REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Hile ifadesini içeren 237 kelime bulundu...

acaib-i dekaik / acâib-i dekâik

  • Anlaşılmaz hileler, ince oyunlar.

ahda'

  • Boyun damarlarından bir damar.
  • Hilekâr, aldatıcı, kandırıcı.

al / âl

  • Sülâle, soy, hânedan. Akrabâ ve taallukat.
  • Yaz sıcaklarında su gibi görünen serap.
  • Hile, tuzak.

allak

  • Sözünde durmaz.
  • Hilekâr, kendisine güvenilmesi doğru olmayan.

arab / ârâb

  • (Tekili: İrb ve İrbe) Hacetler.
  • Uzuvlar.
  • Akıllar, zekâlar.
  • Hileler, oyunlar.

areng

  • Dirsek. (Farsça)
  • Dert, keder. (Farsça)
  • Hile, dubârâ. (Farsça)
  • Tarz, tavır, üslüb. (Farsça)
  • Vali, hakim. (Farsça)
  • Zannolunur ki, galiba, öyledir, benzer gibi bir yakınlık ve benzerlik ifâde eder. (Farsça)

asab-ı dessasane / âsâb-ı dessasâne

  • Hile ve desisecilik damarları.

asmende

  • Şaşkın, alık, dalgın. Hile ile kandıran, hileci.

ayyar

  • Hırsız. Hileci, dolandırıcı, hilebaz, dessas.
  • Zeki, kurnaz.

ayyari / ayyarî

  • Dolandırıcılık, hilecilik. (Farsça)

batınen / bâtınen

  • İçinden olarak. Dâhilen, içyüzünde.

belus / belûs

  • Tevazu, mahviyet. Hileci. Hile, yalan, dolan. (Farsça)

bend

  • Bağlanan. Bağlanmış. (Farsça)
  • Bağ. Boğum. Mafsal. (Farsça)
  • Su bendi. Baraj. (Farsça)
  • Gam. Gussa. (Farsça)
  • Mekir. (Farsça)
  • Hile. (Farsça)
  • Mülâhaza. Fıkra. Madde. (Farsça)
  • Aldatmak. (Farsça)
  • Birisini emri altına almak, bendetmek. (Farsça)
  • Edb: Baştan sona kadar aynı vezinli bir çok parçalardan meydana (Farsça)

bi-gışş / bî-gışş

  • Hilesiz, safi, karışıksız. (Farsça)
  • Samimi. (Farsça)

bizare

  • Desise, hile, tuzak. (Farsça)

canbaz

  • (Çoğulu: Canbazan) Can ile oynayan, canını tehlikeye koyan, canbaz.
  • Hayvan alış-verişi ile uğraşan kimse.
  • Aldatan, hilekâr, hile yapan.
  • Eskiden atlı fedai asker.

çare / çâre

  • Neticeye varmak üzere maniaları kaldırmak için tutulması icabeden çıkar yol. Kurtuluş yolu. Tedbir, yardım, yol. (Farsça)
  • Hile. (Farsça)
  • Bir def'a. (Farsça)
  • Ayrılık. (Farsça)

cenah

  • Kanat, taraf, kısım. (Vicdanın ziyası ulum-u diniyyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacı ile hakikat tecelli eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassub, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder. Mün.)

çep-endaz

  • Hileci,hilekâr, hile yapan kişi. (Farsça)

cerbeze

  • Aldatıcı sözlerle kurnazlık etme. Fazla sözlerle aldatıcılık. Haklı ve haksız sözlerle hakikatı gizleme.
  • Beceriklilik, fetânet ile temyiz ve cesaret-i mutedile ve kuvvet-i idareden ibâret olan sıfat-ı zihniye. (Bu kelime, Arabçada: Hilekârlık, kurnazlık gibi aşağılayıcı bir mânâda ku

cudi

  • Hz. Nuh'un (A.S.) tufandan sonra gemisi ile sahile çıktığı dağın ismi.
  • Şırnak İlinin 6 kilometre güneydoğusunda bulunan bir dağın adı.

dagal

  • Hile. (Farsça)
  • Geçmez akçe, kalp para. (Farsça)
  • Hileci, hile yapan, dolandırıcı. (Farsça)
  • Çerçöp. (Farsça)

dağal / دغل

  • Hile, hilehurda, alavere dalavere. (Farsça)

dagal-baz / dagal-bâz

  • Hileci. (Farsça)

dağalbaz / dağalbâz / دغل باز

  • Hileci. (Farsça)

dagul

  • Dolandırıcı, hileci, hile yapan. (Farsça)

dam / dâm

  • Tuzak. ağ, hile. (Farsça)
  • Tuzak, hile, tavan.

dega

  • Hile, habislik, dolandırıcılık. (Farsça)
  • Hilekâr, dolandırıcı, habis. (Farsça)
  • Kalp para, bozuk akçe. (Farsça)

dehal

  • Aldatmak, mekir ve hile etmek.

dek

  • Hile, oyun.
  • Desise, hile, dolandırıcılık. (Farsça)
  • Sâil, dilenci. (Farsça)
  • Dilencilik. (Farsça)
  • Sağlam, metin, muhkem. (Farsça)
  • Çatma, tokuşma. (Farsça)

dek-baz

  • Hileci, hilekâr, oyuncu, aldatıcı. (Farsça)

demdeme

  • Hiddetli söz. Avâz. Hoşa gitmeyen sesler. (Farsça)
  • Sinek vızıltısı. (Farsça)
  • Öğütmek. Sürte sürte ezmek. (Farsça)
  • Azab vermek, eziyet etmek. (Farsça)
  • Hile. (Farsça)
  • Davul. (Farsça)
  • şöhret, nam, ün. (Farsça)

desais / desâis / دسائس

  • (Tekili: Desise) Vesveseler, desiseler. Gizli hileler.
  • Hileler, aldatmacalar.
  • Desiseler, hileler, oyunlar.
  • Hileler, oyunlar. (Arapça)

desais-i harbiye / desâis-i harbiye

  • Harp hileleri.

desais-i şeytaniye / desâis-i şeytaniye

  • Şeytanın desiseleri, hileleri.

desais-i şeytaniyye

  • Şeytanca desiseler, hileler.

desise / desîse / دسيسه / دَس۪يسَه

  • Gizli hile, oyun.
  • Hile, aldatma.
  • Hile, oyun.
  • Hile, oyun. (Arapça)
  • Hile.

desise-i şeytaniye

  • Şeytanın hile ve desiseleri.

desiseci

  • Hileci, aldatıcı.

desisekar / desisekâr / desîsekâr / دسيسه كار

  • Hileci, hile yapan. (Farsça)
  • Hileci, düzenbaz. (Arapça - Farsça)

desisekarane / desisekârâne

  • Hilekârcasına. Desise ve hile edene yakışır surette. (Farsça)
  • Aldatırcasına, hile yaparak.

dessas / dessâs / دساس

  • Hilebaz, aldatıcı.
  • Hileci, oyuncu, aldatıcı.
  • Hileci, düzenbaz. (Arapça)

dessasane / dessasâne / dessâsâne

  • Hileci, aldatıcı gibi.
  • Hileli ve aldatıcı bir şekilde.

dest

  • (Çoğulu: Düsut) Dört bucaklı yastık ve elbise.
  • Hile.

destan

  • (Tekili: Dest) Eller. (Farsça)
  • Hikâyeler, masallar. (Farsça)
  • Hile, tezvir, mekir. (Farsça)
  • Meşhur Zâloğlu Rüstem'in babasının nâmı. (Farsça)

devahil

  • (Tekili: Dâhile) İçler, batınlar.

dühat / dühât

  • Dahiler, üstün zekalılar.

duhat-ı belagat / duhât-ı belâgat

  • Belâgat ilminin dahileri.

düzenbaz

  • Hile yapan, aldatıcı.

ecvad

  • (Tekili: Cevad) Sahiler. Cömertler. Eli açıklar.

efarit

  • (Tekili: İfrit) İfrit gibi, ifrite benzer adamlar. Hilekârlar, kurnazlar, cüretliler.
  • Pek hain cinler.
  • Şeytanlar, iblisler.

efsun

  • Sihir, büyü, üfürük. Sihirbazların tuzağı. Hile ile yapılan kötü işler. (Efsun İslâmiyetçe men'edilmiş ve büyük günâhlardan sayılmıştır.) (Farsça)

enfüsi / enfüsî

  • Bir kimseye mahsus görüş ve düşünüş. Nefse, kendi hayatına aid, dâhile aid. (Subjektif) (Objektifin zıddı)

entrika / اَنْتْرِيقَه

  • İtl. Hile, gizli tedbir ve dolap.
  • Hile, düzen.
  • Hile.

eshiya

  • (Tekili: Sahi) Cömertler, sahiler.

evind

  • Hud'a, hile, aldatma, oyun. (Farsça)

evrend

  • Hile, aldatma, hud'a, oyun. (Farsça)
  • Nam, şan, şeref. (Farsça)
  • Serir, erike, taht. (Farsça)

evreng

  • Taht, evrend. (Farsça)
  • Şan, şeref, nâm. (Farsça)
  • Zinet, süs. (Farsça)
  • Akıl, irfan. (Farsça)
  • Ağaç kurdu. (Farsça)
  • Hoş hâllilik, hâlin hoşluğu. (Farsça)
  • Hile, desise, hud'a, aldatma, oyun. (Farsça)
  • Yakışıklılık. (Farsça)

fend / فند

  • Mekir, hile, desise, yalan, dolan. (Farsça)
  • Hile. (Farsça)

fıkdan-ı hile

  • Hilesizlik.

foya

  • İtl. Gizli oyun, hile. Göz boyacılığı, sahtekârlık.
  • Elmasların yuvalarında yatağına konulan ince madeni yaprak.
  • Aldatıcı süs, hile.

gabin

  • Aldatıcı, hilekâr, alışverişte hile eden.

gabn

  • Alışverişte hile ile çok kazanmak. Haram olan alışveriş.
  • Hileli alışveriş.

gecbaz

  • Oyunda hile yapan, hileci.

gendümnüma

  • Yüze gülüp aldatan. Hilekâr. (Farsça)

gıll u gış

  • Aklın muhtelif fikirler üzerinde kararsızlığı.
  • Gönül darlığı.
  • Kin ve hile. Hıyanet ve adavet.

gıll u gışş

  • Şüphe ve tereddüt, kararsızlık. Kin ve hile. Hiyanet ve düşmanlık.

giris

  • Oyun, hile, dalavere. (Farsça)

gışş / غش

  • Hile, kötülük. (Arapça)

göz boyamak

  • Mc: Aldatmak, hileye düşürmek. (Türkçe)

hab-ı harguş / hâb-ı harguş

  • Tavşan uykusu. Şüpheli ve hafif uyku.
  • Yalan, hile.

habb

  • Aldatıcı, kurnaz, hileci, hilekâr.
  • Denizin kabarması, denizde dalga olması.

habeb

  • Aldatma, kandırma. Hile, kurnazlık.

habis / habîs

  • (Hubs. dan) Fesadcı. Hilekâr. Alçak tabiatlı. Kötü. Pis.

hadaa

  • (Tekili: Hâdı') Hileciler, hilekârlar, aldatıcılar, dalavereciler.

hadai'

  • (Tekili: Hadîa) Hileler, dalavereler, aldatmalar, yalanlar.

hadda'

  • (Hud'a. dan) Aldatıcı, hilekâr, dalavereci.

hadi / hâdi

  • Hud'a yapan, hileci, aldatıcı.
  • Fena, bozuk.

hadi'

  • Hileci, aldatıcı.
  • Bozuk, fena.

hadiane / hadiâne

  • Hile ile, hile yaparak. (Farsça)

hakayık-ı seb'a

  • Yedi hakikat. Fatiha suresinin yedi âyeti. İmanın altı şartı ve İslâmiyet ile yedi olan mühim hakikatlar. Kur'an-ı Kerim'in yedi vechile hârika olması gibi hakikatlar.

halba

  • Ahmak. Şaşkın.
  • Aldatıcı, hilekâr, sahtekâr.

halebe

  • (Tekili: Hâlib) Kandıranlar, aldatanlar, hile yapanlar.

halib

  • (Çoğulu: Halebe) Aldatıcı, hilekâr, sahtekâr. (Müennesi: Hâlibe'dir.)

halis / hâlis

  • Hilesiz. Katıksız. Saf. Duru. Saffetli.
  • Pek beyaz.
  • Evvelce karışık iken kusuru zâil olan.
  • Her ameli, yalnız Allah rızası için işleyen. (Müennesi: Hâlise'dir)
  • Hilesiz, katkısız, duru.
  • Saf, temiz, hîlesiz, katkısız. Menfaat düşüncesi karışmadan sırf Allah için olan, riya ve gösteriş bulunmayan.

halisen / hâlisen

  • Halis ve katıksız olduğu halde. Hilesizce, doğru olarak.

halisiyyet / hâlisiyyet

  • Doğruluk, hâlislik, hilesizlik.

hartavi / hartavî

  • Tar: Sipahilerin yeniçeri keçesine mümasil olarak giydikleri toparlak keçe külâh.

haspuş

  • Hilekâr, hileci, iki yüzlü, mürai. (Farsça)

haspuşi / haspuşî

  • Hile, riyâ.

hattar

  • (Hatur) Gaddar.
  • Hud'akâr. Hilekâr.

hava-i gıll ü gış / havâ-i gıll ü gış

  • Hile, yalan ve dolanın hâkim olduğu ortam, hava.

havl

  • Güç. Kuvvet.
  • Muhit, etraf.
  • Yıl, sene.
  • Tahavvül, inkılâb.
  • Geçmek.
  • Bir hâlden bir hâle dönmek.
  • Rücu etmek.
  • Sıçramak.
  • Hile.

hayyal

  • Dalavereci, hileci, hilekâr.

hibb

  • Kurnaz, aldatıcı, hileci kimse.

hıda'

  • Hile.

hida'

  • Hile. Düzen kurmak. Aldatmak için yapılan oyun.

hile / hîle / حيله

  • Düzen, oyun, hile. (Arapça)

hile-i batıla / hîle-i bâtıla

  • Haramı helâl ve helâli haram yapmak veya farzı kendisine uygun gelecek şekilde yapmak yâhut birinin hakkına mâni olmak veya haksız mal ele geçirmek için yapılan hîle.

hile-i şer'iye

  • Müşkül bir mes'eleyi, şer'i esaslar üzeri, hazakatla hall ve izah etmek ve şer'an muahaze ve mes'uliyeti mucib olmayacak surette te'vilini bulmaktır. Bu tabir kanuna, yani şeriata karşı irtikâb edilen, hile, oyun, aldatma veya şer'î bir hükmü bertaraf etmek mânasına olmayıp, ancak karışık bir durumu

hilebaz / hîlebâz / hîlebaz / حيله باز

  • Hilekâr, aldatıcı.
  • Hileci, yalancı, düzenbaz, oyuncu. (Farsça)
  • Hile yapan.
  • Hilekâr, düzenbaz. (Arapça - Farsça)

hilekar / hilekâr / hîlekâr / حيله كار

  • Hileci, hilebaz.
  • Hileci, hilebâz. (Farsça)
  • Hileci.
  • Düzenbaz, hileci. (Arapça - Farsça)

hilekarane / hilekârane / hîlekârâne

  • Hilekârcasına, hile yapanlar gibi. (Farsça)
  • Hile edercesine.

hilekari / hilekârî

  • Hilekârlık. (Farsça)

hileperdaz

  • Hile yapan, hileci. (Farsça)

hilesaz

  • Oyuncu, düzenbaz, hileci. (Farsça)

hillevf

  • Kocamış, ihtiyarlamış.
  • Yalancı, hilekâr.

hinoğlu

  • Zamanın adamı, açıkgöz, hilekâr kimse. İblis, şeytan, zamane, cin fikirli.

hınzire / hınzîre

  • (Çoğulu: Hınzırât) Hileci ve fitnekâr kadın.
  • Dişi domuz.

hırvati / hırvatî

  • Tar: Sipahilerin başlarına giydikleri külâh tarzındaki başlık.

hiyel / حيل

  • (Tekili: Hile) Aldatmacalar, hileler, sahtekârlıklar.
  • Hileler. (Arapça)

hokkabaz

  • Elçabukluğu ile birtakım şaşırtıcı oyunlar göstermeyi kendine meslek edinmiş kişi.
  • Mc: Başkalarını aldatarak yalan ve hile ile iş çeviren kimse.

hoşkalem

  • Kâtip. İyi yazı yazan. (Farsça)
  • Hilekâr, hileci. (Farsça)

hubb

  • Hilekâr, dolandırıcı, aldatıcı, kurnaz.

hud'a

  • Hile, oyun. Aldatma. Düzen. Mekir.
  • Bir kere aldanmak.
  • Herkese aldanan. Safdil.
  • Hile, aldatma.
  • Aldatma, oyun hile.

hud'akar / hud'akâr

  • Oyuncu, düzenbaz, hilekâr. (Farsça)

hud'akari / hud'akârî

  • Düzenbazlık, hilekârlık, oyunculuk. (Farsça)

huda / hudâ

  • Hile, düzen.

iblis / iblîs / ابليس

  • Şeytan. (Arapça)
  • Hileci. (Arapça)

icazet-i külli / icazet-i küllî

  • Vaktiyle Osmanlı serdarlarına ve sefirlerine müsâlaha, muahede akdi ve sair işler hakkında verilen mezuniyet. Tam salâhiyet demektir. Bu salâhiyeti alan kumandan veya sefir, üzerine aldığı işi merkezden sormaya ihtiyaç kalmadan maslahatın icabettirdiği ve kendi aklının erdiği vechile yapıp bitirirdi

iddira'

  • Anlama, derketme, kavrama, fehmetme.
  • Hile ile aldatma.
  • (Kadın) saçını tarayıp salıverme.

iğtişaşçı

  • Karışıklık çıkaran, hilekâr.

ihtida'

  • Aldatmak. Hile yapmak. Oyun etmek.

ihtilab

  • Aldatma, kandırma.
  • Aldatılma, kandırılma. Hile yapılma.

ihtisab resmi

  • Eskiden belediye varidatı olarak damga, tartı, ölçü, panayır ve pazar vergisi adı altında alınan vergiler ile, hile yapan esnaftan alınan para cezalarının umumi adı.

ihtiyal / ihtiyâl / احتيال

  • (Hile. den) Hile yapma, aldatma, düzen, oyun etme.
  • Hile yapma. (Arapça)

ihtiyalat

  • (Tekili: İhtiyal) Düzenler, hileler, aldatmalar, oyunlar.

iktiyad

  • Hile yapma, dalavere ve oyun etme.

inhida'

  • (Hud'a. dan) Aldanmak, hileye düşme.

insan-ı dessas

  • Hilebaz, aldatıcı insan.

irbe

  • Akıllılık, zekâ.
  • Hile, oyun.

irtikab / irtikâb

  • Bir işe girişmek.
  • Kötü bir iş işlemek. Rüşvet almak gibi çirkin bir şey yapmak.
  • Bir makamı âlet ederek, hakkı olmayan para veya malı hile ile almak.

işkil

  • Şüphe, vesvese. Vehimlenmek. (Farsça)
  • Hile, tezvir. (Farsça)
  • Sağ ön ayağı ve sol arka ayağı beyaz olan at. (Farsça)

ıtrif

  • Habis, hilekâr, kötü, pis.

kahbe

  • Namussuz kadın. Fâhişe.
  • Mc: Hilekâr, kalleş ve sözünde durmaz adam.

kallab

  • (Kalb. den) Düzenbaz, hilekâr.
  • Kalpazan. Sahte para basan kimse.

kallaş

  • Kalleş. Hileci, dönek.

kalp

  • t. Hileli. Sahte. Taklit.
  • Yalandan cesaret satan korkak adam.
  • Yalancı. Kendisine güvenilmez olan.
  • Sahte, hileli.

kar / kâr

  • (Kelimeye bir ek olup, isimleri sıfat yapar) Eden, edici, yapan mânâlarına gelir ve li, lı, cı, ci gibi eklerin de karşılığıdır. İtaat-kâr, hilekâr, isyan-kâr, hamur-kâr, kanaatkâr...gibi. (Farsça)

kastar / kâstar

  • Yalancı, hilekâr. (Farsça)

kecbaz

  • Oyunda hile yapan. (Farsça)

kehil

  • (Kehile) Sürme çekilmiş göz. Sürmeli göz.

kem-ayar

  • Ayârı doğru olmayıp bozuk olan. Hileli, kalp. (Farsça)

kem-iyar

  • Ayarı bozuk. Hileli. Kalp altun veya gümüş. (Farsça)

kenbur

  • (Kenbure) Yalan, hile. (Farsça)

keyd / كيد

  • Tuzak. Kötülük, hile.
  • Men'etmek.
  • Kusmak.
  • Çakmağın tezce ateşi çıkmayıp geçmek.
  • Cenk etmek, dövüşmek.
  • Karganın ötmesi.
  • Hile, düzen.
  • Hile, düzen. (Arapça)

kiris

  • Yaltaklanma. (Farsça)
  • Aldatma, kandırma, hile yapma. (Farsça)

laç

  • Oyun etme, aldatma, hile yapma. (Farsça)

lamehale / lâmehale

  • Hilesiz.
  • Çaresiz, imkânsız, ister istemez.

macin / mâcin

  • (Çoğulu: Micân) Her dileğini yapan kimse.
  • Hile yolunu öğreten.
  • Hileyi, hile yolunu öğreten.

maden-i desais / maden-i desâis

  • Hile ve aldatmaların kaynağı.

mağşuş

  • Karışık, katışık, saf olmayan.
  • Sikke-i mağşuş: Karışık, hileli madenî para.

mahale

  • Çare, tedbir.
  • Hile.

mahayil

  • Alâmet, işaret.
  • (Tekili: Mahile) Hayâl eserleri.

mahdu'

  • Hileye aldanmış olan. Kandırılmış kimse.
  • Boyun damarı kesilmiş kişi.

makir

  • Hile yapan. Mekreden.

mecaa

  • Hilebazlık etmek, hile yapmak.

mekaid

  • (Tekili: Mekide) Hileler, aldatmalar, düzenler, dalavereler.

mekayid / mekâyid

  • (Tekili: Mekide) Hileler, düzenler, aldatmalar.

mekide / mekîde

  • (Çoğulu: Mekâid) Hile, aldatma, düzen, dalavere.

mekidet / mekîdet

  • Düzen, hile, fesat.

mekir

  • (Mekr) Hile. Aldatma. Oyun. Düzen. (Birisinin kötü veya iyi hâllerini öğrenmek veya kötülüğe sevketmek ya da gayesinden alıkoymak için yapılır.)

mekkar / mekkâr

  • Hilekâr. Düzenbaz. Çok aldatıcı. Mekir yapan.
  • Düzenbaz, hileci.
  • Hileci, düzenci.

mekkari / mekkârî

  • Mekkârlık, hile, düzen. Hilekârlık.

mekr / مكر

  • Hile, aldatma.
  • Hile, oyun, düzen.
  • Hile ile aldatma, maksadından vazgeçirme.
  • Bir kimseye, hiç beklemediği, ummadığı yerden hîle yapmak, tuzak kurmak sûretiyle zarar vermeye çalışmak.
  • İstidrâc yâni Allahü teâlânın bir kimseye bir müddete kadar devamlı olarak hakkında hayırlı olmayan nîmetler verip, onun da bunu Allahü teâlânın bir lütfu ve ihsânı, tuttuğu yolu
  • Hile. (Arapça)

mekr-i ilahi / mekr-i ilâhî

  • Allah'ın hilesi, düzeni.
  • Allahü teâlânın mekr (hîle) yapanların mekrini kendilerine çevirmesi, kötülüklerini, kurdukları tuzaklarını bozması, mekrlerine karşılık onları cezâlandırması.

mekur

  • Hileci, yalancı, dolandırıcı.

mihval

  • Çok hilekâr. Hileci. Dolandırıcı.

muavaza / muâvaza

  • İki tarafın da ivaz vererek, anlaşarak yaptığı akit. Sayışma. Bir şeyi diğer bir şeye bedel, ivaz olarak vermek. Aslı olmadığı halde menfaat celbi için hususi bir surette müzakere ile yapılan hileli iş. Yapmacık.

muavazaten / muâvazaten

  • Değiş yapma ile. İki tarafın da rızası dâhilinde değiştirme ile.
  • Hileli, dalavereli.

müdahene / müdâhene

  • Aldatmak, iki yüzlülük etmek, hîle ve yağcılık etmek. Kudreti olduğu, gücü yettiği hâlde dindeki gevşekliği sebebiyle haram işleyene mâni olmamak.

müdalese

  • Aldatmak, hile etmek, muhâdaa.

muhadaat

  • (Had'. dan) Aldatma, hile yapma, oyun etme.

muhadea

  • Aldatmak, hilecilik, oyun etmek.

muhadi'

  • (Had'. dan) Aldatan, kandıran. Hile eden, oyun yapan.

muhadiane

  • Aldatarak, hile yaparak. (Farsça)

muharrif

  • Tahrif eden. Bozan. Silen. Hilecilik yapan.

muhili / muhîlî

  • Hilekârlık. Sahtekârlık. Hile.

muhtal

  • (Hile. den) Hilekâr, dalavereci, hileci.

muhtale

  • Hileci ve dalavereci kadın.

muhtedi'

  • Hilekâr. Dolandırıcı.

muhtediane / muhtediâne

  • Hile ve dalaverecilikle. (Farsça)

muhtelib

  • Hilekâr, aldatıcı, hile yapan, dalavereci.

mükayede / mükâyede

  • (Keyd. den) Hile tertip etme, tuzak yapma.

mükur

  • (Tekili: Mekr) Hileler, oyunlar, dalavereler.

mümahale

  • Mekir ve hile etme, aldatma.

mumahele

  • Hile etmek.
  • Oyunla aldatmak. Hilekârlık.

mümakere

  • Hile etmek, aldatmak.

münhadi'

  • (Had'. dan) Birinin hilesine aldanmış olan.
  • Bir kimsenin hile ve tuzağına düşme.

muravaza

  • Bir kimseyi kahır veya hile ile iknâ etme, aldatma, kandırma.

müstakim

  • (Kıyam. dan) Doğru, istikametli.
  • Eğri olmayan, düz, dik.
  • Hilesiz, temiz.

mutaffif

  • Alış verişde hilekârlık eden. Fazla alıp noksan mal veren.

mutaffifin / mutaffifîn

  • Ticârette hile yapanlar, fazla alıp noksan veren ve eksik tartanlar.
  • Ölçüde ve tartıda hile yapanlar, haksızlık edenler.

mütekayid / mütekâyid

  • (Çoğulu: Mütekâyidîn) Birbirine hile yapan.

mütekayidane / mütekayidâne

  • Düzenbazlık ve hile ile. (Farsça)

mütekayidin / mütekâyidîn

  • (Tekili: Mütekâyid) Birbirlerine hile yapanlar, birbirlerini aldatanlar.

mütemehhil

  • Hile eden.
  • Bir kimsenin istediğini vermek hususunda onu külfet ve zahmete sokan.

nahil

  • (Nâhile) Zayıf, arık, ince.

nakş

  • Bir şeyi çeşitli renklerle boyamak.
  • Resim.
  • Tezyin etmek.
  • Bedene batmış dikeni çıkarmak.
  • Bir şeyin esasını araştırmak.
  • Yaymak.
  • Suda ıslanmış hurma.
  • İpekle, sırma ile işleme.
  • Mc: Hile.

nemş

  • Hile, oyun, dalavere, desise. (Farsça)

nirenc

  • (Çoğulu: Nirencât) Düzen, hile.
  • Resim, taslak.

nireng / nîreng / نيرنگ

  • Düzen, hile, aldatmaca. (Farsça)
  • Taslak, resim. (Farsça)
  • Büyü, efsun. (Farsça)
  • Afsun. (Farsça)
  • Hile, düzen. (Farsça)

pelus

  • Hilekâr. Hile yapan. (Farsça)

reng

  • Renk, levn. (Farsça)
  • Suret, şekil. (Farsça)
  • Oyun, hile, dalavere. (Farsça)

reng-aver

  • Dalavereci, hilekâr. (Farsça)

revahil

  • (Tekili: Râhile) Yük hayvanları.

riv

  • Hile, düzen. (Farsça)

rubah

  • (Rubeh) Tilki. (Farsça)
  • Mc: Kurnaz, hilekâr. (Farsça)

sahilreside

  • Sâhile varmış, kıyıya ulaşmış. (Farsça)

sahtekar / sahtekâr

  • Sahte iş yapan, hilekâr. Kalpazan. (Farsça)

sahtekari / sahtekârî

  • Hilekârlık, sahtekârlık. (Farsça)

sania

  • Uydurma, düzme. Tuzak, hile.
  • İş, amel, fiil.

sarf

  • (Çoğulu: Süruf) Harcama, masraf, gider.
  • Fazl.
  • Hile.
  • Men etme. Bir kimseyi yolundan ve işinden ayırıp başka tarafa yöneltme.
  • Farz.
  • Gr: Bir lisanı meydana getiren kelimelerin değişmesinden, birbirinden türemesinden bahseden ilim şubesi. Kelime bilgisi. K

saz

  • Kamış. (Farsça)
  • Bir çalgı âleti. (Farsça)
  • Takım, silâh, edevat. (Farsça)
  • Ustalık. (Farsça)
  • At takımı. (Farsça)
  • Düzen, tertip, sıra. (Farsça)
  • Öğrenme. (Farsça)
  • Kuvvet, kudret. (Farsça)
  • Menfaat. (Farsça)
  • Benzer, misil, eş. (Farsça)
  • Hile. (Farsça)

şeytanet / شيطنت

  • Şeytanlık. Aldatıcılık. Kurnazlık, hilekârlık.
  • Şeytanlık, hilekârlık. (Arapça)

sihr

  • (Sihir) Büyü, gözbağıcılık, büyücülük, hilekârlık.
  • Aldatmak.
  • Haktan uzaklaşmak. Bâtıl şeyi hak diye göstermek.
  • Lâtif ve dakik olan şey. Büyü kadar te'siri olan şey.
  • Şiir ve güzel söz söyleme gibi, insanı meftun eden hüner.

sima' / simâ'

  • Bir kişinin veya birkaç kişinin çalgısız, âletsiz ve müzik perdelerine uydurmadan okudukları dîni, îmânı kuvvetlendiren ve ahlâkı güzelleştiren şiirleri, kasîdeleri, ilâhileri ve mevlidleri dinlemek.

tarrar

  • Yankesici, hilekâr.

tayyaş

  • Aceleci hafif kimse.
  • Hilebaz kimse.

tedehhi

  • Dâhileşme. Dehâ eseri gösterme.

tekayüd / tekâyüd

  • (Çoğulu: Tekâyüdât) (Keyd. den) Birbirine hile yapma.

telbis / telbîs / تلبيس

  • (Lebs. den) Ayıbını, kusurunu örtüp iyi göstermek.
  • Suret-i haktan görünerek hile edip aldatmak.
  • Hile. Oyun.
  • Hile, oyun.
  • Hile yaparak aldatma. (Arapça)

telbisat / telbisât

  • Telbisler. Hileler, oyunlar.

temahhul

  • Hile etmek.

teneffüs

  • (Nefes. den) Nefes, soluk alma. Dinlenme.
  • Tan yeri ağarma.
  • Deniz suyunun sahile vurması.
  • Üfürmek.
  • Okullarda ders araları verilen dinlenme.

terkend

  • Yalan, hile, kizb. (Farsça)

tertib / tertîb

  • (Çoğulu: Tertibât) Tanzim etme. Dizme, sıralama, düzene koymak.
  • Tedarik edip hazır ve müheyya kılmak.
  • Bir şeyi bir yere sabit ve pâyidar kılmak.
  • Mertebelere göre davranmak.
  • Hile ile aldatma.
  • Düzeltme. Dizme, sıralama, düzene koyma.
  • Hile ile aldatmak.

ugniye

  • Şarkılar, ilâhiler. Teganni edilen sözler.

ukle

  • Bağlamak.
  • Hile edip aldatmak.

ulufe

  • Yeniçerilere ve sipahilere dağıtılan maaş.
  • Bir nevi hayvan yemi.

urba

  • (Aslı dır.) İtl. Esvab, elbise.
  • Arabçada: Ukde, köstek, büklüm, düğüm.
  • Zekâvet.
  • Mekir, hile.

ürbe

  • Büklüm.
  • Düğüm.
  • Hile.

virat

  • Zekât vermek korkusundan hile edip bir yere toplanmış koyunlarını ayırıp dağıtmak veya perâkende koyunlarını bir yere toplamak.

yusuf

  • Hz. Yakub'un (A.S.) oniki oğlundan en küçüğü idi. Babası kendisini çok severdi. Gördüğü bir rüyayı babası tabir ederek peygamber olacağını ve bütün kardeşlerinin kendisine itaat edeceklerini söyledi. Kardeşleri kendisini kıskandıkları için bir hile ile izini kaybetmek istediler ve bir kuyuya attılar

zakir / zâkir

  • Zikreden, zikredici.
  • Hafızası kuvvetli.
  • İlâhiler okuyan. Çok çok duâ ve Esmâ-i İlâhiyeyi okuyan.
  • Tekrar eden.

zerk

  • Hile. Riya. İki yüzlülük.
  • Şırınga yapmak, iğne ile vücuda ilâç vermek.
  • Hile, şırınga.

zerk-füruş

  • Hileci, hilekâr. İkiyüzlü, müraî. (Farsça)

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın