REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Görer ifadesini içeren 41 kelime bulundu...

ayn-el yakin / ayn-el yakîn

  • (Ayn-ül yakîn) Göz ile görür derecede görerek, müşâhede ederek bilmek.

ayn-el-yakin / ayn-el-yakîn

  • Görerek bilme.
  • Hadîs-i şerîfte bildirilen ihsân (Allahü teâlâyı görüyormuş gibi ibâdet etme) mertebesinde bir ışığın kalbde parlaması. Zamanımızda tarîkata girmiş bir çok kimse, kendilerine tasavvufçu süsü vererek vahdet-i vücudu dillerine almış, bundan yüksek mertebe olmaz sanıyor.

aynelyakin / aynelyakîn

  • Gözle görerek kesin bilgi edinme.

basirane / basîrâne

  • Görerek. Bilerek. Basiret sahibine yakışır halde. (Farsça)
  • Görerek, bilerek.
  • Görerek.

biaynelyakin / biaynelyakîn

  • Gözle görerek kesin bilgi edinme.

biaynilyakin / biaynilyakîn

  • Gözle görerek kesin bilgi edinme.

bil'iltizam / bil'iltizâm / بِالْاِلْتِزَامْ

  • Gerekli görerek.
  • Lüzumlu görerek.

bilmüşahede / بالمشاهده

  • Görmek suretiyle, görerek.
  • Görerek.

ehl-i sahv

  • Uyanık iken hakikatlere görerek ulaşan Allah dostları.

gamz

  • (Çoğulu: Gamuz) Göz yummak, gizli olmak, yumuşak muamele etmek.
  • Kolay görerek ihmal etmek.
  • Çukur yer.

iktifaen / iktifâen

  • Yetinerek, yeterli görerek.

iltizamkarane / iltizamkârâne

  • Gerekli görerek.

iman-ı şühudi / îmân-ı şühûdî

  • Basîret (kalb gözü) ile müşâhede ederek, görerek olan îmân.

istidlal / istidlâl

  • Delîl getirme. Akıl ile, düşünerek, inceleyerek eseri (yapılan işi) görerek yapanı; yaratılmışları görerek yaratanı anlamak.

istihfafkarane / istihfafkârane

  • Küçümseyerek, küçük görerek, hafifseyerek, ehemmiyet vermeyerek. (Farsça)

istisvaben

  • Beğenerek, doğru bularak, mâkul görerek.

keşfen / كَشْفاً

  • Perdeli hakîkati görerek.

meratib-i münkeşife-i meşhude

  • Bizzat görerek açığa çıkmış mertebeler (k-ş-f;.

müdebbir / مُدَبِّرْ

  • Sonunu görerek tedbîr alan.

müdebbir-i hakim / müdebbir-i hakîm / مُدَبِّرِ حَك۪يمْ

  • Sonunu görerek hikmetle önlem alan (Allah).

mülazemeten

  • Staj görerek. Maaşsız ve aylıksız olarak.

müsamahakarane / müsamahakârâne / müsâmahakârâne

  • Görmemezliğe gelerek, müsamaha ederek, hoş görerek. (Farsça)
  • Hoş görerek.

müstasgirane / müstasgirâne

  • Küçümseyerek, küçük görerek. (Farsça)

mütebassırane / mütebassırâne

  • İyice düşünerek, basiretle, ileriyi görerek. (Farsça)

mütedebbirane / mütedebbirâne

  • İlerisini görerek. Tedbirli ve ölçülü olarak. (Farsça)

nazaran

  • Nisbeten, nisbetle kıyaslıyarak.
  • Bakarak, görerek.

re'y-ül ayn

  • Kendi gözüyle görerek.

re'yel-ayn

  • Kendi gözüyle görerek.

sahabi / sahâbî

  • Peygamberimizi görerek îman eden hayırlı kimseler.

şahsen

  • Şahıs olarak, ferd olarak. Şahısça, kendi.
  • Yalnız uzaktan görerek.

şuhuden

  • Görerek.

tabi'iyyeciler / tabî'iyyeciler

  • Canlılarda ve cansızlardaki, akıllara hayret veren intizâmı (düzeni) ve incelikleri görerek, bir yaratanın varlığını söylemekle berâber; öldükten sonra tekrar dirilmeği, âhireti, Cennet'i ve Cehennem'i inkâr edenler (red edip, kabûl etmeyen, inanmaya nlar).

taklid / taklîd

  • İnanılacak şeylerde düşünmeden, anlamadan, yalnız başkasından işiterek, görerek inanma, îmân etme.
  • Amelde yâni yapılacak işlerde delîlini araştırmadan bir müctehidin ictihâdlarına (mezhebine) uyma, bağlanma.
  • Kendi mezhebine göre yapmasında harâc (meşakkat) veya zarûret buluna

tasviben

  • Doğru bularak, tasvib ederek, münâsib görerek.

tazarru'

  • Kendini alçaltarak, aşağı görerek, Allahü teâlâya yalvarma.
  • Tövbe etmek.

teberrüken / تبركا

  • Mübarek görerek,uğur sayarak. (Arapça)

tedbir / tedbîr / تَدْب۪يرْ

  • Sonunu görerek önlem alma.

tesahül

  • Kolay görerek ihmal etme, gevşeklik gösterme.

tevbe-i istigfar / tevbe-i istigfâr

  • Kendini kusurlu görerek, günâhlara tövbe etmek, Allahü teâlâdan af dilemek.

üveysi / üveysî

  • Üstâdı, hocası olsun olmasın, hayatta veya vefât etmiş bir büyüğün rûhâniyetinden istifâde ederek, terbiye görerek yetişen, olgunlaşan kimse. Bu şekilde yetişme yoluna üveysîlik denir.

yakin / yakîn

  • Şüphesiz, sağlam ve kat'i olarak bilmek. (Yakîn: Ma'rifet ve dirayetin ve emsalinin fevkinde olan ilmin sıfatıdır. İlm-i yakîn denir, ma'rifet-i yakîn denilmez. Ayn-el yakîn: (kelimenin merfu hali ayn-ul yakîndir.) Göz ile görür derecede veya görerek, müşahede ederek bilmek. Meselâ; uzakta bir duman

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın