LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te ISSIZ ifadesini içeren 106 kelime bulundu...

adem-i hulüv

  • Boş olmama, tenha ve ıssız olmama.

ahmak

  • (Humk. dan) Pek akılsız, sersem, şaşkın. Anlayışsız.

arv

  • Sıtma ve diğer ateşli hastalıklarda gelen ilk titreme.
  • İş için birinin yanına varma.
  • Yemişsiz bir çeşit ağaç.

atalet / atâlet

  • (Utlet) Boş durma. Tembellik. İşsizlik. Hurma salkımı.
  • İşsizlik, tembellik, durgunluk.

atalet-i mutlak / atâlet-i mutlak

  • Mutlak tembellik, işsizlik.

ateme

  • Gecenin ilk üçte bir bölümü. Yatsı namazı vakti.
  • İşsizlik, tembellik, atalet, üşengeçlik.
  • Akşam vaktine kadar hayvanın memesinde bâki kalan süt.

avare / avâre

  • Başıboş, serseri, boş gezen. İşsiz güçsüz. (Farsça)
  • İşsiz, şaşkın, başıboş.

avaregi / avaregî

  • Avarelik, serserilik, işsiz güçsüzlük, aylaklık. (Farsça)

bahil / bâhil

  • İşsiz, avare, başı boş.
  • Yularsız deve.

batalet / batâlet

  • Avarelik. İşsizlik.
  • Boş şeyler söylemek.
  • Bahadırlık. Cesurluk. Cesâret.
  • İşsizlik, durgunluk.

battal

  • İşsiz, çürük, kullanılmaz.
  • Boş. Hükümsüz.
  • İşsiz.
  • Metrûk. Kullanılmaz. olan.
  • Bâtıl. Mensuh ve mefsuh.
  • Faydasız.
  • Pek büyük. Hantal.

belyad

  • Nakışsız, sade kostüm. (Farsça)

betalet / betâlet

  • Tembellik, işsizlik.
  • İşsizlik, durgunluk.

bi-gane / bî-gâne

  • Kayıtsız. Alâkasız.
  • Aldırışsız. Yabancı. Dünya ile alâkayı kesmiş olan.

bi-kar / bî-kâr

  • Kârsız, işsiz kimse. Bekâr kişi. (Bekârlık, bikârların kârıdır. İşârât) (Farsça)

bihiss / bîhiss / بى حس

  • Hissiz, duygusuz. (Farsça - Arapça)

bikar / bîkâr / بيكار

  • İşsiz, kazançsız.
  • İşsiz. (Farsça)
  • Bekar. (Farsça)

bilagalat / bilâgalat

  • Hatasız, yanlışsız.

buk'a

  • Yer parçası, ülke.
  • Boş ve ıssız yer.
  • Sağlam ve büyük bina.
  • Benek leke.

cibs

  • Kansız, hissiz. Hayırsız, alçak kimse.
  • Alçı taşı, kireç.

ecza-i meyyite-i hamide-i camide-i kesife / ecza-i meyyite-i hâmide-i camide-i kesife

  • Ölü, hissiz, camit ve kesif parçalar.

edred

  • Dişsiz, dişi çıkmamış veya dökülmüş kimse.

efsürde

  • Soluk, donmuş, hissizleşmiş. (Farsça)

efsürde-dil

  • Kalbi hissizleşmiş. Donuk gibi olmuş kalb. (Farsça)

farat

  • Öne çıkan, geçen.
  • Issız yerlerde konan nişan ve işaret.
  • Kervan halkından önce su yerine varıp sakalık eden kimse.

fariğ / fâriğ

  • Vazgeçmiş, çekilmiş.
  • Rahat, âsûde.
  • Boş, işini bitirmiş, işsiz.

füsürde dil

  • Kalbi donmuş. Hissiz. Kalbi katılaşmış.

gabavet / gabâvet

  • Ahmaklık, anlayışsızlık, bönlük, kalın kafalılık. (Fıtnetin zıddı)
  • Anlayışsızlık, kalın kafalılık.

gabi / gabî

  • Anlayışsız, ahmak, bön.

galatsız

  • Yanlışsız, hatasız.

gamir

  • Ekilmemiş, terkedilmiş ıssız yer.
  • Faydalanılmamış şey.
  • Mamur olmayan harap yer.

gamre

  • (Çoğulu: Gamerât) Tecrübesizlik, görgüsüzlük, anlayışsızlık.
  • İzdiham, kalabalık.
  • Fenalığa dalmak.
  • Şiddet.
  • Zahmet.

gevden

  • Sersem, ahmak, şaşkın, anlayışsız. (Farsça)

guşe-i uzlet

  • Tenha ve ıssız köşe.

habhabi / habhabî

  • İşsiz güçsüz boş olarak dolaşan adamlar.

hac

  • İslâm'ın beşinci şartı. Gerekli şartları kendinde bulunduran (bülûğa ermiş yâni ergen, hür, zengin, aklı başında) her müslümanın ömründe bir defâ ihramlı (dikişsiz) bir elbise ile Mekke'ye gidip Kâbe'yi ziyâret etmesi ve Arafât denilen yerde bir mikt âr durması ve bâzı vazîfeleri yerine getirmesi.

hacc-ı asgar

  • Ömre. Hac zamânı olan beş günden (Arefe günü ile dört bayram günlerinden) başka senenin her günü ihrâm (dikişsiz elbise) ile Mekke'ye gelip, Kâbe'yi tavâf (etrâfında yedi kere dolaşmak), sa'y yapmak (Safâ ve Merve tepeleri arasında gidip gelmek) ve traş olmak.

hakim / hakîm

  • Hikmetle muttasıf olan ve mevcudatın hakikatına vâkıf olan. Hikmet mütehasssı. İlm-i hikmette mütebahhir ve mütehassıs olan. İş ve emirleri hikmetli ve yanlışsız olan.
  • Tabib, doktor.

hali / hâlî

  • Tenhâ. Boş. Sahipsiz. Issız. İçinde bir şey olmama.
  • Bir şeyden uzak, boş, ıssız.

hamakat

  • Ahmaklık. Budalalık. Bönlük. Anlayışsızlık.

harab

  • Viran. Issız. Yıkık. Perişan.

havi / hâvî

  • Yıkık dökük, ıssız, harabe.

haviye

  • Şenliksiz olan yer. Harabe. Issız, boş yer.
  • Sâkıt. Göçük, çökük.

hetma'

  • Dişsiz olup kurban edilemeyen hayvan.

heva

  • (Çoğulu: Ehviye) İki şeyin arasının uzaklığı.
  • Yer ile gök arası.
  • Yukarıdan aşağıya inmek.
  • Her bir boş, ıssız yer.

hırtopoz

  • (Argo) Anlayışsız, kaba, ahmak kimse.

i'mar

  • Yapmak. Tâmir etmek. Şenlendirmek. Mâmur kılmak. Harabilik ve ıssızlıktan kurtarmak.

ihram / ihrâm / اِحْرَامْ

  • Hacıların örtündükleri dikişsiz elbise.
  • Yün yaygı. Büyük yün çarşaf.
  • Fık: Hac veya umreyi yada her ikisini eda etmek için mübah olan şeylerden bazılarını nefsine menetmek ve onlardan sakınmak.
  • Hac ve umre için giyilen, yün, pamuk ve ketenden yapılan dikişsiz elbise.
  • Mîkât denilen mahalde (yerde) hacca veya umreye niyet ederek, peştemal gibi dikişsiz iki parça örtüyü giymek ve telbiye getirmek sûretiyle, daha önce mubah (serbest) olan bâzı şeyleri kendine haram kılmak yâni bunları yapmaktan sakınmak. İhrâmlı kims eye muhrim denir. İhrâm elbisesinin belden aşağı
  • Hacıların giydikleri dikişsiz elbise.
  • Hac ve umrede giyilen dikişsiz elbise.

