REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Hara ifadesini içeren 415 kelime bulundu...

aff

  • İffet, namus. İffetli olmak. Nefsini haramdan men'etmek.

afif / afîf / âfîf

  • Temiz. Güzel. Nezih. İffetli ve namuslu olan. Haramdan sakınan.
  • Müstakim.
  • Temiz, iffetli, nâmuslu, haramdan (günahtan) sakınan.
  • İffetli, namuslu, terbiyeli, haramdan sakınan, nezih.

ahreb

  • Çok harap, perişan, yıkık.
  • Kulağı yarık kimse.
  • Edb: Rübai vezinlerinden "Mef'ulü" ile başlayan oniki şekilden herbiri.

akl-ı meaş / akl-ı meâş

  • Yemek, içmek, evlenmek, helâl, haram demeden kazanmak ve eğlenmek gibi hep bedenin râhatını ve nefsin menfaatini düşünüp, âhireti düşünmeyen akıl; akl-ı meâdın zıddı.

aktar

  • (Tekili: Kutr) Kuturlar. Çaplar. Dâirenin merkezinden geçen doğru hatlar.
  • Her taraf.
  • Güzel kokulu yağlar vesaire satan adam. Güzel kokular tâciri.
  • Ecza, ilâç satan adam.
  • Mahalle aralarında bazı baharatla iğne, iplik vesaire satan satıcı.
  • Baharatçı.

alem-i kevn ü fesad / âlem-i kevn ü fesad

  • Cismani âlem. Bir taraftan vücuda gelip, diğer taraftan da harab olan fâni âlem.

amid

  • Çok hasta.
  • Aşk hastası.
  • Başlıca nokta.
  • Önder, şef, komutan. Rehber.
  • Haraç alan kimse.

amil / âmil

  • İş yapan.
  • İslâmiyet'in emirlerini yapıp, yasaklarından sakınan.
  • Herhangi bir bölgenin zekât, harac, öşr ve ganîmetlerinin tahsîli (toplanması) için, halîfe, sultan, melik veya emir tarafından vazîfelendirilen ve yerine göre dînin emirlerini öğreten me'mur.

amir

  • Mâmur eden, harâbelikten kurtaran, şenlendiren.
  • İmâr olunmuş.
  • Devlete âit, mirî.

arazi-i gamire / arâzi-i gamire

  • Huk: Harap, su baskınına uğramış veya içine henüz çift girmemiş yerler.

arazi-i haraciyye / arâzi-i harâciyye

  • Harac vergisine tâbi olan topraklar. Müslüman olmayanlardan sulh ile alınıp harac vergisi karşılığında mülkiyeti eski sâhiplerine bırakılan veya harbde zorla alınıp müslüman olmayan sâhiplerinin elinde bırakılan, yâhut zımmînin (müslüman olmayan vata ndaşın) müslüman hükümdârın izni ile işlediği ölü

arazi-i miriyye / arâzi-i mîriyye

  • Mîrî yâni devlete âit topraklar. Harp ile alınarak, gâziler arasında taksim edilmeyip, beytülmâle (devlet hazînesine) bırakılan veya uşr yâhut harac toprağı iken sâhibi ölüp, hiç mîrasçısı bulunmayan topraklar. Arâzi-i Memleket, Arâzi-i Emîriyye de denir.

arz-ı harac

  • Harac veya vergi veren memleket.

ataş

  • Susama. Hararet.

ateş

  • Odun vs. gibi maddelerin yanmasından hasıl olan hâl. Od, nâr. (Farsça)
  • Kızgınlık, hararet. (Farsça)
  • Hiddet, gazab, şiddet. (Farsça)
  • Hayvanın çevik, hareketli ve oynak olması. (Farsça)
  • Yangın. (Farsça)
  • Gözyaşı. (Farsça)
  • Hastalık. (Farsça)
  • Harb, savaş. (Farsça)

ateşi / ateşî

  • Hararetli, ateşli; dokunaklı. (Farsça)
  • Ateş renginde. (Farsça)
  • Hiddetli, öfkeli. (Farsça)

ateşin / âteşîn / آتشين

  • Ateşli. (Farsça)
  • Hararetli. (Farsça)

attar / عطار

  • Attar, baharatçı. (Arapça)

avret

  • Gizlenmesi gereken, dinen görünmesi haram sayılan organlar.
  • İslâmiyet'te akıllı ve bâliğ (ergen ve evlenecek yaşa gelmiş) olan kimsenin namaz kılarken açması veya her zaman başkasına göstermesi ve başkasının bakması haram (günâh) olan yerleri.
  • Kadın, hanım.

ayyaş / ayyâş

  • Haram içki içen. şarhoş.
  • Haram içkileri çok içen.

azimet / azîmet

  • Kuvvetli irâde, istek, arzu. Haramlardan, dinde yasak edilen şeylerden sakınmakla berâber, mümkün olduğu kadar ruhsatlardan yâni dinde izin verilen kolaylıklardan uzak durup; evlâyı, en iyi olduğu bildirilenleri, nefse zor gelenleri yapmak; takvâ yol u.

ba'de harab-il basra

  • Basra harab olduktan sonra.
  • Mc: İş işten geçtikten sonra.

bab-üs-selam / bâb-üs-selâm

  • Mekke-i mükerremede bulunan Mescid-i Haram'ın doğu tarafına açılan kapı. Bâb-ı Şeybe de denir.
  • Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem Medîne-i münevverede yaptırdığı Mescid-i Nebî'nin batı duvarında kıbleye yakın olan kapısı. Bâb-ı Mervân diye de bilinen bu kapı, Mescid-i

bac / bâc / باج

  • Vergi. (Farsça)
  • Kudretli hükümdarın zayıf olan hükümdardan aldığı vergi. (Farsça)
  • Eskiden halktan alınan öşür veya haraç ve gümrük vergisi. (Farsça)
  • Renk. (Farsça)
  • Çeşit. (Farsça)
  • Haraç. (Farsça)
  • Vergi. (Farsça)
  • Gümrük vergisi. (Farsça)

bac-güzar / bâc-güzar

  • Vergi veren, haraç veren. (Farsça)
  • Geçiş parasına tâbi. (Farsça)

bagel

  • Ilık su. Sıcak ve soğuk olmayan, harareti ikisinin arasındaki bir ısıda olan su. (Farsça)

bahar / bahâr / بهار

  • İlkbahar. (Farsça)
  • Bahar. (Farsça)
  • Baharat. (Farsça)

bahari / baharî

  • İlkbahara âit. İlkbaharla ilgili.

baj

  • Haraç. Gümrük parası. (Farsça)

baj-ban / baj-bân

  • Haraççı, gümrükçü. (Farsça)

basil

  • Kahraman, cesur, yiğit kimse.
  • Fena, sert, kırıcı, kötü söz.
  • Haram olan şey.
  • Güzel olmayan, çirkin kimse.

bayram

  • İslâm dîninin bildirdiği ve müslümanların neşelenip sevindikleri Fıtr (Ramazan) ve Kurban bayramı.
  • Cumâ günü.
  • Allahü teâlânın emirlerine uyup, yasaklarından sakınarak, günâh işlemeden, haram lokma yemeden geçirilen günler.
  • Müslümanın rûhunu teslim (vefât) edeceği zama

belka'

  • Tenha çöl. Harap ve boş yer.
  • Yazı.
  • Yalan yere yemin etmek.
  • Su, süt gibi boğaz ıslatan şeyler.
  • Bir hurma cinsi.

berbad / berbâd

  • Harap. Kötü. Virâne. Bozuk. Perişan. Telef ve helâk olmuş. (Farsça)
  • Harap, pis, fena, kirli.

berd

  • Soğuk. Soğukluk. Soğutmak. Noksan hararet.
  • Ölmek.
  • Soğuk su ile gusletmek.
  • Uyumak.
  • Sabit olmak.
  • Zayıf olmak.
  • Bir şeyi eğelemek.
  • Sürme çekmek.
  • Söğmek.
  • Tutya, çinko.

berhane / berhâne / برخانه

  • Eskiyip harap olmuş konak. (Farsça)
  • Harap vaziyetteki ev. (Farsça)

besl

  • Helâk etmek.
  • Men'etmek.
  • Çirkin yüzlü olmak.
  • Helâl ve haram.

beyt-ül haram

  • (Beyt-ül Haram) Kâbe-i Muazzama'nın etrafının bir ismi. Kâfirlerin yaklaşmaları men' edildiği, onlara haram olduğu için bu isimle alınır.

beytullah

  • Mekke-i mükerremede Mescid-i harâmın ortasında bulunan mukaddes binâ. Kâbe-i muazzama; müslümanların kıblesi; Fazîlet ve kıymetini bildirmek için Beytullah buyurulmuştur.
  • Câmi, mescid.

bira

  • (Felemenkçe) İçinde alkol bulunan ve bu sebeple haram olan bir cins içki.

biran

  • Viran, harab, yıkık, dökük, eski. (Farsça)

borç

  • Geri verilmek niyetiyle ihtiyaç sahiplerine verilen para. Müslümanlıkta faizle borç vermek haramdır, günahtır. Borcunu ödiyemiyecek durumda onların borçlarını bağışlamak veya sonraya bırakmak sevaptır. Borcunu ödeyebilecek durumda olanlar da borçlarını zamanında ödemelidirler. Ödeyemiyecek olanlar d

buhari / buharî

  • (Hi: 194-256) Buhâralı. 600 bin hadisten seçilen 7275 hadis ile en mu'teber ve en sahih Sahih-i Buharî ismi ile anılan hadis kitabının müellifi.

bühhüt

  • Haramzâde, piç.

bülkut

  • (Çoğulu: Belâki) Bir hurma cinsi.
  • Ot ve su olmayan harap ve boş yer.
  • Yalan yere yemin etmek.

bürudet

  • Soğukluk. Soğuk olmak. Hararetsizlik.
  • Mc: Münasebetteki soğukluk. Münaferet. Muhasama.

büz

  • Harap yer.
  • Fâsid nesne.
  • Helâk.

cadis

  • Viran, harap, yıkık.
  • Çorak, kurak, işlenmemiş, ekilmemiş toprak, gelir getirmeyen boş arazi.

caiz değil / câiz değil

  • Sahîh değil.
  • Mekruh.
  • Haram.
  • Fâsid, bâtıl.

caka

  • (Argo) Gösteriş, çalım. Caka, mal mülk, giyim, kuşam, yahut hareket davranış yoluyla olabilir. İslâm'da gösterişin her şekli haram ve günahtır. Bugün bazı kimseler ve aileler gösteriş belâsı yüzünden maddî sıkıntılara düşmekte, israfa sürüklenmektedir. İşledikleri günahın cezasını bu dünyada da çeki

çalgı

  • Müzik âleti. Müzik, çalgı. (İslâm âlimleri insanda maddi, hayvâni hisler ve hevesler uyandıran müziğin haram olduğunu bildirmişlerdir.)

carif

  • Yıkıp harap etmek.

cazibe

  • Çekme kuvveti.
  • Mc: Letafet zamanı. Hüsn-ü cemal. (Hareket harareti, hararet kuvveti, kuvvet câzibeyi tevlid eder gibi bir âdet-i İlâhiyye, bir kanun-u Rabbanidir. Mek.)

cerf

  • Ahzetmek, almak.
  • Yıkmak, harap etmek.
  • Yerden bel veya kürekle bir şey atmak.

ceyar

  • Gadaptan ve açlıktan dolayı göğüste olan hararet.

cizye

  • Vergi. Haraç. Müslümanların fethettikleri yerlerde, müslüman olmayanlardan alınan ve devlet teminatı altında bulunmanın karşılığı olan vergi.
  • İslâm devletinde zımmî denilen gayr-i müslim vatandaştan, can ve mal güvenliklerinin korunmasına karşılık seneden seneye alınan vergi. Buna harâc-ur-ruûs (baş vergisi) de denir.

dall-i bi-l işare

  • (Dâllibilişâre) Sözdeki mânanın işâretine göre delil olmak. Üç nevi delâletten biri ile sevkedildiği mânanın gayrisine yâni; söylenince maksud-u asli olmayan bir mânaya delâlet eden lâfızdır. Meselâ: "Cenab-ı Hak bey'i helâl, ribâyı haram kılmıştır." ibâresi, bey', yani alış-veriş ile ribâ (fâiz) ar

daşte

  • Köhne, harab olmuş, eskimiş, yıpranmış. (Farsça)
  • Mâlik olmuş. (Farsça)

daşten

  • Tutmak, elde etmek, mâlik olmak, zimmetine geçirmek. (Farsça)
  • Zabtetmek, gasbetmek, almak. (Farsça)
  • Görüp gözetlemek. (Farsça)
  • Eskimek, yıpranmak, harab olmak, köhneleşmek. (Farsça)

delil-i kat'i / delîl-i kat'î

  • Mânâsı açıkça anlaşılan âyet-i kerîme ve tevâtürle bildirilmiş olan hadîs-i şerîf. Bunlar, farzlar ile haramları bildirirler. Kesin delil.

deskere

  • (Çoğulu: Desâkir) Dağ başında olan harab kale.
  • Küçük köy.

desmere

  • (Çoğulu: Desâmire) Dağ başında olan harap yıkık kale.

dif

  • (Çoğulu: Edfâ) Çok hararet.
  • Derin duvar.
  • Deveden gelen fayda, menfaat.

dil-i viran

  • Harap gönül, yıkık gönül.

dünya / dünyâ

  • Yer küresi.
  • Ölümden önce olan her şey.
  • Kalbi Allahü teâlâdan gâfil eden, O'nu unutturan her şey.
  • Allahü teâlânın haram (yasak) ettikleri ile Resûlullah efendimizin mekrûh dediği şeyler.

dünyayı terketmek / dünyâyı terketmek

  • Bütün haram olan şeyler ile berâber, mübâhları da, yâni günâh olmayan lezzetlerin çoğunu da bırakıp, yaşamak için zarûrî olan miktârını kullanmak.
  • Harâm ve şüpheli şeylerden kaçıp mübâhları kullanmak.

ebazir

  • (Tekili: Ebzâr) Yemeklere katılan baharatlar, kurumuş kekikler.

ebedi mahrem / ebedî mahrem

  • Dinde kendileriyle evlenilmesi ölünceye kadar haram, yasak olan kimseler.

ebzar

  • (Tekili: Bezr) Yemeklere konulan baharat.

ef'al-i mükellefin / ef'âl-i mükellefîn

  • Mükellef olanların (yani; Cenâb-ı Hakk'ın teklif ve emirlerini kabul ve vazifeli kimselerin) yaptıkları amel ve işler. Bunlar şu isim altında sıralanır: Farz, vâcip, sünnet, müstehab, mübah, mekruh, haram, sahih bâtıl, fâsid, helâl.

efaviye

  • Yemeklere konulan kokulu baharat.

efvah

  • Menfezler, ağızlar, delikler.
  • Mc: Yemeğe lezzet için konan baharat.

efzar

  • Ayakkabı, kundura. (Farsça)
  • Gemi yelkeni. (Farsça)
  • Yemeklere koku ve tad vermesi için konulan baharat. (Farsça)
  • San'atkârların kullandıkları san'at âletleri. (Farsça)

ehl-i zimme

  • İslâm devleti uyruğu olan ve harac (vergi) veren Hıristiyan ve Yahudiler.

enkaz

  • Yıkıntı, yıkılmış şeyin artıkları. Harabenin parçaları.
  • Yıkıntı, harabenin parçaları.

eşhür-ül hurum

  • İslâmiyetten evvel Arab kabileleri arasında vuruşmanın ve muharebenin haram kılındığı Zilka'de, Zilhicce, Muharrem ve Receb ayları.

eşhuru'l-hurum

  • Haram aylar. Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep ayları. İslâm'dan önce Araplar bu aylarda savaş yapmayı haram sayarlardı.

esir

  • Bütün kâinatta bulunan ve her tarafı kaplamış olan lâtif madde. Elektrik, ışık ve hararetin yayılmasına vasıtalık eden madde. Görülmeyen ve varlığı bütün ehl-i ilimce kabul edilen lâtif, rakik, elâstikiyeti hâiz seyyal madde.

etka

  • (Taki. den) Allah korkusu ile günahtan çok fazla çekinen. Haram veya helâl olduğunu iyice bilmediği şüpheli şeyleri yapmayan. Günah işlemeyen. Her şeyde Cenab-ı Hakk'ın rızasını gaye ve maksad edinen.

facir / fâcir

  • Haktan sapan. Haram ve günaha dalmış kötü insan. Günah işleyen.
  • Açıktan günâh işleyen, haram ve günâha dalmış. Fâsık.
  • Kâfir.

faiz / fâiz

  • Ödünç verilen para için alınan ve şer'an haram olan kâr. Faizin iş hayatındaki mânası, "sen çalış, ben yiyeyim"dir. Küçük tasarruf sahiplerinin paraları bankalarda toplanıp, büyük yekûnlere ulaşır. Banka bu parayı aldığından daha büyük faizle iş sahiplerine kredi olarak verir. İstihsâl edile
  • Paranın haram olan kârı.

felahat

  • Çiftçilik, ekincilik, ziraat, haraset.

fevahiş

  • (Tekili: Fâhiş) Fâhiş işler. Bozuk işler. Kötü ve haram olan işler, ameller.

fey'

  • Ganimet. Harbde elde edilen mal.
  • Rücu'.
  • Haraç.
  • Zeval vaktinden sonraki gölge.

fısk / فِسْقْ  

  • Haram işleme.

fıtrat-ı selime

  • Selim fıtrat. Kusursuz sağlam huy.
  • Ahlâk, din. Haram ve çirkin işlerden uzak ahlâk.
  • Noksansız yaradılış.

fücur / fücûr / فُجُورْ

  • Helâl haram tanımama.

fuhş

  • Edeb ve terbiyeye uymayan hareket.
  • Haddini aşmak. Çirkin, kötü. İş ve sözde taşkınlık. Haram.
  • Çok günah ve çok fena bir fiil olan zina.
  • Edebe aykırı hareket, haram, zina.

fuhşiyat / fuhşiyât

  • Çok çirkin, aşağılık, helâl olmayan işler; Dinen yasaklanan ve haram sayılan davranışlar.

fuhuş

  • Zina, haram fiil, günahlı iş.

gabn

  • Alışverişte hile ile çok kazanmak. Haram olan alışveriş.

galil

  • (Çoğulu: Gılâl) Güneşin harareti.
  • Susuzluk harareti.
  • Kin, hased.
  • Devenin yulafına karıştırıp yedirdikleri hurma çekirdeği.

gamir

  • Ekilmemiş, terkedilmiş ıssız yer.
  • Faydalanılmamış şey.
  • Mamur olmayan harap yer.

garare

  • (Çoğulu: Garâyir) Büyük kıl çuval, harar.
  • Gafil olmak.

garayir

  • (Tekili: Garâre) Büyük kıl çuvallar, hararlar.

garp medeniyet-i sefihanesi

  • Batının sefih haldeki medeniyeti, haram zevk ve eğlencelere düşkün medeniyeti.

gaym

  • Bulut.
  • Sisli bulut tabakası.
  • Pek susayıp hararetlenmek.

germ-ülfet

  • Görüşmesi hararetli olan, hararetli ve sıkı-fıkı görüşen. (Farsça)

germi / germî

  • Hararet, sıcaklık, kızgınlık. (Farsça)

germiyyet

  • Sıcaklık, hararet. Ateşli ve hızlı çalışma.

gullet

  • Sıcaklık.
  • Susuzluk harareti.

habais / habâis

  • Kötü, alçak, pis şeyler, haramlar. Habîsin çoğulu.

habis / habîs

  • Kötü, alçak, pis, âdî, bayağı.
  • Haram.

hacr-ı tahrim / hacr-ı tahrîm

  • Haramı yasaklamak.

hak ile yeksan / hâk ile yeksan

  • Toprakla bir yıkık, harap, yerle bir.

halal lokma / halâl lokma

  • Haram olmayan, dinde yenilmesi yasak edilmeyen yiyecek.

hamie

  • Hararetli, çamurlu, volkanlı, alevli, dumanlı.

hamm

  • Çok sıcaklık, şiddetli hararet.

harab / harâb / خراب

  • Harap, yıkık.
  • Yıkık, harap. (Arapça)
  • Fitil gibi sarhoş. (Arapça)
  • Harâb etmek: Yıkmak, bozmak, tahrip etmek. (Arapça)
  • Harâb olmak: Yıkılmak, bozulmak, kırılmak. (Arapça)

harab-abad

  • Harabiyetle dolu olan yer. Tam harabe. (Farsça)

harabat / hârâbat

  • Harabeler. Viraneler. Meyhâneler.
  • Harabeler, viraneler, meyhaneler. (Ziya Paşa'nın meşhur antolojisi).

harabe / harâbe / خرابه

  • Harab yer. Şehir veya ev yıkıntısı. Perişan yerler.
  • Yıkıntı, harabe. (Arapça)

harabenişin

  • Viranelerde, harabelerde oturan. (Farsça)

harabezar / harabezâr

  • Harabe olmuş yer, viranelik.

harabiyet / harâbiyet

  • (Harabî) Yıkılma. Yıkılış. Parçalanıp dağılış. Zillet ve sefalet içinde
  • Haraplık.

harac / harâc / خراج

  • Güçlük, sıkıntı, eziyet.
  • Bir farzı yapma veya haramdan sakınma esnâsında karşılaşılan güçlük.
  • Müslüman olmayan vatandaşlardan seneden seneye alınan toprak vergisi.
  • Vaktiyle müslüman olmayan vatandaşlardan alınan vergiye denirdi. Arazi hasılatından veya çalışanların emeğinden elde edilirdi. Reşit ve vücudu sağlam olan gayr-ı müslim erkek verirdi. Buna harac-ı rüus veya cizye denirdi. Topraktan alınan vergiye de harac-ı araziye denilirdi.
  • Haraç. (Arapça)

harac-güzar

  • Haraç verici. (Farsça)

harac-ı mukasseme

  • Arazinin hâsılatından yerin tahammülüne göre alınacak bir vergidir. bu harac, hâsılata taallûk eder. Bir sene içinde hâsılat tekerrür ederse bu harac da tekerrür der. Fakat mahsulât mevcud olmayınca bu vergi de alınmazdı.

harac-ı muvazzaf

  • Tar: Arazi üzerine her dönüm başına senevi maktuan muayyen bir miktar meblağ olarak alınacak bir vergidir. Buna "harac-ı vazife" adı da verilir. Bu vergi, zimmete taalluk eder ve araziden yalnız bilfi'l intifa edilmekle değil, intifaa temekkün ile de tahakkuk eder. Binaenaleyh, böyle bir araziyi sah

harafet

  • Hararetiyle dili yakan tad.

harahir

  • (Tekili: Harhara) Tıb: Akciğerden gelen hırıltılar.
  • Uykuda iken horlamalar.

haram / حرام

  • Haram. (Arapça)

haram li aynihi / harâm li aynihi

  • Kendileri harâm olan şeyler.

haram li gayrihi / harâm li gayrihi

  • Aslı harâm olmayıp, sonradan hâsıl olan bir sebepten dolayı harâm olan şey.

haram nazar

  • Haram bakış.

haramilik

  • Tar: Akıncı kumandanının iştirak etmediği ufak kuvvetler tarafından düşman memleketlerine yapılan akınlar. Bu akınlara yüz ve daha fazla akıncı iştirak ederdi. Akıncı kuvvetleri yüzden az olduğu takdirde "çete" ismini alırlardı. Büyük akınlarda olduğu gibi haramilik suretiyle yapılan akınlarda da al

haramiyet / harâmiyet

  • Haramlık, dince yapılmasına izin verilmeyen.
  • Haramlık, yasaklık.

hararat / harârât

  • Hararetler, sıcaklıklar.

hararet-i gariziye / hararet-i garîziye

  • Vücudun normal harareti.

hararet-i heva / hararet-i hevâ

  • Havanın harareti. Havanın sıcaklığı.

haras-ı harab / harâs-ı harâb

  • Harap olmuş değirmen.
  • Mc: Dünya.

harc

  • Gider, sarfiyat, bir iş için kullanılan madde.
  • Vergi.
  • Çıkmak.
  • Yeni çıkan bulut.
  • Yemâme vilayetinde bir yer.
  • Ecir.
  • Buğday. (Dinimizde lüzumsuz harcamak, israf haramdır. Zillet ve fakirliğe sebeptir.)

harce

  • (Çoğulu: Hurc-Haracât) Deve sürüsü.
  • Sık bitmiş ağaç.

harem

  • Mekke-i mükerreme şehrinden biraz daha geniş olup, hudûdunu İbrâhim aleyhisselâmın diktiği taşların gösterdiği yer, alan. Bu sâha içine gayr-i müslimlerin girmesi yasak ve ihrâmlı iken bâzı işleri yapmak harâm olduğu için Harem denilmiştir.
  • Müslümanların evlerinde, saray, konak ve be

haremeyn-i şerifeyn

  • Mekke'deki Kâbe ile Medine'deki Ravza-i Mutahhara.

harib

  • Yıkan, harab eden.
  • Haydut.

haribe / harîbe

  • (Çoğulu: Harâib) Bir kimsenin geçineceği şey.

harid

  • (Çoğulu: Harâid) Kız, evlenmemiş kız.
  • Delinmemiş inci.

harife

  • (Çoğulu: Harâif) Ev için sonbahar hazırlığı.

harim / harîm

  • Herkesin giremiyeceği, dokunmıyacağı şey. Haram dairesi.
  • Şerik.
  • Bir kişinin olup, başkasının duhul ve taarruzundan masun yer.
  • Hacıların Mekke-i Mükerreme'de giydikleri libas.

harir

  • İpek. İpekten yapılmış.
  • Harâretli. Sıcak.

hariset / harîset

  • (Çoğulu: Harâyis) Zayıf deve.

harkafa

  • (Çoğulu: Harâkıf) Kalça kemiği. Uyluk kemiğinin baş tarafı.

harkeket

  • (Çoğulu: Harâkîk) Uyluk başı.

harr

  • Hararet, sıcaklık. Sıcak.
  • Hararetli. Kızgın. Çok sıcak. Yakıcı.

harr-ı şedid

  • Şiddetli hararet, fazla sıcaklık.

harras

  • (Harâset. den) Çiftçi, ekinci. Toprağı işleyip ekin eken.

harşef

  • (Çoğulu: Harâşif) Kalkan balığı.
  • Balık pulu.
  • Enginar bitkisi.

hasanet

  • Bir yerin çok sağlam ve korunulacak tarzda olması.
  • Kadının kendisini haramdan koruması.

hasna / hasnâ

  • Çok fazlasıyla kendini haramdan saklayan kadın. Çok iffetli, çok nâmuslu kadın.

havi / hâvî

  • Yıkık dökük, ıssız, harabe.

haviye

  • Şenliksiz olan yer. Harabe. Issız, boş yer.
  • Sâkıt. Göçük, çökük.

hayat-ı beşeriye-i sefihane / hayat-ı beşeriye-i sefihâne

  • İnsanların haram ve yasak eğlence hayatı.

hazanreside

  • Sonbahara erişmiş, solup sararmış. (Farsça)

hedm

  • Yıkmak, harab etmek. Parçalamak, mahvetmek.
  • Birisine vurup belini kırmak. (Râgibâ, düşmanın aldanma tevazularına.Seyl, divârın ayağın öperek hedmeyler.)(Râgıp Paşa)

helal

  • Allah'ın müsaade ettiği şey. Haram olmayan. Dinî bakımdan kullanılmasında, yenilip içilmesinde, dinlenmesi veya bakılmasında yahut dokunulmasında nehiy olmayan.
  • İhramdan çıkan hacı.

hetk-i hürmet

  • Saygının ortadan kalkması. Şer'an haram olanın bozulması.

hicr

  • (Hicir) Men'etmek, bırakmak.
  • Şer'an haram olan şey.
  • Semud Kavmi'nin bulundukları vadinin ismi.

hikmet

  • Nübüvvet (peygamberlik).
  • Faydalı ilim.
  • Edeb, ahlâk ve nasîhat ile ilgili güzel sözler.
  • Gizli sebep, fâide.
  • Fıkıh ilmi, helâl ve harâmı bildiren din ilmi.
  • İlm-i Ledünnî, mânevî ilim.
  • Peygamber efendimizin sünneti.

hile-i batıla / hîle-i bâtıla

  • Haramı helâl ve helâli haram yapmak veya farzı kendisine uygun gelecek şekilde yapmak yâhut birinin hakkına mâni olmak veya haksız mal ele geçirmek için yapılan hîle.

hile-i şer'iyye / hîle-i şer'iyye

  • Şer'î (dînî) çâre. Müslümanların, İslâmiyet'e uymaları ve haram işlememeleri için ihtiyatlı yol aramaları. Herhangi bir hususta İslâmiyete uymağa mani bir durum bulununca o şeyi yapabilmek için kolay olan bir çâre aramak veya bu sûretle bulunan çıkış yolu.

hill

  • Hac veya umre için ihrâma girilen mîkât denilen yerler ile Harem yâni Mekke şehri sınırı arasına verilen ad. Harem adı verilen yerde ihramlı iken yapılması haram (yasak) edilen şeyler, burada helâl olduğu için Hill adı verilmiştir. Hill'in Mekke-i mü kerremeye en yakın yeri batı taraftaki Ten'im den

himyata / himyâtâ

  • Hz. Muhammed'in Mescid-i Haram Peygamberi isminde Tevrat'taki ismi.

hiraset

  • (Bak: Harâset)

hirbiz

  • (Çoğulu: Harâbize) Mecusilerin ateşinin hizmetkârı.

hırkat

  • Hararet, sıcaklık, yanma.

hırnık

  • (Çoğulu: Harânik) Tavşan yavrusu.
  • Bir şâire kadın.

hırrit

  • (Çoğulu: Harârit) Delil.
  • Hâzık.
  • Mâhir, maharetli.

hoş-alef

  • Çok fazla yiyen hayvan. (Farsça)
  • Mc: Helâl haram demeden her şeyi yiyen kimse. (Farsça)

hubb-ı dünya / hubb-ı dünyâ

  • Dünyâ sevgisi. Ölümden sonra işe yaramayacak olan şeylere düşkün olmak. Dünyâ; haramlar, mekruhlar ve Allahü teâlâyı unutturan her şeydir.

hükm-i müleffak

  • Helâl ve haram, emir ve yasak, ibâdet ve tâatte, belli bir mezhebin hükümlerine uymayıp, birkaç mezhebin hükümlerini karıştırarak kolayına geleni seçtiği hüküm.

humar

  • Sarhoşluk veren ve haram olan içkiden sonra gelen baş ağrısı.
  • Sersemlik.
  • Bir şeyin acısı burnundan gelmesi.

hümma

  • (Çoğulu: Hümmeyât) Hastalıktan dolayı vücudda meydana gelen harâret.
  • Nöbetli hastalık.
  • Sıtma.

hummalı / hummâlı

  • Ateşli, kızgın.
  • Çok faaliyetli. Hararetli.
  • Hararetli, yoğun.

hümmeyat

  • (Tekili: Hümmâ) Hastalıktan dolayı vücutta meydana gelen şiddetli hararetler, ateşler.
  • Sıtmalar.
  • Nöbetli hastalıklar.

humud / humûd

  • Düşme. Zayıflama.
  • Sâkin olmak. Soğumak. Ateş sönmiyerek alevi azalmak.
  • Bayılmak ve kendini kaybetmek.
  • Ne helâle, ne de harama iştihası olmamak.
  • İsteksizlik; ne helâle, ne de harama isteği olmama.
  • Helâle de, harama da iştihası olmamak, sönüklük.

huremat - hurmat - hurumat / huremat - hurmât - hurumat

  • Haram olan şeyler, dince yasak olan şeyler.

hurka

  • Yanmak.
  • Hararet.
  • Yanık çıban.

hurmat

  • (Huremât - Hurumât) Haramlar. Dinin, yapılmasını menettiği şeyler. İşlenmesi günah olan işler.

hurmet

  • Haram olma, yasak olma.
  • Haramlık, yasaklık.

hürmet

  • Riâyet. İhtiram.
  • Haysiyet. Şeref.
  • Haram olma. Haramlık.
  • Irz, nâmus gibi başkasına helâl olmayan husus.
  • Saygı, haramlık.

hurmet-i müsahere / hurmet-i müsâhere

  • Erkeğin herhangi bir kadın ile zinâ etmesi veya herhangi bir yerine unutarak ve yanılarak da olsa şehvetle (lezzet alarak) dokunması hâlinde, o kadının neseb (soy) ile ve süt ile olan anası ve kızları ile; kadının da o erkeğin oğlu ve babası ile evle nmesinin ebedî, sonsuz olarak haram, yasak olması

hürmet-i müsahere

  • Sıhriyyet sebebi ile hâsıl olan haramlık. Yâni evlenmek sebebi ile meydana gelen akrabalık dolayısıyle hâsıl olan haramlıktır. Bu sıhriyyetin haramlık meydana getirmesi, ister meşru' nikâhla olsun, ister gayr-ı meşru' olsun "hürmet-i müsahere" meydana gelir.Meselâ: Hanefi mezhebinde, bir kimse kendi

hurmet-i riba / hurmet-i ribâ

  • Faizin haram oluşu.

hürmet-i riba

  • Ribanın yani faizin haram oluşu.

hurmetiriba / hurmetiribâ

  • Faizin haram olması.

hurre

  • (Çoğulu: Harâyir) İyi.
  • Câriye olmayan kadın.

hurşun

  • (Çoğulu: Harâşın) Ufacık bıtırak. (Davarların tüyüne yapışır.)

hurtum

  • (Çoğulu: Harâtim) Burun.
  • şarap.

hurum

  • Haramlar, dince yasak ,olanlar.

hurumiyye / hurûmiyye

  • Bozuk Bâtıniyye fırkasının diğer bir adı. Bu sapık fırkada bulunanlar, birçok haramlara helâl dedikleri için, Hurûmiyye adını almışlardır.

i'mar

  • Yapmak. Tâmir etmek. Şenlendirmek. Mâmur kılmak. Harabilik ve ıssızlıktan kurtarmak.

ibaha / ibâha

  • (İbahe) Sevab veya günah olmamak. Bir şeyin yasak ve haram olmaktan çıkması.
  • İzin vermek. Mübah ve helâl kılmak.
  • Bir şeyi izhâr etmek.
  • Bir şeyin haram olmaktan çıkarılarak serbest bırakılması; mübah kılma.

ibaha eden / ibâha eden

  • Bir şeyi haram olmaktan çıkararak serbest bırakan; mübah kılan.

ibahat / ibâhât

  • Haram olmayanlar.

ibahi / ibâhî

  • Haramları mübah (serbest) sayan sapık İbâhiyye fırkasına mensûb olan kimse.

ibahiyye / ibâhiyye

  • İslâmiyet'in haram ve yasak kıldığı şeyleri helâl ve mübâh sayan bozuk bir fırka. Bâtiniyye, İsmâiliyye. Karâmita da denir.
  • Haramı helâl sayan sapkınlar.

ibn-i sina

  • (Hi: 370-428) Buhara'lı olup zamanının en büyük âlimi, doktor ve filozofudur. Avrupa'da, Avicenna diye tanınmıştır.

icma' / icmâ'

  • Edille-i şer'iyyenin (din bilgilerinin elde edildiği delîllerin, kaynakların) üçüncüsü. Bir asırda yaşayan müctehid denilen derin âlimlerin bir mes'elenin hükmünde birleşmeleri, ictihadlarının birbirine uygun olması.
  • Beş vakit namazın farz oluşu, zinânın haram oluşu gibi ictihâd lâzı

iffet

  • Namus. Temizlik. Perhizkârlık. Nefsi behimî temayüllerden men etmek. Helâla razı olup haramdan kaçınmak.

iffetli

  • (İffetlü) Namus, hayâ ve iffet sahibi kadın.
  • Doğru, rüşvet yemez, haram yemez, istikametli kimse.
  • Eskiden kadınlara yazılan mektub hitabı.

iftitah tekbiri

  • Namaza başlarken alınan tekbir. Namaz, her nevi dünya meşguliyetinden alâkayı keserek kılındığı için, Allahü Ekber diye iftitah tekbirini alarak namaza başladıktan sonra ibadet esnasında dünya işi haram olup namazı bozar. Bu mâna için bu tekbire, tahrime adı da verilir.

ıhrab

  • Viran etmek, harabe haline getirmek.

ihrab

  • Harâb etme, perişan etme.

ihram / ihrâm

  • Mîkât denilen mahalde (yerde) hacca veya umreye niyet ederek, peştemal gibi dikişsiz iki parça örtüyü giymek ve telbiye getirmek sûretiyle, daha önce mubah (serbest) olan bâzı şeyleri kendine haram kılmak yâni bunları yapmaktan sakınmak. İhrâmlı kims eye muhrim denir. İhrâm elbisesinin belden aşağı

ihsan

  • (Hısn. dan) Sağlamlaştırmak. Tahkim etmek.
  • Zevcesini nâmahremden korumak. Kadın kendisini haramdan sakınmak.
  • Ehl-i azamet olmak.

iltifat-ı ravza-i mutahhara

  • Ravza-i Mutahhara'nın iltifatı, lütfu, yakın ilgisi.

iltihab

  • Alevlenmek. Yanmak.
  • Tıb: Bir uzuvda olan hararet, yanma. Cerahat toplanıp yaranın hararetlenmesi.

iman-ı kamil / îmân-ı kâmil

  • Olgun îmân. Mü'minlerin ibâdet ederek Allahü teâlânın emirlerini yapıp, haramlardan kaçınmak sûretiyle, parlayan, kuvvetli ve olgun îmânı. En üstün derecedeki îmân.

inhidam

  • Yıkılma, harab olma.

inziva / inzivâ

  • Bir köşeye çekilmek. Haramlardan ve günâhlardan korunmak, nefsini terbiye etmek ve sâdece Allahü teâlâyı anmak ve âhireti düşünmek için bir yerde yalnız kalma.

irba'

  • (Ribâ. dan) Çoğaltma, artırma, fazlalaştırma.
  • Faize verip artırma. (Haramdır)

ismet / عصمت

  • Masumluk. (Arapça)
  • Haramdan kaçınma. (Arapça)

ismetmeab / ismetmeâb

  • İsmetlü. Günahsız. Haramdan ve nâmusa dokunur hâllerden çekinen.

istibdal / istibdâl

  • Değiştirmek. Hâkimin harâb olmuş vakıf binâsını satıp, semeni (bedeli) ile başkasını alarak mütevellîye (vakfın idârecisine) teslim etmesi.

ittika / ittikâ

  • Allahü teâlâdan korkma, haramlardan, günâhlardan sakınma.

iza

  • İncitmek, eziyet etmek. İncitilmek. (İza-i mü'min haramdır)

ka'be / kâ'be

  • (Kâbe) Dünyanın en kudsi ma'bedi. Beytullah, Beyt-ül Ma'mur, Beyt-ül Atik. Bütün mü'minlerin ibâdet esnâsında yöneldikleri merkez. Dört köşe olduğu için Kâbe denir. Bu mukaddes makamın etrafına Mescid-ül Haram ismi verilir. İçinde bir kısım olarak Makam-ı İbrahim mevcuddur. Burası İbrahim Aleyhissel

kabe-i muazzama / kâbe-i muazzama

  • Yeryüzünde yapılan ilk mâbed. Müslümanların kıblesi. Arabistan'ın Mekke-i mükerreme şehrindeki Mescid-i Harâm'ın ortasında bulunan taştan yapılmış dört köşeli binâ. Beytullah, Beyt-ül-haram, Bekke, Beyt-ül-atîk, Hâtime, Basse, Kadîs, Nâzır, Karye-i Kadîme adları ile de anılmıştır.

kagşar

  • Yıkılmak üzere. Yıkılıp harabolmaya yüz tutmuş.

kalb-i harab / kalb-i harâb

  • Harab olmuş gönül.

kalori

  • Lat. Bir kilogram suyu bir derece ısıtmak için lâzım olan ısı miktarı.
  • Gıdaların vücuda yarayışlı olması ve hararet vermesi bakımından değeri.

kanaat

  • Aç gözlü olmayıp hırs göstermemek. Kısmetinden fazlasına göz dikmemek. Helâl ile yetinip haramı istememek. Az şeyi de olsa kısmetine razı olmak.

katran

  • (Katıran) Siyah, sert kokulu, süretle yanan, hararetli, keskin ve suda erimeyen bir madde.

kaza-i şehvet

  • Şehvet ihtiyacını gidermek. Cinsî münasebet (ki, insanlar arasında nikâh olmadıkça haramdır.)

keffaret-i zıhar / keffâret-i zıhâr

  • Bir erkeğin, hanımını veya onun yüz, baş, ferc gibi bir uzvunu, kendisine nikâhı ebedî haram olan bir kadına veya onun bakılması haram olan yerine benzetmesi yâni "Sen anam gibisin" veya "Senin sırtın anamın sırtı gibidir" demesinin affı ve onunla te krâr münâsebet kurabilmesi için olan çâre.

kehanet

  • Gaibden haber vermek. Falcılık. Kâhinlik etmek. (İlâhi ihbârât-ı gaybiyyeye istinad etmeden, gaybdan haber vermek ve falcılık ve kâhinlik etmek dinen kat'iyyetle haramdır.)

kerahet / kerâhet

  • İğrenme, istemeyerek zor altında yapma.
  • Şeriatin yasaklamadığı fakat harama yakın olma ihtimali olan ve çekinilmesi gereken husus.
  • İğrenme, tiksinme, istememe. Harama yakın olma veya yapılmaması iyi olma. Dinde terk edilmesi iyi olan bir şeyin terk edilmeyip yapılması. Kerâhet, tahrîmiyye ve tenzîhiyye olmak üzere iki kısımdır.

kerahet vakitleri / kerâhet vakitleri

  • Namaz kılmak tahrîmen mekruh yâni haram olan vakitler. Güneş doğarken, batarken, gündüz ortasında iken.

kerahet-i tahrimiyye / kerâhet-i tahrîmiyye

  • Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîfteki delilinden zan ile anlaşılan yasak. Harama yakın mekruh.

kıta'

  • Kesme, parçalama, kat etme.
  • Haram olan şey.

kıyamet

  • Dünyanın yıkılıp harab olması. Her şeyin mahvolması. Dünyanın sonu ve mahşer meydanına bütün insanların dirilip toplanacağı zaman.
  • Mc: Büyük belâ.
  • Fazla sıkıntı.

küfv

  • Eş, denk. Evlenecek kız ile erkeğin din bilgileri, takvâ (haramlardan kaçmak), neseb (soy), mevki ve servet bakımından denk olması.

kumar

  • Para vs. karşılığında oynanılan oyun. Meşru bir ihtiyacın karşılanması için bir çalışma sonucu olmadan piyango ve şans oyunları gibi haram yollarla kazanç elde etmektir. Dinimizde böyle oyunların her türlüsü haramdır.

la'c

  • (Çoğulu: Levâıc) Halecan etmek.
  • Acı vermek, elem vermek.
  • Yakmak.
  • Muhabbet ve aşktan dolayı yürekte hâsıl olan hararet.

laşe

  • Cife. Kokmuş et parçası.
  • Fık: Karada yaşayıp boğazlanmaksızın ölen veya şer-i şerife uygun olmayan şekilde kesilen kanlı hayvan ve bunların tabaklanmamış (dibagat edilmemiş) derileri.
  • Yenilmesi şer'an haram olan ölmüş hayvan.
  • Zayıf ve cılız hayvan.
  • Mc: Kıyıda

ledem

  • Akrabadan nikâhı haram olan.

lehviyat-ı medeniye

  • Medeniyetin haram eğlenceleri, oyunları.

lehviyat-ı muharreme / lehviyât-ı muharreme

  • Haram kılınmış eğlenceler.

lehviyyat

  • (Tekili: Lehv) Lehivler, kadınlı erkekli haram eğlenceler, oyunlar. Nefsanî gayr-i meşru oyun ve eğlenceler. (Farsça)

lemm

  • Parça parça şeyleri toplamak, cem' etmek.
  • Islâh etmek.
  • Bulduğu şeyi, haram helâl demeyip yemek.
  • Şiddet ve meşakkat.
  • Az şey.
  • Konmak. Nâzil olmak.

leş

  • Kendiliğinden ölen veya Besmelesiz kesilen veya kesilmeyip de başka sûretle öldürülen veya Ehl-i kitâb olmayan kâfir ve mürtedlerin kestikleri yenmesi haram hayvanlar. Ölmüş hayvan.

levh-i mahv

  • Mahvolma levhası, bir şeyin harab oluşu ve yıkılışını gösteren manzara.

lezaiz-i nameşru / lezâiz-i nâmeşru

  • Haram olan lezzetler.

li-aynihi haram / li-aynihî haram

  • Fık: Aslında herkes için haram olan şey.

ligayrihi haram / ligayrihî haram

  • Aslında helâl olup, başkasının hakkı olduğu için veya neticeleri itibarı ile haram olan şey. Meselâ cuma namazı esnasında ticaret yapmak gibi.

ma'nevi hastalık / ma'nevî hastalık

  • Kalbe gelen yanlış îtikâd (inanç); insanın doğruyu, gerçeği görmesine mâni olan perde; îtikâdî bozukluk ve düşünce. Dünyâya ve haramlara düşkün olma; kibir ve riyâ gibi kalb hastalığı.

ma'siyyet

  • İtâatsizlik, isyân. Günâh olan işler, Allahü teâlânın beğenmediği şeyler; Allahü teâlânın emrettiği şeyi yapmamak veya yasak ettiğini yapmak, haramlar. Allahü teâlânın yasak ettiği şeyler, günahlar.

magmur

  • Şöhretsiz. Adı sanı silinmiş olan.
  • Harap. Yıkık.

mağmure

  • Adı sanı silinmiş, yerinde yeller esen, harap olmuş.

magmuriyet

  • Mağmurluk, viranlık, haraplık.
  • Adı sanı kaybolmuş.

maharim

  • (Tekili: Mahrem) Mahrem olanlar. Haram olan şeyler.

mahmil

  • Harameyne hacı kafilesi ile birlikte gönderilen hediyeler.
  • Deve üzerine konulan sepet. Mahfe. Sürre.
  • Bir ibareye hamledilen mâna ihtimâllerinden her birisi.

mahrem / مَحْرَمْ

  • Gizli.
  • Dince ve şer'an müsaade olunmayan.
  • Birisinin hususi hâllerine ait gizli sır.
  • Nikâh düşmeyen, evlenilmesi haram olan yakın akraba. (Baba, dede, anne, nine, erkek ve kızkardeş, amca, dayı, hala ve teyzeler arasında bir neseb yakınlığı, bir ebedî mahremiyet vardır
  • Dînen evlenilmesi ebedî haram (yasak) olan, soy, süt veya evlenme sebebiyle nikâhı haram olan kimse.
  • Gizli, herkese söylenmeyen.
  • Gizli, yasak, başkasına haram olan, evlenilmesi haram olan akraba.
  • (Evlenilmesi) haram olan.

mahrub

  • Harabedilmiş, dağıtılmış.

mahrur

  • Hararetli. Ateşli. İçi hararetli olan.

mahrurane / mahrurâne

  • Ateşli ateşli. Hararetli bir surette. (Farsça)

mahv

  • Harab olma. Yıkılma. Ortadan kalkma. Çökme. Bozulma.
  • Tas: Beşeri noksanlıklardan kurtuluş hâli.

mahzur

  • (Hazr. dan) Haram. Memnu şey. Yasak olan şey.

mahzurat / mahzûrât

  • Yasaklar. Mâniler. Haram şeyler.
  • Haram sayılan ve sakınılması gerekli iş ve davranışlar.
  • Dinde yasak edilmiş şeyler, haramlar.

mahzure

  • (Çoğulu: Mahzurât) Şer'an yasaklanmış olan şey. Men ve haram edilmiş şey.

mal-i cizye

  • Araziden alınan haraç.

mal-ı haram

  • Haram mal.

medain

  • (Medayin) Şehirler, medineler. Büyük memleketler.
  • Şimdi harabe olup İslâmiyyetten evvel yaşamış Kisralıların Nuşirevan zamanında kurdukları merkez-i hükümetleri olan büyük şehir. Peygamber Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ın doğduğu gece bu şehirdeki büyük sarayın eyvanları yıkılm

medar-ı fahr

  • İftihara sebeb olan. Övmeğe vesile.

medeniyet-i sefihe / medeniyet-i sefîhe / مَدَنِيَتِ سَفِيهَه

  • Beyinsizce haramlara dalan medeniyet.

mefhar

  • İftihara, övünmeğe, sevinmeğe sebeb olan. İftihara vesile olan şey.

mefreş

  • Eskiden göç sırasında yatak ve şilte taşımada kullanılan meşinden veya çadır bezinden yapılmış harar.

mekruh / mekrûh

  • İğrenç, nahoş görülen şey.
  • Fık: Şeriatın haram etmediği, fakat zaruret olmadan yapılmasına izin vermediği, zanna dayanan delil ile işlenmesi caiz olmayan iş.
  • Mihnet. Şiddet.
  • İğrenç, tiksinti veren.
  • Haram olmayan ve zaruret olmadıkça yapılması uygun görülmeyen iş.
  • Hoş görülmeyen, beğenilmeyen şey. Peygamber efendimizin beğenmediği ve ibâdetin sevâbını gideren şeyler. Yasak olduğu haram gibi kesin olmamakla berâber, Kur'ân-ı kerîmde, şüpheli delil ile, yâni açık olmayarak bildirilmiş veya bir sahâbînin (Peygamb er efendimizin arkadaşlarının) bildirmesi ile anl

melami / melâmî

  • Allahü teâlânın rızâsını kazanmak için çalışan, bu yolda farzları yapıp, haramlardan sakınan, şöhretten kaçındıkları için nâfile ve sünnetleri gizli yapan kimse. Nefislerini kınadıkları için melâmî adı ile anılmışlardır.

melil / melîl

  • Kül içinde pişirilen ekmek.
  • Hararet, sıcaklık.
  • Üzgün, kederli. Melul.

memnuiyyet

  • Yasaklık. Haram veya yasak oluş.

menhi / menhî

  • Yapılması şer'an yasaklanmış, haram olmuş.
  • Menhiyyat: Şeriatin yasak ettiği şeyler.
  • Şer'an yapılması yasak olan, haram olan şey.

menhiyyat

  • Şer'an haram edilenler. Yasak edilmiş, İlâhi emirle men'edilmiş olanlar. Nehyedilenler. Yasak olanlar.

mermaz

  • (Çoğulu: Merâmız) Harâretinden, üzerindeki yanacak gibi olan kumluk yer.

meş'ar-ül-haram / meş'ar-ül-harâm

  • Mekke-i mükerremede, Arafât ile Minâ arasında bulunan Müzdelife'nin sonunda Cebel-i kuzah yakınında bir yer. Meş'ar, şiâr (alâmet) yeri demektir. Meş'ar denmesi; ibâdet yeri olması; haram diye vasıflandırılması ise, hürmeti ve kıymeti sebebiyledir.

meşru'

  • Doğru. Hak. Şeriatın kabul ettiği. Haram ve yanlış olmayan.

meşrua

  • Şeriatın kabul ettiği hâl. Yapılması serbest olup, haram olmayan. Allah'ın (C.C.) kanununda müsaade edilen. Şeriatça yapılması günah olmayan.

meşruat

  • (Tekili: Meşru) Hak ve meşru olan şeyler. Haram ve yasak olmayan şeyler.
  • Şeriatla alâkalı şeyler.

mest-i harab / mest-i harâb / مست خراب

  • Körkütük sarhoş. (Farsça - Arapça)
  • Mest-i harâb olmak: Körkütük sarhoş olmak. (Farsça - Arapça)

mevce

  • Bir dalga.
  • Ses, elektrik ve hararetin yayılma dalgalarından herbiri.

mevduat

  • (Tekili: Mevdu) Emanet bırakılmış şeyler.
  • Bankaya konan para ki, faizle olduğundan haramdır.

mi'rac / mi'râc

  • Merdiven.
  • Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem elli iki yaşında uyanık iken, beden ile, hicretten altı ay önce Receb ayının yirmi yedinci gecesi, Mekke-i mükerremede Mescid-i Harâm'dan Kudüs'e ve oradan göklere ve bilinmeyen yerlere götürülüp, getirilmesi.

mikyas-ül harare

  • Harâret derecesini ölçen âlet. Termometre.

mincere

  • Soğuk suya harâret veren kızmış sıcak taş. (O suya "necire" derler.)

mizan-ül harare

  • Sıcaklığı, soğukluğu ölçen âlet. Termometre. (Mikyas-ul hararet de denir.)

mübah / mübâh

  • Haram edilmeyen.

mubahat

  • (Tekili: Mubah) Mübahlar. Günahı, sevabı olmayan, işlemesi ne haram, ne de helâl olan şeyler.

mübahat / mübâhât

  • Haram edilmeyenler, güzellikler.

mücavir / mücâvir

  • Komşu. Memleketini ve yurdunu terk ederek, zamânını Haremeyn-i şerîfeynde yâni Mekke-i mükerremedeki Mescid-i Harâm'da ve Medîne-i münevverede ise Mescid-i Nebî'de (Peygamber efendimizin mescidinde) ibâdetle geçiren kimse.

müdahene / müdâhene

  • Aldatmak, iki yüzlülük etmek, hîle ve yağcılık etmek. Kudreti olduğu, gücü yettiği hâlde dindeki gevşekliği sebebiyle haram işleyene mâni olmamak.

muharrem

  • Arabi ayların başı, birincisi.
  • Haram edilmiş olan.
  • Bu muharrem ayında Müslümanlıktan evvel Arablar arasında muharebe yasaktı. Bundan dolayı bu isim verilmiştir.
  • Haram kılınmış, tahrim olunmuş.

muharremat / muharremât

  • Haram kılınan şeyler.
  • Haram ve yasak olan şeyler.
  • Yapılması dînen yasaklanmış, haram olan işler, haramlar.
  • Nikâhlanılması (evlenilmesi) dînen haram kimseler. Nikâh düşmeyenler.
  • Haramlar. Haram edilen şeyler. Dinimizce helâl olmayan şeyler.
  • Haram edilen şeyler.

muharrib / مُخَرِّبْ

  • Tahrib eden. Harâb eden. Yıkan. Bozan. Perişan eden.
  • Harab eden, yıkan.

muharribin / muharribîn

  • (Tekili: Muharrib) Yıkıp yok edenler. Harab edenler.

muharrik

  • (Hark. dan) Tahrik eden, çok yakan.
  • Çok susatan, çok harâret veren.
  • Yakıp yıkan.

muhassın

  • Kale gibi mahfuz ve sağlam kalan ve kendini haramdan koruyan.

muhkemat-ı kur'aniyye

  • Mânası açık ve te'vile ihtiyacı olmayan âyetler. Başka bir mânaya ihtimali olmayıp sarih emir ve nehiyleri müştemil olan âyetler. Bu âyetler mensuh veya anlaşılmayan şekilde müteşabih ve muhtemel olmayıp muhkem ve mübeyyin olmakla aslâ te'vile muhtaç olmazlar. Bâzı şeylerin haram olması veya enbiya

muhrib

  • Tahribeden. Yıkan. Muharrib. Harâb eden.

muhribin / muhribîn

  • (Tekili: Muhrib) Muhribler. Yıkıp yok edenler. Harâb edenler.

muhsın

  • Kale gibi mahfuz ve sağlam olan. Kendini haramdan saklayan.

mülk-i habis / mülk-i habîs

  • Helâl yolla kazanılan mal ile, haram yolla kazanılan malın karışmasından meydana gelen ve birbirinden kolayca ayrılamayan mülk.

münderisat / münderisât

  • Yıkılıp mahvolmuş olan harâbeler.

münhedim

  • (Hedm. den) Yıkılmış, inhidam olmuş, harab olmuş.

münker

  • Allah'ın (C.C.) râzı olmadığı şey.
  • İnkâr edilmiş olan.
  • Şeriatın kabâhat ve haram diye bildirdiği şey. Makbul ve müstehab olmayıp, günah ve kabahat olan.
  • Mezardaki suâl meleklerinden birisinin ismi. Diğerinin ise "Nekir" dir.
  • Haram, günah.

münkerat / münkerât

  • Haramlar, günahlar.
  • (Tekili: Münker) Haram işler. Şeriatın menettiği, Allah'ın yasak kıldığı şeyler.

murdar / murdâr

  • Kendiliğinden ölmüş veya kasten besmelesiz kesilmiş olan hayvan, leş ve domuz eti gibi kendileri kat'î yâni kesin ve açık delîl ile haram olan şey.

müskir

  • (Sekr. den) Sarhoşluk veren, şuuru kaybettiren, kullanılması ve içilmesi haram olan zararlı madde.
  • Haram içki.

müskirat / müskirât

  • Haram içkiler.

müşrif-ül harab / müşrif-ül harâb

  • Harab olmağa ve yıkılmağa yüz tutmuş.

müta / mütâ

  • Haram nikah.

müttaki

  • Ehl-i takva. İttika eden. Haramdan ve günahtan çekinen, kendisini Allah'ın (C.C.) sevmediği fena şeylerdan koruyan.

mütteki / müttekî

  • Takvâ sâhibi. Allahü teâlâdan korkup, haramlardan, dinde yasak edilen şeylerden sakınan.

muvakkat nikah / muvakkat nikâh

  • Geçici nikâh. Bir adamın, yüz sene de olsa, belli bir zaman sonra hanımını boşamağı söyleyerek, bütün şartlarına uygun yapılan ve harâm olan nikâh.

müz'ıc

  • (Çoğulu: Müzacât) Gece haramisi.

na-mahrem / nâ-mahrem / نَامَحْرَمْ

  • Yabancı, kendisiyle evlenilmesi haram olmayan kimse.
  • Yabancı, (Evlenilmesi) haram olmayan.

naire

  • (Çoğulu: Nevâir) Alev, ateş.
  • Hararet, sıcaklık.

namahrem / nâmahrem

  • Mahrem olmayan; kendisi ile evlenilmesi haram olmayan.

nar-ı beyza

  • "Akkor, beyaz ateş" mânâsında olan bu tâbir fizikte: 1800 derece kadar olan hararette erimeyen cismin sıcaklık hâli demektir.
  • Bir meyve adı.

nar-ı hayat

  • Canlıya lüzumlu bulunan sıcaklık. Vücudun harareti.

nazar-ı haram

  • Harama bakma.
  • Haram nazar. Nâmahremlere bakmak.

nebiyyü'l-haram

  • Mescid-i Haram Peygamberi, Hz. Muhammed'in (a.s.m.) isimlerinden biri.

nebiyyü-l haram

  • Mescid-i Haram Nebisi meâlinde. Resül-i Ekremin (A.S.M.) bir ismi.

nehy-i iktizai / nehy-i iktizâî

  • Haramlar.

nehyi an-il münker

  • Allah'ın haram kıldığı şeyleri işlemekten men'etmek, haram işleri yaptırmamak ve buna çalışmak.

nes'i / nes'î

  • Câhiliyet devrinde belirli vakti geciktirilmiş haram aylar.

nesi / nesî

  • Yer değiştirmek, geri bırakmak; Eşhur-ül-hurum (haram aylar) denilen ayları değiştirmek, geri almak.

nokta-i galeyan / nokta-i galeyân

  • Suyun buhara çevrildiği harâret derecesi.

pür-hazan / pür-hazân

  • Sonbahara uğramış, solup sararmış. (Farsça)

rebii / rebiî

  • Bahara ait, baharla ilgili.

rehak

  • Gaşyetmek, sarıp bürünmek. Bir adamın arkasından yaklaşıp çatmak.
  • Haramlara ve menhiyata dalıp, hep onunla uğraşmak.

remaz

  • Güneşin harâretinin çoğalması.

riba / ribâ

  • Faiz, haram para.

rics

  • Dinin haram kıldığı şey. Günah, pislik, murdarlık.

ritic

  • Çıkmaz yol. Yasak olan şey. Haram.

rüşvet

  • Bir işin yapılması için haksız alınan veya verilen haram para.

sa'y

  • Hac ve ömre ibâdeti için Mekke-i mükerremeye gelen kimsenin Mescid-i Haram (Kâbe ve avlusu) yakınındaki Safâ ve Merve tepeleri arasında usûlüne göre Safâ'dan başlayarak Merve'ye ve Merve'den Safâ'ya yedi kere gidip gelmesi. Sa'y, dört gidiş ve üç gelişten ibârettir.
  • Çalışmak, iş görm

sahn

  • Sıcaklık, harâret.

sahr

  • (Sahar - Saharat - Suhur) Kaya. Büyük taş.
  • Maden kütlesi.
  • Hazret-i Süleyman (A.S)'in mühürünü çalan ifrit.
  • Masharaya almak.

sahra

  • (Çoğulu: Sahârâ-Sahravât) Kır, ova, çöl.
  • Yazı.
  • Kızıl dişi eşek. (Müz-Eshar)

salar-ı beyt-ül haram / sâlâr-ı beyt-ül haram

  • Beyt-ül Haram'ın reisi ve başkumandanı olan Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm.

şarab

  • İçilecek şey. İçki.
  • Mey. Bâde. Hamr. İçilmesi haram olan bir içki.

sefahet / sefâhet / سفاهت

  • Aklın az ve hafîf olması. Malını dînin ve aklın beğenmediği yerlere sarfetme. Lüzumsuz harcama. Süse, eğlenceye ve her türlü kötülüğe, harama düşkünlük. Akıl azlığı.
  • Haramlara dalma.

sefahetkarane / sefâhetkârâne

  • Akılsızca, haram eğlencelere dalarcasına.

sefih / sefîh / سَف۪يهْ

  • Beyinsizce haramlara dalan.

şehr-ül haram

  • Haram ayları.

şehrü'l-haram

  • Kan dökmek ve savaş yapmak haram olan ay: Muharrem, Recep, Şaban, Ramazan ayları.

semerrec

  • Üç defa haraç çıkarmak.

serahor

  • Osmanlı İmparatorluğunun ilk devirlerinde ordunun bir yerden başka bir yere hareketinde yolların yapılması ile beraber ağırlıkların nakil vesairesi veyahut memleket içinde zelzele, deprem gibi bir âfetin vukuuyla harap olan yerlerin hemen tamir edilmesi işlerinde kullanılanlara verilen addır.

serbeha

  • Baş pahası. Diyet. Haraç. (Farsça)

setr-i avret

  • Başkalarına gösterilmesi haram olan yerlerin örtünmesi.
  • Mükellef olan yâni akıllı ve bâliğ (ergenlik, evlenme yaşına erişmiş) bir kimsenin namazda veya her zaman başkasına göstermesi haram olan yerlerini örtmek.
  • Başkalarına gösterilmesi haram olan yerleri örtmek. Şer'an örtülmesi lâzım gelen yerlerini örtmek.

sinimmar

  • Ay, kamer.
  • Gece uyumayan erkek.
  • Harami.
  • Tar: Rum milletinden bir üstâdın adıdır. Numan bin Münzir için Hira'da bir köşk yapmıştı. Bunun bir eşini daha kimseye yapmasın diye Numan bin Münzir o köşkün üstünden attırıp öldürdü. (Ahter-i Kebir'den)

sinn-i teklif

  • Erginlik, büluğ çağı. Bir kimsenin aklı başına geldiği; haramı helâli ayırt edebildiği, kadınlık veya erkeklik hâlini bildiği, ergin hâle geldiği yaşı. (Ortalama 12-15 kabul edilir.)

şü'bub

  • Birden yağan sağanaklı yağmur.
  • Hiddetli ve şiddetli olan.
  • Şiddetli güneş harareti.

süar

  • Ateşin harareti.
  • Çok acıkmak.

suht

  • Haram mal, her nevi haram.
  • Yok eylemek. Gidermek. Bir şeyin kökünü kazımak (mânasına saht'dan alınmıştır. Haramın bereketi olmadığından hânumânlar yıktığı için suht denilmiştir.)

sühunet / sühûnet

  • Sıcaklık, hararet. Hararet derecesi.
  • Sıcaklık, hararet.

şuhur-u muharreme

  • Haram aylar (hicrî Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep ayları).

şuhur-u selase ve muharreme / şuhur-u selâse ve muharreme

  • Üç aylar ve haram aylar.

şüpheli şeyler

  • Helâl ve haram olduğu açıkça bildirilmeyen şeyler; şüpheliler.

suretlerin tahrimi / sûretlerin tahrimi

  • Resimlerin haram kılınması, yasaklanması; haset, gurur, riya, şehvet gibi nefsanî duyguları kabartan ve İslâmiyetin sakındırdığı sonuçların doğmasına sebep olan resimlerin, fotoğrafların yasaklanması.

tab

  • Parıltı. Parlayıcı. (Farsça)
  • Güç. Kuvvet. Takat. (Farsça)
  • Hararet. (Farsça)

tabakat-ül-fukaha / tabakât-ül-fukahâ

  • Fıkıh âlimlerinin tabakası. Helâl ve haramı, emir ve yasakları bildiren fıkıh ilmi ile uğraşan âlimlerin dereceleri.
  • Fıkıh âlimlerini derecelerine göre tertîb edip (sıralayıp), hayatlarını ve eserlerini anlatan kitablar.

tabel

  • (Tâbil) (Çoğulu: Tevâbil) Yemeklere konulan baharat.

taharrüm

  • (Haram. dan) Haramdan sakınma. Kaçınma, sakınma, çekinme.

tahliye

  • (Haly. den) Süslemek. Donatmak. Donatılmak.
  • Tatlılandırmak.
  • Kim: Bir madde içine hassasını veya kokusunu değiştirmek için şeker, baharat ve benzeri gibi şeyleri katmak.

tahrib / تخریب

  • (Çoğulu: Tahribât) Harab etme, edilme. Yıkma. Bozma.
  • Yıkma, harap etme. (Arapça)
  • Tahrîb edilmek: Yıkılmak, bozulmak, harap edilmek. (Arapça)
  • Tahrîb etmek: Yıkmak, bozmak, harap etmek. (Arapça)

tahribat / tahribât

  • (Tekili: Tahrib) Tahribler, yıkıp bozmalar, harab etmeler.

tahrim / tahrîm / تَحْرِيمْ

  • Haram kılma.
  • Haram kılma. Haram kılınma. Dince yasak edilme.
  • Kudsî sayarak yaklaşmayı yasak etme.
  • Haram kılma, yasak etme. Mahrum bırakma.
  • Haram kılma.

tahrimen

  • Haram olarak. Harama yakın olarak.

tahrimen mekruh / tahrîmen mekrûh

  • (Vâcibin zıddı) Harama yakın iş olup, zannî delil ile olan nehiydir.
  • Kur'ân-ı kerîmdeki ve hadîs-i şerîfteki delîlinden zan ile anlaşılan yasak. Harama yakın olan fiil, iş.

tahrimi / tahrimî

  • (Tahrimiyye) Haramla ilgili, harama ait.

takazic

  • Dövülüp ufalanarak yemeklerin üstüne ekilen otlar. Baharat.

taklid / taklîd

  • İnanılacak şeylerde düşünmeden, anlamadan, yalnız başkasından işiterek, görerek inanma, îmân etme.
  • Amelde yâni yapılacak işlerde delîlini araştırmadan bir müctehidin ictihâdlarına (mezhebine) uyma, bağlanma.
  • Kendi mezhebine göre yapmasında harâc (meşakkat) veya zarûret buluna

takva / takvâ / تقوا

  • Bütün günahlardan kendini korumak. Dinin yasak ettiğinden veya haram olduğunda şüphesi olan şeylerden çekinmek.
  • Allahü teâlâdan korkarak, haramlardan (yasaklardan, günâhlardan) sakınmak. Harama düşmemek için, şüphelilerden (haram veya helâl olduğu belli olmayan şeylerden) sakınmaya ise verâ denir. Bu bakımdan, haramlardan daha çok sakınma derecesi olan verâ da takvânın mânâsı altına girer.
  • Haramdan kaçınma. (Arapça)

takva ehli / takvâ ehli

  • Takvâ sâhibi. Allahü teâlâdan korkarak haramlardan sakınanlar.

tarik-i nakşi

  • Nakşî tarikatı; Buharalı Muhammed Bahaüddin Nakşibendi Hazretleri tarafından kurulan tarikat.

tarik-i nakşibendi / tarîk-i nakşibendî

  • Buharalı Muhammed Bahaüddin Nakşibendi Hazretleri tarafından kurulan tarikat.

teb / تب

  • Hararet. (Farsça)
  • Tıb: Sıtma. (Farsça)
  • Ateş, hastalık harareti. (Farsça)
  • Sıtma. (Farsça)

tebah

  • Harap yer, yıkıntı, yıkılmış.

tebah-kar / tebah-kâr

  • (Çoğulu: Tebâhkârân) Mahveden, harab eden, bitiren. (Farsça)

tebehkar

  • (Çoğulu: Tebehkâran) Mahveden, harab eden. Bitiren. (Farsça)

tedai / tedaî

  • Birbirini bir iş için davet etmek.
  • Yıkılıp harap olmak.
  • Bir şeyi hatıra getirmek. Bir şeyin başka bir şeyi hatıra getirmesi. Çağrışım.

tef

  • Buhar. (Farsça)
  • Sıcaklık, hararet. (Farsça)

tefside

  • Hararetli, kızgın. (Farsça)

tefte

  • Hararetli, kızgın, kızmış. (Farsça)

telfik

  • Helâl ve harâm, emir ve yasak, ibâdet ve tâatte, belli bir mezhebin hükümlerine uymayıp, mezheblerin hükümlerinden kolay olanı yapma ve karıştırma.

terk-i dünya / terk-i dünyâ

  • Dünyâyı terk etmek.
  • Mübah (dinde izin verilen) şeylerin hepsini terk edip, yalnız, yaşamak için ve dînini korumak için zarûrî, lâzım olan mübahları kullanmak, yâni mübahların zarûret miktârından fazlasını terk etmek. Böyle terk-i dünyâ çok kıymetli ve faydalı ise de çok güçtür.
  • Haram

termik

  • Sıcaklıkla alâkalı. Hararetle ilgili. (Fransızca)

tesettür

  • Kapanıp gizlenme. Örtünme.
  • Fık: Kadınların ve erkeklerin başkasına, nâmahremlere vücutlarının haram kısımlarını örtüp göstermemeleri.

tevabil

  • (Tekili: Tâbel ve Tâbil) Yemeklere katılan nâne, karanfil, tarçın ve biber gibi şeyler. Baharat.

tevbe

  • Haram, günah işledikten sonra, pişman olup, Allahü teâlâdan korkmak, bir daha yapmamaya karar vermek.

teverru'

  • Haramdan ve şüpheli şeylerden sakınmak.

tezkiye-i nefs

  • Nefsi, İslâmiyet'in haram ettiği, beğenmediği şeylerden, kötü isteklerinden temizlemek.
  • Nefsini beğenme, insanın kendindeki nîmetleri, iyilikleri, kendinden bilip, Allahü teâlânın verdiğini düşünmemesi. Bu nîmetlerin Allahü teâlâdan geldiğini bilip, kendinin kusurlu olduğunu düşünmek

tukat

  • Nefsini haramdan ve şüpheli nesnelerden saklamak.

türkistan

  • Türklerin anayurdu olan ve Hive, Fergana, Taşkent, Buhara, Semerkant ve Kırgız şehirlerini içine alan büyük bölge.Doğu Türkistan bugün Çin'de, Güney Türkistan ise Afganistan'da, büyük parçası olan Batı Türkistan ise Rusya'da kalmaktadır. (Farsça)

übülle

  • Basra yakınında bir harap şehir.
  • Bir miktar hurma.

ufat

  • Haramdan nefsini koruyanlar.

ulufe-har / ulufe-hâr

  • (Çoğulu: Ulufehârân) Ulufesi olan, ulufeci.

ümm-ül habais / ümm-ül habâis

  • Şarap, rakı gibi haram olan içki.

üvera'

  • Ateş ve güneş harareti.
  • Susuzluk harareti.

va'k

  • Sıtma ve harareti.

vara'

  • Haramdan ve yaramaz işlerden sakınmak.

vatie / vatîe

  • Büyük çuval, harar.
  • Bir çeşit yemek.

vazifehar / vazifehâr

  • (Çoğulu: Vazifehârân) Ücret alan. (Farsça)

vera' / verâ'

  • Haramlardan ve helâl ve haram olduğu bilinmeyen şüpheli şeylerden sakınmak.

veri'

  • Haramdan kaçınan kişi.

viran / vîrân / ویران

  • Yıkık, harap. (Farsça)
  • Mc: Kederli, üzgün, gamlı. (Farsça)
  • Harap.
  • Yıkık, harap olmuş. (Farsça)
  • Yıkıntı, harabe. (Farsça)
  • Vîrân etmek: Yıkmak, harap etmek. (Farsça)
  • Vîrân olmak: (Farsça)
  • Yıkılmak, harap olmak. (Farsça)
  • Perişan olmak. (Farsça)

virane / virâne / vîrâne / ویرانه

  • Harabe. Yıkılmağa yüz tutmuş eski yapı. (Farsça)
  • Harap, harabe yapı.
  • Yıkıntı alan, harap yer, harap bina. (Farsça)

virani / viranî / vîrânî / ویرانى

  • Viranlık, haraplık. (Farsça)
  • Haraplık. (Farsça)

yebab

  • Yıkık, bozuk, harap, virâne. (Farsça)

zaruret / zarûret

  • Haram olan, yasaklanan bir işin yapılmasını mübâh (dînen serbest) kılan sebeb, özür.

zencebil / zencebîl

  • Hoş kokulu bir baharat adı.
  • Hoş kokulu bir baharat, zencefil.

zıhar / zıhâr

  • Bir kişinin, kendi hanımını, annesi gibi evlenmesi kendisine haram olan birine benzetmesi.
  • Erkeğin, hanımını veya onun yüz, baş, ferc gibi bir uzvunu, kendisine nikâhı ebedî haram olan bir kadına veya onun bakılması harâm yerine; "Sen anam gibisin" veya "Senin sırtın anamın sırtı gibidir" gibi sözlerle benzetmesi.

zıhri / zıhrî

  • (Çoğulu: Zıhârâ) Bir ihtiyaç için hazırlanıp saklanan nesne.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın