Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
Halin
ifadesini içeren
342
kelime bulundu...
aciniyet
Mâcun halinde olma. Hamur gibi yoğurulmuş olma.
aciniyyet
Mâcun halinde olma, yoğurulmuşluk.
adem-i iltibas
Herhangi bir karıştırma hâlinin olmaması.
ahd ü misak / ahd ü mîsâk
Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselâmı yaratınca, kıyâmete kadar bütün zürriyetini (neslini) zerreler hâlinde onun belinden çıkarıp, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye buyurduğunda onların; "Evet, sen Rabbimizsin!" diye söz vermeleri.
akabe
(Çoğulu: Akabât) Bâdire. Sarp ve çıkılması müşkül yokuş.
Tehlikeli geçit. Dar ve iki tarafı pusu yeri olan boğaz.
Muhatara, tehlike.
Hastalığın veya başka bir halin en tehlikeli ve korkulur süresi.
Kızıldenizin kuzey ucunda, Süveyş'in doğu tarafında bulunan da
akl-ı mead / akl-ı meâd
Ebedî rahata kavuşmak, Cennet'te ebedî kalmak ve Cehennem azâbından kurtulmak için hâlini ıslâh etmeyi, düzeltmeyi düşünen, uzak görüşlü, dünyâya değil, âhirete değer veren akıl.
anka-meşrebane
Anka meşrebi halinde, kanaat sahibi. Eski edebiyatta kanaat sahiplerine kinaye olarak söylenir.
antropoloji
yun. İnsan dediğimiz varlığı inceleyen ilim. İnsan biyolojik özellikleri açısından incelendiğinde biyolojik antropoloji, cemiyet halinde yaşıyan bir varlık olması açısından incelendiğinde sosyal antropoloji veya kültür antropolojisi, insanın mahiyeti, diğer varlıklardan farkı, hayatının mânası, düny
aramide / ârâmide
Rahat olan, dinlenen, sükûn halinde ve rahatta bulunan.
(Farsça)
arık
Uykusuz kimse, uykusuz olma halindeki.
arz-ı hal / arz-ı hâl
Halini arzetme. İstida. Arzuhal.
arzuhal / arzuhâl
Dilekçe, hâlini bildirme.
ashab-ı matlub / ashâb-ı matlub
Huk : İflâs hâlinde bulunan şahsın, kanuni alacaklılarının yekûnü.
aşiret
Kabile, oymak, göçebe halinde yaşıyan ekseri bir soydan gelen cemaat. Yakın akraba, âile.
atalet kanunu
Fiz: Duran bir cisim, bir kuvvetin etkisi olmadan hareket edemez; ve hareket hâlindeki bir cisim, bir kuvvetin etkisi olmadan hızını ve yönünü değiştiremez.
ataraksiya
yun. Tesirlere (etkilere) karşılık göstermeme, durgunluk hâli.
(Fels.) Ruhun sükunete ulaşması, arzu ve ihtiraslardan uzak kalma. Eski çağ felsefesi, hayatın gayesi, saadet olarak duygusuzluk halini gösteriyordu. İnsan arzuları sonsuz, düşmanları sonsuzdur, (mikroptan kuyruklu yıldız
ateş-i cevval / âteş-i cevval
Daima hareket hâlinde olan yakıcı ateş.
barut
yun. Güherçile ile kükürt ve kömürden mürekkeb, alev alıcı bir maddedir ki, toz halinde olup, umumiyetle ateşli silahlarda ve taş kırmak gibi işlerde kullanılır.
Mc: Çabuk kızan, şiddet ve hiddete kapılan.
batakrir / bâtakrîr / باتقریر
Rapor halinde.
(Farsça - Arapça)
bayram namazı
Fıtr (Ramazan) ve Kurban bayramının birinci günü güneş doğduktan yaklaşık 45 dakika sonra erkeklerin cemâat hâlinde kılmaları vâcib olan iki rek'atlik namaz.
bedel-i öşr
Huk: Arazi-i emiriye üzerinde bina yaparak veya meyvesiz ağaç dikerek koru haline koyma sebebiyle öşre bedel alınan kira.
belagat / belâgat
Sözün düzgün, kusursuz, hâlin ve makamın icabına göre söylenmesi.
belağat / belâğat
Sözün düzgün, kusursuz, halin ve makamın icabına göre yerinde söylenmesi.
belağat-i ayet / belâğat-i âyet
Âyetin belâğati; düzgün, kusursuz, yerinde ve halin ve makamın icabına göre söz söyleme.
belagat-ı kur'aniye / belâgat-ı kur'âniye
Kur'ân belâğatı, Kur'ân'ın güzel ve yerli yerinde ve muhatabın hâline uygun anlatımı.
belagat-i nazmiye / belâgat-i nazmiye
Dizilişe ait belâgat; şiirin düzgün, kusursuz, yerinde, hâlin ve makamın icabına göre söylenmesi.
beliğane / belîğâne
Sözün düzgün, kusursuz, yerinde ve hâlin ve makamın icabına göre söylenmesi.
ben
(Bak: Ene) t. Psk: Şuurlu kişiliğimiz. Başlangıçta çocuğun benliği şuurlu değildir. Kendisini başkasından ayıramaz. Fakat canlı olarak ihtiyaç ve istekleri vardır. Benin bu şuursuz haline "alt ben" denir. Kendisi ile başkası arasındaki farkı anlamaya, münasebetler kurmaya, düşünmeğe başlayınca şuurl
berk-i basar
Gözün şimşek çakması.
Birdenbire tepesinde çakan şimşekten mâruz olduğu dehşet ve şiddet hâlinden mecaz olarak, ansızın başına gelen mühlik hâdisenin şiddetli âlâm ve ıztırabıyla dehşet ve hayret içinde duyulan keskin intibahı ifade eder.
beyan-ı hal / beyan-ı hâl
Hâlini arzetme, anlatma.
Halini anlatma, durumunu bildirme.
bi-
Başına eklendiği kelimeyi "e" haline getirir. İle, için mânâlarını vererek Farsçadaki "be" edatıyla aynı vazifeyi görür. Harf-i cerdir. Yâni; kendinden sonraki kelimeyi esre ("İ" diye) okutur. Yemin için de kullanılır.
bi-reng / bî-reng
Renksiz. Taslak halinde resim.
(Farsça)
bilkuvve / بِالْقُوَّه
Potansiyel; yetenek ve kabiliyet halinde.
Fiil mertebesine varmadan. Tasavvurda, tasavvurî olarak. Düşünce halinde. Kabiliyet ve istidat ile.
Düşünce halinde.
Kābiliyet hâlinde.
bina-yı mechul
Fiilde fâilin, öznenin meçhul olması hâli. Meselâ: "Yazmak" fiilinin binâ-yı meçhulü olan "yazıldı" kelimesinde olduğu gibi. Fiilde fâilin belli olması hâlinde de "binâ-yı malûm" denir. "Nuri yazdı" gibi.
birsam
(Hallüsinasyon) Akıl hastalarının, gerçekten var olmayan bir şeyi varmış gibi yanlış idrak etmeleri halidir. Meselâ karınlarında veya başlarının içinde yılan bulunduğunu söylemeleri yahut bir canavarın ağzını açıp kendilerine baktığını söylemeleri birsam hâlini gösterir.
buhar
Suyun buğu haline gelmiş şekli.
Seyyal, lâtif cisim.
can
Yaşayış. Diride olan kudret, kuvvet. Hayat cevheri. Madde ilimleri, maddenin; hayat ilimleri (biyolojik ilimler) hayatın ne olduğunu açıklıyamamışlardır. Aslında bunların konusu da madde, hayat ve ruhun kendisi değil, bunların tezahürleri yani olay haline gelen tesirleridir. Deney ilimlerini
(Farsça)
cereyan etmek
Akmak, hareket hâlinde olmak.
cevval / cevvâl
Dâim hareket hâlinde olan.
Sürekli hareket hâlinde olan.
ceyyid
Başka mâdenle karışım hâlinde basılmış altın ve gümüş paralardan, karışımında altın ve gümüş miktârı fazla olanlar.
coğrafya
Yeryüzünün şimdiki hâlini çeşitli cihetlerden inceleyen ilim. Bölümlerinden olan Fizikî Coğrafyada: Karalarla denizlerin durumları ve iklimleri;İktisadî Coğrafyada: Toprak mahsulleri, sanayi ve ticaret işleri;Siyasî Coğrafyada: Irk, dil, millet hususiyetleri ve devlet sınırları anlatılır.Bunlardan b
cübni / cübnî
Peynirci.
Peynir hâlinde olan şey.
dakik
İnce, ufak, nâzik.
Toz haline getirilmiş şey, un.
Dikkatli ölçülü davranan titiz kimse.
dalle / dâlle
Âdet hâlinin kaç gün olduğunu unutan veya kaç gün olduğunu bilip ayın başında mı, ortasında mı, sonunda mı olduğunu kestiremeyen kadın.
dar-ı eman / dâr-ı emân
Müslümanların zimmetini kabul eden veya müslümanlarla sulh halinde olan, gayr-i müslim bir ahalinin memleketi.
dar-ı harp / dâr-ı harp
Müslümanlarla savaş halinde olan gayri müslim ülke.
dasitan / dâsitân
(Dâstân) Destan, sergüzeşt. Geçmiş hâdiseleri anlatan nesir veya nazım halinde yazı.
(Farsça)
Şöhret.
(Farsça)
delail-i icmali / delâil-i icmâlî
Özet halinde sunulan deliller.
delail-i mücesseme-i musattaha / delâil-i mücesseme-i musattaha
Bir satıh hâline getirilmiş cismânî deliller (düz bir kâğıt üzerine şekli çizilmiş deliller).
ders-i belagat / ders-i belâgat
Belâgat dersi; sözün düzgün, kusursuz olarak hâlin ve makamın icabına göre söylenmesini öğreten ders.
devir ve teselsül
Davanın delile ve delilin davaya taalluk etmesiyle kaziyenin dönüp dolaşıp yine eski hâline gelerek hallolunamaması.
dinamik
yun. Cisimlerin hareketleriyle bunları meydana getiren sebebler arasındaki alâkayı araştıran mekanik ilminin bir kolu.
Hareket eden, durup dinlenmek bilmeyen, hareketli.
Fls: Sâbitin zıddı olarak bir kuvvet tesiriyle dâim hareket halinde bulunan ve bulunduran, bir değişmesi,
duhan
Toz halindeki yoğun duman.
ebu-l vakt
Vakit ve hâlin te'siri altında kalmıyanlar.
edebiyat
Düşünce, duygu veya herhangi bir hakikatı veya herhangi bir fikri yazı veya sözle, manzum veya nesir halinde güzel şekilde ifâde san'atı. Bu san'atla uğraşan ilim kolu.
Edebiyata âit yazıları toplayan kitap.Edebiyatın sözlük anlamından biri de edebe, yani terbiyeye uygun söz söylemek
ehl-i keşfe'l-kubur / ehl-i keşfe'l-kubûr / اَهْلِ كَشْفَ الْقُبُورْ
Kabir ehlinin hâlini görenler.
ehl-i sekr
Aklı ile hareket edemeyip hissi ve zevki ile hareket eden, sarhoş.
(Farsça)
Tas: İlâhî bir tecelli ile istiğrak halinde olanın kendinden geçmesi hali.
(Farsça)
ehl-i veber ve badiye / ehl-i veber ve bâdiye
Çölde sürekli hareket halinde yaşayan insanlar.
ehl-i veber ve badiyet / ehl-i veber ve bâdiyet
Çölde sürekli hareket halinde yaşayan insanlar.
elest günü
Allahü teâlânın, Âdem aleyhisselâmı yaratınca, kıyâmete kadar gelecek olan zürriyetini (çocuklarını) zerreler hâlinde onun belinden çıkarıp onlara; "Ben sizin Rabbiniz değil miyim" diye hitâb buyurup, onların da; "Evet, sen Rabbimizsin" diye cevâb ve rdikleri gün, zaman.
emhar
(Tekili: Mehr) Mehrler, nikâh bedelleri. Zevceynin ayrılmaları halinde kadına verilecek olan ve nikâhta kararlaştırılan para ve sair eşyalar.
(Mühür) Taylar, at yavruları.
endüstri
Sanayi, imalât, sanatlar. Hammaddeyi mâmul eşya hâline getirme. Bu da ikiye ayrılır. 1- Küçük sanayi: Ev ve atölyelerde basit âlet ve makinelerle eşya imalâtıdır. 2- Büyük sanayi: Su buharı, akaryakıt, elektrik, atom enerjisi gibi büyük çapta enerji kaynaklarından faydalanılarak fabrikalarda seri hâ
(Fransızca)
erbab-ı belagat / erbab-ı belâgat
Belagatçılar; sözü düzgün, kusursuz, hâlin ve makamın icabına göre söyleme san'atını bilenler.
etfal-i bağ
Yeni yetişen körpe hâlindeki fidanlar.
evreng
Taht, evrend.
(Farsça)
Şan, şeref, nâm.
(Farsça)
Zinet, süs.
(Farsça)
Akıl, irfan.
(Farsça)
Ağaç kurdu.
(Farsça)
Hoş hâllilik, hâlin hoşluğu.
(Farsça)
Hile, desise, hud'a, aldatma, oyun.
(Farsça)
Yakışıklılık.
(Farsça)
ezvak-ı i'caziye / ezvâk-ı i'câziye
Mu'cize hâlinin verdiği zevkler.
fena fil'ihvan / fenâ fil'ihvân / فَنَا فِي الْاِخْوَانْ
Her hâlinde kardeşleriyle yetinme, onlarda fânî olma.
fenn-i maani / fenn-i maânî
Mânâ ilmi, anlam bilim; sözün maksada, duruma ve yerine uygunluğundan bahseden ve hâlin gerekliliğine yakışması yollarını gösteren ilim.
feryad-ı matem
Matem hâlinde derin üzüntülerin bağırıp çağırarak dile getirilmesi.
fetret
Uyuşukluk, zayıflık.
Vahy ve semavî hükümlerin sükûn zamanı olduğu için, iki peygamber-i zişan devirleri arasındaki zaman.
Vukuu âdet halinde olan şeyin kesilme zamanı veya kesilmesi.
İki vakıa arasındaki geçen zaman. Terakki ve teâli devirleri arasındaki hareketsiz,
fihristevari / fihristevâri
Özet şeklinde, başlıklar halinde.
fobi
(Fobya) Bâzı hal veya şeylere karşı duyulan hastalık halindeki korku.
(Fransızca)
furkan-ı cismani / furkan-ı cismânî
Cisim haline gelmiş, hakkı batıldan ayıran Kur'ân gibi Allah'ı tanıttıran kâinat kitabı.
gane / gâne
Bazı sayıların sonlarına eklenerek "lik" halinde sıfatlar yapılır. (Meselâ: Cihâr-gâne: f. Dörtlük.)
(Farsça)
gibet / gîbet
Bir kimsenin, yüzüne karşı söylendiği zaman hoşlanmayacağı, kalbinin kırılacağı bir sözünü, hâlini veya hareketini, arkasından, bulunmadığı yerde söylemek, hareketiyle göstermek veya îmâ etmek. Dedi-kodu.
gıbta
İmrenme. Aynı iyi hâli isteme. Şiddetle başkasının güzel bir halinin kendisinde de olmasını arzu etme.
gille-mend
Şikâyet eden, halinden memnun olmayan.
(Farsça)
günahpişe
(Çoğulu: Günahpişegân) Günah işlemeyi âdet haline getiren.
günahpişegan / günahpişegân
Günah işlemeyi âdet haline getirenler.
(Farsça)
hab-ı hayal / hâb-ı hayâl
Hayal uykusu; hayal hâlindeyken görülen rüya.
hafire
Evvelki hâline ve evvelki yerine dönmek.
hal / hâl
Durum, vaziyet. Görünüş. Tavır. Suret. Keyfiyet.
Cezbe.
Dert, keder, elem.
Mecâl. Kuvvet.
Gr: Fâili, mef'ulü veya her ikisinin durumunu bildiren sözdür. Halin sâhibine zi-l hâl denir.Meselâ : Reeytuhu mâşiyen: (Onu yürürken gördüm) cümlesinde Mâşiyen (yürürken
halet-i sahve / hâlet-i sahve
Kendinden geçme hâlinin sona ermesi.
halvet-i sahiha
Karı-kocanın aralarında şer'î mâni bulunmaması halinde birleşmeleri.
halvethane / halvethâne
Çilehâne. Tasavvuf yolunda olgunlaşmak ve ilerlemek için belli bir müddet kendi hâlinde yalnız kalınan ve ibâdetle vakit geçirilen yer.
hamdele
"Elhamdülillah" demenin kısaca ismi. Bu sözün masdar haline getirilip kısaltılması.
harbi / harbî
İslâm devleti ile harb halinde bulunan gayr-i müslimlere âit ülke halkından olan kimse.
hardal
Çok küçük tohumları olan ve yaprakları yenen bir nebat ismi. Döğülerek macun haline getirilir ve sofrada iştah açmak için kullanılır.
hasbihal / hasbihâl
Birine hâlini, vaziyetini anlatıp düşüncelerini sorma, görüş alışverişinde bulunma, danışma.
hatem-i tai / hatem-i taî
(Ebu Adi bin Abdullah bin Said) Arab kabile reislerinin büyüklerinden ve şairlerinden olup, cömertliği ile meşhurdur. Adı, cömertlik ve keremde darb-ı mesel halini almıştır. Bazı şiirleri toplanarak bir divan yapılmış ve Londra'da bastırılmıştır. Hz. Peygamber'in (A.S.M.) zamanına yetişmiş ise, de,
havayic-i gayr-ı zaruriye
Zorunlu olmayan ihtiyaçlar, ihtiyaç olmadığı halde ihtiyaç haline gelmiş şeyler.
haviyye
Çocuk doğuran kadına loğusa yemeği yedirmek.
Namaz kılan kimsenin, secde halinde iken, karnını uyluğundan yukarı tutması.
hayy-ı meyyit
Ölü halinde canlı.
Mc: Hiçbir işe yaramayan, hakiki vazifelerini yapmayan insan.
helu'
Sabrı az, hırsı çok olan. Sabırsız olup her halini halka şikâyet eden insan.
hilye-i şerif
Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) mübarek vasıflarını anlatan manzum veya nesir halindeki yazı.
hiss
Duymak. Farkına varmak. Duygu.
Bir kimsenin haline acıyıp rikkat ve şefkat eylemek.
Bir şeyi idrak edip şuur hâsıl eylemek. Bedendeki his uzuvlarından birisini müteessir eden bir şeyin mevcudiyetini idrak eylemek.
hüceyre
Hücrecik. Canlı varlıkların veya nebâtatın vücudunu teşkil eden küçük küçük odacık halinde ve içi vücuda lüzumlu madde ile dolu hücrecik. En küçük canlı parça.
Küçük delik ve oyuk.
hurmet-i müsahere / hurmet-i müsâhere
Erkeğin herhangi bir kadın ile zinâ etmesi veya herhangi bir yerine unutarak ve yanılarak da olsa şehvetle (lezzet alarak) dokunması hâlinde, o kadının neseb (soy) ile ve süt ile olan anası ve kızları ile; kadının da o erkeğin oğlu ve babası ile evle nmesinin ebedî, sonsuz olarak haram, yasak olması
huruf-u mukattáa
Arap harflerini heceler halinde kesik kesik yazmak (Yâsin, Elif Lâm Mim vb.).
huruf-u müsta'liye
Tecvidde: Harf ağızdan çıkarken dilin üst damağa yapışması halinde veya üst damağa doğru gitmesiyle çıkan harfler: Kaf, tı, zı, dat, hı, sad, ayın, gayın, Bu harflerin mukabili "istifâle" harfleridir.
hüsn-ü hal
Hâlin, durumun güzelliği.
huygerde
Terlemiş.
(Farsça)
Adet edinmiş, huy hâline getirmiş, alışmış.
(Farsça)
huzme
Demet. Deste. Bir kucak şey.
Fiz: Bir ışık kaynağından çıkan sütun halindeki şua.
i'tibari / i'tibarî
(İtibarî) Hakiki kıymeti olmayıp kıymeti var kabul edilme. Farazî ve izafî olan. Varlığı, başka şeylere nisbet edilmesi halinde bilinen.
iade
Geri vermek. Eski haline getirme.
Mukabilini yapma. Karşılığını yapma.
Avdet ettirmek.
Edb: Bir mısraın veya beytin son kelimesini, kendisinden sonra gelen mısra veya beytin ilk kelimesi olarak kullanma sanatı.
ibhal
Kendi hâline bırakma, salıverme.
ibret
İnsanın karşılaştığı, gördüğü veya işittiği hâdiselerden ders alması, kendi hâlini düşünmesi.
iç kale
Kale duvarlarıyla çevrilmiş şehir ve kasabaların bazılarının ortasında ve en yüksek yerinde yapılan küçük kaleler. Bu çeşit kalelere "bâlâ hisâr" da denilirdi. Bu iç kaleler, düşmanın, surları geçmesi hâlinde veya şehirde bir isyân çıktığı zaman, hükümdar veya kumandanın çekilip kendini müdafaa etme
(Türkçe)
icazkar / icazkâr
İcazlı, kısa ifadelerle çok şey anlatmak halinde olan.
(Farsça)
icmad-ı ma / icmad-ı mâ
Suyun dondurulması. Suyun buz haline getirilmesi.
icmali / icmâlî / اجمالى / اِجْمَال۪ي
Derli toplu, özet halinde.
(Arapça)
Özet halinde.
ifrazciyan
Darphanede sikke (para) kesenler. Altun, gümüş ve bakır madenlerini para haline getirdikleri için bu tabir meydana gelmiştir.
ıhrab
Viran etmek, harabe haline getirmek.
ikale
Pazarlığı bozma. Her iki tarafın isteğiyle alışveriş mukavelesini bozma. Bir hukuki muamele ile meydana gelen vaziyetin diğer bir hukuki muamele ile eski haline getirilmesi.
Demediği halde "Dedin" diye iddia etme.
iktiza-yi hal
Halin ve durumun gösterdiği lüzum.
infitahiyyet
Kapalılığın açılıp inkişaf etmesi. (Tohumların açılarak nebât hâline gelmesi gibi olan hâl.)
inşa
Yapma. Vücuda getirme. Terkib etme. Bir şey peyda etmek.
Yaratma.
Edb: Yazı dersi. Nesir yazmak.
Güzel nesir halinde yazı yazmak veya güzel yazılmış nesir halindeki yazı.Çeşitli mektuplaşma ve güzel yazma için mektup, tezkere, istida (dilekçe), tebrik, tâziyenâme, sen
irca' / ircâ' / ارجاع
Eski haline döndürme, çevirme.
(Arapça)
İrcâ' etmek:
Döndürmek, çevirmek.
(Arapça)
irsal
(Resul. den) Göndermek, gönderilmek, yollamak.
Havale kılma.
Salıvermek. Kendi haline koymak.
Sürü sahibi olmak.
Elçi gönderme.
ıslah / ıslâh
Terbiye etmek, iyi hâle getirmek.
Bozulan bir şeyi eski hâline getirme.
İnsanların aralarını düzeltmek, barıştırmak.
ıslah-ı hal / ıslah-ı hâl / ıslâh-ı hâl / اِصْلاَحِ حَالْ
Kendi halini ıslah etme, düzeltme.
Hâlini iyileştirme.
istatistik
Bir neticeye varmak veya bir hüküm çıkarmak için metodlu olarak mevcud lüzumlu şeyleri toplayıp sayı hâlinde göstermek işi ve bu işle meşgul olan ilim.
(Fransızca)
istidad vermek
Yetenekli kılmak, filiz verecek tohumlar hâline getirmek,.
istidame
(Devam. dan) Bir halin devamını isteme. Bir şeyin devamını arzu etme.
istihase
Organik maddelerin, şekillerini muhafaza ederek zamanla taş hâline geçmesi. Fosilleşme.
istimrar / istimrâr
Kadından âdet hâlinde gelen kanın devâm etmesi.
istirabe
Bir kimsenin hâlinden şüpheye düşme, kuşkulanma.
ittifakan
Birlik halinde, birleşerek.
ittifaken
Birlik halinde.
kalb
Vücudun kan dolaşımı merkezi. Yürek.
Gönül.
Herşeyin ortası.
Bir halden diğer bir hale çevirme. Değiştirme.
İmanın mahalli.
Fuâd, sıkt-ül ilim, tâbut-ül ilim, beyt-ül hikmet, via-i ilim de denilir. (Dâima değiştiği ve hareket halinde olduğu için kalb i
kalubela / kâlûbelâ
Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselâmı yaratınca, kıyâmete kadar bütün zürriyetini zerreler hâlinde onun belinden çıkarıp; "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye buyurup, onların da; "Evet, sen Rabbimizsin" diye verdikleri cevâbı ifâde eden söz.
kanuniyet
Kanun haline gelme.
Kanunluluk. Kanun haline gelmek.
kasr-ısalat / kasr-ısalât
Seferde, yolculuk hâlinde dört rek'atli farzları iki rek'at kılmak.
katalog
Kitaplık halinde, yahut neşriyata tabi bulunan bir şeye ait etraflı geniş liste, eşya listesi.
(Fransızca)
kefalet / kefâlet
Kefillik. Kefîl olmak. Bir kimsenin, borcunu ödememesi, taahhüdünü (verdiği sözü) yerine getirmemesi hâlinde onun yerine borcu ödemeği, sözü yerine getirme mes'ûliyetini (sorumluluğunu) alacaklıya karşı üzerine almak.
kelam-ı nefsi / kelâm-ı nefsî
Allahü teâlânın kelâm sıfatının harf ve ses içerisine sokulmadan yâni kelâm-ı lafzî hâlini almadan önceki hâli.
kelbiyyun
Kalenderane yaşamayı alışkanlık haline getiren meşhur Diyojenin de içinde bulunduğu bir fırka. Bunlara Kelbiye tâifesi veya Melâmiyyun da denir.
keramet-i kevniye
Kudret-i Rabbaniyenin ihsanı ile letâfet kesbedip havada uçmak, uzun yolu kısa zamanda gitmek, bir mü'minin bir sıkıntısı hâlinde Cenab-ı Hakk'a dua edip ind-i İlâhîde makbul bir zâttan yardım istemekle, o zatın, izn-i İlâhi ile o muztar kimsenin imdadına yetişmesi, kale gibi muhkem bir yerde üzerin
keşf-ül kubur
Kabirdeki ölünün hâlinden anlamak. Ölünün azab çekip çekmediği ve sair bazı hususların bâzı veli kimselerce bilinmesi.
keyfe halük / keyfe hâlük
Hâlin nasıl? Nasılsın?
kibrit-i ahmer
Kırmızı kibrit.
Cisimleri altun hâline koyacak derecede te'sirli olduğu söylenen şey. İksir.
Tas: Mürşid. Kıymeti çok yüksek olan.
kitabe
Kabartılarak veya oyularak sert levhalar üzerine yazılan yazı. Levha olarak yazılan manzum olmayan nesir halinde levha yazma ilmi.
Mezartaşı yazısı.
kıyas-ı istisnai / kıyas-ı istisnâî
Bir kıyasın sonucunun aynı yahut karşıt halinin öncüllerde hem anlam hem de şekil bakımından bulunmasıyla meydana gelen kıyas; meselâ, "mıknatıs bu cismi çekiyor; o halde bu cisim demirdir" cümlesi gibi.
klasik
Çok eskiden yazıldığı hâlde değerini kaybetmeyen eser veya san'at eseri.
(Fransızca)
Âdet hâline gelmiş usul.
(Fransızca)
komprime
Toz halinde iken sıkıştırılıp ufak hap haline getirilmiş ilaç.
(Fransızca)
konsey
İdare vazifesi yüklenmiş kişilerin topluluğu.
(Fransızca)
Müzakere hâlinde bulunan kimselerin meydana getirdiği kurul.
(Fransızca)
Bu tarz bir toplantının yapıldığı yer.
(Fransızca)
kor
t. Her tarafı iyice yanıp içine kadar ateş hâline gelmiş kömür veya odun parçası.
Askeriyede kolordu.
külhan
Kor hâlinde yanan ateş.
kulub-u münevvere aktabı / kulûb-u münevvere aktâbı
Kalp aracılığıyla nurlara ulaşan ve manevî bir kutup hâline gelen insanlar.
küsuf
Güneş tutulması. Ay'ın, dünya ile güneş arasına gelerek dünya üzerinde gölge yapması.
Mc: Birisinin felâketli hâlinde çok teessür göstermesi hâli.
lede-l-ihtiyaç
İhtiyaç halinde. Hacet ânında.
levh-i mahv ve isbat
Bir tabirdir. Levh: Görünen ve ibret verici bir vaziyeti ifade eder. Mahv ise; o vaziyetin birden ortadan kalkması, mahvolmasını ifade eder. Gökyüzü bulutlarla kaplı, şimşek çakar, yağmur yağar bir levha halinde iken birden hava açılır, hiç bir şey yokmuş gibi, eski manzarayı mahvolmuş hâlde görürüz
lian / liân
Lânetleşmek, erkeğin zevcesini (hanımını) zinâ etmekle suçlaması veya bu çocuk benden değildir demesi hâlinde dört şâhid getiremezse, zevcenin isteği üzerine eşlerin hâkim huzûruna çağrılarak usûlüne uygun (âyet-i kerîmedeki bildirildiği şekilde) kar şılıklı yemîn etmeleri ve lânetleşmeleri. Buna mu
lisan-ı belagat / lisân-ı belâgat
Düzgün, kusursuz, hâlin ve makamın icabına göre söz söyleme dili, üslûbu.
lisan-ı beliğane / lisân-ı beliğâne
Belâgatli dil, maksadı muhatabın hâline tam bir uygunluk içinde anlatan dil.
lokman hakim / lokman hakîm
Allahü teâlâ tarafından kendisine ilim ve hikmet; akıl, anlayış, idrâk verilen peygamber veya velî. Kur'ân-ı kerîmde ismi zikr edildi. Dâvûd aleyhisselâm zamânında Arabistan Yarımadası'nın Umman taraflarında yaşadı. Uzun bir ömür yaşadıktan sonra ibâ det hâlindeyken Kudüs ile Remle arasında vefât et
maa
(Beraber) mânasında bir kelime olup, iki türlü kullanılır:1- İzafetle (tamlama hâlinde):a) Zarf olarak: (Celestü maa zeydin: Zeyd ile beraber oturdum)b) Sıla (cümlecik) olarak: (Musaddıkan lima maaküm: Sizdekini tasdik ederek)c) Haber olarak: (Vehüve maahüm: O, onlarla beraberdir.)2- İzafetsiz: Bu t
macun / mâcun
Karışım halinde ilaç.
madde-i buhariye
Buhar, gaz halindeki madde.
mahv ve sekir
Allah'ın varlığı karşısında kendini ve herşeyi yok sayma ve Onun karşısında mânevî sarhoşluk hâlinde olma.
Fenafillâh makamında kendi varlığını hiç görmek ve bu mânevi hâlin zevk ve te'sirinden ruhi bir coşkunlukla kendinden geçme hâli.
makamın iktizası
Durum ve halin gereği.
mançurya
(Mançu memleketi) Asya'nın kuzeydoğu tarafında büyük bir memleket olup, son zamana kadar kuzeyde Ohurcuk Denizine ve Sahalin Adasını ayıran Tataristan Boğazı'na kadar uzandığı halde; doğudan Japon Deniziyle sınırlanmış iken, sonraları kuzey ve kuzeydoğu tarafları Ruslar tarafından zaptedilerek Sibir
mantuk
Bir lâfzın nutuk hâlinde, söz sahasında üzerine delâlet ettiği şey. " Şu kitabı satın aldım", sözünde bu lâfzın mantuku, o kitabın satın alınmış olmasıdır.
Söz, nukut, mânâ, mefhum.
matbu'
Tab' olunmuş. basılmış, kitap veya gazete haline gelmiş. Basılıp matbaadan çıkmış olan.
mayi'-i nari / mâyi'-i nârî
Ateş halinde su veya buhar.
mayiat / mâyiât
(Tekili: Mâyi') Akıcı cisimler. Su halinde bulunan, akan şeyler.
mecelle
Tanzîmât'ın îlânından sonra, Ahmed Cevded Paşa'nın başkanlığında bir komisyon tarafından hazırlanan; İslâm hukûkunun muâmelâta (alışveriş, şirketler, hibe v.b.) âit hükümlerinin Hanefî mezhebine göre maddeler hâlinde tertibinden meydana gelen kânunlar veya bu kânunları içerisine alan mecmûa.
mecrur
Sürüklenmiş.
Gr: Başında harf-i cer bulunan kelime. İzafet halinde son kelime. Cerr'li okunan kelime. (i, ı diye okunan kelime, yani esreli)
meczub
Başkasının te'siri ile hareket hâlinde olan. Cezbedilmiş. Aklı gitmiş olan. Aşk-ı İlahî ile kendinden geçmiş.
Deli. Divane. Mecnun.
medeni / medenî
Topluluk hâlinde yardımlaşarak yaşayan, kibâr, nâzik, terbiyeli, görgülü kimse.
Medîne'de nâzil olan âyet-i kerîmeler ve sûreler.
medkuk
Döğülmüş, toz hâline getirilmiş.
mefkure
(Fikir. den) Gâye. Gâye olan şey. Tasavvur hâlindeki gâye. İdeâl.
mefruz
(Farz. dan) Farz olunmuş. Farz hâline gelmiş. Çok lüzumlu. Farz kabilinden olmuş.
Var sayılan.
meftul
(Fetl. den) Bükülmüş, kıvrılmış. Fitil hâline getirilmiş.
mehr-i müeccel
Boşanma veya ölüm halinde, kız tarafına verilmesi nikâhta kararlaştırılmış olan para.
memalik / memâlik
Mülk hâline getirilen yerler ve köleler.
menamen / menâmen
Uyku halinde, rüyada.
mendub / mendûb
Yapılması hâlinde sevâb, yapılmazsa günâh olmayan şeyler. Edeb ve müstehab da denir.
menfur etme
Nefret edilen birşey hâline getirme.
mensur
Nesir halindeki yazı, düzyazı.
(Nesr. den) Dağılmış. Saçılmış.
Gece vaktinde güzel kokan bir çiçek.
Edb: Manzum olmayan nesir halindeki yazı. Bunun mânaca çok güzel ve şiir gibi ahenkli yazılmış olanına "mensur şiir" denir.
merciiyet
Müracaat yeri olma; sığınılacak yer, makam hâlinde olma.
meş'urat
(Tekili: Meş'ur) şuur hâlinde geçmiş şeyler.
mesafih
Sahife haline getirilmiş şeyler, kitaplar.
Mushaflar, Kur'ânlar.
meshuk
(Sahk. dan) Döğülerek toz haline getirilmiş.
meskuk
(Meskuke) Sikkeli. Damgası vurulmuş.
Para hâline konulmuş.
meskukat
(Tekili: Meskuk) Sikke hâline getirilmiş mâdeni paralar. Akçeler.
mevcudat-ı dehhaşe-i seyyale-i mütemevvice
Dalgalar hâlinde sürekli akıp gitmekte olan pek korkunç varlıklar.
mevlevi-vari / mevlevi-vâri
Mevlevî tarikatı mensuplarının cezbe halinde, Allah aşkıyla kendinden geçerek dönmeleri gibi.
mevzuat
Bahsedilen hususlar. Bir şeyin esasını teşkil eden hususat. Tatbikat halinde olan hükümler ve kaideler.
meyhem
"Hâlin nedir, nasılsın?" mânasına kullanılır.
meyyit-i müteharrik
Hareket hâlindeki ölü.
Hareket halindeki ölü.
Mc: Sağ olup, gayret sahibi olmayanlara söylenir.
misali / misâlî
Misâl hâlinde, misâlle ilgili.
mu'cizekar / mu'cizekâr
Mu'cizeli, mu'cize hâlinde, başkalarını âciz bırakan.
(Farsça)
mubahhar
Tütsülenmiş.
Buhar hâline gelmiş, buharlanmış.
müddei-yi umumi / müddei-yi umumî
Milletin umum haklarını korumak üzere muhakemede hazır bulunan vazifeli, hukuk tahsilini bitirmiş hükümet memuru. Adliye bakanlığına bağlı, icra kuvvetini birlik halinde temsil eylemek üzere teşekkül eden, adlî idare makamında bulunan şahıs. Savcı.
müdevven
(Divan. dan) Tedvin olunmuş. Kitap hâline getirilmiş. Bir arada toplanıp tanzim edilmiş.
mufahham
(Fahm. dan) Kömürleşmiş, kömür halini almış.
müfehham
Kömürleşmiş. Kömür halini almış.
müfennen
İlim hâline, fenni şekle gelmiş olan. Fennileşmiş.
muhteris
Hırslı, aşırı istekli, hırsı tutku haline gelmiş.
mukteza-yı hal / muktezâ-yı hâl / مُقْتَضَايِ حَالْ
Halin gerektirdiği şekilde, icabına göre.
Hâlin gereği.
mukteza-yı hale mutabakat / muktezâ-yı hâle mutabakat
Hâlin icabına ve gereğine uygunluk.
mülaane / mülâane
Zevcesini (eşini) zinâ ile suçlayan erkeğin dört şâhit getirememesi hâlinde, zevcenin isteği üzerine eşlerin hâkim huzûruna çıkarak usûlüne uygun (âyet-i kerîmelerde bildirilen ifâdelerle) karşılıklı yemin etmeleri ve lânetleşmeleri.
münbess
Dağılmış, toz hâline gelmiş.
müncemid
Donmuş, buz hâline gelmiş.
Donuk.
munsalih
Sulh üzere olan. Barış hâlinde olan.
münşell
Şelâle hâlinde atılarak akan.
müşahhas
Nev'i, cinsi anlaşılmış.
Şahıs haline girmiş, şahsiyeti belli olmuş. Şahıslanmış, teşhis edilmiş.
musattah
Satıh haline getirilmiş. Düz ve yassı hâle konulmuş olan. Satıhlandırılmış. Düzleştirilmiş.
müselsel
Silsile halinde, zincirleme.
mushaf
Sahife. Sahife halinde yazılı kitap.
Kur'ân-ı Kerim'in bir ismi.
Sahife halinde yazılmış kitap.
Kur'ân.
müsta'bed
Köle haline getirilen, kul olan, kulluğu istenen.
mustaf
Tabur veya saf hâlinde dizilmiş.
müstahcer
(Hacer. den) Taş hâline gelmiş. Sertleşip taşlaşmış.
müstahfız
Tar: Yeniçeriliğin kaldırılmasından evvel, kale, hisar ve memleket muhafazasında bulunan kimseler hakkında kullanılan bir tabirdi. İlk zamanlardaki müstahfızlık, daim hizmet hâlinde olduğu için kendilerine timar verilirdi. Sonraki müstahfızlık ise, harp gibi lüzum görüldüğü zaman askerlik hizmetine
müstahleb
Süt gibi beyaz ve sübye tarzında hazırlanmış, süt haline getirilmiş ilâç.
müstakzer
Kazurat hâline gelmiş, pis.
mustalahat / mustalahât
(Tekili: Mustalah) Istılah haline getirilmiş kelimeler.
müste'min
Eman dileyen. Emane, emniyete erişen, nâil olan. (Gerek müslim, gerek zimmî veya harbî olsun.) İstiman eden. Emin edilmiş.
Canının bağışlanması şartiyle teslim olan.
Tar: Osmanlı ülkesinde oturmalarına müsaade olunan yabancı devlet tebaası. Osmanlı devleti ile sulh halinde bu
müstehziyane
İstihza ederek, alay ederek ve eğlenerek. Oyuncak haline koyarak.
(Farsça)
mutabık-ı mukteza-yı hal / mutâbık-ı muktezâ-yı hâl / مُطَابِقِ مُقْتَضَايِ حَالْ
Hâlin gereğine uygun.
mutabık-ı muktezā-yı hal / mutâbık-ı muktezā-yı hâl / مُطَابِقِ مُقْتَضَايِ حَالْ
Hâlin gereğine uygun.
müteaccin
Hamurlaşan. Hamur haline gelen.
müteazzi
(Uzv. dan) Uzuvlaşmış. Organlaşmış, Uzuv hâline gelmiş.
mütecessid
Cesetleşmiş, ceset haline gelmiş.
mütehaccir
Taşlaşmış, taş haline gelmiş.
Taş haline gelmiş.
mütekamilin / mütekâmilîn
Tekâmül etmiş olanlar. Kâmil ve olgun kimseler. Allah'ın emrine uygun şekilde hareketi alışkanlık hâline getirmiş olanlar.
mütemeyyi'
(Mey'. den) Mâyi haline gelen, sıvılaşan. Sulanıp akan.
müteşahhıs / مُتَشَخِّصْ
Şahıs haline gelen, cisimlenen.
mütesanid / mütesânid
Dayanışma hâlinde olan, birbirini destekleyen.
müteşebbik
Şebeke hâlinde olan, ağ gibi birbirine geçen.
müteselsilen
Birbirine bağlanmış sıra halinde, zincirleme şekilde.
muvazene-i hal
Halin, durumun karşılaştırıması.
nakdeyn
Basılmış para hâlindeki altın ve gümüş.
nakkaş-ı ezeli / nakkâş-ı ezelî
Başlangıcı ve sonu olmayıp zamanla sınırlı olmayan ve bütün varlıkları bir nakış halinde yaratan Allah.
nazari / nazarî / نَظَر۪ي
Nazara ve düşünceye ait. Yalnız görüş ve düşünce hâlinde bulunan ve tatbik edilmemiş hâlde olan bilgi.
Henüz düşünce hâlinde olan.
Sırf düşünce hâlinde bulunan bilgi, teorik.
nazariye / نَظَرِيَه
Yalnız görüş ve düşünce halinde olup uygulanmamış bilgi.
Sırf düşünce hâlinde bulunan bilgi, teori.
nazmen
Nazım olarak, manzume halinde. Sıralı ve tertibli olarak.
nefs-i mülheme
Tas: Lüzumu hâlinde Cenab-ı Hak tarafından kendisine hakikatlar ilham edilen, tasaffi ve tekâmül etmiş nefis.
neyyir
(Nur. dan) Nurlu, parlak, ışıklı cisim.
Yıldız. Cisim halindeki nur.
Güneş, şems.
nigahdaşt / nigâhdâşt
Kalbde yalnız Allahü teâlâyı anıp, O'ndan başka her şeyi unutma hâlinin devâmını muhâfaza.
nimmürde
Ölüm derecesinde olan. Ölüm hâlinde bulunan.
(Farsça)
nokta-i cevvale / nokta-i cevvâle
Dâimî hareket hâlindeki nokta. Dâire şeklinde hızlı dönen bir nokta.
nukre
Külçe hâlinde gümüş.
Ense çukuru.
nüsha-i kur'aniye / nüsha-i kur'âniye
Ciltlenmiş, kitap hâline getirilmiş Kur'ân nüshası.
nüzul / nüzûl
İnmek. Tasavvuf yolunda ilerleyerek, sebebler âlemini görmeyip yalnız sebeblerin sâhibini yâni Allahü teâlâyı bilme hâline ulaşan bir velînin insanları irşâd ve terbiye için, tekrar sebebler âlemine inmesi.
ocak imamı
Tar: Yeniçeri Ocağı'nın imamı. Cami-i Miyane adını alan ve ilkin mescid halinde bulunan Orta camii, Hicri 1000 senesinde büyütülerek cami haline getirilmiştir. Camiin imamı, hatibi, müezzini, muarrifi ve kayyumu vardı. İmam, Yeniçeriler arasında okuyup yazan ve tahsil görenlerden seçilirdi.
örf-ü nas / örf-ü nâs
İnsanlar arasında yaygın bir gelenek hâline gelen hususlar.
radyasyon
(Radiation) Bir enerjinin ışık demeti halinde yayılması.
(Fransızca)
rahmet-i mücesseme
Allah'ın sonsuz rahmetinin maddî cisim haline gelmiş hali olan Hz. Muhammed (a.s.m.).
reft
Bir şeyi ufalıyarak kırıntı hâline getirme. Bir şeyi ufalama.
ritm
(Reythme) Mısra ve cümlelerdeki ses uygunluğundan gelen iç âhengi. Duygunun ses hâline gelişi.
(Fransızca)
Müvazeneli ve tenasüblü hareket.
(Fransızca)
riyazetçi
Fâni şeylerden uzaklaşarak, bir köşeye çekilip kendi halinde az gıda ile yaşayan kişi.
rızkımecazi / rızkımecazî
Alışkanlık sebebiyle ihtiyaç hâline gelen anormal rızık.
roman
Hayalî veya hakiki, kitap halinde yazılmış büyük hikâye.
Eski Roma devletinin diline de Roman denirdi.
ruh-u cevvale / ruh-u cevvâle
Sürekli hareket halinde olan ve çok hızlı hareket eden ruh.
ruhsat
(Çoğulu: Ruhas-Ruhsat) İzin, müsaade.
Genişlik.
Kolaylık.
Fık: Kulların özürlerine mebni, kendilerine bir suhulet ve müsaade olmak üzere, ikinci derecede meşru' kılınan şeydir. Sefer halinde Ramazan-ı Şerif orucunun tutulmaması gibi. Vuku' bulan ikraha mebni, birisini
sabir
Tahammül eden, sabreden, bekleyen. Zorluğa karşı göğüs geren, hâlinden şikâyet etmeyip acı ve sızıya katlanan. Belâ ve musibete karşı şikâyet etmeyip Allah'a (C.C.) şükreden.
şahid / şâhid
Bütün zamanlardaki yaratıkları ve onların her hâlini gören Allah.
sahv
Uyanıklık, aklı başında, şuuru yerinde olma hâli, sekr hâlinin zıddı. Tasavvufta kendini kaybetme hâlinden kurtulup, ayılma hâli. Fenâdan sonraki bekâ hâli.
Ayıklık; uyanıklık; tasavvufta kendinden geçme hâlinin sona ermesi.
Ayılma, ayıklık, aklı başında olmak.
Hastanın iyileşmesi.
Tas: Kendinden geçme hâlinin sona ermesi, his âlemine tekrar dönmek.
Uyanıklık.
sakin / sâkin / ساكن
Hareketsiz, kendi hâlinde. Bir yerde oturan. Kararlı.
Gr: Harekesi olmayıp cezimli (sakin okunan) harf.
Yerleşik.
(Arapça)
Kendi halinde.
(Arapça)
şakir / şâkir
Allaha şükreden. Hâlinden memnuniyetini bildiren.
Hâlinden memnun olup şükreden.
samgi / samgî
Zamk gibi, zamk halinde olan.
sanayi
San'at, zanaat, beceri, hüner; ham maddeleri işleyerek mamul madde haline sokmak için uygulanan işlem ve araçların bütünü; endüstri.
sarf satışı
Nakd hâlindeki veya işlenmiş altını ve gümüşü birbirleri karşılığında satmaktır.
şatahat / şatâhat
Mânevi sarhoşluk.
Kendinden geçer bir hâle gelmek ve böyle istiğrak hâlinde iken söylenen müvazenesiz sözler.
Mânevî sarhoşluk ve cezbe halindeyken şeriata aykırı söz söyleme.
Mânevî sarhoşluk hâlindeyken söylenen dengesiz sözler.
sebike-i hak
Hak külçesi.
Mc: İşlenmemiş külçe halindeki altın kıymetinin zâhiren görünmemesi gibi; hakkın bâtıl ile mücadelesinin olmadığı zamanda, hakkın kıymet ve lüzumu derecesinin bir cihette bilinememesi.
sec'a
Kuşların cıvıltısı gibi olan ses.
Edb: Nesir hâlindeki kafiyeli yazı.
secaat / secaât
Kuşların ötüşleri, sec'aları.
Nesir halindeki yazının kafiyeleri.
seff
Dokumak.
Yapmak.
Ahzetmek, almak.
Toz haline getirilmiş ilâç.
İlâcı toz haline getirme.
şehrayin-i rahman / şehrâyin-i rahmân
Cenâb-ı Hakkın sonsuz rahmetiyle bir şenlik haline getirdiği yeryüzü.
sehum
Hâlin ve durumun değişmesi. Yüzün renginin değişmesi.
sekerat-ül mevt
Ölüm halindeki kimsenin kendinden geçmesi, can çekişmesi hali.
semavi suhuflar / semavî suhuflar
Bazı peygamberlere gelen sahifeler halindeki küçük kitaplar.
sembol
Kararlaştırılmış bir mânası olan işaret. Bir mânanın şekil veya madde halinde gösterilmiş sureti.
(Fransızca)
senn
Zırh çıkarmak.
Halinden döndürmek.
Koymak.
Keskinleştirmek.
Tasvir etmek.
Dökmek.
sevad
Karaltı. Uzakta karaltı halinde görülen kalabalık.
Ekseri insanlar.
Şehir. Kasaba. Karye. Köy.
Karartı. Yazı karalama.
seyeran-ı mevcudat
Varlıkların seyir ve hareket halinde olması.
şiar / şiâr / شعار
Slogan.
(Arapça)
İşaret.
(Arapça)
Şiâr edinmek:
Slogan haline getirmek, meslek edinmek.
(Arapça)
sibak-ul kelam / sibak-ul kelâm
Sözün ilk halindeki bağlantısı, sözün evvelinde geçenden çıkan mânâ.
silsile-i vücud-u ilmi / silsile-i vücud-u ilmî
İlim halinde olan varlıklar zinciri.
sinn-i teklif
Erginlik, büluğ çağı. Bir kimsenin aklı başına geldiği; haramı helâli ayırt edebildiği, kadınlık veya erkeklik hâlini bildiği, ergin hâle geldiği yaşı. (Ortalama 12-15 kabul edilir.)
suhuf
(Tekili: Sahife) Sahifeler.
Bâzı Peygamberlere gelen sahife halindeki kitap.
Bâzı peygamberlere gelen sahife halindeki kitaplar.
suhuf-u semaviye / suhuf-u semâviye
Bazı peygamberlere gelen sahifeler halindeki küçük kitaplar.
sürü
Tar: Devşirme suretiyle alınan Hristiyan çocuklarının yüzer, yüzellişer, ikiyüzer veya daha fazla kişilik kafileler halinde sevkedilmeleri. Sürü adı verilen bu kafileler, sürücülerle muhafızların nezareti altında hükümet merkezine sevkedilirlerdi.
ta'cin
(Acn. dan) Hamur yapma, yoğurma, hamur hâline getirme.
ta'mir
Bozuk şeyi düzeltmek. Eski şeyi düzeltip yeni hâline getirmek.
ta'rif
(İrfan. dan) Bir şeyi belli noktalar ve işaretlerle inceden inceye anlatıp bildirmek, tanıtmak. Kavl-i şârih.
Bir maddeyi bütünüyle bir ibare halinde anlatmak.
Gr: Bir ismi marife etmek.
Arafat'ta vakfe yapmak.
taaccün
(Acn. dan) Hamurlaşma, hamur hâline gelme, mâcun gibi olma.
tabir-i hakimane / tâbir-i hakîmâne
Hikmetli ifade; sorulan bir suale, soranın hâlini dikkate alarak cevap verme.
tahmis
(Hums. dan) Bir şeyi beş kat veya beş köşe haline getirmek.
Edb: Bir şiirin her beytine üçer mısra ilâve ederek beşe çıkarmak.
tahzib
(Hizb. den) Takım haline getirmek. Hizibleştirmek. Gruplaştırmak.
takattur eden
Damlalar halinde süzülen.
tas'id
Eritme.
Yukarı çıkma ve çıkarılma.
Buharlaştırarak temizleme. İnbikten geçirip buhar haline getirme.
tasaffuh
Yaprak yaprak olma.
Levha biçiminde olma, levha hâline konulma.
tathin
(Çoğulu: Tathinât) (Tahn. dan) Öğütme. Un haline getirme.
tavazzu
Su hâline getirme.
tavilüzzeyl / tavîlüzzeyl
Sonu gelmez durum hâline gelmiş.
tazallüm-i hal / tazallüm-i hâl
Kendine yapılan bir hâlden, hareketten dolayı sızlanmak. Hâlinden şikâyet etmek.
te'lif / te'lîf
Başkalarının sözlerini kendine mahsus bir sıra ile toplayıp kitâb hâline getirme.
tebahhurat / tebahhurât
Buharlaşmalar. Buğu haline geçmeler.
tebarek
Mübarek etsin (mealinde dua.) Teâlâ gibi mâzi fiiliyle mübalâğa ile bereketin Allah'tan zuhurunu ifade eder. (Suyun havuzda yükselmesi halinden alınmıştır.)
tebhir
Buharlaştırma. Buhar hâline getirme.
Tütsüleme.
tebric
Dışarı çıkarmak.
Hâlinden döndürmek.
tecessüm / تجسم
Cisimleşme, cisim hâlinde görünme.
Cisimleşme, şekillenme.
(Arapça)
Tecessüm etmek:
Cisim halinde ortaya çıkmak.
(Arapça)
tedrici / tedricî
Aşama aşama, basamaklar halinde.
tedvin / tedvîn
Bir araya toplayarak tertipleme.
Edb: Aynı mevzuya ait bahisleri, çalışmaları bir araya getirip kitap hâline getirme.
Biraraya getirip toplama, düzenleme; kitab hâline getirme.
Tedvîn edilmek:
Kitap haline getirilmek.
tefahhum
Kömürleşme. Kömür hâline gelme.
teklis
(Kils. den) Kireç hâline getirme. Kireçleştirme.
telvih
Açıklamak.
Zâhir ve aşikâre kılmak.
Susuzluktan insanın çehresi bozulmak.
Bir şeyi ateşle kızdırmak. Güneş veya ateşin sıcaklığı bir nesnenin rengini değiştirmek.
Posa hâline getirmek.
Kocamak. Saç ağarması.
Almak.
İşaret etmek.
telvihat / telvihât
Telvihler. Kinaye halindeki işaretler.
tema'dün
(Ma'den. den) Maden haline geçme.
temsir
(Mısır. dan) Bir yeri şehir haline getirme.
Taklil. Azaltma.
tenzil / tenzîl
İndirmek, indirilmek; Allahü teâlâ tarafından indirilen kitab, Kur'ân-ı kerîm. İnzâl kelimesinde bir defada indirmek mânâsı bulunduğu halde, tenzîlde azar azar indirme mânâsı vardır. Kur'ân-ı kerîm Levh-i mahfûzdan Beyt-ül-izze (Kur'ân-ı kerîmin bir bütün hâlinde indirildiği ve dünyâ semâsında bulun
tercüman-ı beliğ
Çevirileri açık seçik ve muhatabın hâline uygun tercüman.
tersib
Tortulaştırma, tortu halinde biriktirme. Tortusunu durultma.
teşahhus
Belirlenme, şahıslanma, bir birey hâline gelme.
tesdis
(Çoğulu: Tesdisât) (Süds. den) Gazelin her beytine dörder mısra ilâve ile onu müseddes (altı mısralı) hâline getirmek.
teşebbüb
Şap haline gelme, şaplaşma.
tesennün
Halinden dönmek.
Üzerinden yıl geçmek.
Yaşlı olmak, yaşlanmak, ihtiyarlamak.
(Sinn. den) Diş çıkarma.
teşerrüb
İçme; karakter hâline getirme.
tesfif
Dövüp ezme, toz haline getirme.
teslim
Diş diş etme. Merdiven haline getirme, ayak ayak düzme.
tesyar buyurulan / tesyâr buyurulan
Gönderilen; belli bir seyir halinde sürdürülen.
tevahuk
Cemaat olup gitmek. Topluluk hâlinde gitmek.
tevhid-i celal / tevhid-i celâl
Kâinatta var olan heybet, haşmet, görkem gibi her türlü celâlî hâlin bir olan Allah'a ait olduğunu kabul etme ve heybet ve haşmet hususunda hiçbirşeyi Ona ortak koşmama.
ulum-u nazariye
Yalnız görüş halinde kalmış, tatbikata konulmamış ilimler, teoriler.
üskun
Koruk halinde hurma salkımı.
üslub-u hakim / üslub-u hakîm
Edebî san'atlardan biridir. Sorulan bir suale, soranın halini nazara alarak başka bir sual gibi telâkki edip, ona göre cevab vermek demektir. Meselâ : Bazı Ashab Resulüllah'a (A.S.M.) hilâlin ince başlayıp, kalınlaşarak bedr şekline gelip, sonra yine başladığı şekle dönmesinin sebebini sordular. Bun
uzube
(Uzbe) Bekârlık. Erginlik hâleti varken tecerrüd halinde kalmak. Evlenmemek.
vaki-i hal / vâki-i hâl
Hâlin hakikatı, o işin hakikatı.
varaka
Tek yaprak hâlindeki kâğıt.
Nebât yaprağı. Maden yaprağı. Kitap yaprağı.
Hasis kimse.
Peygamberimize (A.S.M.) ilk vahyin geldiği sırada Hz. Hatice vâlidemizin (R.A.) hâdiseyi kendisine bildirdiği ve o zamanın meşhur bir âlimi olan Varaka İbn-i Nevfel'in adı.
vasfetmek
Bir şeyin vasıflarını, hâlini, şeklini veya rengini tarif etmek, anlatmak.
veli
Sahib, mâlik.
Evliya.
Muin. Muhafaza eden.
Küçük çocukların hâlinden mes'ul kimse.
Sıddık.
Baba. Babanın babası, cedde de denir.
Fık: Hayatını mücadelelerle ve azimet ve fevkalâde bir zühd ve takva ile ibadet ve taata sarfederek kendisinden All
vesika
Bir hâlin, bir hadisenin veya bir sözün doğruluğunu gösteren, inandırıcı şey. Belge, sened.
vesm
Damga. İşaret.
Dağlama.
Döğerek toz hâline getirme.
veyl
Vay hâline, yazık, felâket, hüzün ve hüsran.
Cehennem'de bir çukur ismi veya Cehennem'in bir kapısına bu isim verilmiştir.
Vaid, tehdid makamında kullanılan azab kelimesidir.
Vay hâline, yazıklar olsun.
Bir kimse veya topluluğun işledikleri kötülükler sebebiyle karşılaşacakları azâbı, kötü hâlleri ve acınacak bir hâlde bulunduklarını ifâde eden bir söz.
Cehennem'de bir vâdinin adı.
Vay hâline, yazık!
Vay haline, yazık, hüzün ve hüsran. Cehennemde bir çukurun adı.
viaiyyet / viâiyyet
Kap halinde olma.
yad-ı daşt / yâd-ı daşt
Nakşibendiyye yolundaki on temel esastan biri. Zikrin, Allahü teâlâyı anmanın ve hatırlamanın kalbe yerleşmesi, meleke hâline gelmesi.
yekvücud-u vahdani / yekvücud-u vahdânî
Tek bir vücut halinde.
zeval-i gaflet
Gafletin dağılması; Allah'ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hâlinin sona ermesi.
zeveban etmek
Fiz: Sıcaklığını artırarak bir cismin, katı hâlden sıvı hâline geçmesi. Erimiş olması.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
ram olmak
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
Ehl-i gaflet
serkeşan
ingiliz ve alman
sebeb-ı def-ı musibet
seres
müstasvib
sayife
müstekarr
Teymin
Vezaret
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
Halin
kökü
kosele
Çeviri
Maıyyetinde
yüz suyu
Kelime
Şikayet olunan
ser ta
yüreksiz