Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
Hoş
ifadesini içeren
468
kelime bulundu...
merhaba
"Hoş geldiniz" mânâsına iltifât tâbiri.
"Râhat oturun" mânâsına bir iltifat tâbiri.
a'mar
(Tekili: Ömr) Ömürler, yaşayışlar.
Mes'ut hayat. Hoşa gidecek garib ve tuhaf şeyler.
Sinler, yaşlar.
a'zeb
Çok tatlı. Pek hoş.
abdar / âbdâr / آبدار
Sulu.
(Farsça)
Parlak.
(Farsça)
Hoş.
(Farsça)
aceb
Taaccüb, şaşma, hayret.
Garib, hoş, lâtif ve nâdir-ül vücud olduğundan bir şey için inkâr ve istiğrab etme hâli.
adab-ı muaşeret / âdâb-ı muaşeret
Beraber yaşayışta, hoş ve İslâmca yaşama ve geçinme usulleri. Peygamberin (A.S.M.) sünnetine uygun olan hareket. İnsanlara karşı edebli olma, insanca ve İslâmca yaşama âdâbı. Adâba dair sünnet-i peygamberiyeye uymak.
adem-i rıza
Hoşnutsuzluk, memnun olmama.
adem-i tezkiye
Temize çıkarmama; hoş görmeme.
aheng-i ruhani / âheng-i rûhanî
Rûhanî âhenk, rûhun hoşuna giden âhengi.
ahsenü'l-kasas
Kur'ân'daki kıssaların en hoş ve güzel olanı.
alem-i istiğrak ve sekir / âlem-i istiğrak ve sekir
Kendinden geçme ve mânâ alemindeki sarhoşluk âlemi.
alempesend / âlempesend
Bütün herkesin hoşuna gidip beğendiği şey.
(Farsça)
alkol
Mayalanmış içkilerin damıtılmasıyla elde edilen sıvı madde. Sarhoş edici etkisi vardır. Alkollü içkiler hem beden sağlığına, hem de ruh sağlığına zararlıdır. Dinimizde her türlü alkollü içkinin azı da çoğu da haramdır.
(Fransızca)
ank
Kapı, bâb.
Güzel, hoş, gökçek olmak.
atayıb
(Tekili: Atyeb) En iyiler. Çok hoş olanlar.
avam-firib
Halkın hoşuna gidecek tarzda hareket eden, halkı avlıyan, demagog.
(Farsça)
avamperestane nümayiş
Avamca gösteriş, halka hoş görünmek için farklı tarzlara yeltenme.
avarız-ı müktesebe
Cehil, sarhoşluk, hezel, sefeh, hata, ikrah gibi insanın ibtidâen dahli bulunan şeyler.
ayyaş
Haram içki içen. şarhoş.
Alkolik, sarhoş.
azade-hatır / azade-hâtır
Başı dinç, gönlü hoş olan.
(Farsça)
azb
Tatlı, lâtif, hoş ve şirin olan yiyilecek ve içilecek şey.
Fazla susuzluktan yemek yemeği terketme.
Men'etme.
Feragat.
azik
Hoşa giden.
azumet / azûmet
Eğlence. Neşeli ve hoşça vakit geçirten şey.
bad-ı saba / bâd-ı sabâ
Baharda esen hafif ve hoş rüzgar, seher yeli.
bahira / bahîra
Süryâni rahiblerindendir. Zamanın ilim ve fenlerine vâkıf ve bilhassa hey'et ve nücumda ihtisas sahibiydi. Bu sebepten rahiblerin câhilleri kendisinden hoşlanmazlardı. Hazret-i İsâ'nın ulûhiyetini ve Hz. Meryem'in ümmullah olduğunu inkâr ve ilân ettiğinden, bulunduğu manastırın reisi tarafından kovu
barid / bârid
Soğuk, bürudetli.
Mc: Hoş olmayan.
Soğuk.
Letafetten uzak nâhoş.
bed-ram
Lâtif, hoş, yakışıklı, süslü.
(Farsça)
Sert başlı at.
(Farsça)
Dâima, devamlı.
(Farsça)
bedihe-gu / bedihe-gû
Güzel ve hoş söz söyleyen. Tatlı söz söylemeye alışık olan kimse.
(Farsça)
bedmest
Kendinden geçmiş derecede sarhoş.
(Farsça)
bekri / bekrî
Erken. Sabah.
İçkiye çok düşkün. Sarhoş.
belde-i tayyibe
Güzel ve hoş belde. Medine-i Münevvere.
benne
(Çoğulu: Binân) Güzel, hoş koku.
berfend
Asker, nefer, er.
(Farsça)
Güzel ve hoş söz.
(Farsça)
Derin yer.
(Farsça)
berş
Afyon şurubu, keten yaprağı ile yapılan bir nevi sarhoş edici mâcun.
(Farsça)
Arzu, gönül isteği.
(Farsça)
beşam
Hicaz'da yetişen bir cins ağaçtır ki, hoş kokuludur ve dallarından misvak yapılır.
beşuşane / beşûşâne
Güler yüzlüce. Hoş olarak.
(Farsça)
bezle
Lâtife, hoşa giden kibar ve nâzik söz. Şaka tarzında söylenen söz.
(Farsça)
Ahenk ile okunan şiir.
(Farsça)
bihoş / bîhoş
İyi ve hoş durumda değil, hâl ve durumu kötü.
canperver
Kalbi ferahlandıran. Ruha hoş gelen.
(Farsça)
cazib
Çekici, cazibeli.
Hoş görünüşlü olup dikkati çeken.
cem'
Birleştirme, bir araya getirme.
İkindi namazını öğle namazıyla, yatsı namazını akşam namazıyla birlikte kılma.
Tasavvufta bir makam. Fenâ ve sekr (mânevî sarhoşluk) makâmı da denir.
cemile
Hoşa gitmek için yapılan hareket.
çeşm-i mest
Sarhoş göz, mest olmuş göz.
ceyyid
İyi, güzel, hoş. Saf.
İyi, güzel, hoş.
cilve
Esmâ-i İlâhînin tecellisi.
Tecelli.
Güzellere yakışır duruş ve davranış. Dilberâne hareket. Naz ve edâ. Hoşa giden görünüş.
cilveli
Güzel ve hoş bir şekilde görünme.
cins-i latif
Lâtif ve hoş cins, nev. İnsanlar nev'inde kadın.
dalkavuk
Menfaati için hoş görünmeye çalışan, yağcılık ve soytarılık eden.
dav'
Hoş kokular kokmak. Depretmek.
deh
İyi hoş. Lâtif, güzel.
(Farsça)
Tabur.
(Farsça)
Saf.
(Farsça)
demagoji
yun. Halkı kendi menfaati için okşama siyâseti. Halkın hoşuna gidecek sözlerle insanların sevgisini kazanarak kendi maksadını elde etmeğe çalışmak. Halk avcılığı. Cerbeze.
demdeme
Hiddetli söz. Avâz. Hoşa gitmeyen sesler.
(Farsça)
Sinek vızıltısı.
(Farsça)
Öğütmek. Sürte sürte ezmek.
(Farsça)
Azab vermek, eziyet etmek.
(Farsça)
Hile.
(Farsça)
Davul.
(Farsça)
şöhret, nam, ün.
(Farsça)
deri
Farsçanın sahihi, fasih olanı. (Kapı demek olan "der" ismi Farsça olduğu halde Arapça sayılarak müennesi "deriyye" yapılmıştır.)
(Farsça)
Havası hoş ve lâtif. Yeşilliği bol olan dağ eteği.
(Farsça)
devr-i dil-ara / devr-i dil-ârâ
En hoş devir. Gönlü hoş eden zaman.
dil-baz
Güzel konuşan. Sözü ve işi hoş olan. Gönül eğlendiren.
(Farsça)
dil-huş
Yüreği rahat, gönlü hoş.
(Farsça)
dil-nişin / dil-nişîn
Gönlüde yer tutan. Lâtif, hoş.
(Farsça)
Hoşa giden, kalpte yerleşen.
dil-şad
Sevinmiş. Kalbi hoş olmuş.
(Farsça)
dilnişin / dilnişîn / دلنشين
Makbul, hoş.
(Farsça)
dilşad / dilşâd
Gönül hoşluğu.
Gönlü hoş olmuş.
efika
Fenâ, hoş olmayan, çirkin ve kötü şey.
ehl-i hevesat / ehl-i hevesât
Nefsin hoşlandığı, gelip geçici istek ve arzuların peşinde olanlar.
ehl-i sekr
Aklı ile hareket edemeyip hissi ve zevki ile hareket eden, sarhoş.
(Farsça)
Tas: İlâhî bir tecelli ile istiğrak halinde olanın kendinden geçmesi hali.
(Farsça)
ehlen sehlen
Hoş safa geldiniz.
ehlen ve sehlen
Hoş geldiniz, sefa geldiniz.
Hoş geldiniz, safâ geldiniz (meâlinde söylenir.)
ehlen-sehlen
Hoş geldiniz.
ejgan
(Ejgehân) : Tenbel, miskin, iş yapmaktan hoşlanmayan.
(Farsça)
elhubbu-lillah
Allah için sevmek. Muhabbet, dostluk, sevgi sırf Allah içindir. Hoş geçim, insanlara olan muhabbet Cenab-ı Hakk'ın rızası içindir.
eltaf / eltâf / اَلْطَفْ
Daha lâtif. Daha hoş. Çok lâtif.
Lütuflar, en latîf, en hoş.
Çok hoş, daha güzel.
emare-i rıza
Hoşnutluğun işareti.
enfes
Daha hoş. Çok hoş. Daha iyi. Pek nefis.
Pek nefis, çok hoş.
enis
(Üns. den) Dost, arkadaş, ünsiyet edilmiş olan. Alışılmış, kendisi ile ülfet edilmiş olan. Sevgili.
Sulu ve ağaçlı yerlerde bulunan ve sesi gayet hoş bir kuş. Çeşitli nağmelerde öter, kâh deve gibi kükrer ve at gibi kişner; insana alışır.
Yaban horozu.
enuşe
Hoş, mes'ut, saadetli.
(Farsça)
Genç padişah.
(Farsça)
şarab, içki.
(Farsça)
erec
Güzel ve hoş koku. Misk ü anber ve ıtır gibi şeylerin güzel kokusu.
ergande
Hırslı, öfkeli.
(Farsça)
İçkiye düşkün olan sarhoş.
(Farsça)
eric
Güzel koku. Misk, anber ve ıtır gibi hoş ve lâtif olan şeylerin kokusu.
esrik
Sarhoş, mest.
Azgın, kızgın.
Zayıf, hasta, hâlsiz, dermansız, tâkatsiz.
evreng
Taht, evrend.
(Farsça)
Şan, şeref, nâm.
(Farsça)
Zinet, süs.
(Farsça)
Akıl, irfan.
(Farsça)
Ağaç kurdu.
(Farsça)
Hoş hâllilik, hâlin hoşluğu.
(Farsça)
Hile, desise, hud'a, aldatma, oyun.
(Farsça)
Yakışıklılık.
(Farsça)
ezhar-ı latife / ezhâr-ı lâtife
Hoş, güzel çiçekler.
felence
Hoş kokulu sarı renkli bir tohumdur. Yemen'den gelir.
Besbâse yaprağı.
felsefe
Yunanca (Philosophos)dan Arapçalaşmış. Feylesofların mesleği.
İlm-i hikmet.
Maddeyi, hayatı ve bunların çeşitli tezâhürlerini, sebeblerini, ilk unsurları ve gaye cihetinden inceleyen fikri çalışma ve bu çalışmaların neticelerini toplayan ilim.
Herkesin hususi fikri. M
feza-yı latif / fezâ-yı lâtif
Güzel, hoş uzay.
fıkarat-ı latife / fıkarât-ı latife
Hoş ve lâtif hikâyeler.
fükahet
(Çoğulu: Fükâhât) Hoşa giden söz, lâtife, şaka, mizah.
füvh
(Çoğulu: Efvâh) Hoş koku.
galiye
Galeyan eden.
Değerinden çok pahalı.
Misk ve amberden yapılmış meşhur koku.
Hoş kokulu kıymetli madde.
ganiye
Çok hoş, çok lâtif.
Kadın şarkıcı.
Zengin kadın veya kız.
gaşan
(Gaşayân) Gönül dönmek.
Akıl gidip, bihoş olmak.
geş
Edâ ve naz yaparak yürüme.
Lâtif, hoş, güzel.
gibet / gîbet
Bir kimsenin, yüzüne karşı söylendiği zaman hoşlanmayacağı, kalbinin kırılacağı bir sözünü, hâlini veya hareketini, arkasından, bulunmadığı yerde söylemek, hareketiyle göstermek veya îmâ etmek. Dedi-kodu.
gıybet / غِيْبَتْ
Arkadan çekiştirmek. Hazır olmayan birisinin aleyhine konuşmak. Birisinin gıyabında hoşuna gitmeyen bir şeyi söylemek.
Arkadan çekiştirmek; hazır olmayan birisinin aleyhinde hoşlanmayacağı şekilde konuşmak.
Orada bulunmayan biri hakkında onun hoşuna gitmeyecek şeyler söyleyip ileri geri konuşma.
Birinin ardından hoşlanmayacağı şekilde konuşma, çekiştirme, dedikodu.
gülnefesi / gülnefesî
Lâtif ve hoş sözlülük.
(Farsça)
Güzel kokulu olmak.
(Farsça)
güvar
Hazmı kolay olan ve zaikaya hoş gelen, nefsin meylettiği şey.
güvarai / güvaraî
Tatlılık, hoşa gitme.
güzeşt / گذشت
Geçiş.
(Farsça)
Hoşgörü.
(Farsça)
habbeza
"Ne güzel, ne sevimli, ne hoş" mânâsında bir takdir edatıdır.
hadd-i sekr
Fık: Şarap haricindeki diğer içkilerin bil'ihtiyar içilmesinden hâsıl olan sarhoşluğun icab ettirdiği ceza.
hafif-ür ruh
Ruhu hafif olan, hoşsohbet.
hal-i sekir
Sarhoşluk hâli, durumu.
halas
Üzüm ağacına benzer bir ağaç (yanındaki ağaca sarılır gider; hoş kokusu vardır; akik gibi taneleri olur.)
halavet / halâvet
Şirinlik, tatlılık, hoşluk.
halim / halîm
Yumuşak huylu. Hoş muamele yapan.
hamr
Ekşi. Şarap. İçki olup sarhoşluk veren şey.
Birine bâde içirmek.
Bir hususu söylemeyip setreylemek. Ketmeylemek.
Şarab, sarhoşluk veren içki.
hannan / hannân
Rahmetin en hoş cilvelerini gösteren ve çok merhametli olan Allah.
hannan-ı mennan / hannân-ı mennân
Rahmetlerin en hoş cilvesini kullarına bağışlayan ve sonsuz minnete lâyık olduğunu gösterecek şekilde kullarını nimetlendiren Allah.
harab / harâb / خراب
Yıkık, harap.
(Arapça)
Fitil gibi sarhoş.
(Arapça)
Harâb etmek:
Yıkmak, bozmak, tahrip etmek.
(Arapça)
Harâb olmak:
Yıkılmak, bozulmak, kırılmak.
(Arapça)
hava-i nesimi / hava-i nesîmî
Hafif ve hoşça esen rüzgâr, tatlı, hoş hava.
hava-yı nesim / havâ-yı nesîm
Hoş ve hafif rüzgar havası.
hava-yı nesimi / havâ-yı nesîmî
Tatlı ve hoş bir şekilde esen rüzgar.
haz
Zevk, hoşlanma.
hazim / hazîm
Sarhoş. İçki içip akli müvazenesini kaybetmiş olan.
hazz
Sevinç duyma. Hoşlanma. Zevklenme. Saadet. Tali'. Nasib. Nimet ve süruru mucib şey.
Haz, hoşlanma.
hazz-ı nefsani / hazz-ı nefsânî
Nefsin hoşuna giden zevk ve lezzet.
hazzetmek
Hoşlanmak, zevk ve lezzet almak.
herkele
İncelik, nezafet, hoşluk, letâfet.
İnce, zarif, lâtif, hoş.
heva / hevâ
Heves, istek, arzu, sevgi, hoşlanma.
Nefsanî zevklere uyma.
heva ve heves / hevâ ve heves
Nefsin hoşuna giden faydasız ve gelip geçici arzular, hisler.
heva-i nesim
Güzel, lâtif, hoş hava. Lâtif mânevi gıda.
(Farsça)
Hava (Atmosfer.)
(Farsça)
heves
Gelip geçici istek. Nefsin hoşuna gitmek. Devran edip gezmek. Akıl ile olmayıp nefis ile olan istek.
hitamuhu miskün
Onun mühürü (sonu) misktir, meâlinde Mutaffifîn Suresi'nin 26. âyetinden bir kısımdır. Onda Cennet nimetlerinden bahsedildiği gibi, bu kelâm tatbikatta sözün, sohbetin sonunu hoş ve güzel sözle bitirmeğe denilir.
hoşa
Ne güzel, ne iyi, ne hoş.
(Farsça)
hoşab / خوشاب
Suyu, havası iyi olan yer. Parlak, berrak. Elmas, inci gibi şeylerin parlaklığı.
(Farsça)
Hoşaf.
(Farsça)
Hoşaf, komposto.
(Farsça)
hoşaf / خوشاب
Hoşaf, komposto.
(Farsça)
hoşamed / hoşâmed
Hoş geldi.
(Farsça)
hoşamed gu / hoşâmed gû
Hoş geldin, diye söyleyen.
(Farsça)
hoşamedgu / hoşâmedgû / خوش آمد گو
Hoşgeldiniz diyen.
(Farsça)
hoşamedi / hoşâmedî
Hoşgeldin.
Hoş geldin demek, hoş geldine gitmek.
Hoş geldin deme.
hoşamedi etme / hoşâmedî etme
Karşılama, hoş geldin deme.
hoşayende
(Çoğulu: Hoşâyendegân) Hoşa giden, hoşlanılan, beğenilen.
(Farsça)
hoşbu / hoşbû / خوشبو
Güzel kokulu, hoş kokan.
(Farsça)
Hoş kokulu.
(Farsça)
hoşdil
Memnun, neşeli. Gönlü hoş.
(Farsça)
hoşeda
Hareket ve davranışı hoş ve güzel olan.
(Farsça)
hoşelhan
Güzel ve hoş makale okuyan.
(Farsça)
hoşgu / hoşgû
Hoş konuşan, tatlı dilli. Konuşmaları kırıcı olmayan.
(Farsça)
hoşgüvar
Hazmı kolay, tatlı, hoş, sindirici.
(Farsça)
hoşgüzeşte
Hoş geçmiş tatlı zaman.
(Farsça)
hoşlanmak
Hoşuna gitmek, sevmek.
hoşnişin
(Çoğulu: Hoş-nişinân) Göçebe.
(Farsça)
Rahat yerleşmiş.
(Farsça)
hoşnud
Memnun, râzı, gönlü hoş edilmiş.
(Farsça)
hoşnudiyet-i peygamberi / hoşnudiyet-i peygamberî
Peygamberimizin hoşnut olması.
hoşnut
Bk. hoşnûd.
hoşter
Daha lâtif, daha hoş.
(Farsça)
hub
Güzel, hoş, iyi.
Hoş, güzel, iyi.
(Farsça)
hulv
Tatlı.
Hoş ve güzel. İyi.
humar / humâr
Sarhoşluk veren ve haram olan içkiden sonra gelen baş ağrısı.
Sersemlik.
Bir şeyin acısı burnundan gelmesi.
Sarhoşluğun verdiği sersemlik, başağrısı.
humari / humarî
Sarhoşluktan gelen sersemlik hâli.
hunük
Ne güzel! Ne hoş! Ne mutlu!
(Farsça)
hurrem
Sevinçli. Mesrur. Şen. Ferahlık veren. Taze ve hoş. Güler yüzlü.
(Farsça)
hüsn-ü rıza / hüsn-ü rızâ
Güzel bir şekilde razı olma, hoş karşılama.
hüsnünün letaifi / hüsnünün letâifi
Fiillerdeki güzelliğin hoşluğu, şirinliği.
huzuz
(Tekili: Hazz) Memnuniyetler. Hazlar. Zevkler. Hoşlanmalar.
huzuzat / huzuzât / huzûzât
(Tekili: Huzuz) İnsanın hoşuna giden şeyler.
Hazlar, hoşa giden şeyler.
huzuzat-ı nefsaniye / huzuzât-ı nefsâniye / huzûzât-ı nefsaniye
Nefsin hoşlandığı şeyler, zevkler ve hazlar.
Nefse hoş gelen şeyler.
Nefsin hoşlandığı şeyler, zevkler ve hazlar.
i'tab
Şikâyeti kendisinden def' ile razı ve hoşnud etmek. Hoşlandırmak.
Hışım etmek.
ibgaz
(Buğz. dan) Buğzetme, nefret etme, hoşlanmama, sevmeme.
içtimaat-ı ünsiyetkarane / içtimâât-ı ünsiyetkârâne
Toplu alışkanlıklar ve hoşlanılan kalabalıklar.
iczal
Birini sevindirme, mesrur etme, gönlünü hoş etme.
ifakat
(Fevk. den) İyileşme, hastalıktan kalkma. Hastalıktan kurtulup tamamen iyileşinceye kadar aradan geçen zaman.
Ayılma. Sarhoşluk veya baygınlıktan kurtulma.
ihtizaz
Titreme, hoşlanma.
ihtizazat / ihtizazât
Titremeler, hoşlanmalar.
iltifatat-ı fazılane / iltifâtât-ı fâzılâne
İyilik ve ihsan sahibinden gelen iltifatlar, hoş sözler.
iltizaz
(Lezzet. den) Lezzet duyma, hoş ve lâtif bulma.
irtiaş-ı mest
Sarhoş ve baygın titreyiş.
irza etmek / irzâ etmek
Bir kimseyi râzı etme, hoşnut etme.
işar
Birlikte geçinmek, muâşeret etmek. Hoş geçinmek.
iskar
(Sekir. den) Sekir verme, sarhoş etme.
isti'tab
Kendinden razı, hoşnut etme.
istifaka
Hastalıktan kurtulup iyileşme.
Sarhoşluktan ayılma.
istiğrak / istiğrâk / اِسْتِغْرَاقْ
Ma'nevî sarhoşluk.
istihale-i latife / istihale-i lâtife
Çok ince ve hoş bir şekilde bir halden başka bir hâle geçme; lâtif ve ince dönüşüm.
istihva
Şaşırıp kalmak. Divane olmak. Hevâ ve hevesi hoş görmek.
istilzaz
Hoşa gitmek, lezzet almak.
istiskal / istiskâl / استثقال
Hoşnutsuzluğu belli ederek karşı tarafı çekilmez görme.
Ağır bulup hoşlanmadığını anlatmak. Soğuk muamele ederek sevmediğini bildirmek.
Hoş karşılamama, yüz vermeme.
(Arapça)
istiskal etme
Ağır bulup hoşlanmama, değer vermeme.
istiskal etmek
Ağır bulup hoşlanmamak.
istitabe
Hoş ve iyi bulma.
ıtabe
İyi etmek.
Hoş kokulu etmek.
ıtr
Hoş ve güzel koku. Güzel kokulu şey.
Yaprakları güzel kokulu bir bitki.
ıtrnak
Güzel ve hoş kokulu.
(Farsça)
kabih / kabîh / قبيح
Çirkin, hoş olmayan.
(Arapça)
kadere rıza / kadere rızâ
İnsanın, Allahü teâlânın kendisi hakkında takdîr ettiği şeylere rızâ göstermesi, hoşnud olması başına gelen belâ ve musîbetlere sabredip, boyun eğmesi.
kalb huzuru / kalb huzûru
İç rahatlığı, gönül hoşluğu. Kalbin Allahü teâlâdan başkası ile olmaması; Allah'tan başkasına bağlanmaması.
kalender
Dünyayı terkederek elini çekip Allah yolunda giden kimse.
(Farsça)
Dünyâdan elini çekip herşeyi hoş gören kimse.
(Farsça)
Dünya alâkalarından uzak, alâyişe aldanmaz hakikat adamı. Filozof.
(Farsça)
karine-i latife / karine-i lâtife
Güzel, hoş belirti.
kecmizac
Mizaç ve tabiatı hoş olmıyan. Huysuz.
(Farsça)
kelimat-ı latife / kelimat-ı lâtîfe
Çok hoş, güzel kelimeler.
kelime-i tayyibe
Güzel ve hoş söz.
kemal-i memnuniyet / kemâl-i memnuniyet
Tam bir memnuniyetlilik, hoşnutluk.
kemal-i rıza / kemâl-i rıza
Tam bir memnuniyet, hoşnutluk.
kerh
İğrenme, hoşlanmayıp tiksinme.
Zorlama.
Bir şey sonradan nâ-hoş ve kerih olmak.
kevser-i kur'ani / kevser-i kur'ânî / كَوْثَرِ قُرْآنِي
Kurânın (tatlı, hoş) ırmağı.
keyf
Afiyet, sağlık, sıhhat.
Memnunluk, hoşlanma.
Neş'e, sevinç, sürur.
Mizaç, tabiat.
İstek, taleb, arzu, heves.
Gönül açıklığı.
keyif
Hoş hâl.
latif / latîf / lâtîf / لطيف / لَط۪يفْ
Mülâyim. Yumuşak. Nâzik. Mütenasip.
Güzel. Şirin. Küçük ve hoşa giden.
Cisimle alâkası olmayan. Göze görünmeyen.
Çok lutf edici.
Derin, gizli.
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından. Lütf ve ihsân edici, dâimâ güzel muâmelede bulunan.
Yumuşak, hoş, güzel, nâzik. Âdem oğlu aç gözünü, yeryüzüne kıl bir nazar, Gör bu latîf çiçekleri, hangi kuvvet yapar, bozar.
Gözle görülmeyen.
Hoş, güzel, ince.
Hoş.
Hoş, yumuşak.
(Arapça)
Hoş.
latif tevafuk
İnce mânâlar içeren hoş, güzel uygunluk.
latifane / lâtifâne
Hoş ve güzel bir şekilde.
latife / latîfe / lâtife / لَط۪يفَه
Hoş söz. Şaka. Mizah. Söz ile iltifat. İnsanın çok ince ve hassas olup kalbe bağlı bir duygusu. (Mukabili ciddiyettir)
Hoş, tatlı söz, şaka.
Maddeli, zamanlı ve ölçülü olmayan Âlem-i emirdeki beş mertebeden her biri.
İnce duygu, hoş söz, nazik şaka.
Hoş söz.
latiflik / lâtiflik
Güzellik, hoşluk.
laya'kıl / lâya'kıl
Aklı başında olmıyan, dalgın, bîhoş. Yaptığını bilmez.
lest
Güzel, hoş, iyi. Kuvvetli, kavi.
(Farsça)
letafet / letâfet / لطافت
Hoşluk, lâtiflik.
Cisimden alâkayı kesip bir nevi nurâniyet kesbetmek.
Güzellik, nezaket, yumuşaklık, hafiflik.
Hoşluk, yumuşaklık, tatlılık.
Hoşluk, güzellik.
Hoşluk, güzellik, incelik, yumuşaklık.
Hoşluk.
(Arapça)
Yumuşaklık.
(Arapça)
Güzellik.
(Arapça)
letafet-i asliye / letâfet-i asliye
Bir şeyin aslında ve temelinde bulunan tatlılık, hoşluk.
letafet-i beyan / letâfet-i beyan
İfadenin güzelliği, hoşluğu.
letafet-i tab'
İnsan tabiatındaki, mizacındaki hoşluk, şirinlik.
letafetli / letâfetli
Hoş, güzel.
lezaiz
Lezzetler. Zevk duyulan, eğlendirici, hoşa giden şeyler.
leziz
(Lezize) Lezzetli. Tatlı, hoş. Tadı hoş ve güzel. (Lezzet umumidir, hâlavet ise hususidir.)
lezzat
(Tekili: Lezzet) Tatlılıklar. Lezzetler. Tadı hoş ve güzel olan şeyler.
lezzet
(Çoğulu: Lezzât) Tad, çeşni. Hoş ve güzel olan şey.
lükkah
Hoş kokulu bir ot.
lütf-u cemal / lütf-u cemâl
Hoş güzellik.
lütuf
Rıfk ve nevâziş. İltifatla mülâyemet üzere muâmele eylemek. Allah (C.C.) Hazretlerinin kullarını rıfk ve sühuletle murâdına muvaffak eylemesi.
Güzellik, hoşluk.
İyilik, iyi muâmele.
lütufname / lütufnâme
İltifat yazısı.
Güzel, hoş risale, yazı.
ma-i mevsufe / mâ-i mevsufe
Şey mânasında nekre olup bir sıfattan evvel kullanılır. (Nazartu ilâ mâ mu'cebin leke: Sana hoş gelen şeye baktım) cümlesindeki gibi...Bazan da sıfatsız olur. (Ni'me-mâ: Ne güzeldir) (Meselen-mâ: Bir misâl olarak) kelimelerinde gördüğümüz gibi.
macid
Çok âli. Şerif. Yüce. Kerim.
Hoş. Nâzik meşreb.
mahlukat-ı latife / mahlûkat-ı lâtife
Hoş, güzel mahlûklar, yaratılmışlar.
mahmur
(Hamr. dan) Sarhoşluğun verdiği sersemlik.
Uyku basmış ağırlaşmış göz. Baygın göz.
mahv ve sekir
Allah'ın varlığı karşısında kendini ve herşeyi yok sayma ve Onun karşısında mânevî sarhoşluk hâlinde olma.
mahzuz / mahzûz
Memnun. Hoşnud. Zevkli. Hoşlanmış. Hazzetmiş.
Memnun, hoşnut; hissedar.
Hoşlanan.
mahzuzat / mahzuzât / mahzûzât / mahzûzat / محظوظات
Hoşa giden şeyler. Hazlar.
Hoşlanılan şeyler.
Hoşa gidecek şeyler.
(Arapça)
mahzuziyet
Mahzuzluk, hoşlanma, hoşa gitme.
makbuha
Kabih olan ve hoşa gitmeyip beğenilmeyen hâl veya iş.
marzat
Rızâ. Memnuniyet, hoşnudluk.
marziyat-ı ilahiye / marziyât-ı ilâhiye
Allah'ın rızasına uygun işler, Allah'ın hoşnut olacağı işler.
marziyat-ı rabbaniye / marziyât-ı rabbâniye
Allah'ın rızasına uygun işler, Allah'ın hoşnut olmasına sebep olan şeyler.
marziyatı / marziyâtı
Razı ve hoşnut olduğu şeyler; Allah'ın rızasına uygun şeyler.
marziye
Razı olma, hoşnud olma, memnuniyet.
marziyyat
Hoşa giden, razı olunan şeyler; Allah'ın razı olacağı şeyler.
matbu / matbû / مطبوع
Basılı.
(Arapça)
Hoşa giden, hoş.
(Arapça)
matbu'
Tabolunmuş, basılmış.
Hoş, latif, makbul.
maun
Eve lâzım şeyler. Ev eşyası.
Malın zekâtı.
Ufak tefek ihtiyaçlar.
Nefaseti sebebi ile (nefsin çok hoşuna gittiğinden) kimseye verilmek istenmeyen şey.
medar-ı gıybet / medâr-ı gıybet
Başkalarının arkasından hoşlanmayacağı şekilde konuşmaya, çekiştirmeye sebep olan.
mejeng
Keder, hüzün, tasa, gam.
(Farsça)
Hoşa gitmeyen, beğenilmeyen, nefret edilen, iğrenilen.
(Farsça)
mekruh / mekrûh
İğrenç, nahoş görülen şey.
Fık: Şeriatın haram etmediği, fakat zaruret olmadan yapılmasına izin vermediği, zanna dayanan delil ile işlenmesi caiz olmayan iş.
Mihnet. Şiddet.
İstenmeyen, hoş karşılanmayan.
Hoş görülmeyen, beğenilmeyen şey. Peygamber efendimizin beğenmediği ve ibâdetin sevâbını gideren şeyler. Yasak olduğu haram gibi kesin olmamakla berâber, Kur'ân-ı kerîmde, şüpheli delil ile, yâni açık olmayarak bildirilmiş veya bir sahâbînin (Peygamb er efendimizin arkadaşlarının) bildirmesi ile anl
memnun / memnûn
(Minnet. den) Hoşnud. Razı. Minnet altında bulunan. İyiliğe nâil kılınmış. Çok muteber olan şey. Çok beğenilen. Ölçülü ve hesaplı olan.
Kesilmiş.
Hoşnut.
memnuniyet
Hoşnutluk.
merdum-girizane / merdum-girîzâne
İnsanlardan sıkılarak, kalabalıktan hoşlanmayıp yalnızlık isteyerek.
merdümgiriz
İnsanlardan sıkılan, kalabalıktan hoşlanmayıp yalnızlık isteyen.
merdümgirizlik
İnsanlardan sıkılganlık, kalabalıktan hoşlanmayıp yalnızlık isteme hâli.
merhaba
Şâdlık, neşeli oluş.
Genişlik, vüs'at.
Müslümanlar arasında bir nevi selâmlaşma kelimesi olup, "rahat olunuz, serbest olun, hoş geldiniz" mânasında söylenir.
Nazımda medholunan kimseye hitâb olarak kullanılır.
Rahat olun, hoş geldiniz.
mertebe-i letafet / mertebe-i letâfet
Güzellik ve hoşluk derecesi.
merzat
Rıza, hoşnutluk. Râzı olma, kabul etme.
mesih
Mesh olunmuş. Başka bir şekle, hayvan kılığına girmiş.
Şuurunu kaybedecek hale gelen. Sarhoş ve şuursuz.
Acibe. Garibe.
Güzelliği olmayan.
Tuzsuz ve tatsız yemek.
meskur
Sarhoş olan.
mest / مست / مَسْتْ
Ayakkabı.
Sarhoş. Aklı başında olmayan. Kendinden geçercesine haz duymak mânasında "mest olmak" şeklinde kullanılır.
Sarhoş, mest.
(Farsça)
(Mânevi) sarhoş.
mest-i gurur
Gururla sarhoş olan.
mest-i harab / mest-i harâb / مست خراب
Çok sarhoş olmuş kimse.
Körkütük sarhoş.
(Farsça - Arapça)
Mest-i harâb olmak:
Körkütük sarhoş olmak.
(Farsça - Arapça)
mest-i laya'kıl / mest-i lâya'kıl
Aklı baştan gitmiş, sarhoş.
mest-i müdam
Her zaman, devamlı sarhoş.
mest-i serşar
Haddinden fazla sarhoş, çok sarhoş.
mest-i temaşa
Seyretme sarhoşu. Bakıp seyretmekten sarhoş gibi olan.
mestan
(Tekili: Mest) Sarhoşlar.
(Farsça)
mestane / mestâne / مستانه
Sarhoşcasına. Sarhoş bir kimseye yakışır surette.
Sarhoşça.
(Farsça)
mesti / mestî / مستى
Sarhoşluk.
(Farsça)
Sarhoşluk.
(Farsça)
mesti-aver / mestî-âver
Bayıltıcı, sarhoş edici.
(Farsça)
mesti-bahş / mestî-bahş
Sarhoşluk veren, sarhoş edici. Bayıltıcı.
(Farsça)
mey-hoş
Ekşimtrak, mayhoş.
(Farsça)
misal-i latif / misal-i lâtif
Güzel ve hoş bir örnek, suret, şekil.
misk ü amber
Çok hoş bir koku.
misk ü anber
Hoş ve güzel koku.
misvak
Kullanılması pek çok faydalı olan ve Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) ehemmiyetle tavsiye ettiği, diş fırçası vazifesini de gören, hoş kokulu ve meyvesiz bir ağacın dallarından kesilip kullanılan parça.
mizah
Şaka, lâtife.
Edb: Bâzı düşünceleri nükte, şaka veya takılmalarla süsleyip anlatan bir yazı çeşidi. Hoş, nükteli söz. (Zıddı ciddiyettir)
muanber / معنبر
Hoş kokulu, amberli.
(Arapça)
muayeşe
Beraberce hoşça geçinme.
mücamelet
Karşılıklı olarak iyi muamelede bulunma. Güzel ve hoş geçinme.
müdmin-i hamr
Gece gündüz devamlı sarhoş olan kimse.
muganni / mugannî
Nağmeli ve çeşitli sesle okuyan, ahenkle okuyucu.
Hoş sesle öten.
mugarrid
Pek güzel öten kuş.
Yüksek sesle nefse hoş gelen şarkılar söyliyen.
muhaşşem
Sarhoş, mest.
muhaşşim
Keskinliği dolayısıyla sarhoş edici şey.
mükeyyif
Keyif verici, neşelendirici şey. Sarhoşluk veren.
Klima cihazı.
mükeyyifat / mükeyyifât
Keyif verici, sarhoşluk verici şeyler.
mültefet
(Left. den) Kendisine iltifat edilmiş olan. Güler yüz gösterilmiş ve hoş davranılmış.
Ehemmiyet verilmiş.
mümaşaat / mümâşaat
Maslahat namına hoş geçinme, anlaşma yolunu seçme.
Hoş geçinme, başkalarının fikrine katılıyormuş gibi görünme, uyuşma.
mümaşaatkar / mümaşaatkâr
Hoş geçinen, anlaşma yolunu seçen.
mümaşat
Birlikte hoş geçinmek.
Bir maslahat yolunu takib etmek.
Meslek işlerinde tesviye, tervic ve idare etmek.
Karışmamak.
Başkalarının zarar vermeyen fikirlerine uyarcasına hareket etmek ve sulh u salâh üzere durmak. Uygunluk.
munika
Hoşa giden, beğenilen şey. Güzel.
muntabı'
(Tab. dan) Yaradılışdan olan, fıtraten.
Basılmış, tab' edilmiş, damgalanmış.
Hoş görülen, güzel.
mürebbeb
Büluğ yaşına kadar beslenip terbiye olunmuş.
Güzel kokularla hoş ve lâtif olmuş.
müsamaha / müsâmaha / مسامحه
(Çoğulu: Müsamahât) Hoş görürlük, dikkat etmemek, aldırış etmemek. Kusurlara göz yummak.
Hoşgörü.
Hoş görü, tolerans, görmemezlikten gelme, göz yumma.
Hoş görü, başkasının kabahatini görmeme.
Terk edilmesi gerekmeyen şeyleri başkasına faydalı olmak için terk etmek.
Hoş görme, kusuru görmezlikten gelme.
Hoşgörü.
(Arapça)
müsamahakar / müsamahakâr / müsâmahakâr / مسامحه كار
Hoşgörü gösteren, göz yuman.
Müsamaha eden. Göz yuman, hoş gören, görmemezlikten gelen.
(Farsça)
Aldırmayan, ihmalci.
(Farsça)
Hoş gören.
Hoşgörülü.
(Arapça - Farsça)
müsamahakarane / müsamahakârâne / müsâmahakârâne
Görmemezliğe gelerek, müsamaha ederek, hoş görerek.
(Farsça)
Hoş görerek.
müsamahat
(Tekili: Müsamaha) (Semâhat. dan) Müsamahalar, göz yummalar, görmezden gelmeler, hoş görmeler. Aldırış etmemeler.
müsamih
(Semâhat. dan) Aldırış etmeyen, göz yuman, hoş gören.
müskir / müskîr
(Sekr. den) Sarhoşluk veren, şuuru kaybettiren, kullanılması ve içilmesi haram olan zararlı madde.
Sarhoşluk veren, şuuru kaybettiren, aklı gideren ve keyf veren madde.
Sarhoş edici, şarap ve içki.
Sarhoş eden, sarhoşluk veren.
Çok sarhoş olan.
müskirat / müskirât / مسكرات
(Tekili: Müskir) İçilmesi ve kullanılması Allah (C.C.) tarafından men'edilmiş sarhoşluk veren şeyler.
Sarhoş edici şeyler.
Sarhoşluk veren şeyler.
Sarhoş edici şeyler.
(Arapça)
müstecab
Hoş görülen.
İstediği kabul edilen. İcâbet olunmuş.
müşteheyat
Lezzetli şeyler. Nefsin hoşuna giden ve iştah için yenen şeyler.
müştehiyat / müştehiyât
Nefsin hoşuna giden şeyler.
Nefse hoş gelen lezzetli şeyler.
müştehiyat-ı nefsaniye
Nefsin hoşuna giden lezzetli şeyler.
mutayyeb
(Tayyib. den) Güzel kokular sürünmüş.
Gönlü hoş edilmiş, sevindirilmiş, taltif olunmuş.
mutayyiben
Güzel kokular sürünmüş olarak.
Sevindirilerek, gönlü hoş edilerek.
mutedil / معتدل
Ylıman.
(Arapça)
Mülayim, hoşgörülü.
(Arapça)
müteessif
Sevmemiş, hoşlanmamış. Elem ve keder etmiş.
Eseflenen, teessüf eden, kederlenen.
mütelezziz
Lezzet aldığından hoşnud olan, lezzet duyan.
müterazi
(Rıza. dan) Karşılıklı olarak birbirlerinden hoşnut ve razı olan.
müterennih
Sarhoşluktan veya başka bir sebepten dolayı sallana sallana yürüyen.
mütesamih
Müsamaha eden, göz yuman, görmemezlikten gelen, hoş gören.
mütesekkir
Sarhoş olan.
müzz
Meyhoş, ekşimtrak.
na'me
Derinin nazik olması.
Hoş dirlikli olmak.
na-hoş
Hoş olmayan, hoşa gitmeyen.
(Farsça)
na-hoşi / na-hoşî
Nahoşluk, fenalık, iğrençlik. Hoşa gitmemeklik.
(Farsça)
na-hoşnud
Razı ve hoşnud olmayan. Gayr-i memnun.
(Farsça)
nadiret
Güzellik, parlaklık, tazelik.
Hoş ve lâtif.
nağamat-ı emvac / nağamât-ı emvac
Dalgaların nağmeleri, hoş sesleri.
nagz
Güzel, iyi. Göze hoş ve güzel görünen.
(Farsça)
nağz / نغز
Güzel, hoş.
(Farsça)
nahoş / nâhoş / ناخوش
Hoşa gitmeyen.
Hoş olmayan.
Hoş olmayan.
(Farsça)
nazar-ı müsamaha
Hoşgörülü bakış.
nazenin
İnce, nazlı, zayıf, lâtif, hoş eda olan, nazlı yetişmiş, şımarık. Oynak. Nazik endamlı
(Farsça)
nefaset
Hoşluk, güzellik.
nefs-i radiye / nefs-i râdiye
Rabbinden râzı ve hoşnûd olan nefs.
Rabbinden râzı ve hoşnud olanın nefsi.
(Farsça)
nefsani / nefsanî / nefsânî
Nefsin hoşuna giden.
Nefsin hoşuna gider şekilde.
nefsani müştehiyat / nefsânî müştehiyat
Nefsin hoşuna giden arzu ve istekler.
nefsaniyet
Nefsin hoşuna gider şekilde arzular.
nekre
Belirsiz olan.
Çıban ve yaradan çıkan kan ve irin.
Garip ve gülünç fıkralar.
Hoş sohbet ve hazır cevap kimse.
Gr: Belirtilmemiş isim, neye delâlet ettiği belli olmayan (harf-i tarifsiz) isim.
neş'
Yiğit olmak.
Yüksek olmak.
Rüzgâr esmek.
İyi ve hoş kokulu şeyler koklamak.
neşat
Sevin. Şen şâd ve hoşdil olmak. Sürur, keyf.
Bir iş işlemek. Çalışmak.
nesem
Soluk ruh, nefes. Rahatı mucib hâlet.
Rüzgârın lâtif, hoş esmesi.
nesim / nesîm
Hoşa giden, hafif ve lâtif esen rüzgâr.
Hoş ve hafif rüzgâr.
Hoş esen yel.
Hoşa giden rüzgâr.
neşvan
Sarhoş.
neşve
(Nişve - Nüşve) Sevinç, keyif.
Büyümek ve yetişmek.
Koklamak.
Rayiha.
Bir şeyi tekrarlamak.
Mest ve sarhoş olmak.
İyice duyup vâkıf olmak.
Sevinç.
Büyümek ve yetişmek.
Mest ve sarhoş olmak.
neşve-i ümit
Ümit sarhoşluğu, sevinci.
neşvet
Keyif, neşe. Sevinç sarhoşluğu.
nevaz / nevâz
Okşayıcı, hoş ses.
nezf
Kuyunun suyunu tamamen boşaltma.
Aklı gitme, sarhoş olma. Zevâle gitme.
nezif
(Nezf. den) Çok kan kaybından kuvvetsiz kalan kimse.
Sarhoş kimse.
nezih
Temiz, pak, hoş.
nik
İyi, güzel, hoş.
(Farsça)
nikmet
Şiddetli ceza. Hoş olmayan muamelelerle olan mücâzat.
Şiddetli ceza, hoşlanmayan muamelelerle olan mücazat.
niku
Güzel, iyi, hoş.
nimmest
Sarhoşça.
(Farsça)
nükhet
Râyiha. Ağız kokusu.
Günahlı sözler. Hoş olmayan günah olan söz, kelime.
peri
Cisimleri çok lâtif ve görünmez olan hoş mahluk.
(Farsça)
İnsana muhabbet eden, muvahhid ve müslim lâtif mahluk.
(Farsça)
Mc: Güzel insan. Güzel kimse.
(Farsça)
ra'na / ra'nâ / رعنا
İyi, güzel, hoş, lâtif. Pür ve revnak olan.
Güzel, hoş.
(Arapça)
radiyen
Razı olarak, beğenilerek, hoşnud olmak suretiyle.
rağm
(Ragm) Bir şeyden hoşlanmayıp kerih görmek. Bir işi birisine zor ile tutturmak. Züll ve hakaret. Kahretmek.
rana / rânâ
Güzel, hoş.
rayiha / râyiha
Koku, hoş koku.
Güzel ve hoş koku.
rayiha-i tayyibe / râyiha-i tayyibe
Güzel, hoş koku.
rayihadar
Kokulu. Hoş kokulu.
(Farsça)
razı / râzı
Hoşnud, rıza gösteren, kabul eden.
Boyun eğen, itaat eden.
Hoşnut.
Memnûn, hoşnûd olan.
Hoşnud, memnun.
razı olmak / râzı olmak
Hoşnut olmak.
rengin / رنگين
Renkli, boyalı. Parlak. Hoş. Süslü. Mülevven. Lâtif.
(Farsça)
Renkli.
(Farsça)
Hoş, havalı.
(Farsça)
reşakat
Bel inceliği.
Davranma ve kımıldanıştaki incelik ve hoşluk.
retel
Muntazam, hoş. Gönül çeken.
revaih-i tayyibe / revâih-i tayyibe
Hoş ve güzel kokular.
revban
(Çoğulu: Rübâ) Sütün yoğurt olması.
Sarhoşluk şiddetinden birbirine karışmış olan insanlar.
revh u reyhan
Rahat ve rızık, bolluk ve hoşluk.
revnak-dar / revnak-dâr
Parlak, lâtif, güzel, hoş.
(Farsça)
revnakdar / revnakdâr
Parlak, taze, hoş.
reyhan / reyhân
Fesleğen, hoş ve güzel koku.
Hoş güzel koku.
Rızık ve maişet, rahmet.
Ekin yaprağı.
Fesleğen denilen kokulu bir ot.
Güzel bir koku, hoş kokulu bir bitki.
Hoş ve güzel koku veren çiçek.
reyyan
(Çoğulu: Rivâ) Suya kanmış, sudan doymuş.
Sarhoş.
rıdvan
Memnunluk, razılık, hoşnudluk.
Cennet'in kapıcısı olan büyük melek.
Cennet kapıcısı olan melek.
Razılık, hoşnutluk.
rıfk
Yumuşak ve hoşgörülü davranma.
rih
Rüzgar, yel.
Sızı, romatizma.
Mc: Galebe, kuvvet. Rahmet.
Devlet. Hoş ve iyi şey.
Koku.
rih-ı reyhan
Hoş ve güzel kokulu rüzgâr.
rihireyhan / rîhireyhan
Hoş kokulu rüzgâr.
rikkat-i letafet
His ve duyguların son derece ince ve hoş olması.
rind
Kalender. Aldırışsız, dünya işlerini hoş gören.
(Farsça)
Laübali meşreb feylesof.
(Farsça)
Bâtını irfan ile müzeyyen olduğu halde zâhiri sâde görünen hakîm. Dış görünüşü laübali olduğu halde, aslında kâmil olan kimse.
(Farsça)
ritl
(Retl) Hoş, lâtif, pâkize şey.
rıza / rızâ
Memnunluk, hoşluk, razı olmak.
İstek, arzu. Kendi isteği.
Hoşnutluk, memnunluk, razı olma, peki deme.
İstek, kendi isteği.
Allah'ın yazdığına boyun eğme.
Râzı olma, hoşnutluk, memnunluk.
Memnunluk, hoşnutluk.
rıza-i kalb
Kalb hoşnutluğu.
rızadade / rızâdâde
Hoşnut olmuş.
ruh-efza / ruh-efzâ
Ruha hoş gelen.
rüveyde
(Rüvide) İnce, hoş, nazik.
Bitmiş, neşvünema bulmuş.
saba / sabâ
Gün doğuşundan esen hoş ve lâtif rüzgar.
Gün doğusundan esen hoş ve lâtif rüzgâr.
Hoş bir rüzgâr.
sabareftar
(En fazla at için kullanılan bir tâbirdir) Rüzgâr gibi çabuk ve hafif giden.
(Farsça)
Hoş ve lâtif yürüyüşlü.
(Farsça)
sady
Taarruz eden kimse.
Bedeni, endamı hoş olan.
Dimağ. Başın içini dolduran haşev.
Ölü insan cesedi.
Baykuş.
safa geldin / safâ geldin
Hoş geldin.
safa-bahş
Eğlendiren, rahatlandıran, kederi def'eden, hatırı hoş eden.
(Farsça)
safa-ender / safâ-ender
Gönül hoşluğu içinde.
safalar geldin / safâlar geldin
Hoş geldin.
saig
Boğazdan kolay ve hoş geçen yiyecek veya içecek.
şairane / şairâne
Şairce. şaire benzer surette konuşmakla. Mevzuu şiir sayılabilecek kadar hoş, lâtif olan şey.
(Farsça)
sakil / ثقيل
Ağır.
(Arapça)
Hoş olmayan, yakışmayan.
(Arapça)
sanayi-i latife / sanayi-i lâtife
Güzel, hoş ve ince san'atlar.
sanayi-i nefise
Güzel san'atlar. insanın çok hoşuna giden ve çok üstün san'atkârlıkla yapılmış eserler.
şarab-ı kevser / şarâb-ı kevser
Cennetteki Kevser nehrinin sarhoş etmeyen leziz şarabı.
sarhoşane / sarhoşâne
Sarhoşça.
Sarhoşça.
şarib-ül leyli ve-n nehar
Gece gündüz içki içen. Devamlı sarhoş.
şatahat / şatâhat
Mânevi sarhoşluk.
Kendinden geçer bir hâle gelmek ve böyle istiğrak hâlinde iken söylenen müvazenesiz sözler.
Mânevî sarhoşluk ve cezbe halindeyken şeriata aykırı söz söyleme.
Mânevî sarhoşluk hâlindeyken söylenen dengesiz sözler.
şayan-ı af ve müsamaha
Affa ve hoşgörüye lâyık.
sebükruh
Hafif ruhlu.
(Farsça)
Zarif ve şen olan. Hoşa giden, hoş sohbet.
(Farsça)
Mc: Lâübâli.
(Farsça)
secc
Gayet ince olan nesne.
Duvar sıvamak.
Hoş kokulu nesne ezmek.
sekerat
Sarhoşluk.
Hayretler. şiddetler.
Mestlikler.
sekerat-ı mevt
Ölüm sarhoşluğu, can çekişme anı.
sekerat-ül-mevt / sekerât-ül-mevt
Ölüm sarhoşluğu, can çekişmesi hâli.
sekir / سَكِرْ
Sekr, kendinden geçme hâli, sarhoşluk, esrime.
Sarhoşluk.
Mânâ alemindeki sarhoşluk.
Sarhoşluk.
sekr / سكر
(Sekir) Sarhoşluk.
Sarhoşluk.
Şuursuzluk, kendinde olmama hâli. Tasavvufta mânevî sarhoşluk.
Kendinden geçme hâli, sarhoşluk, esrime.
Sarhoşluk.
Sarhoşluk.
(Arapça)
sekr-aver / sekr-âver
Sarhoş eden, sarhoşluk veren, baş döndüren.
(Farsça)
sekran
Sarhoş, mest olan adam.
sekraver / sekrâver / سكر آور
Sarhoşluk veren.
(Arapça - Farsça)
sekre
Sarhoşluk.
Şaşkınlık.
Şiddet.
semadir
Sarhoşluk vaktinde veya uyku geldiğinde göze ârız olan zayıflık.
semahatli / semâhatli
Hoşgörülü, cömert, iyiliksever.
semel
Sarhoşluk.
semil
Sarhoş.
şemim
Koku. Hoş koku.
şen
Naz, eda, cilve.
(Farsça)
Göze ve gönüle hoş görünen hal.
(Farsça)
Bayındır, ma'mur.
(Farsça)
Sevinçli, ferahlı.
(Farsça)
ser-giran
Başı ağır.
(Farsça)
Mc: Çok sarhoş.
(Farsça)
şerab / şerâb
Alkollü içkilerden. Pişmemiş üzüm suyunun havasız fıçılarda durmasıyla gaz habbeleri (kabarcıkları) ve köpük çıkararak kokuşup mayalanması netîcesinde meydana gelen ve içilince sarhoş eden içki. Hamr.
sergerm
Kızgın, öfkeli. Kafası kızmış.
(Farsça)
Neşeli. Sarhoş. Mest.
(Farsça)
sermest / سرمست
Sarhoş.
(Farsça)
sermesti / sermestî / سرمستى
Sarhoşluk, kendinden geçiş.
Sarhoşluk.
(Farsça)
Sarhoşluk.
(Farsça)
şeylem
Sarhoşluk veren ve bazan buğdayların arasında çıkan siyah bir tohum.
şiir
Güzel tertibli manzume. Tahayyül ve tasavvurları ve bâzı hakikatları hoşa gidecek şekilde ifâde eden ölçülü söz.
Man: Muhayyelâttan terekküb eden kıyas.
sikkir / sikkîr
Devamlı sarhoş kimse.
şirinkar / şirinkâr
Hoş ve tatlı muamele eden.
(Farsça)
sohbet
Berâberlik. İnsanın derece bakımından kendinin üstünde veya altında yahut akranı ile bir araya gelip, Allahü teâlânın ve Peygamber efendimizin beğendiği, hoşnud olduğu şeyleri konuşması.
süham
(Sühamî - Sühamiye) Lezzetli, sindirici, hoş içilecek şey.
Kuş yelekleri arasındaki yumuşak tüyler.
Yumuşak kumaş, elbise.
sükara
(Tekili: Sekren) Sarhoşlar.
şuur
Anlayış, idrak. Vicdan. Hiss-i zâhirle duymak.
Nefsin mânâya ilk vusul mertebeleridir.
Kendi varlığından haberi olma.
Bir şeyi hoşça tanıma.
İnceliklerini iyice idrak etme.
(Tekili: Şa'r) Kıllar.
ta'n
Hoş görmemek. Kötülemek. Birisinin ayıp ve kusurlarını beyan etmek.
Küfretmek.
Muhalifin iddialarını çürütmek.
Vurmak.
Duhul etmek, dâhil olmak, girmek.
Hoş görmemek, kötülemek.
Birisinin ayıp ve kusurlarını söylemek.
Küfretmek.
Muhalifin iddialarını çürütmek.
tabaka-i mevcudat-ı nefsiye
Nefsin hoşuna giden varlıklar tabakası.
tahammür
Mayalanmak. Ekşimek.
Sarhoşluk verecek hâle gelmek.
tarazi
Hoşnutlaşmak.
tartib
Islatma, rutubetlendirme. Islatılma.
Tâzelik verme.
Hoşlandırılma.
Hurmanın rutubetli olması.
tatyib
İyi davranma. İyi muâmele etme. Hoş etme. Gönlünü hoş etme.
Hoş etme.
tatyib-i hatır / tatyib-i hâtır
Gönlünü hoş etme, gönlünü alma.
tatyibat
(Tekili: Tatyib) İyi muâmeleler, gönlü hoş etmeler.
tayyib / طيب
İyi, hoş. İyi davranış. Temiz.
Hz. Peygamber'e (A.S.M.) Cenab-ı Allah (C.C.) en güzel kokular vermiştir. Bu yüzden kendisine Tayyib denilmiştir.
Fık: Helâlin her türlü şüphelerden uzak, saf ve temiz kısmına denir.
İyi, hoş, güzel.
Güzel, hoş.
(Arapça)
tayyibe
İyi, güzel, hoş.
İyi, güzel, hoş iş ve hareket.
te'hil
Misafire "hoş geldiniz" demek olan ehlen ve sehlen cümlesini söylemek.
Ehliyetli kılmak.
Ürkekliğini gidermek. Alıştırmak.
Lâyık ve müstehak görmek.
tecelli-i eltaf / tecellî-i eltaf
Çok lâtif, çok hoş olan bir güzelliğin yansıması.
teellüf
Alışma. Hoş geçinme.
Barışma.
Huylanma.
Birikme.
teellüfat / teellüfât
(Tekili: Teellüf) Hoş geçinmeler, alışmalar. Bağdaşmalar.
tefekküh
Yemiş toplayıp vermek. Meyvedar olmak. Meyvelenmek.
Pişman olmak.
Pek hoşlanıp hayrette kalmak.
tefkih
Hayrete düşürme.
Hoşlandırma.
Yemiş yedirme.
tegalgul
Hoş kokulu şeyler sürünmek.
Zorluk, çetinlik, güçlük.
Bir şeyin, ilmin içine çok dalmak.
tegarrüd
(Çoğulu: Tegarrüdât) Kuşun hoş ve nağmeli bir şekilde ötmesi.
telh-nak
Lezzeti acı olan, lezzeti hoş olmayan.
(Farsça)
temaşa
Hoşlanarak bakmak. Seyretmek. Seyre çıkmak. Gezmek. İbretle bakmak.
(Farsça)
tenafür / tenâfür / تنافر
Birbirinden kaçmak. Ürkmek.
Uzağa çekilmek.
Bir mes'elenin halli için hâkime başvurmak.
Edb: Kulağa hoş gelmeyen hece veya kelimelerin bir arada bulunması.
Birbirinden nefret etme.
(Arapça)
Kulağa hoş gelmeyen sözcükleri sık sık kullanma.
(Arapça)
teneşşi
Neşvelenme, sarhoş olma.
tenkirat
Hoş görmeme, yasaklama.
tenperverlik
Devamlı kendi canını ve rahatını düşünme, tenbellikten hoşlanma.
terennüh
(Çoğulu: Terennühât) Sarhoşluktan veya başka bir sebepten dolayı sendeliyerek yürüme.
terennümat
Terennümler, nameler, güzel, hoş sesler.
tesakür
Sarhoş olmak.
tesamuh / tesâmuh
Hoş görme. Hoş görürlük. Birbirine kolaylık gösterme. Kayıtsız olma. Gaflet etmek.
İhmal etmek.
Hoş görme.
tesamüh / tesâmüh / تسامح
Hoşgörü.
(Arapça)
tesamuhat
(Tekili: Tesâmuh) Hoş görmeler, müsâmahalar.
Dikkatsiz ve kayıtsız davranmalar.
tesamühkar / tesâmühkâr / تسامحكار
Hoşgörülü.
(Arapça - Farsça)
tesamühkarlık / tesâmühkârlık
Hoşgörü.
(Arapça - Farsça - Türkçe)
tesamühperver / tesâmühperver / تشامح پرور
Hoşgörülü.
(Arapça - Farsça)
tesekkür
Sarhoş olma.
Şeker hastalığı.
Şeker hastalığına tutulma.
teskir
(Sekr. den) Sarhoş etme.
Gözü kamaştırıp görmesini zayıflatmak.
tevdi'
Emanet vermek, bırakmak.
Misafirin veda etmesi. Giderken kalanlara: Allah'a ısmarladık gibi veda etmesi, bolluk hoşluk duasıyla bırakıp gitmesi.
Mutlaka terkedip bırakmak.
teveccüh
Bir şeye doğru yönelme, bir tarafa dönme. Çevrilme.
Mânen üzerine düşme.
Ait olmak.
Hoşlanmak.
Sevgi, alâka.
tıyb-ı nefis
Nefsin rıza ile güzelce kabul etmesi, nefsin rıza ve hoşnutluğu.
tuba
Ne hoş. Ne iyi. Her şeyin iyisi ve efdali.
İyilik, güzellik. Baht.
Cennette bulunan ve kökü göklerde dalları aşağıda olan ağaç ismi.
Çok berrak ve saf olan.
Saâdet. Hayır. Devlet.
tuhaf
(Tekili: Tuhfe) Hediyeler.
Münâsebetsiz hâl.
Eğlenceli, gülünç.
Garip iş veya şey.
Hoşa giden ve az bulunur şeyler.
ucb
(Ucub) Kibir, gurur. Kendini beğenmişlik. Ameline, yaptıkları işe güvenmek.
Varlığı nâdir olan şeyi görünce istiğrab etmek hâli.
Yabancı kadın taifesiyle beraber oturmak ve konuşmaktan pek hoşlanan.
ud
Meşhur bir sazın adı.
Bir hoş kokulu buhur.
Ağaç parçası.
Budak.
veci
Güzel, hoş, lâtif. Uygun, münasib.
Bir kavmin büyüğü, reisi.
Hürmetli insan.
Sultan huzuruna girenler.
Makam ve şeref sâhibi.
vecih
Güzel, hoş, uygun.
vezaif-i latife / vezaif-i lâtife
Hoş ve şirin görev.
zarafet
Zariflik, incelik, kibarlık. Nâzik davranış. Muamelede, harekette ve giyimde hoşluk ve temizlik.
zaraif
Zârif, ince, hoş şeyler.
zemzeme
Nağme, hoş ses. Uzun uzadıya gürleyerek seslenmek. Geniz ve boğaz ile ezgili ses çıkarmak. Yavaş yavaş geniz ve boğazdan ses çıkararak türkü veya şarkı söylemek.
Cemaat.
Hoş ses, nağme.
zemzeme-i ezkar / zemzeme-i ezkâr
Allah'ı anmanın hoş, güzel nağmeleri.
zemzeme-i kur'aniye / zemzeme-i kur'âniye
Kur'ân'ın nağmesi, hoş sedâsı.
zen-dost
Kadınların peşinde dolaşan, kadınlardan hoşlanan, zampara.
(Farsça)
zencebil / zencebîl
Hoş kokulu bir baharat adı.
Hoş kokulu bir baharat, zencefil.
zevk / ذوق
Lezzet alma, hoşa gitme, tatma.
Hoş, hoşa giden. Mânevi haz.
Boş vakit geçirmek. Eğlenmek.
Alay etmek. Güzeli çirkinden ayırma kabiliyeti.
Beğeni, hoşlanma.
(Arapça)
Tat.
(Arapça)
zevk-i nefsani / zevk-i nefsanî
Nefsin hoşlandığı bir zevk.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
ram olmak
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
Temeyyüh
li
küttab
iştihar
Temeddüh
gayr-ı mahdud
Temasül
güşade-dil
Tesayü
lugat
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
Hoş
sevişmek
yük taşıyan
Tema
Ram olmak
lâl etmek
Çeviri
Güzel koku
Dost
küçük saray