Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
HAKİM
ifadesini içeren
203
kelime bulundu...
abide
Uzun müddet dillerde destan olup kalan beliye ve dâhiye.
Bir milletin târihinde büyük bir değeri hâiz olan vak'a.
Fesahat ve belâgatı dolayısıyle benzeri söylenemeyen şiir.
Tarihte yüksek ve hâkim bir mevkide olan vak'aları veya büyükleri yaşatmak için yapılan bina.
adem-i hakimiyet / adem-i hâkimiyet
Hâkimlik ve hükümranlığın bulunmaması.
agleb-i hükema / agleb-i hükemâ
Hakîmlerin çoğu. Hakîmlerin ekserisi.
ahir
Herşeyden sonra da var olan, varlıkların sonrasına da hâkim.
ahkem
En sağlam. En kuvvetli.
En çok hükmeden.
En hakim ve akıllı.
ahkem-ül hakimin / ahkem-ül hâkimîn
Hükümdarların hükümdarı. Hâkimlerin en hâkimi. Cenâb-ı Hak (C.C.)
ahkemu'l-hakimin / ahkemu'l-hâkimin
Hükümdarların hükümdarı, hâkimlerin hâkimi olan Allah.
ahkemü'l-hakimin / ahkemü'l-hâkimîn
Hâkimlerin hâkimi olan Allah.
ahkemülhakimin / ahkemülhâkimîn
Hâkimlerin hâkimi olan Allah.
akalliyet
(Ekalliyet) Azlık. Azınlık.
Bir ülkede hâkim unsurların haricinde olan ve ekseriyet teşkil edemiyen insanlar.
alem-i rububiyet / âlem-i rububiyet
Rubûbiyet âlemi, Cenâb-ı Hakkın terbiye, idare ve hâkimiyetinin icra edildiği âlem.
amir-i mutlak / âmir-i mutlak
Kayıtsız şartsız herşeye hâkim olan.
areng
Dirsek.
(Farsça)
Dert, keder.
(Farsça)
Hile, dubârâ.
(Farsça)
Tarz, tavır, üslüb.
(Farsça)
Vali, hakim.
(Farsça)
Zannolunur ki, galiba, öyledir, benzer gibi bir yakınlık ve benzerlik ifâde eder.
(Farsça)
aristokrasi
yun. Âlimlerin ve cemiyette en iyilerin iktidarına dayanan hükümet şekli. Tarihte soylu, imtiyazlı, toprak sahibi, zenginlerin hâkimiyetine dayanan hükümet şekli. Bu şekli ile oligarşi veya plütokrasi adıyla da anılmaktadır. İmtiyazlı azınlığın, çoğunluğu idare etmesidir.
asayiş
Emniyet, güvenlik, korku ve endişeden uzak hâl. Kanun, nizam hakimiyeti. İnsan cemiyetlerinde iktidar, hâkimiyet, bir zümrenin, bir sınıfın elinde olmaktan kurtulamamasından ve bir kısım insanlarca yapılan, istedikleri zaman değiştirilen kanunlara diğer insanların saygısı temin edilemediğinden asayi
(Farsça)
asayiş berkemal / âsâyiş berkemâl / آسایش بركمال
Her yerde huzur hakim.
avamil
(Tekili: Amil) Sebepler.
Ayaklar.
Valiler. Hâkimler.
Gr: Arabçada kelime sonlarının okunuşuna te'sir eden hususları öğreten ilim ve ona dâir kitab.
Birgivi Hazretlerinin "Nahiv" ilmine dâir olan kitabının ismi.
berhemen
(Çoğulu: Berhemûn) Hakîm.
Efsun okuyucu.
bia-biyat / bîa-biyat
Birinin hakimiyetini kabul etmek, emirlerine uyacağına söz vermek.
bicişk
Bilgin, hakîm.
(Farsça)
Serçe kuşu.
(Farsça)
bü'bü'
Her nesnenin aslı.
İzzet, kerem.
Zeyrek akıllı, zarif kişi.
Hâkim, seyyid.
Gözbebeği.
Mc: Çok kıymetli ve değerli olan şey.
cahiliye devri / câhiliye devri
İslâmiyet'ten önce hissin akla, kötülüğün iyiliğe hâkim olduğu, puta tapılan karanlık devir.
caslik
(Cesâlik) Nasrâniler hakîmi.
Çokluk, kesret.
ceberut
Azametin daha dâimîsi ve bâtınîsi. Büyüklük. Hâkimlik. Kudret, celadet. Fart-ı kibir ve azamet.
cehd
Fazla çalışma. Güç ve kuvvetini sarfetme. İnsanın nefsine hâkim olması.
Azim, gayret, fedakârlık.
Takat.
cerh
Yara.
Baş ve yüzden başka uzuvlardan birisini yaralamak.
Bir kimseye söğmek. Taan etmek. Sözle gönül incitmek.
Birisinin fikrini çürütüp kabul etmemek.
Şahid, yalancı ve fâsık olduğundan dolayı mahkemede hâkimin şâhidin şehâdetini reddetmesi.
Kesb u kâ
cihan-cuy
Dünyaya hâkim olmaya çalışan sultan, hükümdar.
(Farsça)
cumhuriyet
Devlet reisi, millet veya Millet Meclisleri tarafından seçilen hükümet şekli. Demokraside temsili hükûmet şekli. Halkın hür olarak seçtiği temsilciler (Millet vekilleri ve senatörler) aracılığı ile egemenliğini, (hâkimiyetini) kullanmasına dayanan hükûmet şekli. Cumhuriyetin birbirinden farklı üç ta
daire-i kudret
Allah'ın sonsuz güç ve iktidarının hâkim olduğu daire.
dar-ı ridde / dâr-ı ridde
Aslında Müslim iken sonradan irtidâd eden veya bir zaman İslâmiyeti kabul etmiş iken sonradan mürted olan şahısların hâkim bulundukları yer.
darayi / darayî
Sahib, mâlik olma.
(Farsça)
Hüküm sürme, hâkimiyet kurma.
(Farsça)
Bir nevi kumaş.
(Farsça)
darül harb
(Dâr-ül harb) Harp yeri. Müslümanlarla gayr-i müslimler arasında sulh akdedilmemiş memleket. Kâfirlerin ve onların gayr-i islâmi hükümlerinin hâkim olduğu yer.
darül islam
(Dâr-ül İslâm) İslâmiyet merkezi. Müslümanların hâkim olduğu yer.
daver / dâver
Cenab-ı Hakk'ın (C.C.) bir ismidir.
Âdil, insaflı ve doğru olan hükümdar, vezir veya hâkim.
daverane / dâverâne
Doğruluk ve adaleti seven bir büyüğe yakışacak tarzda.
(Farsça)
Hâkim ve vezirle alâkalı olan.
(Farsça)
daveri / dâverî
Hâkimlik, hükümdarlık.
(Farsça)
Mahkeme ve dâvâ.
(Farsça)
Kötü ile iyiyi birbirinden ayırt etme.
(Farsça)
Kavga, mücadele.
(Farsça)
demokrasi
yun. (Demos: Halk; Kratia: İdare, iktidar) Halk iktidarına dayanan hükümet şekli. Devlet iktidarını elinde bulunduranların, halkın çoğunluğunun iradesiyle seçildiği hükümet şeklidir. Tatbikatı üç şekildir:1- Vasıtasız hükümet şekli: Halk, devlet iktidar ve hâkimiyetini vasıtasız olarak kullanır. Kan
dereziler / derezîler
Anuştekin ed-Derezî adlı bir bâtınî dâî (propagandacı) tarafından ortaya çıkarılan bozuk yol. Bunlar; Bâtıniyyeden ayrılarak ortaya çıkan, Fâtımî hükümdârı Hâkim bi-emrillah'ın ilâh olduğuna ve onun vezîri Hamza'nın imamlığına inanırlar. Kelimenin do ğrusu Derezî olup, yanlış olarak Dürzü denilmekte
devlet
Sınırları belli olan bir memleketin sahibi olan insanların kurduğu siyasî, hukukî, idarî mahiyetteki merkezî teşkilât. Devlet, teşekkül tarzı, takip ettiği esas siyaset, temsil ettiği hâkimiyet ve iktidarın mahiyeti bakımından çeşitlere ayrılır:1- Kapitalist Devlet: İktisadî siyasete, şahsî mülkiyet
deyyan / deyyân
Herkesin hesabını ve hakkını en iyi bilen ve veren. Hâk Teâla. Kahhar. Hâsib. Hâkim. Kadir. Râi. Cenâb-ı Hak.
Mükâfatlandıran veya cezalandıran, hâkim. Allah.
düvvac
Hâkimlerin giydiği bol kaftan.
Yorgan.
Tac.
ebu-d derda
Uveymir adı ile de meşhurdur. Ashab-ı kirâmın âlim ve hakîmlerindendi. Peygamberimiz: "Uveymir, Ümmetimin hakimlerindendir" buyurmuştur. Uhud'dan itibaren bütün muharebelerde bulunmuştur. 179 hadis rivâyet etmiştir. Hikmetli sözlerinden birisi şudur: "Âlim olmayınca insan müttaki olamaz, bir âlim âm
efendi
(Rumcadan) Sahib, mâlik, mevlâ. Ağa. Şer'î hâkim, kadı, molla. (Saygı ve nezâket mübalağası olarak kullanılır. Eskiden büyüklere ve şâyân-ı hürmet zâtlara Efendimiz denildiği gibi, her zaman için Hz. Peygamber Aleyhissalâtu Vesselâm'a da, mü'minler Efendimiz diyerek hürmet ve sevgilerini ifade ederl
ehl-i hakim
Hakimler heyeti.
el-hakim / el-hakîm
(Bak. HAKÎM)
esbabperest
Allah'ı unutarak sebeblere haddinden ziyade değer veren. Her şeyi bir sebebe bağlayıp, Allah'ın fâil ve her şeyin hâkimi olduğunu inkâr eden veya ona kıymet vermek istemeyen.
fasil / fasîl
(Çoğulu: Fisâl-Fuslân)
Hâkim.
Kale duvarından kısa duvar.
Deve yavrusu.
fasl-ı hitab / fasl-ı hitâb
İki söz arasını ayıran kelime veya isimlerden biri. Önsözden sonra asıl maksada giriş.
Fık: Şahitlerin gösterdiği delil veya yeminlerinden sonra hâkimin hükmetmesi.
Hakkı bâtıldan ayırarak, nizaı ayırt edip kesmek ve halletmek. Herşeyi kemal-i vüzuh ile fasledip hakikatını gö
fatımi / fatımî
(Fâtımiyye) Hz. Fatıma Sülâlesinden olmak iddiasında bulunan, önce kuzey Afrika, sonra Mısırda hükümet süren sülâleye mensub meliklerin takındıkları isimdir. (Mi: 910-1171) İsmâiliye nâmında bâtıl fırkadandırlar. Salâhaddin-i Eyyubî, ordusu ile, Fâtımîlerin hâkimiyetine son verdi.
ferzane
Bilgili kimse. Hakîm, feylesof.
(Farsça)
Tas: Nefsanî alâkalardan sıyrılmış kimse.
(Farsça)
galib-i mutlak
Tam olarak galip. Kayıtsız şartsız hâkimiyet sahibi.
hakikat-i azime-i hakimane-i amirane / hakikat-i azîme-i hâkimâne-i âmirâne
Büyük bir âmire ve hâkime yakışan büyük hakikat.
hakim / hâkim / hakîm / حكيم
Hakim, yargıç, hüküm veren, hükmeden, hükümran olan, üstün olan.
Galib. Haklı ve haksızı ayırıp hak ve adalet üzere hükmeden. Başkasını müdahale ettirmeden idare eden, Allah (C.C.)
Memleketi idare eden.
Mahkeme reisi. (Hâkim-i Hakikî, Hâkim-i Ezelî, Hâkim-i Mutlak, Hâkim-i Zülcelâl, Hâkim-i Lemyezel... gibi isimlerle, Cenab-ı Hakk'a âit ol
Tanrı.
(Arapça)
Hakim, yargıç.
(Arapça)
hakim-i arz ve semavat / hâkim-i arz ve semâvât
Göklerin ve yerin hâkimi Allah.
hakim-i evvel ve ahir / hâkim-i evvel ve âhir
İlk ve son hâkimi.
hakim-i ezel / hâkim-i ezel
Hükümranlığı ve hâkimiyeti bütün zamanları kaplayan Allah.
hakim-i ezel ve ebed / hâkim-i ezel ve ebed / حَاكِمِ اَزَلْ وَ اَبَدْ
Varlığının başı ve sonu olmayan, hâkimiyeti zaman öncesinden sonsuza kadar devam eden Allah.
Başlangıç ve sonu olmamanın mutlak hakimi (Allah).
hakim-i hakem-i hakim-i zülcelali ve'l-cemal / hâkim-i hakem-i hakîm-i zülcelâli ve'l-cemâl
Herşeyin hâkimi, her varlığın küllî hükmünü veren, her şeyi hikmetle ve yerli yerinde yaratan, sonsuz büyüklük ve güzellik sahibi.
hakim-i namdar / hâkim-i namdar
Ün sahibi meşhur padişah, hâkim.
hakim-i ruhani / hâkim-i rûhânî
Rûhânî hâkim; gözle görülmez idareci.
hakim-üş şer' / hâkim-üş şer'
Kadılar (hâkimler) için kullanılan bir tâbirdir. Kadılar davaları şer'î hükümler dairesinde hall ü faslettikleri için bu tâbir meydana gelmiştir. Şeriat hâkimi demektir.
hakimane / hakîmane / hâkimane
Hikmetli olarak. Hakîm olana yakışır surette.
(Farsça)
Hükmederek, hâkim olarak. Hâkime yakışır tarzda.
hakime / hâkime
Kadın hâkim.
hakimiyet / hakîmiyet / hâkimiyet
Hakîmlik.
Hâkimlik.
Hakimlik, üstünlük, egemenlik.
hakimiyet-i amme / hâkimiyet-i âmme
Genel hâkimiyet, egemenlik.
hakimiyet-i dünya / hâkimiyet-i dünya
Dünya hakimiyeti, dünyaya hükmetme.
hakimiyet-i esma / hâkimiyet-i esmâ
Allah'ın isimlerinin egemenliği, hâkim olması.
hakimiyet-i islamiye / hâkimiyet-i islâmiye
İslâmiyetin egemenlik ve hakimiyeti.
hakimiyet-i kudsiye / hâkimiyet-i kudsiye
Kusur ve eksiklikten yüce, mukaddes egemenlik, hâkimiyet.
hakimiyet-i nuraniye
Nurlu hakimiyet, egemenlik.
hakimiyet-i umumiye
Genel hâkimiyet, hükümranlık, egemenlik.
hakimiyyet / hâkimiyyet
Hâkim oluş. Hükmediş. Âmirlik. Üstünlük. Müdahale ve rakibi kabul etmemek hali.
halık-ı hakim ve rahim ve vedud / hâlık-ı hakîm ve rahîm ve vedûd
Hakîm, Rahîm ve Vedûd olan yaratıcı.
hariciler / hâricîler
Sıffîn muhârebesinde, taraflar hakem tâyinine râzı olup anlaşmayı kabûl ettiği için hazret-i Ali'nin ordusundan ayrılarak "Hâkim ancak Allah'tır. Hazret-i Ali iki hakemin hükmüne uyarak halîfeliği hazret-i Muâviye'ye bırakmakla büyük günah işledi" di yen ve kendileri gibi düşünmeyen Eshâb-ı kirâm il
hasm-ı ca'li / hasm-ı ca'lî
Huk: Hakikatta hasım olmadığı halde, hasım imiş gibi hâkim önünde husumeti kabul eden kimse.
haşmet-i hakimiyet / haşmet-i hâkimiyet
Allah'ın hâkimiyetinin ihtişamı ve görkemi.
hatim
Kadı, hâkim.
Sağlamlaştıran.
hava-i gıll ü gış / havâ-i gıll ü gış
Hile, yalan ve dolanın hâkim olduğu ortam, hava.
hayr-ul fasilin / hayr-ul fâsilîn
Âdil olanların, hâkimlerin en hayırlısı.
hazine-i rabbaniye / hazine-i rabbâniye
Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve hâkimiyeti altında bulunduran Allah'ın hazinesi.
hazret-i kahhar / hazret-i kahhâr
Her şeyi hükmüne itaat ettirebilen bir hâkimiyet sahibi, düşmanlarını kahrederek zelil ve perişan eden ve kudretinin karşısında her şeyi âciz bırakan Allah.
hekim
(Bak: Hakîm)
hey'et-i hakime / hey'et-i hâkime
Hâkimler hey'eti.
heyet-i hakim / heyet-i hâkim
Hâkimler heyeti, kurulu.
heyet-i hakime / heyet-i hâkime
Hakimler kurulu.
hikmet
İnsanın, mevcudatın hakikatlerini bilip hayırlı işleri yapmak sıfatı. Hakîmlik. Eşyanın ahvâlinden, hârici ve bâtini keyfiyetlerinden bahseden ilim. (Buna İlm-i Hikmet deniyor)
Herkesin bilmediği gizli sebeb. Kâinattaki ve yaradılıştaki İlâhî gaye.
Ahlâka ve hakikata faydalı
Hakimlik, bilgelik.
Sebep.
Felsefe.
hikmetşinas / hikmetşinâs / حكمت شناس
Hakîm, felsefeci.
(Arapça - Farsça)
holding
ing. Bir şirketin diğer bir şirkete, onun idaresine hâkim olacak oranda iştirak etmesini ifade eden hukuki alâka.
hudavend
Allah, Hâlık, Rabb.
(Farsça)
Sâhib, malik, efendi.
(Farsça)
Hükümdar, hâkim.
(Farsça)
hudaver
Sahip, mâlik.
Bey, hâkim, efendi.
hükema / hükemâ / حكما
Hakîmler, bilginler, filozoflar.
(Tekili: Hakîm) Âlimler. Çok bilgili kimseler.
Hakîmler, düşünürler.
Bilgeler, hakîmler.
(Arapça)
hükkam / hükkâm / حكام
(Tekili: Hâkim) Hâkimler.
Hâkimler, söz sahipleri, devlet adamları.
Hakimler.
(Arapça)
hükkam-ı adliyye / hükkâm-ı adliyye
Adliye hâkimleri.
hükm
(Hüküm) Karar. Emir. Kuvvet. Hâkimlik. Amirlik.
İrade. Kumanda. Nüfuz.
Kadılık etmek.
Tesir. Cari olmak.
Makam.
Bir dâvanın veya bir meselenin tedkik edilmesinden sonra varılan karar.
Man: Fikirler ve tasavvurlar arasındaki râbıtayı tasdik veya
hükm-i zımni / hükm-i zımnî
Fık: Zımnen vaki olan hüküm. (Bir kimse diğer bir kimse aleyhine; "Benim filân şahıs zimmetinde sâbit olacak şu kadar lira alacağıma onun emriyle kefil olmuş idin" diye dâva ve o kimse kefâleti ikrar ve borcu inkâr etmekle müddei, borcu isbat ederek hâkim dahi hükmetse bu hüküm kefil aleyhine sarâhe
hükmeden
Yöneten, hakimiyeti altında bulunduran.
hükmü
Hakimiyeti.
hukukçu
Hukuk mütehassısı. Hukuku meslek edinen kimse. Avukat, müdde-i umumi "savcı" ve hâkim.
hüküm-ferma
Hüküm süren, hâkimiyetinde olan.
hükümet / حكومت
Hükümet.
(Arapça)
Hakimiyet.
(Arapça)
Devlet.
(Arapça)
Hükümet sürmek:
Hakim olmak, hükmetmek, hüküm sürmek.
(Arapça)
hükumet-i gayr-i müstakille / hükûmet-i gayr-i müstakille
İstiklâliyet ve hâkimiyet haklarını tamamen haiz olmayıp, diğer bir devletin boyunduruğu altında bulunan hükûmet.
hükumet-i müstakille / hükûmet-i müstakille
İstiklâliyet ve hâkimiyet ve haklarını tamâmen hâiz olan hükümet.
hükümferma
Hükümrân, hüküm süren, hâkimiyetle idare eden.
Hükümrân, hüküm süren. Hâkimiyetle idâre eden.
(Farsça)
hükümran / حكمران
Hâkim, hükümdar. Hüküm ve saltanat süren. Hükümfermâ.
Hüküm süren, hakim olan.
(Arapça - Farsça)
Hükümran olmak:
Hakim olmak.
(Arapça - Farsça)
hümanizm
Lât. Edb: İslâmiyete mugayir ve aykırı eski Yunan ve Lâtin edebiyatı ve felsefesi taraftarlığı hareketi.
Fls: İnsan menfaatını hayatta değer ölçüsü kabul eden ve dine tâbi olmayan, insana aşırı hâkimiyet tanımak isteyen ve maddeperest, dinsiz, imansız bir cereyan, bir fikir ve bâtıl
i'mal
Yapmak. İşlemek. İhdas eylemek.
Kullanmak.
Zabt, idare ve hâkimlik etmek.
Fık: Sözü mühmel bırakmayıp bir mâna ile mukayyed ve yüklü eylemek.
iddianame
Müddei umuminin (savcının), iddialarını topladığı ve soruşturma sonunda mahkemede okuduğu yazı. (Ceza işlerinde hazırlık tahkikatının neticesi, davasının açılması için kâfi olduğu anlaşılırsa savcı bu dâvayı, ya ilk tahkikatın açılması hakkında sorgu hakimine bir talepname veya doğrudan doğruya mahk
imam
Öne geçmek.
Önde ve ileride olan. Delil ve rehber.
Cemaate namaz kıldıran.
İçtihad sahibi zat. Mezheb sahibi olan.
Bir mahallenin lüzumlu işlerine ve içtimaî vazifelerine nezaret eden.
Müslümanların imamı olan halife ve askerlerin başı. Sultan. Hâkim.
ism-i hakim / ism-i hakîm
Her şeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan mânâsında Allah'ın Hakîm ismi.
istanbul efendisi
İstanbul kadıları (hâkimleri). Bu tabir hicri 1000 tarihinden sonra kullanılmağa başlanmış ve daha sonraları terkolunmuştur.
istibdal / istibdâl
Değiştirmek. Hâkimin harâb olmuş vakıf binâsını satıp, semeni (bedeli) ile başkasını alarak mütevellîye (vakfın idârecisine) teslim etmesi.
istimsak
(İmsak. dan) Nefsine hâkim olma, kendini tutma.
kabale
Kadı'nın (hâkimin) verdiği hüccet.
Toptan, götürü ile yapılan satış.
Yahudilerin kendi cemaatlarına verdikleri vergi.
kadı / kâdı
İslâm hukûkuna göre hüküm veren hâkim.
kadi / kadî
Hâkim. Peygamber (A.S.M.) nâmına suçluyu ve suçsuzu ayırıp şeriatla hükmeden hâkim.
Kaza eden.
Kadı, hâkim.
kadi naibi / kadî naibi
Kadıların (hâkimlerin), gitmedikleri yerlere gönderdikleri vekiller.
kadi-ül hacat / kadî-ül hâcât
Bütün ihtiyaçları yerine getiren Hâkim. Allah (C.C.)
kaza
Birdenbire olan musibet. Beklenmedik belâ.
Vaktinde kılınmayan namazı sonradan kılmak.
Allah'ın takdirinin ve emrinin yerine gelmesi.
Hâkimlik, hâkimin hükmü.
İstemeden yapılan zarar.
Hükmeylemek, hüküm.
Bir şeyi birbirine lâzım kılmak.
kazi
(A, uzun okunur) Dâvalara hüküm ve kaza eden. Şeriat kanunlarına göre dâvalara bakan hâkim. Kadı.
Yapan, yerine getiren.
kemal-i me'yusiyet
Her yönden ümitsizliğin hakim olması.
keşfiyat
(Tekili: Keşf) Keşifler. Bulup meydana çıkarılan şeyler.
Cenâb-ı Hakkın ihsan ve ilhamı ile evliyâullahın, hususan evliya-ı izâm hazeratının ve hasseten Kur'ân-ı Hakimin irşadı ile ve feyzi ile Rüesâ-i Evliyâ ve Server-i Kâinat olan Peygamberimiz Resul-i Ekrem (A.S.M.) Efendimizin de
kitab-ı hakim / kitab-ı hakîm
Hikmetli kitap; Kur'ân-ı Hakîm.
kitab-ı rabbani / kitab-ı rabbânî
Allah'ın bu âlemde hakimiyetini ve Rablığını bir kitap gibi anlatan eseri, kâinat.
kudat
(Tekili: Kadı) Kadılar. Şeriat kanunlarıyla hâkimlik edenler.
kur'an-ı hakim / kur'an-ı hakîm
Hakim olan Kur'an-ı Kerim. Hakim: Hikmetli, hikmet sâhibi, yahut çok hâkim ve muhkem mânalarına gelir.
kuzat
Şeriat nâmına hükmeden hâkimler. Kadılar.
lafz-ı hakim / lâfz-ı hakîm
Hakîm kelimesi.
lian / liân
Lânetleşmek. İki kişinin birbirini lânetlemesi.
Fık: Zevc ile zevcenin hâkim huzurunda şer'i usulüne uygun olarak dörder defa şahitlikte bulunduktan sonra, nefislerine lânet ve gadab okumak suretiyle olan yeminleri. Buna: Mülâene, telâun, iltiân da denir.
Lânetleşmek, erkeğin zevcesini (hanımını) zinâ etmekle suçlaması veya bu çocuk benden değildir demesi hâlinde dört şâhid getiremezse, zevcenin isteği üzerine eşlerin hâkim huzûruna çağrılarak usûlüne uygun (âyet-i kerîmedeki bildirildiği şekilde) kar şılıklı yemîn etmeleri ve lânetleşmeleri. Buna mu
makarr-ı saltanat
Saltanat, otorite ve hâkimiyet merkezi.
malik
Sâhib. Malı elinde bulunduran. Bir şeyin mülkiyetini elinde tutan.
Her şeyin sâhibi olan Allah.
Cehennem zebânilerine hâkim ve onları idare eden meleğin adı.
medeniyet-i hakikiye
Gerçek ve doğruların hakim olduğu medeniyet.
mehakim
(Bak: Mahâkim)
mehdi / mehdî
Kıyâmete yakın geleceği, Peygamber efendimiz tarafından haber verilen ve İslâmiyet'i ve adâleti yeryüzüne hâkim kılacak olan mübârek zât.
melekut
Tam bir hâkimiyyetle, Saltanat-ı İlâhiyyenin müessiriyyet ve idâresinin esrarı. Her şeyin kendi mertebesinde, o mertebeye münâsib ruhu, canı, hakikatı. Bir şeyin iç yüzü, iç ciheti.
Hükümdarlık. Saltanat.
Ruhlar âlemi.
melik / melîk
Hâkim-i Mutlak. Hükümdar. Sultan. Memleket sahibi. Padişah. Kadir. (Daimî sıfattır.)
menahic-i hükema / menahic-i hükemâ
Hakîmlerin, ilm-i kelâm âlimlerinin meslekleri ve gittikleri mânevi yollar.
mevcudiyet-i rabbaniye / mevcudiyet-i rabbâniye
Herşeye hâkim olan ve herşeyi istediği şekilde terbiye eden Allah'ın varlığı.
meyl-i tahakküm
İnsanları zorla hâkimiyeti altına alma meyli, eğilimi.
millet-i hakime / millet-i hâkime
Hâkim millet, egemen millet.
Hâkim millet.
monarşi
Hâkimiyetin kaynağı birtek şahısta (Kral, padişah, han v.s.) olduğu kabul edilen devlet şeklidir. Bu şahsın, yani devlet başkanının yanında bir meclis (parlamento) olursa; meşruti monarşi; olmazsa; mutlak monarşi ismini alır. Ayrıca devlet başkanının iş başına gelmesi şekline göre, irsi veya seçimli
(Fransızca)
mülaane / mülâane
Zevcesini (eşini) zinâ ile suçlayan erkeğin dört şâhit getirememesi hâlinde, zevcenin isteği üzerine eşlerin hâkim huzûruna çıkarak usûlüne uygun (âyet-i kerîmelerde bildirilen ifâdelerle) karşılıklı yemin etmeleri ve lânetleşmeleri.
murafaa
Karşılıklı hak iddia ederek konuşmak.
Bir dâvâ için birisini hâkim huzuruna celb ettirmek. Yüzleşerek muhakeme olunmak.
müstantık
İstintak eden, soran.
Mahkemede ilk ifadeyi alan, ilk soruşturma tahkikatı açan hâkim.
Sorgu hâkimi.
Sual soran. Sorguya çeken.
Mahkemede ilk ifadeyi alan sorgu hâkimi.
Sual soran, sorgu hakimi.
müstantik
Sorguya çeken, sorgu hâkimi.
müstedrek-i hakim / müstedrek-i hâkim
(Bak: Hâkim Ebu Abdullah)
mütehakkim
Zorba, zorbalık eden, tahakküm eden. Hâkimlik taslayan.
mütemalik
Kendini tutan, nefsine hâkim olan.
müterafi
Duruşma için hâkime giden.
mütevelli / mütevellî
Bir vakfın işlerini şer'î (dînî) hükümler ve vakf şartları dâiresinde idâre etmek üzere, vakfeden veya hâkim tarafından tâyin edilen kimse.
müzekki
(Zekâ. dan) Temizleyen, ıslâh eden, tezkiye eden.
Huk: Şâhitleri gizli olarak tezkiye eden kimse. Eskiden hâkimler, şâhit olarak gösterilen kişilerin iyi kimse olup olmadıklarını, şehadetlerinin kabul olunabilip olunamıyacağını icab eden kimselerden sorarlar, haklarında; "İyidir" den
nafaka-i makziyye
Fık: Hâkim tarafından takdir olunan nafaka.
naib
(Nevb. den) Vekil, birinin yerine geçen.
Şeriat hâkimi olan kadı vekili.
Nöbet bekleyen.
nazır / nâzır
(Çoğulu: Nüzzâr) Nazar eden, bakan.
Bir idarenin veya dairenin umur ve işlerine bakan en büyük memur. Bir işin idaresine memur reis.
Kabine azalarından herbiri. Nâzır. Vekil. Bakan.
Vâsinin yapacağı tasarruflara nezarette bulunmak üzere musi veya hâkim tarafından tayi
Gören, görücü.
Vakfın işlerini, dînin emirlerine uygun olarak idâre etmek üzere vâkıf (vakıf yapan) veya hâkim tarafından tâyin edilen mütevellînin vakıf işlerindeki tasarruflarını murâkabe (kontrol) etmesi ve gerektiğinde ona re'yleri (görüşleri) ile yardımcı o lması için vazîfelend
nimet-i rabbaniye / nimet-i rabbâniye
Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve hâkimiyeti altında bulunduran Allah'ın nimet ve ihsanı.
pişva
(Pişuva) Reis, baş. Hâkim.
(Farsça)
Mukteda, imâm.
(Farsça)
pişvayan
(Tekili: Pişvay) Reisler, başkanlar. Hâkimler.
rahmaniyyet
Cenab-ı Hakk'ın Rahman oluşu. (Yâni: Gözümüzle görüyoruz, birisi var ki, bize zemin yüzünü rahmetin binlerle hediyeleri ile doldurmuş, bir ziyafetgâh yapmış ve Rahmâniyetin yüz binlerle ayrı ayrı lezzetli taamları içinde dizilmiş bir sofra etmiş ve zemin içini rahimiyyet ve hakîmiyetin binlerle kıym
redd-i hakim / redd-i hâkim
Taraf tutan hâkimi kabul etmeyip reddetmek.
rind
Kalender. Aldırışsız, dünya işlerini hoş gören.
(Farsça)
Laübali meşreb feylesof.
(Farsça)
Bâtını irfan ile müzeyyen olduğu halde zâhiri sâde görünen hakîm. Dış görünüşü laübali olduğu halde, aslında kâmil olan kimse.
(Farsça)
sadi / sâdî
Gülistan isimli ünlü eserin de yazarı olan hakîm bir zat.
şah
Pâdişah. İran veya Afgan hükümdarlarının nâmı.
(Farsça)
Bir yere hâkim olan zât. Sâhip.
(Farsça)
Asıl.
(Farsça)
Atın ön ayaklarını yukarı kaldırarak durması.
(Farsça)
şahid / şâhid
Şâhidlik eden, görüp bilen. Birinin başkasında hakkının bulunduğunu isbat için şehâdet (şâhidlik) ederim demek sûretiyle hâkimin huzûrunda ve hasmın karşısında haber veren.
salibe-i külliye
Man: Bir şeyin nefyine delâlet eden kaziye. Bir şeyin bütün bütün olmadığını veya mevcudattan hiç birisine hâkim ve müessir olmadığını iddia ve isbat eden hüküm.
saltanat / سلطنت
Kudret, kuvvet.
Hâkimiyet, padişahlık.
Tantana, gösteriş, debdebe.
Şatafatlı hayat. Bolluk. Zenginlik.
İdarî kuvvet ve kudret, hâkimiyet, sultanlık, padişahlık.
Hakimiyet.
saltanat alemi / saltanat âlemi
Bir ülkenin hakimiyeti ve yönetimiyle ilgili alan.
saltanat-ı arab
Arapların saltanatı, idaresi, hâkimiyeti.
saltanat-ı daime
Devamlı, kesintisiz bir egemenlik, hâkimiyet.
saltanat-ı ebediye
Sonsuz hakimiyet; Allah'ın sonsuz egemenliği, hâkimiyeti.
saltanat-ı islamiye / saltanat-ı islâmiye
İslâmiyetin hâkimiyeti, saltanatı.
saltanat-ı maddiye ve maneviye / saltanat-ı maddiye ve mâneviye
Maddî ve mânevî yönlerden kurulan egemenlik, hakimiyet.
saltanat-ı mutlaka
Allah'ın bütün varlık âlemi üzerindeki sınırsız hâkimiyeti.
şehadet / şehâdet
Birinin başkasında hakkı bulunduğunu bildirmek için, hâkim karşısında ve iki hasmın yanında, şehâdet ederim diyerek haber vermek.
Şehîdlik, şehîd olmak.
şehbaz-ı edvar-pervaz / şehbâz-ı edvar-pervaz
Her devirde uçarcasına hâkimiyetini kuran.
şehr
Cemâati, en büyük câmiye sığmayan yer veyâ İslâmiyet'in emrini yapabilecek güçte müslüman vâli ve hâkimi bulunan yer.
şehr-i ayin / şehr-i âyin
(Şehrâyin) Şenlik. Büyük hâkimiyet ve kuvvete ait sürur, sevinç, donanma. (İslâmda ilk şehr-i âyin Hz. Peygamber Efendimiz hicret sureti ile Medine'ye vâsıl olunca yapıldı.)
(Farsça)
sultan / sultân
Reis. İslâm Hükümdarı. Hâkimiyet sahibi. Padişah.
Allah. (C.C.)
Kuvvet, kudret ve hâkimiyet sâhibi.
Hükümdar âilesinden olan anne, kız gibi kadınlardan her biri.
Hüccet ve delil.
Kahr ve tegallüb mânasında masdardır. Her şeyin yavuz, şiddet ve satvetin
Hükümdâr, yönetici.
Her şeyin hâkimi olan Allah.
sultan-ı ezel
Sonsuz otorite ve hâkimiyet sahibi Ezelî Sultan, Allah.
tabaka-i hakimiyet / tabaka-i hâkimiyet
Hâkimiyet dairesi.
tahkim
Hakem tayin etmek. Hâkim nasbeylemek.
Kuvvetlendirme. Sağlamlaştırmak, kavileştirmek.
Birisini fesattan men'eylemek.
Mahkemede hasmın dâvalarının açıkça belli olması için hâkimi değiştirmek.
taht-ı hakimiyet / taht-ı hâkimiyet / تَحْتِ حَاكِمِيَتْ
Hakimiyeti altında.
Hakimiyeti altında.
tasallut etmek
Baskı kurmak, hâkim olmak.
tasallut-u medeniyet
Medeniyetin musallat olması, hâkimiyeti.
tebarüz-ü uluhiyet / tebarüz-ü ulûhiyet
Allah'ın yaratıcılık ve herşeye hâkimiyetinin kendisini göstermesi.
tecelli-i hakimiyet / tecellî-i hâkimiyet
Hakimiyetin tecellisi, yansıması.
tedbir
Bir şeyi te'min edecek veya def' edecek yol.
Cenab-ı Hakk'ın Hakîm ismine uygun hareket, riayet.
Bir şeyde muvaffakiyet için lâzım gelen hazırlık.
tehalüf
(Half. dan) Hâkimin her iki tarafa da yemin ettirmesi.
temalük
Nefsini zaptetme. Kendine hâkim olma.
tenafür
Birbirinden kaçmak. Ürkmek.
Uzağa çekilmek.
Bir mes'elenin halli için hâkime başvurmak.
Edb: Kulağa hoş gelmeyen hece veya kelimelerin bir arada bulunması.
teshir
Zaptetme, hâkim olma, zorla ele geçirme.
İtaat ettirme.
Hakir ve zelil etmek.
Büyüleme, sihir yapma, aldatma.
Zaptetme, hakim olma. Zorla ele geçirme. İtaat ettirme. Hakîr ve zelil etmek.
tevhid
Birleme. Bir Allah'tan başka İlâh olmadığına inanma. Lâ ilahe illallah sözünü tekrarlama. Her yerde ve her şeyde Allah'tan başkasının te'sir hâkimiyeti olmadığını anlamak, bilmek ve bilerek yaşamak.
Edb: Allah'ın varlığına ve birliğine dair yazılan manzume.
uluhiyet
İlâhlık.
Allah'ın kâinattaki tasarruf ve hâkimiyeti ile herşeyi kendisine ibadet ve itaat ettirmesi.
ümmet
Cemaat, kavim, taife.
Bir hâkim milletin ashabından olan hey'et-i içtimaiye.
Bir peygambere inanıp onun yolundan giden insanların hepsi. Bir peygamberin Hakka davet ettiği cemaat.
Bir dille konuşan millet.
Arkasına düşülecek bir cemaat veya tarikat.
üstad-ı ezeli / üstad-ı ezelî
Cenab-ı Hak. Bütün ilim ve bilgilerin, marifetlerin öğreticisi. Alîm-i Mutlak ve Hakîm-i Ezelî.
vakıf / vâkıf
Bir şeye hâkim olacak derecede bilgi sahibi olan.
vakıfane / vâkıfâne
Bilerek, hakim olarak.
velayet-i amm / velayet-i âmm
Huk: Umum mallara ve fertlere şâmil olan velayet. (Şeriat hâkimleri, kadılar ve valilerin velayetleri gibi)
vukuf-u tamme / vukuf-u tâmme
Tam vukufiyet, konuya tamamıyla hakim olma.
vukufiyet
Vâkıf olma, meselelere hakimiyet.
yed-i tasarruf
Tasarruf eli; yönetimi ve hakimiyeti altında tutma.
yed-i zapt
Hâkimiyet eli.
yuşa
Hz. Musa'dan (A.S.) sonra peygamber olmuş ve Benî İsrail'i çöllerden kurtarmıştı. Ondan sonra pek çok reisler Yahudilerin idaresinde bulundu, bazan da hâkimsiz kalarak esaret hayatı yaşadılar. Tâ bir müddet sonra İsmail (A.S.) hâkim oldu. Onbir sene Benî İsrail'i idare etti. Sonra içlerinden bir mel
zeberdest
En üstün, galib, hâkim, âmir.
(Farsça)
Mâhir.
(Farsça)
zemin-dar / zemin-dâr
(Çoğulu: Zemindârân) Hâkim. Vâli.
(Farsça)
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
ram olmak
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
Ser-
maslahat-ı amme
bel
marez
Behiştî
Sihun
üstadiyet
gazat
mesr
tuvar
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
HAKİM
AKciğer
fitne
Ukse
ayrılık
Kayıt defteri
MEZAR
çirkin yüzlü
en küçük canlı
Zafer kazanmış