REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Hati ifadesini içeren 296 kelime bulundu...

ab-ı zen

  • Küçük havuz. (Farsça)
  • Su birikintisi. (Farsça)
  • Yumuşak, lâtif sözlerle hatır alan ve bu manâda emir. (Bak : Avzen) (Farsça)

akl-ı meaş / akl-ı meâş

  • Yemek, içmek, evlenmek, helâl, haram demeden kazanmak ve eğlenmek gibi hep bedenin râhatını ve nefsin menfaatini düşünüp, âhireti düşünmeyen akıl; akl-ı meâdın zıddı.

albüm

  • Lât. Fotoğraf resimlerini veya sair resim, şekil ve hatıraları içine alan defter veya kitap.

amnezi

  • Psk. Hafıza kaybı, erken bunama, ihtiyarlık bunaması, histeri, beynin zedelenmesi gibi hâllerde meydana gelir. Hafıza kaybı kısmî veya umumi (genel) olabilir. Hasta, belli bir olaydan öncekini (retrofrat), yahut sonrakini (anterofrat) hiç hatırlamaz, yahut tamamen hafızasını kaybeder.

aram-ı can / ârâm-ı cân

  • Gönül rahatı.
  • Sevgili, sevilen güzel.

aram-ı dil / ârâm-ı dil

  • Sevgili, sevilen güzel.
  • Gönül rahatı.

aram-rüba / arâm-rüba

  • Sıkıntı veren, istirahatı bozan, rahatı kaçıran. (Farsça)

asar-ı şerife / âsâr-ı şerîfe

  • Peygamber efendimiz ve diğer din büyüklerine âit bâzı mübârek şahsî eşyâ ve hâtıralar.

azürde-hatır / azürde-hâtır

  • Gönlü kırılmış, hatırı kırılmış. (Farsça)

babur-name

  • Bâbur Şah'ın Vekayi ismindeki meşhur hatıra kitabı. (Farsça)

becil

  • Büyük, itibarlı, muhterem, hatırı sayılan kimse.
  • Şişman.

beka-billah / bekâ-billah

  • Dâimâ Allahü teâlâyı anma ve hatırlama hâli üzere olma. Hakîkî kulluk derecesi. Fenâ fillah'tan sonraki makam.

berceste

  • Sağlam ve lâtif. (Farsça)
  • Seçme. (Farsça)
  • Edb: Zahmetsizce hatıra geliveren ve fakat çok kıymetli olan söz. (Farsça)

bergerde

  • Hatırda tutulmuş, ezberlenmiş, hıfzedilmiş. (Farsça)

bergüzar / bergüzâr / برگذار

  • Hatırlatmak için armağan, hediye vermek. (Farsça)
  • Hatırlanmak için hediye verme.
  • Hatıra, hediye, yadigâr. (Farsça)

berm

  • Hıfzetme, hatırda tutma, ezberleme. (Farsça)

bilinçaltı

  • Psk: Şuur altı. Geçmişte yaşadığımız ve etkisi altında kaldığımız hâdiselerden şimdi hatırlayamadıklarımız, şu anda da varlığımızda meydana gelen hadiselerden bilgisine sahip olmadıklarımızın hepsi. İnsan şuurlu hareket ettiği gibi şuuraltı etkilerle de hareket eder. İnsan şuuraltının etkisiyle hare (Türkçe)

çağrışım

  • Psk: Bir idrakla kazanılan bir fikrin başka bir idrak (algı) ile kazanılan fikir arasında bağıntı kurulması, birinin diğerini hatıra getirmesidir. Bu bağıntı zaman ve mekânda yakınlık, benzerlik ve zıdlık sebebiyle kurulur. Sevap deyince günahın; abdest deyince namazın; Cennet deyince Cehennem'in de

cay-mend

  • Yerinden kalkmayan, üşenen, tenbel. Rahatını bozmayan. (Farsça)

cehennemnümun

  • Cehennemi hatırlatan.

cezbe

  • Tas: Meczubiyet, istiğrak. Allah'ı hatırlayıp Allah sevgisi ile kendinden geçer bir hale gelme.

dehun

  • Hatırlama, ezber okuma. (Farsça)

delil

  • Kılavuz. Doğru yolu gösteren. Meçhûlü keşfetmekte ve malumun sıhhatını isbat etmekte vasıta ve âlet ittihaz olunan husus.
  • Beyyine. Bürhan.

der-hatır

  • Hatırda.

derhatır / derhâtır / در خاطر

  • Hatıra getirme.
  • Hatırlama.
  • Hatırlama. (Farsça - Arapça)
  • Hatırda tutma. (Farsça - Arapça)
  • Derhâtır ettirmek: Hatırlatmak, akla getirmek. (Farsça - Arapça)
  • Derhâtır eylemek: Hatırlamak. (Farsça - Arapça)

derhatır ettirmek

  • Hatırlatmak.

desatir-i hikmet

  • Hikmet düsturları. Hikmet ve maslahatın iktiza ettirdiği kaideler.

devir

  • (Devr) (Çoğulu: Edvâr) Nakil. Birisinin uhdesinden diğerinin uhdesine geçirmek.
  • Bir şeyi sonuna kadar okuyup bitirmek. Geçmiş dersleri hatırlama.
  • Bir şeyin çevresinde dolaşmak. Dönme.
  • Seyahat. Bir memleketi dolaşmak.
  • Bir şeyin kendi mihveri üzerinde dönmesi.

devr-i alem / devr-i âlem

  • Dünya seyahati, dünya gezisi, dünyayı gezmek.
  • Dünya seyahati, gezisi.

dıl-azar

  • Gönlü inciten, hatır kıran. (Farsça)

dürüst

  • Sıhhati yerinde, sağ, sahih, salim. (Farsça)
  • Doğru, hatasız. (Farsça)
  • Bütün, tam. (Farsça)

ebced hesabı / ebced hesâbı

  • Her harfi bir rakamı gösteren arabî harflerle yazılı sekiz kelimeden meydana gelen bir hesab sistemi. Hâdiselerin zamânının tesbiti ve hatırda daha kolay kalması için rakamları harf olan târih düşürme sanatı.

ebh

  • Unutulan şeyi hatırlatmak.

ebter

  • Kuyruğu kesik hayvan.
  • Sonunda oğlu ve kızı kalmayan insan.
  • Ölümünden sonra adı hatırlanıp anılacak hayrı ve ihsanı kalmayan kişi.
  • Eksik, tamamlanmamış.

egarr

  • Çok parlak ve kıymetli. Beyaz şey.
  • İşi güzel ve hatırlı olan kimse, aziz ve şerefli. (Müennesi daha çok müsta'meldir: Şeriat-ı Garrâ gibi.)

ehligaflet

  • Gaflette olanlar, kul olduğunu hatırlamadan yaşayanlar.

ekspres

  • ing. Seyahatı esnasında ancak büyük duraklarda duran ve çok hızlı giden vasıta.

elli dört farz

  • İslâm âlimlerinin, müslümanların hâtırlarında tutmalarını kolaylaştırmak için, öncelikle bilmeleri îcâbeden pek çok farzdan, Allahü teâlânın emirlerinden derledikleri elli dört tânesi.

emanat-ı mukaddese / emânât-ı mukaddese

  • İslâm dîni ve târihi bakımından büyük önem taşıyan, Peygamber efendimize ve diğer din büyüklerine âit bâzı mübârek şahsî eşyâ ve hâtıralar. Mukaddes emânetler. Bunlar: Hırka-i Saâdet, Seyf-i Nebevî, Nâme-i Saâdet, Mühr-i Seâdet, Dendân-ı Seâdet, Lıhy e-i Seâdet, Nakş-ı Kadem-i şerîf, Sancak-ı şerîf,

endeme

  • Mazideki sıkıntıları hatırlama, geçmişdeki ıztırabları tahattur etme. (Farsça)

esbab-ı muhaffife

  • (Esbâb-ı mazeret) Yapılan bir cürmün ve kabahatın cezasını hafifletici sebebler.

esihha'

  • (Tekili: Sahih) Özürsüz olanlar, sıhhati yerinde ve vücudu sıhhatte olan kimseler.

evliya / evliyâ

  • Velî kelimesinin çoğuludur.
  • Dostlar.
  • Allahü teâlânın sevgili kulları, nefsin esâretinden kurtulup, sözleri, işleri ve hareketleri İslâmiyet'e uygun olanlar, devamlı Allahü teâlâyı hatırlayıp, ananlar.

fahl

  • İleri gelen. Üstün. Hatırı sayılır adam.
  • Erkek. (hayvan)
  • Aygır.
  • Beyitler, hadis-i şerifler, rivâyetler anlatan kimse.

fatiha / fâtiha

  • Bir şeyin başlangıcı, ibtidası.
  • Mübaşeret. Başlamak.
  • Karar vermek.
  • Bir duânın sonunda veya duâya başlarken Fâtiha Suresini okumayı hatırlatan ifade.
  • Kur'an-ı Kerim'in birinci suresi.

fatımat-üz zehra

  • Hz. Resul-i Ekremin (A.S.M.), Hz. Hatice'den doğma kızı. Hicretten 18 yıl önce doğmuş, Hz. Ali ile evlenmiş ve Hz. Hasan ve Hüseyin'in vâlideleri olmuştur. Peygamberimizden (A.S.M.) 6 ay sonra dâr-ı bekaya göçmüştür. (Radıyallahü anha)

ferag-ı bal / ferag-ı bâl

  • Gönül rahatı.

feramuş

  • Unutma, hatırdan çıkarma. (Farsça)

fikr

  • Fikir, düşünce.
  • İdrak,
  • Zihin, akıl.
  • Hatır.

gafil

  • Habersiz, kul olduğunu hatırlamadan yaşayan.

hacis

  • Tasa, keder, hüzün, gam.
  • Hâtıra. Kalb ve hissin en derin ve gizli sesleri.

hadd-i i'caz

  • Edb: Fasahatın mu'cize şeklinde olanı.

hafıza / hâfıza / حَافِظَه

  • Hıfz etme (ezberleme) ve hatırda tutma kuvveti. His organları ile duyulmayan fakat duyulanlardan çıkarılan mânâları saklayan mânevî duygu merkezlerinden biri.
  • Hatırlama kābiliyeti.

hak

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Vâcib-ül-vücûd yâni varlığı lâzım olan, hiç yok olmayan, dâimâ var olan ve kendisinden başkası yaratmaya lâyık olmayan.
  • İslâmiyet.
  • Gerçek, doğru.
  • Alacak.
  • Pay, hisse.
  • Hâtır, hürmet.
  • İnsanı

hatair

  • (Tekili: Hatire) Mühim işler, ehemmiyetli ve önemli ameller.

hatemat

  • (Tekili: Hatme) Hatim etmeler. Sona erdirmeler.

hatib / hatîb / خطيب

  • Konuşmacı, hatip.
  • Hatip. (Arapça)

hatib-i beliğ

  • İnsanlara son derece derin ve hikmetli sözler söyleyen hatip.

hatib-i devr-i zaman / hatib-i devr-i zamân

  • Bulunduğu dönemin hatibi.

hatib-i fasih / hatib-i fasîh

  • Meseleleri çok net ifadelerle muhataplarına veciz şekilde anlatan hatip.

hatib-i umumi / hatîb-i umumî

  • Genele hitap eden, seslenen hatip.

hatibane

  • Hatibcesine. Güzel ve akıcı söz söyleyenlere yakışırcasına. Nutuk atarcasına. (Farsça)

hatime / hâtime / خاتمه

  • Son. (Arapça)
  • Hâtime vermek: Son vermek. (Arapça)

hatime-keş

  • Son veren, hâtime çeken, bitiren, sona erdiren. (Farsça)

hatır / hâtır / خاطر

  • Hatır, gönül. (Arapça)

hatır-azar

  • Hatır kıran. (Farsça)

hatır-azürde

  • Hatırı kırılmış. (Farsça)

hatır-ı rahmani / hâtır-ı rahmânî

  • Gafletten uyanmak, kötü yoldan doğru yola kavuşmaya dâir Allahü teâlâ tarafından kalbe gelen düşünce. Buna hak hâtır (doğru düşünce) denir.

hatır-mande

  • Gücenmiş, kalbi incinmiş, hatırı kırılmış. (Farsça)

hatır-nevaz

  • Gönüle okşayan, hatırnaz. (Farsça)

hatır-nişan

  • Hatırda kalan, akılda duran. (Farsça)

hatır-nişin

  • Akılda kalan, hatırda kalan. (Farsça)

hatır-saz

  • Hatır yapan, gönül alan.

hatır-şiken

  • Gönül inciten, kalb kıran, hatır kıran. (Farsça)

hatır-şinas

  • Gönül alıcı, hatır alıcı. (Farsça)

hatır-zad

  • Akla gelen, hatıra doğan. (Farsça)

hatıra / hâtıra / خاطره

  • Hatıra gelen. Hatırda kalan şey.
  • Bir kimseyi veya bir hâdiseyi hatırlatması için yazılan veya saklanan veya birisine verilen şey.
  • Hatıra, hatıra gelen. (Arapça)
  • Hatıra getirmek: Aklına getirmek, düşünmek. (Arapça)
  • Hâtıra hutûr etmek: Hatırlamak, anımsamak. (Arapça)

hatıra-i adalet

  • Adalet hatırası, göstergesi.

hatıra-i gaybiye

  • Herkesin bilmediği hatıra, kalpten geçen şey.

hatıra-i hakikat

  • Hakikate ulaşma yönünde yaşanmış bir hatıra.

hatıra-i hayat-ı medresiyye

  • Medresede hayatının hatırası, anısı.

hatıra-i sürur

  • Mutluluk veren hatıra.

hatırat / hâtırât / hâtırat / خاطرات

  • (Tekili: Hâtıra) Hâtıralar. Hatırda kalan şeyler.
  • Edb: Bir adamın yaşadığı zamana, bulunduğu işlere, görüştüğü kimselere dair düşüncelerini ve duygularını hâvi olmak üzere yazdığı eser.
  • Hatıralar.
  • Hâtıralar, anılar.
  • Hatıralar. (Arapça)
  • Anı kitabı. (Arapça)

hatırat-ı gaybiye / hâtırat-ı gaybiye

  • Gaybtan gelen hatıralar, mânevî bilgiler.

hatırat-ı ilmiye / hâtırat-ı ilmiye

  • İlmî hatıralar.

hatırat-ı imaniye

  • İmanî meselelerle ilgili hatıralar; hatıra gelen ve kaleme alınan meseleler.

hatırat-ı kalb / hâtırât-ı kalb

  • Kalbe gelen hatıralar ve mânâlar.
  • Kalbe gelen hatıralar, istekler.

hatırazar / hâtırâzâr / خاطر آزار

  • Gönül inciten, hatır kıran. (Arapça - Farsça)

hatırşinas / hâtırşinâs / خاطرشناس

  • Hatırbilir. (Arapça - Farsça)

hatm / ختم

  • Hatim, hatim indirme. (Arapça)
  • Mühürleme. (Arapça)

hatm-i kur'ani / hatm-i kur'ânî

  • Kur'ân'ın tamamını okumak, hatim yapmak.

hatme

  • Toplu bir şekilde, birlikte yapılan zikir, hatim.

havatim / havatîm / havâtîm

  • (Tekili: Hatime) Sonlar, nihayetler.
  • Sonlar, hâtimeler.

havatır / havâtır

  • Hâtıralar. Fikirler. Düşünceler.
  • Hâtıralar, düşünceler.
  • Hatıralar.

havatır-ı şeytaniye / havâtır-ı şeytaniye

  • Şeytandan gelen hâtıralar, düşünceler.

heces

  • Gönüle düşen hatıralar.

hecs

  • Gönüle düşen hâtıralar.

hetf

  • Bir şeyi gizlice hatırlatmak. Seslenmek. Fısıldamak.

hevatif

  • (Tekili: Hâtif) Hâtifler. Gayıptan işitilen sesler.
  • Nidâ eden melekler.

hıfz

  • Saklama. Koruma. Siyanet. Muhafaza.
  • Ezber etmek. Hatırda tutmak. Kur'an'ı ezberde tutmak.

hıfzıssıhha

  • (Hıfz-üs sıhha) Sağlıklı yaşamak için doğrudan doğruya kişi ve içinde bulunan çevrenin sağlıkla alâkalı şartlarını tetkik edip inceleyen, gerekli tedbirleri olan ve bu çeşit çalışmalardan bahseden hekimlik kolu veya sağlık bilgisi.
  • Sıhhatini korumak. Sağlığını muhafaza etmek.

hind

  • Hindistan'ın kısa adı.
  • Bir kadın adı. (Asr-ı saadette Hazret-i Hamza'nın ciğerlerini yiyen kadın, Ebu Süfyan'ın karısı.)
  • Fetva metinlerinde kadını temsil etmek üzere kullanılan umumi isimlerden birisi. Diğerleri: Fatıma, Hatice, Zeyneb.

hıtabet

  • Hatiplik etmek.

hitabet / خطابت

  • Hatiplik. (Arapça)

hitabet beratı

  • Eskiden vazifeli cami hatiblerine, hatibliğe tayin olduklarına dair verilen vesika. (Osmanlı İmparatorluğu zamanında yan zamanda halife olan padişahı temsil eden, cuma ve bayram hutbelerine çıkan bu hatiblere pek fazla ehemmiyet verilirdi. Hitabet beratı olmayan hatibler, cuma ve bayramlarda hutbe o

hıtbe

  • Huk: Bir kadının nikâhına talib olmaktır. Evlenmeyi taleb eden erkeğe: "hâtıb", evlenmesi taleb edilen kadına da "mahtube" denir.

hizane

  • (Hizânet) Hazine, kıymetli mücevheratın saklandığı yer.
  • Hazinedarlık.
  • Mc: Kalb, gönül, hatır.

hoşbeş

  • Selâmsabah, hatır sorma, birbirine rastlayan iki ahbab arasında söylenilen ilk sözler.

huş der dem / hûş der dem

  • Nakşibendiyye yoluna âit on bir esastan biri. Her nefeste Allahü teâlâyı hatırlamak.

hutbe

  • İlâhi emir ve nehiyleri cemaate beyan ve ihtar etmek. Cuma veya bayram namazlarında müslümanlara hatibin İlâhi ve şer'i emirleri hatırlatan sözleri. (Hatib, bu hutbeyi söylemeye Halife veya İslâm Devlet Reisinden vazife ve salâhiyet almıştır.)
  • Hitâbe, nutuk, konuşma, vâz. Cumâ namazlarından evvel, bayram namazlarından sonra hatîbin (imâmın) minber denilen yüksekçe yerde cemâate karşı okuduğu Allahü teâlâya hamd, Resûlullah'a salât ve selâm ve mü'minlere nasihat ve duâdan ibâret bir ibâdet.

hutbehan

  • Hutbe okuyan, hatib. (Farsça)

huteba / hutebâ

  • Hatipler.
  • Hutbe okuyanlar. Hatibler.

hüttak

  • (Tekili: Hâtik) Bozanlar.
  • Yırtanlar.

hutur / hutûr

  • Akla gelmek. Hatırlamak.
  • Hatıra gelme.
  • Hatırlama.

hutur etmek

  • Hatıra gelmek.

hutur etmemiş

  • Gelmemiş, hatıra gelmemiş.

i'tibar

  • (İtibâr) Ehemmiyet vermek. Hürmet, riâyet ve hatır saymak. Kulak asmak. İbret alıp uyanık olmak. Birisini veya sözünü makbul farzetmek.
  • Taaccüb etmek.
  • Şeref, haysiyet.
  • Bir şeyin gerçek değil, kararlaştırılan değeri.
  • Ticarette söz veya imzaya olan itimad.
  • <

i'tiraf

  • (İtiraf) Kabahatini saklamamak. Suçunu söylemeği kabul etmek. Gizleyip söylemek istemediği şeyi açıklamak.

ibcam

  • Huzur ve rahatını bozma. Rahatsız etme.

iç ezan

  • Cuma günleri hatib minberde iken müezzin tarafından mahfilde okunan ezan. Diğer namazlarda yalnız minarede ezan okunurken, cuma günleri öğle vaktinde hem minarede, hem de caminin içinde müezzin mahfilinde ezan okunur. İkinci ezan caminin içinde okunduğu için buna "iç ezan" denilir. (Türkçe)

icazet-i külli / icazet-i küllî

  • Vaktiyle Osmanlı serdarlarına ve sefirlerine müsâlaha, muahede akdi ve sair işler hakkında verilen mezuniyet. Tam salâhiyet demektir. Bu salâhiyeti alan kumandan veya sefir, üzerine aldığı işi merkezden sormaya ihtiyaç kalmadan maslahatın icabettirdiği ve kendi aklının erdiği vechile yapıp bitirirdi

iftilat

  • Ansızın bir işe girişme.
  • Hatıra gelivererek şiir veya söz söyleme.

ihsas / ihsâs

  • Hissettirme, hatırlatma.

ihtar / ihtâr / اخطار / اِخْطَارْ

  • Hatırlatmak. Dikkati çekmek. Tenbih. Uyarma. Kalbe gelen doğuş, ilham.
  • Hatırlatma.
  • Hatırlatma, uyarı.
  • Hatırlatma.
  • Uyarı, hatırlatma. (Arapça)
  • İhtâr edilmek: Uyarılmak, hatırlatılmak. (Arapça)
  • İhtâr etmek: Uyarmak, hatırlatmak. (Arapça)
  • Hatırlatma.

ihtar eden

  • Hatırlatan.

ihtar edici

  • Hatırlatıcı, ikaz edici.

ihtar edilen

  • Hatırlatılan, ikaz edilen.

ihtar etme

  • Hatırlatma.

ihtar etmek

  • Hatırlatmak, uyarmak.

ihtar-ı kur'ani / ihtar-ı kur'ânî

  • Kur'ân'ın ihtarı, hatırlatması.

ihtar-ı mücmel / ihtâr-ı mücmel / اِخْطَارِ مُجْمَلْ

  • Kısa öz hatırlatma.

ihtarat / ihtarât

  • (Tekili: İhtar) İhtarlar, hatırlatmalar.
  • Dikkati çekmeler, tenbihler.
  • Hatırlatmalar.

iltifatkar / iltifatkâr

  • İltifat eden, mültefit. Hal hatır sorup gönül alan.

imam hatip mektebi

  • İmam ve hatip olarak din görevlisi yetiştirmek üzere kurulan okul.

imtinan / imtinân / اِمْتِنَانْ

  • Ni'meti hatırlatma.

ingas

  • (Tengis) Keder verme. Rahatını bozma.

intisah

  • Verilen öğütü dinleme, edilen nasihatı tutma.

irtam

  • Hatırlamak için parmağa iplik bağlama.

işaret

  • Bir şeyi bir vasıta ile (el, göz, kaş veya parmakla) göstererek bildirmek.
  • Nişan, alâmet, belli bir iz.
  • Ist: Doğrudan doğruya olmadan, hatırlatma suretiyle verilen emir.

isbat

  • Doğruyu delil göstererek meydana koymak. Delil ve şâhitle bir fikrin sıhhatını göstermek. İtiraf, ikrar ve tasdik etmek.
  • Sabit ve muhkem kılmak.
  • Bâki ve pâyidar eylemek.
  • Delil. Bürhan. Şâhit.

ıslahatperver

  • Islahat taraftarı, ıslahatı seven.

istifsar-ı hatır / istifsar-ı hâtır / istifsâr-ı hatır

  • Hal hatır sorma.
  • Hâl hatır sorma.

istihzar

  • Huzura gelme, hazır etme, huzura dâvet etme.
  • Hazırlama, bir şeyi hatıra getirme.
  • Konferans verecek olan hatiplerin okumak ve araştırmak suretiyle evvelce hazırlanması.

istirahat-i amme / istirahat-i âmme

  • Toplumun rahatı.

istirahat-i beşeriye

  • İnsanlığın rahatı, huzuru.

istirahat-i şahsiye ve umumiye

  • Şahsın ve toplumun rahatı.

istirahat-i umumi / istirahat-i umumî

  • Genelin rahatı, umumun huzuru.

istizkar / istizkâr

  • (Zikr. den) Hatıra getirme, hatırlama. Tahattur etme.
  • Ezberleme, ezber etme.

itiraf

  • Kabahatını saklamamak, suçunu söylemeyi kabul etmek, açıklamak.

ıyadet / ıyâdet

  • Hastayı ziyaret edip hatırını sormak, gidip görmek.
  • Hastayı ziyaret edip hatırını sormak.

ıyadeten

  • Hastaya hatır sorarak.

izdicar

  • Nasihatı dinleyip kabul etme. Söylenen sözü dinleyip tutma.

izhal

  • Hatırdan çıkarma, unutma.

izkar / izkâr / اذكار

  • Hatıra getirmek, andırmak, hatırlatmak.
  • Zikretme, dile getirme, hatırlatma. (Arapça)

kabe-i muazzama / kâbe-i muazzama

  • Yeryüzünde yapılan ilk mâbed. Müslümanların kıblesi. Arabistan'ın Mekke-i mükerreme şehrindeki Mescid-i Harâm'ın ortasında bulunan taştan yapılmış dört köşeli binâ. Beytullah, Beyt-ül-haram, Bekke, Beyt-ül-atîk, Hâtime, Basse, Kadîs, Nâzır, Karye-i Kadîme adları ile de anılmıştır.

kabr ziyareti / kabr ziyâreti

  • Ölümü ve âhireti hatırlayıp ibret almak, mezarlıkta medfûn (gömülü) olanlara duâ etmek ve Kur'ân-ı kerîm okumak ve velî olan ölülerin rûhlarından istifâde etmek maksadıyla bir kabre veya mezarlığa gitmek.

kar'-ul asa / kar'-ul asâ

  • Doktorun, hastanın bedenine vurup muâyene etmesi.
  • Mc: Hatayı hatırlatmak için işaret vermek ve ikaz etmek.

kaşb

  • Karıştırmak.
  • Zehir içirmek.
  • Yaramazlıkla hatırlamak.
  • İncitmek.

kesr-i hatır / kesr-i hâtır

  • Hatır kırma.

kıyas-ı hafiyye

  • Man: Sebebi gizli olan,zihne birden gelmeyen kıyas.
  • Fık: Te'siri kavi olan kıyastır. Veyahut sıhhati zâhir, fesadı gizli olan kıyastır.

kuddus / kuddûs

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Azamet ve celâline, büyüklüğüne lâyık olmayan, noksanlık ve eksiklik getiren şeylerden, his organlarının anladığı, hayâl gücünün hayâl ettiği, hâtıra gelen ve düşünülebilen her türlü vasıftan ve özellikten münezzeh, pâk ve temiz olan.

kut'ül amare / kut-ül amare / كوتول امار

  • Kut'ül Amare ne demektir?

    Yeni kurulan Osmanlı 6. Ordusu'nun Komutanlığı'na atanarak 5 Aralık'ta Bağdat'a varan Mareşal Colmar Freiherr von der Goltz Paşa'nın emriyle Irak ve Havalisi Komutanı Miralay (Albay) 'Sakallı' Nurettin Bey'in birlikleri 27 Aralık'ta Kut'u kuşattı. İngilizler Kut'u kurtarmak için General Aylmer komutasındaki kolorduyla hücuma geçti ancak, 6 Ocak 1916 tarihli Şeyh Saad Muharebesi'nde 4.000 askerini kaybederek geri çekildi. Bu muharebede 9. Kolordu Komutanı Miralay 'Sakallı' Nurettin Bey görevinden alındı ve yerine Enver Paşa'nın kendisinden bir yaş küçük olan amcası Mirliva Halil Paşa (Kut) getirildi.

    İngiliz Ordusu, 13 Ocak 1916 tarihli Vadi Muharebesi'nde 1.600, 21 Ocak Hannah Muharebesi'nde 2.700 askeri kaybederek geri püskürtüldü. İngilizler mart başında tekrar taarruza geçti. 8 Mart 1916'da Sabis mevkiinde Miralay Ali İhsan Bey komutasındaki 13. Kolordu'ya hücum ettilerse de 3.500 asker kaybederek geri çekildiler. Bu yenilgiden dolayı General Aylmer azledilerek yerine General Gorringe getirildi.

    Kut'ül Amare zaferinin önemi

    Kût (kef ile) veya 1939’dan evvelki ismiyle Kûtülamâre, Irak’ta Dicle kenarında 375 bin nüfuslu bir şehir. Herkes onu, I. Cihan Harbinde İngilizlerle Türkler arasında cereyan eden muharebelerden tanır. Irak cephesindeki bu muharebeler, Çanakkale ile beraber Cihan Harbi’nde Türk tarafının yüz akı sayılır. Her ikisinde de güçlü düşmana karşı emsalsiz bir muvaffakiyet elde edilmiştir.

    28 Nisan 1916’da General Townshend (1861-1924) kumandasındaki 13 bin kişilik İngiliz ve Hind askerlerinden müteşekkil tümenin bakiyesi, 143 günlük bir muhasaradan sonra Türklere teslim oldu. 7 ay evvel parlak bir şekilde başlayan Irak seferi, Basra’nın fethiyle ümit vermişti. Gereken destek verilmeden, tecrübeli asker Townshend’den Bağdad’a hücum etmesi istendi.

    Bağdad Fatihi olmayı umarken, 888 km. yürüdükten sonra 25 Kasım 1915’de Bağdad’a 2 gün mesafede Selmanpak’da miralay Nureddin Bey kumandasındaki Türk ordusuna yenilip müstahkem kalesi bulunan Kût’a geri çekildi. 2-3 hafta sonra takviye geleceğini umuyordu. Büyük bir hata yaparak, şehirdeki 6000 Arabı dışarı çıkarmadı. Hem bunları beslemek zorunda kaldı; hem de bunlar Türklere casusluk yaptı.

    Kût'a tramvayla asker sevkiyatı

    İş uzayınca, 6. ordu kumandanı Mareşal Goltz, Nureddin Bey’in yerine Enver Paşa’nın 2 yaş küçük amcası Halil Paşa’yı tayin etti. Kût’u kurtarmak için Aligarbi’de tahkimat yapan General Aylmer üzerine yürüdü. Aylmer önce nisbî üstünlük kazandıysa da, taarruzu 9 Mart’ta Kût’un 10 km yakınında Ali İhsan Bey tarafından püskürtüldü.

    Zamanla Kût’ta kıtlık baş gösterdi. Hergün vasati 8 İngiliz ve 28 Hindli ölüyordu. Hindliler, at eti yemeği reddediyordu. Hindistan’daki din adamlarından bunun için cevaz alındı. İngilizler şehri kurtarmak için büyük bir taarruza daha geçtiler. 22 Nisan’da bu da püskürtüldü. Kurtarma ümidi kırıldı. Goltz Paşa tifüsten öldü, Halil Paşa yerine geçti. Townshend, serbestçe Hindistan’a gitmesine izin verilmesi mukabilinde 1 milyon sterlin teklif etti. Reddedilince, cephaneliği yok ederek 281 subay ve 13 bin askerle teslim oldu. Kendisine hürmetkâr davranıldı. Adı ‘Lüks Esir’e çıktı. İstanbul’a gönderildi. Sonradan kendisine sahip çıkmayan memleketine küskün olarak ömrünü tamamladı.

    Böylece Kûtülamâre’de 3 muharebe olmuştur. İngilizlerin kaybı, esirlerle beraber 40 bin; Türklerinki 24 bindir. Amerikan istiklâl harbinde bile 7000 esir veren İngiltere, bu hezimete çok içerledi. Az zaman sonra Bağdad’ı, ardından da Musul’u ele geçirip, kayıpları telafi ettiler. Kût zaferi, bunu bir sene geciktirmekten öte işe yaramadı.

    Bu harbin kahramanlarından biri Halil Paşa, Enver Paşa’nın amcası olduğu için; diğer ikisi Nureddin ve Ali İhsan Paşalar ise cumhuriyet devrinde iktidar ile ters düştüğü için yakın tarih hafızasından ustaca silindi. 12 Eylül darbesinden sonra Ankara’da yaptırılan devlet mezarlığına da gömülmeyen yalnız bunlardır.

    Binlerce insanın kaybedildiği savaş iyi bir şey değil. Bir savaşın yıldönümünün kutlanması ne kadar doğru, bu bir yana, Türk-İslâm tarihinde dönüm noktası olan çığır açmış nice hâdise ve zafer varken, önce Çanakkale, ardından da bir Kûtülamâre efsanesi inşa edilmesi dikkate değer. Kahramanları, yeni rejime muhalif olduğu için, Kûtülamâre yıllarca pek hatırlanmadı. Gerçi her ikisi de sonu ağır mağlubiyetle biten bir maçın, başındaki iki güzel gol gibidir; skora tesiri yoktur. Hüküm neticeye göre verilir sözü meşhurdur. Buna şaşılmaz, biz bir lokal harbden onlarca bayram, yüzlerce kurtuluş günü çıkarmış bir milletiz.

    Neden böyle? Çünki bu ikisi, İttihatçıların yegâne zaferidir. Modernizmin tasavvur inşası böyle oluyor. Dini, hatta mezhebi kendi inşa edip, insanlara doğrusu budur dediği gibi; tarihi de kendisi tayin eder. Zihinlerde inşa edilen Yeni Osmanlı da, 1908 sonrasına aittir. İttihatçıların felâket yıllarını, gençlere ‘Osmanlı’ olarak sunar. Bu devrin okumuş yazmış takımı, itikadına bakılmadan, münevver, din âlimi olarak lanse eder. Böylece öncesi kolayca unutulur, unutturulur.

    Müşir İbrahim Edhem Paşa’nın oğlu Sakallı Nureddin Paşa (1873-1932), sert bir askerdi. Irak’ta paşa oldu. Temmuz 1920’de Ankara’ya katıldı. Fakat karakterini bilen M. Kemal Paşa, kendisine aktif vazife vermek istemedi. Merkez kumandanı iken Samsun’daki Rumları iç mıntıkalara sürgün ettiği esnada çocuk, ihtiyar, kadın demeden katliâma uğramasına göz yumdu. Bu, milletlerarası mesele oldu. Yunanlılar, bu sebeple Samsun’u bombaladı. Nureddin Paşa azledildi; M. Kemal sayesinde muhakemeden kurtuldu. Sonradan Kürtlerin de iç kısımlara göçürülmesini müdafaa edecektir. Batı cephesinde, kendisinden kıdemsiz İsmet Bey’in maiyetinde vazife kabul etti. İzmir’e girdi. Bazı kaynaklarda İzmir’i ateşe verdiği yazar. I. ordu kumandanı olarak bulunduğu İzmit’te, Sultan Vahîdeddin’in maarif ve dahiliye vekili gazeteci Ali Kemal Bey’i, sivil giydirdiği askerlere linç ettirdi; padişaha da aynısını yapacağını söyledi. Ayağına ip takılarak yerlerde sürüklenen cesed, Lozan’a giden İsmet Paşa’nın göreceği şekilde yol kenarına kurulan bir darağacına asılarak teşhir edildi. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bir fedainin vursa kahraman olacağı bir insanı, vuruşma veya mahkeme kararı olmaksızın öldürmeyi cinayet olarak vasıflandırıp kınadı. M. Kemal’e gazi ve müşirlik unvanı verilmesine içerleyen Nureddin Paşa iyice muhalefet kanadına geçti. 1924’de Bursa’dan müstakil milletvekili seçildi. Asker olduğu gerekçesiyle seçim iptal edildi. İstifa edip, tekrar seçildi. Anayasa ve insan haklarına aykırılık cihetinden şapka kanununa muhalefet etti. Bu sebeple antikemalist kesimler tarafından kahraman olarak alkışlanır. Nutuk’ta da kendisine sayfalarca ağır ithamlarda bulunulur, ‘zaferin şerefine en az iştirake hakkı olanlardan biri’ diye anılır.

    Halil Kut (1882-1957), Enver Paşa’yı İttihatçıların arasına sokan adamdır. Sultan Hamid’i tevkife memur idi. Askerî tecrübesi çete takibinden ibaretken Libya’da bulundu. Yeğeni harbiye nazırı olunca, İran içine harekâta memur edildi. Irak’taki muvaffakiyeti üzerine paşa oldu. Bakü’yü işgal etti. İttihatçı olduğu için tutuklanacakken, kaçıp Ankara hareketine katıldı. Rusya ile Ankara arasında aracılık yaptı. Sonra kendisinden şüphelenilince, Almanya’ya kaçtı. Zaferden sonra memlekete dönüp köşesine çekildi. Politikaya karışmadı.

    Ali İhsan Sâbis (1882-1957), Sultan Hamid’i tahttan indiren Hareket Ordusu zâbitlerindendi. Çanakkale, Kafkasya’da bulundu. Irak’ta paşalığa terfi etti. İttihatçı olduğu için Malta’ya sürüldü. Kaçıp Ankara hareketine katıldı. I. batı cephesi kumandanı oldu. Cephe kumandanı İsmet Bey ile anlaşmadı; azledilip tekaüde sevkolundu. M. Kemal’e muhalif oldu. Nazileri öven yazılar yazdı. 1947’de devlet adamlarına yazdığı imzasız mektuplar sebebiyle 15 seneye mahkûm oldu. 1954’te DP’den milletvekili seçildi. Hatıraları, Nutuk’un antitezi gibidir.

la / lâ

  • Arabçada kelimenin başında nefy edatı'dır. Cevap yerine veya yersiz inkârda kullanılır. "Yoktur, değildir" gibi. Mâzi fiilinin evvelinde bulunan Lâ, duâiye olur. Lâ zâle sıhhatehu: "Sıhhati zâil olmasın" sözündeki gibi.
  • Harf-i atıf da olur. Ve mâba'dını makabline nefyen rabt eder ve

layıh / lâyıh

  • Parlak. Meydanda. Aşikâr. Hatıra gelen.

lazım-ı beyyin / lâzım-ı beyyin

  • Bu tabirin masdariyet şekli "Lüzum-u beyyin" olup ikisi aynı mânaya gelir. Herhangi bir şey hatıra gelince hiç bir delil ve emareye ihtiyaç olmadan o şeyle beraber düşünülmesi zaruri olan diğer bir şey. Meselâ: İnsan denildiği zaman, kabiliyet-i ilim ve san'at akla gelmesi gibi...

madalya

  • İtl. Büyük işlerde muvaffak olanlara veya büyük fedakârlık ve kahramanlık gösterenlere hediye ve hatıra olarak verilen ve çok defa yuvarlak biçimde, göğüse takılacak şekilde olan kıymetli madeni parça.

mahtab

  • (Çoğulu: Mehâtıb) Odun yığacak yer, odunluk.

mahtam

  • (Çoğulu: Mehâtım) Burun.

makam-ı imtinan ve in'am / makam-ı imtinan ve in'âm

  • Minnet ve nimeti hatırlatma yeri.

maslahat

  • Bir işin hayırlı, iyi olmasına vesîle olan şey. Çoğulu, mesâlih'tir. Maslahatın zıddı mefsedet yâni bozukluktur.

mazbut

  • Zabtolunmuş, elegeçirilmiş.
  • Sağlam.
  • Yazılmış. Kaydedilmiş. Hatırda tutulmuş. Derli toplu.
  • Muhâfazalı. Korunmuş.
  • Belli, belirtilmiş.

mazbutat / mazbutât

  • (Tekili: Mazbut) Ele geçirilmiş; kaydedilmiş; hatırda tutulmuş şeyler. Mazbut olan şeyler.

meann

  • Enli, geniş.
  • şişman gövdeli kimse.
  • Hatip.

mecaz

  • Yerinden ve haddinden tecavüz etmek. Hududunu aşmak.
  • (Cevaz. dan) Geçecek yer. Yol.
  • Edb: Hakiki mânâsı ile değil de ona benzer başka bir mânâ ile veya istenileni hatırlatır bir kelime ile konuşmak. İstenilene benzer bir mâna ifadesi.

mecbur

  • Zor görmüş. Zorla bir işe girişmiş. İcbar görmüş.
  • Hatırı alınmış, gönlü yapılmış. (Hakiki manası: Kırıldıktan sonra bütünlenmiş.)

meleke

  • Zihnin anlama, kavrama, hatırlama gibi özellikleri, tekrar tekrar yapmaktan dolayı kazanılan beceri.

melhuz / melhûz

  • Mülahaza edilen, düşünülebilen, hatıra gelen.

melhuzat / melhuzât

  • (Tekili: Melhuz ve Melhuze) Olabilir şeyler. Hatıra gelen şeyler. İhtimâller.

menabir

  • (Tekili: Minber) Minberler. Camilerde hatiblerin hutbe okumalarına mahsus kürsüler.

menakıb / menâkıb

  • Menkıbeler. Velîlerin, Allahü teâlânın sevgili kullarının güzel iş, hareket, söz ve kerâmetlerini konu edinen hikâye ve hâtıralar, bu hususta yazılmış kitapları. Menkabenin çokluk şeklidir.

menkıbe

  • Bir zâtın güzel iş, söz ve hallerini, hayâtını konu edinen hikâye ve hâtıralar. Çoğulu menâkıbdır.

mensi / mensî

  • (Mensiyye) (Nisyan. dan) Unutulmuş, hatırdan çıkmış.

mensiyat

  • (Tekili: Mensi) Hatırdan çıkıp unutulmuş şeyler.

mensiyet

  • Unutulma, hatırdan çıkma.

minber

  • Camide hatibin hutbe okumasına mahsus kürsü. (Rif'at mânasına olan nebr'den ism-i âlettir.)
  • Câmilerde hatiplerin hutbe okumaları için yapılmış merdivenli yüksek yer.

mu'teber

  • İtibâr gören. Beğenilen.
  • İnanılır. Güvenilir. Hatırı sayılır. Hükmü geçen.

mugberr-ül hatır / mugberr-ül hâtır

  • Hatırı kalmış, gücenmiş.

muhazara

  • (Çoğulu: Muhazarât) (Huzur. dan) Hatırda tutulan şeyler.
  • Tarihi ve edebi fıkra ve hikâyeler anlatma.
  • Konferans verme.

muhtell-üs sıhha

  • Sıhhati bozulmuş.

muhtır

  • (Hatır. dan) Hatıra getiren, hatırlatan.

muhtıra

  • Hatırlatmak veya hatırlamak için yazılan tezkere.
  • Hatırlatma.

müsamaha / müsâmaha

  • Hoş görü, başkasının kabahatini görmeme.
  • Terk edilmesi gerekmeyen şeyleri başkasına faydalı olmak için terk etmek.

müsaneha

  • Akla veya hatıra gelme.

müstezkir

  • (Zikr. den) Hatırlayan, istizkâr eden.

mutasavver

  • Tasavvur edilmiş. İlerde yapılması düşünülmüş.
  • Tasvir edilen. Hatırdan geçen.
  • Kabil, akıl kabul eder, akıl alır.

mütebadir

  • En açık ve net bir şekilde zihne gelen, hatıra gelen.

mütehattır

  • (Hutur. dan) Hatırlayan, hatırına getiren, tahattur eden.

müteneffizan

  • (Tekili: Müteneffiz) Nüfuzlu ve hatırı sayılır kimseler. Sözü dinlenir kişiler. (Farsça)

mütezekkir

  • Hatırlayan, tezekkür eden.
  • Bir işe dair söz söyliyen.

müzekkir

  • Andıran, hatıra getiren, yâd ettiren, zikrettiren, hatırda tutturan.
  • Zikreden, ibâdet eden.
  • Resul-i Ekrem (A.S.M.) mü'minleri ve bütün beşeriyeti tehlikeli şeylerden halâs edip iki cihan saadetine nâil olma yolunu tâlim ettiğinden, Kur'an-ı Kerim'de müzekkir diye isimlendiril
  • Hatırlatan.

müzekkire-i mükerrere

  • Tekrar tekrar hatırlatan.
  • Tekrar tekrar hatırlatan.

na'ye

  • Birisinin öldüğünü bildiren söz.
  • Bir adamın zünub ve kabahatini izhar ve işaa eden söz.

na-mutasavver

  • Hatır ve hayale gelmez. (Farsça)

nakkad

  • (Bak: Nekkad) Nakd eden. Paranın kalbını, sağlamını ayıran.
  • Tenkidci, bir şeyin iyisini kötüsünü ayıran.
  • İmam, hatib.

neam, la / neam, lâ

  • Evet, hayır. "doğru; fakat, meselenin içinde senin hatırına gelmeyen şu da var" manasındadır.

neam-la

  • Evet, hayır. " Doğru fakat, mes'elenin içinde senin hatırına gelmeyen şu da var." mânâsınadır.

nebh

  • Bir şeyi tenbih etmek, unuttuğunu hatırlatmak.
  • Ansızın bulunan. Yitik.
  • Ansızın yitirmek.
  • Uykudan uyanmak.
  • Şerefli olmak.
  • Meşhur olmak, ün salmak.

nefs-i levvame

  • Kötülüğü işledikten sonra fenâlığını hatırlayarak insanı rahatsız eden pişmanlık hâli ve vicdan rahatsızlığı.
  • İnsanın, kendine ait kötülük ve günahını görüp fenalığını bilen ve hayra meyleden iradesi.

nekkad

  • Bir şeyin iyisini kötüsünü seçen kimse.
  • Paranın sağlamını kalpından ayıran.
  • İmam, hatib ve kayyum gibi hizmet sahiblerinin, vazifelerine devam edip etmediklerini murakabe ve devam etmiyenlere tenbihat, icra ve devamsızlıkları tesbit eden vazifeli kişi.

nesem

  • Soluk ruh, nefes. Rahatı mucib hâlet.
  • Rüzgârın lâtif, hoş esmesi.

nesyen mensiyyen

  • Tamamıyla unutulmuş, tamamen hatırdan çıkmış.

nişan

  • İz. Nişan. Alâmet. İşaret. (Farsça)
  • Yara izi. (Farsça)
  • Hedef, vurulması istenen nokta. (Farsça)
  • Hâtıra için dikilen taş. (Farsça)
  • Taltif için verilen madalya. (Farsça)
  • Evlenmeden önceki anlaşma ve karar işareti veya merasim. (Farsça)
  • Tuğra. (Farsça)
  • Ferman. (Farsça)

nisyan

  • Unutmak, hatırdan çıkarmak.

nota / نُوطَه

  • (İtalyancadan) Emir ve istek bildiren yazı.
  • Bir şeyi sonradan hatırlamak için konan işaret.
  • Resmi ve siyasi mektup, muhtıra.
  • Mülâhazat.
  • Hesap pusulası.
  • Müziğe ait yazı.
  • Emir ve istek bildiren yazı, kısa hatırlatma yazısı.

ocak imamı

  • Tar: Yeniçeri Ocağı'nın imamı. Cami-i Miyane adını alan ve ilkin mescid halinde bulunan Orta camii, Hicri 1000 senesinde büyütülerek cami haline getirilmiştir. Camiin imamı, hatibi, müezzini, muarrifi ve kayyumu vardı. İmam, Yeniçeriler arasında okuyup yazan ve tahsil görenlerden seçilirdi.

özür

  • Bir kusurun afvı için gösterilen sebep.
  • Bahane, sebep.
  • Mâni, engel. Kusur, nakise, sakatlık.
  • Fevz. Zafer.
  • Bir adamın kusur ve kabahatinin çok olması.
  • Fık: Abdesti bozucu ve devamlı olan şey.

pendimi guş etti

  • Nasihatımı dinledi.

pürsiş-i hatır / pürsiş-i hâtır

  • Hatır sorma.

rabıta-i mevt / râbıta-i mevt

  • Ölümü her an hatırlama ve hayatını buna göre şekillendirme.

rahat-ı beşeriye

  • İnsanlığın rahatı.

rahat-ı dil

  • Gönül rahatı.

rencidegi / rencidegî

  • İncinip hatırı kırılmış olma. (Farsça)
  • Dertlilik, kederlilik. (Farsça)

rencidehatır / rencidehâtır

  • Gücenmiş, hatırı kırılmış. (Farsça)

retaim

  • (Tekili: Retime) Bir şeyi hatırlayabilmek için parmağa bağlanan iplikler.

retime

  • (Çoğulu: Retaim) Bir şeyi hatırlayabilmek için parmağa bağlanan iplik.

rıhlet-i sayfiye

  • Yaz seyahati, yaz yolculuğu.

rıhlet-i şitaiye / rıhlet-i şitâiye

  • Kış seyahati, kış yolculuğu.

ritam

  • (Tekili: Retime) Bir şeyi hatırlayabilmek için parmağa bağlanan iplikler.

sace

  • Hatıl ağacı.
  • Altın ve gümüş ayarını astıkları ağaç.

safa-bahş

  • Eğlendiren, rahatlandıran, kederi def'eden, hatırı hoş eden. (Farsça)

şafak

  • Tan zamanı. Güneş doğmağa yakın zaman veya güneş battıktan sonraki alaca karanlık. Gündüz.
  • Nahiye. Cânib.
  • Nasihat eden kimsenin "Nasihatım te'sir etsin, sözüm tutulsun" diye ıslah için gayret göstermesi.
  • Merhamet.
  • Harf.

şahsiyet devrinin yadigarı / şahsiyet devrinin yadigârı

  • Asil kişilerin yaşadığı dönemin hatırası.

saniha-ara / saniha-ârâ

  • Hatıra gelen, akla gelen. (Farsça)

şea'irullah / şeâ'irullah

  • Görülünce, Allahü teâlâyı hatırlatan şeyler.

seffah

  • Cömert, eliaçık, civanmerd.
  • Güzel konuşan, hatip.
  • Kan dökücü, gaddar.

selman-ı farisi / selman-ı farisî

  • İran'ın İsfahan şehrinde doğmuş olan büyük bir sahâbe. Evvelce ateşperestti, sonra Hristiyan oldu. Daha sonra papazların nasihatiyle İslâmiyetin geleceğini anlamıştı ve arıyordu. Yeni Peygamber'e (A.S.M.) kavuşmak için Şam'dan Hicaz'a geldi ve orada kendisini köle yaptılar. Peygamber Aleyhissalâtü V

selvet

  • Kalb rahatı. Gönül rahatı.

seyr-i kalbi / seyr-i kalbî

  • Kalbin seyahati, dolaşması.

silak

  • Diş dibinde olan kabarcıklar.
  • Belâgatla okuyan hatip.

siyahat

  • (Seyyehân - Siyâh - Süyuh) İbret, terehhüb ve ibadet için yer yüzünde gezip yürümek. (Dervişlerin seyahatı bundandır.)

ta'yir

  • (Çoğulu: Ta'yirât) Kabahati yüze vurarak utandırma.

taakkul

  • Hatırlama. Zihin yararak anlama. Akıl erdirme. Hatıra getirme.

tahattur / تخطر / تَخَطُّرْ

  • Hatırlamak.
  • Muhatara ve tehlikeden kaçıp uzaklaşmak.
  • Hatırlama.
  • Hatırlama.
  • Anımsama, hatırlama. (Arapça)
  • Tahattur etmek: Anımsamak, hatırlamak. (Arapça)
  • Hatırlama.

tahattur eden

  • Hatırlayan.

tahattur etmek

  • Hatırlamak.

tahattur-u farazi / tahattur-u farazî / تَخَطُّرُ فَرَض۪ي

  • Asılsız şeylerin hatıra gelmesi.
  • Farz ederek hatırlama.

tahattur-u faraziyat

  • Aslı olmayan şeylerin hatıra gelmesi.

tahattur-u hakàik

  • Hakikatleri hatırlamak.

tahattur-u hükm-ü şer'i / tahattur-u hükm-ü şer'î

  • Dini hükmün hatırlanması.

talikat / tâlikât

  • Kitap okurken hatıra gelen mânâları not ederek yazılan eser.

tarz-ı tezkir

  • Hatırlatma şekli.

te'bin

  • Ölmüş bir kimsenin iyiliklerini hatırlayıp söyleme.
  • Bir kimseyi yüzüne karşı ayıplama.

tebadür / tebâdür

  • Zihne gelme, hatıra gelme.

tedai / tedaî

  • Birbirini bir iş için davet etmek.
  • Yıkılıp harap olmak.
  • Bir şeyi hatıra getirmek. Bir şeyin başka bir şeyi hatıra getirmesi. Çağrışım.

tedai-i efkar / tedaî-i efkâr

  • Bir fikrin veya şeyin başka bir fikri veya şeyi hatıra getirmesi.

ten-asan

  • Rahatını düşünen adam. (Farsça)

tenasan / tenâsân / تن آسان

  • Canının kıymetini bilen, rahatına düşkün. (Farsça)

tenevvuk

  • Tabiat, huy.
  • Hâtır.
  • Bir işte mübalağa etmek.

tenperver / تن پرور

  • Rahatına düşkün, tembel.
  • Rahatına düşkün. Tembel. Vücudunu beslemek telâşesinde olan. (Farsça)
  • Rahatına düşkün. (Farsça)

tenperverlik

  • Devamlı kendi canını ve rahatını düşünme, tenbellikten hoşlanma.

tenzih

  • Suç ve noksanlıktan uzak saymak. Cenab-ı Hakk'ı (C.C.) her çeşit kusur, noksan, şerik gibi hallerden uzak bilip söylemek.
  • Kabahati yok olduğu anlaşılmak ve onu ifade etmek.

terhib

  • (Çoğulu: Terhibât) Hal hatır sorma.

terhibat

  • (Tekili: Terhib) Hal ve hatır sormalar.

teşeffü'

  • Bir isteğin, dileğin yerine gelmesi için, peygamberleri veya evliyâyı vesîle ederek (araya koyarak), onların hatırı için diyerek Allahü teâlâya yalvarma, duâ etme, isteme.

teselli-i kalp

  • Kalbin tesellisi, rahatı.

teveccüh

  • Yönelme.
  • Peygamberleri aleyhimüsselâm veya evliyâyı vesîle (vâsıta) yaparak, onların hâtırı için istenilen bir şeye kavuşturması için Allahü teâlâya yalvarmak. Buna, istigâse, tevessül ve teşeffü' de denir.
  • Tasavvuf yolunda ilerleme, yükselme sebeblerinden en önemli olanı. Bir velîni

tevessül

  • Bir isteğin, bir maksadın hâsıl olması için bir şeyi vesîle, sebeb yapmak. Allahü teâlânın sevdiklerini araya koyarak; "Onların hâtırı, hürmeti için" diyerek duâ etmek veya bu sûretle yapılan duâ. İstiğâse ve teşeffû' da denir

tezekkür

  • Unuttuktan sonra birşeyi tekrar hatırlama.
  • Hâfızadaki bilgileri, istenildiği zaman hatırlamak.
  • Unuttuktan sonra hatıra getirmek. Zikretmek.
  • Bir şeyi ders gibi tekrar ile ezbere almak.
  • Birkaç kişi toplanıp iş üzerine görüşmek.
  • Akla getirme, hatırlama, anımsama.
  • Birkaç kişinin toplanarak bir işi konuşması, görüşme, müzakere etme.

tezekkür-i mevt

  • Ölümü hatırlamak. İnsanın kendini ölmüş, teneşir tahtası üzerinde yıkanmış, kefene sarılmış ve tabuta konulmuş ve mezâra gömülmüş olarak düşünmesi.

tezekkür-ü mevt

  • Ölümü hatırlama, ölümden ibret alma.

tezkar / tezkâr / تذكار

  • (Tizkâr) Zikretme, hatırlatma, anma, yâdolunma.
  • Zikretme; hatırlatma.
  • Anma hatırlama. (Arapça)
  • Tezkâr eylemek: Hatırlatmak. (Arapça)

tezkir / tezkîr / تذكير

  • Hatırlatma.
  • Vazifeyi veya Cenab-ı Hakk'ın emirlerini hatırlatma. Vaaz ve nasihat etme. Tenbih ve ikaz etme.
  • Gr: Bir kelimeyi müzekker kılmak.
  • Hatırlatma, ikaz etme.
  • Hatırlatma.
  • Hatırlatma. (Arapça)
  • Tezkîr edilmek: Hatırlatılmak, dile getirilmek. (Arapça)
  • Tezkîr etmek: Hatırlatmak, dile getirmek. (Arapça)

tezkir-i müsellemat / tezkir-i müsellemât

  • Müsellematı, hakikat olduğu aşikâr bilinen şeyleri, hususları hatırlatmak, tekrar etmek.
  • Kesin esasları hatırlatma.

tezkire

  • Hatırlatma yazısı, not.
  • Hatırlatmaya yarayan yazı, hatırlatma yazısı.

ubudiyyet / ubûdiyyet

  • Allahü teâlânın emirlerine teslîmiyet ve boyun eğmek. Allahü teâlânın işinden râzı olmak. Her an Allahü teâlâyı hatırlamak, anmak.

varaka

  • Tek yaprak hâlindeki kâğıt.
  • Nebât yaprağı. Maden yaprağı. Kitap yaprağı.
  • Hasis kimse.
  • Peygamberimize (A.S.M.) ilk vahyin geldiği sırada Hz. Hatice vâlidemizin (R.A.) hâdiseyi kendisine bildirdiği ve o zamanın meşhur bir âlimi olan Varaka İbn-i Nevfel'in adı.

varid-i hatır / vârid-i hâtır

  • Akla gelen, hatıra gelen.

varidat / vâridât

  • (Tekili: Vâride) Kâr, gelir.
  • Vârid olan. Bir kimseye veya hazineye ait gelir ve paralar.
  • Hatıra gelen, içe doğan.

yad / yâd / یاد

  • Anma. Hatırda tutma. Zikretme. (Farsça)
  • Hediye. (Farsça)
  • Hâtıra. (Farsça)
  • Hatır, gönül. (Farsça)
  • Uyanıklık. (Farsça)
  • Hatırlama, anma.
  • Anma, hatırda tutma, zikretme.
  • Hediye.
  • Hatıra.
  • Hatır gönül.
  • Hatırlama. (Farsça)
  • Gönül, hatır. (Farsça)
  • Anı, hatıra. (Farsça)
  • Yâd edilmek: Anılmak, hatırlanmak. (Farsça)
  • Yâd etmek: Anmak, hatırlamak. (Farsça)

yad edilmek / yâd edilmek

  • Anılmak, hatırlanmak.

yad etmek / yâd etmek

  • Hatırlamak, anmak. Zikir.

yad ettirmek

  • Hatırlatmak.

yad-ı daşt / yâd-ı daşt

  • Nakşibendiyye yolundaki on temel esastan biri. Zikrin, Allahü teâlâyı anmanın ve hatırlamanın kalbe yerleşmesi, meleke hâline gelmesi.

yad-ı gird / yâd-ı gird

  • Hatırlamak; Nakşibendiyye yolundaki on temel esastan biri. Her an Allahü teâlâyı anıp hatırlamaya çalışmak.

yad-i hazin / yâd-i hazin

  • Hüzünlü hâtıra.

yad-ı şebabet / yâd-ı şebâbet

  • Gençlik hâtırası.

yaddar

  • Hatırda tutan, unutmayan. (Farsça)

yaddaşt

  • Hatırda tutulan şey. Hâtıra. (Farsça)

yade

  • Hâtıra. (Farsça)

yadgar / yâdgâr / یادگار

  • Anı. (Farsça)
  • Hatıra. (Farsça)

yadigar / yadigâr / yâdigâr / يَادِ گَارْ

  • Hatıra. Bir kimseyi veya bir şeyi hatırlatan.
  • Hatıra.

yadigar-ı harb / yâdigâr-ı harb

  • Savaş hatırası.

yadigar-ı tahattur / yâdigâr-ı tahattur

  • Hâtıra, hatırlatacak bir hediye.

zade-i tab'

  • (Zâde-i tabiat - Zâde-i hâtır) Bir kimsenin kabiliyetinden, tabiatından meydana gelen eseri.

zair

  • Ziyaret eden, ziyaretçi. Hatır sormaya, görmeye giden.
  • Seyirci.

zakire / zâkire

  • Andıran, hatırlatan, hatıra getiren şey.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın