LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Gizl ifadesini içeren 575 kelime bulundu...

a'mak-ı hafa / a'mâk-ı hafâ

  • Gizlilik derinlikleri.
  • Gizli derinlikler.

abisten

  • Gizli, gizleme. (Farsça)
  • Gebe. (Farsça)
  • Dişilik. (Farsça)

abiştgah / abiştgâh

  • Gizlenecek yer, gizli yer. (Farsça)

ağaz / âğaz

  • Ağızlar, nağmeler.

ahfa / ahfâ / اخفا / اَخْفَا

  • Çok gizli, pek gizli.
  • Kalbe bağlı duyguların en gizli, en kapalı olanıdır ki, Cenâb-ı Hak sıfat, şuûnat ve Zât'ına ait en gizli, en mahrem mânâları izin verdiği ölçüde bu duyguya hissettirir.
  • Çok gizli, âlem-i emrin (madde ve ölçü olmayan ve arşın üstündeki âlemin) beşinci ve son latîfesi (makamı, mertebesi).
  • Çok gizli, en gizli.
  • Çok gizli.
  • En gizli. (Arapça)
  • Çok gizli (ruhta bir latîfe).

ahfiye

  • (Tekili: Hıfâ) Örtüler, perdeler, gizli şeyler.
  • Çiçeğin tomurcuğunu örten kabuk.

ahkam-ı mesture / ahkâm-ı mesture

  • Gizli hükümler.

ahram

  • (Tekili: Harem ve Harim) Gizli yerler. Gizli olup herkesin girmesi serbest olmayan yerler.
  • Kadınların bulunduğu haremlikler.

ajan

  • Bir şahsın, bir şirketin veya bir devletin bazı işlerini gören kimse. (Fransızca)
  • Gizli vazifeli olan kişi. (Fransızca)

alenen

  • Gizli olmayarak, açıktan.

aleni / alenî

  • Açık olarak, meydanda. Gizli olmayarak.
  • Açık, gizli olmayan.

allam-ul-guyub / allâm-ul-guyûb

  • Gâibleri (görünmeyen ve bilinmeyen gizli şeyleri) çok iyi bilen mânâsına, Allahü teâlânın isimlerinden.

allamü'l-guyub / allâmü'l-guyûb

  • Gayb âlemini ve bütün gizlilikleri çok iyi bilen Allah.
  • Esmâ-i Hüs-nâ'dan biri, bütün gizlileri bilen Allah.

asar-ı hafiye / âsâr-ı hafiye

  • Gizli eserler.

ashab-ı kehf / ashâb-ı kehf

  • Kur'ân-ı Mu'ciz-ül Beyan'da bahsi geçen ve devirlerinin zâlim padişahından gizlenerek ve onun şerrine âlet olmaktan çekinerek, beraberce bir mağaraya saklanıp, Rabb-ı Rahimlerine (C.C.) sığınan, dindar ve makbul büyük zâtlar. İsimleri rivâvette şöyle sıralanır: Yemlihâ, Mekselinâ, Mislinâ, Mernüş, D

avrat

  • (Tekili: Averât) (Avret) Kadınlar.
  • Gizli yerler.
  • Mahrem zamanlar.

avret

  • Gizlenmesi gereken şey.
  • Eksik. Gedik. Gizlenmesi lâzım gelen şey. Dinen örtülmesi vâcib olan âzâ, ud yeri. Utanılacak ve hayâ edilecek şey. Erkeklerde göbek ile diz kapağı arasındaki kısım.
  • Kadın. Zevce. Nikâhlı.
  • Gece uykuya yatacağı vakit ve seherden evvel uykudan kalkılacak saate de şeriat örfünde
  • Gizlenmesi gereken, dinen görünmesi haram sayılan organlar.

azb

  • Gizli kalma. Görünmez olma.

bahsere

  • Dağıtma.
  • Gizli bir şeyi aşikâr yapma, meydana çıkarma.
  • Kesilerek tane tane olma.

basar

  • Âletsiz ve şartsız olarak, gizli ve âşikâr (açık) her şeyi görmesi mânâsına, Allahü teâlânın sübûtî sıfatlarından biri.

basir / basîr

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Gizli ve açık her şeyi hakkıyle görücü.

batın / bâtın

  • İç, iç yüz, gizli, sır.
  • İç, içyüz, gizli, sır, derunî.
  • Allah'ın isimlerinden.
  • İç, dâhilî. Gizli. İçyüz. Sır, esrar. Künh ve zâtı itibarı ile gizli. (Zıddı: Zâhir'dir)

batıniyye / bâtıniyye

  • Kur'an-ı Kerim'deki âyetlerin ve hadis-i şeriflerin zâhir ve âşikâr mânalarından ayrılarak, usûlsüz ve yanlış te'viller ile âyet ve hadislerin gizli ve sırlı mânalarını bulmak iddiasında olan sapık bir tarikat ve buna bağlı olanlar.Esasen âyet ve hadislerin ince, derin ve küllî mânalarını tefsir ve
  • Kurânın apaçık mânâlarına itibar etmeyip gizli mânalar bulduklarına inanan sapık bir anlayış.

batıniyyun / bâtıniyyûn

  • Kurânın açık mânâlarını bir yana bırakıp gizli mânalar bulduklarına inanarak sapıtan kimseler.

benderek

  • Küçük iskele. (Farsça)
  • Boğaz ve liman ağızlarında yapılan küçük kale. Mendirek. (Farsça)

beşaret-i gaybiye / beşâret-i gaybiye / بَشَارَتِ غَيْبِيَه

  • Gizli, gaybî olan müjde.

bevatın

  • (Tekili: Bâtın) Gizli ve kapalı şeyler. Aşikâr olmayan şeyler. (Zıddı: Zevahir'dir.)

bevh

  • Musibete, belâya uğrama; felâket gelmesi. Kederlenme.
  • Gizli şeyin, sırrın açığa çıkması.

bevs

  • Acele, ileri geçme, ileri gitme.
  • Bıktırıncaya kadar israr etme.
  • Bir kimseden kaçıp gizlenme.
  • Bir şeyin rengi.

bihicap / bîhicap

  • Perdesiz, gizlemeksizin.

bıtane

  • Gizlenilen hâl. Gizli şey. Herkesin görüp bilmesi istenilmeyen ve aşikâr olmayan şey.
  • Mahrem, sırdaş.
  • Astar.
  • Bir şehrin ortası, merkezi.

büdela / büdelâ

  • Bedeller. Ricâlü'l-Gayb denilen Allahü teâlânın insanlardan gizlediği evliyâ zâtlar. Bedîl'in çokluk şeklidir. Ebdâl de denir.

buğz

  • Sevmeme. Birisi hakkında gizli ve kalbi düşmanlık hissetme. Kin, husûmet.

büyü

  • Sihir. İlme, fenne uymayan gizli sebebler kullanarak garib işler yapmayı sağlayan ilim.

cahcaha

  • Gönlünde olan sırrını gizlemek.
  • Çağırmak.
  • Su sesi.

casus

  • (Çoğulu: Cevâsis) Hafiye. Gizli sırları haber veren. Kendi asıl şahsiyetini gizleyip, kendini iyi şahsiyet şeklinde göstererek ve gizli yollarla bir devletin askeri, siyasi ve mâli durumlarına dair haberleri başka bir devlet menfaatına olarak toplayıp bildiren kimse.
  • Gizli sırları haber veren, ajan.

cemceme

  • Sözü gizli söyleme, harfleri tâne tâne söyleyip açık beyan edememe.

cemş

  • Saçı yolmak veya traş etmek.
  • Gizli ses.
  • Parmaklarının uçları ile çekmek.
  • Gazel söylemek.
  • Oynaşmak.

cenin

  • (Cenne. den) Ana karnındaki harekete başlıyan çocuk.
  • Gizli ve mestur, saklı olan şey.

cenn

  • (Cünün) Bir şeyi setretmek, gizlemek.
  • Ana karnındaki cenin, gizli olmak.

cerbeze

  • Aldatıcı sözlerle kurnazlık etme. Fazla sözlerle aldatıcılık. Haklı ve haksız sözlerle hakikatı gizleme.
  • Beceriklilik, fetânet ile temyiz ve cesaret-i mutedile ve kuvvet-i idareden ibâret olan sıfat-ı zihniye. (Bu kelime, Arabçada: Hilekârlık, kurnazlık gibi aşağılayıcı bir mânâda ku

cers

  • Gizli ses.
  • Arının ağaçtan ve çiçeklerden emmesi.
  • Bir miktar zaman.

cessas

  • Gizli şeyleri araştıran, gizli şeylere merak eden. Tecessüs sâhibi.

cevasis / cevâsis

  • (Tekili: Casus) Casuslar. Gizli şeyleri araştıranlar. Gizlilikleri öğrenip bilenler.
  • Gizli şeyleri araştıranlar.

cevasis-i fünun / cevâsis-i fünun

  • Casus gibi davranan fenler; gizli şeyleri araştıran fenler.

dahc

  • Gizlemek, örtmek.

dahh

  • Yer altında bir şey gizlemek.

dahil / dahîl

  • Yabancı, sığınan, sığınmış. Muhacir.
  • Birisinin içyüzü, niyet ve mezhebi. Dâhil ve içerde. Birisinin bütün gizli ve sırlı işlerine vâkıf olan dost ve hemdemi.
  • Evvelâ alâkasız olup sonradan bir cemaate dâhil olan.
  • Edb: Başka bir dilden olup, sonradan diğer bir dile geçe

damacana

  • Su veya başka sıvıları taşımaya mahsus dar ağızlı, şişkin gövdeli çoğu hasırla sarılı veya sepetli büyük şişe.

define

  • Hazine, gizli servet.

delalet-i zımni ve işari / delâlet-i zımnî ve işârî

  • Örtülü ve gizli işaretle bir mânâyı gösterme.

delalet-i zımniye / delâlet-i zımniye / دَلَالَتِ ضِمْنِيَه

  • Gizli olarak, içten içe delil olma.

deles

  • Karanlık.
  • Yaz sonunda yapraklanır bir ot.
  • Bir şeyi gizlemek.

dellal-ı muzhir / dellâl-ı muzhir

  • Gizli güzellikleri ortaya çıkararak ilân eden.

dels

  • Karanlık, zulmet.
  • Bir şeyi saklamak, gizlemek.
  • Sonbaharda yapraklanan bir ot çeşiti.

deriyye

  • Avcıların gizlenip av gözledikleri yer.

desais

  • (Tekili: Desise) Vesveseler, desiseler. Gizli hileler.

desis

  • (Çoğulu: Desâyis) Gizlenmiş, gizli.

desise

  • Gizli hile, oyun.

dess

  • Gizlenmek.
  • Örtmek.

dımar

  • Cehalet devrinde Arabistanda bir sanem (put) ismi.
  • Bir daha sâhibinin eline geçmesi ümid edilmeyen zâil olmuş mal.
  • Sonraya bırakılan vâde. Müddeti hudutsuz borç.
  • Gizli.

dirase

  • Kitab okumak.
  • Elbiseyi eskitmek.
  • Gizli yol.
  • Harmanda buğday döğmek.
  • Uyuz olan deveyi katranlamak.

dümac

  • Çok sağlam nesne.
  • Gizli örtülü olan şey.

ebdal / ebdâl

  • Bedeller. Dünyânın nizâmı, düzeni ile vazîfeli olup, Allahü teâlânın insanlardan gizlediği büyük zâtlar. Biri vefât edince, yerine başkası getirildiğinden bu isimle anılmışlardır. Bunlara Ricâlü'l-Gayb da denir.

efvah / efvâh / افواه

  • Menfezler, ağızlar, delikler.
  • Mc: Yemeğe lezzet için konan baharat.
  • Ağızlar. (Arapça)

ehevatının ma-fi'z-zamirleri

  • Kardeşlerinin içinde gizli olan şeyler.

ehl-i şuhud

  • Kâinatta tevhid delillerini aynen seyreden, İlâhi ve gizli sırlarını Hakkın izni ile gören şuhud ehli. Veli. (Farsça)
  • Görecek derecede kat'i kanaat sâhibi olan enbiyâ ve evliyalar. (Farsça)

ehre

  • Büyük ağızlı.

ehven-i sırreyn

  • İki gizliden en zararsızı.

ekmam

  • (Tekili: Kümm) Elbisenin kolları, yenleri, kol ağızları.

ektem

  • Çok sır saklayan, esrar gizleyen kimse.
  • Büyük karınlı ve şişman olan adam.

el-hannas / el-hannâs

  • Fırsatını bulamayınca gizlenen, bulunca vesvese vermek için gelen sinsi şeytan.

elcime

  • (Tekili: Licâm) Hayvanların ağızlarına takılan gemler.

elhannas / elhannâs

  • Gizli şeytan.

emr-i gaybi / emr-i gaybî

  • Gizli emir.

emval-i zahire / emvâl-i zâhire

  • Zekât hayvanları ve topraktan elde edilen mahsûl gibi gizlenmesi mümkün olmayan mallar.

emval-ibatına / emvâl-ibâtına

  • Gizlenmesi mümkün olan altın, gümüş ve ticâret eşyâsı cinsinden olan zekât malları.

enişe

  • Hafiye, gizli polis. (Farsça)
  • Casus. Gizli haberler öğrenerek veya sırları çözerek düşmanlara haber veren kimse. (Farsça)
  • Dalkavuk, yaltakçı. (Farsça)

entrika

  • İtl. Hile, gizli tedbir ve dolap.

envar-ı esrar / envâr-ı esrar

  • Sırların nurları, bilinmeyen gizli şeylerin ışıkları.

erakk-ı hissiyat

  • Duyguların en inceleri. Gizli hisler, ince duygular.

eş'iya

  • (A.S.) Beni-İsrail peygamberlerindendir. (M.Ö. 759-700) tarihlerine kadar Beni-İsrail arasında peygamberlik yapmış, birçok mucizeler göstermiştir. Zamanının padişahı tarafından takib ettirilerek bir ağaç oyuğunda gizli olduğu halde, ağaçla beraber biçki ile kesilerek şehid edilmiştir. 66 babdan ibar

esarir

  • Gizli sırlar.
  • Yüz ve avuçtaki çizgiler.

esbab-ı inkişaf / esbâb-ı inkişaf

  • Gizli kalmış hakikatlerin ortaya çıkmasını sağlayan sebepler.

eşdak

  • Doğru konuşan. Yalan söylemeyen. Sâdık.
  • Büyük ağızlı.

esrar / esrâr / اسرار

  • (Tekili: Sır) Sırlar. Gizli hikmetler ve mânalar. Bilinmeyen şeyler.
  • Keyif veren zehir. Uyuşturucu madde.
  • Elinde ve el ayasında olan hatlar.
  • Sırlar, gizli gerçekler.
  • Sırlar, gizli ve akıl ermeyen şeyler.
  • Sırlar, gizli mânâlar.
  • Sırlar, gizler. (Arapça)

esrar-engiz

  • Esrarlı, gizli, ürperti verici. (Farsça)

esrar-ı gaybiye

  • Görünmeyen, dünya ile ilgili gizli sırlar.

esrar-ı gaybiye-i kur'aniye / esrar-ı gaybiye-i kur'âniye

  • Kur'ân'ın gizli sırları.

esrar-ı hafiyye

  • Gizli ve saklı sırlar.

esrar-ı huruf

  • Harflerde gizli olan sırlar.

esrar-ı huruf-u kur'aniye / esrar-ı huruf-u kur'âniye

  • Kur'ân harflerinde gizli olan sırlar.

esrar-ı rahmet

  • Rahmetin içinde gizli olan sırlar.

esrarengiz / esrârengiz

  • Gizli ve sırlı olan.

ev'iye

  • (Tekili: Viâ) Mahfazalar, kaplar, gizlemeye veya saklamaya yarayan şeyler.
  • Damarlar.

evcar

  • İçinde gizlenmek için avcılar tarafından yapılan siperler, çukurlar.

femi / femî

  • Ağızla alâkalı. Ağıza âit.

ferah-dehen

  • Geveze, boşboğaz. (Farsça)
  • Geniş ağızlı, ağzı büyük. (Farsça)

fial

  • Çocuk oyunudur. (Bir şeyi toprak içinde gizleyip sonra taksim edip "hangimizin hissesinde çıkar" diye ararlar.)

fidam

  • (Feddâm) : Su kabının üzerine koydukları süzgeç.
  • Mecusilerin ağızlarını bağlamakta kullandıkları bez.

fikr-i muzmer

  • Gizli kalmış ve dışarı vurulmamış fikir.

foya

  • İtl. Gizli oyun, hile. Göz boyacılığı, sahtekârlık.
  • Elmasların yuvalarında yatağına konulan ince madeni yaprak.

fünun-u hafiye

  • Gizli ilimler.

füyuz

  • (Tekili: Feyz) Feyizler. İnâyetler. Keremler.
  • Suyun çoğalıp taşması.
  • İnsanın içindeki gizli şeyleri saklamayıp izhar etmesi.
  • Bir haberin fâş ve şayi' olması.

fuzuh

  • Gizli işlerin zahir olup açığa çıkması.

gaibane / gaibâne

  • Hazırda görünmeksizin, yüzyüze olmadan. Gizliden. (Farsça)

galat-ı tahakkümi / galat-ı tahakkümî

  • Bir kelimenin gerek lâfzı ve gerekse mânası itibariyle herkesin kullandığı gibi kullanılmaması.Bu, başlıca üş şeyden olur:1- Nazımda vezne uydurmak için bir kelimenin telâffuzunu değiştirmek, hecesini uzatmak ve kısaltmak yahut harfini gizlemek.2- Çeşitli mânâları olan bir kelimeyi meşhur olmayan bi

gamaim

  • (Tekili: Gımâme) Hayvanların, yem yemelerini veya ısırmalarını önlemek gayesiyle ağızlarına takılan torba gibi şeyler.

gamız

  • Derin ve gizli olan.

gammaz

  • Birisine iftira ederek zarar veren. Münafık, fitneci.
  • Adamın ayıplarını arayıp gizli şikâyet eden.
  • Tersane kethüdalarına mahsus altı çifte kayık.

gamz

  • (Çoğulu: Gamuz) Göz yummak, gizli olmak, yumuşak muamele etmek.
  • Kolay görerek ihmal etmek.
  • Çukur yer.

garabet

  • Yabancılık. Gariblik.
  • Tuhaflık.
  • Âcizlik, beceriksizlik.
  • Gizli olmak. Hilaf-ı âdet olmak.
  • Iraklık.
  • Edb: Ne demek olduğu herkesçe anlaşılmayacak kelime ve tabirlerin söz arasında kullanılması.

gatt

  • Birbirine tâbi olmak.
  • Gizlemek.
  • Mükedder etmek, üzmek.
  • Suya dalmak.

gayb / غایب

  • Hazır olmama, gizli kalma. Hazır olmayan gizli kalan, görünmeyen.
  • Âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerde bildirilmeyen, his organları, tecrübe ve hesâb ile anlaşılmayan gizli şeyler.
  • Akıl ve his (duyu) organları ile bilinemeyip, ancak peygamberlerin haber vermesi ile bilinen, Allahü teâ
  • Gizli olan, gözle görülmeyen şey.
  • Belirsiz, bilinmeyen şey.
  • Gizli olan. Görünmeyen. Belirsiz.
  • Güman. Hislerle veya akıl ile bilinmeyen şey.
  • Gizli, görünmeyen, belirsiz.
  • Gözle görülmeyen, gizli. (Arapça)
  • Kayıp. (Arapça)

gaybü'l-gayb

  • Gayb âleminden de ötede bulunan gizli âlem.

gayr-ı mahrem

  • Gizli olmayan.

gayr-i mahrem / غَيْرِ مَحْرَمْ

  • Gizli olmayan.
  • Gizli olmayan.

genc-i nihan

  • Gizli hazine.

gıll

  • Düşmanlık, garaz ve adavet, gizli kin ve haset.

goncedehan / goncedehân / غنجه دهان

  • Küçük ağızlı, gonca ağızlı. (Farsça)

gurubu olmayan

  • Asla batmayan ve gizlenmeyen.

guyub / guyûb

  • Görünmeyenler, gizliler.

hab'

  • Gizli, saklı, hafi.
  • Gizlemek, örtmek, setretmek.

habaya

  • Gizli işler, gizli şeyler.
  • Defineler.

habir-i basir / habîr-i basîr

  • Kendisine hiçbir şey gizli kalmayacak şekilde bilen, herşeyden haberdar olan ve her şeyi gören Allah.

haby

  • (Çoğulu: Hıbâyâ) Örtmek.
  • Gizli olan.

hachace

  • Gizlenmek.

hacis

  • Tasa, keder, hüzün, gam.
  • Hâtıra. Kalb ve hissin en derin ve gizli sesleri.

hadd-i sirkat

  • İslâm hukûkunda başkasının az veya çok malını gizlice, haksız olarak veya rızâsı olmayarak almak sebebiyle verilen cezâ.

hafa / hafâ / خفا

  • Gizlilik. Gizli olmak. Saklılık.
  • Gizlilik, kapalılık.
  • Gizlilik.
  • Gizlilik.
  • Gizlilik. (Arapça)

hafagah / hafagâh / hafâgâh / خفاگاه

  • Gizlenilecek yer, gizlenme yeri, siper. (Farsça)
  • Gizlenilecek yer. (Arapça - Farsça)

hafaya / hafâyâ / خفایا

  • (Tekili: Hafi) Gizli şeyler. Sırlar.
  • Gizli şeyler, sırlar.
  • Gizli şeyler. (Arapça)

hafaya-yı umur / hafaya-yı umûr

  • İşlerin gizli tarafı.

hafi / hafî / خفى / خفي / خَف۪ي

  • Gizli. Açıkta olmayan. Saklı.
  • Fık: Sigasından dolayı değil, bir ârızadan dolayı mânası kapalı kalan lafız.
  • Gizli.
  • Gizli, kapalı.
  • Usûl-i fıkıh ilminde, mânâsı açık olduğu hâlde söyleyenin maksadını ifâde etme husûsunda kapalı, gizli söz.
  • Tasavvufta âlem-i kebîrdeki beş latîfeden biri.
  • Gizli, saklı.
  • Gizli (Arapça)
  • Gizli.
  • Gizli.

hafiye

  • Saklı ve gizli şeyleri araştıran.
  • Casus.
  • Polis.
  • (Çoğulu: Havâfi) İnsan bedeninde gizli olan can.
  • Kuş kanadında ebâhirden sonra olan dört kısacık yeleklerin her birisi.
  • Gizli, mestur.
  • Gizli çalışan, casus.
  • Biri hakkında gizlice bilgi toplayan kimse.

hafiyy ü celi / hafiyy ü celî

  • Gizli ve âşikâr.

hafiyyat / hafiyyât / خفيات

  • Gizli şeyler. Gizlilikler.
  • Gizli şeyler. (Arapça)

hafiyyat-ı umur / hafiyyat-ı umûr

  • İşlerin saklı tarafları, gizli kısımları.

hafiyye / خفيه

  • Gizli polis. (Arapça)

hafiyyen / خفيا

  • Gizlice, saklı olarak, gizliden. Aşikâr olmıyarak.
  • Gizlice. (Arapça)

hafiyyeten

  • Gizlice, gizli ve saklı olarak.

haft

  • Sâkin olmak.
  • Sözü gizli söylemek.

hafy

  • Gizlemek.
  • Setretmek, örtmek.
  • İzhar etmek, görünmek.
  • Parlamak, yıldıramak.

hakaik-i hafiye

  • Gizli hakikatler.

hakaik-i hayat

  • Hayatın içindeki gizli hakikatler, gerçekler.

hakaik-i kainat / hakaik-i kâinat

  • Kâinatta gizli olan hakikatler, gerçekler.

hakd

  • Kin tutmak. Adâvetini gizlemek.

hakikat-i hal

  • Bir durumun ardında gizlenen gerçek.

hakikat-i hayatiye

  • Hayatın içinde gizli olan gerçek.

hakikat-i rahmet

  • Rahmet ve şefkat içinde gizli olan gerçek.

hallak-ı alim / hallâk-ı alîm

  • Küçük büyük, gizli açık, geçmiş ve gelecek her şeyi hakkıyla bilen ve kâinatta her şeyi yaratan Allah.

halvet

  • Yalnızlık. Tek başına kalmak. Tenhaya çekilme.
  • Gizlilik.

halvetgah / halvetgâh

  • Tek başına oturup ibadetle vakit geçirilen yer. (Farsça)
  • Halvet yeri. Gizli olarak görüşülecek yer. (Farsça)

halvethane

  • Gizli ibadet yeri. (Farsça)
  • Gizli konuşup görüşmeye mahsus yer. (Farsça)

halveti / halvetî

  • Gizliliğe önem veren bir tarikatın mensubu.

harim-i kudsi / harîm-i kudsî

  • Herkesin bilemeyeceği gizli kutsal harem.

hasife / hasîfe

  • Gizlenen kin, hased ve düşmanlık.

hasıraltı etmek

  • Ist: Unutmak, saklamak, gizlemek, terviç etmemek manasında kulanılan bir tâbirdir. Hasır, eskiden halı ve kilim yerinde kullanıldığı ve onun altında kalan şeyler unutulup gittiği için bu tâbir meydana gelmiştir.

hasis

  • Gizli ses. Ateş gürültüsü.
  • Fitil.

hazen

  • (Çoğulu: Hızân) Etin kokması.
  • Toplamak, cem'edip yığmak.
  • Gizlemek, saklamak.

hazf

  • Aradan çıkarma, kaldırma, giderme, silme, gizli tutma.

hazine-i gaybiye

  • Görünmeyen, gizli hazine.

hediye-i gaybi / hediye-i gaybî

  • Gizli hediye.

hels

  • Çok hayır.
  • Gizlemek, saklamak.

hems

  • Gizli ses. Çok gizli. Sesi gizlemek.
  • Ağzı açmadan lokma çiğnemek.
  • Fütursuz olarak geceleyin yola gitmek.
  • Peçe.
  • Sıkmak.
  • Kırmak.

hemsen

  • Gizli sesle. Gizli ses. Savt-ı hafi.

henme

  • Gizli ses.

hesis

  • Gizli ses, gizli kelâm.
  • Ezilmiş, ufalanmış nesne.

hesmele

  • Gizli söz.

hetf

  • Bir şeyi gizlice hatırlatmak. Seslenmek. Fısıldamak.

hetmele

  • Gizli kelâm, gizli söz.

hevamm

  • Böcekler, haşereler.
  • Yılan, pire, akrep gizli zararlı hayvanlar.
  • Böcekler, haşereler. Pire, tahta kurusu, bit, örümcek, yılan gibi, kışın gizlenip yazın meydana çıkan, insan ve hayvanın vücudundan beslenerek yaşayan, insana zararı dokunan (parazit yaşayan) küçük canlılır.

heyneme

  • (Çoğulu: Heynem) Gizli ses.

hibale-i telbisat

  • Gizli, kamufleli tuzak.

hicab

  • Perde. Örtü. Hâil.
  • Utanma. Kendini kusurlu bilip insanlar arasından çekilmek.
  • Men'etmek.
  • Allah ile kul arasındaki perde.
  • Setretmek. Gizlemek.

hicam

  • Hayvanlara takılan ağızlık.

hicame

  • Deve ağzına ısırmasın diye takılan ağızlık.

hıfz-ı gaybi / hıfz-ı gaybî

  • Gizli koruma.

hikmet

  • İnsanın, mevcudatın hakikatlerini bilip hayırlı işleri yapmak sıfatı. Hakîmlik. Eşyanın ahvâlinden, hârici ve bâtini keyfiyetlerinden bahseden ilim. (Buna İlm-i Hikmet deniyor)
  • Herkesin bilmediği gizli sebeb. Kâinattaki ve yaradılıştaki İlâhî gaye.
  • Ahlâka ve hakikata faydalı
  • Nübüvvet (peygamberlik).
  • Faydalı ilim.
  • Edeb, ahlâk ve nasîhat ile ilgili güzel sözler.
  • Gizli sebep, fâide.
  • Fıkıh ilmi, helâl ve harâmı bildiren din ilmi.
  • İlm-i Ledünnî, mânevî ilim.
  • Peygamber efendimizin sünneti.
  • Gaye, felsefe, gizli sebep, faydalı söz, bilgi.

hikmet-i efgan

  • Ağlayıp sızlamanın hikmeti. Feryadın, inleyişin gizli sebebi. (Farsça)

hikmet-i ipham

  • Bir şeyi gizlemenin hikmeti.

hissiyat-ı hafiyye

  • Gizli hisler, duygular.

hıyfet

  • Korku. Gizlilik ve havf.

hufye

  • Saklanma, gizlenme.
  • Etrafı herhangi bir şeyle ihata edilen şey.

hükm-ü zımni / hükm-ü zımnî

  • Gizli, kapalı, örtülü hüküm.

hulul

  • Girme. Dâhil olma. İçine gizlice giriş.
  • Birinin veya birkaç kimsenin sevgi veya itimadını kazanmak, içlerine onlardan görünüp girmek.
  • Halletmek.
  • Vuku' bulmak. Zuhur etmek.
  • Gelip çatmak.
  • Bir menzile inmek.
  • Kim: Bazı akıcı cisimlerin vücud mesâmâ

huni

  • yun. Dar ağızlı kaplara sıvı dökmeye yarayan; ve yukarı kısmı genişçe, aşağı kısmı dar olan âlet.

husafe

  • Düşmanlık, adavet. Gizli kin, hased.

husake

  • Düşmanlık, adavet. Hased, gizli kin.

hüsn-ü mahfi / hüsn-ü mahfî

  • Gizli güzellik.
  • (Hüsn-i mahfî) Gizli güzellik.
  • Kalbî ve ruhî güzellik.

i'tiraf

  • (İtiraf) Kabahatini saklamamak. Suçunu söylemeği kabul etmek. Gizleyip söylemek istemediği şeyi açıklamak.

ibhamvari / ibhamvarî

  • Belli etmeyerek, âşikâr surette tanıtmıyarak, gizli bir şekilde, mübhem olarak. (Farsça)

ictinan

  • Gizlenmek.

iddimac

  • Bir şeyin içine girmek. Bir yere girip gizlenmek.

idgam

  • Gizlemek.
  • Bir şeyi bir yere koymak.
  • Tecvidde: Aynı cinsten olan harfleri birbirine katarak iki def'a okumak. Şeddeli okumak veya yazılmak.
  • Gizleme.

idrimac

  • Bir yere girip gizlenmek.

ifşa / ifşâ

  • (Çoğulu: İfşâât) Duyurmak. Fâşetmek. Meydana çıkarmak. Gizli bir şeyi herkese duyurmak.
  • Gizli olanı açıklama.

ifşaat

  • Duyurmalar, gizli şeyleri açığa çıkarmalar.

ihba'

  • Örtmek, saklamak, gizlemek.
  • Ateşi basıp söndürmek.

ihbar-ı guyub

  • Gelecekten, bilinmeyen gizli şeylerden haber verme.

ihbas

  • Eteğinde bir şey gizleme.
  • Hapsetme.
  • Vakfetme. Hayır yollarında mal ve hayvan bağışlama.

ihfa / ihfâ / اخفا

  • Saklamak. Gizlemek. Ketmetmek. Gizlenilmek.
  • Tecvidde: Harflerden birisini söylerken gizli ve zayıf söylemek.
  • Gizleme.
  • Saklamak, gizlemek.
  • Örtmek, gizlemek; tecvidde bir terim. On beş ihfâ harflerinden önce gelen tenvin veya sâkin nunu, izhâr (birbirinden ayırmak) ile idgâm (birbirine katmak) arasında, şeddeden uzak olarak gunne ile genizden çıkarmak.
  • Gizleme, saklama.
  • Gizleme, saklama. (Arapça)

ıhmar

  • Gizli etmek, saklamak.

ıhtiba'

  • Gizlenmek, örtünmek.

ihtiba'

  • (Habâ. dan) İyice saklayıp gizleme.

ihticab

  • Örtünme. Saklanma. Gizlenme. Perdelenme.
  • Doğumun belirli zamanından fazla uzaması.

ihtifa / ihtifâ / اختفا

  • Gizlenme. Saklanma.
  • Gizlenme.
  • Gizlenme. (Arapça)

ihtital

  • Gizli söylenen sözü dinleme. Kulak kabartma.

ıhtizan

  • Sırrı gizlemek.

ihvan-üs-safa / ihvân-üs-safâ

  • On birinci asrın ikinci yarısında Basra'da ortaya çıkan; "İslâmiyete birçok vehimler karışmış, onu bu vehimlerden temizlemek ancak felsefe ile mümkündür. İslâm dînini felsefe vâsıtasıyla saf hâle getirmelidir" diyen sapık ve gizli bir cemiyet, ekol.

ikman

  • Gizleme, saklama, örtme.

iknan

  • Örtme, saklama, gizleme.

iktam

  • (Ketm. den) Gizleme, saklama.

iktidar-ı kamin / iktidar-ı kâmin

  • Gizli güç.

iktiman

  • Gizlenme, saklanma.

iktiman-ı sarık / iktiman-ı sârık

  • Hırsızın gizlenmesi.

iktina'

  • Künyelenme.
  • Anlaşılmayacak şekilde söyleme.
  • Gizlenme, saklanma.

iktinan

  • Saklanma, gizlenme.

iktitam

  • (Ketm. den) Ketmetme, gizleme, saklama.
  • Sararma.

ilgaz

  • (Lugaz. dan) Sözde maksadı gizleme.

ilhan

  • Tar: Cengizlilerin İran kolunun Hülâgu hanedanının hükümdarlarına verilen ünvan.

ilm-i allamü'l-guyub / ilm-i allâmü'l-guyûb

  • Gayb âlemini ve herşeyi bilen ve kendisinden hiçbir şey gizli kalmayan Allah'ın ilmi.

ilmü'l-guyub / ilmü'l-guyûb

  • Gayblara dair ilim, gizliliklerin ilmi.

ima / îmâ / ا۪يمَا

  • İşaret.
  • Gizli ve ince bir mânâyı işaret etme, gösterme.
  • Gizli işaret.

imaen / îmaen

  • Gizli ve ince bir mânâyı göstererek, işaret ederek.

imai / îmâî

  • Gizli işaret.

imame

  • İslâma mahsus baş kisvesi olan sarık. Zırhlı külâh.
  • Çubuk ve sigaralığın başına takılan ağızlık.
  • Tesbihin başındaki ve ipin iki ucu içinden geçen uzunca tane.

imza-yı gaybi / imza-yı gaybî

  • Gizli bir imza.

inhifa

  • Gizlenip saklanma.

inkar / inkâr

  • Bilmeme, tanımama. Yaptığını ve söylediğini gizleme.
  • Yapmadım deme ve ayak direme.
  • Reddetme.

inkişaf

  • Açılma. Meydana çıkma.
  • Yetişme.
  • Terakki etme, ilerleme.
  • Gizli sırların bilinmesi.

inkitam

  • Gizli tutulma, saklı tutulma.

insat

  • (İnsiyat) Susup dinleme, susma.
  • Gizlenerek gitme.
  • İnfial vezninde, nidâ eden kimseye icabet etme.
  • Beli bükülenin beli doğrulması.
  • Meşhur olma.

insilal

  • Gizlice savuma, sıvışma, sıyrılma.

işaret-i gaybiye / işâret-i gaybiye / اِشَارَتِ غَيْبِيَه

  • Gizli işaret.

ismet

  • Günahsızlık, mâsumluk. Günahlardan kaçınmak melekesine sâhib olmak. Suçsuzluk.
  • Peygamberlik vasıflarından birisidir. Peygamberler (A.S.), hiç bir zaman gizli, âşikâr herhangi bir ma'siyete yaklaşmazlar; bütün kusur ve hatâlardan ve şâibelerden müberrâdırlar.

israr

  • (Sırr. dan) Sır saklamak, gizlemek. Gizlenmesi lâzım bir şeyi gizlemek.

israr-ı esrar

  • Sırların gizlenmesi.

istibtan

  • Gizliliğe, bir kimsenin iç işlerine vakıf olmak.

istifrar

  • Firar etme, gizlice kaçma, savuşma.

ıstıhab

  • Saklama, gizleme.
  • Dostluk kurma.
  • Konuşma, musâhabe etme.

istihfa'

  • Gizlenme, saklanma.

istihsan

  • Güzel bulma, güzel görme.
  • Kıyas denilen delîlin iki kısmından birisi olan hafî (gizli, kapalı) kıyas, yâni asl (hakkında açıkça hüküm bulunan şey) ile, fer' (hakkında açıkça hüküm bulunmayan şey) arasında müşterek (ortak) olan ve aslın hükmünün fer'e verilmesine sebeb olan illetin (vasfın, ö

istiknan

  • Gizlenme, saklanma.

istiktam

  • Gizlemeğe çalışma. Saklamak için uğraşma.

istinbat / istinbât

  • Bir söz veya bir işten gizli bir mânâyı meydana koymak.
  • Müçtehid veya büyük bir âlimin gizli bir mânâyı içtihadı ile meydana çıkarması.
  • Bir mes'eleyi derin tetkik ile meydana çıkarması.
  • Bir mes'eleyi derin tetkik neticesinde kaynaklarından güçlükle anlamak.
  • Bir iş veya sözden gizli bir anlam çıkarmak, tahmin etmek.
  • Bir söz veya işten gizli bir mânâ çıkarma, zımnen, açık olmayarak, dolayısıyla anlama.
  • Bir sözden gizli bir mânâ çıkarma.

istinbat etmek

  • Gizli mânâyı ortaya çıkarmak.

istinbatat

  • Bir söz veya bir işten gizli bir mânâ ve hüküm çıkarma işlemleri.

istitar

  • Gizlenme, perdelenme.

izaa-i esrar

  • Gizli sırları açığa vurma, açıklama.

ızmar

  • (İzmâr) Kalbde gizlemek, saklamak. Belli etmemek.

izmar / izmâr

  • Gizleme, saklama.

kaff

  • Parmak arasına birşey gizlemek.
  • Ot kurutmak.

kaffaf

  • Parmakları arasında birşey gizleyip çalan kimse.

kahin / kâhin

  • Gizli şeyleri bildiğini iddiâ eden. Falcı.

kamin / kâmin

  • Saklı. Gizli. Belirsiz. Pusuda duran.

kamine / kâmine

  • Gizli, belirsiz olan.

kaminun / kâminun

  • (Tekili: Kâmin) Saklı ve gizli olanlar.

kamuflaj

  • Gizlenme, örtme. Aldatma gayesiyle yapılan tertibat. Daha ziyade harp zamanlarında araçlar ile insanların, bulundukları mekâna göre kılığa girmeleri. (Fransızca)

kanata

  • ing. Bol ağızlı su testisi.
  • Sıvı koymaya mahsus kap.
  • Bazan ölçü gibi de kullanılır.

karaborsa

  • Piyasadan çekilen eşyanın, yüksek fiatla satıldığı gizli pazar.

kasd-ı mahsus

  • Gizli ve özel maksat.

kası'a

  • Yaban fâresinin ini. Yuvası ve bu yuvadaki iki deliğinden âşikâr olanıdır. Diğeri gizlidir.

kaşif / kâşif

  • Keşfedici. Keşfeden. Gizli bir şeyi meydana çıkarıp, izah eden. Açıklayan.
  • Mısır'da nâhiye veya kaza idarecilerine verilen ad.

kaşih / kâşih

  • Düşmanlığını gizleyip izhar etmeyen.
  • Dağılıp uzaklaşan kimse.

katib-i sırr / kâtib-i sırr

  • Gizli şeyler yazdırılan kâtip, sır kâtibi.

kebiru'l-müteal / kebîru'l-müteâl

  • Açık ve gizli her şeyi bilen, büyük ve yüce olan. Allah Teâlâ.

kefur

  • Hakkı gizleyici, doğruyu gizleyen.

kehanet / kehânet

  • Kâhinlik. Gaybı, gizli şeyleri bilirim iddiâsında bulunmak. Bu işi yapana kâhin, falcı denir.

kelam-ı mahrem / kelâm-ı mahrem

  • Gizli kelâm. Mahrem söz.

kemain

  • (Tekili: Kemin) Pusuya gizlenmiş adamlar.

kemenan

  • (Tekili: Kemin) Pusuya gizlenmiş askerler.
  • Pusular.

kemin

  • (Çoğulu: Kemâin) Pusuya saklanmış adam.
  • Pusu.
  • Belirsiz. Gizli yer.

kemn

  • Gizlemek, gizlenmek.

kemy

  • Gizlemek, ketmetmek.

kenin

  • Örtülü, gizli, mahfuz.

kenn

  • Örtülüp gizlenme.

kenz-i mahfi / kenz-i mahfî

  • Gizli hazine.
  • Gizli hazine.

kereb

  • Kova bağladıkları ip.
  • Suyu yatıp ağızla içmek.
  • Hurma ağacının kökü.

keşf

  • Açmak.
  • Olacak bir şeyi evvelden anlamak. Gizli kalmış bir şeyin Cenab-ı Hak tarafından birisine ilham olunması ile o gizli şeyin meydana çıkarılması.
  • Açmak, gizli bir şeyi bulmak, ortaya çıkarmak. Bir şeyin üzerindeki kapalılığı kaldırmak.
  • Evliyânın, his ve akılla anlaşılmayan şeyleri, kalbine gelen ilhâm yoluyla bilmesi.
  • Açma, meydana çıkarma, gizli bir şeyi bulma, bir sırrı öğrenme.
  • Allah tarafından ermişlere ilham edilen gizliyi bilme yetisi.

keşf-i raz / keşf-i râz

  • Gizli bir şeyi meydana çıkarma.
  • Gizli bir şeyi meydana çıkarmak, açıklamak. (Farsça)
  • Sır toplamak, casusluk etmek. (Farsça)

keşfetmek

  • Gizli birşeyi ortaya çıkarmak.

keşif

  • Gizli ve bilinmeyen birşeyin ortaya çıkarılması, buluş.

keşşaf / keşşâf

  • Keşfeden. Gizli şeyleri bulup meydana çıkaran.
  • Meşhur bir tefsir ismi.
  • İzci.
  • Keşfedici, gizli olanı açığa çıkarıcı.

keşşaf zaman

  • Gizli şeyleri ortaya çıkaran zaman, keşfedici zaman.

ketm / كتم

  • Saklamak. Gizlemek. Sır tutmak. Söylememek.
  • Gizleme.
  • Gizleme, sır tutma, söylememe.
  • Gizleme, saklama. (Arapça)

ketmetmek

  • Gizlemek.
  • Söylemeyerek gizlemek, üstünü örtmek.

ketum

  • Sır saklayan. Herkese her şeyi konuşmayıp sırrını belli etmiyen.
  • Her şeyi gizleyen.

kimam

  • (Tekili: Kimm) Tomurcuklar.
  • Hayvan ağızlığı. Boyunduruk.

kin

  • Gizli düşmanlık.
  • Gizli düşmanlık. Garaz. Buğz. Adâvet. (Farsça)
  • Gizli düşmanlık.

kin-i muzmer / kîn-i muzmer

  • Gizli kin.
  • Gizli kin.

kinedar / kinedâr

  • Gizli düşmanlık besleyen.

kıyas-ı hadsi-i hafi / kıyas-ı hadsî-i hafî

  • Gizli olan hükmün illetine (sebebine) güçlü bir sezgi ile (zihnin hemen intikali olan hads ile) ulaşmak sûretiyle yapılan kıyas; yani peygamberlik sebebi olan bütün peygamberlerdeki esasların Peygamber Efendimizdeki (a.s.m.) esaslar ile kıyaslanmasıdır ki, zihin bu esasların Peygamber Efendimizde da

kıyas-ı hafi / kıyas-ı hafî

  • Gizli, belirsiz kıyam.
  • Sebebi gizli olan ve zihne birden gelmeyen kıyas.

kıyas-ı hafi-yi hadsiye / kıyas-ı hafî-yi hadsiye

  • Zihnin birşey hakkında, sezgi ve âni kavramayla yaptığı gizli kıyas. Meselâ "Eğer Ayın ışığı Güneşten gelmeseydi, durumu değiştikçe ışık yapısı değişmezdi" şeklinde zihne doğan gizli bir kıyasla aklın "O halde Ay ışığını Güneşten alır" şeklinde hükmetmesi.

kıyas-ı hafiyye

  • Man: Sebebi gizli olan,zihne birden gelmeyen kıyas.
  • Fık: Te'siri kavi olan kıyastır. Veyahut sıhhati zâhir, fesadı gizli olan kıyastır.

komita

  • Siyasi bir maksat için bir araya gelenlerin gizli cemiyeti.
  • (Slavca) Maksadına ulaşmak için ekserî silah kullanan, siyasî, gizli ihtilaki cemiyet. Eşkiya.

komitacı

  • Siyasi bir gayeye ulaşmak için, silâhlı mücadele yapan gizli bir topluluk veya teşkilâtın mensubu olan kimse.

komplo

  • Bir kimse aleyhine alınan gizli karar.

komünist komitesi

  • Komünizmi yaymak için oluşturulan gizli birlik.

küfr

  • Örtmek mânâsınadır. Kalbe âit bir sıfattır. Hak dini inkâr edip, hakkı inkâr edene ve gizleyene "kâfir" denilir. Kâfirliğin sıfatı küfürdür.
  • Allaha inanmamak. Hakkı görmemek. İmansızlık.
  • Allaha (C.C.) yakışmıyan sıfatlar uydurmak. Müslümanlığa uymayan şeylere inanmak.

kulis faaliyeti

  • Toplantı yapılan yerlerde, toplantı haricinde çeşitli grupların yaptığı gizli çalışma.

kümun

  • Pusulanıp gizlenmek.
  • Tıb: Gözde "gümne" denilen bir dumanlı hastalık görünmesi.

künnes

  • (Tekili: Kânis) Yuvasında ve yatağında olan geyikler.
  • Gündüzün gizlenen, gece görünen seyyar yıldızlar.

künun

  • Birşeyi gizleme, saklı tutma.

künuz-u mahfiye / künûz-u mahfiye

  • Gizli hazineler.
  • Gizli hazineler.

lahn-ı hafi / lahn-ı hafî

  • Gizli hatâ olup, ancak tecvîd ilmi ile uğraşanlar bilir.

latif

  • Mülâyim. Yumuşak. Nâzik. Mütenasip.
  • Güzel. Şirin. Küçük ve hoşa giden.
  • Cisimle alâkası olmayan. Göze görünmeyen.
  • Çok lutf edici.
  • Derin, gizli.

lav / lâv

  • Yanardağların ve volkanların ağızlarından püskürüp soğuyunca donan madde. (Fransızca)
  • Yanardağların ve volkanların ağızlarından püsküren sıvı ateş.

leca'

  • Sığınmak.
  • Saklanmak, gizlenmek.
  • Zaruret.

ledün

  • Gizli ilim, marifetullah.

ledünn

  • (İlm-i ledünn) Garib bir ilim ismidir. Ona vakıf olan, mesturat ve hafâyayı, gizlilikleri münkeşif bir halde göreceği gibi, esrar-ı İlâhiyyeye de ıttıla' kesbeder. Bu ilm-i şerifin hocası ve sultanı Fahr-i Kâinat Aleyhi Ekmelüttahiyyât vessalâvât Efendimiz Hz. leridir. Bu ilmin ehli ise, Enbiyâ-ı iz

ledünniyat / ledünniyât

  • Allah vergisi olan gizli ilimler.

levt

  • Gizlemek, saklamak.
  • Sorduklarını değil de başkasını haber vermek.

livaz

  • Sığınma, iltica etme.
  • Birbirinin arkasına gizlenme.

ma fiz-zamir / mâ fiz-zamir

  • Bir şeyin içinde gizli olan hakikatler.

maariz / maâriz

  • Sözün gizli mânâları.

mağrib-i ihtifa / mağrib-i ihtifâ

  • Kaybolup gizlenme yeri olan batı (tarih, güneşin gizleip kaybolduğu yer olan, batıya benzetilmiş).

maharim

  • Mahremler, yasaklar, gizliler.

mahfi / mahfî / مخفى / مَخْف۪ي

  • Gizli.
  • Gizli.
  • Gizli, saklı.
  • Gizli, saklı.
  • Gizli. (Arapça)
  • Gizli.

mahfiyat / mahfiyât / mahfîyât

  • Gizlilikler, gizli şeyler.
  • Gizlilikler, gizli olanlar.

mahfiyat-ı san'at

  • Gizli san'atlar.

mahfiyyen / مخفيا

  • Gizlice. Gizli ve saklı olarak.
  • Gizlice. (Arapça)

mahfuz

  • (Hıfz. dan) Hıfzolunmuş, saklanılmış.
  • Ezberlenmiş. Hafızaya alınmış.
  • Korunup gözetilmiş.
  • Gizlenmiş, saklanmış.

mahfuzat

  • (Tekili: Mahfuz) Mahfuz olunmuş, gizlenilmiş şeyler.
  • Hıfzedilip ezberlenmiş şeyler.

mahrem / محرم / مَحْرَمْ

  • Gizli.
  • Dince ve şer'an müsaade olunmayan.
  • Birisinin hususi hâllerine ait gizli sır.
  • Nikâh düşmeyen, evlenilmesi haram olan yakın akraba. (Baba, dede, anne, nine, erkek ve kızkardeş, amca, dayı, hala ve teyzeler arasında bir neseb yakınlığı, bir ebedî mahremiyet vardır
  • Gizli olan, herkese söylenmeyen, gizli sır.
  • Dînen evlenilmesi ebedî haram (yasak) olan, soy, süt veya evlenme sebebiyle nikâhı haram olan kimse.
  • Gizli, herkese söylenmeyen.
  • Gizli, yasak, başkasına haram olan, evlenilmesi haram olan akraba.
  • Nikah düşmeyen. (Arapça)
  • Gizli. (Arapça)
  • Gizli.

mahrem-i esrar

  • Gizli sırlara vakıf olan çok yakın kimse. Gizli sır söyleyen kimse.

mahreman

  • (Tekili: Mahrem) Sırlar. Gizli şeyler. Esrar.
  • Sırdaşlar.

mahremane / mahremâne

  • Gizli ve saklı olarak. Mahrem bir tarzda. (Farsça)
  • Mahrem ve gizli bir şekilde.
  • Mahremce, gizlice.

mahremiyet / مَحْرَمِيَتْ

  • Mahremlik, gizlilik, yasaklık.
  • Gizlilik.

mahremiyyet

  • Gizlilik. Mahrem olma hali.

mahşuş

  • (Haşşe. den) İçine girilmiş.
  • Buğzedilmiş.
  • Gizlice bir şey verilmiş.
  • Karalanmış.

mahzuf

  • Silinmiş, kaldırılmış, gizli tutulmuş.

mana-yı remzi / mânâ-yı remzî

  • İşaretle, rumuzla bildirilen gizli mânâ.

mason

  • "Masonluk" denilen kökü dışarıda gizli ve tehlikeli bir örgütün üyesi, islâm düşmanı.

mayın

  • ing. Karada ve denizde, daha çok gizlendirilerek konulan ve temas edilince patlayan bomba.

mecc

  • Ağızla su püskürmek.
  • Sulu şeyler atmak ve saçmak.

mecmece

  • Yazının karışık olması.
  • Kalbinde olanı demek isteyip, yine demeyip gizlemek.

medsus

  • Gömülerek saklanmış olan. Gizli bulunan.
  • İçine desise karışmış şey.

mehmuse / mehmûse

  • Gizli. Gizlenmiş eşya.
  • Örtülmüş.
  • Tecvidde: Gizli okunan harfler. Fısıltı ile okunan harfler. Bunun zıddı "Huruf-u mechure" dir.
  • Gizli okunan harfler.

mehmusen

  • Gizli olarak.

mekamin

  • (Tekili: Mekmen) Gizlenilecek yerler, pusular.

mekmen

  • (Çoğulu: Mekâmin) Gizlenilip pusu kurulan yer. Pusu yeri.

mekmene

  • Pusu, gizlenilecek yer.
  • Define, hazine.

mekmun

  • Gizli. Saklı.

meknun / meknûn / مكنون

  • Örtülü, gizli. Saklı.
  • Dizilmiş. Dizili. Manzum.
  • Gizli, örtülü.
  • Örtülü, gizli.
  • Gizli, saklı.
  • Dizili. (Arapça)
  • Gizli. (Arapça)

meknuz / meknûz

  • Gömülü define, örtülü, gizli. Hıfzedilmiş, mahfuz.
  • Gizli define.

mektum / mektûm / مكتوم

  • Gizli. Saklı. Gizli kalmış.
  • Hükümetten gizli tutulan.
  • Gizli, saklı.
  • Gizli, saklı.
  • Gizli. (Arapça)

mektumat

  • (Tekili: Mektume) Hükümetten kaçırılarak gizlenmiş ve yazdırılmamış nüfus, mal veya gelir.

melami / melâmî

  • Allahü teâlânın rızâsını kazanmak için çalışan, bu yolda farzları yapıp, haramlardan sakınan, şöhretten kaçındıkları için nâfile ve sünnetleri gizli yapan kimse. Nefislerini kınadıkları için melâmî adı ile anılmışlardır.

mestur / mestûr / مستور

  • Örtülmüş. Setredilmiş. Gizlenmiş.
  • Örtülü, gizli.
  • Örtülü, gizli, kapalı. (Arapça)

mesture

  • Örtülü kadın. İslâmiyetin emrettiği şekilde örtülmesi farz olan yerlerini örtmüş olan kadın.
  • Gizli tutulan resmi işlerde harcanmak için hükümetin emrine verilen para. (Buna tahsisat-ı mesture de denir.)

mesturiyet / mestûriyet

  • Kapalılık, gizlilik.

mez'

  • Haberin bazısını söyleyip bazısını gizlemek.

mezza'

  • (Çoğulu: Mezâyi) Koğucu.
  • Yalan.
  • Sırrını gizlemeyen kişi.

mi'raz

  • (Çoğulu: Meâriz) Zıpkın adı verilen yeleksiz uzun ok.
  • Bir sözün gizli mânâsı. Ta'riz.

mu'amma / mu'ammâ

  • Gizli, örtülü, anlaşılmaz veya anlaşılması güç şey.
  • Edebiyâtta bir ad sorulacak şekilde düzenlenmiş manzûm bilmece.

mu'teref

  • Gizlenmeyip söylenmiş. İtiraf olunmuş.

muamelat-ı gaybiye / muamelât-ı gaybiye

  • Herkesin fark edemediği gizli muamele ve işleyişler.

muamma-yı hilkat / muammâ-yı hilkat

  • Yaratılıştaki sır ve gizlilikler.

muamma-yı tılsım / muammâ-yı tılsım

  • Anlaşılması zor sır; gizli mânâlar.

muavenet-i gaybiye

  • Gizli yardım.

mübdi

  • (Bedâ. dan) Herşeyi hiçten halk eden.
  • Başlayan.
  • Gizli sırları açıklayan.

mübhem

  • İyice belli olmayan. Mutlak âşikâr olmayan. Belirsiz. Gizli.

müda'mes

  • Gizli, saklı.

müdacat

  • Adâvetini gizlemek, düşmanlığını belli etmemek.

müdahmes

  • Gizli, saklı.

müddessir

  • Örtünen, bürünen. Gizlenen.
  • Kur'an-ı Kerimde Peygamberimiz Resul-i Ekreme (A.S.M.) "Ey müddessir!" diye hitâb vardır.

müdehmes

  • Gizli, saklı.

müdekkik

  • Dikkatle araştıran. İnceden inceye tetkik eden. En ufak gizli şeyleri bilmeğe, görmeğe çalışan. (Konuşurken ekseriyetle müdakkik denir.)

mugayyebat

  • Gizli, görünmez şeyler.

mugayyebe

  • Gizli şey. Görünmeyen ve saklı olan nesne.

muhamere

  • Karışmak.
  • Gizlemek.

muhtecib

  • Hicablanmış. Perdeli. Örtülü. Örtülmüş. Saklanan. Gizlenen.

muhtefi / muhtefî

  • Gizlenen.
  • Gizlenen. Saklı, gizli.
  • İftira eden.

mukadder

  • Gr. lâfız olarak zikredilmediği halde gizli olarak kastedilen mânâ.

mükaşefe / mükâşefe

  • Gizli şeyleri birbirine açıp keşf ve izhar etmek, açığa çıkarmak. Meydana çıkarmak.
  • Bir hususu keşif yolu ile anlamak, bilmek.
  • Cenab-ı Hakk'ın zât ve sıfatlarına ve sâir sırlarına vukufiyyet.

mükateme / mükâteme

  • (Ketm. den) Ketmetme, gizleme.

mükeffire

  • Örtecek, gizleyecek yer.

mukırr

  • (Karâr. dan) Doğruyu ve gerçek olanı söyliyen. Kabahat veya ayıbını gizlemeden söyliyen.
  • Fık: Birinin, kendisinde hakkı olduğunu haber veren kimse.

mukit / mukît

  • Muhafaza eden. Hâfız. Amelleri zâyi' etmeyip koruyan. Gizliyi bilen. Gıda ve rızık veren.

müktinn

  • Gizlenen, saklanan. Başkasınca gizlenip saklanmış olan.

mülaveze

  • Birbiri ardınca gizlenmek.
  • Birbirine sığınmak.

münasebat-ı dakika-i hafiye / münâsebât-ı dakika-i hafiye

  • Gizli ve ince münasebetler, bağlantılar.

münasebat-ı hafiye / münâsebât-ı hafiye

  • Gizli münasebetler.

münasebat-ı hafiyye / münâsebât-ı hafiyye

  • Gizli münasebetler, bağlantılar.

münasebet-i hafiye

  • Gizli münasebet, ilişki.

münehmes

  • Örtülü, saklı, gizli.

müntemis

  • Gizlenen, saklanan. Gizli.

müsavat-ı zımniye

  • Gizli eşitlik.

müstekinn

  • (Kenn. den) Saklanan, gizlenen.

müstekmin

  • (Kemn. den) Saklanan, gizlenen.

müstetir

  • (Setr. den) Örtülü, gizlenen. Gizli, saklı.
  • Gizli, örtülü.
  • Gizlenen, gizli, saklanan, saklı.

mutammirat

  • Zarar verici ve helâk edici gizli şeyler.

mutazarrı'

  • Tazarru eden. Alçak gönüllülük eden.
  • Bir şeye gizlice varıp yaklaşan.
  • Can ve gönülden tezellül ile yalvaran.
  • Noksan ve kusurlarını bilerek kibirden, büyüklenmekten çekinip tevazu eden.

mütecahir

  • Yüksek sesle söyleyen.
  • Gizlemeyen. Aşikâre yapan. Açıktan günah işleyen.

mütecessis / مُتَجَسِّسْ

  • Gizlice araştıran.
  • Meraklı, gizli şeyleri öğrenmeğe çalışan.
  • Casusluk eden, yoklayıp haber eriştiren.
  • Araştıran, gizli şeyleri öğrenmeye çalışan.
  • Gizlilikleri araştıran.

mütecessisane / mütecessisâne

  • Gizli şeyleri öğrenmeğe çalışarak. Merakla. Mütecessis bir tarzda. (Farsça)

mütecessisin / mütecessisîn

  • (Tekili: Mütecessis) Meraklılar. Tecessüs edenler. Gizli şeyleri öğrenmeğe çalışanlar.

mütekellim-i alim / mütekellim-i alîm

  • Gizli ve âşikâr her şeyi bilen ve kendi Zâtına lâyık şekilde konuşan Allah.

mütekemmin

  • (Kemn. den) Pusuya yatmış olan, pusuya giren, gizlenen, pusuda.

mütesettir

  • Saklanıp gizlenmiş olan. Tesettür eden, gizlenen.

mütevari

  • (Verâ. dan) Gizli, saklı. Bir şeyin arkasına veya altına çekilerek saklanan.

muvarat

  • Bir şeyi örtüp gizleme.

müvarat

  • Gizlenmek.
  • Örtmek, setretmek.

müzekki

  • (Zekâ. dan) Temizleyen, ıslâh eden, tezkiye eden.
  • Huk: Şâhitleri gizli olarak tezkiye eden kimse. Eskiden hâkimler, şâhit olarak gösterilen kişilerin iyi kimse olup olmadıklarını, şehadetlerinin kabul olunabilip olunamıyacağını icab eden kimselerden sorarlar, haklarında; "İyidir" den

muzmer / مُضْمَرْ

  • Gizli, saklı, örtülü. İzmar edilmiş. İçinde saklı kalmış.
  • Gizli, saklı.
  • Gizli, örtülü, saklı, dışarıya vurulmamış, içte gizli.
  • Gizli, saklı.
  • Gizli.

muzmer-i hakaik

  • Saklı, gizli kalmış, meydana çıkarılmamış hakikatler. Hakikatlerin gizlisi.

muzmerat

  • Örtülü, gizli şeyler.
  • (Tekili: Muzmer) Örtülü, saklı, gizli, dışarı vurulmamış.

muzmir

  • Meydana çıkarmayan. İçinde saklayan. İzmar eden. Gizli tutan.

müzzemmil

  • Tezmil eden, sarınan. Elbise içine sarınan.
  • Bazıları, "Yükü yüklenen" şeklinde mânalandırmışlardır.
  • Mc: Gizlemek. Zayıf davranmak, işe pek kıymet vermemek.
  • Büyük bir hâdise karşısında başını içeri çekmek, kaçınmak, rahata meyletmek.
  • Resul-i Ekrem'e (A.S.M.) Ce

nafıka

  • (Çoğulu: Nevâfık- Nüfeka) Arab tavşanının (diğer adı; tarla fâresi dedikleri hayvanın) iki yuvasından gizli olanın adıdır. Bu hayvan, bunun tavanını yeryüzüne çok yakın yapar. Belirli olan kasia dedikleri yuvasında tehlike hissederse hemen nâfıkanın tavanını delerek kaçar. Münafıklar buna benzediği

nagm

  • Gizli kelâm, gizli söz.

nakreşe

  • Gizli his.

nakur

  • Sur gibi ağızla üflenerek çalınan boruya denir. Nakr; vurmak ve didiklemek mânalarına geldiği gibi, boru çalmak mânasına da gelir. Çünkü boru çalındığı zaman, içinden hava tazyiki ile didiklenmiş olacağı gibi, dışından da o ses, çarptığı kulakları didikleyeceği cihetle boruya "minkar" mânasıyla alâk

namus

  • Irz, iffet, edeb, hayâ.
  • Şeriat.
  • Melâike.
  • İrade-i İlâhiyenin tecellisi.
  • Nizam.
  • Emniyet ve istikamet gibi faziletlerin muhassalası olan pek kıymetli haslet.
  • Bir kimsenin mahrem, gizli esrarı olup işleri ve hallerinin iç yüzüne vakıf ve muttali ki

nazar-ı hafi-i gaybi / nazar-ı hafî-i gaybî

  • Görünmeyeni, ileride olacakları görecek şekilde gizli bakış.

neb'

  • Gizli ses.

necis

  • Yavaş hareketli insan veya hayvan.
  • Gizli olan şeyi halk içinde ifşa etmek.
  • Gizlenen sır, nişan.
  • Bir nevi yeşillik.

neciyya

  • (Münâcât. dan) Gizli yalvararak, gizli söyleyerek.

necva

  • Gizli fısıltı. İki kişi arasında fısıldamak.
  • Ağız koklamak.
  • İki kişi arasındaki sır.

nefsaniyet

  • Kendini çok beğenmişlik.
  • Gizli düşmanlık, garez, kin.
  • Nefsini çok beğenmişlik.
  • Gizli düşmanlık, garez, kin.

nems

  • Süt ve yağın ekşimesi.
  • Ekşimek ve kokmak.
  • Sırrı ketmetmek, gizlemek.

nesayih-i hafiye / nesâyih-i hafiye

  • Gizli nasihatler, dersler.

nihan / nihân / نهان

  • Gizli, saklı. Bulunmayan. Mevcut olmayan. (Farsça)
  • Sır. (Farsça)
  • Gizli, saklı.
  • Gizli, saklı.
  • Gizli. (Farsça)
  • Gizlice. (Farsça)
  • Nihan olmak: Gizlenmek, saklanmak, kaybolmak. (Farsça)

nihani / nihanî

  • Gizlilik, saklılık. (Farsça)

nis'

  • (Çoğulu: Ensu') Gizlemek.
  • Gitmek.
  • Sarkık olmak.
  • Kuzey rüzgârı.

nisbet-i hafiye

  • Gizli bağ.

nühüft

  • Saklı, gizli. (Farsça)

nühüfte

  • Saklı, gizli. (Farsça)

nühüftegi / nühüftegî

  • Gizlilik, saklılık. (Farsça)

paravan

  • İtl. Eskiden haremle selâmlığı ayıran ve şimdi de ilk bakışta görülmesi caiz olmıyan yerleri örten perdeler.
  • Daha ziyade kapıların dışına veya içine konan, katlanır, taşınır tenteneli perde.
  • Gizleme vasıtası.

pejuhende

  • Gizli şeyleri araştıran. Mütecessis. (Farsça)

penam

  • Gizli, saklı. Örtülü. (Farsça)

perde-i gayb

  • Görünmeyen âlemleri bizden gizleyen perde.

perde-i hafa / perde-i hafâ

  • Gizlilik perdesi.

perde-i zahiri / perde-i zâhirî / پَرْدَۀِ ظَاهِر۪ي

  • (Hakîkati gizleyen) görünürdeki perde.

perde-i zāhiriye / پَرْدَۀِ ظَاهِرِيَه

  • (Hakikati gizleyen) görünürdeki perde.

perdedar / perdedâr

  • Perdeci; gizleyen, örten.

perdedar-ı dest-i kudret / perdedâr-ı dest-i kudret

  • Kudret elinin perdecisi; hikmetli olduğu hâlde ilk bakışta çirkin gibi görünen hâdiselerde İlâhî kudreti gizleyen perde.

pesperde

  • Perde arkası, gizli iş. (Farsça)

pinhan / pinhân / پنهان

  • Gizli, saklı, hafi, mahfi, mestur, müstetir. (Farsça)
  • Gizli.
  • Gizli, saklı.
  • Gizli, saklı. (Farsça)

puşide / pûşîde / پوشيده

  • (Puşe) Örtülmüş. (Farsça)
  • Örtü. (Farsça)
  • Örtülü, gizli. (Farsça)
  • Örtülü, gizli.
  • Örtülü, gizli.
  • Örtülü. (Farsça)
  • Gizli. (Farsça)
  • Kapalı. (Farsça)
  • Örtü. (Farsça)

puşide-raz

  • Sırrı gizli. (Farsça)

raz

  • Gizli sır, saklı şey. (Farsça)
  • Mimar. (Farsça)
  • Marangozların işini tanzim eden. (Farsça)

raz puş

  • Sır saklayan, sır gizleyen. (Farsça)

raz-ı nihan

  • Gizli tutulan sır.

razan

  • Gizli sırlar, gizlilikler. (Farsça)

rekiz

  • (Rekz. den) Sağlam.
  • Gizli, gömülü define.

remiz

  • Gizli bir mânâyı ince bir işaretle gösterme.

remz

  • İşaret. İşaretle anlatmak.
  • Güç anlaşılır.
  • Gizli ve kapalı söyleme.

remz-i gaybi / remz-i gaybî

  • Gaybî, gizli işaret.

remzşinas

  • Bir maksad anlatan şekil, resim vb. (Farsça)
  • Gizli ve kapalı olarak anlatılan şeyleri ve işaretleri bilen. (Farsça)

resse

  • Avcıların gizleneceği yer.
  • Hastalığın başkasına bulaşması.

rikz

  • Gizli söz.

rizz

  • Gizli ses.

rumuz / rumûz

  • (Tekili: Remz) İşaretler, remizler, ince nükteler, mânası gizli olan işaretler.
  • Gizli anlamlar.

rumuzat / rumûzât

  • Remizler, gizli mânâlar.

saat-i icabe

  • Duaların kabul olduğu ve insanlarca gizli ve gaybî olan, Cuma gününde bir vakit.

şahid-i gaybi / şahid-i gaybî

  • Görünmeyen, gizli şahid.

şebam

  • Anasını emmesin diye kuzu ve oğlak ağzına takılan ağaç ağızlık.
  • Araptan bir kabile.

şebeke

  • Balık ağı.
  • Kötü niyetle çalışan gizli topluluk.
  • Kafes şeklinde olan yer.
  • Hüviyet sureti.
  • Ağ gibi yapılmış ve gerilmiş hat ve yolların tamamı.
  • Ağ şeklinde olan nesiçler, dokular.

şebike

  • Kötü niyetle çalışan gizli topluluk. (Farsça)
  • Balık ağı. (Farsça)
  • Batı taraflarında Arapların kullandıkları hasırdan örülmüş bir cins başlık. (Farsça)

sedd-i mahfi / sedd-i mahfî

  • Gizli sed, yığınak.

segar

  • (Çoğulu: Süğür) Ön dişler.
  • Ağız. (Dar geçit ağızlarına ve diğer yerlerin boş olan korku yerlerine de denir.)
  • Yaş hıyar.

semi' / semî'

  • İşitilecek şeyleri ne kadar gizli olsa da işiten, hamd ve senâda bulunanların, hamdini işitip mükâfat veren, kullarının duâlarını işiten ve icâbet eden, münâfık ve yalancıların kalbden söyledikleri sözleri işiten mânâsında Allahü teâlânın Esma-i hüsn âsından (güzel isimlerinden).

serair

  • (Tekili: Sır) Gizli şeyler, sırlar.

serbeste

  • Başı bağlı. (Farsça)
  • Gizli, kapalı, örtülü. (Farsça)

serire

  • (Çoğulu: Serâir) Gizli şey, gizli sır. Gizli hal veya fikir.
  • Yatak.

setr / ستر

  • (Setir) Örtme, kapama, gizleme.
  • Örtme, gizleme.
  • Örtme, gizleme.
  • Örtme, gizleme. (Arapça)
  • Setr etmek: Örtmek, gizlemek, kamufle etmek. (Arapça)

setr-i gayb

  • Gizlilik perdesi.

setr-i hüsn

  • Güzelliği örtüp gizleme.

setr-i mahrem

  • Mahrem olan şeyin gizlenmesi.

setretme

  • Örtbas etme, gizleme.

setretmek

  • Örtmek, gizlemek.
  • Örtüp gizlemek.

settar / settâr

  • Örten, kapayan gizleyen. En çok gizleyen ve örten.
  • Kullarının bütün kusurlarını örten, ayıplarını en çok gizleyen Allah.

şiar-ı raz / şiar-ı râz

  • Sırların şiarı, sırları gizleyen perde, alamet, belirti.
  • Sırların şiârı, sırrı gizleyen perde, işâret. (Farsça)

şiddet-i hafa / şiddet-i hafâ

  • Aşırı gizlilik, kapalılık.

şifre

  • Gizli ve işaretle yazı usulü. (Fransızca)
  • Haberleşmede kullanılan belirli bazı işaretler. (Fransızca)
  • Herkesin anlayamadığı, bazı kimselere mahsus anlaşma usulü. (Fransızca)
  • Gizli işaretlerle yazılan yazı.

sihr

  • Tabiat kuvvetleri, fizik, kimyâ ve biyoloji kânunları dışında gizli sebebler kullanarak, garip şeyleri yapmayı sağlayan iş, büyü.

sine

  • An. Bir lahzacık.
  • İki ağızlı balta.

sinsi

  • Kendini gizleyen, gizlenen.
  • Gizli ve kurnaz bir şekilde kötülük için yapılan şey.

sır

  • Gizli gerçek, gizem.
  • Gizli, gizlenilen şey.
  • Âlem-i emrin (maddesiz, zamansız ve ölçüye girmeyen âlemin) beş mertebesinden biri. Tasavvuf yolculuğunda rûhun üstündeki derece.
  • Gizlilik, gizli bilgi, kalbî bir his.

şirk-i hafi / şirk-i hafî / شِرْكِ خَف۪ي

  • Gizli şirk; riyâ.
  • Gizli şirk, ortak koşma.
  • Gizli şirk, riyâkârlık.

sırr

  • Gizli hakikat. Gizli iş. Herkese söylenmeyen şey.
  • Müşâhedetullah'ın mahalli bulunan kalbdeki lâtife.
  • İnsanın aklının ermediği şey. Allah'ın hikmeti. (Sırrını kimseye fâş etme sırrın fâş olur.Sen kendi sırrını saklayamazsanEl sana nasıl sırdâş olur.)

sirr

  • (Çoğulu: Esrar-Esirre) El ayasında ve alında olan hatlar.
  • Gizli nesne.
  • Cima etmek.
  • Zikir.
  • Hâlis.
  • En iyi, en faziletli.

sırr-ı azim-i ehl-i beyt / sırr-ı azîm-i ehl-i beyt

  • Hz. Peygamber'in (a.s.m.) neslinden gelenlerin gizli olan büyük sırrı.

sırr-ı gaybi / sırr-ı gaybî

  • Gizli sır; önceden bilinmeyen sır.

sırr-ı iman / sırr-ı îmân

  • İmandaki gizli gerçek.

sırr-ı kayyumiyet / sırr-ı kayyûmiyet

  • Allah'ın her zaman ve her yerde olması ve bütün varlıkları ayakta tutmasında gizli olan sır.

sırr-ı kur'an / sırr-ı kur'ân

  • Kur'ân içinde gizli olan sırlı bilgiler.

sırr-ı mahrem

  • Gizli sır.

sırr-ı şefkat

  • Şefkatin içinde gizli olan sır.

sırr-ı teslimiyet

  • Allah'ın kanunlarına teslim olma ve boyun eğmenin içindeki gizli sır.

sırran

  • Gizli olarak, gizlice.
  • Gizli olarak, gizlice.

sırran tenevveret

  • Gizli ve sır perdesi altında parlama, hizmeti yaygınlaştırma.

sırren tenevveret

  • Gizli ve sır perdesi altında parlama ve hizmeti yaygınlaştırma.

sırren ve cehren

  • Gizli ve açık olarak.

sırri / sırrî

  • (Sırriyye) Sır ile, gizlilik ile ilgili.

şişe / şîşe

  • Lâmbaya geçirilen sırça, camdan yapılmış küçük baca, camdan yapılmış dar ağızlı uzun kap.

sivad

  • Gizli söz, sır.

sugur

  • Düşmana yakın hududlar, serhadler.
  • Mağara.
  • Ön dişler.
  • Ağızlar.

sum'a

  • İhlâssızlıktan çıkan, işitilsin ve bilinsin için yapılan iş, gizli riyakârlık.

sümret

  • Esmerlik, karayağızlık.

süveyda-ül kalb

  • (Sevâd-ül kalb, Sevdâ-ül kalb) Kalbin ortasında varlığı kabul edilen siyah nokta. Kalbdeki gizli günah. Buna Habbet-ül kalb, Esved-ül kalb de denir. Kalbdeki basiret mahalli diye bilinir. Eskiden bir kısım muhakkikler, kalbin mezkur mahalline; Mahall-i ulum-u diniyye demişler. Ekseriyyetle mahall-i

suziş-i nihan

  • İçin için yanma. Gizli yanma.

ta'riz

  • Gizleme, saklama.
  • Sağlamlaştırma.
  • Alıp götürme.

tabaka-i mesturiyet

  • Gizlilik tabakası.
  • Gizlilik tabakası. Örtülü oluş.

tadahhum

  • Ağızla tutmak.

tahbie

  • Gizlemek, saklamak.
  • Kadını perdeye koyup kimseye göstermemek.

takıyye / تقيه

  • Sakınmak. Kendini koruyup çekinmek.
  • Birinin mensub olduğu mezhebi gizlemesi.
  • Mümâşât.
  • Sakınmak, kendini koruyup, çekinmek.
  • Birinin bağlı olduğu mezhebi gizlemesi.
  • Gizleme. (Arapça)
  • Sakınma. (Arapça)
  • Takıyye yapmak: (Arapça)
  • Mezhebini gizlemek. (Arapça)
  • Amacını gizlemek. (Arapça)

tarik-i hafa / tarîk-i hafâ

  • Gizli olarak zikir yapılan tarikat.

taviyyet

  • İnsanın gönlünde gizli olan istek veya niyet.

tazarru'

  • Bir şeye gizlice yaklaşmak.
  • Kendi kusurlarını bilip kibirden vaz geçip tevâzu ile yalvarmak.
  • Bir şeye gizlice yakarma.
  • Kendi kusurlarını bilip kibirden vazgeçip tevazu ile yalvarmak, ağlayıp, sızlamak.

tazarru'en ve hufyeten

  • Gizlenip saklanarak.

tebaguz

  • (Çoğulu: Tebâguzât) (Buğz. dan) Sevişmeme, gizli kin tutup düşmanlık besleme.

tecessüs / تَجَسُّسْ

  • Gizlice araştırma.
  • İnsanların gizli hallerini, ayb ve kusûrunu merâk edip, iç yüzünü araştırıp öğrenmeye çalışmak.
  • Gizlice araştırmak. Gizlice bakmak.
  • İç yüzünü araştırmak.
  • İç yüzünü araştırma merakı.
  • Gizlice araştırma.
  • Casusluk etme, gizlice araştırma.
  • Câsûsluk etme, gizlice araştırma.

tecessüs eden

  • Casusluk yapan, gizlice araştıran.

tecessüs etmek

  • Casusluk yapmak, gizlice araştırmak.

tecessüskar / tecessüskâr

  • Gizliden araştıran, meraklı. (Farsça)

tedaül

  • Gizlenme, sinme. Zâyi olma. Saklanma.
  • Küçülme. Büzülme.

tedellüs

  • Gizlenme, ihtifâ etme.

tedfin

  • (Defn. den) Gömme, defnetme.
  • Örtme, gizleme.

tedlis

  • Sattığı şeyin ayıbını müşteriden gizlemek.
  • Fık: Hadisi ilk nakledenin ismini gizlemek. Hadisi başkasına isnâd eylemek.
  • Sattığı malın ayıbını gizleyerek aldatma.

tedmis

  • Örtmek, gizlemek.

tedsiye

  • Baştan çıkarma, azdırma.
  • Gizlemek.

tefsir

  • Mestur, gizli bir şeyi aşikâr etmek. Mânâyı izhâr etmek.
  • Anladığını anlatmak. Bildiği kadar açıklamak.
  • Kur'ân-ı Kerim'in mânâsını anlatan kitab.
  • Ehl-i Hadis ıstılahında Tefsire dâir hadis-i şeriflere Tefsir denilir.

tehafüt

  • Sözü gizlice söyleşmek.

teheshüs

  • Gizli ses.

tekemmün

  • Pusuya yatma, gizlenme.

tekennüs

  • Gizlenmek.
  • Örtünmek.

telebbüd

  • Birbiri üstüne yığılmak.
  • Bir yere gizlenip av gözlemek.

tenaci

  • Fısıltı ile birbirine gizli söylemek.

terkibat-ı nisbet-i hafiye

  • Gizli düşünce ve tasavvurlardan meydana gelen terkibler.

terye

  • Az gizli.
  • Kadınların hayızdan arınıp guslettikten sonra sarılık ve bulantıdan gördüğü nesneler.

tesettür

  • Kapanıp gizlenme. Örtünme.
  • Fık: Kadınların ve erkeklerin başkasına, nâmahremlere vücutlarının haram kısımlarını örtüp göstermemeleri.

tesettür etmek

  • Gizlenmek.

testir

  • Gizleme, saklama, setretme, örtme.

tesvir

  • Toz kaldırma.
  • Derin ve gizli mânayı araştırma.

teşvir

  • İçinde bulunma. İçine alma, içine alıp gizleme.
  • Satılık olan hayvanı pazara çıkarıp gösterme.

tevari

  • Gizlenme, kaybolup göze görünmeme.

tevari-i kamer

  • Ayın gizlenmesi, görünmez olması.

teverri

  • Gizlenmek.
  • Belirsiz etmek.

tevriye

  • Örtüp gizlemek.
  • Sözünü veya bir haberi izah etmeyip gizlemek.
  • Edb: Birkaç mânası olan bir kelimenin en uzak mânasını kasdetmek.
  • Örtüp gizlemek.

tezmil

  • Gizlemek. Bir şeyi elbiseye sarmak. Esvaba sarınıp bürünmek.
  • Örtü.

ticaret-i hafiye

  • Gizli ticaret.

tılsım / طلسم

  • Herkesin bilip çözemediği gizli şey.
  • Gizli sır. Fevkalâde kuvvet ve te'siri hâiz olan şey.
  • Definenin bulunmasına mâni olan mevhum şey.
  • Sır, gizli gerçek.
  • Gizli sır, şifre.
  • Gizli sır.

tılsım-ı kainat / tılsım-ı kâinat

  • Kâinatın tılsımı, kâinattaki anlaşılması zor olup herkesin yalnız kendi akliyle bilemeyeceği gizli ve ince hakikatlar.

tılsım-ı muğlak

  • Anlaşılması zor, kapalı gizli şey.
  • Açılması müşkül olan tılsım, kapalı ve gizli haber.

tılsım-ı müşkilküşa / tılsım-ı müşkilküşâ

  • Açılması ve anlaşılması zor olan İlâhî gizli mânaları, hakikatları açan tılsım.

tılsımat-ı kur'aniye / tılsımât-ı kur'âniye

  • Kur'ân'da bulunan sırlar, gizli gerçekler.

tivele

  • Bir kadına kocası buğzedip (gizli düşmanlık edip) kendisinden soğuduktan sonra, kadının, kocasının sevgisini tekrar celbetmek (çekmek) için mutlak te'sir edeceğine inanarak sihir yapması.

türab-ı hafa / türab-ı hafâ

  • Gizlilik toprağı.

turuk-u hafiye

  • Zikirlerini gizli ve sessiz yapan tarikatlar, Nakşibendîlik gibi.

turuk-u hafiyye

  • Gizli tarikler, yollar, tarikatlar. Gizli zikir yapan tarikatlar.

ulemaü's-su / ulemâü's-sû

  • Kötü âlimler; geçici menfaatlar veya baskılar karşısında hakikatları gizleyen ve gerçekleri çarpıtan âlimler.

ulemaü's-su' / ulemâü's-sû'

  • Kötü âlimler; geçici menfaatlar uğruna hakikatları gizleyen ve gerçekleri çarpıtan âlimler.

ulum-u esrariye / ulûm-u esrariye

  • Gizli ilimler.

ulum-u hafiye / ulûm-u hafiye

  • Gizli ilimler. Ancak veraset-i Nübüvvet muhakkiklerince veya bir kısım hakikatların esrarına vakıf âlimlerce bilinen ilimler.
  • Gizli ilimler, ancak peygambere ve bir kısım hakikatlerin sırlarını bilen alimlerce bilinen ilimler.

vacid / vâcid

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Ma'bûd, Rab, ilâh olan, zâtında bulunması lâzım ve lâyık olan bütün sıfatları kendisinde bulunan, hiçbir şeye muhtaç olmayan, kendisinden hiçbir şey gizli kalmayan.

vakıf-ı esrar / vâkıf-ı esrar

  • Gizli şeyleri, sırları bilen.

vakıf-ı esrar-ı sübhan / vâkıf-ı esrar-ı sübhân

  • Gizli sırları bilen, her türlü eksiklikten sonsuz derecede yüce olan Allah.

vasıta-i tesettür

  • Örtünme, gizlenme aracı.

vesvas

  • Müvesvis. Vesveseye sürükleyen şeytan. Nefsin zihinde ilka eylediği dağdağa ve fitne. Avcının ve köpeklerin gizli sesi.

yankesici

  • Biçimine getirerek insanın üzerinden gizlice birşey çalan hırsız.

zagzaga

  • Mânâsız söz.
  • Bir nesneyi gizlemek.

zahir ulema

  • Dinin sırlarından, gizli mânâlarından çok, açık hükümlerini bilen âlimler.

zalifen

  • Birisinin izine uyup gitmek.
  • İzini gizlemek, belirsiz etmek.

zamir

  • Her şeyin iç yüzü.
  • Yürek, vicdan.
  • Gizli fikir.
  • Zamir, ismin yerini tutan kelime.
  • Bir şeyi gizlemek.
  • İç.
  • Huk: Bir şeyin iç yüzü.
  • Niyet.
  • Vicdan. Kalb.
  • Gaye.
  • Gr: Mütekellim, muhatab ve gaibe delâlet eden ve bunların makamına kaim olan rumuzat harfleri ve harf terkiblerinin her biri. (Ben, sen, o; ene, ente, hüve gibi) ismin ye

zemm-i zımni / zemm-i zımnî

  • Gizliden ayıplama, dolaylı kötüleme.

zeria

  • (Çoğulu: Zerâi) Vesile.
  • Yol.
  • Geçit.
  • Avcının, arkasında gizlendiği deve.

zımar

  • Ele geçmesi mümkün olmayan kaybolmuş mal. Alacak veya yeri bilinmeyen mal.
  • Gizli kalmış hazine, iş veya şey.

zımnen / ضِمْنًا

  • Gizli olarak, îmâ ile.

zımnen cemiyet

  • Gizli cemiyet, dernek.

zımni / zımnî / ضِمْن۪ي

  • Gizli, örtülü.
  • İçinde saklı, gizli olarak.
  • Kendiliğinden.
  • Saklı, gizli, örtülü.
  • Gizli olarak, içten içe.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın