REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Hüm ifadesini içeren 209 kelime bulundu...

ablise

  • Tarlaya tohum atan, ekinci. (Farsça)

acbüzzeneb

  • Ölümden sonra dirilişin tohumu sayılan madde.

ahmak

  • (Humk. dan) Pek akılsız, sersem, şaşkın. Anlayışsız.

ahmas

  • (Tekili: Hums) Beşte birler, humslar.

akkam / akkâm

  • Deve kiralayıcısı, deve ile ücret karşılığında eşya taşıyan adam.
  • Hacca Surre-i Hümayun ile birlikte giden hademe.
  • Çadır mehteri.

akl

  • (Akıl) Men'etmek.
  • Sığınacak yer.
  • Kırmızı mihfe örtüsü.
  • Diyet.
  • İnsanın; hayrı, şerri ve ilimleri anlayan, sebeblerden neticeleri çıkaran ve eserden eser sahibine intikal eden hassası. Düşünme ve anlama kabiliyeti. Zihin, zekâ, tefehhüm, fehim, irade, anlayış, k

albastı

  • Ateşli bir lohusalık hastalığı, lohusa humması.

altın kozak

  • Padişahlar tarafından yabancı hükümdarlara gönderilen nâme-i hümayunun konulduğu muhafaza.

ariş

  • Anlam, mânâ, kavram, mefhum. (Farsça)

atf-ı beyan

  • Mâkablini yâni mâtufun aleyhin mefhumunu izah ve te'kid için atfolunan tâbir. Meselâ: "Meseleyi izâh ve teşrih eyledi" cümlesindeki "ve" gibi.

bahar

  • Güzellik.
  • Güzel.
  • Papatya.
  • Ölçek.
  • Put, sanem.
  • Atılmış pamuk.
  • Tarçın, karanfil ve karabiber gibi güzel kokulu ve ısıtıcı tohumlar ki, bazı yiyecek ve içeceklere de karıştırılır.
  • Sığır gözü.
  • İyi kokulu bir sarı çiçek.

başeng

  • Tohumluk olmak için saklanan sarı, iri hıyar, salatalık. (Farsça)
  • Asma üzerindeki üzüm salkımı. (Farsça)

behme

  • (Çoğulu: Bühüm, bihâm; Cem'ul Cem: Bihâmât) Kuzu. Oğlak. Buzağı.
  • Keçi otu.

benc

  • Türkçede "benek" adı verilen bir ot cinsidir ve tohumuna "bezr-ül benec" derler.

beng

  • Bir bitki ve tohumu ki, afyon gibi uyuşturan, keyf verici olarak da kullanılan bir madde. Esrar. (Farsça)
  • Atlas üzerine işlenmiş sırma işlemeli bir çeşit kumaş. (Farsça)
  • Küçük çitlenbik. (Farsça)

bezir / بذر

  • Ekilecek tohum, tane.
  • Keten tohumundan çıkarılan bir yağ. Bu yağ, yağlıboya yapmakta kullanılır.
  • Tohum. (Arapça)

bezr

  • Tohum. Keten tohumu. Mercimek, bakla, arpa gibi taneli tohum.

bezr-ger

  • Çiftçi, ekinci. Tohum serpen. (Farsça)

bezr-kar / bezr-kâr

  • Ekinci, çiftçi. Tohum saçan. (Farsça)

bizr

  • (Çoğulu: Büzûr) Sebzevât.
  • Kuru ot tohumu.

bühme

  • (Çoğulu: Bühüm) Cemaat, topluluk.
  • Leşker.
  • Bahâdır, kahraman.

büzr

  • Tohum.
  • Tohum.

büzur / büzûr / بذور

  • (Tekili: Bezr) Tohumlar, çekirdekler.
  • Tohumlar.
  • Tohumlar. (Arapça)

cihar-ı yar-ı güzin

  • Dört halife: Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali (R.Anhüm) (Farsça)

çiznök

  • Tane, tohum.

cürsume

  • (Cürsâm) Kök, asıl, temel. Bir tohumun özü. İlk hücrelik.
  • Gırtlak kapağı.
  • Karınca yuvası.

dane / dâne / دانه

  • Tohum, çekirdek. (Farsça)
  • Kurşun, gülle, tâne. (Farsça)
  • Tohum.
  • Tane, tohum.
  • Tohum.
  • Tohum. (Farsça)
  • Yem. (Farsça)
  • Tane. (Farsça)

dehm

  • (Çoğulu: Dühum) Ansızdan gelmek.
  • Çok fazla miktarda asker.
  • Çok adet, kesret.

delik

  • Gül tohumu. (Farsça)

duhne

  • Tohum tânesi, tek tâne.
  • Darı.

el-cüz'i / el-cüz'î

  • Man: Mânası, mefhumu başkalarına şâmil olmayan, yani tek mâlum ferde âid olan kelime.

fakad

  • Beş parmak dedikleri otun tohumu.

falık / fâlık

  • Çatlatan. Açan. Büyümesi için tohumu açan, yaratan. (Allah C.C.)
  • Büyümesi için tohumu çatlatan Allah.

falık-ül habbi venneva / fâlık-ül habbi vennevâ

  • Tohum ve çekirdekleri açarak büyüten (Allah C.C.)

falıku'l-habbi ve'n-neva / fâlıku'l-habbi ve'n-nevâ

  • Tohum ve çekirdekleri çatlatıp açarak filiz çıkaran Allah.

farziye

  • (Çoğulu: Farziyyât) Bazılarına göre kabul edilir sayılan. Mevhum ve itibarî olan. Aslı isbat edilmemiş hüküm.

fehava

  • (Tekili: Fehavi) (Fehvâ) Mefhumlar, kavramlar, anlamlar, mânâlar.

fehme

  • (Çoğulu: Fuhem-Fuhum) Kömür.
  • Karanlık.

fehva / fehvâ

  • (Çoğulu: Fehâvi) Mefhum, kavram, anlam, mânâ.
  • Mânâ, anlam, mefhum, kavram, hüküm.

felence

  • Hoş kokulu sarı renkli bir tohumdur. Yemen'den gelir.
  • Besbâse yaprağı.

fess

  • Kıtlık günlerinde tohumundan ekmek yapılan bir ot.

gadir-i hum hadisi / gadîr-i hum hadîsi

  • Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem Mekke-i mükerremeden Medîne-i münevvereye giden yol üzerindeki Gadîr-i Hum denilen vâdide buyurduğu hadîs-i şerîf.

gılman-ı hassa

  • Tar: Padişahların hususi köleleri. Bunlara ilk zamanlarda "İç oğlanları", daha sonları da "İç ağaları" da denilirdi. Bunlar, "Enderun-u Hümayun" denilen ve sarayın Babussaade'den içeride bulunan kısmında hizmet ederler; derece ve hizmet itibariyle başka başka odalarda otururlardı. Bu odalar; Büyük v

gülhane hatt-ı hümayunu

  • Tar: Gülhanede okunan hatt-ı hümayun münasebetiyle meydana gelmiş bir tabirdir. Osmanlı İmparatorluğu'nun bir zamanlar dünyayı titreten kuvvet ve kudreti, çeşitli sebep ve te'sirlerle büyük bir zaafa uğramış ve en nihâyet devlet, bir vilâyet hükmünde olan Mısır'ın idaresini ele geçiren Mehmed Ali Pa

gümüş kozak

  • Tar: Eskiden hükümdarlara gönderilen nâme-i hümayunların konulduğu mahfaza. Nameler atlas keseye konur, sonra da kozaya geçirilirdi. Kozakların gümüşten yapılmış olanları olduğu gibi altundan, şimşirden de yapılanları vardı. Altundan olanlar imparatorlara, gümüşten olanlar da küçük devlet reislerine

habb / حب

  • Tane, çekirdek.
  • Yuvarlak olarak hazırlanmış ilâç.
  • Buğday tanesi veya buna benzer tohum.
  • Tohum, dane.
  • Çekirdek, tohum. (Arapça)
  • Hap. (Arapça)

habb-habbe

  • Tane, tohum,
  • Parça.

habbat

  • (Tekili: Habbe) Habbeler, tohumlar, tâneler.
  • Haplar.

habbe / حَبَّه

  • Tane. Tohum.
  • İhtiyaç.
  • Parça.
  • Dirhemin 1/48 kadarı.
  • Tohum, dane.
  • Tohum, dane.
  • Tohum.

habbe-i kalb

  • Kalbin tohumu, çekirdeği.

habbecik

  • Tohumcuk.
  • Dane, tohumcuk.

habl-i mevhum

  • Mc: Daima olacak gibi görünüp de gittikçe uzaklaşan istek, gaye. Mevhum ip.

hades

  • (Hads) Sür'atle idrak etmek. Zan ve tahmin eylemek. Fikrini, re'yini bildirmek. Bir sözün mâna ve mefhumunda, bir hususun vaz' ve üslubunda başka tarz tasavvur eylemek.

hafiziyyet / hafîziyyet

  • Muhafaza edicilik, koruyup esirgeyicilik.
  • Cenâb-ı Hakk'ın, bütün tohum ve çekideklerde olduğu gibi, bir mahlûkun başına gelecek vaziyetleri ve başından geçenleri muhafaza edici sıfatı. Cenab-ı Hakk'ın muhafaza ediciliği.

hamke

  • (Çoğulu: Humuk) Bit.

hamme

  • (Çoğulu: Humm) Kaplıcanın sıcak suyu.
  • Kuyruk yağının kıkırdağı.
  • Kızdırmak mânasına mastar da olur.

hardal

  • Tohumları küçük bir bitki.
  • Çok küçük tohumları olan bir bitki.
  • Çok küçük tohumları olan ve yaprakları yenen bir nebat ismi. Döğülerek macun haline getirilir ve sofrada iştah açmak için kullanılır.

hardale

  • Çok küçük tohumları olan bir bitki.

harem-seray

  • Sarayların kadınlara mahsus olan kısımları. Buna "Harem-i Hümayun" da denilir.
  • Câmi içi.

haşhaş

  • Kapsüllerinden uyuşturucu bir madde olan afyon; tohumlarından da yağı çıkarılan bir bitki.
  • Hazırlıklı.
  • Silâhlı ve zırhlı topluluk.

haşr

  • (Haşir) Toplanmak, bir yere birikmek.
  • Toplama, cem'etmek.
  • Kıyametten sonra bütün insanların bir yere toplanmaları. Allahın, ölüleri diriltip mahşere çıkarması. Kıyamet.
  • Bir tohumun içinden büyük ağaçlar çıktığı gibi, her bir insanın acb-üz zeneb denilen bir nevi çekir

hatem-i sadaret / hâtem-i sadaret

  • Padişahın sadrazamlarda bulunan mührü. Buna "hâtem-i vekâlet", "hâtem-i şerif" veya "mühr-i hümayun" da denilirdi. İlk zamanlar yüzük şeklinde idi ve parmağa takılırdı. Sonraları zincire bağlı olarak sadrazamlar, boyunlarına asarlardı. Bundan ayrılmak, vazifeden azledilmek demek olduğu için; mühürü

hatt-ı şehriyari / hatt-ı şehriyarî

  • Tar: Padişahın yazısı manâsına gelen bir kelimedir. Eskiden padişahlar "hatt-ı hümayun" "hatt-ı şerif" adı verilen emirleri kendi el yazılarıyla yazdıkları gibi, başkalarına yazdırdıklarının başına da imzalarını koyarlardı. İşte bu türlü vesikalardaki padişahların el yazılarına "hatt-ı şehriyarî" de

haylulet

  • Kibir.
  • Taazzum. Gurur.
  • Su-i zan.
  • Korkmak. Tevehhüm etmek.

haza'

  • Asmacık denilen otun tohumu. (Sara hastalarına iyi gelir.)

hazine-i hümayun

  • Hazine-i Hümayun'da bulunan savaş eşyasından bir kısmının manevî değeri büyüktü. Diğer kısmının ise maddî değeri fazla idi. (Savaşlarda ele geçirilen kıymetli ganimet, padişahlardan kalmış olan değerli eşyalar gibi.)

hebid

  • Hanzal otu tohumu.

helile / helîle

  • Tıb: Tohumları tıbda müshil olarak kullanılan bir bitki.

hevl

  • Korku. Korku verici.
  • Ürkmek. Dehşet. Yılgınlık. İhtilâl-ı dimağ (beyindeki bozukluk) sebebi ile bâzı hayâli suretler tevehhüm ederek ondan korkmak.

hibab / hibâb / حباب

  • Dostluk, sevmek.
  • (Tekili: Habb) Tohumlar, taneler.
  • Haplar.
  • Haplar. (Arapça)
  • Tohumlar. (Arapça)

hıbbe

  • Hımhım otunun tohumu.

hibe

  • (Çoğulu: Hıbeb-Hıbâb) Yaban otlarının tohumu.

hibeb

  • Habbler. Taneler, tohumlar. (Hubub da denir)

hımar

  • (Çoğulu: Hamir - Humur) Eşek.
  • (Çoğulu: Humr-Humur) Kadınların başlarına sardıkları bez.

hortlak

  • Bazıların hakikatsız ve batıl inanışına göre mezarda dirilip geceleri çıkarak dolaştığı tevehhüm edilen ölü. Cadı, vampir.

hubab / hubâb

  • Daneler, tohumlar; Mesnevî-i Nûriye'de yer alan bir risale.
  • Daneler, tohumlar.

hubban

  • Habbeler, tâneler, tohumlar. (Hibeb de aynı meâldedir).

hubub / hubûb

  • Tohumlar, tâneler.
  • Tohum.
  • Tohumlar.

hububat / hububât / hubûbât

  • Tohumlar, taneli bitkiler.
  • Tohumlar, tahıl.

hulefa-i raşidin / hulefâ-i râşidîn

  • Her bakımdan olgun ve Resûlullah Efendimize uyan yüksek halîfeler mânâsına, Resûl-i ekremden (sallallahü aleyhi ve sellem) sonra sırasıyla halîfe olan hazret-i Ebû Bekr, Ömer, Osman ve Ali (radıyallahü anhüm) için kullanılan tâbir.

hulefa-i selase / hulefâ-i selâse

  • Üç halife: Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman (R.Anhüm)

hüma kuşu / hümâ kuşu

  • Devlet kuşu. (Hikâyede: Gölgesi kimin başına düşerse o padişah olurmuş, derler. Hümâyun da buradan gelmiştir. Tayr-ı hümâyun, tâlih kuşu, uğur kuşu gibi isimlerle söylenir.)

humanizm

  • (Bak: Hümanizm)

hümapervaz

  • Hümâ gibi yükseklerde uçan. (Farsça)
  • Mc: Yüksek himmetli. (Farsça)

hümat

  • (Bak: Humat)

humayun

  • (Bak: Hümâyun)

humbara

  • Küçük küp. (Farsça)
  • Ask: Demir veya tunçtan dökülmüş, içi boş ve yuvarlak olarak yapılan ve içine patlayıcı maddeler doldurularak havan topu veya elle atılan harp aleti. Havan topu ile atılana havan humbarası, elle atılana da el humbarası denirdi. (Farsça)
  • Para biriktirmek için kullanılan topr (Farsça)

humbaracı

  • Ask: Yeniçeri teşkilâtı zamanındaki topçu eri. Bu teşkilâtın mensubları havan toplarıyla humbara attıkları için bu adı almışlardı.

humbarahane

  • Humbara yapılan beylik fabrika.
  • Tar: Humbaracılar kışlası.

humeme

  • (Çoğulu: Humem) Kömür.
  • Kara kül.
  • Her ateşte yanan nesne.

hümma

  • (Çoğulu: Hümmeyât) Hastalıktan dolayı vücudda meydana gelen harâret.
  • Nöbetli hastalık.
  • Sıtma.

hummere

  • (Çoğulu: Hummer) Kaya kuşu denilen başı kızılca serçe gibi bir kuş.

hümmeyat

  • (Tekili: Hümmâ) Hastalıktan dolayı vücutta meydana gelen şiddetli hararetler, ateşler.
  • Sıtmalar.
  • Nöbetli hastalıklar.

hummisa

  • (Çoğulu: Hummis) Nohut.

humre

  • (Çoğulu: Humur) Küçük seccade.
  • Namaz kılacak yer.
  • Küçük hasır parçası.
  • Güzelleşmek için kadınların yüzlerine sürdükleri şey.

hümud

  • (Bak: Humud)

humus

  • (Bak. HUMS)

hurf

  • Üzerlik tohumu.

hüve'l-ahir / hüve'l-âhir

  • O Âhirdir; her şeyin sonunu ezelî ilmiyle belirleyen ve sonu gelen varlıkların neslini tohum ve çekirdeklerle tanzim eden ve her şeyden sonra yalnız Kendisi bâkî kalan Allah'tır.

ifrah

  • Belirsiz bir şeyi belirtme.
  • şübhe ve tereddütü giderme.
  • (Kuş) yavrulama.
  • (Tohum) yeşerme.

ihtiyat hazinesi

  • Tar: Savaş ve diğer fevkalâde masraflara karşılık olmak üzere sarayda biriktirilen paralar. Gelirleri havass-ı hümayun hâsılatı, ganimetlerin beşte biri ve başka hükümdarlardan gelen hediyelerdi. Buna "iç hazine" veya "enderun hazinesi" de denilirdi.

ikindi divanı

  • Tanzimattan evvel sadrazamların kendi konaklarında yaptıkları divanlar. Bu divan ikindi namazından sonra toplandığı için bu adı almıştı. Bâb-ı Âlî teşkilâtının ilk şekli olarak Divan-ı Hümayun, muayyen günlerde toplandığı zaman, vezir-i azamlar da divanda bitirilemeyen veya arza lüzum görülmeyen işl (Türkçe)

iksir

  • Çok te'sirli, her derde devâ sayılan mevhum cisim. Bir şeyin olmasına veya hastanın iyileşmesine sebeb olan ehemmiyetli madde.
  • Tıb: Oldukça şekerli ve kolayca alınabilen bir ilâç.
  • Eski kimyada: (Bazılarının söylediğine göre) kıymetsiz madenleri ve sair şeyleri altuna tebdile

imam-ı mübin

  • İlim ve emr-i İlâhînin bir nev'ine bir ünvandır ki, âlem-i şehadetten ziyade âlem-i gayba bakıyor. Yani, zaman-ı halden ziyade mazi ve müstakbele nazar eder. Yani, her şeyin vücud-u zahirîsinden ziyade aslına, nesline ve köklerine ve tohumlarına bakar.

imza-yi padişahi / imza-yi padişahî

  • Padişahın imzası. Osmanlı Padişahları tarafından vaktiyle hükümdarlara yazılan name-i hümayunların kenarlarına altun yaldızla imza konurdu. Bunlara imza-yı padişahî denilirdi.

inbat

  • Nebâtı bitirme. Tohumu yere dikip yeşillendirme. Nebâtın bitmesini sağlama.

inficar / inficâr

  • Tan yeri ağarma. Fecir sökme.
  • Tohumun yerde çatlaması.
  • Suyun, yerden kaynayıp çıkması.
  • Tan yerinin ağarması, tohumun çatlaması.

infitahiyyet

  • Kapalılığın açılıp inkişaf etmesi. (Tohumların açılarak nebât hâline gelmesi gibi olan hâl.)

intaş

  • (Tohum) toprakta çimlenme.

isfendan

  • Beyaz biber tohumu. (Farsça)
  • Akçaağaç. (Farsça)

ismail aleyhisselam / ismâil aleyhisselâm

  • Yemen'den gelip Mekke ve civârına yerleşen Cürhüm kabîlesine gönderilen peygamber. Kur'ân-ı kerîmde ismi geçen peygamberlerden. Peygamber efendimizin dedelerindendir. Cürhüm kabîlesine peygamber olarak gönderildi. İbrâhim aleyhisselâmın oğludur. Anne si Hacer Hâtun'dur.

ismat

  • Susturma, sükut ettirme.
  • Men'etmek.
  • Tecvidde : Harfi söylerken lisana ağır geldiğinden, kendilerinden yalnız aslı rübâî olanlar ile, hümasi olanların terkibi men' edilmişti. İsmât sıfatının harfleri; izlâk sıfatının harfleri olan on altı harf ile harf-i meddin maadası olan on

istiare

  • Ariyet istemek. Ödünç almak. Birinden iğreti bir şey almak.
  • Edb: Bir kelimenin mânasını muvakkaten başka mânada kullanmak; veya herhangi bir varlığa, ya da mefhuma asıl adını değil de, benzediği başka bir varlığın adını verme san'atına istiare denir.Cesur ve kuvvetli bir insana "arsl

istiare-i mekniye

  • (Kapalı istiare) Teşbihin temel unsurlarından yalnız benzetilenle yapılan istiare. Meselâ: Merhum Mehmed Akif'in:Şu karşımızda mahşer kudursa, çıldırsa,Denizler ordu, bulutlar donanma yağdırsa,Değil mi ortada bir sine çarpıyor, yılmaz.Cihan yıkılsa, emin ol bu cephe sarsılmaz...beyitlerinde düşman k

istidad vermek

  • Yetenekli kılmak, filiz verecek tohumlar hâline getirmek,.

istidrak

  • Nâil olmak, ulaşmak, varmak.
  • Anlamak.
  • Gr: Bir kelimeyi, evvelki sözden neş'et eden bir tevehhümü kaldırmak için kullanmak.

kaddesallahü teala esrarehümül'aziz / kaddesallâhü teâlâ esrârehümül'azîz

  • Daha çok tasavvuf büyüklerinin, evliyâ zâtların isimleri anılınca ve yazılınca söylenen veya yazılan Allahü teâlâ onların kıymetli sırlarını temiz, mübârek eylesin mânâsına duâ ve saygı ifâdesi. Bir kişi için Kaddesallahü sırrehü; iki kişi için Kadde sallahü sırrehümâ denir.

kahm

  • (Kuhum) : Düşünmeden kendini bir iş içine atmak.

kılkıl

  • Siyah tohumlu bir ot.

kişniş

  • Güzel kokulu bir tohum olan karakimyon.

kuddise sirruh

  • Daha çok Allahü teâlânın sevdiği kullar olan evliyâdan birinin ismi anılınca veya yazılınca, onun sırrı (içi) temiz ve mübârek olsun mânâsına söylenen veya yazılan duâ, hürmet ve saygı ifâdesi. İki kişi için "Kuddise Sirruhümâ" ikiden çok için "Kuddi se sirruhüm" denir.

kümte

  • Kızıllık, kırmızılık, humret.

kurtum

  • (Çoğulu: Karâtım) Usfur otunun tohumu.

küsfüre

  • Kanbel otunun tohumu.

lahn

  • Güzel ve kaideli ses.
  • Nağme.
  • Kaideye uymayan yanlış okuyuş.
  • Usulüne uygun okumak.
  • Sadece muhatabın anlıyacağı şekilde remizle söz söylemek.
  • Meyl.
  • Fehmeylemek.
  • Lisan.
  • Lügat. Fetva. Mânâ. Mefhum.

lakinne / lâkinne

  • İstidrak edatıdır. İdrak istemek, anlamak istemek edatıdır ve bulunduğu kelimede bir şeyin anlamak istendiğini bildirir. Evvelki sözden neş'et eden bir tevehhümü kaldırmak için kullanılır.

lebbeyk

  • Hac, umre veya her ikisini yapmak üzere niyyet ederken yâni ihrâma girerken başlayıp, Mina'da Cemre-i akabede (büyük cemrede) şeytan taşlanırken atılan ilk taşla söylemesi son bulan mübârek sözler: Lebbeyk Allahümme lebbeyk, lebbeyk lâ şerîke leke lebbeyk innelhamde venni'mete leke vel-mülke

ma'rife

  • Mânâ ve mefhumu belirtilmiş olan söz, belirli.

maa

  • (Beraber) mânasında bir kelime olup, iki türlü kullanılır:1- İzafetle (tamlama hâlinde):a) Zarf olarak: (Celestü maa zeydin: Zeyd ile beraber oturdum)b) Sıla (cümlecik) olarak: (Musaddıkan lima maaküm: Sizdekini tasdik ederek)c) Haber olarak: (Vehüve maahüm: O, onlarla beraberdir.)2- İzafetsiz: Bu t

maddiyyun

  • (Maddiyun) Maddeciler. Her şeyin esası madde olduğunu iddia edip, ruhaniyatı inkâr eden dinsizler. Her şeyi madde ile ölçenler. Masnuât-ı İlâhiye olan mahlukatı ve zerrelerin muntazam hareketini, tesadüf eseri gibi kabul ve tevehhüm edip dinsizliğe yol açmağa çalışanlar.

mahmum

  • Hummaya, sıtmaya tutulmuş. Sıtmalı olan. Ateşli olan. Mecnun. Saçma sapan konuşan.

mana mertebeleri

  • Kur'an-ı Kerim'deki âyetlerin anlaşılmasında bilinen muhtelif ma'nâlar. Zâhirî, bâtınî, sarihî, harfî, ismî, işarî, remzî, mecazî, mefhumî, riyazî mânâlar gibi.

mantuk

  • Bir lâfzın nutuk hâlinde, söz sahasında üzerine delâlet ettiği şey. " Şu kitabı satın aldım", sözünde bu lâfzın mantuku, o kitabın satın alınmış olmasıdır.
  • Söz, nukut, mânâ, mefhum.
  • Söylenmiş, denilmiş, söz, kelam, nutuk, mefhum.

mazamin / mazamîn

  • (Tekili: Mazmun) Mânâlar, mefhumlar, kavramlar.
  • Ödenmesi gereken şeyler.
  • Cinaslı, nükteli sözler.

mazarrat-ı mütevehhime

  • Tevehhüm olunan, geleceği sanılan zararlar.

mazmun

  • Meâl. Mâna. Mefhum.
  • Nükteli, san'atlı, ince söz.
  • Ödenmesi lâzım olan.
  • Fık: Gasb, telef veya zulüm sebebi ile ödenmesi lüzum etmiş şey.

meal / meâl

  • (Geri dönmek ve rücu eylemek. den) Meydana gelen netice. Mefhum.
  • Mânası. Kısaca mânası.
  • Kaymak.
  • Husul yeri, peyda olunacak yer.
  • Son, sonuç.

medlul

  • Delâlet olunan. Gösterilen.
  • Mânâ. Meâl. Mefhum. Delil getirilen şey. Bir kelime veya bir işâretten anlaşılan.

mefahim / mefâhim / mefâhîm / مفاهيم

  • Mefhumlar. Anlaşılan şeyler. Anlaşılan mânâ ve mefhumlar.
  • Mefhumlar, anlaşılan şeyler; kavramlar.
  • Mefhumlar, kavramlar.
  • Mefhumlar. (Arapça)

mefhum / مفهوم

  • Kavram. (Arapça)
  • Mefhûm olmak: Anlaşılmak. (Arapça)

mefhum-ı muhalif / mefhûm-ı muhâlif

  • Lafızda zikredilmeyen mânânın, bizzat zikredilen mânâya, hükümde zıt olan mânâ. Mefhûm-ı muhâlif; Şâfiîlere göre, hüküm için sahîh, mûteber bir delîl olduğu hâlde, Hanefîlere göre böyle değildir.

merira

  • Buğday arasında olan acı bir tohum.

meth

  • Yerinden koparmak ve çıkarmak.
  • Cima. Tohum bırakmak için çekirgenin kuyruğunu yere sokması.
  • Vurmak ve uzaklaştırmak.

mevhumat / mevhumât

  • Mevhumlar. Asılsız olduğu hâlde zihinde meydana gelen şeyler.

mezari'

  • (Tekili: Mezru) Sürülüp tohum atılmış ve zirâat olunmuş yerler, tarlalar.

mezraa-i hububat

  • Tohumların ekildiği tarla.

mezru'

  • Ekilmiş. Tohum ekilmiş yer.

mezruat / mezrûât

  • Tarlaya ekilen tohumlar.

mibzer

  • Tohum ekmekte kullanılan bir âlet.

mihail

  • Resul-i Ekremin (A.S.M.) geleceğini haber veren ve bir ismi de Mişâil olan eski zaman Peygamberlerinden bir Zâttır. Kitabının 4. bab'ında: "Ahir zamanda bir ümmet-i merhume kaim olup, orda hakka ibadet etmek üzere, mübarek dağı ihtiyar ederler. Ve her iklimden oraya birçok halk toplanıp Rabb-ı Vâhid

mihver-i alem / mihver-i âlem

  • Arzın merkezinden geçerek semâ küresini her iki tarafta kesen mevhum hat.

minh

  • (Çoğulu: Minhüm) Ondan. (Müzekker hâli.)

mübezzir

  • Tohum eken âlet.

mücerredat / mücerredât

  • (Tekili: Mücerred) Mücerred mefhumlar. Mücerredler.

müedda

  • (Edâ. dan) Mânâ, anlam, mefhum, kavram.
  • Eda olunmuş.

muhalefet-ün li-l havadis

  • Cenab-ı Hakk'ın ne zâtında ne sıfâtında (mevcud olsun, mevhum olsun, muhayyel olsun), hiç bir şeye hiç bir cihette benzememesi.

müstefad

  • (Feyd. den) Anlaşılıp istihrac olunan.
  • Kazanılmış olan, istifade edilmiş.
  • Mâna, mefhum.

mütehamik

  • (Humk. dan) Kendisini ahmak gibi gösteren.

mütehammik

  • (Humk. dan) Ahmak gibi konuşan veya ahmakçasına hareketlerde bulunan. Ahmaklaşan.

mütehammız

  • (Humz. dan) Ekşiyen, tahammüz eden.

mütevehhimin

  • (Tekili: Mütevehhim) (Vehm. den) Tevehhüm edenler, evhamlananlar.

müzerri'

  • (Zer'. den) Tohum eken makine.

namık kemal

  • (Mi: 1840 - 1888) Tekirdağ'lı olup İslâm mücahidlerindendir. Yeni Osmanlılık hareketine vatan mefhumunu sokmuş, "Firâki, hapsi, nefyi kadr-i nâmusumla gördüm hep" diye haklı olduğunu dâima müdâfaa etmiştir. Ehl-i kemâl bir zat olduğu, davasının istikameti ve samimiyetinden anlaşılır.Hayatının sonlar

nehem

  • (Nehim - Menhum) Aç gözlü oluş. şikemperver olmak. Doymak bilmemek. Bir şeye çok düşkün, şehvetli, haris.

nüşut

  • Tohumun baş vermesi, uç göstermesi.

nutfe

  • Bel suyu, meni, insan ve hayvan tohumu.

otağ

  • Padişahlarla vezirlere mahsus çadırlar. Bunlardan padişahlarınkine "Otağ-ı Hümayun", sadrazamınkine ise "Otağ-ı Asafî" denilirdi.

radıyallahü anh

  • Daha çok Eshâb-ı kirâmdan birinin ismi anıldığı veya yazıldığı zaman söylenen ve yazılan "Allahü teâlâ ondan râzı olsun" mânâsına duâ, hürmet ve saygı ifâdesi. İki kişi için Radıyallahü anhümâ, ikiden fazlası için Radıyallahü anhüm denir.

radıyallahü teala anha / radıyallahü teâlâ anhâ

  • Hanım sahâbîlerden birinin ismi anılınca veya yazılınca söylenen "Allahü teâlâ ondan râzı olsun" mânâsına duâ, hürmet ve saygı ifâdesi. İki hanım sahâbî için (Radıyallahü teâlâ anhümâ" ve ikiden çok için "Radıyallahü anhünne" denir.

rahimehullah

  • Daha çok Eshâb-ı kirâmdan başka İslâm büyüklerinden birisinin ismi anıldığı veya yazıldığında, söylenen ve yazılan, Allahü teâlâ ona rahmet eylesin mânâsına, duâ, hürmet ve saygı ifâdesi. İki kişi için rahimehumallah daha çok kimse için, rahimehumullah denir.

rihme

  • (Çoğulu: Ruhum-Rihâm) Yağmur çisintisi.

ruh-u acizane / ruh-u âcizâne

  • Âciz ruhum anlamında, tevazu ifadesi olarak kullanılan söz.

saat-i hardal-misal

  • Tohum küçüklüğünde olan saat.

safahat

  • (Tekili: Safha) Safhalar.
  • İstiklâl Marşı şâiri Merhum Mehmed Akif'in manzum eserinin adı.

şahdane

  • İri inci tanesi. (Farsça)
  • Kenevir tohumu. (Farsça)

salat u selam / salât u selâm

  • Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem ism-i şerîfleri anılınca, işitilince veya yazılınca söylenen veya yazılan hayır duâlardan ibâret olan sözler yâni sallallahü aleyhi ve sellem, Allahümme salli ve sellim alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammed, Essalâtü ves-selâmü aleyk

salvele

  • Allahümme salli alâ Muhammed ve benzeri salât u selâm denilen ve Peygamber efendimize okunan hayır duâ.

sebtel

  • Ot tohumundan bir tohum.

şehdanec

  • İncinin irisi ve iyisi.
  • Kendir otunun tohumu.

sehem

  • (Çoğulu: Sihâm-Eshüm-Sehmân) Ok.
  • Nâsib.

şekil

  • (Şekl) Biçim, dış görünüş. Çehre. Tarz. Formül.
  • Şebih ve misil.
  • Hey'et.
  • Suret. Surette benzerlik.
  • Bir adamın tab' ve hevasına muvafık olan şey.
  • Muhtelif, müşkil işlerin her biri.
  • Birşeyin gerek hissedilen ve gerek mevhum sureti.
  • Geo: Bi

şeş-ebrar

  • Altı aded hayır sahibi ki, bunlar: Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin'dir (Radıyallahu anhüm).

şeylem

  • Sarhoşluk veren ve bazan buğdayların arasında çıkan siyah bir tohum.

sıbteyn-i mükerremeyn

  • Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın iki mübârek torunu; hazret-i Hasan ve hazret-i Hüseyn (radıyallahü teâlâ anhümâ).

tahmik

  • (Humk. dan) Ahmak demek, ahmak olduğunu söylemek.

tahmis

  • (Hums. dan) Bir şeyi beş kat veya beş köşe haline getirmek.
  • Edb: Bir şiirin her beytine üçer mısra ilâve ederek beşe çıkarmak.

talam

  • Esrar otunun tohumu.

tanzimat-ı hayriye

  • Osmanlı Devletinde Sultan Abdülmecid zamanında başlayan ve (1839-1876) tarihleri arasındaki devreye Tanzimat-ı Hayriye denir. Sözde ıslahat için çalışılan devirdir. Bu, Gülhane Hatt-ı Hümayunu namında padişah fermanı ile başlatıldı. Bu devirde her şey yeniden tanzim edilecekti, yeni müesseseler kuru

tarahhum

  • (Bak: Terahhum)

tebzirat / tebzirât

  • (Tekili: Tebzir) İsraflar.
  • Tohum saçmalar.

tefattun

  • Tefehhüm. Sür'atle anlama, idrak etme.
  • Ufalanma.

tefehhüm / تفهم

  • Anlama. (Arapça)
  • Tefehhüm etmek: Anlamak, farkına varmak. (Arapça)

tefehhümat / tefehhümât

  • (Tekili: Tefehhüm) Farkına varmalar, yavaş yavaş anlamalar.

tehamuk

  • (Humk. dan) Kendini ahmak gösterme.

telbiye

  • "Lebbeyk, Allâhümme lebbeyk, lebbeyk lâ şerîke leke lebbeyk. İnnel hamde ven-ni'mete vel-mülke lâ şerîke leke" sözlerini söylemek.
  • "Lebbeyk Allahümme Lebbeyk" demek.

terahhum / ترحم

  • Acıma, merhamet etme. (Arapça)
  • Terahhum etmek: Acımak, merhamet etmek. (Arapça)
  • Terahhum kılmak: Acımak, merhamet etmek. (Arapça)

terahhumat / terahhumât

  • (Tekili: Terahhum) Acımalar, merhamet etmeler.

terehhüm

  • (Bak: Terahhum)

tersi'

  • Oymacılık.
  • Mücevherler takarak süslemek.
  • Edb: Bir beyti teşkil eden mısralar ile bir fıkrayı terkib eden cümlelerdeki lâfızları vezin ve kafiye itibari ile birbirine uygun olarak tertib etmektir. Külfetli ve gayr-ı tabii bir usuldür. Meselâ: Merhum Namık Kemâlin:Ecza-i beşer

teslis

  • Üçleme. Hristiyanların sonradan uydurdukları ve dinlerinin esasında olmayan bir akidedir ki; bazılarının hâşâ, Cenab-ı Hakk Üçdür, bazıları da Üçü birdir diyerek, Allah'a şerik ve ortak tanımaları. Cenab-ı Hakk'ı Üç Unsurdur diye tevehhüm etmeleri. (Ekanim-i selâse de denir.)

tevehhüm-ü küfür

  • Küfrü tevehhüm etme; küfür olmadığını kesin bildiği halde, küfürmüş gibi vehimlenme.

tılsım

  • Herkesin bilip çözemediği gizli şey.
  • Gizli sır. Fevkalâde kuvvet ve te'siri hâiz olan şey.
  • Definenin bulunmasına mâni olan mevhum şey.

tohum-u fesad

  • Bozgunculuk tohumu.

tuhm / تخم

  • (Çoğulu: Tühum) Her yerin ve her köyün nihayeti.
  • Tohum. (Farsça)

ülkü

  • Bazı öz türkçecilik taraftarlarınca kullanılmış bir kelimedir. Divan-ı Lügat-ıt Türk'te "Peyman" mânasına geldiğine merhum A. Hamdi Elmalılı işaret ediyor: "Ahd ü misak" da denir. Emanî, ideal mânâsına kullananlar varsa da yanlıştır.

vasati saat / vasatî saat

  • Hakiki güneşe tâbi olmak üzere, muntazam hareket ettiği tasavvur olunan mevhum bir güneşin, o yerin nısfun nehârından (meridyeninden) arka arkaya iki defa geçişi arasındaki zamanın yirmi dörtte biri.

yezdan

  • Cenab-ı Hak. (Farsça)
  • (Mecusilerce) : Hayırları yaratan hayır ilâhı dedikleri mevhum mâbud. (Farsça)

zehim

  • (Çoğulu: Zühüm) Yağlı ve kirli.

zer'

  • Yaratmak.
  • Yere tohum saçmak.
  • Ekilmiş. Ekme. Tohum ekme.
  • Yetişmiş ekin.
  • Çoğaltma.
  • Halketme, yaratma.
  • Tohum ekme.
  • Ağzından dişlerin dökülmesi.
  • Saç ağarması.
  • Perde, hâil.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın