REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te HUzur ifadesini içeren 243 kelime bulundu...

medeniyyet

  • Memleketleri îmâr edip, insanları râhat ve huzûra kavuşturmak.

abad / âbâd / آباد

  • Bayındır, mamûr. (Farsça)
  • Âbâd etmek/eylemek: (Farsça)
  • Mamûr etmek. (Farsça)
  • Zenginleştirmek. (Farsça)
  • Huzur vermek. (Farsça)
  • Âbâd olmak: (Farsça)
  • Mamûrlaşmak. (Farsça)
  • Zenginleşmek. (Farsça)
  • Huzura kavuşmak. (Farsça)

abs

  • (Ubus) Huzursuzluktan yüz ekşitmek, çehreyi çatmak.

ala-mele'in nas / alâ-mele'in nas

  • Herkesin önünde. Halkın huzurunda.

aminen

  • Emniyet ve huzur içinde, selâmetle, emin olarak. Sağlam olarak.

aram-suz / arâm-sûz

  • Huzuru bozan, rahatsızlık veren. (Farsça)

arambahş / ârâmbahş / آرام بخش

  • Dinlendiren, huzur veren. (Farsça)

aramiş / ârâmiş / آرامش

  • Huzur, rahat. (Farsça)
  • Dinlenme. (Farsça)
  • Huzur. (Farsça)

asar / âsâr

  • Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemden veya O'nun huzûrunda bulunmakla şereflenen arkadaşlarından (Sahâbe) ve onları görmekle şereflenen müslümanlardan (Tâbiînden) bildirilen haberler.

asayiş / âsâyiş / آسایش

  • Barış, huzur ve güvenlik.
  • Huzur. (Farsça)
  • Güvenlik. (Farsça)

asayiş berkemal / âsâyiş berkemâl / آسایش بركمال

  • Her yerde huzur hakim.

asayiş-berkemal / asâyiş-berkemâl

  • Rahat ve huzur te'min edilmiş.

asayiş-cu / asâyiş-cu

  • Rahat ve huzur arayan. Asâyiş isteyen. (Farsça)

asayiş-i dahiliye / âsâyiş-i dahiliye

  • İç güvenlik, huzur.

asayiş-perver / asâyiş-perver

  • Asâyiş taraftarı. Sükûnet, rahat ve huzur isteyen. (Farsça)

asayiş-perverane / asâyiş-perverâne

  • Rahat, huzur ve asâyiş taraftarına yakışacak şekilde. (Farsça)

asude / asûde / âsude / âsûde / آسوده

  • Rahat, huzur içinde. Dinç. Müsterih. Sâkin. (Farsça)
  • Bir cins helva adı. (Farsça)
  • Rahat, huzurlu, sakin.
  • Sessiz, dingin, huzurlu.
  • Rahat, huzurlu. (Farsça)

asude-dil / asûde-dil

  • Başı dinç, huzuru yerinde, gönlü rahat. (Farsça)

asude-gi / asûde-gî

  • Huzur, rahat, asayiş. (Farsça)

asudegi / âsûdegî / آسودگى

  • Huzur. (Farsça)

asudehatır / âsûdehâtır / آسوده خاطر

  • Gönlü rahat, huzurlu. (Farsça - Arapça)

bahçet-i ferah

  • Ferahlık, huzur veren bahçe.

bahuzur / bahuzûr

  • Huzur ile. Huzuru ile.

bargah / bargâh / bârgâh / بارگاه

  • İzinle girilecek yer. Padişah divanhanesi. (Farsça)
  • Huzur-u Rabb-il Âlemin. Dua edilen yer. (Farsça)
  • Yüksek huzur, padişah huzuru. (Farsça)
  • Otağ. (Farsça)

bargah-ı huzur / bârgâh-ı huzur

  • Allah'ın huzuru, yüce katı.

bargah-ı samediyet / bârgâh-ı samediyet

  • Herşey Kendisine muhtaç olduğu halde Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah'ın huzuru, yüce katı.

barigah-ı ehadiyet / bârigâh-ı ehadiyet

  • Herbir vaklıkta isim ve sıfatlarıyla tecellî eden Allah'ın huzuru; İlâhî dergâh.

bast

  • Genişlemek, açmak, yaymak.
  • Bir şeye el uzatmak.
  • Sevindirmek.
  • Bir mecliste haya sebebiyle olan sıkılmanın gitmesiyle açılmak.
  • Özür kabul etmek.
  • Kaplamak.
  • Tas: Allahın cemâl tecellisiyle kalbin sükûn ve huzur içinde ferahlaması. (Mukabili: "Kabz"

beşer haşri

  • İnsanların öldükten sonra âhirette tekrar diriltilerek Allah huzurunda toplanmaları.

bi-huzur / bî-huzur

  • Rahatsız, huzursuz, tedirgin. (Farsça)

bi-namaz / bî-namaz

  • Namaz kılmayan, namazı terkeden, namazsız. Beynamaz. Namaz, İslâmın temel şartlarından biridir. Peygamberimiz (A.S.M.), namaz dinin direğidir demiştir. Namazını terkeden dininin direğini yıkmış olur. Beş vakit namaz için bir saat yetmektedir. İnsan bir günün 24 saatinden bir saatini Allah'ın huzurun (Farsça)

cem'iyyet

  • Topluluk. Kalbde hâsıl olan mânevî toparlanma, huzur, Allahü teâlâ ile berâber olma hâli.

cum'a hutbesi / cum'â hutbesi

  • Cumânın ilk dört rek'atlik sünnetten sonra ve iki rek'atlik farzdan önce, imam tarafından cemâat huzurunda minberden Arabça olarak okunan hutbe.

daimi huzur / dâimî huzur

  • Sürekli olarak Allah'ın huzurunda bulunduğunun bilincinde olma.

daire-i huzur

  • Huzur dairesi.

darülislam / dârülislâm

  • Müslümanların huzur içinde yaşadığı yer.

dergah / dergâh / درگاه

  • Huzur, makam.
  • (Der-geh) Cenab-ı Hakk'a ibadet edilen yer. (Farsça)
  • Büyük bir huzura girilecek kapı. Kapı. Padişahların kapısı. (Farsça)
  • Şeyhlerin tekkesi. (Farsça)
  • Dergah. (Farsça)
  • Saray. (Farsça)
  • Tekke. (Farsça)
  • Tapı, huzur. (Farsça)

dergah-ı vahid-i ehad / dergâh-ı vâhid-i ehad

  • Bir olan ve birliği her bir şeyde görülen Allah'ın huzuru.

din

  • Allahü teâlânın insanları dünyâ ve âhirette râhat, huzûr ve seâdete (mutluluğa) kavuşturmak için peygamberleri vâsıtasıyla bildirdiği yol, emirler ve yasaklar.

divan durmak

  • Huzurda hazır olarak beklemek.

divan-ı hümayun / divan-ı hümâyun

  • Halkın dâva ve şikâyetlerinin dinlenip halledildiği, devlet meselelerinin görüldüğü padişah huzuru. Bu mecliste; sadrazam, şeyh-ül İslâm, kazaskerler, defterdarlar ve sair büyük devlet ricali bulunurdu. (Farsça)

dua-yı rahmet ve saadet

  • Rahmet, mutluluk ve huzur duâsı.

düello / دُوئَلْلُو

  • Şâhidler huzurunda iki kişinin silahlı çarpışması.

ebedi saadet / ebedî saadet

  • Sonu olmayan sonsuz mutluluk, huzur.

ehl-i hidayet ve huzur / ehl-i hidâyet ve huzur / اَهْلِ هِدَايَتْ و حُضُورْ

  • Doğru ve hak yolda ve huzurda olanlar.
  • Hak üzere olup, her an Allah'ın huzurunda olduğunu yakinen bilenler.

ehl-i huzur

  • Kendisini her an Allah'ın huzurunda hissedenler.

ehl-i kubur / ehl-i kubûr

  • Kabir ehli. Kabirdekiler, ölüler. Ne kendi etdi râhat ne âlem etdi huzur, Yıkıldı gitti cihândan dayansın ehl-i kubûr.

esbat

  • Rahatlar, huzurlar.
  • Haftanın son günleri.

fariğ / fâriğ / فارغ

  • Boş. (Arapça)
  • Rahat, huzurlu. (Arapça)
  • Vazgeçen. (Arapça)

fecr-i haşir

  • Haşir sabahı; öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah'ın huzurunda toplanma sabahı.

ferah

  • Sevinç, rahat, huzur.

ferah-ı seheri / ferah-ı seherî

  • Yeni bir günün müjdesi olan seher vaktinin sevinç ve huzuru.

ferahlı

  • Sevinçli, huzurlu, neşeli.

habir / habîr

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Her şeyin hakîkatini, kâinâtın, varlıkların, görünen ve görünmeyen her şeyi hakkıyla bilen, hiçbir zerrenin hareketi ve hareketsizliği ilminden hâriç olmayan, nefslerin ne ile mutmain (huzurlu) ne ile huzursuz olduğundan, sükûnete kavuştuğunda

hadaret

  • Bir şeyin yanında bulunmak.
  • Huzur. Yakında olmak.
  • Hazır etmek. Hazır olmak.
  • Medeniyet.

hafid / hâfid

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kıyâmet günü, yâni öldükten sonra mahlûkât (yaratılmışlar) diriltilip, herkes dünyâda iken yaptığının hesâbını verirken, kâfirleri ve kötü kimseleri en aşağı seviyeye indiren, huzûrunda düşmanl arının başlarını aşağı eğdiren.

hafz

  • Aşırı olmama hali.
  • Refah ve ferahlık. Huzur ve rahat.
  • Yavaş yavaş mülayim yürüyüş, itidal. Alçak.
  • Kelimenin son harfini esre, yâni "i" diye okumak.
  • Sözü boğaz içinden söylemek.

handan / handân

  • Mesrur, mutlu, gülen, huzurlu.

haşir

  • İnsanın öldükten sonra âhirette diriltilerek tekrar Allah'ın huzurunda toplanması.

haşir meydanı

  • Öldükten sonra yeniden diriltilip Allah'ın huzurunda toplanılacak yer, meydan.

haşir ve neşir

  • Öldükten sonra tekrar diriltilerek Allah'ın huzurunda toplanma ve tekrar dağılıp yayılma.

haşir ve neşr

  • Öldükten sonra âhiret âleminde tekrar diriltilip Allah'ın huzurunda toplanma ve sonra tekrar dağılma.

haşir ve neşr-i ekber

  • Öldükten sonra yeniden diriltilip Allah'ın huzurunda toplanma ve tekrar dağılıp yayılma.

haşir ve neşr-i insani / haşir ve neşr-i insanî

  • İnsanların öldükten sonra tekrar diriltilerek Allah'ın huzurunda toplanması ve tekrar dağılıp yayılması.

haşirdeki mizan

  • Haşir meydanındaki amelleri tartan terazi; insanın öldükten sonra âhirette diriltilerek Allah'ın huzurunda toplanmasının ardından günah ve sevapların tartılacağı İlâhî terazi.

haşr

  • İnsanların öldükten sonra tekrar diriltilip muhakeme için Allah'ın huzurunda toplanması.

haşr-i azam / haşr-i âzam

  • Öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah'ın huzurunda toplanma.

haşr-i beşer

  • İnsanların öldükten sonra âhirette yeniden diriltilip Allah'ın huzurunda toplanması.

haşr-i beşeri / haşr-i beşerî

  • İnsanların öldükten sonra âhirette yeniden diriltilip Allah'ın huzurunda toplanması.

haşr-i cismani / haşr-i cismânî

  • İnsanların öldükten sonra âhirette bedenle birlikte yeniden diriltilip Allah'ın huzurunda toplanması.

haşr-i ekber

  • En büyük diriliş, öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah'ın huzurunda toplanma.

haşr-i insani / haşr-i insanî

  • İnsanın öldükten sonra âhirette yeniden diriltilip Allah'ın huzuruna getirilmesi.

haşr-i umumi / haşr-i umumî

  • Her şeyi kaplayan yeniden diriliş; her şeyin öldükten sonra âhirette yeniden diriltilip Allah'ın huzurunda toplanması.

haşredilme

  • Öldükten sonra âhirette yeniden diriltilerek Allah'ın huzurunda toplanma.

haşrin cismaniyeti

  • İnsanların öldükten sonra tekrar diriltilip Allah‘ın huzurunda toplanmasının hem beden, hem de ruh itibariyle olması.

hayye-alel-felah

  • Felaha gelin. Toplanın hayır ve ni'metlere, ebedi selâmete... Allah huzuruna gel. Refah ve itmi'nana mucib olacak namaza yetiş.

hazar

  • Sulh zamanı. Barış zamanı.
  • Bir kimsenin huzuru, yakını.
  • Mukim olmak. Yolcu olmamak.

hazır / hâzır / حاضر

  • Huzurda olan, göz önünde olan. Amade ve müheyya olan. Gaib olmayan.
  • Müstaid olan.
  • Hazırda, huzurda olan.
  • Huzurda. (Arapça)
  • Hazır, mevcut. (Arapça)

hazirin / hazirîn

  • (Tekili: Hâzır) Meydanda, gözönünde olanlar, huzurda bulunanlar.

hazırun / hâzırûn

  • Huzurda olanlar, yakında bulunan topluluk.

hazret

  • (Huzur. dan) Ön. Kurb. Pişgâh.
  • Hürmet maksadı ile büyüklere verilen ünvan; "Hazret-i Kur'an, Hazret-i Peygamber, Hazret-i Üstad, Paşa Hazretleri" gibi.

huşu' / huşû' / حُشُوعْ

  • Alçak gönüllülük. Hayâ etmek ve mütevazi olmak. Korku ile karışık sevgiden gelen edebli bir hâl. Yüksek ve heybetli bir huzurda duyulan alçak gönüllülük. Sükun ve tezellül.
  • Allah'ın huzurunda olduğunu bilerek huzur, sükûnet ve edeb duygusu içinde olmak.

huzu'

  • Mahviyet ve tevazu hali, alçak gönüllü olmak. Allah'ın azametini, celal ve cemalini, büyüklüğünü tahattur ve tefekkürden hâsıl olan, insandaki huzur ve huşu' hâli.

huzur-aver

  • Huzur ve rahatlık verici, sükunet veren. (Farsça)

huzur-u ali / huzur-u âli

  • Yüksek huzur.

huzur-u daimi / huzur-u dâimî / حُضُورُ دَائِمِي

  • Sürekli olarak Allah'ın huzurunda bulunduğunun bilinci içinde olma.
  • Her an Allah'ın huzurunda olduğunu yakinen hissetme.

huzur-u etemm

  • Kulun kendini her yönüyle Allah'ın huzurunda hissetmesi.

huzur-u hazretiniz

  • Yüksek huzurunuz (bir saygı ifadesidir).

huzur-u ilahi / huzur-u ilâhî

  • Kulun kendisini Allah'ın huzurunda hissetmesi.

huzur-u iman

  • İmanın verdiği huzur.

huzur-u kalb

  • Kalb huzuru, gönül rahatlığı.
  • Kalb huzuru, gönül rahatlığı.

huzur-u kalbi / huzur-u kalbî

  • Kalp huzuru.

huzur-u kibriya / huzur-u kibriyâ

  • Sonsuz büyüklük sahibi Allah'ın yüce huzuru.

huzur-u lamekani / huzur-u lâmekânî

  • Hiçbir mekâna muhtaç olmayan Zâtın huzuru; Allah'ın hiçbir mekânla sınırlı olmayan katı.

huzur-u manevi / huzur-u mânevî

  • Mânevî huzur, mânevî olarak yanında olma.

huzur-u muhammedi / huzur-u muhammedî

  • Hz. Peygamberin huzuru.

huzur-u muhammediye

  • Hz. Peygamberin huzuru, bulunduğu yer.

huzur-u nebevi / huzur-u nebevî

  • Peygamberin huzuru, yanı.

huzūr-u nebevi / huzūr-u nebevî / حُضُورُ نَبَوِي

  • Peygamberimizin (asm) huzuru.

huzur-u padişah

  • Padişahın huzuru.

huzur-u rab

  • Allah'ın huzuru.

huzur-u rahman / huzur-u rahmân

  • Rahmân olan Allah'ın huzuru.

huzur-u resul-i ekrem

  • Allah'ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed'in (a.s.m.) bizzat huzuru.

huzur-u resulullah

  • Peygamberin huzuru, yanı.

huzur-u saadet / huzur-u saâdet

  • Peygamber Efendimizin yüce huzuru.

huzur-u şahane

  • Padişahın huzuru.

huzur-u sami / huzur-u sâmî

  • Yüksek ve yüce huzur.

huzur-u tam

  • Kulun kendisini tam olarak Allah'ın huzurunda hissetmesi.

huzur-u tevhid

  • Her şeyin bir olan Allah'a ait olduğuna kesin olarak inandıktan sonra kendini herzaman Allah'ın huzurunda hissetme.

huzur-u üstad

  • Üstadın huzuru.

huzuri / huzûrî

  • Huzurda olarak.

huzurkarane / huzurkârâne / huzûrkârâne

  • Kişinin kendisini Allah'ın huzurunda hissetmesi şeklinde.
  • Huzurda gibi, huzur duyarak.

huzzar / huzzâr

  • (Tekili: Hâzır) Hazır olanlar, hazır bulunanlar, huzurda ve gözönünde olanlar.

ibcam

  • Huzur ve rahatını bozma. Rahatsız etme.

ibn-i mes'ud

  • Ebu Abdurrahman Abdullah Bin Mes'ud da denir. (R.A.)şeref-i İslâm ile müşerref olanların altıncısıdır. Bütün gazvelere iştirak etmiştir. Dâimî surette huzur-u Risalette bulunduğundan Kur'an-ı Kerim'i herkesten iyi öğrendiği gibi, pekçok hadis de işitmiş ve ezberlemişti. Kur'an-ı Kerim'i en evvel Mek

ihlal-i asayiş / ihlâl-i âsâyiş

  • Güvenliği, huzuru bozma.

ihlal-i emniyet / ihlâl-i emniyet

  • Düzeni, huzuru bozma, karıştırma.

ihtizar

  • (İhtidar) Huzura çıkmak. Hâzır olmak.
  • Can çekişmek. Hastanın ölüme hazır olması.

ihzar / ihzâr / احضار

  • Hazır etmek. Hazırlamak.
  • Huzura getirmek. Derpiş etmek.
  • Mahkemeye gelmeyenleri cebren getirme müzekkeresi.
  • Çağırma, huzura getirme. (Arapça)
  • Hazırlama. (Arapça)
  • Hazırlanma. (Arapça)

ihzaren

  • Huzura getirerek. Birini mahkemeye dâvet ederek.
  • Hazırlayarak, ihzar ederek.

ilm

  • (İlim) Okumakla veya görmek ve dinlemekle veya ihsan-ı Hak'la elde edilen malumat. Bilmek. İdrak etmek. (İlim, hakikatı bilmekten ibarettir. İlim, marifetten daha umumidir. Marifet, tefekkürle bilmek mânasına olmakla beraber, Cenab-ı Hakk'a nisbeti câiz olmaz. Gerek huzurî olsun (ilm-i İlâhî

inayet-i daime / inâyet-i daime

  • Devam edip giden huzur verici düzen.

ind

  • Arapçada zaman veya mekân ismi yerine kullanılır. Hissî ve manevî mekân. Maddî ve manevî huzura delâlet eder. Nezd, huzur, yan, vakt, taraf gibi mânâlara gelir. Gayr-ı mütemekkindir. Yani harekeleri değişmez. İzafete göre zamanı ifade eder (Min) harf-i cerriyle birleşebilir. Bazan da zarf olmaz. Baz

inkılab-ı mes'ud / inkılâb-ı mes'ûd

  • Mutluluk ve huzur veren değişim, Hürriyet inkılâbı.

inkisar / inkisâr

  • Kırıklık, kırılma. Allahü teâlânın huzûrunda kalbin kırık olması.

inşirah-ı sadr

  • Vicdan ferahlığı,vicdan huzuru.

irtihaş

  • Rahatsız olma, huzuru kaçma. Sıkıntı ve ıztırâb içinde bulunma.

istiare-i mutlaka

  • (Temlihiye veya tehekkümiye) Edb: Şaka, lâtife veya alayı içine alan bir istiaredir. Meselâ: Tilkinin eşeğe "gelsem olmaz mı huzura, a benim aslanım" demesi gibi... (Edb.S.)

istihzar / istihzâr / استحضار

  • Huzura gelme, hazır etme, huzura dâvet etme.
  • Hazırlama, bir şeyi hatıra getirme.
  • Konferans verecek olan hatiplerin okumak ve araştırmak suretiyle evvelce hazırlanması.
  • Hazırlama. (Arapça)
  • Hazırlanma. (Arapça)
  • Huzura çağırma. (Arapça)

istirahat-i beşeriye

  • İnsanlığın rahatı, huzuru.

istirahat-i hayat

  • Rahat, huzurlu hayat.

istirahat-i kalbiye

  • Kalp rahatlığı, iç huzuru.

istirahat-ı tamme

  • Tam rahat ve huzur.

istirahat-i umumi / istirahat-i umumî

  • Genelin rahatı, umumun huzuru.

istirahat-ı umumiye

  • Genel huzur ortamı.

istirahat-i umumiye

  • Herkesi içine alan rahat ve huzur.

itmi'nan / itmi'nân

  • Huzûr, sükûn ve râhata kavuşma.

kalak / kalâk

  • Sıkıntı, huzursuzluk.

kalb itminanı / kalb itminânı

  • Kalb huzûru.

kanaat / kanâat

  • Yeme, içme ve barınacak yer husûsunda bileğin emeği, alın teri ile kazanılana râzı olmak, başkasının kazancına göz dikmemek. Kanâat, çalışmayıp, sâdece eline geçeni kullanmak, tembel oturup, başka bir şey aramamak değildir. Aksine hırslı hareketlerden kaçınıp, gönül huzûru ile yaşamaktır.

kanun-ı ilahi / kânûn-ı ilâhî

  • Allahü teâlânın kullarının dünyâ ve âhirette huzûr ve seâdete (mutluluğa) kavuşmaları için Peygamberleri (aleyhimüsselâm) vâsıtasıyla insanlara bildirdiği emirleri ve yasakları, İslâmiyet.
  • Allahü teâlânın kâinâtta (varlık âleminde) koyduğu nizâm, düzen.

kemal-i saadet / kemâl-i saadet

  • Tam bir huzur ve rahatlık.

kemal-i safa / kemâl-i safâ

  • Tam bir huzur.

kemerbeste-i hizmet-i mevla / kemerbeste-i hizmet-i mevlâ

  • Allah'ın huzurunda, Onun emrine hazır şekilde el bağlamak.

kemerbeste-i ubudiyet / kemerbeste-i ubûdiyet

  • Cenab-ı Hakkın huzuruna çıkıp, kollarını önden bağlar şekilde, emre hazır vaziyette bekleyip, kulluğunu ifâde ve ilân etmek. (Namazdaki gibi)
  • Kulluk için el bağlayıp Allah'ın huzurunda durma.

keş'

  • Kalb sıkıntısına uğrayıp huzursuz olmak.

kurb-u huzur / kurb-u huzûr / قُرْبِ حُضُورْ

  • Allah'ın yüce huzuruna yakınlık.
  • Huzura (Allah'a) yakın olma.

leyan

  • Huzur ve rahatta olan.

lian / liân

  • Lânetleşmek. İki kişinin birbirini lânetlemesi.
  • Fık: Zevc ile zevcenin hâkim huzurunda şer'i usulüne uygun olarak dörder defa şahitlikte bulunduktan sonra, nefislerine lânet ve gadab okumak suretiyle olan yeminleri. Buna: Mülâene, telâun, iltiân da denir.
  • Lânetleşmek, erkeğin zevcesini (hanımını) zinâ etmekle suçlaması veya bu çocuk benden değildir demesi hâlinde dört şâhid getiremezse, zevcenin isteği üzerine eşlerin hâkim huzûruna çağrılarak usûlüne uygun (âyet-i kerîmedeki bildirildiği şekilde) kar şılıklı yemîn etmeleri ve lânetleşmeleri. Buna mu

ma'dele-i ulya / ma'dele-i ulyâ

  • Büyük adalet yeri, yüksek adaletle herkesin muhakemesi görülen yer. Huzur-u İlâhiyedeki adâlet.

ma'iyyet

  • Berâberlik. Her an Allahü teâlâ ile berâber olma. Huzur, cem'iyyet, vilâyet-i Hâssa-i Muhammedî de denir.

mahkeme-i kübra / mahkeme-i kübrâ

  • Öldükten sonra, âhiretteki ve Allah (C.C.) huzurundaki mahkeme. Bütün insanların muhakemesinin huzur-u İlâhiyede yapılacağı yer.
  • Âhirette Allah huzurunda kurulacak büyük mahkeme.
  • Öldükten sonra âhirette Allah'ın huzurunda kurulacak olan büyük mahkeme.

mahkeme-i kübra-yı haşr / mahkeme-i kübrâ-yı haşr

  • Öldükten sonra âhirette Allah'ın huzurunda kurulacak olan büyük mahkeme.

mahzar / محضر

  • (Huzur. dan) Hazır olma. Gösteriş, görünüş.
  • Huzur yeri. Büyük bir insanın önü.
  • Birçok kimse tarafından imzalı dilekçe.
  • Mahkeme sicili.
  • Huzur, kat. (Arapça)
  • Görünüş. (Arapça)

makam / مقام

  • Yer. (Arapça)
  • Kat, huzur. (Arapça)
  • Musikî makamı (Arapça)

medar-ı sürur ve ferah / medâr-ı sürur ve ferah

  • Huzur ve sevinç kaynağı, sebebi.

melek-ül-mukarreb

  • Huzûru ilâhide bulunan melekler.

merdud / merdûd

  • Reddedilen, kabûl edilmeyen.
  • Allahü teâlânın huzûrundan kovulmuş, reddedilmiş mânâsına, şeytan.

mertebe-i huzur

  • Kendini Allah'ın huzurunda hissetme mertebesi.

mi'rac / mi'râc / مِعْرَا جْ

  • Peygamberimizin (a.s.m.) Allah'ın huzuruna yükseldiği ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk.
  • Merdiven, süllem.
  • Yükselecek yer.
  • En yüksek makam.
  • Huzur-u İlâhî. Peygamberimiz Hz. Muhammed (A.S.M.) Efendimizin, Receb ayının 27. gecesinde Cenab-ı Hakk'ın huzuruna ruhen, cismen, hâlen çıkması mu'cizesi ki; en büyük mu'cizelerinden birisidir.
  • Peygamberimizin (asm) Cenab-ı Hakk'ın huzuruna cismen ve ruhen yükselmesi.

mi'rac-un nebi

  • Hazret-i Peygamber'in (A.S.M.) huzur-u İlâhîde yükselmesi.

mikail aleyhisselam / mîkâil aleyhisselâm

  • Dört büyük melekten biri. Ucuzluk, pahalılık, kıtlık, bolluk yapmak, ferah ve huzûr getirmek ve her maddeyi hareket ettirmekle görevli melek.

millet

  • Din, dil ve târih berâberliği bulunan insan cemâati, topluluğu, kavim.
  • Din; kullarının dünyâda ve âhirette râhat ve huzûra kavuşmaları için Allahü teâlânın peygamberleri vâsıtasıyla gösterdiği yol.

mirac / mirâc

  • Peygamberimizin (a.s.m.) Allah'ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk.
  • Peygamberimizin (A.S.M.) Allah'ın huzuruna yükselmesin.

miraç

  • Peygamberimizin (a.s.m.) Allah'ın huzuruna yükseldiği ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk.

mirac-ı ahmedi / mirac-ı ahmedî

  • Peygamberimizin (a.s.m.) Allah'ın huzuruna yükselişi ve bütün mânevî âlemleri gezdiği yolculuk.

mirac-ı ahmediye

  • Peygamberimizin (a.s.m.) Allah'ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk.

mirac-ı azam / mirac-ı azâm

  • Peygamberimizin (a.s.m.) Allah'ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği büyük yolculuk.

mirac-ı azim / mirac-ı azîm

  • Peygamberimizin (a.s.m.) Allah'ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği büyük yolculuk.

mirac-ı mü'min / mirâc-ı mü'min

  • Mü'minin miracı; mü'minin Allah'ın huzuruna yükselişi.

mirac-ı nebevi / mirac-ı nebevî

  • Peygamberimizin (a.s.m.) Allah'ın huzuruna yükseldiği ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk.

mirac-ı nebeviye

  • Peygamberimizin (a.s.m.) Allah'ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk.

mu'cize-i mirac

  • Mirac mu'cizesi, Peygamberimizin (a.s.m.) Allah'ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk mu'cizesi.

mücemme

  • (Mecemme) Huzur ve rahat vermek.

müferrah

  • Ferah duyan, huzurlu.

muhazara

  • (Çoğulu: Muhazarât) (Huzur. dan) Hatırda tutulan şeyler.
  • Tarihi ve edebi fıkra ve hikâyeler anlatma.
  • Konferans verme.

muhzır

  • (Huzur. dan) Eskiden şeriat mahkemelerinde mübâşir hizmetini gören kimse. Alâkalı kimseleri mahkemeye çağırmaya memur kişi.

mukabele / mukâbele

  • Ramazân-ı şerîf ayında câmide her gün Kur'ân-ı kerîmden bir cüz (yirmi sayfa) olacak şekilde cemâatin huzûrunda Kur'ân-ı kerîm okumak.

mukarreb melek

  • Allahü teâlânın huzûrunda bulunan melekler.

mülaane / mülâane

  • Zevcesini (eşini) zinâ ile suçlayan erkeğin dört şâhit getirememesi hâlinde, zevcenin isteği üzerine eşlerin hâkim huzûruna çıkarak usûlüne uygun (âyet-i kerîmelerde bildirilen ifâdelerle) karşılıklı yemin etmeleri ve lânetleşmeleri.

münaferet

  • Birbirinden kaçıp nefret etmek, karşılıklı huzursuzluk.
  • Adâvet, hased ve şeref cihetinde hakeme müracaat eylemek.
  • Birbiri ile müfahere eylemek.

münselib

  • (Selb. den) Kaçırılmış, kalmamış, kaldırılmış. (Bu tâbir; huzur, asayiş, emniyet ve rahat hakkında kullanılır.)

münzevi / münzevî

  • İslâmiyet'in emirlerini yapmak, yasaklarından sakınmak, kötülüklerden korunmak ve kalb huzûru ile ibâdet yapabilmek için bir köşeye çekilmiş olan kimse.

murafaa

  • Karşılıklı hak iddia ederek konuşmak.
  • Bir dâvâ için birisini hâkim huzuruna celb ettirmek. Yüzleşerek muhakeme olunmak.

müreffeh

  • (Rüfuh. dan) Terfih edilmiş, rahata, refaha kavuşturulmuş.
  • Nizam-ı hâle, refah ve huzura kavuşmuş olan.

musalemet-i umumiye

  • Herkesi içine alan barış hâli, huzur.

müsalemet-i umumiye

  • Umumî barış ortamı; herkesi içine alan barış ve huzur.

müstahzar

  • (Huzur. dan) Hazır, hazırlanmış.
  • Huzura getirilmiş. Zihinde tutulan.

müstahzır

  • (Huzur. dan) Hazırlıyan.
  • Huzura getiren.

müsterih olma

  • Rahat, huzurlu olma.

mütehazzır

  • Hazır olan, huzurda bulunan.

mutmainne

  • İtmînân bulan, rahatlayan, huzur ve sükûna kavuşan.
  • İslâmiyet'in emirlerini yapıp, yasaklarından kaçınarak ve Allahü teâlâyı zikrederek itminana huzur ve sükûna kavuşan, şüphe ve tereddütlerden kurtulan nefis.

muvacehe

  • Karşı, ön.
  • Yüzyüze gelme. Yüzleşmek.
  • Huzurunda olmak.

nefs-i mutmainne

  • Îmân etmiş nefs. Allahü teâlâyı anmakla huzûra eren, İslâmiyet'in emirlerini yapmak kendisine zor, ağır gelmeyen nefs.

nezd

  • Kat, huzur, göre, fikrince.

nezd-i peygamberi / nezd-i peygamberî

  • Peygamberin yanı, huzuru.

nikah / nikâh

  • Evlilik için yapılan akit, sözleşme. Evlenecek müslüman bir erkek ile kadının şâhidler huzûrunda ben seni zevceliğe (hanımlığa) aldım, diğerinin de kabûl ettim demesi.

nisbet

  • Soy bakımından bağlılık, mensub olma.
  • Tasavvufta velî bir zâtla mânevî irtibat, feyz alma, huzûr.

piş / pîş / پيش

  • Huzur, ön, ileri taraf. (Farsça)
  • Ön. (Farsça)
  • Yan. (Farsça)
  • Huzur. (Farsça)
  • Önce. (Farsça)

piş-geh

  • Ön, huzur. (Farsça)

pişgah / pîşgâh / پيشگاه

  • Ön. (Farsça)
  • Huzur. (Farsça)

pişigah / pişigâh

  • Huzur.

rabıta-i şeyh

  • Tarikat-ı Nakşiyede, müridin hayalen şeyhinin huzurunda kendini tasavvur etmesine denir.

rahat-ı kalb

  • Kalb rahatlığı, kalbin huzurlu ve tasasız oluşu.

raki'

  • Rüku' eden. Huzur-u İlâhîde eğilen.

rakian

  • Rüku' ederek, huzur-u İlâhîde eğilerek. Rüku' etmek suretiyle.

refah

  • Huzur, rahatlık.

refih

  • Rahatlık ve huzur içinde geçinen. Refah ve rahat ile yaşıyan.

rek'at

  • (Rik'ât) Huzur-u İlâhîde beli eğip yüzü üzeri kapanmak.
  • Bir kıyam, bir rüku' ve iki secdeden ibaret olan namazın bir rüknü.

rikab / rikâb / ركاب

  • Özengi.
  • Büyük bir kimsenin huzuru, önü, makamı.
  • Üzengi. (Arapça)
  • Huzur, kat. (Arapça)

rüku' / rükû'

  • Huzur-u İlâhîde eğilmek. Namazda elleri dize dayamak suretiyle yere doğru eğilirken baş ile sırtı düz hale getirmek.

ruz-u haşr / rûz-u haşr

  • İnsanların öldükten sonra âhirette yeniden diriltilip Allah'ın huzurunda toplanacağı gün.

saadet-i hayatiye

  • Hayatın mutluluğu, huzuru.

saadet-i müstakbele

  • Gelecekte gerçekleşecek olan mutluluk ve huzur.

saadet-i nev'iye

  • İnsan türünün, insanlığın mutluluğu, huzuru.

sacid

  • Secde eden, Allah'ın (C.C.) huzurunda başını yere koyarak dua eden. Hâdis meâli: "Bir kulun Rabbine en yakın olduğu an: O'na secde ettiği zamandır."

safa / safâ / صَفَا

  • Rahat ve huzur.
  • Rahat, huzur.

safa-yı sermedi ve cavidani / safâ-yı sermedî ve câvidânî

  • Kesintisiz ve pek güzel bir huzur, rahat.

safalı / safâlı

  • Rahat, huzurlu.

safayab

  • Safa bulmuş, huzur ve sükûna kavuşmuş. (Farsça)

şahid / şâhid

  • Şâhidlik eden, görüp bilen. Birinin başkasında hakkının bulunduğunu isbat için şehâdet (şâhidlik) ederim demek sûretiyle hâkimin huzûrunda ve hasmın karşısında haber veren.

saman / sâmân / سامان

  • Zenginlik. (Farsça)
  • Huzur. (Farsça)
  • Düzen. (Farsça)

samansuz / sâmânsuz

  • Rahat ve huzuru bozan. (Farsça)

secde

  • Allah'ın (C.C.) huzurunda yere kapanış. İbadet ve Allah'a (C.C.) memnuniyetini ve itaatini bildirmek veya şükretmek için yere kapanarak alın, burun ucu, eller, dizler ve ayak uçları yere gelecek şekilde yapılan en büyük tazim ifade eden hareket. Namazın bir rüknü.

şehd-i şehadet

  • İmanın, şehadetin verdiği saadet, tatlılık ve huzur. Şehadet balı.

sekine / sekîne

  • Sükûn ve itmi'nan, temkin. Nefisteki telâşın kesilmesi ile hâsıl olan kalb huzuru ve sükûneti.
  • Telâş ve hafifliğin zıddıdır.
  • Kalb rahatlığı, kalb kuvveti veren çok mühim bir duânın ismi. (Bu, Sekine isimli duâ, Hazret-i Ali Radıyallâhü Anh gibi evliyânın bildiği ve içerisinde
  • Rahatlık. Kalb huzûru.
  • Sükun ve imtinan, temkin. Kalp rahatlığı, kalp huzuru veren bir duanın adı.

sekinet / sekînet

  • Sükun ve imtinan. Temkin. Nefisteki telaşın kesilmesi ile hasıl olan kalp huzuru ve sükuneti.
  • Sakinlik, huzur.
  • Sükûn ve itmi'nan, temkin. Nefisteki telâşın kesilmesi ile hâsıl olan kalb huzuru ve sükûneti.
  • Telâş ve hafifliğin zıddıdır.
  • Kalb rahatlığı, kalb kuvveti veren çok mühim bir duânın ismi. (Bu, Sekine isimli duâ, Hazret-i Ali Radıyallâhü Anh gibi evliyânın bildiği ve içerisinde
  • Sakinlik, gönül huzuru, kalbin rahat olması.

sirac-ı kurb-i ev edna / sirâc-ı kurb-i ev ednâ

  • Yakınlığın, hatta daha da yakınlığın kandili (Peygamber Efendimiz Miracda Cenâb-ı Hakkın huzuruna geldiğinde Ona çok yaklaşmıştı. O yakınlık makamı kâinatta hiçbir varlığa nasip olmamıştır.).

sohbet-i nebeviye

  • Peygamber Efendimizin (a.s.m.) huzuruna gelip ondan ders alma, onunla sohbet etme.

sücud

  • Secdeye varmak. Cenab-ı Hakk'ın huzurunda hiçliğini, aczini bilip teslimiyetle yere kapanıp duâ ve tesbih etmek.
  • (Tekili: Sâcid) Secde ederek yere kapananlar, secde edenler.

sükun / sükûn

  • Sakin ve huzurlu ortam.

sulh ve müsalemet-i umumiye

  • Genel barış ve huzur.

ta'ciz

  • (Acz. den) Huzursuz kılmak, rahatsız etmek, sıkıntı vermek, canını sıkmak.
  • Eğlendirmek.
  • Âciz etmek.
  • Kadının ihtiyarlayıp âcizleşmesi.

takdim-i huzur-u fazılane / takdim-i huzur-u fâzılâne

  • Yüksek huzurunuza sunma.

taraf-ı ali / taraf-ı âlî

  • Yüksek huzur.

tasdik-i haşir

  • Haşri, öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah'ın huzurunda toplânmayı kabul etme.

tedirgin

  • Huzursuz, rahatsız.

temkin / temkîn

  • Ağır başlılık, usluluk.
  • Ölçülü hareket sâhibi.
  • Vakar, izzet. İktidar, kudret.
  • Birini bir şeye muktedir kılmak.
  • Kararsızlıktan kurtulup huzur ve sükuna mazhar olmak.
  • Tedbir, ihtiyat.
  • Tasavvufta değişmekten, hâlden hâle geçmekten kurtulup, huzur ve sükûna kavuşma.

tevbe bi'atı

  • Mürşid-i kâmil denilen velî bir zâtın, huzûrunda tövbe edip günâh işlememek üzere söz vermek.

teyemmün

  • Saadet ve huzur vesilesi sayma, bereket dileme.

ubs

  • Huzursuzluktan yüz burkulmak. Yüz ekşime, surat asma.

unuşe

  • Refah, huzur, rahatlık.
  • Adâlet. Merhamet.
  • Şarap.
  • Beğenme.

veci

  • Güzel, hoş, lâtif. Uygun, münasib.
  • Bir kavmin büyüğü, reisi.
  • Hürmetli insan.
  • Sultan huzuruna girenler.
  • Makam ve şeref sâhibi.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın