Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
Hüküm
ifadesini içeren
704
kelime bulundu...
adem-i hakimiyet / adem-i hâkimiyet
Hâkimlik ve hükümranlığın bulunmaması.
adem-i kabul
İsbatı tasdik etmemek. Şek, hükümsüzlük. İman hükümlerini lâkaydlıkla karşılamak, nefy ve inkâr etmek, kabul etmemek, göz kapamak gibi câhilâne bir hükümsüzlük. Bir terk, bir cehl-i mutlak.
adem-i medlul / adem-i medlûl
Delilin gösterdiği hüküm ve iddianın olmaması.
adem-i meyl-i saltanat
Hükümdarlığa ve sultanlığa meylinin bulunmaması.
adem-i müraat-ı ahkam / adem-i mürâât-ı ahkâm
İslâmın hükümlerine uymamak.
adl
Hak gözetme, tarafsız hüküm, doğruluk.
afv-i anil ceraha
Huk: Kendisine cinayet yapılmış olan kimsenin, yaralanmadan dolayı malik olduğu kısas, diyet veya hükümet-i adl; yani, ehl-i vukufca tayin edilen diyet hakkını caniye bağışlamasıdır.
ahkam / ahkâm / احكام / اَحْكَامْ
Hükümler, kanunlar.
Hükümler. Allahü teâlânın emirleri ve yasakları. Hükm'ün çokluk şeklidir.
Hükümler, esaslar.
(Tekili: Hüküm) Hükümler. Kanunlar. Nizamlar.
Hükümler, kanunlar.
Hükümler.
Hükümler.
(Arapça)
Hükümler.
ahkam-ı adliye / ahkâm-ı adliye
Adaletle alâkalı hükümler, emirler.
Adliye nezaretinin eski ismi.
ahkam-ı ameliyye / ahkâm-ı ameliyye
Tatbikata ait hükümler, uygulanan kurallar.
ahkam-ı bi-nazir / ahkâm-ı bî-nazîr
Benzersiz hükümler, esaslar.
ahkam-ı din / ahkâm-ı din
Dinin hükümleri, esasları.
ahkam-ı diniye / ahkâm-ı diniye
Dinin hükümleri, esasları.
ahkam-ı ezeli / ahkâm-ı ezelî
Bütün zamanlarda geçerli olan ezelî hükümler, esaslar.
ahkam-ı ezeliyye / ahkâm-ı ezeliyye
Ezelî hükümler, başlangıcı bilinmeyen hükümler.
ahkam-ı fer'iyye / ahkâm-ı fer'iyye
Asla ait olmayan, ikinci derecedeki hükümler.
ahkam-ı fıkhiyye / ahkâm-ı fıkhiyye
Fıkıh ile ilgili hükümler. Bedenle yapılması ve sakınılması lazım gelen şeyler, emirler ve yasaklar.
ahkam-ı ictihadiyye / ahkâm-ı ictihâdiyye
Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîfte açıkça bildirilmeyip, müctehid denilen âlimlerin açıkça bildirilenlere benzeterek elde ettikleri hükümler.
ahkam-ı ilahiye / ahkâm-ı ilâhiye
Allah'ın hükümleri.
ahkam-ı islamiye / ahkâm-ı islâmiye
İslâmın hükümleri.
ahkam-ı islamiyet / ahkâm-ı islâmiyet
İslâmın hükümleri.
ahkam-ı kat'iye / ahkâm-ı kat'iye
Kesinleşmiş hüküm ve esaslar.
ahkam-ı kat'iye-i islamiye / ahkâm-ı kat'iye-i islâmiye
İslâmın kesinleşmiş hüküm ve esasları.
ahkam-ı kudsiye / ahkâm-ı kudsiye
Kutsal hükümler.
ahkam-ı kur'aniye / ahkâm-ı kur'âniye
Kur'ân'ın hükümleri, esasları.
Kur'ân-ı Kerim'in kat'i olan hükümleri, emirleri.
(Farsça)
ahkam-ı memduha / ahkâm-ı memdûha
Yüce ve medhe lâyık hükümler.
ahkam-ı mesture / ahkâm-ı mesture / اَحْكَامِ مَسْتُورَه
Gizli hükümler.
Örtülü (açık olmayan) hükümler.
ahkam-ı müteaddide / ahkâm-ı müteaddide
Çeşitli, birden fazla hükümler.
ahkam-ı nazariye / ahkâm-ı nazariye
Teorik hükümler.
ahkam-ı rububiyet / ahkâm-ı rububiyet / ahkâm-ı rubûbiyet
Allah'ın bütün varlık âlemini kuşatan mâlikiyeti ve rububiyetinin hükümleri.
Allah'ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiyesi ile ilgili hükümler.
ahkam-ı şahsiye / ahkâm-ı şahsiye
Huk: Şahsın kendisini alakalandıran hükümler.
ahkam-ı şer'iye / ahkâm-ı şer'iye
Şeriatın hükümleri, esasları.
ahkam-ı şer'iyye / ahkâm-ı şer'iyye
İslâm dîninde bir işin yapılması veya yapılmaması gerektiğini bildiren hükümler. Emirler ve yasaklar. Bunlara Ahkâm-ı ilâhiyye, Ahkâm-ı İslâmiyye ve Ahkâm-ı Kur'âniyye de denir.
ahkam-ı şeriat / ahkâm-ı şeriat
Şeriatın hükümleri, esasları.
ahkam-ı ubudiyet / ahkâm-ı ubudiyet
Kulluk esasları, kulluğun hükümleri.
ahkam-ı uluhiyyet / ahkâm-ı uluhiyyet
Allahlık hükümleri, ilâhlık hükümleri.
ahkam-ı umumiyye / ahkâm-ı umûmiyye
Umûmî hükümler.
ahkam-ı zımniye / ahkâm-ı zımniye
Açıkça söylenmeyip dolayısıyla anlatılan hükümler, esaslar.
ahkem-ül hakimin / ahkem-ül hâkimîn
Hükümdarların hükümdarı. Hâkimlerin en hâkimi. Cenâb-ı Hak (C.C.)
ahkemu'l-hakimin / ahkemu'l-hâkimin
Hükümdarların hükümdarı, hâkimlerin hâkimi olan Allah.
akaid / akâid
(Tekili: Akide) Akideler. İtikad olunan hakikatlar. İtikada dâir kaziye ve hükümler, esaslar.
Akîdeler, inançlar, dinin itikadî hükümleri.
aks-i dava / aks-i dâva
Zıt hüküm. Karşı dâvâ (Zıt teorem.)
aks-i kaziye
(Mantıkta) Doğru farzedilen bir hükmün, konusu ile yükleminin (mahmulünün) ters çevrilmesi ile zaruri bir sonucun elde edilmesidir. Çeşitli şekilleri vardır. Meselâ : "Her insan canlıdır." sözünde konu olan insan ile, yüklem olan canlı sözü yer değiştirilerek (aksedilerek) şu hüküm elde edilir: "Baz
aks-ün nakiz / aks-ün nakîz
Birbirine zıt olan iki şey.
Man: Mevzuun nakîzini yüklem; ve yüklemin nakîzini de mevzu kılmak. Misâl: "Her aklı başında olan insan Allah'ı tanır" kaziyesinden aks-ün nakîz yolu ile şu hüküm elde edilir: "Allah'ı tanımayanlar, aklı başında olmayan insanlardır."
akziye
(Tekili: Kaza) Hükümler. Kararlar.
Tam cümleler.
al-i abbas / âl-i abbas
Emevilerden sonra 749 senesinden 1258 senesine kadar süren Abbasi hükümdar ailesi.
alem-i melekut / âlem-i melekût
İlâhî hükümranlığın tam olarak tecellî ettiği, görünmeyen, kâinatın iç yüzü.
alem-i melekut ve ervah / âlem-i melekût ve ervâh
Ruhlar âlemi; hiçbir vasıta ve sebebin müdahele etmediği, hüküm ve idaresi doğrudan Allah'ın elinde bulunan âlem.
altın kozak
Padişahlar tarafından yabancı hükümdarlara gönderilen nâme-i hümayunun konulduğu muhafaza.
amelde mezheb
Mutlak müctehid denilen derin âlimin, Kur'ân-ı kerîm, hadîs-i şerîf, icmâ ve Eshâb-ı kirâma âit nakilleri esas alarak, iş ve ibâdetle ilgili hükmü açıkça bildirilmeyen husûslarda çıkardığı hükümlerin hepsi.
analoji
Mant. Benzetme yoluyla sonuç çıkarma. Bilinmeyen bir durum, bir hadise, bir münasebet ve bir varlık hakkında hüküm vermek için bilinen bir benzeri hakkındaki bilgilerden faydalanılarak muhakeme yürütülmesidir. Bu tarz düşünce çok defa düşüneni yanlış sonuca götürür. Muhtemel olanın muhakkak zannedil
anarşi
yun. Başıboşluk. Din ve nizam tanımamak. Din ve nizam düşmanlığı. Birden başıboş kalmak. Başta hükümet olmamak. Hükümetinin otoritesi kalmamış olan bir milletin durumu.
ankara hükumeti / ankara hükûmeti
Demokrat Parti Hükümeti.
arazi-i haraciyye / arâzi-i harâciyye
Harac vergisine tâbi olan topraklar. Müslüman olmayanlardan sulh ile alınıp harac vergisi karşılığında mülkiyeti eski sâhiplerine bırakılan veya harbde zorla alınıp müslüman olmayan sâhiplerinin elinde bırakılan, yâhut zımmînin (müslüman olmayan vata ndaşın) müslüman hükümdârın izni ile işlediği ölü
arazi-i mahlule / arâzi-i mahlule
Huk: Araziyi kullananın intikal sahibi mirasçı bırakmaksızın ölümüyle hükümete kalan arâzi-i emiriye.
arazi-i mülkiye / arâzi-i mülkiye
Hükümet arazisi, hükümet toprağı. Hazine arazisi.
aristokrasi
yun. Âlimlerin ve cemiyette en iyilerin iktidarına dayanan hükümet şekli. Tarihte soylu, imtiyazlı, toprak sahibi, zenginlerin hâkimiyetine dayanan hükümet şekli. Bu şekli ile oligarşi veya plütokrasi adıyla da anılmaktadır. İmtiyazlı azınlığın, çoğunluğu idare etmesidir.
arş-ı rububiyet
Allah'ın büyüklüğünün, hüküm ve egemenliğinin tecelli ettiği yer.
asfiya-i müçtehidin / asfiya-i müçtehidîn
Kur'ân ve sünnetten yola çıkarak hüküm ortaya koyan ve Hz. Peygamberin yolundan giden ilim ve takvâ sahibi kimseler.
ashab-ı kehf / ashâb-ı kehf
Mağara arkadaşları. Bunlar, zamanlarındaki zalim hükümdarlarının şerrinden mağaraya sığınan ve orada yıllarca uyutulduktan sonra tekrar diriltilen, köpekleri ile birlikte, yedi sekiz kişiydiler.
asi / âsî
İsyân eden, emre karşı gelen, itâatsizlik eden.
Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymayan, günâhkâr.
Hükûmete, devlete baş kaldıran. Bâgî.
asl-ı şeriat
Allah tarafından bildirilen hükümlerin aslı, özü, hakikati.
avam / avâm
Amme'nin çoğulu, halk, topluluk.
Müctehid (âyet ve hadîslerden şer'î yâni dînî hükümler çıkaran İslâm âlimi) olmayan, mukallid (yâni mezhebinin usûl ve kâidelerini anlayıp taklîd eden).
Dînî ilimlerden haberi olmayan câhiller.
Olgunlaşmamış, irşâda (öğrenip, aydınlanmaya) muht
ayat-ı mensuha / âyât-ı mensuha
Sâbık olan, geçmişte olan hükümleri beyân eden âyetler.
bab-ı ali / bâb-ı âlî
Yüksek kapı.
Tanzimattan önce sadrazam kapılarının, daha sonra da hükümet dairelerinin çoğunun içinde toplandığı bina.
Mc: Osmanlı Hükümeti.
bab-ı hükümet / bâb-ı hükümet
Hükümet dairesi, hükümet kapısı.
bac / bâc
Vergi.
(Farsça)
Kudretli hükümdarın zayıf olan hükümdardan aldığı vergi.
(Farsça)
Eskiden halktan alınan öşür veya haraç ve gümrük vergisi.
(Farsça)
Renk.
(Farsça)
Çeşit.
(Farsça)
baharistan
İlkbaharın hüküm sürdüğü zaman.
(Farsça)
Yeşil ve çiçekli yer.
(Farsça)
Molla Câmi'nin eseri.
(Farsça)
batalese
Ptolemeos soyundan gelen hükümdarlar.
batıl / bâtıl / باطل
Hükümsüz.
(Arapça)
Boş.
(Arapça)
battal / battâl / بَطَّالْ
Boş. Hükümsüz.
İşsiz.
Metrûk. Kullanılmaz. olan.
Bâtıl. Mensuh ve mefsuh.
Faydasız.
Pek büyük. Hantal.
Bâtıl, hükümsüz.
Hükümsüz.
bedih-ül butlan
Bâtıl olduğu âşikar surette belli. Bâtıl, haksız bir hüküm veya görüş olduğu herkesçe bilinen.
belkıs
Süleyman (A.S.) zamanında, Yemen'de Sebe şehrinde hükümet süren Himyerîlerden bir melikedir.
Süleymân aleyhisselâm zamânında Yemen'de Sebe' şehrinde hüküm süren Himyerîlerden bir kadın sultan.
Bir kadın hükümdar.
beraat-ül istihlal / berâat-ül istihlâl
Bir eserin içindekilerini güzel bir başlangıçla baş tarafında anlatmak. İyi bir alâmet. Güzel bir başlangıç.
Bir ibarede müradif ve mukni birkaç kelime bulunması, hüsn ve insicamdaki ibarenin vech-i mergub üzere te'lif ve terkibi.
Maaş, rütbe, nişan için hükümetçe bildirilen
beri / berî
(Berâet. den) Kurtulmuş. Temiz. Kayıt ve hüküm altında olmayan. Zimmeti bulunmayan adam. Hiçbir karışıklık, kusur ve noksanı olmayan. Hastalıktan sâlim olan.
berrani / berranî
(Berr. den) Sahra ve kıra ait. Yabani.
Hâricî, zâhirî.
Şer'î hükümlere uymayan.
bi-meal / bî-meal
Hükümsüz, mânasız, saçmasapan söz.
(Farsça)
biat
Bağlılığını, itimadını bildirmek. Birisinin hakemliğini veya hükümdarlığını kabul etmek. El tutarak bağlılığını alenen izhar etmek. Bağlılığını tazelemek.
Rey vermek.
bürokrasi
Hükûmet dairelerinde aşırı kırtasiyecilik, muamele çokluğu. İşlerin yürütülmesinde şekilciliğin ve idarî işlemlerin ağır basması hâli. Devlet görevlilerinden meydana gelen zümre veya sınıf. Memurlar sınıfı. Bürokrasi, her çeşit rejimde tahakküm vasıtası olmaktadır. Oysa İslâmiyet'te devlet makamları
(Fransızca)
butlan-ı mana / butlan-ı mânâ
Mânânın batıl, yanlış ve hükümsüz oluşu.
çavuş
Vaktiyle divanlarda hükümdarların hizmetinde bulunan yaver veya muhzır gibi subaylara denilirdi. Tanzimattan evvelki Osmanlı saray teşkilatında çavuşlar, padişahın yaverleri ve çavuşbaşı mabeyn müşiri idi.
Onbaşıdan üstte ve assubaydan alttaki derecede olan asker.
İşçilerin b
celaleddin-i harzemşah
(Vefâtı M.: 1231) Mengü berdi (Allah verdi) ismi de verilir. Harzemşah soyunun 7nci ve son hükümdarıdır. Tarihte cesaret ve irfanı ile tanınmıştır. O zamanın deccalı olan Cengiz'in kahır ve şiddeti karşısında İrân ve Turân korku ve zillete düştüğünde Celâleddin, Cengiz'in ordularını müteaddit defala
cellad / cellâd
İdama mahkum olanların hükümlerini infaz etmeye vazifeli olan adam.
cem
Hükümdar, melik, şah.
Hz.Süleyman'ın (A.S.) nâmı.
İskender'in bir ismi.
cengiz
(Temuçin) Moğol Devleti'nin hükümdarlığını yapmıştır. İslâmî medeniyetleri ve kıymetleri tahribeden zâlim ve müstebid bir hükümdar olarak tarihe geçen bir kimsedir. Milâdi 1229'da ölmüştür. Asrının deccalıdır.
Zâlim bir hükümdar.
cevad-ı melik
Çok cömert hükümdar.
cihan-ban / cihan-bân
Cihanın bekçisi, dünyanın koruyucusu olan. Allah. Hükümdar.
(Farsça)
cihan-cuy
Dünyaya hâkim olmaya çalışan sultan, hükümdar.
(Farsça)
cihan-sitan
Cihanı zapteden. Padişah, hükümdar.
(Farsça)
cihandar / جهاندار
Büyük hükümdar, imparator.
(Farsça)
cihangir / cihangîr / جهانگير
Büyük hükümdar, imparator.
(Farsça)
cihangiri / cihangîrî / جهانگيری
Büyük hükümdarlık, imparatorluk.
(Farsça)
cihangüşa / cihângüşâ / جهانگشا
Dünyayı feth eden, fatih hükümdar.
(Farsça)
cihanpesend
Dünyaya meydan okuyan, hükümlerini dünyaya kabul ettiren.
circis / circîs
Îsâ aleyhisselâmdan sonra gönderildiği rivâyet edilen peygamber veya velî. Şam diyârında ve Filistin'de yaşadı. Îsâ aleyhisselâmın dîninin hükümlerini insanlara bildirdi.
cülusiyye / cülûsiyye / جلوسيه
Taht'a çıkan hükümdarlar veya padişâhlar için yazılmış yazı veya söylenmiş şiir.
Hükümdarın tahta çıktığı ilk gün verdiği bahşiş.
Tahta çıkan hükümdarın dağıttığı bahşiş.
(Arapça)
Tahta çıkan hükümdar için yazılan şiir.
(Arapça)
cumhuriyet
Devlet reisi, millet veya Millet Meclisleri tarafından seçilen hükümet şekli. Demokraside temsili hükûmet şekli. Halkın hür olarak seçtiği temsilciler (Millet vekilleri ve senatörler) aracılığı ile egemenliğini, (hâkimiyetini) kullanmasına dayanan hükûmet şekli. Cumhuriyetin birbirinden farklı üç ta
cümle
Bütün, hüküm bildiren söz.
cürha
Birtek yara.
şehadette yani şahidlikte bir tek hükümsüzlük sebebi.
dadar
Allah (C.C.)
(Farsça)
Adaletli, âdil, doğru olan hükümdar.
(Farsça)
dahhak
Çok gülen. Çok gülücü.
İran'da eski tarihte yaşamış çok zâlim bir hükümdarın adı.
daire
Resmi hükümet makamlarından her biri.
Yazıhane.
Büyük bir idare adamının makamı.
Ev veya apartman katı.
Bir manevi te'sirin hükmü geçtiği mahal.
Sınır içi.
Büro, büyük ev, konak.
Çember, düz yuvarlak şekil.
Mat: Merkezden aynı u
daire-i hükm
Hüküm alanı, karar dairesi.
daire-i resmiye
Hükûmet dairesi, resmi daire.
daire-i şeriat
Allah tarafından bildirilen emir ve yasaklara dayanan hükümlerin bulunduğu daire.
danyal aleyhisselam / danyal aleyhisselâm
İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. Mûsâ aleyhisselâmın dîninin hükümlerini insanlara tebliğ etti (duyurdu).
dara / dârâ / دارا
Eski Fars hükümdarlarından dokuzuncusu Keykubat'ın bir ismi.
(Farsça)
Hükümdar.
(Farsça)
Cenab-ı Hakk'ın bir ismi.
(Farsça)
Sahip.
(Farsça)
Büyük hükümdar.
(Farsça)
darayi / darayî
Sahib, mâlik olma.
(Farsça)
Hüküm sürme, hâkimiyet kurma.
(Farsça)
Bir nevi kumaş.
(Farsça)
darül harb
(Dâr-ül harb) Harp yeri. Müslümanlarla gayr-i müslimler arasında sulh akdedilmemiş memleket. Kâfirlerin ve onların gayr-i islâmi hükümlerinin hâkim olduğu yer.
daver / dâver / داور
Cenab-ı Hakk'ın (C.C.) bir ismidir.
Âdil, insaflı ve doğru olan hükümdar, vezir veya hâkim.
Yargıç.
(Farsça)
Hükümdar.
(Farsça)
Tanrı.
(Farsça)
daveri / dâverî
Hâkimlik, hükümdarlık.
(Farsça)
Mahkeme ve dâvâ.
(Farsça)
Kötü ile iyiyi birbirinden ayırt etme.
(Farsça)
Kavga, mücadele.
(Farsça)
davud aleyhisselam / dâvûd aleyhisselâm
Kur'ân-ı kerîmde adı geçen ve İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. Hem peygamber, hem sultân yâni hükümdâr idi. Soyu Yâkûb aleyhisselâmın Yehûda adlı oğluna ulaşır. Süleymân aleyhisselâmın babasıdır. Kudüs'te doğdu. Orada yaşadı ve orada vefât etti.
delail-i enfüsiye
Kişinin kendi nefsinde olan deliller. Yani vücudun gerek maddi ve gerek (vicdan ve hisler gibi) mânevi yapısında olan ve imana ait hükümleri isbat eden delillerdir.
demokrasi
yun. (Demos: Halk; Kratia: İdare, iktidar) Halk iktidarına dayanan hükümet şekli. Devlet iktidarını elinde bulunduranların, halkın çoğunluğunun iradesiyle seçildiği hükümet şeklidir. Tatbikatı üç şekildir:1- Vasıtasız hükümet şekli: Halk, devlet iktidar ve hâkimiyetini vasıtasız olarak kullanır. Kan
demokrat idare
Demotrat Parti hükümeti.
dereziler / derezîler
Anuştekin ed-Derezî adlı bir bâtınî dâî (propagandacı) tarafından ortaya çıkarılan bozuk yol. Bunlar; Bâtıniyyeden ayrılarak ortaya çıkan, Fâtımî hükümdârı Hâkim bi-emrillah'ın ilâh olduğuna ve onun vezîri Hamza'nın imamlığına inanırlar. Kelimenin do ğrusu Derezî olup, yanlış olarak Dürzü denilmekte
desatir-i hükumet / desâtir-i hükûmet
Hükümetler ve yönetimler tarafından konulan yasalar.
devlet-meab
Devletin saadet ve ihtişamının sığınacağı yer, hükümdar.
devlet-medar
Büyüklük merkezi olan (hükümdar)
devr-i batıl / devr-i bâtıl
Man: Kısır devir. Bir hükmü ikinci bir hüküm ile, bunu da birincisi ile isbatlamaya çalışma yolu.
devr-i sabık / devr-i sâbık
Bir önceki hükümet. Geçmiş devir.
dirhem-i urfi / dirhem-i urfî
Bir memlekette kullanılması âdet olan veya hükûmetlerin kabûl ettikleri belli ağırlıktaki dirhem.
divan-ı harb-i örfi / divan-ı harb-i örfî
İttihad ve Terakki hükûmeti zamanında kurulan ve oldukça sert kararlar alan sıkıyönetim mahkemesi.
diyanet
Dindarlık. Dinin hükümlerine riâyet ve muktezasınca amel etmek. Din emirlerinin hüsn-ü ihtiyar ile tatbiki. Din işleri.
diyanet ve şeriat-ı islamiye / diyanet ve şeriat-ı islâmiye
Allah tarafından bildirilen emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi; İslâmiyet.
diyanet ve şeriat-i islamiye / diyanet ve şeriat-i islâmiye
İslâm dini ve şeriatı; Allah tarafından bildirilen hükümlerin hepsi, İslâm.
düldül
Peygamber Efendimize (a.s.m.) Mısır hükümdarınca hediye edilen katırın ismi.
dürer-i ahkam / dürer-i ahkâm
İnci tanesi gibi çok değerli hükümler, esaslar.
eazım-ı müçtehidin / eâzım-ı müçtehidîn
Âyet ve hadisler başta olmak üzere, diğer dinî delillerden hüküm çıkarma bilgi ve kabiliyetine sahip olan büyük İslâm âlimleri.
ebu firas el-hamedani / ebû firâs el-hamedânî
Meşhur Arap şâirlerindendir. 932 yılında Musul'da doğdu. Hamedan devleti hükümdarı Seyfü'd-Devle'nin himâyesinde yetişti. Arap milletinin asâleti ve Seyfü'd-Devle'yi öven çok sayıda kaside ve mersiye yazdı. 968 tarihinde öldü.
ehl-i hall ve akd
Hükümet ve Cumhurbaşkanının seçme ve azletme yetkisine sahip olan meclis.
ehl-i hükumet / ehl-i hükûmet
Hükümette olanlar yöneticiler.
ehl-i hükümet
Hükümete mensup kimseler, milleti idare edenler.
ehl-i re'y
İçtihadda, dînî hükümleri bildirmede İmâm-ı A'zam ve Irâk âlimlerinin yoluna tâbi olanlar. Bunlara ehl-i kıyâs, eshâb-ı re'y de denir.
ehl-i rivayet / ehl-i rivâyet
Dînî kaynaklardan hüküm çıkarırken Hicâz âlimlerinin yoluna tâbi olanlar. Bunlara; ehl-i hadîs, ehl-i eser de denir.
ehl-i zahir / ehl-i zâhir
Âyet ve hadislerin sadece lâfızlarına, şeklî mânâlarına göre tefsir yapıp hüküm veren âlimler.
ekalliyet
(Akalliyet) Bir hükümetin tebaiyyeti altında yaşayan, yabancı din ve milliyete mensub olup, ekseriyeti teşkil etmeyen halk. Azlık. Azınlık.
el-hakem
Haklıyı haksızı ayıran, hükmeden, her hakkı yerine getiren hüküm sahibi Allah.
el-hükmü li'l-ekser
Hüküm çoğunluğa göre verilir.
el-hükmü li'l-galib
Hüküm güçlü ve kuvvetli olanındır.
elbette
(Te'kid edâtı) Kat'i veya kat'iye yakın hükümlerde kullanılır. Yazılı sözlerde daha çok "elbet" şeklinde geçer.
elhükmü-li-l ekser
Çokluğa, ekseriyete göre karar verilir. Hüküm ekseriyete göredir.
elhükmü-lillah
Hüküm Allah'ındır.
elhükmülilekser
Hüküm eksere göre verilir.
erd-şir
Eski İran hükümdarlarından bazılarının adıdır.
(Farsça)
erkan ve ahkam-ı zaruriye / erkân ve ahkâm-ı zaruriye
İslâmın yerine getirilmesi zorunlu temel esasları ve hükümleri.
erkan-ı hükumet / erkân-ı hükûmet
Hükûmetin ileri gelenleri.
erkan-ı hükümet / erkân-ı hükümet
Hükümetin ileri gelenleri, esas üyeler.
ermiya aleyhisselam / ermiyâ aleyhisselâm
İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. Hârûn aleyhisselâmın neslindendir. Mûsâ aleyhisselâmın dîninin hükümlerini bildirmekle vazîfelendirilmişti.
eshab-ı tahric / eshâb-ı tahrîc
Hanefî mezhebinde, kısa bildirilmiş olup, iki türlü anlaşılabilen hükümleri açıklayarak bir mânâsını seçen dördüncü tabaka âlimleri.
eshab-ı temyiz / eshâb-ı temyîz
Hanefî mezhebinde, fıkıh âlimlerinin altıncı tabakası. Bunlar kuvvetli hükümleri zayıf olanlardan, zâhir haberleri (İmâm-ı Muhammed'in Hanefî mezhebinin temeli olan meşhûr altı kitâbında bildirdiği haberleri), nâdir haberlerden (İmâm-ı Muhammed'in, İmâm-ı a'zâm ve talebelerinin diğer kitâblarda bild
eshab-ı tercih / eshâb-ı tercîh
Hanefî mezhebinde, fıkıh âlimlerinin beşinci tabakası. Bunlar, ictihâd gücüne sâhib olmayan, sâdece bağlı oldukları mezhebdeki müctehidlerin ictihadları (verdikleri hükümleri) arasından delili kuvvetli olan ictihâdı seçen âlimlerdir.
evar
Hükümet dairelerine ait defterler, resmî defterler.
(Farsça)
İmaret.
(Farsça)
evreng-nişin
Tahtta oturan, hükümdar.
(Farsça)
evreng-zib
Tahtı süsleyen. Hükümdar, padişah.
(Farsça)
ezel-ebed sultanı
Başlangıç ve sonu olmaksızın, hüküm ve saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan.
fakih / fakîh
Fıkıh âlimi. Dînin amelî (yapılacak işlerle ilgili) hükümlerinde mütehassıs âlim. Çoğulu fukahâdır.
Müctehid. Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkca bildirilmemiş olan hükümleri, açık ve geniş olarak bildirilenlere benzeterek meydana çıkarabilen derin âlim. İctihâd derecesine
farziye
(Çoğulu: Farziyyât) Bazılarına göre kabul edilir sayılan. Mevhum ve itibarî olan. Aslı isbat edilmemiş hüküm.
fasl
(Fasıl) İki şey arasındaki ek yeri. Mafsal.
Hak söz. Hak ile bâtılın arasını fark ve temyiz ile olan hüküm ve kaza. (Buna "Faysal" da denir) Halletmek. Ayrılma. Çözme.
Bölüm.
Mevsim.
Aynı makamda çalınan şarkı.
Çocuğu memeden kesmek.
Birini zem
fatımi / fatımî
(Fâtımiyye) Hz. Fatıma Sülâlesinden olmak iddiasında bulunan, önce kuzey Afrika, sonra Mısırda hükümet süren sülâleye mensub meliklerin takındıkları isimdir. (Mi: 910-1171) İsmâiliye nâmında bâtıl fırkadandırlar. Salâhaddin-i Eyyubî, ordusu ile, Fâtımîlerin hâkimiyetine son verdi.
fatımiler / fâtımîler
Aslen mecûsî olan Meymûn el-Kaddah'ın neslinden gelen Ubeydullah bin Sa'îd'in etrâfında toplanan, kendilerinin hazret-i Fâtıma'nın neslinden geldiklerini iddiâ eden; Mısır, Kuzey Afrika, Filistin ve Sûriye'de 910-1171 seneleri arasında hüküm süren, Eshâb-ı kirâm düşmanlığını yaymaya çalışan hânedân
faysal / فَيْصَلْ
Karar. Hüküm. Fasıl. Hall.
Kesin hüküm; karmaşık bir meseleyi kesin hatlarıyla çözümleme, yanlışı doğrudan ayırma.
Karar, hüküm.
fehva / fehvâ
Mânâ, anlam, mefhum, kavram, hüküm.
fer'i hüküm / fer'î hüküm
Temele ait olmayan hüküm, dallara ait hüküm.
feraiz / ferâiz
(Tekili: Farîze) Allah'ın farz kıldığı ibadetler, yapılması mecburi olan din emirleri.
Şeriatın hükümleriyle mirasçılar arasında mal taksimi bilgisi. İslâmın miras hukuku.
ferman
Kesin emir, hüküm, bildiri.
ferman-ferma
Hüküm süren, emir veren, emir buyuran, hüküm fermâ.
ferman-reva
Pâdişah, hükümdar.
(Farsça)
Emri kabul edilen.
(Farsça)
fesh
Bozmak. Hükümsüz bırakmak. Kaldırmak.
Zayıf olmak.
Bilmemek. Cehil.
Re'y ve tedbiri ifsad eylemek.
Zaif-ül akıl. Zaif-ül beden.
Tembellik yüzünden gayesine erişemeyen.
Unutmak.
Tıb: Beden âzalarının mafsallarını yerinden çıkarıp ayırmak
fetret
Uyuşukluk, zayıflık.
Vahy ve semavî hükümlerin sükûn zamanı olduğu için, iki peygamber-i zişan devirleri arasındaki zaman.
Vukuu âdet halinde olan şeyin kesilme zamanı veya kesilmesi.
İki vakıa arasındaki geçen zaman. Terakki ve teâli devirleri arasındaki hareketsiz,
Aynı cinsten iki hâdise (olay) arasındaki kesinti devresi.
İki peygamber veya iki hükümdâr arasında peygambersiz ve hükümdârsız geçen zaman.
fette
Açmak.
Yardım.
Hüküm.
fetva / fetvâ
Dinî hüküm, karar.
Bir meseleyle ilgili dinî hüküm.
feyyil
Zayıf hüküm.
fıkıh
(Fıkh) Derin ve ince anlayış. Bir şeyi, hakkı ile, künhü ile bilmek. İnsanlar arasındaki ilişkilerle ilgili olarak dinî hükümleri ayrıntılı delilleriyle bilmek. Müslümanlar, müslüman olmaları itibariyle Allah'ın emirlerine tâbidirler, uyarlar. Fıkıh ilmi, hangi şartlarda Allah'ın hangi emrin
fıkıh-fıkh
Bir şeyi anlayıp bilme,
Şeriat ilmi, şeriatın usül ve hükümleri, amelî ve şer'î meseleler bilgisi. Hukuk bilgisi.
fir'avn
Mısır'da, hususan Hazret-i Musa (A.S.) zamanında Allah'a isyan edip ilâhlık dâvasında bulunan, Musa Peygamber'e inanmayan hükümdar.
İlâhlık iddia eden dinsiz, azgın ve şaşkın insan.
Firavun, eski Mısır hükümdarlarına verilen ünvan.
Tanrılık iddiasında bulunduğu için Hz. Musa'nın mücadele ettiği Mısır hükümdarı.
Çok kibirli, gururlu ve inat adam, Firavn.
füru' / fürû'
(Tekili: Feri') Bir kökten ayrılmış kısımlar. Dallar. Budaklar.
Bir sülâleden gelmiş torunlar. Çocuklar.
Fık: Cüz'î hüküm ve kaideler. Ahkâm-ı cüz'iyye.
Dal, asıldan türeyen. Fer'in çokluk şeklidir.
Fıkıh ilminde (İslâm hukûkunda) çocuklar, torunlar ve onların çocukları.
Ahkâm-ı şer'iyye yâni İslâm dîninde ibâdet, münâkehât (nikâh, boşanma, nafaka), muâmelât (alış-veriş, ticâret, kirâlama v.b) ve ukûbâtla (cezâlarla) ilgili hükümler.
geçer akça
Rayiç para yerine kullanılır bir tabirdir. Bu tabir, eskiden halk arasında yapılan senetlerde, hükümet tarafından akdolunan mukavelelerde kullanılırdı.
(Türkçe)
giti-ban / gîtî-ban
Hükümdar, padişah.
(Farsça)
gümüş kozak
Tar: Eskiden hükümdarlara gönderilen nâme-i hümayunların konulduğu mahfaza. Nameler atlas keseye konur, sonra da kozaya geçirilirdi. Kozakların gümüşten yapılmış olanları olduğu gibi altundan, şimşirden de yapılanları vardı. Altundan olanlar imparatorlara, gümüşten olanlar da küçük devlet reislerine
hadd-i evsat
Man: Hadd-i asgar ile hadd-i ekberden çıkartılan diğer bir hüküm veya netice. Meselâ: Âlem hâdistir. Bunu, bu dâvayı isbat için: "Çünkü: Âlem mütegayyerdir ve her mütegayyer hâdistir" dediğimizde: Âlem, "hadd-i asgar"; hâdis, "hadd-i ekber", mütegayyer, "hadd-i evsat" olur.
hadis-i nasih / hadîs-i nâsih
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin, son zamanlarında söyleyip, önceki hükümleri değiştiren hadîs-i şerîfleri.
hadisat-ı ahkam / hâdisât-ı ahkâm
Hükümlere zemin oluşturan hadiseler.
hakan
Hükümdar.
Eski Türklerde hükümdar mânasınadır.
hakan-ı mağfur
Ölmüş hükümdar.
hakem / حَكَمْ
Nihâyetsiz hikmet ve hüküm sâhibi (Allah).
hakim / hâkim
"Hüküm veren, hak ve adalet üzere hükmeden, başkasını müdahale ettirmeden idare eden" mânâsında ilâhî isim.
Hakim, yargıç, hüküm veren, hükmeden, hükümran olan, üstün olan.
hakim-i adaletpişe / hâkim-i adaletpîşe
Adaletli hükümdar.
hakim-i adil / hâkim-i âdil / حَاكِمِ عَادِلْ
Adâletli hüküm sâhibi.
hakim-i ezel / hâkim-i ezel
Hükümranlığı ve hâkimiyeti bütün zamanları kaplayan Allah.
hakim-i mutlak / hâkim-i mutlak / حاَكِمِ مُطْلَقْ
Nihayetsiz hüküm sâhibi (Allah).
hakim-i zalim / hâkim-i zâlim
Zâlim hükmedici, zâlim hükümdar.
hakim-üş şer' / hâkim-üş şer'
Kadılar (hâkimler) için kullanılan bir tâbirdir. Kadılar davaları şer'î hükümler dairesinde hall ü faslettikleri için bu tâbir meydana gelmiştir. Şeriat hâkimi demektir.
hakimiyet / hâkimiyet / حَاكِمِيَتْ
Hükümrânlık.
hakimiyet-i amme / hâkimiyet-i âmme / حَاكِمِيَتِ عَامَّه
Umumî hükümrânlık.
hakimiyet-i mutlaka / hâkimiyet-i mutlaka / حَاكِمِيَتِ مُطْلَقَه
Sınırsız hükümrânlık.
hakimiyet-i umumiye
Genel hâkimiyet, hükümranlık, egemenlik.
hal'
Kaldırma. Kal' etme.
Hükümdarı tahttan indirmek. Azletmek.
Mansıb ve mesnetten ihraç etmek.
Elbise gibi şeyleri soymak.
Bir şeyi izâle edip ayırmak ve terketmek.
Karısını boşamak. Evlâdını evlâdlıktan reddetmek.
hal' edilme
Hükümdarın tahttan indirilmesi.
Boşanmış olmak.
Kovulmuş olmak.
halife
Öncekinin yerine geçen.
Fık: İlâhî, yâni şer'î hükümlerin tatbik ve icrası için Peygamber'e (A.S.M.) vekil olan zât. İmam. İmamet-i kübra. (Namazda imama uyan cemaat gibi, halifeye de şer'î emirlerde öylece itaat edilir. Halifede aranan dört şart: İlim, adalet, kifayet, a'zâ ve havâs
han / hân
Hükümdar. Eski Türklerde Hakan da denen devlet reisi.
(Farsça)
Hükümdar.
hanan
(Tekili: Hân) Hânlar, hükümdarlar, pâdişahlar, kağanlar.
(Farsça)
harbiye nazırı
Askerlik işleriyle alâkalı dairenin başında bulunan memura verilen ünvandır. Kuva-yı Milliyenin Anadolu'da kurduğu hükümette "Milli Müdafaa Vekili" adını taşıyan bu ünvan, Osmanlı Hükümetine 1908 Temmuz inkılâbı arifesinde kurulan Said Paşa kabinesiyle girmiştir. Ondan evvel "Serasker" adını taşıyor
has ahur
Tar: Hükümdarın hayvanlarına mahsus ahır.
hasafet
Rey sağlamlığı. Hükümde kuvvet ve olgunluk.
haşmet-i saltanat-ı maneviye / haşmet-i saltanat-ı mâneviye
Mânevî hükümranlığının azameti, büyüklüğü.
haşmetli
(Haşmetlü) Tar: Haşmet sâhibi mânâsına gelir ve ecnebi hükümdarlarına verilen bir ünvandır.
hasredilme
Bir hüküm v.s. bir şeye ait kılınma, sınırlandırılma.
hassa ordusu
Hükümdarın kendine mahsus ordusu.
hatm
Hâlis, saf.
Sağlamlaştırma, muhkemleştirme.
Hüküm ve kazâ icabettirme.
havakin / havakîn
(Tekili: Hâkan) Hükümdarlar, hakanlar, padişahlar, başbuğlar.
havza
Bir hükümetin idaresi altında bulunan bütün ülkeler.
hikmet-i hükumet / hikmet-i hükûmet / حِكْمَتِ حُكُومَتْ
Hükûmetin gözettiği fayda.
Hükûmetin icrâatındaki asıl maksad.
hila'
(Tekili: Hil'at) Hükümdar veya vezirler tarafından bir kimseye mükâfat olarak giydirilen kaftanlar, hil'atlar.
hilafet
Bir kimseye halef olmak ve onun yerine geçmek.
Din ve dünya işlerinde umumi reislik. İmam-ül Mü'minîn olan zât, şer'î hükümlerin icrasında Peygamberimiz Hz. Muhammed'e (A.S.M.) halef olduğu için hilafet vazifesini alana Halife denmiştir. Buna İmamet-i Kübra da denir.Hilafet, 1517 (Hi
hılk
Hükümdar mührü.
Çok mal.
hırz-ı binefsihi / hırz-ı binefsihî
İçerisinde mal ve eşya saklamak için yapılmış, hazırlanmış ve içine izinsiz girilemiyen ev, dükkân, çadır, depo vs. gibi mahaller. (Kasa, sandık, dolap, çuval da bu hükümdedir.)
hisbet
İyiliği emr edip kötülükten alıkoymak husûsunda, hükûmet adamlarının bizzat işe karışıp gerekeni yapmaları. İhtisâb da denir.
hudavend
Allah, Hâlık, Rabb.
(Farsça)
Sâhib, malik, efendi.
(Farsça)
Hükümdar, hâkim.
(Farsça)
hudavendi / hudavendî
Hudavendilik, sâhiplik, hükümdarlık.
(Farsça)
hudavendigar / hudavendigâr
Hükümdar, âmir, efendi, sahib.
(Farsça)
Osmanlı padişahlarından 1. Murad Han Gazi'nin (1362 - 1389) lâkabıdır ve bu sebeple, şehzadeliğinde valilik yaptığı Bursa vilâyetine de Cumhuriyete kadar bu nam verilmişti.
(Farsça)
hudaygan / hudaygân
Büyük hükümdar, yüce sultan, ulu pâdişah.
(Farsça)
hudud
(Tekili: Hadd) Sınırlar, hudutlar.
Uçlar. Bucaklar.
Şeriatın cezâ hükümlerinin tatbiki.
hükema ve ulema-yı zahiri / hükemâ ve ulemâ-yı zâhirî
Zahire ve dış görünüşe göre hüküm veren alimler ve filozoflar.
hükm / حكم
(Hüküm) Karar. Emir. Kuvvet. Hâkimlik. Amirlik.
İrade. Kumanda. Nüfuz.
Kadılık etmek.
Tesir. Cari olmak.
Makam.
Bir dâvanın veya bir meselenin tedkik edilmesinden sonra varılan karar.
Man: Fikirler ve tasavvurlar arasındaki râbıtayı tasdik veya
Hüküm, yargı.
Hüküm, emir, kesin karar.
(Arapça)
Hükmünde:
Yerinde, gibi.
(Arapça)
Hükmünü almak:
Yerine geçmek, gibi olmak.
(Arapça)
hükm-i adil / hükm-i âdil
Huk: Adalet üzere verilmiş olan hüküm.
hükm-i gıyabi / hükm-i gıyabî
Huk: Taraflardan biri hazır olmadığı halde verilen hüküm.
hükm-i karakuşi / hükm-i karakuşî
Karakuş hükmü.
Mc: Hesaba kitaba gelmiyen, mantığa uymayan hüküm.
hükm-i kaza
Allah tarafından evvelce verilmiş olan hüküm.
hükm-i külli / hükm-i küllî
Allahü teâlâya âit hüküm, emir.
hükm-i müleffak
Helâl ve haram, emir ve yasak, ibâdet ve tâatte, belli bir mezhebin hükümlerine uymayıp, birkaç mezhebin hükümlerini karıştırarak kolayına geleni seçtiği hüküm.
hükm-i tecrübi / hükm-i tecrübî
Tecrübe ile elde edilen hüküm.
Tecrübe neticesi hâsıl olan karar.
hükm-i vicahi / hükm-i vicahî
Huk: Tarafların her ikisinin de veya vekillerinin hazır bulundukları hâlde verilen hüküm.
hükm-i vicdani / hükm-i vicdanî
Vicdana ait hüküm. Vicdanî kanaatla verilen hüküm.
hükm-i zımni / hükm-i zımnî
Fık: Zımnen vaki olan hüküm. (Bir kimse diğer bir kimse aleyhine; "Benim filân şahıs zimmetinde sâbit olacak şu kadar lira alacağıma onun emriyle kefil olmuş idin" diye dâva ve o kimse kefâleti ikrar ve borcu inkâr etmekle müddei, borcu isbat ederek hâkim dahi hükmetse bu hüküm kefil aleyhine sarâhe
hükm-ü adilane / hükm-ü âdilâne
Adalet üzere verilen hüküm.
hükm-ü fetva / hükm-ü fetvâ
Fetvanın verdiği hüküm, yargı.
hükm-ü imani / hükm-ü imanî
İmanî hüküm.
hükm-ü manevi / hükm-ü mânevî
Mânevî hüküm, idare.
hükm-ü tecrübi / hükm-ü tecrübî
Tecrübeyle elde edilmiş hüküm.
hükm-ü zihni / hükm-ü zihnî
Zihnin verdiği hüküm.
hükm-ü zımni / hükm-ü zımnî
Gizli, kapalı, örtülü hüküm.
hükmen
Hüküm yoluyla, hükmünde ve değerinde olarak.
hukuk
(Tekili: Hakk) Haklar.
İnsanın cemiyet hayatında riâyet etmesi lâzım gelen kaideler, esaslar, yâni; şer'i ve adli hükümler. Haklıyı haksızdan ayıran kaideler.
Şeriat kitablarında yazılı olan haklar, kanunlar ve kaideler.
Üniversitenin hukuk tahsili yaptıran kısmı.
hukuk-u siyasiyye / hukuk-u siyâsiyye
Siyasi haklar. Memleket idâresini ve halkın hakkını tanıyan hükümlerin tamamı.
hukuk-u tabiiyye
İnsanın fıtratında bilkuvve mevcut olup, hak ile bâtılı, iyi ve fenayı bildiren ve insanların toplu bir şeklide yaşamalarını mümkün kılan hükümler.
hüküm
Bk. hükm
Hüküm vermek:
Kesin karar vermek.
hüküm-ferma
Hüküm süren, hâkimiyetinde olan.
hükumat / hükûmat
(Tekili: Hükûmet) Hükûmetler.
hükümat / حكومات
Hükümetler.
(Arapça)
hükümdar / hükümdâr / حكمدار
Padişah, hüküm sâhibi. En yüksek reis. İmparator.
(Farsça)
Hüküm sahibi, devlet başkanı.
Padişah, sultan, hüküm sahibi.
(Arapça - Farsça)
hükümdar-ı adil / hükümdar-ı âdil
Adaletli hükümdar.
hükümdaran
(Tekili: Hükümdâr) Hükümdarlar, Padişahlar.
hükümdarane
Hükümdar gibi, hükümdara yakışır bir surette.
hükümdari / hükümdarî / hükümdârî
Hükümdarlık, padişahlık, şahlık.
(Farsça)
Hükümdarlık.
(Arapça - Farsça)
hükümet / حكومت
Hükümet.
(Arapça)
Hakimiyet.
(Arapça)
Devlet.
(Arapça)
Hükümet sürmek:
Hakim olmak, hükmetmek, hüküm sürmek.
(Arapça)
hükumet konağı / hükûmet konağı
Devlet memurlarının bulunduğu bina. Bunun yerine: "Bab-ı hükûmet, daire-i hükûmet" tabirleri de kullanılırdı.
hükumet-i adile / hükûmet-i âdile
Âdil hükümet.
hükümet-i arabiye
Arap hükümeti.
hükumet-i cumhuriye / hükûmet-i cumhuriye
Cumhuriyet hükûmeti.
Cumhuriyet hükûmeti.
hükümet-i cumhuriye
Cumhuriyet hükümeti.
hükumet-i demokrasi / hükûmet-i demokrasi
Demokrasi hükûmeti.
hükumet-i gayr-i müstakille / hükûmet-i gayr-i müstakille
İstiklâliyet ve hâkimiyet haklarını tamamen haiz olmayıp, diğer bir devletin boyunduruğu altında bulunan hükûmet.
hükumet-i hazıra / hükûmet-i hazıra
Şimdiki hükûmet.
hükumet-i hilkat / hükûmet-i hilkat
Yaratılış hükümeti.
hükumet-i islamiye / hükûmet-i islâmiye
İslâm hükümeti.
hükümet-i islamiye / hükümet-i islâmiye
İslâm hükümeti.
hükumet-i islamiye-i ömeriye / hükûmet-i islâmiye-i ömeriye
Hz. Ömer dönemindeki İslâmî hükûmet.
hükumet-i ittihadiye / hükûmet-i ittihadiye
İttihad ve Terakkî Partisi hükümeti.
hükumet-i meşrua / hükûmet-i meşrua
Hukuka, kanuna uygun hükûmet.
hükumet-i meşruta / hükûmet-i meşruta
Meşrutiyet idaresi, Meşrutiyet hükûmeti.
Meşrutiyetle idare olunan hükûmet.
hükumet-i meşruta-i meşrua / hükûmet-i meşruta-i meşrua
Şeriata uygun meşrutiyet hükûmeti.
hükumet-i milliye / hükûmet-i milliye
Millî hükümet, idare.
hükumet-i müstakille / hükûmet-i müstakille
İstiklâliyet ve hâkimiyet ve haklarını tamâmen hâiz olan hükümet.
hükumet-i müstebid / hükûmet-i müstebid
Baskıcı, diktatör hükûmet.
hükumet-i müstebidde / hükûmet-i müstebidde
İstibdatla idare olunan hükûmet.
hükumet-i müstebide / hükûmet-i müstebide
Ülkeyi istibdatla, dikta ile yöneten hükûmet.
hükümet-i müstebide / حكومت مستبده
İstibdat hükümeti.
hükumet-i zaife / hükûmet-i zaife
Zayıf hükûmet.
hükümferma / hükümfermâ
Hükümrân, hüküm süren, hâkimiyetle idare eden.
Hükümrân, hüküm süren. Hâkimiyetle idâre eden.
(Farsça)
Hüküm süren.
Hüküm süren.
hükümferma olan
Hüküm süren.
hükümfermalık / hükümfermâlık
Hüküm sürme.
hükümlü
Bir hüküm ve emri bildiren.
Mahkemece hüküm giymiş kimse.
hükümname
Bir mahkeme veya hey'etin hüküm ve kararını hâvi vesika. Hükmü ihtiva eden kâğıt.
(Farsça)
hükümran / حكمران / hükümrân / حُكُمْرَانْ
Hâkim, hükümdar. Hüküm ve saltanat süren. Hükümfermâ.
Hüküm süren, hakim olan.
(Arapça - Farsça)
Hükümran olmak:
Hakim olmak.
(Arapça - Farsça)
Hüküm süren.
hükümrani / hükümrânî / حكمرانى
Hüküm sürme, padişahlık.
(Arapça - Farsça)
hülagu / hülagû / hülâgu
Kan dökücü bir hükümdar.
Mi: 1258' de Bağdadı zaptederek halkını kılıçtan geçirmiş, Abbasi Halifesi Musta'sımı ve bütün âile efradını öldürtmüştür. Cengiz Hanın torunu, Tülay Hanın oğludur. Tarihde en çok kan döken hükümdar olarak bilinir. Abbasi Devletini yıkan Moğol Başkumandanıdır.
hulle
İslâmî nikâh hükümlerine göre üç defâ boşanmış bir kadının, tekrar aynı adam tarafından alınabilmesi için; başka bir erkek tarafından nikâhlanıp, düğün ve vaty olduktan sonra boşanması.
hümayunname
Padişah tarafından bir hükümdara gönderilen mektub.
(Farsça)
hünkar / hünkâr
Hükümdar. Padişah. Sultan.
(Farsça)
huruc alessultan
Meşru hükümete karşı kıyam ve isyan etme.
husrev
Hükümdar, şah.
(Farsça)
hüsrev / خسرو
Hükümdar, padişah.
(Farsça)
i'lanname
İçinde ilân yazılı olan kâğıt.
(Farsça)
Bir hususun herkese ilân edilmesi için hükümetçe hazırlanıp bastırılan resmi kâğıt.
(Farsça)
ibtal
Battal etmek. Çürütmek. Hükümsüz bırakmak.
ibtida-i cülus
Hükümdarlığın başlangıcı. Tahta çıkışın ilk zamanları.
iç kale
Kale duvarlarıyla çevrilmiş şehir ve kasabaların bazılarının ortasında ve en yüksek yerinde yapılan küçük kaleler. Bu çeşit kalelere "bâlâ hisâr" da denilirdi. Bu iç kaleler, düşmanın, surları geçmesi hâlinde veya şehirde bir isyân çıktığı zaman, hükümdar veya kumandanın çekilip kendini müdafaa etme
(Türkçe)
ici / icî
Atmaca.
(Farsça)
Hükümdar vekili.
(Farsça)
icma-ı ümmet / icmâ-ı ümmet
Aynı asırda yaşamış olan İslâm âlimlerinden müçtehit olanların, şeriatın bir meselesi hakkında verilen hükümde birleşmeleri, dinî bir konuda söz birliği etmeleri.
icma-i ümmet
Ist: Aynı asırda yaşamış olan İslâm âlimlerinden müctehid olanların, şeriatın bir mes'elesi hakkında verilen hükümde birleşmeleridir.
icraat-ı hükumet / icraat-ı hükûmet
Hükûmetin icraatı.
ictihad / ictihâd
Kudret ve kuvvetini tam kullanarak çalışmak. Gayret etmek. Çalışmak.
Anlayış.
Kanaat.
Fık: Şeriatın fer'î mes'elelerine âit hükümleri, İslâm müçtehidlerinin, usulüne uygun olarak, Kur'an ve Hadis-i Şeriflerden çıkarmaları ve bunun için tam gayret etmiş olmaları. Böyle
İnsan gücünün yettiği kadar zahmet çekerek, çalışma. Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmemiş olan işlerin hükümlerini açıkça bildirilenlere benzeterek meydana çıkarma.
Âyet ve hadîslerden hüküm çıkarma, içtihat.
içtihad
Dinen kesin olarak belirtilmeyen bir konuda Kur'ân ve hadisten hüküm çıkarma.
içtihad-ı hata / içtihad-ı hatâ
Yanlış ve hatâlı hüküm çıkarma.
içtihad-ı şer'i / içtihad-ı şer'î
Şeriat hükümlerine dayanarak yapılan içtihad.
ictihadat / ictihâdât
Hüküm çıkarmalar.
içtihadat / içtihadât
İçtihatlar; dinen kesin olarak belirtilmeyen konularda Kur'ân ve hadîse dayanarak hüküm çıkarma işlemleri.
içtihadat-ı şer'i / içtihadât-ı şer'i
Şeriat hükümlerine dayanarak yapılan içtihatlar.
içtihadi / içtihadî
İçtihatla ilgili; dinen kesin olarak belirtilmeyen bir konuda Kur'ân ve hadise dayanarak hüküm çıkarmayla ilgili olan.
idare-i hükumet / idare-i hükûmet
Hükümet idaresi.
idare-i mutlaka
Bir hükümdarla idare. Bir hükümdarın idare ve yönetimi altında bulunan devlet. Mutlakiyet idaresi.
idhad
İptal etmek, hükümsüz bırakmak.
ihaze
Kalkanın elle tutulacak olan yeri.
Timar. Hükümdarın verdiği arazi.
ihdar
(Heder. den) İptal etme, battal etme, hükümsüz bırakma.
Boşa harcama.
ihtiyat hazinesi
Tar: Savaş ve diğer fevkalâde masraflara karşılık olmak üzere sarayda biriktirilen paralar. Gelirleri havass-ı hümayun hâsılatı, ganimetlerin beşte biri ve başka hükümdarlardan gelen hediyelerdi. Buna "iç hazine" veya "enderun hazinesi" de denilirdi.
ik'ad
Bir hükümdarın tahta oturtulması. Oturtmak.
ilga
Kaldırmak. Hükümsüz bırakmak. Lağvetmek. Bâtıl eylemek.
Kaldırmak, lağvetmek, hükümsüz bırakmak.
ilhan
Tar: Cengizlilerin İran kolunun Hülâgu hanedanının hükümdarlarına verilen ünvan.
ilm-i usul / ilm-i usûl / عِلْمِ اُصُولْ
Delillerden hüküm nasıl çıkarıldığını öğreten ilim. (Usul-ü fıkıh, Usul-ü şeri'at veya hikmet-i teşriiye de denir.)
Delillerden hüküm çıkarmayı öğreten ilim.
ilmihal / ilmihâl
"Hâl ilmi" mânâsında herkese gerekli olan dinî hükümleri bildirmek maksadıyla yazılan kitaplara verilen isim.
ilyas
Benî İsrail peygamberlerinden olup, Kur'an-ı Kerim'de ismi geçen ve Tevrat'ta "Ella" diye mezkûr olan bir Peygamberin ism-i mübarekidir. M.Ö. 9. asırda yaşamış olup ondan sonra Elyesa (A.S.) Peygamber olmuştur. İlyâs (A.S.), zamanının hükümdarıyla çok mücadele etmiş, çok zaman mağaralarda yaşamış, ç
imam-ı müçtehid
Müçtehid imam; Kur'ân ve sünnetten yola çıkarak hüküm ortaya koyan büyük İslâm âlimi.
imparator
Lât. Büyük kral. Birkaç devlete hükmünü geçiren büyük hükümdar. Tahta çıkan kadın olursa ona imparatoriçe denir.
imza-yi padişahi / imza-yi padişahî
Padişahın imzası. Osmanlı Padişahları tarafından vaktiyle hükümdarlara yazılan name-i hümayunların kenarlarına altun yaldızla imza konurdu. Bunlara imza-yı padişahî denilirdi.
infaz-ı ahkam / infaz-ı ahkâm
Hükümleri yerine getirme, uygulama.
infisah
Hükümsüz kalma, fesholma. Bozulma.
inkılab-ı hükumet / inkılâb-ı hükûmet
Hükûmet inkılâbı, yönetim değişimi.
ıskat
Düşürmek. Düşürülmek. Aşağı atmak. Hükümsüz bırakmak.
Silmek.
Ölünün azaptan kurtulması ümidi ile ölen kimse nâmına dağıtılan sadaka.
iskat
Düşürme, aşağı alma.
Hükümsüz bırakma, iptal etme.
iskender
Sayısız beldeler fethetmiş bir hükümdar.
ism-i adl ve hakem
Allah'ın haklıyı haksızdan ayırıp her hakkı yerine getirdiğini ve herbir şey hakkında adaletle küllî hüküm verdiğini bildiren isimleri.
ism-i hakem
Allah'ın haklıyı haksızdan ayırdığını, her hakkı yerine getirdiğini ve hüküm sahibi olduğunu ifade eden ismi.
ism-i hakem ve hakim / ism-i hakem ve hakîm
Varlıklar hakkında küllî hüküm veren ve o hükme göre sebepleri ve eşyayı hikmetle sevk eden Allah'ın ismi.
ispehbed
Başbuğ, hükümdar, hâkan, kağan.
(Farsça)
iştat
Adaletsizlik edip hükümde zulmetme.
istatistik
Hüküm çıkarmak için bilgi toplama ve sınıflandırma ilmi.
Bir neticeye varmak veya bir hüküm çıkarmak için metodlu olarak mevcud lüzumlu şeyleri toplayıp sayı hâlinde göstermek işi ve bu işle meşgul olan ilim.
(Fransızca)
istibdad-ı hükumet / istibdad-ı hükûmet
Hükûmetin baskısı, despotluğu.
istidlal / istidlâl / استدلال
Delil getirme, hüküm için çıkarımda bulunma.
Delil getirme, delile dayanarak hüküm çıkarma.
Delil ile hüküm çıkarma, akıl yürütme, delillerin ışığında yargıda bulunma.
(Arapça)
istihraç
Delillerden hareketle hüküm çıkarma.
istihrac / istihrâc / استخراج
Çıkarma.
(Arapça)
Hüküm çıkarma.
(Arapça)
Anket.
(Arapça)
İstihrâc etmek:
Çıkarmak.
(Arapça)
istihraci / istihracî
Eldeki delillerden hüküm çıkarır tarzda.
istihsan
Beğenmek, güzel bulmak. Bir şeyin iyi olduğu kanaatında bulunmak. Beğenilmek.
Fık: Kıyası terkedip, nassa, yani, âyet ve hadis-i şeriflerin hükümlerine en uygun olanı almak. Şeriatta; zorlaştırmayan hükümle, râcih delil ile amel etmektir.
Güzel bulma, güzel görme.
Kıyas denilen delîlin iki kısmından birisi olan hafî (gizli, kapalı) kıyas, yâni asl (hakkında açıkça hüküm bulunan şey) ile, fer' (hakkında açıkça hüküm bulunmayan şey) arasında müşterek (ortak) olan ve aslın hükmünün fer'e verilmesine sebeb olan illetin (vasfın, ö
istikra / istikrâ
Ayrı ayrı olaylardan genel bir hüküm çıkarma.
istikra'
Gezmek, dolaşmak, etraflı bilgi edinmek. Ayrı ayrı hâdiselerdeki müşterek vasıflara dikkat ederek umumi bir netice çıkarmak. Umumi araştırmak. Fertten umuma âit hüküm sâhibi olmak.
istikra-i tam / istikrâ-i tâm
Tümevarım, endüksiyon; bir bütünü oluşturan parçaların hepsini inceleyerek o bütün hakkında hüküm vermek.
istikraen / istikrâen
Eldeki verilerden hareketle genel bir hüküm verme şeklinde.
istinbat / istinbât / استنباط
Eldeki delillerden yeni hükümler çıkarma.
Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmemiş hükümleri, bilgileri, açıkça bildirilenlere benzeterek, meydana çıkarmak.
Anlam çıkarma, hüküm çıkarma.
(Arapça)
istinbat-ı ahkam / istinbat-ı ahkâm
Hüküm çıkarma.
istinbatat
Bir söz veya bir işten gizli bir mânâ ve hüküm çıkarma işlemleri.
iştitat
Zulmetme. Haksızlık etme. Hükümde ve sair işlerde eziyet etme.
izzü-d-devle
Tar: Müslüman hükümdarları tarafından sık sık kullanılan ve devlete değer veren, devletin değeri mânâsına gelen bir ünvan.
jüri
Bir mesele hakkında hüküm vermek için toplanan heyet.
ing. Herhangi bir mes'ele için hüküm vermek üzere toplanan hey'et, cemaat.
jurnal
İlk önce gazete ve rapor mânasına kullanılırken sonradan "hükümete ihbar" gibi olan hâdiselere denilmeğe başlandı. İhbar, şikâyet, polis raporu. İnsanı kötüleyerek verilen haber veya rapor.
(Fransızca)
kaan
Hükümdar, hâkan.
kabul-i adem
Kalben ademi kabul etmektir. Hakkı inkâr etmek, hatalı bir hüküm ve itikattır. Hak mesleği kabul etmeyip indi ve şahsi görüşünü ileri sürerek başka bir yolda gitmektir, bir iltizamdır. İmânın zıddına şahsi görüşüne tâbi olmak, bâtılı kabul etmektir.
kademiyye
Ayak bastı parası.
Eskiden hükûmete ait bir davetiye veya emri tebliğ etmek için gönderilen memura, masrafları karşılığı olarak verilen ücret.
kadı / kâdı
İslâm hukûkuna göre hüküm veren hâkim.
kahraman
(Çoğulu: Kahramanan) Yiğit, cesur, bahadır.
(Farsça)
Fars mitolojisinde Rüstem'in yendiği kişi.
(Farsça)
İş buyuran, hüküm sâhibi.
(Farsça)
kahya / kâhya
Büyük konaklarda ev işlerini idare eden kimselerle san'at ve ticaret sahiplerinin işlerine bakmak üzere hükümet tarafından seçilen kimselere eskiden verilen addır.
kaide-i külliye
Açık ve sarih olan kaide ve hüküm. Herşey hakkında tatbik edilebilen, umumi kaide.
kaide-i külliyye
Açık, sarih olan hükümler, genel kurallar.
kaideten
Kaide ve hükümlere göre. Kurala uygun olarak.
kalemrev
Bir hükümdar veya hükümetin hükmünün geçtiği yer.
(Farsça)
kanun-u saltanat
Saltanat, hükümranlık kânunu.
kanun-u sarahat-i kur'aniye / kanun-u sarâhat-i kur'âniye
Kur'ân'daki açıkça belirtilen kanunu, hüküm.
karar
Hüküm, çare, düzenlilik, ölçülülük, tahmin.
kasti hüküm / kastî hüküm
Bir şeyin bizzat kendisi hakkında "bu doğrudur veya yalandır" şeklinde verilen hüküm; bilerek, birinci derecede karar konusu.
katar
Arabistan yarımadasında müstakil bir devlettir. İstiklâlini 1/1/1971 de ilân etmiştir. Hükümet merkezi Doha şehridir. Üç yanı denizle çevrilidir. Halkı müslümandır. Resmi lisanı Arapçadır.
kavl-i kadim / kavl-i kadîm
İmâm-ı Şâfiî'nin Bağdâd'daki ilk ictihâdlarına (Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerden çıkardığı hükümlere) verilen ad. Bunlara onun mezheb-i kadîmi de denir. İmâm-ı Şâfiî, kavl-i kâdimini el-Hucce adlı eserinde topladı. Mısır'a yerleşince, muhîtin (y örenin) örf ve âdetlerini de nazar-ı îtibâra (dik
kayser
Eski Roma ve Bizans imparatorlarının lakabı, hükümdar.
kayseri / kayserî
Hükümdarlık, imparatorluk, kayserlik.
(Farsça)
kaza
Birdenbire olan musibet. Beklenmedik belâ.
Vaktinde kılınmayan namazı sonradan kılmak.
Allah'ın takdirinin ve emrinin yerine gelmesi.
Hâkimlik, hâkimin hükmü.
İstemeden yapılan zarar.
Hükmeylemek, hüküm.
Bir şeyi birbirine lâzım kılmak.
kazai / kazaî
Kaza ile alâkalı. Hüküm vermeğe ait.
kazaya / kazâyâ
(Tekili: Kaziye) Kaziyeler. Hükümler.
Kaziyeler, hükümler, önermeler.
Kaziyeler, hükümler.
kazi
(A, uzun okunur) Dâvalara hüküm ve kaza eden. Şeriat kanunlarına göre dâvalara bakan hâkim. Kadı.
Yapan, yerine getiren.
kaziye / قَضِيَه
Hüküm, fikir.
Man: Hüküm. Bir hükmü ifâde eden kelâm.
Karar. Fikir. İfâde.
Hak veya bâtıl mâna ifade eden söz.
Hükmeylemek.
Hükümet.
Hüküm.
Hüküm.
kaziye-i bedihiyye
Man: Delil ile isbata muhtaç olmaksızın, aklın cezmen hüküm ve tasdik eylediği hüküm. Bu iki kısma ayrılır:1- Kaziye-i bedihiyye-i akliyye: Aklın hârice danışmayarak ve havassın (hislerin) tavassut ve yardımına muhtaç olmayarak tasdik eylediği kaziyeye denilir ki; akıl mücerret mevzu ve mahmulünü ta
kaziye-i külliye
Man: Hüküm mevzuunun cemi efradına şâmil olan kaziyye. "İnsanların cümlesi nâtıktır" gibi.
kaziye-i mahsusa
Man: Mevzuu yalnız bir fertten ibaret olup da hüküm onun üzerine olan kaziyyedir. Buna Kaziye-i şahsiyye dahi denir. "İstanbul en büyük şehirlerin birincisidir" gibi.
kaziye-i makbule
Kabule mazhar olmuş hüküm ve iddia. İtimad edilir zâtların söyledikleri ve bu itimada binâen kabul edilen kaziyye.
Çoğunluk tarafından kabul edilen önerme, hüküm.
kaziye-i muhayyele
Man: Kizb olduğu mâlum iken nefsin ya münbasit ya münkabız olduğu kaziyye. Hayali olan hüküm.
kaziye-i muhkeme
Tam, sağlam hüküm. Temyizin tasdikinden geçmiş, değişmez hâle gelmiş mahkeme kararı ki, böyle bir karara mazhar olan herhangi birşey hakkında tekrar dava açılamaz; dâva mevzuu yapılamaz. Aksi takdirde kanun namına kanunsuzluk yapılmış olur. Buna "Kaziye-i mahkumun bihâ" da denir.
Kesinleşmiş hüküm, bir daha bozulamayacak karar.
kaziye-i mümkine
Mümkün olan hüküm, kaziyye.
Mümkün olan hüküm; olabilirlik içeren önerme.
kaziye-i mümkine ve mutlaka
Sınırları belirlenmemiş imkân dahilindeki hüküm.
kaziye-i şartiyye
Man: İki cümleden ibâret, fakat bunlardan birinde olan hüküm diğerinde gösterilen şarta mütevakkıf olan, yâni; aralarında mülâzemet ve irtibat bulunan kaziyedir.
kaziye-i şartiyye-i muttasıla
Man: Mevzu ile mahmulü birer cümle olmakla, birinde bir şeyin üzerine olunan hüküm, diğerinde gösterilen şarta mütevakkıf olan kaziyyedir. (Eğer bir cisim ağır ise, bir yere yerleştirilmedikçe düşer gibi.)
kaziye-i tabiiye
Normal hüküm, doğal hüküm.
kaziye-i tasdiki / kaziye-i tasdikî
Delillerle tasdik edilip onaylanan hüküm, önerme.
kaziye-i ula / kaziye-i ûlâ
Birinci kaziye, birinci önerme, hüküm.
kaziye-i vahide / kaziye-i vâhide
Tek bir hükümden oluşan önerme.
kaziye-i zanniye
Man: Karineler ve emârelerden alınmış olan kaziyyeye denir ki; akıl galip zan ile hüküm eylerse de, onun nakzını dahi tecviz eder, bu cihetle zanniyatın cümlesi nazaridir.
kaziyye
Önerme, hüküm.
kaziyye-i bedihiyye
Bedîhî kaziyye, isbata muhtaç olmayan açık hüküm.
kaziyye-i muhkeme
Kesin hüküm, değişmez ilke.
kemal-i içtihad / kemâl-i içtihad
Tam ve mükemmel bir içtihad; dinen kesin olarak belirtilmeyen bir konuda Kur'ân ve hadisten hüküm çıkarma.
keyan
(Tekili: Key) şahlar, hükümdarlar, keyler, hakanlar.
(Farsça)
keyani / keyanî
Şaha ait. Hükümdarla alâkalı.
(Farsça)
kırat-ı urfi / kırât-ı urfî
Kullanılması âdet olan ve hükûmetin kabûl ettiği miskâl ve dirhemden küçük bir ağırlık birimi.
kisra / kisrâ
Husrevden muarreb veya galat olan bu isim Sa'sâniler sülâlesinden olan Eski İran padişahlarına ve bilhassa Nevşirvan'den sonrakilere verilmiş olup, Rum imparatorlarına Kayser, Çin hükümdarlarına Fağfur ve Hakan denildiği gibi, bunlara da Kisra denilirdi.
Eski İran hükümdarlarının lakabı.
Eskiden İran hükümdarlarına verilen isim.
Eski iran hükümdarı.
kisra-yı faris / kisrâ-yı fâris
Eski İran hükümdarı, kralı.
kişvergir
Ülke tutan. Pâdişah, hükümdar.
(Farsça)
kişverhüda
Hükümdar, pâdişah.
(Farsça)
kitab / kitâb
Edille-i şer'iyyenin (İslâm dînindeki hükümlerin, din bilgilerinin) birinci kaynağı olan Kur'ân-ı kerîm.
Amel defteri.
kitab-ı şeriat ve ahkam / kitab-ı şeriat ve ahkâm
Kanun ve hükümler kitabı.
kıyas
Bir şeyi bir şeye benzeterek veya ona göre tutarak hüküm verme.
Benzetme, genel kurala uydurma.
Hakkında âyet ve hadis olan benzerlerine göre hükmetme.
Benzetmek, karşılaştırmak, mukâyese. İki şeyi birbiri ile karşılaştırmak. Benzeterek hüküm ve muhâkeme etmek.
Man: Doğru kabul edilen iki hükümden bir üçüncü hükmü çıkarmak.
Fık: İki belli şeyden birinin mahsus olan hükmünü, yâni, bu hükmün mislini, aralarındaki müttehid ille
kıyas-ı fukaha
Hakkında açıkça âyet ve hadis bulunmayan mes'elelere dâir; ilim ve irfanda allâme ve mütebahhir, ilmi ile amelde ve Sünnet-i Seniyyeye ittiba ve imtisalde, ibadet ve taatta, takva ve verada, züht, azimet ve riyazetle, terakki ve taâli eden müctehid fukaha tarafından kıyas ile verilen hüküm.
konsolos
İtl. Yabancı ülkelerde yurttaşlarının haklarını korumak ve bağlı bulunduğu hükümete siyasî ve ticarî bilgileri vermekle vazifeli hariciye memuru.
kudsi rejim / kudsî rejim
Dinî yönetim; İslâmın ve Kur'ân'ın mukaddes hükümlerinin uygulandığı yönetim.
küfr
Örtmek; hakkı örtmek, kapamak, Hakk'ı inkâr etmek. Dinde bilinmesi ve inanılması zarûrî olan şeyleri ve ahkâm-ı şer'iyyeden (dînî hükümlerden) tevâtüren (kesin olarak) bildirilenleri inkâr etmek ve dinden olduğu herkesçe bilinen bir şeyi kabûl etmemek.
külliye ise
Kapsamlı ve genel ise; hüküm bir sınıf veya türün bütün fertlerini kapsıyor ise.
kur'an'ın ahkamı / kur'ân'ın ahkâmı
Kur'ân'ın hükümleri, esasları.
kürsi / kürsî
Oturulacak yüksekçe yer. Câmilerde vâizin, medreselerde müderrisin oturduğu yer.
Taht, serir. Erike. Koltuk.
Kaide.
Merkez.
Vazife.
Saltanat, kudret ve mülk.
Başkent, hükümet merkezi.
Mânevi makam.
Arş'ın altına bir semâ tabakas
Makam.
Arşın altındaki sema tabakası; Allah'ın yer ve gökleri kaplayan hükümranlığı ve ilminin tecellî ettiği yer.
kürsi-nişin
Tahtta oturan hükümdar, pâdişah.
(Farsça)
Vâli.
(Farsça)
Câmide vaaz eden.
(Farsça)
kut'ül amare / kut-ül amare / كوتول امار
Kut'ül Amare ne demektir?
Yeni kurulan Osmanlı 6. Ordusu'nun Komutanlığı'na atanarak 5 Aralık'ta Bağdat'a varan Mareşal Colmar Freiherr von der Goltz Paşa'nın emriyle Irak ve Havalisi Komutanı Miralay (Albay) 'Sakallı' Nurettin Bey'in birlikleri 27 Aralık'ta Kut'u kuşattı. İngilizler Kut'u kurtarmak için General Aylmer komutasındaki kolorduyla hücuma geçti ancak, 6 Ocak 1916 tarihli Şeyh Saad Muharebesi'nde 4.000 askerini kaybederek geri çekildi. Bu muharebede 9. Kolordu Komutanı Miralay 'Sakallı' Nurettin Bey görevinden alındı ve yerine Enver Paşa'nın kendisinden bir yaş küçük olan amcası Mirliva Halil Paşa (Kut) getirildi.
İngiliz Ordusu, 13 Ocak 1916 tarihli Vadi Muharebesi'nde 1.600, 21 Ocak Hannah Muharebesi'nde 2.700 askeri kaybederek geri püskürtüldü. İngilizler mart başında tekrar taarruza geçti. 8 Mart 1916'da Sabis mevkiinde Miralay Ali İhsan Bey komutasındaki 13. Kolordu'ya hücum ettilerse de 3.500 asker kaybederek geri çekildiler. Bu yenilgiden dolayı General Aylmer azledilerek yerine General Gorringe getirildi.
Kut'ül Amare zaferinin önemi
Kût (kef ile) veya 1939’dan evvelki ismiyle Kûtülamâre, Irak’ta Dicle kenarında 375 bin nüfuslu bir şehir. Herkes onu, I. Cihan Harbinde İngilizlerle Türkler arasında cereyan eden muharebelerden tanır. Irak cephesindeki bu muharebeler, Çanakkale ile beraber Cihan Harbi’nde Türk tarafının yüz akı sayılır. Her ikisinde de güçlü düşmana karşı emsalsiz bir muvaffakiyet elde edilmiştir.
28 Nisan 1916’da General Townshend (1861-1924) kumandasındaki 13 bin kişilik İngiliz ve Hind askerlerinden müteşekkil tümenin bakiyesi, 143 günlük bir muhasaradan sonra Türklere teslim oldu. 7 ay evvel parlak bir şekilde başlayan Irak seferi, Basra’nın fethiyle ümit vermişti. Gereken destek verilmeden, tecrübeli asker Townshend’den Bağdad’a hücum etmesi istendi.
Bağdad Fatihi olmayı umarken, 888 km. yürüdükten sonra 25 Kasım 1915’de Bağdad’a 2 gün mesafede Selmanpak’da miralay Nureddin Bey kumandasındaki Türk ordusuna yenilip müstahkem kalesi bulunan Kût’a geri çekildi. 2-3 hafta sonra takviye geleceğini umuyordu. Büyük bir hata yaparak, şehirdeki 6000 Arabı dışarı çıkarmadı. Hem bunları beslemek zorunda kaldı; hem de bunlar Türklere casusluk yaptı.
Kût'a tramvayla asker sevkiyatı
İş uzayınca, 6. ordu kumandanı Mareşal Goltz, Nureddin Bey’in yerine Enver Paşa’nın 2 yaş küçük amcası Halil Paşa’yı tayin etti. Kût’u kurtarmak için Aligarbi’de tahkimat yapan General Aylmer üzerine yürüdü. Aylmer önce nisbî üstünlük kazandıysa da, taarruzu 9 Mart’ta Kût’un 10 km yakınında Ali İhsan Bey tarafından püskürtüldü.
Zamanla Kût’ta kıtlık baş gösterdi. Hergün vasati 8 İngiliz ve 28 Hindli ölüyordu. Hindliler, at eti yemeği reddediyordu. Hindistan’daki din adamlarından bunun için cevaz alındı. İngilizler şehri kurtarmak için büyük bir taarruza daha geçtiler. 22 Nisan’da bu da püskürtüldü. Kurtarma ümidi kırıldı. Goltz Paşa tifüsten öldü, Halil Paşa yerine geçti. Townshend, serbestçe Hindistan’a gitmesine izin verilmesi mukabilinde 1 milyon sterlin teklif etti. Reddedilince, cephaneliği yok ederek 281 subay ve 13 bin askerle teslim oldu. Kendisine hürmetkâr davranıldı. Adı ‘Lüks Esir’e çıktı. İstanbul’a gönderildi. Sonradan kendisine sahip çıkmayan memleketine küskün olarak ömrünü tamamladı.
Böylece Kûtülamâre’de 3 muharebe olmuştur. İngilizlerin kaybı, esirlerle beraber 40 bin; Türklerinki 24 bindir. Amerikan istiklâl harbinde bile 7000 esir veren İngiltere, bu hezimete çok içerledi. Az zaman sonra Bağdad’ı, ardından da Musul’u ele geçirip, kayıpları telafi ettiler. Kût zaferi, bunu bir sene geciktirmekten öte işe yaramadı.
Bu harbin kahramanlarından biri Halil Paşa, Enver Paşa’nın amcası olduğu için; diğer ikisi Nureddin ve Ali İhsan Paşalar ise cumhuriyet devrinde iktidar ile ters düştüğü için yakın tarih hafızasından ustaca silindi. 12 Eylül darbesinden sonra Ankara’da yaptırılan devlet mezarlığına da gömülmeyen yalnız bunlardır.
Binlerce insanın kaybedildiği savaş iyi bir şey değil. Bir savaşın yıldönümünün kutlanması ne kadar doğru, bu bir yana, Türk-İslâm tarihinde dönüm noktası olan çığır açmış nice hâdise ve zafer varken, önce Çanakkale, ardından da bir Kûtülamâre efsanesi inşa edilmesi dikkate değer. Kahramanları, yeni rejime muhalif olduğu için, Kûtülamâre yıllarca pek hatırlanmadı. Gerçi her ikisi de sonu ağır mağlubiyetle biten bir maçın, başındaki iki güzel gol gibidir; skora tesiri yoktur. Hüküm neticeye göre verilir sözü meşhurdur. Buna şaşılmaz, biz bir lokal harbden onlarca bayram, yüzlerce kurtuluş günü çıkarmış bir milletiz.
Neden böyle? Çünki bu ikisi, İttihatçıların yegâne zaferidir. Modernizmin tasavvur inşası böyle oluyor. Dini, hatta mezhebi kendi inşa edip, insanlara doğrusu budur dediği gibi; tarihi de kendisi tayin eder. Zihinlerde inşa edilen Yeni Osmanlı da, 1908 sonrasına aittir. İttihatçıların felâket yıllarını, gençlere ‘Osmanlı’ olarak sunar. Bu devrin okumuş yazmış takımı, itikadına bakılmadan, münevver, din âlimi olarak lanse eder. Böylece öncesi kolayca unutulur, unutturulur.
Müşir İbrahim Edhem Paşa’nın oğlu Sakallı Nureddin Paşa (1873-1932), sert bir askerdi. Irak’ta paşa oldu. Temmuz 1920’de Ankara’ya katıldı. Fakat karakterini bilen M. Kemal Paşa, kendisine aktif vazife vermek istemedi. Merkez kumandanı iken Samsun’daki Rumları iç mıntıkalara sürgün ettiği esnada çocuk, ihtiyar, kadın demeden katliâma uğramasına göz yumdu. Bu, milletlerarası mesele oldu. Yunanlılar, bu sebeple Samsun’u bombaladı. Nureddin Paşa azledildi; M. Kemal sayesinde muhakemeden kurtuldu. Sonradan Kürtlerin de iç kısımlara göçürülmesini müdafaa edecektir. Batı cephesinde, kendisinden kıdemsiz İsmet Bey’in maiyetinde vazife kabul etti. İzmir’e girdi. Bazı kaynaklarda İzmir’i ateşe verdiği yazar. I. ordu kumandanı olarak bulunduğu İzmit’te, Sultan Vahîdeddin’in maarif ve dahiliye vekili gazeteci Ali Kemal Bey’i, sivil giydirdiği askerlere linç ettirdi; padişaha da aynısını yapacağını söyledi. Ayağına ip takılarak yerlerde sürüklenen cesed, Lozan’a giden İsmet Paşa’nın göreceği şekilde yol kenarına kurulan bir darağacına asılarak teşhir edildi. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bir fedainin vursa kahraman olacağı bir insanı, vuruşma veya mahkeme kararı olmaksızın öldürmeyi cinayet olarak vasıflandırıp kınadı. M. Kemal’e gazi ve müşirlik unvanı verilmesine içerleyen Nureddin Paşa iyice muhalefet kanadına geçti. 1924’de Bursa’dan müstakil milletvekili seçildi. Asker olduğu gerekçesiyle seçim iptal edildi. İstifa edip, tekrar seçildi. Anayasa ve insan haklarına aykırılık cihetinden şapka kanununa muhalefet etti. Bu sebeple antikemalist kesimler tarafından kahraman olarak alkışlanır. Nutuk’ta da kendisine sayfalarca ağır ithamlarda bulunulur, ‘zaferin şerefine en az iştirake hakkı olanlardan biri’ diye anılır.
Halil Kut (1882-1957), Enver Paşa’yı İttihatçıların arasına sokan adamdır. Sultan Hamid’i tevkife memur idi. Askerî tecrübesi çete takibinden ibaretken Libya’da bulundu. Yeğeni harbiye nazırı olunca, İran içine harekâta memur edildi. Irak’taki muvaffakiyeti üzerine paşa oldu. Bakü’yü işgal etti. İttihatçı olduğu için tutuklanacakken, kaçıp Ankara hareketine katıldı. Rusya ile Ankara arasında aracılık yaptı. Sonra kendisinden şüphelenilince, Almanya’ya kaçtı. Zaferden sonra memlekete dönüp köşesine çekildi. Politikaya karışmadı.
Ali İhsan Sâbis (1882-1957), Sultan Hamid’i tahttan indiren Hareket Ordusu zâbitlerindendi. Çanakkale, Kafkasya’da bulundu. Irak’ta paşalığa terfi etti. İttihatçı olduğu için Malta’ya sürüldü. Kaçıp Ankara hareketine katıldı. I. batı cephesi kumandanı oldu. Cephe kumandanı İsmet Bey ile anlaşmadı; azledilip tekaüde sevkolundu. M. Kemal’e muhalif oldu. Nazileri öven yazılar yazdı. 1947’de devlet adamlarına yazdığı imzasız mektuplar sebebiyle 15 seneye mahkûm oldu. 1954’te DP’den milletvekili seçildi. Hatıraları, Nutuk’un antitezi gibidir.
kuva-yı milliye / kuvâ-yı milliye
İstiklâl Savaşında Anadolu'da kurulan hükümet ve buna bağlı askeri kuvvetler.
Milli kuvvetler. Bir milletin sahib olduğu kuvvetleri.
İstiklâl harbinde Anadoluda kurulan hükümet ve bu hükümetin askeri kuvvetleri.
lagv
Faydasız çirkin söz.
Köpeğin ürkmesi.
Deve avazı.
Rağbet olunmayan nesne.
Hükümsüz.
Kaldırmak.
Hata etmek.
İbtâl etmek.
lağv / لغو
Faydasız, boş şey.
İptal etmek.
Hata etmek.
Hükümsüz kılmak.
Kaldırma.
(Arapça)
Boşuna.
(Arapça)
Lağvedilmek:
(Arapça)
Kaldırılmak.
(Arapça)
Hükümsüz kılınmak.
(Arapça)
Lağvetmek:
(Arapça)
Kaldırmak.
(Arapça)
Hükümsüz kılmak.
(Arapça)
Lağvolmak:<
(Arapça)
laik
Dine istinad etmeyen. Ruhanî olmayan kimse. Dini olmayan şey. Dinî olmayan fikir, dinî olmayan müessese, sistem veya prensip. Devleti dinî esas ve hükümler ile idare etmeyen sistem. Temel esasların ve kanunların menşeini ve teşri'de (kanun yapmakta) hareket noktasını ve değer ölçüsünü dine isnad etm
(Fransızca)
mahafil
(Tekili: Mahfil) Mahfiller.
Toplantı yerleri. Oturulup görüşülecek yerler.
Büyük câmilerde eskiden hükümdarlara veya müezzinlere ayrılmış ve etrafı parmaklıklarla çevrilmiş olan yerler.
mahall-i hükumet / mahall-i hükûmet
Hükûmet yeri.
mahkeme
(Hüküm. den) Dâvaların görülüp hükme, karara bağlandığı yer. İcra-yı adalet için çalışan resmî daire.
Hüküm verilen dâvâların görülüp, hükme (karâra) bağlandığı yer.
mahkeme-i şer'iyye
Şeriat mahkemesi. şeriat hükümlerine göre dâvalara bakan mahkeme.
mahkeme-i temyiz
Adliye mahkemelerince verilen karar ve hükümlerin son inceleme ve tahkik mercii olan yüksek mahkeme.
mahkum / mahkûm / محكوم / مَحْكُومْ
Hükümlü, cezalı, mecbur.
Aleyhinde hüküm verilmiş olan. Dâvayı kaybedip cezalanan.
Birisinin hükmü altında bulunan.
Zorunda ve mecburiyetinde olma. Katlanma.
Hükümlü, hüküm giymiş.
Hükmolunan, birinin hükmü altında bulunan
Hüküm giymiş.
Katlanma, zorunda olma.
Hüküm giymiş.
(Arapça)
Mahkûm etmek:
Hüküm giydirmek.
(Arapça)
Mahkum olmak:
Hüküm giymek.
(Arapça)
Hüküm giyen.
mahkum etmek / mahkûm etmek
Hüküm altına almak.
mahkum olma / mahkûm olma
Cezalandırılma, hüküm giyme.
mahkum-u aleyh / mahkûm-u aleyh
Bizzat kendisi üzerine hüküm binâ edilen (yani bu kaideyi şöyle açıklayabiliriz.
mahkum-u mutlak / mahkûm-u mutlak
Mutlak sûretle hüküm altında bulunan, başkasının hüküm ve iradesiyle her yönden sınırlı olan.
mahkumiyet / mahkûmiyet
Hükümlülük, tutukluluk.
mahkumiyet kararı / mahkûmiyet kararı
Hükümlülük, cezalandırılma kararı.
mahkumun-aleyh / mahkûmun-aleyh
Kendi aleyhinde hüküm verilmiş olan.
mahkumun-bih / mahkûmun-bih
Kendisi hakkında hüküm verilmiş olan.
mahlul
Çözülmüş, dağılmış. Hallolmuş, erimiş.
Murisi ölen sahipsiz mal. Mirasçısı bulunmayıp hükümete kalan miras.
mahlulat
Mirasçısı olmadığı için evkâfa veya hükümete kalan miraslar.
mahmil-i sahih
Bir şeye yüklenilen doğru ve sağlam mânâ, hüküm.
mahmul
Bir hüküm ve önermede konuyu niteleyen, yani kendisiyle hükmedilen söz, yüklem; Meselâ; 'Mehmed âlimdir' hükmünde 'âlim' mahmuldür.
mahmulat / mahmulât
Bir hükümde kendisiyle hükmedilenler; hükmün konusunu niteleyen yüklemler.
makarr-ı hükümet
Hükümet merkezi. Pâyitaht.
makarr-ı idare
İdare merkezi. Pâyitaht. Hükümet merkezi.
makarr-ı saltanat
Saltanat merkezi. Hükümetin idare edildiği baş şehir.
maksud-u şari / maksud-u şâri
İslâmiyetin hüküm ve kurallarını bildiren Allah'ın maksadı.
mal-i miri / mal-i mirî
Miri malı. Hükümete veya devlete ait mal.
maslahat-ı hükumet / maslahat-ı hükûmet
Hükümetin faydası.
maslahat-ı mürsele
Şeriat tarafından ne itibar ve ne de ibtâl ve ilgâ edildiği mâlum olmayan bir mes'elenin maslahat üzere fakihler tarafından hükümlendirilmesi.
me'mun
Emin. Mahfuz. Korkusuz. Emniyyet verilmiş. Sağlam. Tehlikeden azâde olan.
Abbasi halifelerinden Hârun Reşid'in kendisinden ve kardeşi Eminden sonra hükümdar olan oğlunun adı.
mecelle
Tanzîmât'ın îlânından sonra, Ahmed Cevded Paşa'nın başkanlığında bir komisyon tarafından hazırlanan; İslâm hukûkunun muâmelâta (alışveriş, şirketler, hibe v.b.) âit hükümlerinin Hanefî mezhebine göre maddeler hâlinde tertibinden meydana gelen kânunlar veya bu kânunları içerisine alan mecmûa.
meclis-i a'yan / meclis-i a'yân
Osmanlı İmparatorluğu zamanında hükümet tarafından seçilmiş olan meclis. (Bunun karşılığı, zamanımızda, senato meclisidir.)
medain
(Medayin) Şehirler, medineler. Büyük memleketler.
Şimdi harabe olup İslâmiyyetten evvel yaşamış Kisralıların Nuşirevan zamanında kurdukları merkez-i hükümetleri olan büyük şehir. Peygamber Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ın doğduğu gece bu şehirdeki büyük sarayın eyvanları yıkılm
medar-ı ahkam / medâr-ı ahkâm
Hükümlerin konmasına sebep olan, hükümleri getiren.
mefhum-ı muhalif / mefhûm-ı muhâlif
Lafızda zikredilmeyen mânânın, bizzat zikredilen mânâya, hükümde zıt olan mânâ. Mefhûm-ı muhâlif; Şâfiîlere göre, hüküm için sahîh, mûteber bir delîl olduğu hâlde, Hanefîlere göre böyle değildir.
mefhum-ı muvafık / mefhûm-ı muvâfık
Lafızda (sözde) zikredilmeyen mânânın bizzat zikredilen mânâya hükümde uygunluğu.
mefsuh
Hükümsüz bırakılmış. Yürürlükten kaldırılmış. Battal edilmiş.
mefsuhiyet
Mefsuhluk. Yürürlükten kaldırılma hâli. Hükümsüzlük.
mehdi-yi abbasi / mehdi-yi abbasî
(Hi: 120-163) Abbâsi Halifesidir. Ebu Abdullah Muhammed diye de anılır. Halife Mansurun oğludur. Meşhur ve iyiliği ile umumi kabul gören bir zat olup hususan sulh zamanında imparatorluğun inkişafı için çok çalışmıştır. Yeni yollar yaptırmış, postayı ıslâh etmiş ve Abbâsi Sülâlesinin en iyi hükümdarı
mektum
Gizli. Saklı. Gizli kalmış.
Hükümetten gizli tutulan.
mektumat
(Tekili: Mektume) Hükümetten kaçırılarak gizlenmiş ve yazdırılmamış nüfus, mal veya gelir.
meleki / melekî
(Melekiye) Meleğe mensub, melekle alâkalı.
Paklık, temizlik, ismet.
Hükümdara, melike âit. Melikle alâkalı.
melekut / melekût
Tam bir hâkimiyyetle, Saltanat-ı İlâhiyyenin müessiriyyet ve idâresinin esrarı. Her şeyin kendi mertebesinde, o mertebeye münâsib ruhu, canı, hakikatı. Bir şeyin iç yüzü, iç ciheti.
Hükümdarlık. Saltanat.
Ruhlar âlemi.
Hükümdarlık, azamet.
Alem-i melekût: Ruhlar ve melekler âlemi.
melik / melîk
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Zâtında, sıfatlarında, hiçbir şeye muhtaç olmayan, her şey varlığında ve varlıkta kalmasında O'na muhtaç olan, her şeyin sâhibi, yaratıcısı.
Pâdişâh, hükümdar.
Padişah, hükümdar.
Allah'ın adlarından.
Hükümdar, sultan.
Hâkim-i Mutlak. Hükümdar. Sultan. Memleket sahibi. Padişah. Kadir. (Daimî sıfattır.)
Hükümdar.
melik-i adud / melik-i adûd
Hükûmeti, idâreyi kuvvet zoru ile ele geçiren kimse, sultan. Buna halîfe-i câire de denir.
melik-i zişan / melik-i zîşan
Şanı yüce hükümdar.
melikane / melîkâne
Hükümdar ve melike mensub. Onunla alâkalı.
(Farsça)
melike / melîke
Kadın hükümdar. Hükümdar karısı. Kraliçe.
Kadın hükümdar.
menfi siyasetçilerin fetvaları / menfi siyasetçilerin fetvâları
Siyaseti kötüye kullanan veya rakiplerini yok etmeye yönelik siyaset yapan kişilerin ortaya attıkları hükümler, görüşler.
menkuz
Nakzedilmiş. Bozulmuş. Hükümsüz bırakılmış.
mensuh / mensûh / منسوخ
(Nesh. den) Hükmü kaldırılmış. Nesholunmuş. Hükümsüz bırakılmış.
Hükmü yürürlükten kaldırılmış. Sonraki hükümle değiştirilmiş dînî hüküm.
Hükümsüz.
(Arapça)
merfu'
Yükseltilmiş. Yüksekte. Terfi ettirilmiş. Ref' olunmuş.
Hükümsüz bırakılmış.
Gr: Zamme ile harekelenmiş harf. Yani: Harfin harekesi, ötre (mazmum) "u, ü, o, ö şeklinde" okunan harf.
merkez-i hükumet / merkez-i hükûmet
Hükûmet merkezi.
merkez-i hükumet-i islamiye / merkez-i hükûmet-i islâmiye
İslâm hükümetinin merkezi.
mertebe-i istinbat ve içtihad
Hüküm çıkarma ve içtihad etme derecesi.
mes'elede müctehid
Mezheb reîsinin bildirmediği mes'eleler için, mezhebin usûl ve kâidelerine bağlı kalarak, dînî delillerden hüküm çıkaran âlimler.
mesele-i içtihadiye
Dinen kesin olarak belirtilmeyen bir konuda Kur'ân ve hadise dayanarak hüküm çıkartmayla ilgili olan mesele.
meşrutiyet / meşrûtiyet
Başında hükümdar bulunmakla birlikte seçimle belirlenmiş bir yasama meclisine dayanan, yürütmesi denetime açık anayasal idare şekli; Osmanlılarda 1876 anayasasıyla başlayan, 1908 değişikliğiyle devam eden hukukî ve siyasi döneme verilen ad.
Devletin bir hükümdarın başkanlığı altındaki millet meclisi tarafından idare edildiği yönetim biçimi.
meşrutiyyet
Bir hükümdarın başkanlığı altında millet meclisi ile idare edilen devlet sistemi.
mesture
Örtülü kadın. İslâmiyetin emrettiği şekilde örtülmesi farz olan yerlerini örtmüş olan kadın.
Gizli tutulan resmi işlerde harcanmak için hükümetin emrine verilen para. (Buna tahsisat-ı mesture de denir.)
metbu / metbû
Kendisine tabi olunan, uyulan.
Hükümdar.
metbu'
Kendine uyulan. Tâbi olunan. Halkın, kendine tâbi olduğu zat.
Hükümdar.
metbu-u müfahham
Hükümdar. Padişah.
mevkufiyyet
Maznunun hüküm giyinceye kadar hapsedilmesi. Hapsedilme hâli.
Bağlı olma.
mevzua
Kabul edilmiş esas. İlk önce ele alınan fikir. Müsellem ve âşikâr olan kaziyye, hüküm.
mevzuat
Bahsedilen hususlar. Bir şeyin esasını teşkil eden hususat. Tatbikat halinde olan hükümler ve kaideler.
mevzuat-ı beşer
İnsanların koyup kabul ettikleri hükümler ve kanunlar.
mezheb
Gitmek, tâkib etmek, gidilen yol. Mutlak müctehîd denilen dinde söz sâhibi âlimlerin, müslümanların yapmaları gereken hususlarla ilgili olarak dînî delîllerden (Kur'ân-ı kerîm, hadîs-i şerîfler ve İcmâ'dan) hüküm çıkarma usûlleri ve çıkarıp bildirdik leri hükümlerin hepsi.
mezhebde müctehid
Mezheb imâmının koyduğu usûl ve kâidelere uyarak, dînî delîllerden (kaynaklardan) yeni hükümler çıkarabilen İslâm âlimi. Buna müctehid-i mukayyed ve müctehid-i müntesib de denir.
mezhebsiz
Müctehid (dînî delîllerden hüküm çıkarabilen büyük âlim) olmadığı hâlde, dört hak mezhebden birine tâbi olmayan, mezhebleri kabûl etmeyen ve dînî delillerden kendi anlayışına göre hüküm çıkarıp, buna göre amel eden veya böyle birine uyan kimse.
mihrace
(Hind'ce: Mahraca) Hindistan'da Hindu dininden olan hükümdarların büyüklerine verilen ünvandır. Hindu kral.
milkdar
Hükümdar, pâdişah. Mülk sâhibi.
(Farsça)
mizan-ı şeriat
Şeriat terazisi; Allah tarafından bildirilen hükümlerin teraizisi, ölçüsü.
mu'terizün-fih / mu'terizün-fîh
İtiraz olunan karar, hüküm.
muahid
Antlaşma yapanlardan her biri.
İslâm hükümetine bir para ödeyerek kendini himaye ettiren hıristiyan veya bir başka dinden kimse.
Andlaşma yapanlardan her biri. Yeminli ve anlaşmalı olanlardan her biri.
İslâm hükümetine vergi ödeyerek kendini himâye ettiren gayr-ı müslim.
muallakiyet / معلقيت
Havada kalma, asılı kalma, hükümsüz olma.
(Arapça)
mübtel
Hükümsüz bırakılmış, bozulmuş, ibtâl olunmuş.
mübtil
İptal eden. Hükümsüz eden. Battal edici. Faydasız hale getiren.
Hakkı bâtıl gören.
mucibe / mûcibe
Hüküm, gerektiren.
müctehid
İctihad eden. İhtiyaç hâsıl olduğunda âyet ve hadislerden hüküm çıkarmış büyük İslâm allâmeleri ve önderleri. İmam-ı A'zam, İmam-ı Şâfiî... gibi
İctihâd makâmına yâni Kur'ân-ı kerîmden, hadîs-i şerîf ve diğer dînî delillerden hüküm çıkarma derecesine yükselmiş büyük din âlimi. Bütün İslâm ilimleri ve zamânın fen bilgilerinde söz sâhibi âlim.
İçtihâd eden, âyet ve hadîsler başta olmak üzere diğer dinî delillerden hüküm çıkaran büyük İslâm âlimi.
Âyet ve hadîslerden hüküm çıkaran büyük âlim.
müçtehid
Âyet ve hadîsler başta olmak üzere diğer dinî delillerden hüküm çıkarma bilgi ve kàbiliyetine sahip olan.
müctehid / مُجْتَهِدْ
Âyet ve hadîsden hüküm çıkaran büyük zât.
müctehid fil-mes'ele
Mezheb reîsinin (imâmının) bildirmediği mes'eleler için mezhebin usûl ve kâidelerine göre hüküm çıkaran İslâm âlimi.
müctehid fil-mezheb
Mezhebde müctehid; mezheb reisinin (imâmının) koyduğu usûl ve kâidelere uyarak, dört delîlden (Kitâb, yâni Kur'ân-ı kerîm, sünnet, icmâ', kıyâs,hüküm çıkaran İslâm âlimi. Buna, müctehid-i mukayyed ve müctehid-i müntesib de den ir.
müctehid-i fiş-şer'
Dînî hükümleri, Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerden çıkarırken, kendine mahsûs kâide ve usûl koyan mezheb sâhibi müctehid. Buna müctehid-i mutlak da denir.
müctehid-i mukayyed
Mezheb imâmının koyduğu usûl ve kâidelere uyarak, delîllerden yeni hükümler çıkaran İslâm âlimi. Mukayyed müctehid.
müctehid-i müntesib
Mezheb reîsinin (imâmının) koyduğu usûl ve kâidelere uyarak, edille-i şer'iyyeden (dört ana delîlden) hüküm çıkaran İslâm âlimi. Buna, müctehid fil-mezheb (mezhebde müctehid) de denir.
müctehid-i müstekıl
Kur'ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden doğrudan hüküm çıkarabilen ve kendine mahsûs kâide ve usûl koyan mezheb sâhibi müctehid. Buna, mutlak müctehid de denir.
müctehid-i mutlak
Dînî hükümleri, Kur'ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden ve diğer dînî delillerden (kaynaklardan) istinbât ederken, çıkarırken kendine mahsûs kâide ve usûl koyan müctehid. Buna, müctehid fiş-şer' ve müctehid-i müstekıl de denir.
müçtehidin / müçtehidîn
Müçtehitler; âyet ve hadislerden hüküm çıkaran büyük İslâm âlimleri.
müçtehidin-i muhakkikin / müçtehidîn-i muhakkikîn
Muhakkik müçtehidler; bir meseleyi derinlemesine bilen Kur'ân ve Sünnet ışığında hüküm ortaya koyan büyük İslâm âlimleri.
müddei / müddeî
İddia eden. İddiacı. Davacı.
Bir hükümde ayak direyen. Hak olduğunu veya herhangi hakkın zayi olduğunu dâvâ eden.
İnatçı, muannid.
müddei-yi umumi / müddei-yi umumî
Milletin umum haklarını korumak üzere muhakemede hazır bulunan vazifeli, hukuk tahsilini bitirmiş hükümet memuru. Adliye bakanlığına bağlı, icra kuvvetini birlik halinde temsil eylemek üzere teşekkül eden, adlî idare makamında bulunan şahıs. Savcı.
müftabih
Fık: Hakkında fetva verilmiş olan. Kendisiyle amel olunması icab eden hüküm.
müfti / müftî
Fetvâ veren.
Vilâyet ve kazâlarda din işlerine bakan, İslâm âlimlerinin dînî bir konuda vermiş oldukları hükümleri yâni fetvâyı, insanlara bildiren kimse; nakleden me'mur.
Fetvâ veren, yâni herhangi bir şeyin, İslâm dînine uygun olup olmadığını bildiren, Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şer
(Fetva. dan) Fıkha dair mes'elelerin şeriattaki hükümlerini beyan ve açıklamağa memur olan zat.
Genç ve kavi.
muhakemat / muhâkemat / محاكمات
Hüküm yürütmeler.
(Arapça)
Yargılamalar.
(Arapça)
muhakeme / muhâkeme / محاكمه / مُحَاكَمَه
Hüküm vermeye çalışma, yargılama.
(Çoğulu: Muhakemât) (Hüküm. den) Dava için iki tarafın mahkemeye baş vurması.
İki tarafın mahkemeye baş vurması.
İki tarafı dinleyip hüküm vermek.
Düşünmek.
Zihinde inceleme yapmak.
Karar vermek için iyice düşünmek.
Düşünme, akıl yürütme, hüküm çıkarma, yargılama.
Hüküm yürütme.
(Arapça)
Yargılama.
(Arapça)
Tartarak hüküm verme.
muhakeme etme / muhâkeme etme
Bir şeyi iyice araştırdıktan sonra hüküm verme.
muhakeme etmek
Hüküm vermek için delilleri incelemek; yargılamak.
muhhakemat / muhhakemât
Akıl yürütmeler, hüküm çıkarmalar.
muhkem
Sağlam kılınmış, tahkîm edilmiş. İçinde hüküm bulunan, mânâsı açık olan âyet. Çoğulu muhkemâttır.
muhkem kaziye
Huk: Kat'i ve sağlam bozulmaz hüküm. Mahkemenin en sonunda vermiş olduğu kararlar. Temyiz mahkemesince tetkik ve tasdik edildikten sonra veyahut temyiz müddeti geçen bir mahkeme kararının, mevzuunu teşkil eden hâdise hakkında, kat'i bir karine ve delil ve kanunen değişmez bir hüküm olarak kabul edil
muhkemat
Muhkem olanlar. Sağlam ve kuvvetli olanlar.
İçinde hüküm bulunan ve mânası açık olanlar.
İçinde hüküm bulunan, mânâsı açık olan âyetler.
muhkemat-ı şeriat / muhkemât-ı şeriat
Kur'ân ve Hadisin yoruma ihtiyaç bırakmayacak şekilde açık hükümleri, ifadeleri.
muhtar
İhtiyar eden. Seçilmiş olan.
Hareketinde serbest olan. İstediğini yapmakta serbest olan. Hür.
Köyde veya şehrin mahallesinde seçimle o semtin idâre ve hükümet işlerini üzerine alan kimse.
Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) bir ism-i şerifi.
muhtar kavl / muhtâr kavl
Bir mes'elede, bir mezhebin âlimlerinin çoğu tarafından mezhebin içinde mevcûd ictihâdlardan (büyük âlimlerin kitâb ve sünnetten çıkardıkları hükümlerden) seçilen ve bu seçime göre üstün tutulan ve fetvâya esâs alınan kavl, söz.
muhtesib
Eskiden İslâm devletlerinde iyiliği emredip, kötülüğü yasaklayan, engel olan ve cemiyette güzel ahlâk ve fazîletlerin korunmasına ve dînî hükümlerin uygulanmasına, çarşı ve pazarların düzenine bakmakla vazîfeli, ilim, fazîlet ve kuvvet sâhibi kimse.
mukaddes rejim
Dinî yönetim; İslâmın ve Kur'ân'ın kutsal hükümlerinin uygulandığı yönetim.
mukayyed müctehid
Mezheb imâmının koyduğu usûl ve kâidelere uyarak, dînî delillerden (kaynaklardan) yeni hüküm çıkaran İslâm âlimi. Müctehid fil mezheb de denir.
mukzi / mukzî
Gerekli görülmüş.
Hüküm ve kazâ olunmuş.
Tamamlanmış.
müleffık
Telfik yapan. Belli bir mezhebin hükümlerine uymayıp, dört mezhebin hükümlerinden kolayına geleni yapıp karıştıran.
mülk
Mal. Yer. Bina.
Hüküm ile bir şeyin zabt ve tasarrufu.
İzzet, azamet, şevket.
Bir şeyin dış yüzü.
İnsanın sahip ve malik olduğu şey.
Akıl sahiplerini tasarruf etmek.
Mâlik olmak.
mülkgir
Padişah, hükümdar.
(Farsça)
müluk / mülûk
Melikler, hükümdarlar.
Melikler, hükümdarlar.
Melikler, hükümdarlar.
müluk-u emeviye / mülûk-u emeviye
Emevî hükümdarları, devlet başkanları.
müneccim
Yıldızların hareket ve hâllerini tedkikle uğraşan, mevki ve harekâtından mâna ve hüküm çıkaran. Falcı.
münfesih
(Fesh. den) İnfisah eden, bozulan, bozulmuş, hükmü kaldırılmış olan, hükümsüz kalan.
Bozulmuş, hükümsüz.
müraat-ı ahkam / mürâât-ı ahkâm
İslâm'ın hükümlerine riayet etme, uyma.
mürur-u zaman
Zamanın geçmesi.
Bir iş ve dâva hakkındaki belli bir zamanın geçmesiyle o iş ve dâvanın hükümden düşmesi.
müsaade-i hükumet / müsaade-i hükûmet
Hükümetin izin vermesi.
müşahedat
(Tekili: Müşahede) Gözle görülen şeyler.
Görüşler.
Keşifle seyredilenler.
Man: Mücerret his ile kat'iyyetle hüküm ve tasdik olunan kaziyeler.
müsellemat-ı şer'i / müsellemât-ı şer'î
Doğruluğuna şüphe olmayan, şeriatın hükümleri; kabul ve tasdik edilmiş genel düsturları.
müsteşar
(Meşveret. den) Kendine iş danışılan. Hükümetin vekilinden sonra en yüksek idare me'muru.
mütevatirat
Mütevatir olanlar. Çoklarının bildiği ve duyduğu haberler, hususlar.
Man: Kizb üzerine ittifakları aklen muhal olan bir topluluk tarafından verilen haberle hüküm ve tasdik olunan kaziyeler.
mütevelli / mütevellî
Bir vakfın işlerini şer'î (dînî) hükümler ve vakf şartları dâiresinde idâre etmek üzere, vakfeden veya hâkim tarafından tâyin edilen kimse.
mutlak müctehid / mutlak müctehîd
Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmemiş olan hükümleri ve mes'eleleri, açık olarak bildirilenlere benzeterek meydana çıkarabilen derin âlim. Ehl-i sünnetin ameldeki mezheb imâmlarından her biri.
mutlakıyyet
Kayıtsız şartsız bir hükümdarın idaresi altında bulunan hükümet şekli.
Şartsız ve kayıtsız olarak bir hükümdarın emri ile bir hükümet, devlet veya bir topluluğun idare usulü.
muvazene-i ahkam / muvazene-i ahkâm
Hükümlerdeki denge.
muvazene-i şeriat
Şeriatın dengesi; Allah tarafından bildirilen hükümlerin dengesi.
naçiz
(Nâ-çiz) Çok küçük, ehemmiyetsiz şey, değersiz, hükümsüz.
(Farsça)
nakıl / nâkıl
Nakleden, birinden duyduğunu veya okuduğu şeyi bildiren. İctihâd derecesine varamayıp, sâdece müctehid (Kur'ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden hüküm çıkarabilecek dereceye ulaşmış olan) âlimlerin verdikleri fetvâları (dînî suâllere verdikleri cevâb ları) nakleden âlim.
nakiz / nakîz
Bir şeyin hüküm ve mânâsının tersi, muhalifi.
nakli delil / naklî delil
Şer'î hükümler için naklî delil esastır. Yalnız akıl ile din namına hüküm getirilmez ve böyle bir hükmün dinle alâkası olmaz. Dinî meselelerde aklın ve ilmin vazifesi; dinî hükümlerdeki hikmetleri ve hakkaniyet delillerini görüp izhar etmektir. Kur'anın bazı âyetlerinde yapılan akla havaleler ve Kur
nakz-ı ahd
Anlaşmayı bozma, muâhede hükümlerini bozma. Verilen sözde durmama. (Nebz-i ahd da denir)
name-i hümayun
Tar: Osmanlı Padişahları tarafından İslâm ve Hristiyan Hükümdarlarla Osmanlı Devletine tâbi imtiyazlı olar Mekke Şerifine, Kırım Hanına, Eflâk ve Boğdan Voyvodalarına, Erdel Kralına, Gürcü ve Dağıstan Hanlarına gönderilen mektublara verilen addır.
narh
Çarşıda pazarda satılan her türlü mal için hükûmet tarafından konulan fiyat.
nas / نَصّ
Açık hüküm.
nasih / nâsih
(Nesh. den) Battal eden, hükümsüz bırakan.
Kitabın kopyasını çıkaran.
Battal eden, hükümsüz bırakan. Daha önceki hükmü kaldıran.
nass
Açık ve kesin hüküm.
Açıklık, açık hüküm.
Kur'ân-ı Kerim'de veya hadiste bir iş hakkında olan açık söz, âyet.
nass-ı kelam / nass-ı kelâm
Kur'ân'da geçen kesin hükümlü âyetler.
nazar-ı şari / nazar-ı şâri
İlâhî bakış; İslâmî hükümleri bildiren Allah'ın bakış açısı.
necaşi / necaşî / necâşî
Habeş hükümdarı.
Habeş hükümdârı. Habeş krallarına verilen isim.
nemrud
Dinsiz ve zâlim bir hükümdar, ülkesinin "ulu önder"i.
nesh / نسخ
Ist: Şer'i bir hükmü yine şer'i bir emirle kaldırmaktır. (İtikada ait olan ve zamanla değişmeyen hükümlerde nesih olmaz, bunlar sabit birer hakikattırlar.)
Bir şeyin aynını kopya etmek, aynını çoğaltmak.
İbtal etmek, hükümsüz bırakmak, değiştirmek.
Nakletmek, kaldırma
Var olan şer'î bir hükmün, sonradan gelen yine şer'î bir hükümle yürürlülükten kaldırılması.
Emir ve yasaklarla ilgili şer'î (dînî) bir hükmün, ondan sonra gelen şer'î bir delîl (hüküm) ile kaldırılması, yürürlülük zamânının sona erdiğinin haber verilmesi, açıklanması. Hükmü kaldırılan delîle, nâsih; kaldırılan hükme mensûh denir.
Kaldırma, hükümsüz bırakma.
Hükümsüz kılma.
(Arapça)
Nesih yazı.
(Arapça)
neşr-i ahkam-ı kur'aniye / neşr-i ahkâm-ı kur'âniye
Kur'an hükümlerinin yayılması.
nevamis-i hükumet / nevâmis-i hükûmet
Hükûmetin uyguladığı kanunlar, yasalar.
nevşe
Genç hükümdar.
(Farsça)
Yeni damat.
(Farsça)
nizamname / nizamnâme
Tüzük metni; herhangi bir müessesenin tutacağı yolu ve uygulayacağı hükümleri gösteren maddelerin hepsi.
nüfuz-u hükumet / nüfuz-u hükûmet
Hükûmetin etkisi.
nuşirevan-ı adil / nuşirevân-ı âdil
Adaletiyle ün salmış meşhur, eski bir İran Sâsânî Hükümdarı.
nuşirvan
İran'da Milâdi (531 - 579) tarihleri arasında hükümdarlık etmiş Sâsâni padişahı olup adâlet ve doğruluğu ile meşhur olmuştur.
nusus / nusûs
Nasslar, açık hükümler.
Nasslar, kesin hükümler, âyet ve hadîsler.
nusus-u kur'an / nusûs-u kur'ân
Kur'ân'ın açık hükümleri.
nusus-u şeriat / nusûs-u şeriat
Şeriatın açık ve kesin hükümleri.
öşür
Ondalık, onda bir. Mahsullerden, Kur'an-ı Kerim hükümlerince onda bir olarak alınan zekât.
padişah
(Pâdşâh) Büyük hükümdar, sultan. Cihan sahibi. Zararı def' eden, ıslah eden, muslih.
(Farsça)
padişah-ı ali / padişah-ı âli
Yüce hükümdar.
paytaht
(Pâyitaht) Merkez-i hükümet, başşehir, başkent.
(Farsça)
pençe
El ayası ile beş parmağın tamamı.
(Farsça)
Hayvanların ön ayaklarının parmaklarıyla tırnakları.
(Farsça)
Eskiden Şark hükümdarlarının imza yerine ellerini kırmızı boyaya sürüp, kâğıdın üstüne basmalarıyla olan şekil, tuğra.
(Farsça)
Mc: Kuvvet. Savlet, satvet.
(Farsça)
perviz
Üstün, galib, muzaffer.
(Farsça)
Elek. Süzgeç.
(Farsça)
Güzellik.
(Farsça)
Balık.
(Farsça)
Cilve.
(Farsça)
Tar: İran Hükümdarı Husrev'in lâkabı.
(Farsça)
raiyye
Otlatılan hayvan sürüsü.
Bir hükümdar idaresinde bulunan ve vergi veren halklar.
raiyyet / رعيت
Bir hükümdar idaresinde olanlar, birinin idaresine bağlı olanlar. Devletin idâresindeki umum insanlar.
Sürü. Otlatılan hayvan sürüsü.
Halk, hükümdar tebası.
(Arapça)
ran
Bacağın uyluk kısmı. Uyluk.
(Farsça)
Kelimenin sonuna getirilerek. " Süren, sürücü" mânasını ifade eden birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Hükümrân : Hüküm süren.
(Farsça)
rasin
Sağlam, dayanıklı.
Sabit hüküm.
ray
Re'y, fikir, Hüküm ve itikad.
re'y
Müctehid İslâm âlimlerinin, açıkça bildirilmeyen bir mes'ele hakkında dînî delillerden yâni Kur'ân-ı kerîm, hadîs-i şerîf ve icmâ-i ümmetten çıkardıkları hüküm, kıyâs.
Görüş, görmek, rey. Hüküm ve itikad. Kıyas etmek. Bir iş hakkında söylenen söz, fikir.
reaya
(Tekili: Raiyet) Bir kimsenin emri altında bulunanlar.
Bir hükümdar idaresi altında bulunan halk.
Hristiyan tebaa.
Bütün halk.
ref'
Kaldırma, yüceltme, yukarı kaldırma.
Lağvetme, hükümsüz bırakma.
Gr: Arapça bir kelimenin sonunu merfu' (ötreli) okumak.
reis-i hükumet / reis-i hükûmet
Hükümet başkanı, başbakan.
resm-i küşad
Yeni yapılan mekteb, fabrika, kışla, hükümet konağı, demiryolu vs. gibi şeylerin umuma açılışı yerinde kullanılan bir tâbirdir. Yeni tabirde " Açılış töreni" demektir.
resuliler / resûlîler
Yemen'de 1231 (H. 629)-1454 (H. 858) yılları arasında hüküm sürmüş olan bozuk inanışlı bir hânedân, âile.
şa'ya aleyhisselam / şa'yâ aleyhisselâm
İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. Mûsâ aleyhisselâmın dînini yayıp, Tevrât-ı şerîfin hükümlerini bildirdi.
sadrazam / sadrâzam
Osmanlı Devletinde hükümet başkanı, başbakan.
şah / şâh
Pâdişah. İran veya Afgan hükümdarlarının nâmı.
(Farsça)
Bir yere hâkim olan zât. Sâhip.
(Farsça)
Asıl.
(Farsça)
Atın ön ayaklarını yukarı kaldırarak durması.
(Farsça)
Hükümdar, sultan.
şahi / şahî
şaha, hükümdara ait, şah ile ilgili.
(Farsça)
Hükümdarlık, şahlık.
(Farsça)
Eski topların bir çeşiti.
(Farsça)
Nişastalı, yumurtalı bir helva.
(Farsça)
Tar: Osmanlı Padişahlarından Yavuz Sultan Selim Han'ın bastığı altun para. (Bu ismin verilmesi, üzerinde "şah" kelimesinin yazılı bulunmasından
(Farsça)
sahib-kıran
Her zaman muvaffak olan ve üstünlük kazanan hükümdar.
(Farsça)
sahibkıran / sâhibkıran / صاحب قران
Muzaffer hükümdar.
(Arapça - Farsça)
sahih kavl / sahîh kavl
Fıkıh âlimlerinin bir iş hakkında müctehid âlimlerin kavillerinden (re'y ve ictihâdlarından) hakkında doğrudur veya doğru olan budur dedikleri kavl, hüküm, söz.
şahs-ı manevi-i hükumet / şahs-ı mânevî-i hükûmet
Hükûmetin mânevî şahsiyeti, tüzel kişiliği.
şahvar
(Şeh-vâr) Şâha, hükümdara yakışacak tarzda, şah gibi.
(Farsça)
İri ve iyi cins inci.
(Farsça)
şahzade
Şâh oğlu. Hükümdar veya pâdişah oğlu. Prens.
(Farsça)
salibe-i külliye
Man: Bir şeyin nefyine delâlet eden kaziye. Bir şeyin bütün bütün olmadığını veya mevcudattan hiç birisine hâkim ve müessir olmadığını iddia ve isbat eden hüküm.
saltanat / saltanât
Egemenlik, hükümranlık.
saltanat-ı faniye
Geçici sultanlık, hükümdarlık.
sancak beyi
Eyalet teşkilâtıyla timar usulünün cari olduğu zamanlarda beş on kazalık yerin mutasarrıfı ile sipahisinin kumandanına verilen addır. Osmanlıların ilk zamanlarında beylere yahut hükümdar evlâtlarına has olarak verilen mıntıkalara "Sancak" denilir, bu sancaklara tasarruf edenlere de "Sancak Beyi" adı
sani-i hakem-i hakim / sâni-i hakem-i hakîm
Her bir varlığın bütün keyfiyetleri hakkında genel hüküm veren ve o hükme göre sebepleri ve eşyayı hikmetle sevk edip san'atla yaratan Allah.
sansür
Neşr olacak şeylerin (kitap, film veya mektubların) hükümetçe kontrol edilmesi işi.
(Fransızca)
sarahat-i kur'aniye / sarâhat-i kur'âniye
Kur'ân'ın açık bir şekilde ortaya koyduğu hükümler.
şart
Bir kısım muamelelerde lüzumlu olan hüküm. Bir şeyin olması ona bağlı olan şey.
Kayıt. Bir iş için mutlaka lüzumlu olan husus.
Yemin.
Hal, vaziyet.
Gr: Biri diğerine bağlı olan iki cümle hakkında delâlet edilen; yâni mütevakkıf aleyhe delâlet eden diğer cümley
sasaniler
İran'da ikibin yıl önce devlet kuran bir sülâledirler. İlk meşhur hükümdarları Erdeşir'dir. Devleti kuvvetlendirdi ve Doğu Anadolu'yu Romalılardan aldı. Ünlü pâdişahlarından ve âdil ismi ile tanınan Nuşirevan İslâmiyetten önce yaşamıştır. Altıyüz seneden ziyade devletleri devam eden Sâsâniler, İslâm
şeddad
Kâfir.
Çok eskiden Yemen'de Âd Kavminin hükümdarı Allah'a isyan ederek Cennet'e benzetmek iddiasiyle İrem bağını yaptırmış, bu bağdaki köşke girmeden kavmi ile yani taraftarlariyle birlikte gazaba uğramış, çarpılmış, yerin dibine geçmiştir.
sefine-i sultaniye
Hükümdarlık gemisi.
şehname / şehnâme
İran Şairi Firdevsî'nin destan şeklindeki eseri.
(Farsça)
Büyük hükümdarların kahramanlık mâcerâlarını anlatan büyük manzum eser.
(Farsça)
Hükümdarların hayat ve zaferlerini konu edinen manzum eser.
şehriyar / şehriyâr
Hükümdar, kral.
Hükümdar, padişah.
(Farsça)
En iktidarlı.
(Farsça)
Hükümdar, padişah.
şehryar / şehryâr / شهریار
Hükümdar, şah.
(Farsça)
şehryari / şehryârî / شهریاری
Hükümdarlık, şahlık.
(Farsça)
selef-i müçtehidin / selef-i müçtehidîn
Âyet ve hadisler başta olmak üzere dinî delillerden hüküm çıkarma bilgi ve kâbiliyetine sahip olan İslâmın ilk dönemlerinde yaşamış İslâm âlimleri.
semavi şerayi / semâvî şerâyi
Vahiyle gelen şeriatler, İlâhî hükümler.
şer'
Şeriat, Allah tarafından bildirilen İlâhî emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi.
Emir ve nehy gibi hükümleri vaz' etmek.
Bir işe başlamak.
Dalmak.
Girmek.
Zâhir etmek, göstermek.
Cenab-ı Hakk'ın emri. Âyet, hadis, icma-i ümmetle ve kıyas-ı fukaha ile sâbit olan dinin temelleri, şeriat.
şer'-i islam / şer'-i islâm
İslâm şeriatı. İslâmî hükümlere, itikadlara tam uygun kanun.
İslâm şeriatı, Allah tarafından bildirilen, emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi.
şer'an / شرعا
Şer'î olarak, şeriat hükümlerine göre.
(Arapça)
şer'i / şer'î
Şeriatla ilgili, Allah tarafından bildirilen kanun ve hükümlerle ilgili.
şer-i ahmedi / şer-i ahmedî
Pegamberimiz Hz. Muhammed'in getirdiği şeriat; Allah tarafından bildirilen İlâhî emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi.
seray
Büyük konak, kâşâne.
(Farsça)
Saray.
(Farsça)
Hükümet konağı.
(Farsça)
şerayi' / şerâyi' / شرایع
Şeriatlar. Cenâb-ı Hakkın hükümleri, emirleri, kanunları.
Şeriat hükümleri.
(Arapça)
şerh-i ahkam-ı nübüvvet / şerh-i ahkâm-ı nübüvvet
Resul-i Ekrem Efendimizin (a.s.m.) getirdiği hükümlerin şerhi, açıklaması.
şeriat / şerîat / شریعت
Allah tarafından bildirilen hükümlerin hepsi; İslâmiyet.
Doğru yol. Hak din yolu.
Büyük ve geniş cadde.
Nur, aydınlık, ışık.
Kur'an-ı Kerim ve Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın târif ettiği ve bildirdiği yol. Allah (C.C.) tarafından Peygamber Aleyhisselâm vâsıtasiyle vaz' ve tebliğ olunan hükümleri hâvi İlâhî kan
Peygamberlere gelen ilâhî hükümler (emirler ve yasaklar), din. İslâmiyet.
Din hükümleri.
(Arapça)
Doğru yol.
(Arapça)
şeriat-ı ahmediye
Hz. Muhammed'in (a.s.m.) getirdiği şeriat, İlâhî kanun ve hükümler, İslâmiyet.
şeriat-i ahmediye
Hz. Muhammed'in (a.s.m.) getirdiği şeriat, İlâhî kanun ve hükümler.
şeriat-i garra / şeriat-i garrâ
Büyük ve parlak şeriat; Allah tarafından bildirilen kanun ve hükümler.
şeriat-ı hıristiyaniye
Hiristiyanlık dininin hükümleri, kanunları.
şeriat-ı islamiye / şeriat-ı islâmiye
İslâm şeriatı; Allah tarafından bildirilen emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi, İslâm.
şeriat-i islamiye / şeriat-i islâmiye
İslâm şeriatı; Allah tarafından bildirilen emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi, İslâm.
şeriat-ı kübra / şeriat-ı kübrâ
İslâmın büyük ve yüce hükümleri.
şeriat-i meşhure
Herkesçe bilinen şeriat; Allah tarafından bildirilen İlâhî emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi.
şeriat-ı mutahhara
Temiz, mübarek şeriat; Allah tarafından bildirilen temiz, şüphelerden uzak hükümler, İslâmiyet.
serir-i hükümet
Hükümet tahtı. Makam sandalyesi.
serirara
(Serir-ârâ) Tahtı süsliyen. Tahtta oturan. Pâdişah. Hükümdar. Şah.
(Farsça)
serkatib / serkâtib
Baş kâtib. Hükümdarların başkâtibleri.
(Farsça)
sevret
Kızgınlık, hiddet, öfke.
Hücum. Dövüş.
Hükümdarın şiddet veya kudreti.
Tezlik.
sıhhat-ı muhakeme
Sağlıklı değerlendirme, hüküm verme.
şirhar
Tar: Acemiliğe alınmayan veya sayısı beşten az olan esirlerden bir kısmı. Pencik kanuni hükümlerine göre esirler: Şirhâr, beççe, gulamçe, gulâm, sakallı ve pir olmak üzere sınıflara ayrılır ve bu tertibe göre vergiye tâbi tutulurdu. Üç yaşına kadar olan çocuklara, süt emen mânâsına gelen şirhâr; üç
(Farsça)
sırkatibi
Eskiden hükümdarların yanlarında bulundurdukları hususi kâtib.
siyaset-i hükumet / siyaset-i hükûmet
Hükûmet tarafından uygulanmakta olan siyaset.
süleyman
Beni İsrail Peygamberlerindendir. Davud (A.S.) ın oğludur. Babasının vasiyyeti üzerine Beyt-ül Makdisi yedi senede inşa ettirdi. Kudüste büyük bir hükümet sarayı yaptırdı. Şark ve garb melikleri kendisine itaate geldiler. Kırk sene hem peygamberlik, hem padişahlık yaptı. Beni İsrailden Yahuda ve Bün
sultan / sultân / سلطان
Reis. İslâm Hükümdarı. Hâkimiyet sahibi. Padişah.
Allah. (C.C.)
Kuvvet, kudret ve hâkimiyet sâhibi.
Hükümdar âilesinden olan anne, kız gibi kadınlardan her biri.
Hüccet ve delil.
Kahr ve tegallüb mânasında masdardır. Her şeyin yavuz, şiddet ve satvetin
Hükümdâr, yönetici.
Her şeyin hâkimi olan Allah.
Hükümdar.
(Arapça)
Hükümdar eşi ve kız çocuğu.
(Arapça)
Sevgili.
(Arapça)
sultan-ı ebedi / sultan-ı ebedî
Varlığı, hüküm ve saltanatı sonsuza kadar devam eden Sultan, Allah.
sultan-ı ezel ve ebed
Başlangıç ve sonu olmaksızın, hüküm ve saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan.
sultan-ı ezel, ebed
Başlangıç ve sonu olmayan, hüküm ve saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan, Allah.
sultan-ı ezeli / sultan-ı ezelî
Hüküm ve saltanatının başlangıcı olmayan Allah.
sultan-ı ezeli ve ebedi / sultan-ı ezelî ve ebedî
Başlangıç ve sonu olmaksızın, hüküm ve saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan.
sultan-ı insaniyet
İnsanlığın sultanı, hükümdarı.
sultan-ı manevi / sultan-ı mânevî
Mânevî sultan, hükümdar.
sünen
Sünnetler.
Hüküm bildiren hadîs-i şerîfleri toplayan hadîs kitablarına verilen isim.
surre / صره
Para kesesi.
(Arapça)
Hükümdar tarafından Mekke'ye gönderilen paralar ve armağanlar.
(Arapça)
sürü
Tar: Devşirme suretiyle alınan Hristiyan çocuklarının yüzer, yüzellişer, ikiyüzer veya daha fazla kişilik kafileler halinde sevkedilmeleri. Sürü adı verilen bu kafileler, sürücülerle muhafızların nezareti altında hükümet merkezine sevkedilirlerdi.
ta'zir
Siyaset.
Tehdit etmek.
Tazim ve tathir. Temizlemek ve hürmet etmek.
Lügatta red, icbar, tahkir, te'dib, hak üzere tevkif mânalarına gelen bu tabir, İslâm hukukunda: Hakkında muayyen bir şer'î ceza olmayan suçlardan dolayı ulülemr (hükümdar, padişah) veya vekili tarafı
tac
Hükümdarların başlarına giydikleri mücevherli ve kıymetli taşlarla süslü başlık.
Müslümanların, Peygamberimizin sünnetine uygun olarak veya onu temsilen başlarına sardıkları örtü; sarık, imame.
Gelinlerin başlarına koydukları cevahirli süslü başlık.
Kuşların başındaki
Hükümdarların başlarına giydikleri değerli taşlarla işlenmiş giyecek.
tacdar
Taçlı. Taç giyen padişah. Hükümdar.
(Farsça)
tacdarane
Hükümdarlara yakışacak şekilde. Hükümdarca.
(Farsça)
tacdari / tacdarî
Padişahlık, hükümdarlık.
(Farsça)
tacgah
Hükümet merkezi.
(Farsça)
tacver
Hükümdar, pâdişâh.
(Farsça)
tadlil
"Azdı ve saptı" diye verilen hüküm, azdırma, saptırma.
tahakküm
(Hüküm. den) Tekebbür, zorbalık etmek. Zorla hükmetmek.
tahmin
(Hamn. dan) Aşağı yukarı bir fikir söylemek. İhtimallere dayanan düşünce. Zayıf delil ile hüküm ve kıyas etmek.
tahric
(Huruc. dan) Çıkartma. Meydana koyma.
Şehadetname vermek.
Fık: Müçtehidlerin istinad ettikleri naslara, kaidelere, asıllara tatbikan şer'î hükümleri istihrac etmek. Bu tarz ile hüküm çıkarabilmek salâhiyetinde olanlara: Muharric, sahib-i tahric, ashâb-ı tahric denir.
Çıkartma. Meydana koyma.
Müctehidlerin naslara, kaidelere, asıllara uyarak şer'î hükümleri ortaya koymaları.
tahsis
Hâs kılma, özelleştirme; genel bir mânâ ve hüküm ifade eden bir sözü, belirli bir hükme mahsus kılma, belirli bir mânâda kullanma.
taht
Hükümdar koltuğu.
Hükümdarların oturduğu büyük koltuk. Hükümdarlık makamı.
(Farsça)
taht-ı belkıs
Belkıs'ın tahtı. (Çok eski mecusi Yemen padişahlarından Şerahil'in kızı Belkıs, başka kardeşi olmadığından babasının yerine Yemen'e hükümdar olmuş idi. Sonra Süleyman Aleyhisselâm ile evlendi. Onun mu'cizeleriyle imana geldi.) Bak: Hüdhüd, Süleyman (A.S.)
taht-ı hüküm
Hüküm altına.
taht-nişin
Taht'a oturan. Hükümdar. Padişah.
tahtnişin / تخت نشين
Tahtta oturan, hükümdar.
(Farsça)
talut / tâlût
İsrâiloğullarının hükümdârlarından.
tansis
Dinî temellere dayandırarak hüküm verme.
taşra
Hariç ve dış taraf.
İstanbul harici olan memleket.
Merkez-i hükümet hâricinde olan yerler.
te'sis-i ahkam-ı risalet / te'sîs-i ahkâm-ı risâlet / تَأْس۪يسِ اَحْكَامِ رِسَالَتْ
Peygamberimizin getirdiği hükümleri yerleştirme.
tedbir-i hükumet / tedbir-i hükûmet
Hükûmetin tedbiri, işleri önceden planlayarak idare etmesi.
tedvin-i şeriat
İslâmî hükümlerin bir araya gelmesi, toplanması.
telfik
Helâl ve harâm, emir ve yasak, ibâdet ve tâatte, belli bir mezhebin hükümlerine uymayıp, mezheblerin hükümlerinden kolay olanı yapma ve karıştırma.
temyiz layihası / temyiz lâyihası
Hakkında bir mahkeme tarafından hüküm verilen bir davanın, bir üst mahkemede tekrar görülmesi, incelenmesi için yazılan dilekçe.
tenfiz-i ahkam / tenfiz-i ahkâm
Hükümleri yürütmek, kanunları tatbik etmek.
tenkihü'l-menat
Menatın (illetin) ayıklanması; kıyasın dört esasından biri olan illetin, hükümle ilgisi olmayan yabancı unsurlardan ayıklanması.
teokrasi
(Theocratie) Din hükümlerine göre idare edilen ve dinî esaslara bağlı olan idare şekli. Allah namına papazlar idaresi.
(Fransızca)
tercih ehli / tercîh ehli
Hanefî mezhebinde, dînî hükümleri bildiren fıkıh âlimlerinin beşinci tabakasında bulunan ve ictihâd (Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerden dînî hüküm çıkarma) gücüne sâhib olmayan, sâdece bağlı oldukları mezhebin kavillerinden (sözlerinden) ve hüküml erinden sahîh ve evlâ (en iyi) olanı seçen mukall
tesis-i ahkam-ı risalet / tesis-i ahkâm-ı risalet
Peygamberlik makâmının hükümlerinin tesisi, uygulamaya konulması.
teşkilat-ı esasiye / teşkilât-ı esasiye
Anayasa. Kanun-u esasî. Devletin temel kuruluş şeklini tayin eden ve teşrinin yani meclisin, hükümetin ve mahkemelerin salâhiyetleri nasıl kullanılacağını; vatandaşların umumi hak ve hürriyetlerini gösteren temel kanunlardır.
teşri'i / teşrî'î
Şeriat hükümleriyle ilgili.
Kanun yapma kuvveti ve görevi ile ilgili.
tevkifi / tevkifî / tevkîfi
Şeriatın belirlediği ve dondurduğu hüküm.
Şeriatın sahibi Cenab-ı Hakkın vahyetmesi, bildirmesi; tartışmasız hüküm.
tezkere
Pusla, betik.
Herhangi bir konuda izin verildiğini bildirmek için hükümetten alınan kâğıt.
tuğra-i şahane / tuğra-i şâhâne
Şâh ve hükümdarlara ait tuğra, mühür.
ulema-i batın / ulema-i bâtın
Şeriatın, zâhir ve hükümlerinden daha çok, mânâ ve esrarını bilen âlimler.
ulema-i muhakkik / ulemâ-i muhakkik
Meseleleri çok ince ayrıntılarına kadar inceleyerek hüküm veren âlimler.
ulema-i zahir / ulema-i zâhir / ulemâ-i zâhir
Kur'an-ı Kerimin zâhir mânâsına göre hakikatları değerlendiren âlimler. Şeriatın mâna ve esrarından daha çok, zâhirini ve hükümlerini bilen âlimler.
Kur'ân-ı Kerimin zâhir mânâsına göre hüküm veren ve hakikatlerini değerlendiren âlimler.
ulema-i zahir ve batın / ulema-i zâhir ve bâtın
Dinin hem açık hükümlerini hemde sırlarını ve mânâlarını bilen büyük âlimler.
ulema-yı batın / ulema-yı bâtın
Şeriatın zâhirinden ve açık hükümlerinden daha çok, mânâ ve esrârını bilen âlimler.
umumiyet-i hakimiyet / umumiyet-i hâkimiyet
Allah'ın hükümranlığının kuşatıcılığı.
usul-ü fıkıh ilmi
Fıkıh ilmine âit bilgilerin esası ve istinadgâhı olan bir ilimdir. Şer'i hükümlerin mufassal ve muayyen delilleri ve hikmetleri bu sayede bilinir ve bu dini hükümler, bu muayyen ve müşahhas deliller vâsıtası ile istinbat ve isbat olunur. Bu ilme "Hikmet-i teşriiye" de denilmiştir.
uzeyr aleyhisselam / uzeyr aleyhisselâm
İsrâiloğullarına gönderilen peygamber veya velî. Mûsâ aleyhisselâmın dîninin hükümlerini İsrâiloğullarına tebliğ etti.
vacib / vâcib
Mecburi, farza yakın hüküm.
vakı'at haberleri / vâkı'ât haberleri
Hanefî mezhebinde, üç imâmdan (İmâm-ı a'zam, İmâm-ı Yûsuf ve İmâm-ı Muhammed'den) bildirilmiş olmayıp, bunların talebelerinin ve talebesi talebelerinin ictihâd ettikleri, bildirdikleri hükümler.
ve'l-hükmü li'l-ekser
Hüküm çoğunluğa göre verilir.
veliahd
(Veliy-yi ahd) Bir hükümdardan sonra hükümdar olacak kimse.
vezir
Hükümdar vekili.
Osmanlı Devleti zamanında en yüksek mülkiye rütbelerine ulaşmış paşa. Hükümdar vekili. Pâdişahın yakınlarından ve onun yükünü üzerine alanlardan, mülkün idaresinde fikir ve tedbir ile meded ve yardım eden. Bu tabir "Vizr" kelimesinden gelir. "Vezr" kelimesinden alınsa; "halkın sığınağı" demek olur.
zabtıyye
Jandarma veya polis kuvveti. Memleket içi âsâyiş ve intizamı te'min maksadı ile çalışan hükümet kuvveti.
zahir ulema
Dinin sırlarından, gizli mânâlarından çok, açık hükümlerini bilen âlimler.
zahir ve batın hocası / zahir ve bâtın hocası
Dinin hem açık hükümlerini hem de sırlarını ve mânâlarını bilen büyük âlim.
zahiriyyun / zâhiriyyun
Zahirciler, dış görünüşe aldananlar, dışa yansıyan yönlere göre hüküm verenler.
Görünüşe göre hükmedenler. İç yüzünü, hakikatını iyi bilmeyenler. Ehl-i zâhir olanlar.
İlm-i Kelâm'da: Nassların zâhir mânalarına göre hüküm çıkaran ve te'vil ve tevcihten geri duranlar ve tarafdarları.
zeca'
Hüküm geçmek.
Kolaylık.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
ram olmak
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
Suznak
Şah-ı merdan
behim
kul
مشرب
mebsus
Vâd
esna
gamm-perver
cin
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
Hüküm
BİRLİKTE
gelişmiş
sözünde duran
deve
başlama
YA
Sıkıntı
Baro
masdar-ı mimi