iztiba / iztibâ

  • Hac ve ömre ibâdetlerinde erkeklerin giydikleri dikişsiz iki parçadan meydana gelen ihramın üst parçasının bir ucunu sağ koltuk altına alıp diğer ucunu sol omuz üzerine atmak.

kamis / kamîs

  • Gömlek, entâri.
  • Kefenin parçalarından olup, entâri gibi uzun, dikişsiz gömlek.

kasi / kasî / kâsî

  • (Kasiye) Duygusuz. Katı, hissiz, taş gibi katı.
  • Katı, hissiz.

kasır-ül fehm

  • Anlayışı noksan, kısa anlayışlı. Anlayışsız.

kava'

  • Kimse olmalan ıssız yer.
  • İki tarafına yağmur yağıp ona yağmayan yer.

kemkaim

  • Anlayışsız. İdrakten âciz. (Farsça)

kepenek

  • Çobanların giydiği kolsuz ve dikişsiz, keçeden dövülerek yapılan giyecek. (Farsça)

kufar

  • (Tekili: Kafr) Issız ve susuz yerler. Çöller, sahralar.

künd

  • Biçimsiz, yakışıksız, kısa.
  • Kesmez, kör.
  • Yiğit, cesaretli, cesur.
  • Anlayışsız. Fehim ve idraki kısa.

layefhem / lâyefhem

  • Anlayışsız, idrakten âciz.

layuhti / lâyuhtî

  • Hatasız, yanlışsız, yanılgısız.

lazım / lâzım / لازم

  • Gerekli. (Arapça)
  • Geçişsiz. (Arapça)

mehme

  • (Çoğulu: Mehâme) Irak, uzak.
  • Issızlık.
  • Korkunç sahrâ. Büyük çöl.

meslub-üş şuur

  • Anlayışsız, idraksiz, şuursuz.

muattal

  • Tatil edilmiş. Kullanılmaz olmuş. Battal edilmiş. Terkedilmiş.
  • İşsiz. Tenbel.
  • Kullanılmış, bırakılmış.
  • Boş, işsiz.
  • İşlemez, işsiz.

muattıl

  • Atıl bırakan. İşsiz eden. İşe yaramaz hâle getiren.

münhal

  • Boş, işsiz.

münhall

  • Boş, meşguliyetsiz, işsiz.
  • Çözülmüş, çözülen.
  • Memuru bulunmayan.
  • Kim: Erimiş.

mürdedil

  • Gönlü ölmüş, katı yürekli, ham, hissiz, duygusuz insan.

mutaattıl

  • İşsiz kalan, işlemez olan. Muattal.

mütevahhiş

  • Issız, sakin, korkulu.
  • Issız, kimsesiz, korkutucu, ürkütücü.

mütevazi'

  • Gururlu olmayan, alçak gönüllü, kendi fakrını bilen.
  • Gösterişsiz.

na-bekar / na-bekâr

  • İşsiz, işe yaramaz.

na-müsaid

  • Elverişsiz. Müsaid olmayan. (Farsça)

na-perva

  • Pervasız, korkusuz, aldırışsız, çekinmez. (Farsça)
  • Sersem. (Farsça)

namüsaid / nâmüsâid

  • Elverişsiz.

pergem

  • İşsiz güçsüz, boşta dolaşan adam. (Farsça)

peşşegir

  • Sinek avlıyan. (Farsça)
  • Mc: İşsiz güçsüz, boş gezen kimse. (Farsça)

rind

  • Kalender. Aldırışsız, dünya işlerini hoş gören. (Farsça)
  • Laübali meşreb feylesof. (Farsça)
  • Bâtını irfan ile müzeyyen olduğu halde zâhiri sâde görünen hakîm. Dış görünüşü laübali olduğu halde, aslında kâmil olan kimse. (Farsça)
  • Aldırışsız, kalender.

rindi / rindî

  • Kalenderlik, rindlik, aldırışsızlık. (Farsça)

riyasız / riyâsız

  • Gösterişsiz.

sade

  • Basit, karışık olmayan, katıksız. (Farsça)
  • Saf, gösterişsiz, lüzumsuz bulunmayan. (Farsça)
  • Tek katlı. (Farsça)
  • Ancak, yalnız. (Farsça)
  • Süssüz. (Farsça)
  • Derin düşünemiyen, saf adam. (Farsça)

sadic

  • Nakışı olmayan, nakışsız.
  • Çıplak.
  • Temiz, pak.

sahh

  • (Sıhhat. den) Eskiden resmi yazılara konulan ve "doğrudur, yanlışsızdır" mânasına gelen bir işâretti.

sahra-yı vahşet / sahrâ-yı vahşet

  • Son derece ıssız ve hiç kimsenin bulunmadığı çöl.

saib

  • (Savab. dan) Maksada uygun.
  • Hedefe doğru ulaşan.
  • Doğru. Yanlışsız. Yanlışlık yapmayan.

sebseb

  • (Çoğulu: Sebâsib) Issız büyük çöl.
  • Kâfirlerin bayramı.

selka'

  • (Çoğulu: Selâki) Otsuz, susuz ve ıssız yer.

serseri

  • Başıboş, işsiz güçsüz, söz dinlemez, düzene uymaz.

sıhhatli

  • Yanlışsız ve eksiksiz.

taattul

  • (Atalet. den) İşsiz kalma. İşlemez ve boşta olma.

tenha

  • Issız yer.

tenhayi / tenhayî

  • Yalnızlık, ıssızlık, tenhalık. (Farsça)

tevahhuş

  • Korkmak. Ürkmek. Kaçmak.
  • Hâli, tenhâ ve ıssız olmak.

teyha'

  • Issız yer.

vahş

  • (Çoğulu: Vuhuş - Vahşân) İnsandan kaçan, yabani ve ürkek hayvan.
  • Tenha ve ıssız yer.

vahşan / vahşân

  • (Tekili: Vahş) Issız, tenha yerler.
  • Yabani hayvanlar.

vahşet

  • (Vahş - Vahiş) Yabanilik.
  • Issızlık, tenhalık.
  • Vehim, ürküntü. Korku. Vahşilik.
  • Tenha, ıssız, korkunç yer.
  • Elbise ve silâhını çıkarıp atmak.
  • Aç kimse.

vahşet-abad / vahşet-âbâd

  • Issız, korku ve ürkeklik veren yer. (Farsça)

vahşet-agin / vahşet-âgin

  • Çok ıssız, korkulu yer, korkunç.

vahşet-gah / vahşet-gâh

  • Korku yeri. Issız yer. (Farsça)

vahşet-nak / vahşet-nâk

  • Korku veren yer. Issız ve korkulu yer. (Farsça)

vahşet-zar / vahşet-zâr

  • Yabani, ıssız yer. (Farsça)

vahşetnak / vahşetnâk / وحشتناک

  • Korkunç. (Arapça - Farsça)
  • Issız. (Arapça - Farsça)

yabani

  • Yabana mensub. Issız yerlerde yaşıyan. Yabancı, alışmamış.

yeban

  • Sahra, çöl. (Farsça)
  • Issız ve tenha yer. (Farsça)

zaviye / zâviye

  • Eskiden büyük kervanların geçtiği ıssız yollarda veya köy ve kasabalarda; dînî ilimlerin, İslâm ahlâkının ve fen ilimlerinin öğretilmesi, yolcuların barınması maksadıyla kurulan yer; küçük tekke.
  • Tasavvufta bulunan kimselerin, ibâdet için çekildiği tenhâ yer.

zemin-i vahşetzar

  • Yabanî, ıssız yer.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın