Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
Hasıl
ifadesini içeren
121
kelime bulundu...
aks-ül amel
İstenilen şeyin zıddı hasıl olması. Tersine oluş. (Reaksiyon)
Edb: Edebi san'atlardandır. Bir cümle veya mısrânın altını üstüne getirmekle, başka bir cümle veya mısrâ yapmaktır. Pertev paşanın: "Her düzün bir yokuşu, her yokuşun bir düzü var." mısrâında olduğu gibi.
aksü'l-amel
Tepki, istenilen şeyin zıddının hâsıl olması.
ararot
Ufak çocuklara yedirilen besleyici bir cins nişasta ki, Amerika'da hasıl olan bir kökten çıkarılır.
arazi-i öşriyye / arâzi-i öşriyye
Huk: Ziraat olundukça her sene hâsılatından beytülmâle, beytüssadakaya konulmak üzere, fakirlerin hakkı olan öşür alınan arâziler.
arızi / arızî / ârızî
Sonradan hasıl olan şey. Geçici.
Zâtî ve irsî olmayıp sonradan hâsıl olan. Zâtî ve esastan olmayıp sonradan zuhur ve taalluk eden. Muvakkat, geçici.
asel
Bal. Şehd.
Tatmak.
Su akarken yüzünde hâsıl olan kabarcık.
Cennette bir su.
ateş
Odun vs. gibi maddelerin yanmasından hasıl olan hâl. Od, nâr.
(Farsça)
Kızgınlık, hararet.
(Farsça)
Hiddet, gazab, şiddet.
(Farsça)
Hayvanın çevik, hareketli ve oynak olması.
(Farsça)
Yangın.
(Farsça)
Gözyaşı.
(Farsça)
Hastalık.
(Farsça)
Harb, savaş.
(Farsça)
ayne'l-yakin / ayne'l-yakîn
Müşahede ve keşif ile hâsıl olan ilim.
behişt-i gına / behişt-i gınâ
Cenab-ı Hak'tan başka hiç kimseye minnet etmeden hâsıl olan saadet, cennet. Gına ve istiğnânın cenneti.
behsale
(Çoğulu: Behâsile) Etli, kısa boylu, tıknaz kadın.
bila / bilâ
Olmayarak, sahib olmıyan "...sız,...siz" mânâları yerine kullanılan edattır. Kelimenin başına getirilerek menfi mânâ hasıl olur.
cem'iyyet
Topluluk. Kalbde hâsıl olan mânevî toparlanma, huzur, Allahü teâlâ ile berâber olma hâli.
çim
Rutubetten hasıl olan yosun.
(Farsça)
Kesilmiş çimenli yerler.
(Farsça)
demevi / demevî
Kana dâir, kana mensub ve müteallik.
Mc: Asabi, sinirli. Kanın çokluğu sebebi ile hâsıl olan mizaç.
deng
Hayran, şaşkın, şaşmış olan, ahmak, ebleh, bön, sersem.
(Farsça)
İki katı maddenin tokuşmasından hasıl olan ses.
(Farsça)
Pergel noktası.
(Farsça)
elhasıl
Hasılı, sözün özü, kelâmın lübbü, neticesi, kısası, kısacası. Hülasa-i kelâm, netice-i kelâm, filcümle.
esef
Hüzün, gam, nedamet, pişmanlık. Daralmak. Elden çıkan bir şey için hâsıl olan üzüntü.
evram
(Tekili: Verem) Veremler, vücudda hasıl olan yumrular, şişler.
fecr
Tan yerinin ağarması. Şafak. Sabah vakti, güneş doğmadan evvel şarkta hâsıl olan kızıllık.
Bir şeyi genişçe ikiye ayırmak.
Günah işlemek. Fücur ve fısk işlemek. Yalan söylemek.
Tekzib eylemek.
İsyan ve muhalefet eylemek.
Haktan sapmak. Meyletmek.
<
firaset
Zihin uyanıklığı. Bir şeyi çabukça anlayış kabiliyeti. Bir kimsenin ahlâk ve istidadını yüzünden anlamak. Firasetin bir nev'i, sebebini anlamadan ve ilham eseri olarak vücuda gelen seziştir. Diğer nev'i ise kesbîdir. Muhtelif huy ve tabiatları bilmek neticesinde hâsıl olur.
Yiğitlik.
hadd-i sekr
Fık: Şarap haricindeki diğer içkilerin bil'ihtiyar içilmesinden hâsıl olan sarhoşluğun icab ettirdiği ceza.
hades-i asgar
Fık: Taharet-i suğra ile, yani yalnız abdest ile giden taharetsizlik hali. Bevletmek, kan gelmek sebebi ile hasıl olan hades gibi.
hads
Uzun düşünce ve delile ihtiyaç kalmadan hâsıl olan ilim. Sür'at-i intikal. Ani ve doğru idrâk. Delilden neticeye çabuk varmak.
halita
Karışık halde olan. Karma. İki veya muhtelif maddelerden yapılmış.
Madenlerin birbirleriyle birleşmelerinden hâsıl olan mürekkep madde.
hane-i avarız
Avarız ve bedel-i nüzul ve buna benzer vergiler ve tekâlifin toplanmasında tutulan ölçü. Buradaki hanenin, lügat mânası olan evle münasebeti yoktur. Kasabalar, köyler nüfuslarına ve emlâk ve arazilerinin miktar ve hâsılatlarına göre hane itibar edilir ve mahallî masraflarla sair vergiler ona göre ta
harac
Vaktiyle müslüman olmayan vatandaşlardan alınan vergiye denirdi. Arazi hasılatından veya çalışanların emeğinden elde edilirdi. Reşit ve vücudu sağlam olan gayr-ı müslim erkek verirdi. Buna harac-ı rüus veya cizye denirdi. Topraktan alınan vergiye de harac-ı araziye denilirdi.
harac-ı mukasseme
Arazinin hâsılatından yerin tahammülüne göre alınacak bir vergidir. bu harac, hâsılata taallûk eder. Bir sene içinde hâsılat tekerrür ederse bu harac da tekerrür der. Fakat mahsulât mevcud olmayınca bu vergi de alınmazdı.
haram li gayrihi / harâm li gayrihi
Aslı harâm olmayıp, sonradan hâsıl olan bir sebepten dolayı harâm olan şey.
hasıl / hâsıl / حاصل
Ortaya çıkan, var olan.
(Arapça)
Hâsılı:
Kısacası, sonuç olarak.
(Arapça)
Hasıl etmek:
Meydana getirmek, ortaya çıkarmak.
(Arapça)
Hâsıl olmak:
Ortaya çıkmak, var olmak.
(Arapça)
hasıl-ı bilmasdar / hâsıl-ı bilmasdar
Bir şeyin kaynağından ortaya çıkan, gerçek tesir sahibinden meydana gelen sonuç; varmak fiili masdar, acı ise hâsıl-ı bilmasdardır.
Hakiki müessirden hâsıl olan fiildir. Kendi sebeb ve şartlarından meydana gelen şey. Meselâ: Bir şeye vurmak, masdardır; o vurmaktan hâsıl olan ses çıkmak, hâsıl-ı bilmasdır'dır. Tüfek atarak bir adamı öldürmekte tüfek atmak fiili, masdar: adamın ölmesi ve tüfeğin sesi çıkması da hâsıl-ı bilmasdar'd
hasıl-ı darb / hâsıl-ı darb
Mat: Çarpım. Çarpmak işinin neticesi. 5 sayısı 2 sayısıyla çarpılırsa, çıkan 10 sayısı, hâsıl-ı darbdır.
hasılat-ı safiye / hâsılat-ı sâfiye
Sâfi kazanç. Net kâr. Bütün masraflar çıktıktan sonra kazanç olarak geri kalan hâsılat.
hasile / hasîle
(Bak: HASÎL)
hasılı kelam / hâsılı kelâm
(Hâsıl-ı kelâm) Sözün kısacası, sözün kısası.
helime / helîme
Buğday ve pirinç gibi bazı hububatın kaynamasıyla hâsıl olan koyu ve yapışkanlı su.
hibek
(Çoğulu: Hubük) Rüzgârın lâtif estiği zaman denizde veya kumda meydana getirdiği yol yol kırıntılar ve dalgacıklar. Saçların kıvırcıklığından hâsıl olan dalgalanmalar. Kelimenin aslı olan "habk" sıkı bağlayıp muhkem kılmak; ve kumaşı sıkı, sağlam ve üzerinde san'at eseri zahir olacak vecihle güzel b
hırba
Bukalemun adı verilen keler cinsi.
Güneşin bulutlara aksetmesinden hasıl olan renkler.
hiss
Duymak. Farkına varmak. Duygu.
Bir kimsenin haline acıyıp rikkat ve şefkat eylemek.
Bir şeyi idrak edip şuur hâsıl eylemek. Bedendeki his uzuvlarından birisini müteessir eden bir şeyin mevcudiyetini idrak eylemek.
hiza
Bir şeyin karşısı, mukabili. Bir doğru çizginin devamı ile hâsıl olan cihet, düzlük, sıra.
Devenin ve atın ayakları altında yere bastığı yerler.
Nalin.
Taraf.
hükm-i tecrübi / hükm-i tecrübî
Tecrübe ile elde edilen hüküm.
Tecrübe neticesi hâsıl olan karar.
humret-i hicab / humret-i hicâb
Hayâdan, utanmaktan hâsıl olan kırmızılık.
hürmet-i müsahere
Sıhriyyet sebebi ile hâsıl olan haramlık. Yâni evlenmek sebebi ile meydana gelen akrabalık dolayısıyle hâsıl olan haramlıktır. Bu sıhriyyetin haramlık meydana getirmesi, ister meşru' nikâhla olsun, ister gayr-ı meşru' olsun "hürmet-i müsahere" meydana gelir.Meselâ: Hanefi mezhebinde, bir kimse kendi
hüsn-ü mücerred
Gayr olsun olmasın bizzat güzel olan şey. Bazı âza veya çizgilerin mütenasib terkib ve tertibiyle hâsıl olan hüsün, hüsn-ü mücerred değildir. Şartları zâil olsa, hüsün de zâil olur. Fakat, vücud, hayat, iman gibi varlıklar hüsn-ü mücerreddir ve bizzat güzeldirler. Güzellikleri başka şeylere
husul
Peydâ olma. Hasıl olma. Meydana gelmek. Üremek, türemek.
husul-pezir
Hâsıl olmuş, meydana gelmiş.
husul-yafte / husul-yâfte
Husule gelmiş, meydana çıkmış, hâsıl olmuş.
(Farsça)
huzu'
Mahviyet ve tevazu hali, alçak gönüllü olmak. Allah'ın azametini, celal ve cemalini, büyüklüğünü tahattur ve tefekkürden hâsıl olan, insandaki huzur ve huşu' hâli.
huzur
Hazır olmak. Mevcud bulunmak.
Hürmet edilmesi lâzım gelen kimsenin yanında olmak.
İbadet neticesi hâsıl olan rahatlık, gönül ferahlığı.
huzur-u irfanınıza baş koydum
"Üstün ilim ve zekâdan hâsıl olan olgun şahsiyetinizin önüne baş koydum" anlamında karşısındakine karşı bir saygı ve hürmet bildiren ifade.
icraat-ı celiliye
Allah (C.C.)ın celalî sıfatına yani, kibriya ve azametine delâlet eden, kudret-i hakkı ile hâsıl olan icraatı.
ihsanperver
İhsan edici. İyiliği çok sever. (İhsan ihsandır, eğer nev'e olsa veya muhtaca ve fakire olsa. Sehavet o vakit tam sehavettir, eğer millet için olsa, yahut milleti tazammun eden bir ferde olsa güzeldir. Şayet muhtaç olmayan şahsa olsa, şahsı tembel eder. Çingeneliğe alıştırır. Elhasıl, millet bâkidir
(Farsça)
ihtiyat hazinesi
Tar: Savaş ve diğer fevkalâde masraflara karşılık olmak üzere sarayda biriktirilen paralar. Gelirleri havass-ı hümayun hâsılatı, ganimetlerin beşte biri ve başka hükümdarlardan gelen hediyelerdi. Buna "iç hazine" veya "enderun hazinesi" de denilirdi.
ikan
İyi ve yakînen bilmek.
Sağlam bir iş.
Yakin hasıl etmek ve edilmek suretiyle bilmek.
iman-ı tahkiki / iman-ı tahkikî
İmana aid bütün mes'eleleri yakînî surette tedkik ile bilmek ve yaşamak ve tahkikî iman derslerini veren ve taklidî imanı tahkike tebdil eden eserleri sadakatla okumak neticesinde hâsıl olan sağlam, sarsılmaz iman. (Mü'minin kalbi tasdik nuru ile o derece münevver olmasıdır ki, o nur bütün letaif-i
infial
Gücenme. Darılma.
Can sıkılma. Teessür.
Hareketlenme. Harici bir sebeb ve te'sirle hâsıl olan hâl, te'sir ve hareket.
Harici te'sire kabil olmak.
Ruhun kabul ettiği tahavvülât. (Bir eser, müessirine nisbetle fiildir. Zuhur ettiği yere nisbetle infialdir.)
intıba'
Görüş ve anlayış. Kalb ve ruhta hâsıl olan te'sir.
Matbu' olmak, tab' olmak, basılmak.
intibac
Hastalıktan dolayı vücutta hâsıl olan şişkinlik.
intisac
(Nesc. den) Doku peyda eylemek. Doku, nesic hâsıl olmak.
Mensucat gibi iki taraftan çizgili ve dokumalı olma.
is
Dumandan hasıl olan siyah madde. Kurum.
işgene
İhiyarlıktan veya kızgınlıktan dolayı yüzde hâsıl olan buruşukluk.
(Farsça)
ishal
Mülâyim ve düz bir yere varmak.
Tıb: Barsakların iltihabından soğuk algınlığından hâsıl olan sürgün, iç sürme.
ıskat-ı salat / ıskat-ı salât
Ölmüş bir kimsenin kılmadığı namazlar yüzünden hâsıl olan günahını giderir ümidi ile verilen sadaka.
istihsal / istihsâl
Hasıl etmek. Husule getirmek. Elde etmek. Üretmek.
Üretmek, hâsıl etmek, çoğaltmak.
istinka / istinkâ
İstincâdan sonra, hiçbir pislik kalmadığına kalbde kuvvetli bir kanâat hâsıl olması.
jenk
Yüzde hâsıl olan buruşukluk.
kariha
Fikir kabiliyeti. Zihin kudreti. Düşünme istidadı.
Akıldan hâsıl olan fikirler. Her şeyin evveli.
Kuyudan çıkarılan ilk su.
kedh
Amel, cehd. Sa'y.
Isırma veya yırtma ile hasıl olan iz.
kehkeşan
Samanyolu. Saman uğrusu. (Gökte sık yıldız ışıklarıyla hasıl olan yol biçimi uzayıp giden ışıklı manzara.)
(Farsça)
kelh
Söğüt ağacına benzer, uzunca, dik bir ot. (İçi kamış gibi boş ve gâyet hafif olur; ondan hasıl olan zamka "eşk" derler, kokusu cündübâdester kokusu gibi olur, tadı acıdır.)
keramet-i ilmiye
İktisab suretiyle olmayıp, vehbi yani Cenab-ı Hakk'ın atiyyesi olarak geniş bir ilme mazhariyyetten hâsıl olan ilmi keramet.
İlim tahsili ile çok büyük ilim sâhibi olan bir allâmeden çok daha yüksek vâsi' ve hârikulâde bir ilme mazhar bulunan, hem ilmî dehâsı ve fart-ı zekâsı tecrübe
keymus
yun. Yiyecek ve içecek maddelerin midede hazmolunup erimesinden hâsıl olan bir sıvıdır ve kana karışır.
kuvve-i an-il-merkeziye
Merkezkaç kuvvet. Cisimlerin kendi mihveri üzerine hareketi zamanında merkezinde hâsıl olan kuvvete denilir. Merkezde dönen bir tekerleğin etrafında yapışık veyahut üstünde taşıdığı cisimlerin etrafa yayılıp dağılmasıyla bu kuvvetin mevcudiyyeti anlaşılır.
la'c
(Çoğulu: Levâıc) Halecan etmek.
Acı vermek, elem vermek.
Yakmak.
Muhabbet ve aşktan dolayı yürekte hâsıl olan hararet.
ma-hasal / mâ-hasal
Hasıl olan, meydana gelen, netice, sonuç.
madde
Zahir duygularla hissedilen, ruhâni olmayıp, ağırlığı olan, cismâni bulunan.
Asıl, esas, cevher, mâye.
Bend, fıkra, kısım.
İlm-i Kelâmda: His âzâmız üzerine bir takım muayyen ihtisâsât husule getiren veya getirebilen, her şey.
Tıb: Çıbanın içinde hasıl olan ya
mahasal / mâhasal
Hâsıl olan, meydana gelen.
Netice, sonuç.
mahrek-i senevi / mahrek-i senevî
Bir seyyarenin, bağlı olduğu kürenin etrafında dönmesiyle hâsıl olan farazî daire.
mahsul
Husul bulan. Hâsıl olan.
Elde edilen şeyler.
Toprak ve hayvanlardan elde edilen şey.
mahsulat / mahsulât
(Tekili: Mahsul) Mahsuller. Hâsılat. Tarladan, bahçeden veya hayvanlardan elde edilen gıda maddeleri.
meleke
Tekrar tekrar yapılan bir iş veya tecrübeden sonra hasıl olan bilgi ve mehâret.
Mümârese.
melez
(Meles) İki ırkın karışması neticesi hâsıl olan yeni bir nesil. Ayrı iki cinsten doğmuş olan.
Aydınlıkla karanlık arası, alaca karanlık.
müctehid
İctihad eden. İhtiyaç hâsıl olduğunda âyet ve hadislerden hüküm çıkarmış büyük İslâm allâmeleri ve önderleri. İmam-ı A'zam, İmam-ı Şâfiî... gibi
muhassal
Netice. Husule gelen. Tahsil olunan. Hâsıl olmuş bulunan. Toplanılmış, cem'olunmuş. Hülâsa. Sözün kısası.
muhassala
(Husul. den) Elde edilen netice, hâsıl olan sonuç.
Fiz: Bileşke.
muhassıl
Husule getiren. Hâsıl eden. Meydana getiren.
Hasıl eden, neticelendiren.
müstahsal
(Çoğulu: Müstahsalât) (Hâsıl. dan) Yetiştirilmiş, hâsıl olmuş, üretilmiş.
müstahsil
(Hâsıl. dan) Yetiştiren, hâsıl eden, husule getiren, elde eden. Üretici.
mutasaffi / mutasaffî
Tasaffi eden. Saffet ve sâfilik hasıl eden. Temiz olan. Saflaşan.
mütehassıl
(Husul. den) Husule gelen, hasıl olan, vücut bulan, meydana gelen.
Hasıl olan, meydana gelen.
mütehassıl olan
Hâsıl olan, meydana gelen, sonuç itibariyle ortaya çıkan.
mütekevvin
Hâsıl olan. Mevcud bulunan. Var olan.
mütevellid
Doğan, dünyaya gelen.
İleri gelen, çıkan, hâsıl olan.
necire
Bulamaç aşı.
Kızgın taş ile kızdırılmış su.
Kârgir duvar.
Tahtadan veya ağaçtan olan sofa.
Çulhaların beze sürdükleri haşil.
neş'et
Hâsıl olma, vücuda gelme, yetişme.
İleri gelme, sebep olma.
nesl
Soy, sop. Zürriyet, döl, kuşak.
Halk.
Çocuk hâsıl etmek.
Kıl yolmak.
Mumsuz, süzme bal.
nevreste
(Çoğulu: Nevrestegân) Yeni yetişmiş, yeni bitmiş, yeni meydana gelmiş, yeni hâsıl olmuş.
(Farsça)
salah
Bir şeyin en iyi hâli. Rahatlık, sulh, iyileşme, düzelme, iyilik. Dine olan bağlılık. Her hayra câmi faziletlerin toplanmasında hâsıl olan yüksek bir sıfat. (Mukabili fesad ve fücurdur)
sekine
Sükûn ve itmi'nan, temkin. Nefisteki telâşın kesilmesi ile hâsıl olan kalb huzuru ve sükûneti.
Telâş ve hafifliğin zıddıdır.
Kalb rahatlığı, kalb kuvveti veren çok mühim bir duânın ismi. (Bu, Sekine isimli duâ, Hazret-i Ali Radıyallâhü Anh gibi evliyânın bildiği ve içerisinde
sekinet
Sükun ve imtinan. Temkin. Nefisteki telaşın kesilmesi ile hasıl olan kalp huzuru ve sükuneti.
Sükûn ve itmi'nan, temkin. Nefisteki telâşın kesilmesi ile hâsıl olan kalb huzuru ve sükûneti.
Telâş ve hafifliğin zıddıdır.
Kalb rahatlığı, kalb kuvveti veren çok mühim bir duânın ismi. (Bu, Sekine isimli duâ, Hazret-i Ali Radıyallâhü Anh gibi evliyânın bildiği ve içerisinde
sekte
Durma, kısılma.
Kanın birdenbire durması.
Bir işin görülmesinde kesiklik, durgunluk hâsıl olmak.
Tecvidde: Kıraat esnasında nefes almadan sesi kesmeğe denir.
şerare
(Şerâr) Kıvılcım. Elektrik kıvılcımı. Müsbet ve menfi (+ ve -) elektrik kutuplarının birbirine çok yakın olmasından veya dokunmasından hâsıl olan kıvılcımların parlayışı.
sere
Başparmağın ucundan şehadet parmağının ucuna kadar germek suretiyle hâsıl olan uzunluk ölçüsü. Karıştan küçüktür ve dört sere bir arşın sayılırdı.
şeyda
Tutkun. Divane.
(Farsça)
Çok sevgiden hâsıl olan hal.
(Farsça)
şeydai / şeydâi
Çok fazla sevgiden hâsıl olan divanelik, şaşkınlık.
(Farsça)
suretpezir
Meydana çıkan, hâsıl olan, şekillenen.
(Farsça)
tahassul
Hâsıl olmak. Üremek. Husule gelmek. Bir araya birikip sâbit ve bâki olmak. Netice olarak çıkmak.
Hasıl olma, çıkma, meydana gelme.
tahsil
Hâsıl etmek.
İlim edinmek. İlim öğrenmek veya öğretmek için çalışmak.
Vergi toplamak.
Aşikâre eylemek.
tarih
Hâdiseye vakit tayin etmek.
Vak'anın vukuuna tayin olunan vakit. Zaman tesbiti.
Geçen hâdiseleri kaydetmekten hâsıl olan ilim.
Vak'anın vukuuna vakit tayin eden söz ve makam.
Memlekette vâki olan hâdiseleri zamana nazaran tertip ve sırasıyla zikir ve beyan ede
tarık / târık
Gece gelen kimse.
Zulmette hâsıl olan belâ ve musibetler.
Parlak yıldız.
Sabah yıldızı. (Zühre)
taun
Vebâ denen dehşetli bir bulaşıcı hastalık. Bu hastalıkta lenf bezlerinde hâsıl olan yumruların herbiri.
teayyün-i vücudi / teayyün-i vücûdî
Varlıkta meydana gelme, hâsıl olma.
tevazün
Denklik. Müvâzene hâsıl olmak. Aynı tartıda olmak. Karşılıklı iki taraf da vezinde müsâvi olmak. Denkleşmek.
tevessül
Bir isteğin, bir maksadın hâsıl olması için bir şeyi vesîle, sebeb yapmak. Allahü teâlânın sevdiklerini araya koyarak; "Onların hâtırı, hürmeti için" diyerek duâ etmek veya bu sûretle yapılan duâ. İstiğâse ve teşeffû' da denir
teyakkun
İyiden iyiye araştırıp şüphesiz tam olarak bilmek.
Tam yakınlık hâsıl etmek.
ufunet
Çıban veya yaranın çürüyüp fena kokması.
İltihab.
Her hangi bir maddenin çürümesinden hasıl olan pis koku, çürük kokusu.
Sıkıntı veren manevî ağırlık.
uhdud
(Çoğulu: Ahâdid) Çukur.
Uzun hat.
Yeryüzündeki uzun yarık ve çatlak.
Hendek.
Kamçı vurulmasından vücutta hâsıl olan yara ve iz.
vecd
Tasavvuf yolunda bulunan bir kimsenin çok zikretmesi (Allahü teâlâyı anması) veya bir başka sebeb netîcesinde hâsıl olan mânevî lezzetleri tadarak rûhunun coşması, kalbinin gayr-i ihtiyârî (elinde olmadan) kendinden geçmesi, taşması hâli.
veled-i sulbi / veled-i sulbî
Öz oğul, evlenmekle hâsıl olan kendi soyundan gelen çocuk.
vücud-i adem / vücûd-i adem
Tasavvufta cezbe denilen makâmda kendini yok bildikten sonra, hâsıl olan bir hâl, makam.
ye's
Emelinden kesilmek. Ümidsizlik. Nevmid olmak. Matlubunun hâsıl olmasına ümidini kesmek.
zaviye
Köşe.
Küçük tekke.
İki çizginin birleşmesi ile hasıl olan köşe, şekil.
Mat: Birbiriyle kesişen iki satıh veya iki çizginin birleştiği yerde meydana gelen açıklık. Açı. Açı ölçü birimi 360 eşit parçaya bölündüğü takdirde "derece", 400 eşit parçaya bölündüğü takdirde "g
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
ram olmak
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
lugat
evliya
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
ab-ı ru
Süveyda
müstefid
intisab
emvac
kalem
Kebş
Leyl ü Nehar
füyuzat-ı ilahiye
VÂ
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
Hasıl
fıstık
miftah
cemi
sayıca
Çeviri
eğlenceye
az miktar
tanı ol
telmi