REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Osmanlıca - Türkçe Sözlük'te Ha_ kelimesini içeren 18 kelime bulundu...

hab / hâb / خواب

  • Günah. Suç.
  • Uyku. Rü'yâ. (Farsça)
  • Uyku.
  • Uyku. (Farsça)
  • Rüya. (Farsça)

hac

  • (Tekili: Hâcet) İhtiyaçlar.
  • Devedikenleri.
  • Put, haç. (Farsça)
  • Kur'ân-ı Kerimin 22. sûresi.
  • İslâm'ın beşinci şartı. Gerekli şartları kendinde bulunduran (bülûğa ermiş yâni ergen, hür, zengin, aklı başında) her müslümanın ömründe bir defâ ihramlı (dikişsiz) bir elbise ile Mekke'ye gidip Kâbe'yi ziyâret etmesi ve Arafât denilen yerde bir mikt âr durması ve bâzı vazîfeleri yerine getirmesi.

haç / hâç

  • (Ermeniceden) Put. Haç. İstavroz.
  • Birbirini dik olarak kesen iki doğrunun meydana getirdiği, hıristiyanlık dîninin sembolü olarak kabûl edilen şekil. Buna salîb ve istavroz da denir.
  • Hıristiyanların sembolü olan şekil.

hac / حاج

  • Hacı. (Arapça)

had / hâd / حد / حَدْ

  • İslâmiyet'te miktârı kesin olarak bildirilen cezâ.
  • Çaylak kuşu. (Farsça)
  • Bir nevi ceza.
  • Yetki, sınır.
  • Sınır.
  • Sınır.

hah / hâh / خواه

  • (Hasten : "İstemek" mastarından yapılmıştır.) Kelimenin sonuna getirilerek isteyen, ister mânasında terkib yapılır. Meselâ: Bed-hah : Kötülük isteyen. (Farsça)
  • İsteyen. (Farsça)

hak / hâk / حق / حَقْ / خاک

  • Adalet, pay, doğruluk, emek, ücret, doğru.
  • (Bak: Hakk)
  • Herşeyi hakkıyla yaratan, varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan Allah.
  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Vâcib-ül-vücûd yâni varlığı lâzım olan, hiç yok olmayan, dâimâ var olan ve kendisinden başkası yaratmaya lâyık olmayan.
  • İslâmiyet.
  • Gerçek, doğru.
  • Alacak.
  • Pay, hisse.
  • Hâtır, hürmet.
  • İnsanı
  • Toprak.
  • Doğru, gerçek.
  • Vasat. Vasatî. Orta.
  • Toprak. Turab. (Hâk ol ki, Hüdâ mertebeni eyleye âli.Tâc-ı ser-i âlemdir o kim hâkk-ı kademdir.) (Farsça)
  • Toprak.
  • Tanrı. (Arapça)
  • Doğru. (Arapça)
  • Pay. (Arapça)
  • Hak etmek: Kazanmak. (Arapça)
  • Doğru.
  • Doğru olup bâtıl olmayan (Allah).
  • Toprak. (Farsça)
  • Hâk ile yeksân edilmek: Yerle bir edilmek. (Farsça)
  • Hâk ile yeksân etmek: Yerle bir etmek. (Farsça)
  • Hâk ile yeksân olmak: Yerle bir olmak. (Farsça)

hal / hâl / حال / حَالْ / خال

  • Küçük Hindistan cevizi.
  • Yapıp bitirme, indirme.
  • Dayı.
  • Vücudda hususan yüzde görünen siyah benek, ben.
  • Durum, vaziyet. Görünüş. Tavır. Suret. Keyfiyet.
  • Cezbe.
  • Dert, keder, elem.
  • Mecâl. Kuvvet.
  • Gr: Fâili, mef'ulü veya her ikisinin durumunu bildiren sözdür. Halin sâhibine zi-l hâl denir.Meselâ : Reeytuhu mâşiyen: (Onu yürürken gördüm) cümlesinde Mâşiyen (yürürken
  • Durum, vaziyet, tavır. Tasavvuf yolunda bulunan kimsenin kalbine gelen sevinç, hüzün, darlık, genişlik, arzu ve korku gibi mânâlar. Bunlar kulun gayreti ve çalışması olmadan kalbe gelir. Bu yönden makam ile arasında fark vardır. Makam, tasavvuf yolun da bulunan kimsenin çalışmakla kazandığı mânevî d
  • Şimdiki zaman.
  • Durum, görünüş, nitelik, şimdi, tâkat.
  • Durum.
  • Hal, durum. (Arapça)
  • Şimdiki durum, şimdiki zaman. (Arapça)
  • Şimdiki zaman.
  • Dayı. (Arapça)
  • Ben. (Farsça)
  • Benek. (Farsça)

ham / hâm / خام / خم

  • Olmamış, pişmemiş, çiğ. (Farsça)
  • Nâfile, beyhude, boşuboşuna. (Farsça)
  • İşlenmemiş, üzerinde çalışılmamış. (Farsça)
  • Acemi kimse, tecrübesiz. Terbiye görmemiş kişi. (Farsça)
  • Bükülmüş, kıvrılmış, eğrilmiş. (Farsça)
  • Tecrübesiz, olgunlaşmamış.
  • Eğri, bükülmüş.
  • Çiğ, olmamış.
  • Çiğ, ham. (Farsça)
  • Eğik, eğri, bükük. (Farsça)

han / hân / خوان

  • Hükümdar. Eski Türklerde Hakan da denen devlet reisi. (Farsça)
  • Yolcuların misafir olduğu bina. Kervansaray. Otel. (Farsça)
  • Ticaret ehlinin sakin olduğu yer. (Farsça)
  • Yemek sofrası. Üstüne yemek konan tepsi. (Farsça)
  • Yemek, taam. (Farsça)
  • Ahçı dükkânı, lokanta. (Farsça)
  • Okuyan, okuyucu, çağıran manasına gelir. Meselâ: Duâ-hân : (Niyaz ve tazarrukârane bir tezellül ile) duâ okuyan. (Farsça)
  • Konaklama yeri.
  • Eski zaman oteli.
  • "Okuyan" mânâsında son ek.
  • Sofra.
  • Hükümdar.
  • Okuyan. (Farsça)
  • Sofra. (Farsça)

har / hâr / خار / خر / خوار

  • (Her) Merkep, himar, eşek. (Farsça)
  • Çay ve havuz diplerinde olan balçık. (Farsça)
  • Mc: İdraksiz kimse. (Farsça)
  • Kargaşa. (Farsça)
  • Yıkılmış, hedmolmuş.
  • Hor, hakir, âdi. Aşağı. (Dinsiz, imansız ve din düşmanı ahlaksızların ve sefihlerin vasıfları.) (Farsça)
  • Diken.
  • Diken. (Farsça)
  • Diken. (Farsça)
  • Eşek. (Farsça)
  • Aşağılık, adi. (Farsça)
  • Yiyen. (Farsça)

has / hâs

  • Özel, çok yakın.
  • Tek bir mânâ için konulan her lâfız ve tek başına belirli ferdler için kullanılan her isim.
  • Özel.

haş

  • Süprüntü, kırıntı, döküntü. (Farsça)
  • Kızgınlık, hiddet. (Farsça)
  • Kalb.

has / خاص / hâs / خس / خَاصْ

  • Hususi.
  • Özgü, has. (Arapça)
  • Saf. (Arapça)
  • Özel. (Arapça)
  • Çöp. (Farsça)
  • Hususî, seçkin.

hat / hât / خَطْ

  • Çaylak kuşu. (Farsça)
  • Yazı, çizgi, sınır.
  • Yazı.
  • Çizgi.

hav

  • Çuha ve buna benzer kumaşların ters yüzlerinde bulunan tüy.
  • Şeftâli gibi bazı meyvelerin üzerlerinde bulunan ince tüy.

hay / حَيْ

  • Sağ, canlı.
  • Eyvah! Vay! (Farsça)
  • Çiğneyen mânasına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Şeker-hâ : Şeker çiğneyen. (Farsça)
  • Mc: Tatlı sözlü, güzel ve dokunmaz sözler söyleyen. (Farsça)
  • Diri.

haz / حَظْ

  • Zevk, hoşlanma.
  • Lezzet alma.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın