam

  • Hiçbir yönden başkasına ihtiyaç duymama hâli.

istiğna-yı zati / istiğnâ-yı zâtî / اِسْتِغْنَايِ ذَاتِي

  • Kendi zâtında hiçbir şeye ihtiyaç duymama.
  • (Allah'ın) Zatı itibarıyla hiçbir şeye ihtiyaç duymaması.

istiğnakarane / istiğnâkârâne

  • İhtiyaç duymaksızın.

izhar-ı hacet / izhar-ı hâcet / izhâr-ı hâcet / اِظْهَارِ حَاجَتْ

  • İhtiyacını söyleme.
  • İhtiyaçlarını gösterme.

izn-i rabbani / izn-i rabbânî

  • Her bir varlığı yaratan ve her türlü ihtiyacını karşılayan Allah'ın izni.

ıztırar

  • Çâresiz olmak. Mecburiyet. İhtiyaç.

kadi-ül hacat / kadî-ül hâcât

  • Bütün ihtiyaçları yerine getiren Hâkim. Allah (C.C.)

kàdıu'l-hacat / kàdıu'l-hâcât

  • Bütün ihtiyaçları karşılayan Allah.

kadiülhacat / kadîülhâcât

  • İhtiyaçları veren, Allah.

kafi / kâfi

  • Kifayet eden. Vâfi, başka şeye ihtiyaç bırakmayan. Yeten, yetişen, elveren.

kavt

  • İhtiyaç miktarı yemek vermek.

kaza-i hacet / kaza-i hâcet

  • İhtiyacını gidermek.
  • Büyük abdest bozmak.
  • İhtiyaç giderme.

kaza-i şehvet

  • Şehvet ihtiyacını gidermek. Cinsî münasebet (ki, insanlar arasında nikâh olmadıkça haramdır.)

kaza-yı hacet

  • İhtiyaç giderme.

kaza-yı şehvet / kazâ-yı şehvet

  • Şehvet ihtiyacını giderme.

kazayı hacet / قَضَايِ حَاجَتْ

  • İhtiyac giderme.

kazi-yül hacat / kazi-yül hâcât

  • Bütün ihtiyaçları yerine getiren Allah (C.C.)

kelam / kelâm

  • Allahü teâlânın subûtî sıfatlarından. Cenâb-ı Hakk'ın, âlet, harf ve sese ihtiyaçtan münezzeh (uzak) olarak söylemesi.
  • Îmân ve îtikâd bilgilerini delîlleri ile anlatan ilim.

kesret-i hacat / kesret-i hâcât

  • İhtiyaçların çokluğu.

kesret-i ihtiyac

  • Büyük ihtiyaç, ihtiyacının çokluğu.

kifaf

  • (Tekili: Aslı: Kefaf) Yetecek kadar olma. İhtiyaca yetecek kadar azık.
  • Bir şeyin güzide ve hayırlısı.
  • (Keffe) Terazi kefeleri.

kifaf-kefaf

  • Bir şeyin misli, miktarı.
  • İhtiyaca yetecek kadar rızık, yiyecek.

kumar

  • Para vs. karşılığında oynanılan oyun. Meşru bir ihtiyacın karşılanması için bir çalışma sonucu olmadan piyango ve şans oyunları gibi haram yollarla kazanç elde etmektir. Dinimizde böyle oyunların her türlüsü haramdır.

lazım / lâzım

  • Lüzumlu, gerekli.
  • Bir şeyden aslâ ayrılmayan. Bir işte beraber bulunmasına ve vücuduna ihtiyaç olan şey.
  • Gr: Müteaddi olmayan.

lazım-ı beyyin / lâzım-ı beyyin

  • Bir mesele hakkında hiçbir delil ve işarete ihtiyaç olmadan, o şeyle beraber düşünülmesi zaruri olan diğer bir şey (insan denilince ilim kabiliyetinin akla gelmesi gibi).
  • Bu tabirin masdariyet şekli "Lüzum-u beyyin" olup ikisi aynı mânaya gelir. Herhangi bir şey hatıra gelince hiç bir delil ve emareye ihtiyaç olmadan o şeyle beraber düşünülmesi zaruri olan diğer bir şey. Meselâ: İnsan denildiği zaman, kabiliyet-i ilim ve san'at akla gelmesi gibi...

lede-l-hace / lede-l-hâce

  • İhtiyaç görüldüğü zaman. Hacet ânında.

lede-l-ihtiyaç

  • İhtiyaç halinde. Hacet ânında.

levazım

  • İhtiyaç maddeleri. Lüzumlu madde.
  • Ask: Silâhlı kuvvetlerin yiyecek ve giyecek maddelerini, silâh ve cephane dışında kalan çeşitli araç ve ihtiyaçlarını ifade etmek üzere kullanılan umumi tabirdir.

levazım-ı beytiye

  • Ev için gerekli ihtiyaçlar, gereçler.

levazımat deposu

  • İhtiyaç duyulan şeylerin depolandığı yer.

levazımat-ı arziye

  • Dünyanın ihtiyaçları, dünyevî ihtiyaçlar.

levazımat-ı beytiye / levâzımât-ı beytiye

  • Ev için gerekli olan şeyler, ihtiyaçlar.

levazımat-ı ihtiyacat / levâzımât-ı ihtiyâcât

  • İhtiyaç duyulan şeyler, lüzumlu görülen ihtiyaçlar.

levca'

  • Hâcet, ihtiyaç.

lisan-ı ihtiyaç

  • İhtiyaç dili.

lisan-ı ihtiyac-ı fıtri / lisan-ı ihtiyac-ı fıtrî

  • Doğal ihtiyaçların dili.

lübane

  • (Çoğulu: Lübânât) Hâcet, ihtiyaç.
  • Önemli ve ehemmiyetli iş.

lüzum

  • Gerek, ihtiyaç.

lüzum-u beyyin

  • İspata ihtiyacı olmayan şey, apaçık gereklilik. Meselâ körlük görmemenin, cahillik ilimsizliğin lüzûm-u beyyinidir.
  • İsbata ihtiyacı olmayan şey. Cehil, ilimsizliğe lüzum olması gibi. Ve yine meselâ: Kör olmak, görmemezliğe delildir. (Lüzum-u beyyin'in zıddı: "Lüzum-u gayr-ı beyyin"dir. İsbata ihtiyacı olan şey demektir.)

maarif

  • Tahsil ile elde edilen ilim, malûmat, bilgi.
  • Meharet. Üstadlık. Hüner.
  • Marifetler. Mâruflar. Kültürler.
  • Çehrenin manzarada zâhir olan yerleri.
  • Bir memleketin okullarını ve tahsil ihtiyacını idâre ve te'mine çalışan bakanlık.

mahbubiyyet

  • Sevilen olmak. Mahbub olmaklık. Sevilecek hâlde bulunuş. (Cenab-ı Hakk'ın kullarını her çeşit nimetler ile besleyip yetiştirmesi ve ihtiyaçlarına cevap vermesi; onları sevdiğini ve mahbubiyyetini gösteriyor.)

mal / mâl

  • İnsanın arzuladığı, ihtiyâç, yâni lâzım olunca, kullanmak için saklanabilen ayn, yâni madde, cisim.

manevi hacat-ı zaruriye / mânevî hâcât-ı zaruriye

  • Mânevî zarurî ihtiyaçlar.

maslahat-ı ihtiyac-ı beşeriye

  • İnsanın ihtiyaçlarına faydalı olan şey.

maun

  • Eve lâzım şeyler. Ev eşyası.
  • Malın zekâtı.
  • Ufak tefek ihtiyaçlar.
  • Nefaseti sebebi ile (nefsin çok hoşuna gittiğinden) kimseye verilmek istenmeyen şey.

me'rebe

  • (Çoğulu: Meârib) İhtiyaç.
  • Ümitli bulunma. Ümitvar olmak.

mearib

  • İhtiyaçlar, hâcetler, lüzumlu ve istenen şeyler. İstekler.

mefkaret

  • İhtiyaç, zaruret.

menfaat

  • Fayda. Kâr. Gelir. İhtiyaç karşılığı olan şey.

merzuk

  • Rızıklanmış, ihtiyaçları verilmiş.
  • Bahtiyar. Saadetli, mutlu.

mevsuf-u vacibü'l-vücud / mevsuf-u vâcibü'l-vücud

  • Varlığı zorunlu olan ve var olmak için hiçbir şeye ihtiyacı olmamakla nitelenen Allah.

mezheb taklidi

  • Amelde yapılacak işlerde bir müctehidin ictihâdlarına, fetvâlarına tâbi olma. Mevcût dört hak mezhebden birini öğrenip, kabûllenip, onunla amel etme.
  • Dört mezhebden birine uyan kimsenin bir işi yapmada ihtiyâç veya zarûret (başka hiçbir çâre bulunmama) veya meşakkat (güçlük) bulundu

mir'at-ı vacibü'l-vücud ve'l-mennan / mir'ât-ı vâcibü'l-vücud ve'l-mennân

  • Varlığı zorunlu olup var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan ve yarattıklarına herşeyi karşılıksız veren Allah'ın isim ve sıfatlarını yansıtan ayna.

mizan-ı hacet / mizan-ı hâcet

  • İhtiyaç ölçüsü.

müceddid

  • Yenileyen. Yenileyici. Hadis-i sahihle bildirilen, her yüz yıl başında dini hakikatleri devrin ihtiyacına göre ders vermek üzere gönderilen büyük âlim ve Peygamberin (A.S.M.) vârisi olan zât.
  • Yenileyen, yenileyici; Hadîs-i Sahihle bildirilen, her yüzyılda bir dinî hakikatleri devrin ihtiyacına göre ders vermek üzere gönderilen büyük âlim ve Hz. Peygamber'in (a.s.m.) vârisi olan zât.

müceddid-i din

  • Yenileyici; sahih hadisle her yüz senede bir geleceği bildirilen, dinin hakikatlerini, asrın ihtiyacına göre ders veren peygamber vârisi olan âlim zât.

müceddit

  • Yenileyen, yenileyici; sahih hadisle her yüz senede bir geleceği bildirilen, dinî hakikatleri devrin ihtiyacına göre ders veren büyük âlim.

mucib-i muğis / mucîb-i muğîs

  • Yardıma muhtaç olan ve kendinden yardım dileyen varlıkların imdadına koşan, ihtiyaçlarına cevap veren, Allah.

müctehid

  • İctihad eden. İhtiyaç hâsıl olduğunda âyet ve hadislerden hüküm çıkarmış büyük İslâm allâmeleri ve önderleri. İmam-ı A'zam, İmam-ı Şâfiî... gibi

mugnat

  • İhtiyaç.

muğni / muğnî

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Hikmeti îcâbı, her şeyin ihtiyâcını giderici, tamamlayıcı ve lütfuyla doyurucu.

muhkemat / muhkemât

  • İslâmiyetin sağlam ve kuvvetli kanunları, emirleri; yoruma ihtiyaç bırakmayacak şekilde açık sözler, kesinlik ifade eden naslar.

muhkemat-ı kur'aniyye

  • Mânası açık ve te'vile ihtiyacı olmayan âyetler. Başka bir mânaya ihtimali olmayıp sarih emir ve nehiyleri müştemil olan âyetler. Bu âyetler mensuh veya anlaşılmayan şekilde müteşabih ve muhtemel olmayıp muhkem ve mübeyyin olmakla aslâ te'vile muhtaç olmazlar. Bâzı şeylerin haram olması veya enbiya

muhkemat-ı şeriat / muhkemât-ı şeriat

  • Kur'ân ve Hadisin yoruma ihtiyaç bırakmayacak şekilde açık hükümleri, ifadeleri.

muhtac / muhtâc

  • İhtiyacı olan. Akşam evinde yiyeceğini bulamayacak derecede fakir olan. Bir şey kendine lâzım olan kimse. Bir eksiğini tamamlamak isteyen. Fakir.
  • İhtiyâc sâhibi. Akşam evinde yiyecek bulamayacak derecede fakîr kimse.
  • İhtiyacı olan.

muhtaç

  • İhtiyaç duyan.

muhtac / muhtâc / محتاج

  • İhtiyaç sahibi. (Arapça)
  • Yoksul. (Arapça)

muhtacin / muhtacîn

  • (Tekili: Muhtac) Muhtaç kimseler. İhtiyaç sâhibleri. Fakirler, yoksullar.

muhtaciyet

  • İhtiyaç sahibi olmak. Muhtaçlık, fakirlik, sefalet, yoksulluk.

muhtekir

  • İhtikâr yapan. Vurguncu, ihtiyaç mallarını kıymeti artsın da satayım diye saklayan. Halkın zararına çalışarak malı saklayan.

müstagni

  • (Gani. den) Kimseden bir menfaat beklemeyen, bir şey istemeyen, istiğna eden, kimseye ihtiyacı olmayan. Gönlü tok, tok gözlü. Çekingen, nazlı.
  • Gerekli ve lüzumlu bulmayan.

müstağni / müstağnî / مُسْتَغْن۪ي

  • Başkasına muhtâç olmayan.
  • Sâhib olduğu şeyle kanâat edip, insanlardan bir şey beklemiyen. İhtiyâcını başkalarına söylemiyen.
  • İhtiyaç duymayan.

müstağni-yi mutlak

  • Hiçbir şekilde ihtiyacı olmayan.

müstagniyetün anha / müstagniyetün anhâ

  • Kendilerine hiç ihtiyaç olmayanlar.

müstağniyetün anha / müstağniyetün anhâ

  • Kendilerine hiç ihtiyaç olmayanlar.

mutazarrıane / mutazarrıâne

  • Kendi kusurlarını bilerek, ihtiyacını anlayarak, tevazu ile niyaz ederek, yalvararak. (Farsça)

mütearefe

  • Hakikat olduğu apaçık belli olan. İsbata ihtiyacı olmayan.

mütemehhil

  • Büyüyüp gelişmek için zamana ihtiyacı olan şey.

müterezzik

  • Rızıklanan, gıdalanmakla ihtiyacını gideren.

muzaaf ihtiyaç

  • Kat kat, şiddetli ihtiyaç.

nakliyat-ı askeriye

  • Askerî kıt'aların; top, tüfek, cephane, teçhizat ve levazımatı ve her türlü seferî ihtiyaçlarıyla birlikte bir yerden kaldırıp başka bir yere gönderilmesi, nakledilmesi. Askerî nakliyat.

nastan istiğna / nâstan istiğnâ

  • İnsanlara ihtiyaç duymama.

necah

  • Zafer bulmak, murâda ermek, ihtiyaçlarını te'mine muvaffak olmak.

necz

  • Bitip tükenmek.
  • İhtiyaç bitirmek.
  • Vâdeyi yerine getirmek.

neha

  • Pek akıllı adam.
  • İhtiyacı terkeylemek. (Güya kendi nefsi cihetinden menedilmiş demektir.)

nezahet-i istiğna / nezâhet-i istiğna

  • Cenâb-ı Haktan başkasına ihtiyacını arz etmemekten gelen paklık.

nida-i hacet / nidâ-i hâcet

  • İhtiyaç sesi.

nida-yı ihtiyac / nidâ-yı ihtiyac

  • İhtiyacı olduğunu bildirmek.

nifak

  • Müslüman gibi görünüp kâfir olmak. İki yüzlülük.
  • Bozuşukluk, ara açılmak.
  • Dinde riyâ etmek.
  • İhtiyaca sarf olunacak şeyler.

niyaz

  • Yalvarma, yakarma. Dua. (Farsça)
  • Rağbet ve istek. (Farsça)
  • Hâcet, ihtiyaç. (Farsça)
  • Yalvarma, yakarma, dua.
  • Rağbet ve istek.
  • Hacet, ihtiyaç, gereksinme.

niyazkar / niyazkâr

  • Yalvarıp yakaran. Dua eden. İhtiyacı olan. (Farsça)

niyazmend

  • (Çoğulu: Niyazmendân) İhtiyacı olan, muhtaç. (Farsça)
  • Yalvaran, yakaran, niyaz eden. (Farsça)

nokta-i istimdad

  • Yardım isteme noktası. İnsanın kalbindeki sonsuz emel ve arzuların yerine getirilmesine olan ihtiyaç.

nokta-i istinad

  • Dayanma ve güvenme noktası. Kâinatta cereyan eden ve insana dehşet verip âciz bırakan hâdiseler karşısında insanın çok kuvvetli bir yere dayanmaya ve güvenmeye olan fıtri ihtiyacı.

nüch

  • Zafer bulmak. Hâlâs olmak. Kurtulmak. İhtiyaçlarını giderip zafer bulmak.

örfi idare / örfî idare

  • (İdare-i örfî) Askerî kuvvete ihtiyacı gerektiren ve cemiyet hayatında zuhur eden müşkil hallerde vaktin icablarına göre ve vaziyet düzelinceye kadar sivil idare yerine askeri idare konması. Sıkı yönetim.

rabb

  • Varlıkları eksik bir hâlden mükemmel bir hâle doğru götürürken bütün ihtiyaçlarını veren Allah.

rabb-i hakim / rabb-i hakîm

  • Herşeyi hikmetle belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan ve herbir varlığın her türlü ihtiyacını karşılayıp idare eden Allah.

rabb-i muhtar-ı hakim / rabb-i muhtar-ı hakîm

  • Herbir varlığın her türlü ihtiyacını karşılayan, dilediğini dilediği gibi yapan, herşeyi belirli maksat ve faydalara uygun ve tam yerli yerinde yaratan Allah.

rahman-ı rezzak / rahmân-ı rezzâk

  • Rahmet ve merhameti bütün varlıkları kuşatan ve bütün varlıkların rızıklarını bol bir şekilde tekrar tekrar veren ve ihtiyaçlarını karşılayan Allah.

raiyyet-perver

  • Halka iyi bakan, iyi idare eden. İnsanların ihtiyacını te'min eden, onların iyiliğini seven ve onlar için iyilik isteyen. (Farsça)

razık

  • Rızık veren; yiyecek, içecek, giyecek gibi canlı mahlukata lüzümu bulunan her çeşit ihtiyacını te'min edip veren. (Allah)

razık-ı hakiki

  • Hakiki rızık veren. Hiç bir vasıtaya ihtiyacı olmadan en güzel nimetleri yaratan ve bütün rızıkları ancak kendisi veren Allah (C.C.)

rezzak / rezzâk

  • Bütün mahlukatın rızkını veren ve ihtiyaçları karşılayan. (Allah)
  • Bütün varlıkların rızıklarını bol bir şekilde tekrar tekrar veren ve ihtiyaçlarını karşılayan Allah.

rızk

  • Yiyip içecek şey. Maddi mânevi ihtiyaca lâzım nimet. Allah'ın herkese lütuf ve kısmet ettiği ve bekaya sebeb olan nimet.

rızkımecazi / rızkımecazî

  • Alışkanlık sebebiyle ihtiyaç hâline gelen anormal rızık.

rububiyet / rubûbiyet

  • İlâhî terbiye, Allahın bütün varlıkları eksik bir hâlden mükemmel bir hâle doğru götürmesi, bu esnada her nevi ihtiyaçlarını vermesi ve onları emrine itaat ettirmesi.

rububiyetperver / rubûbiyetperver

  • İhtiyaca cevap vermeyi ve terbiye etmeyi seven.

sada-yı hacet / sadâ-yı hâcet

  • İhtiyaç sesi.

sadaka

  • Allah rızası için ihtiyaç sahibi kişilere yapılan yardım.

sadaka-i fıtır

  • İhtiyâcı olan eşyâdan ve borçlarından fazla olarak, nisâb yâni dinde zenginlik ölçüsü miktarında malı, parası bulunan her hür müslümanın, Ramazân bayramının birinci günü sabâhı, fakirlere vermekle yükümlü oldukları belli miktarlardaki buğday, arpa, hurma veya kuru üzüm yahut kıymetleri kadar altın v

salavat

  • (Tekili: Salât) Namazlar.
  • Bütün dualar. İhtiyaçtan gelen ricalar.
  • Nimetten çıkan şükürler. İbadetler.
  • Hazret-i Muhammed'e (A.S.M.) memnuniyet ve bağlılık için yapılan dualar.
  • Nasârâ kilisesi.

samed

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Hiçbir kimseye, hiçbir şeye ihtiyâcı olmayan, bütün mahlûkâtın (yaratılmışların) kendisine muhtaç olduğu yüce Allah.

samediyet

  • Allahın hiçbir şeye ihtiyacı bulunmaması ve bütün varlıkların kendisine muhtaç olması hakikatı.

sani-i vacibü'l-vücud / sâni-i vâcibü'l-vücud

  • Varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan ve herşeyi san'atla yaratan Allah.

sare

  • (Çoğulu: Savâr) Hâcet, ihtiyaç.
  • Susuzluk.

şecen

  • (Çoğulu: Eşcân-şücun) Dal, budak, kol.
  • Hâcet, ihtiyaç.
  • Keder, hüzün.

şedidü'l-ihtiyaç

  • Şiddetli ihtiyaç.

şekla'

  • Beyaz dişi koyun.
  • Hâcet, ihtiyaç.

sevk-i ihtiyaç

  • İhtiyacın sevketmesi, ihtiyacın yönlendirmesi.

şiddet-i ihtiyac

  • Şiddetli ihtiyaç.

şiddet-i ihtiyaç

  • İhtiyacın şiddeti.

şiddet-i ihtiyacın sevki

  • Bazı şeylere duyulan şiddetli ihtiyacın yönlendirmesi.

şiddet-i lüzum

  • Şiddetli gereklilik, ihtiyaç.

sual-i hacet / sual-i hâcet

  • İhtiyaç olan birşeyi isteme.

şükur

  • Hacet, ihtiyaç.
  • Mühim işler, umûr-u mühimme.

tahaddi vakti / tahaddî vakti

  • Meydan okuma ve ihtiyaç vakti (inanmayanlara peygamberliğin ispatı, inananlar için imanın güçlendirilmesi vaktinde gösterilen mu'cizeler).

takdiye

  • Hâcet bitirmek, ihtiyaç gidermek.

taktir / taktîr

  • Nafakada (yeme-içme, giyme ve meskende) ihtiyaçlarından kısıp, çok mal ve para biriktirmek.

tasadduk

  • Sadaka vermek. Allah rızası için fakirlere ve ihtiyacı olanlara, para veyahut ihtiyaca göre herhangi bir şey vermek.
  • Sadık ve gerçek olduğu tahakkuk etmek, meydana çıkmak. (İlmi olan kimse ilminden, malı olan kimse malından tasadduk etsin.) (Hadis meâli)
  • Sadaka vermek. Yâni Allahü teâlânın rızâsı için fakirlere ve ihtiyâcı olanlara para, mal vermek.

tecavüp / tecâvüp

  • Birbirinin ihtiyacına cevap verme.

techiz-i meyyit

  • Ölünün yıkanıp, temizlenip, kefen ve sair ihtiyaçları tedarik edilerek hazırlanması.

tedbir ve tedvir etmek

  • Çekip çevirmek, idare etmek, ihtiyaçlarını karşılamak.

tekerrür-ü ihtiyaç

  • İhtiyacın tekrarlanması.

tenevvü-ü hacat / tenevvü-ü hâcât

  • İhtiyaçların çeşitliliği.

tülünne

  • Hâcet, ihtiyaç.

urz

  • Mania, engel. Açıktan hedef gibi bir şeye mâruz olup duran.
  • Hâcet, ihtiyaç.
  • Taraf, nâhiye, cânip.
  • Vasat, orta.

üstad-ı ihtiyaç

  • İhtiyaç öğretmeni; insanı bir hoca gibi öğretip eğiten ihtiyaç.

vacibü'l-vücud / vâcibü'l-vücud / vâcibü'l-vücûd

  • Varlığı zorunlu olan ve var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Allah.
  • Varlığı zorunlu olan ve var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Allah.

vacibü'l-vücud teala ve tekaddes hazretleri / vâcibü'l-vücud tealâ ve tekaddes hazretleri

  • Namı ve şerefi yüksek olan, her türlü kusur ve eksikliklerden münezzeh olan, varlığı zorunlu olup var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Allah.

vahid-i vacib / vahid-i vâcib

  • Varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir şeye ve sebebe ihtiyacı olmayan ve herbir varlıkta birliği görünen Allah.

vakt-i hacet / vakt-i hâcet

  • İhtiyaç zamanı.
  • İhtiyaç vakti. Lüzumlu vakit.

vasi' / vâsi'

  • (Vasia) Geniş, enli. Bol. Engin. Meydanlı.
  • Her ihtiyacı olana vergisi kâfi ve bol bol ihsan eden. İlmi cümle eşyayı muhit, rızkı bütün mahlukata şâmil ve rahmeti bütün şeyleri kaplamış olan Allah (C.C.)

vatar

  • (Vatr) İhtiyaç, hâcet. İş.
  • Emir.
  • Madde.
  • Husus.

vesile / vesîle

  • Kişiyi Allahü teâlâya yaklaştıran, Allahü teâlânın nezdinde (katında) yakınlığa ve hâcetlerin yâni ihtiyâçların giderilmesine sebeb olan her şey.

vücub-u vücud / vücûb-u vücud

  • Varlığının zorunlu oluşu ve var olmak için bir sebebe ihtiyacının olmayışı.

vücud-u vacib / vücud-u vâcib

  • Varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Allah'ın varlığı.

vücud-u vacibü'l-vücud / vücud-u vâcibü'l-vücud

  • Varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Allah'ın varlığı.

vücud-u vücubi / vücud-u vücubî

  • Varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir şeye ve sebebe ihtiyacı olmayan ve diğer varlıkların var olması Kendisine bağlı olan, yokluğu düşünülemeyen varlık, Allah.

zaruret-i kat'i / zaruret-i kat'î

  • Kat'î zorunluluk, kesin ihtiyaç.

zat-ı vacibü'l-vücud / zât-ı vâcibü'l-vücud

  • Varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Zât, Allah.

ze'm

  • Katı, şiddetli, şedid.
  • Hacet, ihtiyaç.
  • Mevt, ölüm.

ze'me

  • Şiddetli ses, çığlık.
  • İhtiyaç, hâcet.

zengin

  • İhtiyaç eşyâsının ve borçlarının dışında nisâb miktârı malı, parası olan kimse.

zıhri / zıhrî

  • (Çoğulu: Zıhârâ) Bir ihtiyaç için hazırlanıp saklanan nesne.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın