REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Gide ifadesini içeren 525 kelime bulundu...

a'mar

  • (Tekili: Ömr) Ömürler, yaşayışlar.
  • Mes'ut hayat. Hoşa gidecek garib ve tuhaf şeyler.
  • Sinler, yaşlar.

abir

  • (Ubur'dan) Bir yerden geçen, giden yolcu. Geçen.
  • Hz. İbrâhimin (A.S.) dedelerinden birisinin adı.

abir-i sebil / âbir-i sebîl

  • Yolda giden yolcu.

adak

  • Nezr, Allahü teâlânın rızâsının elde edilmesi veya bir isteğin yerine gelmesi veya bir belâ ve musîbetin giderilmesi maksadıyla Allahü teâlâ için oruç tutmak, kurban kesmek gibi başlıbaşına ibâdet olan veyâ benzeyen bir şeyi kendisine vâcib kabûl etm e.

afilun / afilûn

  • (Tekili: Afil) Gelip geçici, fâni olanlar.
  • Gözden kaybolup gidenler. Uful edenler.

agva

  • Dalâlete en fazla sapan, giden. Sapık.

aheng-i ruhani / âheng-i rûhanî

  • Rûhanî âhenk, rûhun hoşuna giden âhengi.

ahiret / âhiret

  • Bu dünyadan sonra gideceğimiz ebedi âlem. Âhiret, kıyamet koptuktan sonra, bütün varlıkların ve insanların devamlı kalacakları yerdir. Orada ölüm yoktur, hayat sonsuzdur; dinin emirlerine bağlı olanlar için cennet; dine bağlı olmıyanlar için de cehennem vardır. Âhirete inanmayan insan müslüman olama

ahlak-ı hasene / ahlâk-ı hasene

  • Yüksek ahlâkı en parlak ve ulvi bir şekil ve ruhta gösteren ve bilfiil yaşayan Peygamberimizin (A.S.M.) ve O'nun yolunda gidenlerin ahlâkı.

akanyıldız

  • Daha ziyade yaz geceleri gökyüzünde hızla geçip giden ışıklı iz, şahap.

akib / akîb

  • Bir şeyin ardından gelen, arkası sıra giden.
  • Bir şeyin ardından gelen. Arkası sıra giden.

akılsuz

  • Aklı yandıran, aklı gideren. (Farsça)

akkam / akkâm

  • Deve kiralayıcısı, deve ile ücret karşılığında eşya taşıyan adam.
  • Hacca Surre-i Hümayun ile birlikte giden hademe.
  • Çadır mehteri.

akliyyun

  • (Rasyonalistler) Herşeyin hakikatını akıl ile bulma iddiasında olan, hadiseleri yalnız akıl ile araştırıp hakikat ve hikmetlerini tam bulamayıp, aklına güvenip dine tâbi olmayan filozoflar ve onların yolunda kalarak dalâlete gidenler. Bunlar iki kola ayrılır. Uluhiyeti ve vahyi inkâr eden birinci kı

alak

  • Zahmet, meşakkat gidermek.

alemdar / alemdâr

  • Bayraktar, önde giden.

alikadr / âlîkadr / عالى قدر

  • Saygıdeğer. (Arapça)

alüfte

  • Muhabbet ve sevgiden deli gibi. (Farsça)
  • Alışık, nâmus perdesi yırtık, iffetsiz kadın. Fâhişe. (Farsça)

amuc

  • Eğri giden ok.

an-ı seyyal / ân-ı seyyal

  • Bir anda akıp giden zaman dilimi.

an-ı seyyale / ân-ı seyyâle

  • Bir anda akıp giden zaman dilimi.

anbean

  • Gitgide, gittikçe.

anfeanen

  • Gitgide, zamanla.

arafat

  • Mekke'ye 12 mil yani takriben 20 km. uzaktaki bir yer. Hacca gidenler Zilhicce'nin 9. günü buraya gelerek bir müddet vakfe yaparlar.

arif / ârif

  • (İrfan. dan) Bilen, bilgide ileri olan. Aşinâ, vâkıf. Hakkı, hakkı ile bilen.
  • Sabırlı ve mütehammil.
  • Çok düşünmeğe ihtiyaç kalmaksızın, tekellüfsüz gördüğünü bilen ve anlayan.
  • Zevkî ve vicdanî irfan sâhibi olan.
  • Bilgide ileri olan.

asfiya / asfiyâ

  • Hz. Peygamber yolundan giden ilim ve takvâ sahibi velî kullar.

asfiya-i müçtehidin / asfiya-i müçtehidîn

  • Kur'ân ve sünnetten yola çıkarak hüküm ortaya koyan ve Hz. Peygamberin yolundan giden ilim ve takvâ sahibi kimseler.

asfiya-yı müdakkikin / asfiya-yı müdakkikîn

  • Hz. Peygambere (a.s.m.) vâris olup onun yolundan giden takvâ sahibi ve gerçekleri tam olarak araştıran, delilleriyle isbat eden büyük velîler.

ashab / ashâb

  • Arkadaşlar, sahipler.
  • Sahabîler
  • Hz. Peygamber'i (a.s.m.) dünya gözüyle gören ve onun yolundan giden Müslümanlar.

ashab-ı cennet / ashâb-ı cennet

  • Cennet ehli. Cennetlik olanlar, Cennetlik oldukları ümid edilenler veya cennete gidecekleri müjdelenmiş olanlar.

ashab-ı kiram

  • Yüksek şeref sahibi Sahabeler; Peygamberimizi (a.s.m.) dünya gözüyle görüp onun yolundan gidenler.

aşüfte

  • Sevgiden kendinden geçen. Çıldırırcasına seven. (Farsça)
  • İffetsiz kadın. (Farsça)

atım

  • t. Ateşli silahların boşaltılması, atılması.
  • Kurşun menzili, kurşunun gidebildiği, yetiştiği mesâfe.
  • Silahın bir defa atılması için lâzım gelen barut vesaire.

avam-firib

  • Halkın hoşuna gidecek tarzda hareket eden, halkı avlıyan, demagog. (Farsça)

azik

  • Hoşa giden.

bad-süvar

  • Koşu atı, hızlı yürüyen at. (Farsça)
  • Hızlı giden atlı. (Farsça)

balarev

  • Yüksekten giden. (Farsça)

bedel

  • (Çoğulu: Bedelât) Elde ve ayakta olan zahmet ve ağrı.
  • Karşılık. Bir şeyin yerine verilen ve yerini tutan şey. İvaz.
  • Başkasının adına hacca giden.
  • Gr: Söz esnâsında bir şeyi sıfatı veya vasfı ile beraber söylersek ve fakat kasdımız o şeyin vasfı veya sıfatı değil de zâ
  • Değer, kıymet.
  • Başkasının parası ile onun yerine hacca giden kimse yerine geçen.

behişt

  • Cennet. Ahirette iyi kulların gideceği mükâfat yeri. Adn. Firdevs. (Farsça)

berdaht

  • Pürüzünü giderme. Pürüzsüz yapma. (Farsça)
  • Cilâlama, parlatma. (Farsça)
  • Düzleme, düzeltme. (Farsça)

berdevam

  • Devam üzere. Devamlı sürüp giden. (Farsça)
  • Devam eden, sürüp giden.

bergriften

  • Ayırmak. Kaldırmak. Gidermek. (Farsça)

bertaraf / برطرف

  • Bir yana. (Farsça - Arapça)
  • Giderilmiş. (Farsça - Arapça)
  • Bertaraf etmek: Gidermek. (Farsça - Arapça)
  • Bertaraf olmak: Giderilmek. (Farsça - Arapça)

bezle

  • Lâtife, hoşa giden kibar ve nâzik söz. Şaka tarzında söylenen söz. (Farsça)
  • Ahenk ile okunan şiir. (Farsça)

bid'at fırkası

  • Peygamber efendimiz ve Eshâb-ı kirâmının yolundan ayrılanlar. Hadîs-i şerîfte Cehennem'e gidecekleri bildirilen yetmiş iki fırkadan her biri.

bişkuh

  • İktidarlı. Kuvvet sahibi. Muhterem ve saygıdeğer kimse. (Farsça)

bronş

  • yun. Tıb: Nefes borusunun akciğerlere giden iki kolundan her birinin adı.

bür'

  • (Büru') Hastanın iyileşmeğe başlaması.
  • Kurtulmak.
  • Fazilette ve bilgide üstünlük.

burak

  • Peygamber efendimizin göklere çıkarıldığı, bilinmeyen yerlere götürüldüğü gece (mîrac gecesinde) üzerine bindiği ve kendisini Mekke'den Kudüs-ü şerîfe kadar götüren (taşıyan) Cennet hayvanı. Burak, dünyâ hayvanlarından değildir. Erkekliği ve dişiliği yoktur. Çok hızlı giderdi.

bütçe

  • Devletin veya diğer kuruluşların yıllık gelir ve giderlerini (sarfiyat ve varidatlarını) gösteren ve bunlarla ilgili harcamaları tayin eden hesap işleri. (Fransızca)

büzürg-var

  • Büyük, saygıdeğer, ulu (kimse). (Farsça)

çabük-rev

  • Çabukça giden. (Farsça)

çabükrev / çâbükrev / چابك رو

  • Hızlı giden. (Farsça)

cariye

  • Geçer olan, akıcı olan. Seyreden giden.
  • Güneş, şems.
  • Gemi.
  • Cenab-ı Hakk'ın in'âm eylediği rızık ve nimet.
  • Genç ve iyi hizmet eden kadın. Muharebede İslâm düşmanlarından esir edilen kadın hizmetçi.

cehennem

  • Azgınların öldükten sonra gidecekleri ceza yeri.

celef

  • Yerden balçık küremek ve gidermek.

celhe

  • (Çoğulu: Cülâhet) Gidermek. Yerinden ayırmak.
  • Nâhiye.

cemal / cemâl

  • Güzellik.
  • Allahü teâlânın lütuf ve rızâ sıfatı.
  • Zât, yüz.
  • Çirkinliği gidermek, vakar sâhibi olmak ve şükr etmek için nîmeti göstermek. Çirkinliğe, başkalarının iğrenmelerine, hakâret etmelerine sebeb olacak şeyleri yapmamak, bunları gidermek.

cemam

  • Rahat olmak. Dinlenip yorgunluğu gidermek. İstirahat etmek.

cemmaz

  • Hızlı giden.

cemmaz-süvar

  • Hızlı giden bineğe binen kimse. (Farsça)

cereyan-ı tecri / cereyan-ı tecrî

  • "Döner, akar gider" ifadesi.

cerrar

  • Cer yapan, para toplayan.
  • Yavaş yavaş giden asker alayı veya ordusu. Harp âletleri ile cihazlanmış ordu.
  • Desti satıcısı.
  • Ağır ağır giden.
  • Traktör.

cezr-i vetedi / cezr-i vetedî

  • Kazık kök. Kazık gibi yere derinliğine giden kök. (Havuç gibi.)

cilve

  • Esmâ-i İlâhînin tecellisi.
  • Tecelli.
  • Güzellere yakışır duruş ve davranış. Dilberâne hareket. Naz ve edâ. Hoşa giden görünüş.

cürcani / cürcanî

  • (Seyyid Şerif Ali Bin Muhammed) : (Hi: 760-830) Astarabad (Cürcan) civarında Tacu'da doğmuştur. Mısır'a giderek orada çeşitli âlimlerden ders okumuştur. Şiraz'da müderrislik yapmıştır. Sa'duddin-i Taftazanî ile kapanan Mütekaddimîn devrinden sonra açılan Müteahhirîn-i Ulemâ devrinin birincisi bu Sey

cürde askeri

  • Eskiden hacca giden kafilelerin muhafızlığını yapan asker.

dacc

  • Hacıların hizmetkârı ve devecileri.
  • Hacılar ile birlikte giden, fakat, hac maksudu olmayan bezirgân.

dal

  • Kur'ân ve imân yolundan sapan. Dalâlete giden, azan.
  • Azdırıcı, sapkın.
  • Şaşkın.

dalaletpişe

  • Sapıklığı tâkibeden. Sapıklığa giden. İslâmiyetten başka yol tâkib eden.

dalle

  • Evini bilmeyip başka yere giden davar.

dar-ül-gurur / dâr-ül-gurûr

  • İnsanın gönlünü cezbeden, çeken fakat ele geçtiğinde faydalanamadan kaybolup giden yer. Dünyâ.

def etme

  • Giderme, uzaklaştırma.

def etmek

  • Gidermek, uzaklaştırmak.

def' / دفع

  • Uzaklaştırma. (Arapça)
  • Def' edilmek: (Arapça)
  • Uzaklaştırılmak. (Arapça)
  • Giderilmek. (Arapça)
  • Def' etmek: (Arapça)
  • Uzaklaştırmak. (Arapça)
  • Gidermek. (Arapça)

def-i bela / def-i belâ

  • Belânın def edilmesi, giderilmesi.

def-i cu' / def-i cû'

  • Açlığı gidermek. Birşey yemek.
  • Açlığı giderme.

def-i ihtiyaç

  • İhtiyacın giderilmesi, ihtiyacın karşılanması.

def-i mazarrat

  • Zararı giderme.

dehri / dehrî

  • Allahü teâlâya ve âhirete inanmayıp, dehr (zaman) sonsuzdur ve dünyânın başlangıcı ve sonu yoktur, böyle gelmiş böyle gider diyen dinsiz, ateist.

dellal-ı muhterem / dellâl-ı muhterem

  • Saygıdeğer ilan edici, duyurucu.

demagoji

  • yun. Halkı kendi menfaati için okşama siyâseti. Halkın hoşuna gidecek sözlerle insanların sevgisini kazanarak kendi maksadını elde etmeğe çalışmak. Halk avcılığı. Cerbeze.

derece

  • Gitgide yükselen durumların her biri, kerte.

dereke

  • Gitgide alçalan durumların her biri.

destroyer

  • ing. Çok sür'atli giden küçük savaş gemisi, torpido muhribi.

dil-nişin / dil-nişîn

  • Hoşa giden, kalpte yerleşen.

dümdar / dümdâr

  • Ordunun arkasında giden gurup.

ehl-i dalalet ve tuğyan / ehl-i dalâlet ve tuğyân

  • Doğru yoldan sapmış olanlar ve azgınlıkta ileri gidenler.

ehl-i gaflet ve tuğyan

  • Gaflete dalanlar ve zulüm ve taşkınlıkta çok ileri gidenler.

ehl-i ifrat

  • Bir meselede aşırı gidenler, sınırı aşanlar.

ehl-i küfür ve tuğyan

  • İnkârcılar, inanmayanlar ve azgınlık ve taşkınlıkta çok ileri gidenler.

ehl-i şirk ve tuğyan

  • Allah'a ortak koşanlar, isyan ve inançsızlıkta çok ileri gidenler.

ehl-i sünnet

  • Hz. Muhammed'in sünnetine uyan, onun yolundan giden büyük Müslüman topluluk.
  • Hz Muhammed (s.a.v.)'in yolunda gidenler, sün-nîler.

ehl-i sünnet ve cemaat

  • Hz. Muhammed'in sünnetine uyan, onun yolundan giden büyük Müslüman topluluk.

ehl-i sünnet ve'l-cemaat

  • Hz. Muhammed'in sünnetine uyan, onun yolundan giden büyük Müslüman topluluk.

ehl-i takib

  • Takip edenler, peşinden gidenler.

ehl-i tekke

  • Tekkeye giden ve oradaki zikirleri yapan kişiler; Osmanlı döneminde, sadece tasavvuf ve tarikat eğitimi verilen tekkelerde mânevî ilim tahsil edenler.

ehl-i tuğyan

  • Azgınlık ve taşkınlık yapanlar, zulüm ve küfürde çok ileri gidenler.

ehlikalb

  • Kalben ileri gidenler.

ekonomi

  • yun. İktisad. Tutum. Geliri gideri hesaplıyarak lüzumsuz masrafı bırakıp artırmağa çalışmak. Ölçülü ve idâreli harcamak. İnsanların sınırsız olan ihtiyaçlarıyla bunları sağlamaya yarayacak sınırlı imkân ve vasıtalar arasında mümkün olan azami uygunluğu temin için (sağlamak için) yapılan çalışma ve f

ekspres

  • ing. Seyahatı esnasında ancak büyük duraklarda duran ve çok hızlı giden vasıta.

elfaz-ı küfr / elfâz-ı küfr

  • Söylendiği zaman, îmânı gideren, müslümanlıktan çıkmaya sebeb olan sözler.

emvac-ı zeval / emvâc-ı zevâl

  • Kaybolup giden, yok olan dalgalar.

enduh-güsar

  • Kederi yok eden. Gamı, sıkıntıyı gideren. (Farsça)

ergun

  • Sert başlı at. Hızlı ve oynak olarak giden at. (Farsça)

ervah-ı afilin / ervâh-ı âfilîn / اَرْوَاحِ آفِلِينْ

  • Göçüp giden ruhlar.
  • Batıp giden ruhlar.

esb-i saba-refter / esb-i sabâ-refter

  • Rüzgâr gibi giden at. (Farsça)

eşekk

  • Çok şek ve şüphe sahibi. Tereddütte ileri giden.

eşya-yı seyyale / eşya-yı seyyâle

  • Akıp giden ve sürekli değişen şeyler.

etkıya

  • (Tekili: Taki) Çok takvâ sâhibi olanlar. Takiler. Takvâda çok ileri giden mes'ud kimseler.

evsaf-ı sahabe / evsâf-ı sahabe

  • Hz. Peygamberi (a.s.m.) görüp onun yolundan giden Müslümanların özellikleri.

eyyühe'l-üstadü'l-muhterem

  • Ey saygıdeğer Üstad.

fart-ı muhabbet

  • Muhabbet ve sevgide aşırılık.

fecr-i sadık / fecr-i sâdık

  • Sabaha karşı şark ufkunda yayılmaya başlayan beyaz bir aydınlık. Bunun mukabili birinci fecirdir ki, bir aydınlıktan sonra tekrar aydınlık gider. Bu birinci aydınlığa fecr-i kâzib denir. Sabah namazının vakti, fecr-i sâdıkta başlar.

feşafeş

  • Hışıltı. (Farsça)
  • Atılan okun, havada giderken çıkardığı ses. (Farsça)

feth

  • Açma, başlama.
  • Zaptetme. Ele geçirme. Zafer. Nusret.
  • Faydalı şeyleri elde etmek için yolları açmak. Muğlak şeyleri açmak. Bu iki suretle olur. Biri, basâr ile idrâk olunur. Gam ve kederi gidermek gibi. İkinci de: İki nevi olup birincisi; dünya işlerinde olur. Sürur vermekle g

feza-neverd

  • Fezâda dolaşan, boşlukta giden. (Farsça)

firenkmeşreb

  • Batılıların yolunda giden.

firkateyn

  • Buharın icadından evvel kullanılan harp gemilerindendir. Bu gemiler, güvertelerinin altında bir batarya topu hâvi olup hızlı giderlerdi. Bu gemilerin üç direkleri vardı ve içlerinde mürettebatının binbeşyüzü bulanları da vardı.

frenkmeşreb

  • Batılıların izinde giden.

fükahet

  • (Çoğulu: Fükâhât) Hoşa giden söz, lâtife, şaka, mizah.

füruat

  • Kökten ayrılan kısımlar. Füru'lar. Esastan olmayıp geniş bilgide ortaya çıkan mes'eleler.

gadir-i hum hadisi / gadîr-i hum hadîsi

  • Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem Mekke-i mükerremeden Medîne-i münevvereye giden yol üzerindeki Gadîr-i Hum denilen vâdide buyurduğu hadîs-i şerîf.

gamuz

  • İtham olunan, töhmet altında bırakılan.
  • İçinden kan giden dişi deve.

gayr-i kabil-i izale / gayr-i kâbil-i izâle / غير قابل ازاله

  • Yok edilemez, giderilemez.

gazevan

  • Hızlı giden iyi at.

günaşırı

  • İki günde bir. Bir gün olup ertesi gün olmayarak ve böylece sürüp giderek. (Türkçe)

güruh-u isyan ve tuğyan ve küfran / gürûh-u isyan ve tuğyan ve küfrân

  • Azgınlık, isyan ve inkârda çok ileri gidenler.

hacce / hâcce

  • (Çoğulu: Havâcc) Hacca giden, usulüne uygun olarak Kâbe'yi ziyaret ederek hac vazifesini yerine getiren kadın veya kız.
  • (Çoğulu: Hâcc) Bir cins diken.

hacetreva / hâcetreva

  • İhtiyacı gideren, ihtiyaç olan bir şeyi te'min eden.

hacis / hâcis

  • Kalbe (gönle) gelen ve hemen gidermek mümkün olan kötü düşünceler.

hades-i asgar

  • Fık: Taharet-i suğra ile, yani yalnız abdest ile giden taharetsizlik hali. Bevletmek, kan gelmek sebebi ile hasıl olan hades gibi.

hades-i ekber

  • Fık: Taharet-i kübra ile, yani gusül abdesti ile giderilen taharetsizlik halidir.

hadi / hâdî

  • Hidayete ermiş. Mürşid. Rehber, delil. Hidayet yolunu gösteren. Hidayete, doğruluğa eriştiren. Önde giden.

hadin

  • Bir kuş cinsidir. (Hiç doymak bilmez, yediğini hemen hazmedip yine yemek ister, yüksek yerleri sever, değme yer üstüne konmaz, ağaç başlarına konup bütün yemişini yer, yemişleri kalmazsa başka yerlere gider.)

hadiy-üt tarik / hâdiy-üt tarik

  • Hidayet yoluna sevkeden, mürşid. Doğru yolda giden.

haib

  • Bir işte emeği boşa giden, istediğini elde edemeyen.

halas

  • Üzüm ağacına benzer bir ağaç (yanındaki ağaca sarılır gider; hoş kokusu vardır; akik gibi taneleri olur.)

halef an-selef

  • Seleften halefe geçme. Geçen ve gidenden, gelene kalma. Babadan evlâda geçme.

halidat

  • (Tekili: Hâlide) Sürüp gidenler, devam edenler.

halik / hâlik

  • Helâk olan. Mahv olan. Fenaya giden. Fâni. Zâil.
  • Helâk olan, yokluğa giden.

harc

  • Gider, sarfiyat, bir iş için kullanılan madde.
  • Vergi.
  • Çıkmak.
  • Yeni çıkan bulut.
  • Yemâme vilayetinde bir yer.
  • Ecir.
  • Buğday. (Dinimizde lüzumsuz harcamak, israf haramdır. Zillet ve fakirliğe sebeptir.)
  • Gider, vergi.

harisa / harîsa

  • Yağmuruyla yer yüzünü süpürüp gideren bulut.
  • Kan çıkmayan azıcık baş yarığı.

harun

  • İlerleyeceği yerde duran veya geri giden hayvan.

hasir / hasîr

  • Hüsranda olan. Sapıtan, dalâlete giden. Azgın.
  • Eli boş. Müdafaasız. Çaresiz.

havaic-i zaruriye / havâic-i zaruriye

  • Gerekli ihtiyaçlar, giderilmesi lüzumlu olan ihtiyaçlar; yeme içme, ev ve binek gibi temel ihtiyaçlar.

havaic-i zaruriyye

  • Zaruri ihtiyaçlar. Giderilmesi lüzumlu olan ihtiyaçlar.

havrem

  • Ayak ovup kir gidermekte kullanılan, kırmızı renkli delikli taş.

haytü'l-ebyaz

  • Beyaz iplik, fecir zamanı, ufukta bir çizgi şeklinde beliren ve giderek artan sabah ağartısı.

hazerat / hazerât

  • Hazretler; saygıdeğer olanlar (saygı maksadıyla kullanılan bir ifadedir).

hazf

  • Aradan çıkarma, çıkarılma. Yok etme, silme, ortadan kaldırma, giderme, düşürme.
  • Selâm ve tahiyyatı uzatmayıp kısa kesmek.
  • Mahvetmek.
  • Vurmak.
  • Atmak.
  • Aradan çıkarma, kaldırma, giderme, silme, gizli tutma.

hazm

  • Midedeki yenen şeyleri eritmek, sindirmek. Vücuda yarayacak hale getirmek.
  • Birisine ansızın hücum etmek.
  • Ansızın bir şey üzerine inmek.
  • Birisinin hakkını, malını gasb ile alıp zulmeylemek.
  • Münasebetsiz bir hale, güce gidecek bir vaziyete düşenin kendi nefsini

hazret

  • Saygıdeğer; saygı, hürmet maksadıyla büyüklere verilen ünvan.

hazz-ı nefsani / hazz-ı nefsânî

  • Nefsin hoşuna giden zevk ve lezzet.

heder

  • Boşa gitme. Yok yere faydasız giden.
  • Ölüme giden.
  • Boşa gitme, yok yere giden şey.

heder olan

  • Boşa giden.

hem-rev

  • Yol arkadaşı, beraber giden, yoldaş. (Farsça)

herçi-bad-abad / herçi-bâd-âbâd

  • "Battı balık yan gider", "Her ne olursa olsun" anlamında.

hergele / خرگله

  • Sürünün başında giden kılavuz eşek. (Farsça)
  • Eşek sürüsü. (Farsça)
  • Haylaz, yaramaz adam. (Farsça)

heva ve heves / hevâ ve heves

  • Nefsin hoşuna giden faydasız ve gelip geçici arzular, hisler.

hevte

  • Suya gidecek yol.

hidemat-ı imaniye

  • İmâni hizmetler. (Kur'an-ı Kerim'i ve mânâsını öğrenmeğe vesile olmak; imâni şüphelerin giderilmesine çalışmak; İslâmiyetin, hak din olduğunu isbat etmek veya isbâta vesile olmak gibi.) Görülen hizmetler. Eşyanın ve mahlukatın lisan-ı hâl ile esmâ-i İlâhiyeye ait yaptıkları tesbih ve ibadetleri.

hiss-i selim

  • Selim his. Her çeşit zarar verebilecek olan, müsbet olmayan ve şerre giden şeylerden kendini koruma hissi.
  • Sağlam ve insanı yanıltmayan his.

hodrey

  • Kendi bildiğine giden. Kendi rey ve fikriyle iş gören. (Farsça)

hodser

  • Dikbaşlı, âsi, serkeş. (Farsça)
  • Kendi kendine giden, müstakil. (Farsça)

hoşayende

  • (Çoğulu: Hoşâyendegân) Hoşa giden, hoşlanılan, beğenilen. (Farsça)

hubb-u ehl-i beyt

  • Ehl-i Beyt'e olan sevgi ve bağlılık. Hz. Peygamber'in (A.S.M.) neslinden gelenleri, onun izinden gidenleri ve onun yolunda sâdık olup sebat edenleri sevmek. (Farsça)

hudeybiye

  • Mekke-i Mükerreme'den Medine-i Münevvere'ye giden yolun üzerinde ve Mekke'den bir merhale uzaklıkta küçük bir köy olup, yakınında bir kuyu ve bir ağaç vardır ki, bu ağacın altında Hz. Fahr-i Kâinat Efendimize (A.S.M.) beşinci hicri senede eshabı tarafından biat olunmuştur. Hicretten beş sene on ay g

hukuk-u ümmet

  • Hz. Peygambere inanıp onun yolundan giden mü'minlere ait haklar.

hulf-ül vaid / hulf-ül vaîd

  • Va'dedilmiş azabı yapmamak, cezâyı yerine getirmemek. (Cenâb-ı Hak kendine isyan edenlerin, günahta devam edenlerin cehenneme gideceklerini beyan ediyor, tehdid ediyor, vaid ile beyanda bulunuyor. Affetmediği takdirde bu vaidinden dönmesi, aslâ adâletine yakışmaz, muhâldir.)

hulkum

  • Boğaz, gırtlak, ağızdan mideye giden yol.
  • İnsan veya hayvan boğazı. Ağızdan mideye giden yol.

hunnes-künnes

  • Hunnes, Hânis'in; Künnes de Kânis'in çoğuludur. Kânis, süpüren mânasınadır. Umumiyetle, akıp akıp yuvalarına giden veya aynı yollarında gidip gelen yıldızlar demektir. Bazılarınca gündüz gaib, gece zâhir olan yıldızlara denir. Ekseriyetle yedi seyyar yıldızlara denmiştir. (Zuhal, Müşteri, Merih, Züh

hürmetli

  • Saygıdeğer.

huşare

  • Bir yere giderken bırakılan faydasız şeyler.
  • Her şeyin kötüsü.

huşu / huşû

  • Korkuyla karışık sevgiden gelen edepli hal.

huşu' / huşû'

  • Alçak gönüllülük. Hayâ etmek ve mütevazi olmak. Korku ile karışık sevgiden gelen edebli bir hâl. Yüksek ve heybetli bir huzurda duyulan alçak gönüllülük. Sükun ve tezellül.
  • Tevâzû, alçak gönüllülük. Hakk'a boyun eğmek. Korku ve sevgiden meydana gelen edebli bir hal.

huşuf

  • (Çoğulu: Huşef) Seri, eli çabuk, hızlı.
  • Geceleyin yola giden deve.

hüyyam

  • (Tekili: Hâim) Sevgiden dolayı şaşırmış olanlar.

huzuzat / huzuzât / huzûzât

  • (Tekili: Huzuz) İnsanın hoşuna giden şeyler.
  • Hazlar, hoşa giden şeyler.

i'lem eyyühe'l-aziz" notekey

  • 'Bil ey aziz, saygıdeğer kardeşim!' mânâsında muhatabı uyarmak ve dikkatini çekmek için kullanılan bir ifade.

ibn-i vakt

  • Zamanın uyarına giden, vaktin icaplarına göre hareket eden kişi. Zamane adamı.
  • Mizaç ve tabiata göre söz söyleyen kimse.

icfal

  • Gidermek.
  • Devekuşu seğirtmek.

ichaf

  • Zulüm etme, gaddarlık.
  • Gidermek.
  • Noksan etmek, eksiltmek.

icmal-i şehri / icmal-i şehrî

  • Aylık gelir ve giderleri, yahut yalnız giderleri toplu ve kısaltılmış olarak gösteren cetveller.

icmal-i senevi / icmal-i senevî

  • Senelik gelir ve giderleri yahut yalnız giderleri toplu ve kısaltmış olarak gösteren cetveller.

idealizm

  • Bilgide temel olarak düşünceyi alan ve eşyanın müstakil mevcudiyetlerini inkâr edip fikren mevcudiyetlerini kabul eden yanlış bir felsefe doktrini. (Fransızca)

iflal

  • Gidermek.
  • Yağmur gelmeyen yere yetişmek.

ifrah

  • Belirsiz bir şeyi belirtme.
  • şübhe ve tereddütü giderme.
  • (Kuş) yavrulama.
  • (Tohum) yeşerme.

ifratkar / ifratkâr

  • Pek ileri giden. Haddini aşan. (Farsça)
  • Aşırı giden.

ifratkarane / ifratkârane

  • Aşırı gidercesine.

ifrinka'

  • Parmak çıtırdatma.
  • Gidermek.
  • Ayırmak.

ihbat

  • Mahveylemek. Battal ve geçmez hale koymak.
  • Kuyunun suyu çoğalmak veya bitmek.
  • İşin karşılığını vermek.
  • Amelin sevabını giderip, hiçe indirmek.

ihsa'

  • Yalnız bir ilim ve san'at dalıyla meşgul olup, o hususda ihtisas yapıp terakki etme. Husyelerini çıkarma, iğdiş etme, eneme, erkekliğini giderme.

ihtifaf

  • Kuşatma, etrafını çevirme.
  • Yüzdeki kılları giderme, traş etme.

ihtilaf-ı turuk / ihtilâf-ı turuk

  • Hedefe giden yolların birbirinden farklı ve çeşitli olması.

ıktifaen

  • İzinden giderek, örnek tutarak, misal kabul ederek.

ılac

  • Bir şeyi yerinden alıp gidermek.

ilel-i müterettibe-i müteselsile

  • Zincirleme uzayıp giden düzenleyici sebepler.

illiyyun

  • (Tekili: İlliyyîn) (Aliyyu) Cennetin en yüksek tabakası. Ahirete giden tam kâmil mü'minlerin yeri. Hafaza meleklerinin divanları ismidir ki, salihlerin amelleri oraya yükseltilir. Ahirette yüksek dereceye, dergâh-ı rızâya en yakın olan derecedir.

imha ve izale etmek

  • Yok etmek, gidermek.

inankeş

  • Dizgin çeken, hasaplı giden. (Farsça)

inayet-i daime / inâyet-i daime

  • Devam edip giden huzur verici düzen.

insilab

  • (Selb. den) Kaldırılma, selb olunma, giderilme. Kalmama. Mahvedilme. Soyulma, soyulmuş olma.

irad ü masraf

  • Gelir ve gider.

irman

  • Arzu, taleb, istek. (Farsça)
  • Dalkavuk. (Farsça)
  • Nedâmet, pişmanlık. (Farsça)
  • Dâvet edilmeden bir yere giden kimse. (Farsça)

işba'

  • Doyurmak, açlığı gidermek. Doymak.
  • Fiz: Bir sıvının içinde, belli bir cisimden eriyebilecek en çok miktarın erimiş bulunması.
  • Edb: Arap nazmında, kafiye veya vezin zaruretinden dolayı kelimeye bir harf ilâve etme.

ıskat-ı salat / ıskat-ı salât

  • Ölmüş bir kimsenin kılmadığı namazlar yüzünden hâsıl olan günahını giderir ümidi ile verilen sadaka.

islab

  • Giderme, selbetme. Kapıp götürme.

ıslah

  • İyileştirmek. Düzeltmek. Kusurları gidermek.

ıslahat

  • Kusurları ve eksiklikleri gidermek için yapılan işler ve düzeltmeler.

ittibaan

  • Tabi olarak, uyarak, yolundan giderek.

ittibaen / ittibâen / اتباعا

  • Uyarak, izleyerek, ardından giderek. (Arapça)

izale / izâle / ازاله / اِزَالَه

  • Zevale erdirmek. Gidermek. Ortadan kaldırmak. Mahvetmek.
  • Giderme, def etme, yok etme.
  • Giderme, ortadan kaldırma.
  • Giderme.
  • Giderme.
  • Yok etme. (Arapça)
  • Giderme. (Arapça)
  • İzâle edilmek: (Arapça)
  • Yok edilmek. (Arapça)
  • Giderilmek. (Arapça)
  • İzâle etmek: (Arapça)
  • Yok etmek. (Arapça)
  • Gidermek. (Arapça)
  • Giderme.

izale eden

  • Gideren, ortadan kaldıran.

izale etme / izâle etme

  • Giderme, ortadan kaldırma.

izale etmek / izâle etmek

  • Ortadan kaldırmak, gidermek.

izale olma

  • Yok olma, giderilme.

izale-i şüyu'

  • Ortaklığı giderme.

ka'ka

  • Kuru, yâbis. Meşakkatli yol.
  • Yemame'den Kûfe'ye giden geniş yol.

kabis

  • Hızlı giden at. Süratli at.

kafadar

  • Arkası sıra giden, peşinden ayrılmayan. (Farsça)
  • Kafaları birbirine uyan, kafaca birbirine denk olan arkadaş. (Farsça)

kafi / kafî

  • Birine uyup peşinden giden.

kaid

  • (A, uzun okunur) Süren. Sevkeden.
  • Koyunların önünden giden ve "Küsem" denilen koyun.
  • Yedeğine alıp çeken. Çavuş. Serasker, kumandan.
  • Sıradağ.
  • Geniş ark.

kainat-ı seyyale / kâinat-ı seyyâle

  • Akıp giden kâinat, evren.

kalender

  • Dünyayı terkederek elini çekip Allah yolunda giden kimse. (Farsça)
  • Dünyâdan elini çekip herşeyi hoş gören kimse. (Farsça)
  • Dünya alâkalarından uzak, alâyişe aldanmaz hakikat adamı. Filozof. (Farsça)

kas'

  • Bir şeye el ayası ile vurmak.
  • Gidermek.
  • Tahkir etmek, küçümsemek.

kaş'

  • (Kış') Şaşkın ve ahmak adam. Zayıf adam.
  • Açmak.
  • Gidermek. Dağıtmak.
  • Kuru deri. Deriden olan çadır.
  • Hamam pisliği.
  • Deriden yapılmış döşek.
  • Balgam.

kaskas

  • Açlık.
  • Sür'at yapan, hızla giden.
  • Yol gösterici.
  • Devenin yediği bir ot.

kaud

  • Yavaş giden at.

kavaid-i ehl-i sünnet / kavâid-i ehl-i sünnet

  • Hz. Muhammed'in sünnetine uyan, onun yolundan giden büyük Müslüman topluluğu tarafından belirlenen kurallar.

kayyım

  • İnsanları birbirine kardeşlikte ve sevgide bir araya toplayıp dünya ve âhirette necat ve iyilikler yolunda cem' edici olduğundan; bütün iyilikleri haseneleri toplayıcı ve muhtaçlara çok ihsan edici mânasında Peygamberimiz Resul-i Ekrem'e (A.S.M.) verilen bir isim.

kaza-i hacet / kaza-i hâcet

  • İhtiyacını gidermek.
  • Büyük abdest bozmak.
  • İhtiyaç giderme.

kaza-i şehvet

  • Şehvet ihtiyacını gidermek. Cinsî münasebet (ki, insanlar arasında nikâh olmadıkça haramdır.)

kaza-yı hacet

  • İhtiyaç giderme.

kaza-yı şehvet / kazâ-yı şehvet

  • Şehvet ihtiyacını giderme.

kazayı hacet / قَضَايِ حَاجَتْ

  • İhtiyac giderme.

kecrev

  • Eğri giden. (Farsça)
  • Tuttuğu yol sakat ve yanlış olan. (Farsça)

kehkeşan

  • Samanyolu. Saman uğrusu. (Gökte sık yıldız ışıklarıyla hasıl olan yol biçimi uzayıp giden ışıklı manzara.) (Farsça)

kervan

  • Birbirini takib ederek giden insan veya hayvan sürüsü. Kafile ve hey'etle giden yolcular takımı. (Farsça)

kisal

  • Bir yerde oturup kalan ve gideceği yere geç giden.

koloni

  • Bir ülkenin, sınırları dışında işgal ettiği ve yönettiği ülkeye sıkı bağlarla bağlı arazi. (Fransızca)
  • Başka bir memlekete yerleşmeğe giden göçmen topluluğu veya bir topluluğun yerleştiği yer. (Fransızca)
  • Bir memlekette bulunan yabancılar topluluğu. (Fransızca)

konvoy

  • ing. Aynı yere giden nakil vasıtaları topluluğu.
  • Aynı yere nakledilen insan grubu.
  • Harb gemilerinin himayesinde sefer yapan yük gemileri katarı.

kulkul

  • Şen, çevik, atik.
  • Bir şeyin deprenmesiyle çıkan ses.
  • Büyük, derin deniz.
  • Hızlı giden at.

kut'ül amare / kut-ül amare / كوتول امار

  • Kut'ül Amare ne demektir?

    Yeni kurulan Osmanlı 6. Ordusu'nun Komutanlığı'na atanarak 5 Aralık'ta Bağdat'a varan Mareşal Colmar Freiherr von der Goltz Paşa'nın emriyle Irak ve Havalisi Komutanı Miralay (Albay) 'Sakallı' Nurettin Bey'in birlikleri 27 Aralık'ta Kut'u kuşattı. İngilizler Kut'u kurtarmak için General Aylmer komutasındaki kolorduyla hücuma geçti ancak, 6 Ocak 1916 tarihli Şeyh Saad Muharebesi'nde 4.000 askerini kaybederek geri çekildi. Bu muharebede 9. Kolordu Komutanı Miralay 'Sakallı' Nurettin Bey görevinden alındı ve yerine Enver Paşa'nın kendisinden bir yaş küçük olan amcası Mirliva Halil Paşa (Kut) getirildi.

    İngiliz Ordusu, 13 Ocak 1916 tarihli Vadi Muharebesi'nde 1.600, 21 Ocak Hannah Muharebesi'nde 2.700 askeri kaybederek geri püskürtüldü. İngilizler mart başında tekrar taarruza geçti. 8 Mart 1916'da Sabis mevkiinde Miralay Ali İhsan Bey komutasındaki 13. Kolordu'ya hücum ettilerse de 3.500 asker kaybederek geri çekildiler. Bu yenilgiden dolayı General Aylmer azledilerek yerine General Gorringe getirildi.

    Kut'ül Amare zaferinin önemi

    Kût (kef ile) veya 1939’dan evvelki ismiyle Kûtülamâre, Irak’ta Dicle kenarında 375 bin nüfuslu bir şehir. Herkes onu, I. Cihan Harbinde İngilizlerle Türkler arasında cereyan eden muharebelerden tanır. Irak cephesindeki bu muharebeler, Çanakkale ile beraber Cihan Harbi’nde Türk tarafının yüz akı sayılır. Her ikisinde de güçlü düşmana karşı emsalsiz bir muvaffakiyet elde edilmiştir.

    28 Nisan 1916’da General Townshend (1861-1924) kumandasındaki 13 bin kişilik İngiliz ve Hind askerlerinden müteşekkil tümenin bakiyesi, 143 günlük bir muhasaradan sonra Türklere teslim oldu. 7 ay evvel parlak bir şekilde başlayan Irak seferi, Basra’nın fethiyle ümit vermişti. Gereken destek verilmeden, tecrübeli asker Townshend’den Bağdad’a hücum etmesi istendi.

    Bağdad Fatihi olmayı umarken, 888 km. yürüdükten sonra 25 Kasım 1915’de Bağdad’a 2 gün mesafede Selmanpak’da miralay Nureddin Bey kumandasındaki Türk ordusuna yenilip müstahkem kalesi bulunan Kût’a geri çekildi. 2-3 hafta sonra takviye geleceğini umuyordu. Büyük bir hata yaparak, şehirdeki 6000 Arabı dışarı çıkarmadı. Hem bunları beslemek zorunda kaldı; hem de bunlar Türklere casusluk yaptı.

    Kût'a tramvayla asker sevkiyatı

    İş uzayınca, 6. ordu kumandanı Mareşal Goltz, Nureddin Bey’in yerine Enver Paşa’nın 2 yaş küçük amcası Halil Paşa’yı tayin etti. Kût’u kurtarmak için Aligarbi’de tahkimat yapan General Aylmer üzerine yürüdü. Aylmer önce nisbî üstünlük kazandıysa da, taarruzu 9 Mart’ta Kût’un 10 km yakınında Ali İhsan Bey tarafından püskürtüldü.

    Zamanla Kût’ta kıtlık baş gösterdi. Hergün vasati 8 İngiliz ve 28 Hindli ölüyordu. Hindliler, at eti yemeği reddediyordu. Hindistan’daki din adamlarından bunun için cevaz alındı. İngilizler şehri kurtarmak için büyük bir taarruza daha geçtiler. 22 Nisan’da bu da püskürtüldü. Kurtarma ümidi kırıldı. Goltz Paşa tifüsten öldü, Halil Paşa yerine geçti. Townshend, serbestçe Hindistan’a gitmesine izin verilmesi mukabilinde 1 milyon sterlin teklif etti. Reddedilince, cephaneliği yok ederek 281 subay ve 13 bin askerle teslim oldu. Kendisine hürmetkâr davranıldı. Adı ‘Lüks Esir’e çıktı. İstanbul’a gönderildi. Sonradan kendisine sahip çıkmayan memleketine küskün olarak ömrünü tamamladı.

    Böylece Kûtülamâre’de 3 muharebe olmuştur. İngilizlerin kaybı, esirlerle beraber 40 bin; Türklerinki 24 bindir. Amerikan istiklâl harbinde bile 7000 esir veren İngiltere, bu hezimete çok içerledi. Az zaman sonra Bağdad’ı, ardından da Musul’u ele geçirip, kayıpları telafi ettiler. Kût zaferi, bunu bir sene geciktirmekten öte işe yaramadı.

    Bu harbin kahramanlarından biri Halil Paşa, Enver Paşa’nın amcası olduğu için; diğer ikisi Nureddin ve Ali İhsan Paşalar ise cumhuriyet devrinde iktidar ile ters düştüğü için yakın tarih hafızasından ustaca silindi. 12 Eylül darbesinden sonra Ankara’da yaptırılan devlet mezarlığına da gömülmeyen yalnız bunlardır.

    Binlerce insanın kaybedildiği savaş iyi bir şey değil. Bir savaşın yıldönümünün kutlanması ne kadar doğru, bu bir yana, Türk-İslâm tarihinde dönüm noktası olan çığır açmış nice hâdise ve zafer varken, önce Çanakkale, ardından da bir Kûtülamâre efsanesi inşa edilmesi dikkate değer. Kahramanları, yeni rejime muhalif olduğu için, Kûtülamâre yıllarca pek hatırlanmadı. Gerçi her ikisi de sonu ağır mağlubiyetle biten bir maçın, başındaki iki güzel gol gibidir; skora tesiri yoktur. Hüküm neticeye göre verilir sözü meşhurdur. Buna şaşılmaz, biz bir lokal harbden onlarca bayram, yüzlerce kurtuluş günü çıkarmış bir milletiz.

    Neden böyle? Çünki bu ikisi, İttihatçıların yegâne zaferidir. Modernizmin tasavvur inşası böyle oluyor. Dini, hatta mezhebi kendi inşa edip, insanlara doğrusu budur dediği gibi; tarihi de kendisi tayin eder. Zihinlerde inşa edilen Yeni Osmanlı da, 1908 sonrasına aittir. İttihatçıların felâket yıllarını, gençlere ‘Osmanlı’ olarak sunar. Bu devrin okumuş yazmış takımı, itikadına bakılmadan, münevver, din âlimi olarak lanse eder. Böylece öncesi kolayca unutulur, unutturulur.

    Müşir İbrahim Edhem Paşa’nın oğlu Sakallı Nureddin Paşa (1873-1932), sert bir askerdi. Irak’ta paşa oldu. Temmuz 1920’de Ankara’ya katıldı. Fakat karakterini bilen M. Kemal Paşa, kendisine aktif vazife vermek istemedi. Merkez kumandanı iken Samsun’daki Rumları iç mıntıkalara sürgün ettiği esnada çocuk, ihtiyar, kadın demeden katliâma uğramasına göz yumdu. Bu, milletlerarası mesele oldu. Yunanlılar, bu sebeple Samsun’u bombaladı. Nureddin Paşa azledildi; M. Kemal sayesinde muhakemeden kurtuldu. Sonradan Kürtlerin de iç kısımlara göçürülmesini müdafaa edecektir. Batı cephesinde, kendisinden kıdemsiz İsmet Bey’in maiyetinde vazife kabul etti. İzmir’e girdi. Bazı kaynaklarda İzmir’i ateşe verdiği yazar. I. ordu kumandanı olarak bulunduğu İzmit’te, Sultan Vahîdeddin’in maarif ve dahiliye vekili gazeteci Ali Kemal Bey’i, sivil giydirdiği askerlere linç ettirdi; padişaha da aynısını yapacağını söyledi. Ayağına ip takılarak yerlerde sürüklenen cesed, Lozan’a giden İsmet Paşa’nın göreceği şekilde yol kenarına kurulan bir darağacına asılarak teşhir edildi. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bir fedainin vursa kahraman olacağı bir insanı, vuruşma veya mahkeme kararı olmaksızın öldürmeyi cinayet olarak vasıflandırıp kınadı. M. Kemal’e gazi ve müşirlik unvanı verilmesine içerleyen Nureddin Paşa iyice muhalefet kanadına geçti. 1924’de Bursa’dan müstakil milletvekili seçildi. Asker olduğu gerekçesiyle seçim iptal edildi. İstifa edip, tekrar seçildi. Anayasa ve insan haklarına aykırılık cihetinden şapka kanununa muhalefet etti. Bu sebeple antikemalist kesimler tarafından kahraman olarak alkışlanır. Nutuk’ta da kendisine sayfalarca ağır ithamlarda bulunulur, ‘zaferin şerefine en az iştirake hakkı olanlardan biri’ diye anılır.

    Halil Kut (1882-1957), Enver Paşa’yı İttihatçıların arasına sokan adamdır. Sultan Hamid’i tevkife memur idi. Askerî tecrübesi çete takibinden ibaretken Libya’da bulundu. Yeğeni harbiye nazırı olunca, İran içine harekâta memur edildi. Irak’taki muvaffakiyeti üzerine paşa oldu. Bakü’yü işgal etti. İttihatçı olduğu için tutuklanacakken, kaçıp Ankara hareketine katıldı. Rusya ile Ankara arasında aracılık yaptı. Sonra kendisinden şüphelenilince, Almanya’ya kaçtı. Zaferden sonra memlekete dönüp köşesine çekildi. Politikaya karışmadı.

    Ali İhsan Sâbis (1882-1957), Sultan Hamid’i tahttan indiren Hareket Ordusu zâbitlerindendi. Çanakkale, Kafkasya’da bulundu. Irak’ta paşalığa terfi etti. İttihatçı olduğu için Malta’ya sürüldü. Kaçıp Ankara hareketine katıldı. I. batı cephesi kumandanı oldu. Cephe kumandanı İsmet Bey ile anlaşmadı; azledilip tekaüde sevkolundu. M. Kemal’e muhalif oldu. Nazileri öven yazılar yazdı. 1947’de devlet adamlarına yazdığı imzasız mektuplar sebebiyle 15 seneye mahkûm oldu. 1954’te DP’den milletvekili seçildi. Hatıraları, Nutuk’un antitezi gibidir.

laglaga

  • (Çoğulu: Laglag) Ördekten küçük bir güzel kuştur, başında az miktar beyaz tüyü vardır. Türk diyârında yavrusunu çıkarıp kış günlerinde Mısır'a gider.

latif

  • Mülâyim. Yumuşak. Nâzik. Mütenasip.
  • Güzel. Şirin. Küçük ve hoşa giden.
  • Cisimle alâkası olmayan. Göze görünmeyen.
  • Çok lutf edici.
  • Derin, gizli.

leveat

  • (Tekili: Lev'a) Sevgiden ve mecazî aşktan gelen iç yanıklıkları. Yürekten gelen acılar.

lezaiz

  • Lezzetler. Zevk duyulan, eğlendirici, hoşa giden şeyler.

lezzet-i muhabbet

  • Sevgideki lezzet.

lillahi-l hamd / lillâhi-l hamd

  • Ne kadar hamd ve şükürler varsa ve olmuşsa, cümlesi Allaha mahsustur, ona gider, ona âittir.

lügeyza

  • Kertenkelenin bir yeri kazıp giderken bir tarafını da kazıp eğri çapraşık yollar yapması.

lut

  • Hz. İbrahim'in kardeşi Harran oğlu Lut (A.S.) onunla beraber Bâbil diyarında Şam yakasına geçmişti. Sodom nahiyesine peygamber oldu. Bu nâhiyenin ahalisi ehl-i küfr ve fücur idi. Yolsuz giderlerdi ve hiçbir kavmin yapmadığı fuhşiyatı yapalardı. Hz. Lut, onları doğru yola dâvet etti, dinlemediler ve

ma-i münhemir / mâ-i münhemir

  • Akıp giden su.

mahk

  • Gidermek.
  • İptal etmek, saymamak.
  • Eksik, noksan.

mahy

  • Gidermek.

mahzuzat / mahzuzât / mahzûzat / محظوظات

  • Hoşa giden şeyler. Hazlar.
  • Hoşa gidecek şeyler. (Arapça)

maile / mâile

  • Coğ: Dağların bir yana doğru alçalıp giden taraflarından her biri.
  • Eğri, eğilmiş.

mal-ı habis / mâl-ı habîs

  • Zor ile gasb edilen ve rüşvet olarak alınan, çalınan mallar ve kendine emânet olan mallar, izinsiz ticârette kullanılarak elde edilen kârlar ve dâr-ül-harbde yâni kâfir memleketlerine gidenin (tüccârın, seyyâhın), kafirlerden, rızâsı olmadan aldığı mallar.

maliye / ماليه

  • Devletin gelir ve masraflarının idaresi.
  • Gelir gider hesablarına bakan resmi dâire.
  • Devletin gelir ve gider işlerini takip eden bakanlık ve ona bağlı daireler. (Arapça)

mani' / mâni'

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Din ve dünyâya âit zararları gideren, men' eden.

marrin ü abirin / mârrin ü âbirîn

  • Gelip geçenler. Gelen giden.

marziyyat

  • Hoşa giden, razı olunan şeyler; Allah'ın razı olacağı şeyler.

masarif / masârif

  • Masraflar, giderler.

masarifat / masârifât

  • (Tekili: Masârif) Masraflar, giderler. Harcanan paralar.
  • Giderler.

masdar-ı ca'li / masdar-ı ca'lî

  • (Mec'ul) yapma olan masdar. Arapçada, bazı isim ve sıfatların sonlarına (-iyyet) ilâve edilerek yapılır. Meselâ: İnsan: İnsaniyyet, Şâir: Şâiriyyet. Câhil: Câhiliyyet. Merbut: Merbutiyyet gibi.Arapça veya Farsça kelimenin sonuna (-îden) eki getirilerek yapılır. Meselâ: Cenk. den, Cengîden: Cenk etme

masir / masîr

  • (Çoğulu: Masâyi) (Sayruret. den) Sürüp giden.
  • Karargâh.
  • Suyun aktığı yer.
  • Rücu etmek, dönüp gitmek.
  • Dönüp varılacak yer.

masraf / مصرف

  • Sarfedilen, harcanan. Gider.
  • Gider, harcama.
  • Harcama, gider. (Arapça)

matbu / matbû / مطبوع

  • Basılı. (Arapça)
  • Hoşa giden, hoş. (Arapça)

mekruh / mekrûh

  • Hoş görülmeyen, beğenilmeyen şey. Peygamber efendimizin beğenmediği ve ibâdetin sevâbını gideren şeyler. Yasak olduğu haram gibi kesin olmamakla berâber, Kur'ân-ı kerîmde, şüpheli delil ile, yâni açık olmayarak bildirilmiş veya bir sahâbînin (Peygamb er efendimizin arkadaşlarının) bildirmesi ile anl

mels

  • Enemek. Hayvanı iğdiş etmek, erkekliğini gidermek.

menasik-ül hac

  • Hacı olmak için Mekke-i Mükerreme'ye gidenlerin Kâbe'yi ziyaret etme, Arafat'ta vakfeye durma, kurban kesme, ihram giyme, muayyen bir yerden bir yere kadar yürüme gibi yapılan ibadet rükünleri.

merhem

  • Melhem. Deriye, yaraya sürülen ilâç.
  • Mc: Acıyı teskin eden şey.
  • Kederi, derdi gideren.

meshek

  • Yel gidecek yer.

mesih

  • Bir şey üzerined eli yürütmek, bir şeyden ondaki eseri gidermek demektir.
  • İsa Aleyhisselâm'ın bir ismidir. Elini sürdüğü, meshettiği hastaların iyileşmesinden kinâye olarak "İsa Mesih" denmiştir.

meskenet-fiken

  • Miskinliği gideren. (Farsça)

meslek-i ehl-i sünnet

  • Hz. Muhammed'in sünnetine uyan, onun yolundan giden Müslümanların mesleği, takip ettikleri yol.

meslub

  • Selbedilmiş. Soyulmuş. Alınmış. Giderilmiş.

mevahir

  • Yararak akıp gidenler. (Denizdeki gemi gibi)

mevcudat-ı seyyale / mevcudât-ı seyyale

  • Akıp giden varlıklar.

mevcudat-ı zaile / mevcudat-ı zâile

  • Yok olup giden, sona eren varlıklar.

mevkib

  • Kafile. Alay. Atlı veya yaya giden kafile. Cemaat.

meza ma meza

  • Geçen geçti. Giden gitti.

mina / minâ

  • Mekke-i mükerremenin doğusundaki dağların eteğinden Arafât'a giden yol üzerinde bulunan yer. Hac ibâdeti esnâsında kurban kesmek ve cemre (şeytan) taşlamak için buraya gidilir. İbrâhim aleyhisselâm, kurban etmek için, oğlu İsmâil'i buraya götürmüştü.

mıthar

  • Uzağa giden ok.

mu'tezim

  • Giden, i'tizam eden.

mudiyyen

  • Giderek, geçerek.

müdrenfık

  • Sür'atle yürüyen kişi, hızlı giden kimse.

müellif-i muhterem

  • Muhterem, saygıdeğer yazar.

mufarrit

  • (Fart. dan) Kusur yapan, eksik işleyen. Aşırı giden.

müfettih-ül ebvab

  • (Hayır) kapıları(nı) açan. Bütün müşkilleri giderip ferahlatan. (Cenab-ı Hak)

müfrit / مُفْرِطْ

  • Aşırı giden.

müfritane

  • Aşırı gidercesine.

muğni / muğnî

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Hikmeti îcâbı, her şeyin ihtiyâcını giderici, tamamlayıcı ve lütfuyla doyurucu.

mugterib

  • (Gurub. dan) Batan, gurub eden.
  • Gurub.
  • (Gurbet. den) Gurbete giden. Gurbete çıkan.

muhasser vadisi / muhasser vâdisi

  • Hicaz'da, Minâ ile Müzdelife'yi birbirinden ayıran ve hacıların Minâ'ya giderken durmamaları gereken yer.

muhrib

  • Harp gemisi. Torpidoları avlayan ve hızla giden bir nevi harp gemisi.

muhterem / محترم

  • Hürmete lâyık, saygıdeğer.
  • Saygın, saygıdeğer. (Arapça)

muhtereme

  • Hürmete lâyık, saygıdeğer anlamında, hanımlar için kullanılan ifade.

mükerrem

  • Kerîm olan, kendisine değer verilen, saygıdeğer.

mukim / mukîm

  • İkamet eden. Ayakta duran.
  • Okuyan.
  • Bir memlekette devamlı duran.
  • Fık: Vatanında veya vatanı sayılan bir yerde onbeş günden fazla kalan kimse. (18 saatlik uzağa gidene "Misâfir" denir.)
  • Esmâ-i İlâhiyyeden olup "Her şeyi ayakta tutan, devam ettiren ve kayyumiyet

mukteda

  • Kendisine uyulan. Önde giden.
  • Müçtehid. Pişivâ. Peşivâ.
  • Namazda kendine uyulan imam.

muktefi / muktefî

  • Ardından giden. İzinden giden. İktifâ eden. Misâl alan, örnek tutan.

mümhika

  • Bereket gidermek.

müna

  • (Minâ) Arzular.
  • Birinin yerine kaim-i makam olmak, birinin yerine geçmek.
  • Suya giden yol.
  • Mekke-i Mükerreme'de hacıların kurban bayramında kurban kestikleri ve şeytan taşladıkları mukaddes yer.

münafaza

  • Tozunu gidermek için silkmek.

münafese

  • Başkasında görülen bir kemale imrenip ona yetişebilmek ve daha ileri gidebilmek için, nefislerin nefâsette, iyi şeylerde yarışması hissidir ki, nefsin şerefinden ve uluvv-i himmetinden neş'et eder. Hased ile arasında fark açıktır. Hased eden kimse, kemâle düşmandır; hased ettiği kimsenin zararından,

mündefi / mündefî

  • Defetme, giderme.

münebbih

  • Uyandıran, tenbih eden, dalgınlıktan kurtaran. Uyuşukluğu gideren.

münebbihat / münebbihât

  • Uyandıranlar. Tenbih edenler. Uyuşukluğu giderici olanlar.

munika

  • Hoşa giden, beğenilen şey. Güzel.

münsak

  • Gönderilmiş olan.
  • Birine bağlı olan ve peşinden giden.

munsarif

  • (Sarf. dan) Geri dönen, çekilip giden.
  • Gr: Esre ve tenvin kabul eden isim.

münselik

  • (Silk. den) Bir yola girip orada giden. Bir tarikata girmiş. Bir meslek tutmuş.

münserih

  • Çabuk ve çevik davranan.
  • Hızlı hızlı giden hayvan.

münzir

  • (Nezir. den) Olacak bir şeyi haber vererek korkutan, akibetin kötülüğünü bildiren.
  • Kâfir ve münafıkların Cehennem'e gideceğini haber veren.

mürafi'

  • Mürafaaya giden. Duruşmaya giden.

mürevvak

  • Süzülmüş, tortusu giderilmiş.

mürteci'

  • (Rücu'. dan) Geri dönen, geri dönmek isteyen. İrticâa giden.
  • Her cihetle en yüksek saadet ve selâmete sevkeden İslâmiyete muhalefetle İslâmdan önceki câhiliyet ve ahlâksızlığa dönmek isteyenlerin vasfı.
  • İslâmiyete muhalif olanların; hakikat, İslâmiyet ve iman fedakârlarına, İ

mürtedif

  • Arkasından giden, ardına düşen.
  • Hayvana binen kimsenin ardına binen.

müsafir

  • Seferde ve muharebede olan. Yola çıkmış olan, yolcu. Yoldan gelen, başkasının evine gelmiş olan.
  • Fık: Onsekiz fersahtan uzak olan yerlere giden.

müsebbeh

  • İhtiyarlıktan dolayı aklı giden kimse. Bunak.

müşkil-küşa

  • Zorluğu gideren, açan. Zor işleri halleden. Çetinliği gideren. (Farsça)

müşkil-küşayan / müşkil-küşayân

  • Zorluğu gideren ve zor işleri halleden kimseler. (Farsça)

müşkilküşa / müşkilküşâ

  • Zorluğu gideren.

müskir

  • Sarhoşluk veren, şuuru kaybettiren, aklı gideren ve keyf veren madde.

müsri'

  • Tesr'i eden. Sür'at ve hız veren, acele ettiren, çabuk gider olan.

müstagrib

  • (Çoğulu: Müstagribîn) Gurbete gitmek isteyen.
  • (Garabet. den) Şaşakalan, şaşıran, garibine giden.

müstagribane

  • Garibine ve tuhafına giderek, şaşırarak. (Farsça)

müstagribin / müstagribîn

  • (Tekili: Müstagrib) (Garabet. den) şaşakalanlar. Garibine gidenler, taaccüb edenler.

müstedam

  • (Devam. dan) Sürekli, devamlı. Sürüp giden.
  • Devâmı istenilen.

müşteheyat

  • Lezzetli şeyler. Nefsin hoşuna giden ve iştah için yenen şeyler.

müştehiyat

  • Nefsin hoşuna giden şeyler.

müştehiyat-ı nefsaniye

  • Nefsin hoşuna giden lezzetli şeyler.

müstemirre

  • Devamlı, sürüp giden.
  • Devam eden, sürüp giden.

müstervih

  • (Rahat. dan) Dinlenen. İstirahat eden. Yorgunluğunu gideren.

mutahhara

  • (Müe.) Temizlenmiş. Kirleri giderilmiş.

mutataffil

  • Arkasından giden, uyan.
  • Parazit olan, tatafful eden.

müteammik

  • (Umk. dan) Derine giden, derinleşen.

müteferric

  • (Çoğulu: Müteferricîn) (Ferc. den) Gezinen, dolaşan. Gezip eğlenmeğe giden.

müteferricin / müteferricîn

  • (Tekili: Müteferric) Gezinenler, dolaşanlar, hava almağa eğlenmeğe gidenler.

mütehaddir

  • Yuvarlanan, yokuş aşağı giden.

mütekellim-i maalgayr

  • Konuşan kimsenin kendisinin de içinde bulunduğu bir cemaata ait fiili ifade eden kelimelerin sigasıdır. Okuduk, yazıyoruz, gideceğiz, çalışmışız... gibi.

mütenavib

  • (Nevbet. den) Nöbetleşe tekrarlanıp giden.

müteradif

  • Birbirine bağlı, tâbi olan. Birbirinin ardınca giden.
  • Gr: Yazılışı ayrı, fakat mânası aynı olan kelime.

müterafi

  • Duruşma için hâkime giden.

müterezzik

  • Rızıklanan, gıdalanmakla ihtiyacını gideren.

müteselsil

  • Birbirini takib eden. Zincirleme, arasız, uzayıp giden.

mütetali

  • Birbiri ardınca olup giden.

mütevali / mütevâli

  • Birbiri ardınca giden, ard arda gelen, takip eden.

muttarid

  • Bir düzeye giden, sıralı, düzgün, muntazam.

muvazene-i maliye / muvazene-i mâliye

  • Devletin gelirleriyle giderlerinin bir olması.

müzil

  • İzâle eden, gideren, yok eden.
  • İzale eden, gideren.

na'ab

  • Aceleci. Hızlı yürüyen, tez giden kişi.

na'ra

  • (Çoğulu: Na'rât) Yüksek sesle uzun uzun bağırma.
  • Tar: Eskiden yangına giderken ve dönerken kalabalık caddelerde, geçitlerde, dönemeçlerde, meydanlarda tulumbacıların içlerinden "naracı" adı verilen birinin bağırması yerinde kullanılır bir tâbirdir. Nâra atmakla yangın münasebetiyle s

nafi

  • (Nefiy. den) Giderici, yok eden, nefyeden, menfi yapan.

nahil

  • Hurma ağaçları, hurmalık.
  • Hurma ağacı.
  • Balmumundan yapılan ağaç, yapraklı dal ve yemiş taklidi işlere denir ki, sathı altın ve gümüş yapraklarla süslenerek, eskiden gelin giderken önünde alayla götürülür ve gelin odalarına süs olarak konurdu.

nak'

  • (Çoğulu: Nuk'-Enku) Su saklayacak yer.
  • Kuyu içinde olan su.
  • Deve kuşu avazı.
  • Feryâd etmek, bağırıp çağırmak.
  • Susuzluğu teskin etmek, susuzluğu gidermek.
  • Sıcak suda haşlama.
  • İlâç olarak çıkarılan su.
  • Suda ıslanma.
  • Toz.

nefi / nefî

  • Giderici, yok eden, olumsuz yapan.

nefsani / nefsanî / nefsânî

  • Nefsin hoşuna giden.
  • Nefsin hoşuna gider şekilde.

nefsani müştehiyat / nefsânî müştehiyat

  • Nefsin hoşuna giden arzu ve istekler.

nefsaniyet

  • Nefsin hoşuna gider şekilde arzular.

nehz

  • Süngü demirini inceltmek.
  • Kemik üstündeki eti soyup gidermek.
  • Çok et.

nekf

  • Göz yaşını yanağından parmağıyla silip gidermek.
  • Kuyudan su çekmek.
  • Arlanmak.

nesim / nesîm

  • Hoşa giden, hafif ve lâtif esen rüzgâr.
  • Hoşa giden rüzgâr.

neuzü billah / neûzü billah

  • "Allahü teâlâya sığınırız" mânâsına, tehlikeli hâllerden ve îmânı gideren şeylerden sakınma ve korkma mânâsını ifâde eden bir söz.

nevamis-i cariye / nevâmis-i câriye

  • Akıp giden, süregelen, yürürlükte olan kanunlar.

nevend

  • (Nevende) Postacı. Atlı postacı. (Farsça)
  • Hızlı giden at. (Farsça)

nezr

  • Adak yâni bir isteğin yerine gelmesi ve bir korkunun giderilmesi için, farz veya vâcib olan bir ibâdete benzeyen ve başlı başına ibâdet olan bir işi yapacağına dâir Allahü teâlâya söz verme. Mutlak ve muayyen olmak üzere iki kısımdır.

niks

  • Elbisenin ve örülmüş şeylerin eskilerini bozup gidermek, tekrar yine iplik yapmaya kabil olanı ip eğirip yenilemek.

nüch

  • Zafer bulmak. Hâlâs olmak. Kurtulmak. İhtiyaçlarını giderip zafer bulmak.

peşrev

  • (Aslı: Pişrev) Önde giden. (Farsça)
  • Türk müziğinde bir saz eseri. (Farsça)
  • Güreşten önce pehlivanların ellerini birbirine veya dizlerine çarparak ve biraz sıçrayarak yaptıkları oyun. (Farsça)
  • Bir çeşit ok. (Farsça)

peyrev

  • Ardı sıra giden, tâbi olan, izinden giden, uyan. (Farsça)

pişaheng

  • (Piş-âheng) Önde giden, öne düşen.

pişdar

  • Öncü. Harpte ileriden düşmana gönderilen askerler. (Farsça)
  • Önde giden. Önayak olan. (Farsça)
  • San'at, meslek. (Farsça)
  • Kumandan. (Farsça)
  • Mc: Yüzsüz. Yüzsüzlükle iş beceren. (Farsça)

pişrev

  • Önden giden. (Farsça)

puyan / pûyân / پویان

  • Koşan, hızla giden. (Farsça)
  • Geçip giden. (Farsça)
  • Pûyân olmak: Geçip gitmek. (Farsça)

raif

  • Önde giden at. ("pişnek" derler)
  • Burun ucu.
  • Dağ burnu.

raşid

  • (Rüşd. den) Hak dinini kabul eden, doğruya giden, rüşde erişmiş olan.
  • Akıllı.

raşin

  • Adı tufeylî olan ve davetsiz olarak ziyafetlere giden kimse.

ravza-i cinan / ravza-i cinân

  • Cennet bahçeleri. Cennetlere giden yol.

redif

  • Arkadan gelen, birisinin ardından giden.
  • Birbiri ardınca zuhur etmek.
  • Terhis olup ihtiyata geçen asker.
  • Edb: Beytin sonunda kafiyeden sonra tekrarlanan kelime.

ref' / رفع

  • Kaldırma. (Arapça)
  • Giderme. (Arapça)
  • Yüceltme. (Arapça)

refte refte

  • Git gide, azar azar. (Farsça)

rehrev

  • Yolcu. Yola giden. (Farsça)

reis-i muhterem

  • Muhterem, saygıdeğer başkan.

rendelemek

  • Pürüzlerini gidermek. Rende ile düzlemek, pürüzlü yerlerini kazımak. Rende ile ufalamak.

reşid / رشيد

  • Doğru yolda giden, hak yolunda olan.
  • Akıllı, iyi davranan. Ergin, olgun.
  • Büluğ çağına girmiş kimse.
  • Doğru yola sevkeden, hayra delâlet eden.
  • Fık: Malını muhafaza hususunda aklı eren, istediği gibi meşru yolda sarfedebilen kimse.
  • Hak yolda giden, ergin, olgun.
  • Ergin, büluğa ermiş. (Arapça)
  • Doğru yolda giden. (Arapça)

rev

  • (Reften mastarının emir kökü) "Giden, yürüyen" mânasında olup birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Piş-rev : Önde giden. (Farsça)

revan / revân / روان / رَوَانْ

  • Giden, akıcı. (Farsça)
  • Derhal. (Farsça)
  • Ruh, can. Nefs-i nâtıka. (Farsça)
  • Edb: Su gibi akıp giden güzel söz. (Farsça)
  • Giden, akan.
  • Giden. (Farsça)
  • Akan. (Farsça)
  • Ruh. (Farsça)
  • Revan olmak: Gitmek, yola koyulmak. (Farsça)
  • Giden, yürüyen.

revane

  • Yürüyen, giden. (Farsça)

revende

  • Giden, gidici. (Farsça)
  • Çok yürüyen. (Farsça)

revendegan / revendegân

  • (Tekili: Revende) Yürüyenler, gidenler. (Farsça)

ruhlet

  • Göçüp giden kimseler.

ruzname

  • Vakit cetveli, takvim.
  • Günlük gazete, günlük hâdiselerin yazıldığı kâğıt.
  • Bir meclis veya hey'etin müzakerat proğramı.
  • Hergünkü gelir ve giderin kaydedilip yazıldığı defter.

sabareftar

  • (En fazla at için kullanılan bir tâbirdir) Rüzgâr gibi çabuk ve hafif giden. (Farsça)
  • Hoş ve lâtif yürüyüşlü. (Farsça)

sadat

  • (Tekili: Seyyid) Seyyidler. Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın soyundan gelenler ve onun izinden gidenler. Hususen Hazret-i Hasan neslinden gelenlere seyyid; Hazret-i Hüseyin neslinden gelenlere de Şerif denmektedir.

sahabe / sahâbe

  • Hz. Peygamberi (a.s.m.) dünya gözüyle gören ve onun yolundan giden Müslümanlar.

sahabe-i güzin / sahabe-i güzîn

  • Peygamberimizi (a.s.m.) dünya gözüyle görüp onun yolundan giden Müslümanlar, seçkin sahabeler.

sahabe-i kiram / sahâbe-i kirâm

  • Cömertlik ve şeref sahibi Sahabeler; Peygamberimizi (a.s.m.) dünya gözüyle görüp onun yolundan gidenler.

sahabi / sahabî

  • Hz. Peygamberi (a.s.m.) dünya gözüyle gören ve onun yolundan giden Müslüman.

sai

  • Çalışan.
  • Devletçe posta idaresinin kurulmasından evvel mektup ve emanet götürüp getiren kimseler.
  • Bir yere vâli olan.
  • Cemaat başı.
  • Yan yan giden.
  • Hızlı yürüyen.
  • Koğuculuk yapan.

salik / sâlik

  • (Sülûk. dan) Bir yolda giden. Belli bir yol tutup giden.
  • Bir tarikat yolunda olan.
  • Giden, yürüyen.

sanayi-i nefise

  • Güzel san'atlar. insanın çok hoşuna giden ve çok üstün san'atkârlıkla yapılmış eserler.

sarf

  • (Çoğulu: Süruf) Harcama, masraf, gider.
  • Fazl.
  • Hile.
  • Men etme. Bir kimseyi yolundan ve işinden ayırıp başka tarafa yöneltme.
  • Farz.
  • Gr: Bir lisanı meydana getiren kelimelerin değişmesinden, birbirinden türemesinden bahseden ilim şubesi. Kelime bilgisi. K
  • Harcama, gider.

sarfi / sarfî

  • (Sarfiye) Masrafa, sarfa ait, gidere dair.
  • Gr: Sarf kaidesine dair, gramere ait, dilbilgisiyle ilgili.

sarfiyat / sarfiyât / صَرْفِيَاتْ

  • Harcamalar, kullanımlar, giderler.
  • Masraflar, giderler.
  • Giderler.

sarfiyyat

  • Masraflar, giderler.

şatır

  • (Şetaret. den) Neş'eli. Şen.
  • Çevik. Hizmete koşup, her işe hazır bulunan.
  • Vaktiyle vezirlerin yanında giden asker.

şavt

  • (Çoğulu: Eşvât) Atın yelmesi ve sıçraması.
  • Bir tur.
  • İşin bir kısmı.
  • Sesin gidebileceği mesafe.

şazeli / şazelî

  • (Ebu Hasan Şazelî) Nureddin Ebu Hasan-ı Şazelî de denildiği gibi Ali bin Abdullah diye de anılmaktadır. Tunus'lu olup Şazeliye Tarikatı kurucusu olarak bilinir. Tasavvufî, ilmî bir çok eseri vardır. Tarikatının tekke ve zaviyesi yoktur. Hicri 654 yılında Mekke-i Mükerreme'ye giderken sahrada dâr-ı b

şazib

  • Vatanından başka bir tarafa giden kimse.

şebgir

  • (Şeb-gir) Geceleyin uyumayan. (Farsça)
  • Sabah vakti. (Farsça)
  • Gece giden kervan. (Farsça)

şebrev

  • (Şeb-rev) Gece giden. Karanlıkta yürüyen. Gece yolculuğu eden. (Farsça)

sebükrev

  • Çabuk giden. (Farsça)

sebükruh

  • Hafif ruhlu. (Farsça)
  • Zarif ve şen olan. Hoşa giden, hoş sohbet. (Farsça)
  • Mc: Lâübâli. (Farsça)

seby

  • Harpte esir alınma.
  • Uzaklaştırma.
  • Bir yerden başka bir yere sürüp giderme.

seccal

  • Akıp giden.

seferi / seferî

  • Seferde olma hali. Harbe ait, muharebe ile alâkalı.
  • Namazı kısaltmak veya oruç tutmak gibi sefere ait bir hâlde bulunmak. Fık: Ortalama 90 km. lik bir mesafeyi veya daha fazlasını giden seferi (müsafir) sayılır. Zıddı mukimdir.
  • Seferde olan, misâfir, yolcu. Bulunduğu şehirden veya köyden gideceği yolun iki veya bir kenârındaki evlerin dışına çıkarken, senenin kısa günlerinde, insan veya deve yürüyüşü ile, son evden îtibâren üç günde gidilecek yere (Hanefî mezhebinde 104 kil ometre) gitmeye niyyet eden kimse.

selb

  • Zorla alma, kapma, soyma.
  • Nefy ve inkâr etme.
  • Kaldırma, giderme, izale.
  • Man: İki şey arasında nisbet-i vücudiyenin kalkması.

selben

  • İnkâr yoluyla,
  • Gidererek, kaldırarak, yok ederek.

selefiye

  • İtikadca Ehl-i Sünnet Mezhebi üzerinde olan Sahabe ve Tâbiîn'in gittikleri yol. Ve bu yolda giden fakihler, muhaddisler ve bu mezhebden olanlar.
  • Cenab-ı Hakk'ın varlığında ve diğer hususlarda Kur'an-ı Kerim aşikâr ne söylemiş ise aynen kabul edenler. Bunlara "Eseriyye" de denir.

selib

  • Soyulmuş, giderilmiş, alınmış.
  • Tıraş olunmuş.
  • Aklı başından alınmış.

şerafet

  • Şeriflik, şereflilik. Hz. Peygamber'in (A.S.M.) torunu Hz. Hüseyin'in (R.A.) sülâlesinden ve onun izinden giden temiz müslümanlık hâleti.

seri-ül hareke

  • Hızlı giden.

seri-üs seyr

  • Çok sür'atle akan veya giden.

seri-üz zeval

  • Devamsız, çabuk giden.
  • Çabuk ölen.
  • Dünyanın hali.

seriü'z-zeval ve't-tahavvül

  • Hızla kaybolup giden ve değişen.

seriüzzeval / serîüzzeval

  • Hızla, süratle yok olup giden.

serşar

  • Ağzına kadar dolu. Dökülecek derecede dolu. (Farsça)
  • İleri giden, sınırı aşan. (Farsça)

server

  • Önde giden, baş çeken, önder, başbuğ.

şeyda

  • Tutkun. Divane. (Farsça)
  • Çok sevgiden hâsıl olan hal. (Farsça)

şeydai / şeydâi

  • Çok fazla sevgiden hâsıl olan divanelik, şaşkınlık. (Farsça)

seyr-i enfüsi / seyr-i enfüsî

  • Hafî tariklerin çoğunda takib edilen ve nefsinin iç âlemindeki delillerle, vasıtalarla tekâmüle gidenlerin usûlü.

seyyalat / seyyalât

  • (Tekili: Seyyale) Akıcı olanlar, yerinde durmayıp gidenler, akanlar. Seyyal maddeler.

seyyale / seyyâle

  • Akan, akıp giden.
  • Akıcı, akıp giden.

seyyid

  • Efendi.
  • Hazret-i Muhammed'in (A.S.M.) soyundan olan, onun izinden giden.
  • Temiz ve fazilet sâhibi Müslüman zât.
  • Resül-i Ekrem (A.S.M.) herkesin imamı, büyüğü, önderi olduğundan kendisine bu isim de verilmiştir.

seyyide

  • Peygamber (A.S.M.) sülâlesinden gelen ve O'nun izinden giden temiz kadın, hanım.

şiir

  • Güzel tertibli manzume. Tahayyül ve tasavvurları ve bâzı hakikatları hoşa gidecek şekilde ifâde eden ölçülü söz.
  • Man: Muhayyelâttan terekküb eden kıyas.

sıla-i rahm / صلهء رحم

  • Yakınlarını ziyaret edip özlem gidermek.

siper

  • Arkasına saklanılacak şey. Koruyan. (Farsça)
  • Mânia. Sığınak veya set arkası, duvar altı gibi kuytu yerler. (Farsça)
  • Okun, giderken kabzayı zedelememesi için sol elin üzerine konulan âlet. (Farsça)
  • Muharebede askerin kurşun ve gülleden korunması için toprak kazılarak açılan ve ön tarafına, çıkan (Farsça)

sırat köprüsü

  • Cennet'e gidebilmek için herkesin üzerinden geçmeğe mecbur olduğu ve Cehennem üzerine kurulmuş olan köprü.

sofi meşrep / sofî meşrep

  • Tasavvuf yolunda giden, tarikat ehli.

süfal

  • Yavaş giden deve. Geç yürüyüşlü deve.

suht

  • Haram mal, her nevi haram.
  • Yok eylemek. Gidermek. Bir şeyin kökünü kazımak (mânasına saht'dan alınmıştır. Haramın bereketi olmadığından hânumânlar yıktığı için suht denilmiştir.)

süluk eden / sülûk eden

  • Bir yöne doğru giden.

sünni / sünnî

  • Sünnet ehlinden olan kimse. Peygamberimiz Hazret-i Muhammed'in (A.S.M.) izinden giden, bütün düsturlarını Şeriat-ı İslâmiyeden alan, Ehl-i Sünnet denen ve Fırka-i Nâciye ismiyle yâdedilen zümreden olan.
  • Peygamberimizin izinde giden, sünnete uyan.

sürbe

  • (Çoğulu: Süreb - Sürüb) Güruh, cemaat.
  • Yığın, küme.
  • Sürü.
  • Gidecek yer.

şuunat-ı sermediye / şuûnat-ı sermediye

  • Sonsuza kadar sürüp giden işler, haller ve nitelikler.

şuunat-ı seyyale / şuûnât-ı seyyâle

  • Akıp giden haller, işler, faaliyetler.

ta'mirat / ta'mirât

  • (Tekili: Tamir) Noksanları gidermek. Eksik ve bozukları düzeltmeler ve tamamlamalar. Ta'mirler.

tabaka-i mevcudat-ı nefsiye

  • Nefsin hoşuna giden varlıklar tabakası.

tabi / tâbi

  • Birinin arkasından giden, ona uyan, boyun eğen.

tabi'

  • Birinin arkası sıra giden, ona uyan. Boyun eğen. İtaat eden.
  • Gr: Kendinden evvelki kelimeye göre hareke alan.
  • Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm'ı görmüş olanları, ashabını görüp, onlardan hadis dinlemiş olan.

taglib / taglîb

  • Bir ilgiden dolayı kelimeyi başka bir anlamı da içine alacak şekilde kullanma.

tağlib

  • Bir alâka ve ilgiden dolayı bir kelimeyi, başka bir mânâyı da içine alacak şekilde kullanma, ana-babaya ebeveyn denilmesi gibi.

tagşiş

  • (Gışş. dan) Karıştırmak saflığını gidermek. Değerli bir şeyi değeri olmayan şeylerle karıştırmak.
  • Aklı gidermek.
  • Hayran etmek.

taharet-i suğra

  • Abdestsizlik denilen hali, abdest alarak gidermek.

tahlim

  • (Hilm. den) Kızgınlığını ve öfkesini giderme. Sâkinleştirme, yumuşatma, teskin etme.

tahlit

  • (Halt. dan) Karıştırma. Karıştırılma. Bozma. Saflığını giderme. Fâsid etme.

tahr

  • Uzaklaştırmak. Irak etmek.
  • Atmak.
  • Göz çapağını dışarı atmak.
  • Seri, hızlı.
  • Oku uzak giden yay.

takdiye

  • Hâcet bitirmek, ihtiyaç gidermek.

taklih

  • Dişin sarılığını gidermek.

takrid

  • Devenin gövdesinde olan keneyi yolup gidermek.
  • Hor ve zelil etmek.

talia

  • Casus.
  • Nişancı. Asker önünden giden tabur.
  • Rehber, kılavuz; kafilenin önünde giden.

tarik-i berzahiye / tarîk-i berzahiye

  • Berzaha giden ve ona ait yol.

tasavvuf

  • Ahlâk ve kalb ilmi. Kalbi kötü huylardan temizleyip, iyi huylarla doldurmak. Kalbde îmânın vicdânileşmesi, yâni Ehl-i sünnet îtikâdının kalbde sağlamlaşması ve şüphe getirici te'sirlerle sarsılmaması, nefs-i emmâreden doğan tenbelliklerin ve sıkıntıl arın giderilip, ibâdetlerde kolaylık ve lezzet hâ

tashih

  • Daha iyi ve daha doğru hale getirmek. Düzeltmek.
  • Hastanın ağrı ve acısını ilâçla gidermek.

te'hil

  • Misafire "hoş geldiniz" demek olan ehlen ve sehlen cümlesini söylemek.
  • Ehliyetli kılmak.
  • Ürkekliğini gidermek. Alıştırmak.
  • Lâyık ve müstehak görmek.

te'min / te'mîn

  • Korkusunu giderme, güvenlik duygusu verme.
  • Sağlamlaştırma. Kesin bir hale koyma. Sağlama.

te'nis

  • Ürkekliğini gidermek. Alıştırmak.
  • Bir hayvanı terbiye ederek işe yarar hale getirmek.

te'vilkarane / te'vilkârâne

  • Aşırı yoruma giderek, saptırarak.

tebuk

  • Hicaz'ın kuzey tarafında Medine-i Münevvere'den Şam'a giden yolun ortasında bir yerdir ve Peygamber Efendimizin son gazvesinin yeri olmakla meşhurdur. Tebuk'te Peygamberimiz tarafından yaptırılan bir duvar bir hurmalık ve bir de çeşme var olduğu rivayet edilir.

tecdid-i iman / tecdîd-i îmân

  • Bilerek veya bilmeyerek küfrü gerektiren (îmânı gideren) bir sözü söylemek veya bir işi yapmak yâhut böyle bir şeyi yapmış olma ihtimâli üzerine, Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah sözünü; mânâsını bilerek ve inanarak söyleyip, îmânını yenileme, tâzeleme.

tecelliyat-ı seyyal / tecelliyât-ı seyyâl / تَجَلِّيَاتِ سَيَّالْ

  • Akıp giden tecelliler.

tecelliyat-ı seyyale / tecelliyat-ı seyyâle

  • Akıp giden yansımalar, görünümler.

tecemmül

  • Çirkinliği gidermek, vakar sâhibi olmak, şükr etmek ve nîmeti göstermek için zînetlenmek, süslenmek.

tecri / tecrî

  • "Döner, akıp gider".

tedricen / tedrîcen / تدریجا

  • Gitgide, adım adım, yavaş yavaş. (Arapça)

tefric

  • Gönül açmak. Gam ve tasa gidermek.

tefrika

  • Nifak. Ayrılık. Bozuşma.
  • Bir gazete veya dergide parça parça, bir önceki yazının devamı olarak çıkan uzun yazı.
  • Fırka fırka olmak.

tehzib

  • Islâh etme.
  • Temizleme. Fazlalığını, pisliğini giderme.

tehzib-i ahlak / tehzib-i ahlâk

  • Ahlâkı güzelleştirme, kötü huyları giderme.

teke

  • Keçilerin erkeği. Sürü önünden giden kösemen. (Farsça)
  • Bir cilt defter. (Farsça)
  • Tezek. (Farsça)

telafi / telâfi

  • Tamamlama, eksiği giderme.
  • Eksiği giderme.

telafi etme / telâfi etme

  • Bir kaybı tamamlama, eksiği giderme.

teleccün

  • Bir nesneyi ovalayıp kirini gidermek.

temlis

  • (Melis. den) Pürüzlerini giderme. Düzleme.

tenharev

  • Yalnız giden. (Farsça)

tenhıye

  • Irak etmek, uzaklaştırmak.
  • Gidermek.
  • Silkmek.
  • Çıkarmak.

teshin

  • Isıtmak, soğukluğunu gidermek.

teşyi'

  • Uğurlamak. Gideni selâmetlemek. Yolcu etmek.
  • Cesaretlendirmek.
  • Bir yerden ayrılıp gideni uğurlama, hürmet için biraz onunla birlikte gitme.

tevali eden / tevâli eden

  • Uzayıp giden, devam eden.

tevdi'

  • Emanet vermek, bırakmak.
  • Misafirin veda etmesi. Giderken kalanlara: Allah'a ısmarladık gibi veda etmesi, bolluk hoşluk duasıyla bırakıp gitmesi.
  • Mutlaka terkedip bırakmak.

teyemmüm

  • Kasd.
  • Fık: Su bulunmadığı veya su bulunup da kullanılması mümkün olmadığı takdirde temiz olan toprak cinsinden bir şey ile, abdestsizliği veya gusülsüzlüğü -hadesi- gidermek maksadiyle yapılan bir ameliyedir.
  • Su bulunmadığı veya bulunup da özür sebebiyle kullanmak mümkün olmadığı takdirde; temiz toprak veya taş, kum, kerpiç gibi toprak cinsinden bir şey ile hadesi yâni mânevî kirliliği, abdestsizliği gidermek için, elleri toprağa sürüp yüzü ve kolları mesh etmek.
  • Kast.
  • Su bulunmadığı veya bulunup ta kullanılması mümkün olmadığı takdirde temiz toprak cinsinden bir şeyle abdestsizliği veya gusülsüzlüğü giderme işi.

tıla'

  • Sürülecek şey. Sürülecek merhem, yağ veya ilâç.
  • Madeni parlatmakta kullanılan sıvı yaldız.
  • Cilâ verecek boya.
  • Diş sarılığı.
  • Üzüm suyundan kaynatmak sebebiyle üçte birinden azı giden şarap.

tiz-reftar / tiz-reftâr

  • (Tiz-rev) Çabuk yürüyüşlü, acele ile giden. (Farsça)

tufeyli / tufeylî

  • (Davetsiz ziyafete giden Tufeyl adında birisinin ismindendir) Sahte.
  • Dalkavuk. Çanak yalayıcı.
  • Başkasının sırtından geçinen. Asalak. Parazit. Fazladan.

tuhaf

  • (Tekili: Tuhfe) Hediyeler.
  • Münâsebetsiz hâl.
  • Eğlenceli, gülünç.
  • Garip iş veya şey.
  • Hoşa giden ve az bulunur şeyler.

tündreftar

  • Çabuk giden, sert ve süratli giden. (Farsça)

ümmet

  • Cemaat, kavim, taife.
  • Bir hâkim milletin ashabından olan hey'et-i içtimaiye.
  • Bir peygambere inanıp onun yolundan giden insanların hepsi. Bir peygamberin Hakka davet ettiği cemaat.
  • Bir dille konuşan millet.
  • Arkasına düşülecek bir cemaat veya tarikat.
  • Hz. Peygambere inanıp onun yolundan giden mü'minler.

ümmet-i merhume-i muhammediye

  • Hz. Muhammed'e inanıp onun yolundan giden, Allah'ın rahmetine ermiş olan Müslümanlar.

ümmet-i muhammediye

  • Hz. Muhammed'e inanıp onun yolundan giden Müslümanlar.

üstad

  • (Üstaz) İlim veya san'atta üstün olan kimse. Usta, san'atkâr. Muallim, profesör. Bilgide veya san'atta veya amelde meharetli zât.

üstad-ı muhterem

  • Saygıdeğer Üstad.

valakadr / vâlâkadr / والاقدر

  • Saygıdeğer. (Farsça - Arapça)

valib

  • Ulaşıcı, ulaşan, varan.
  • Önüne doğru giden.

varidat ve masarif / vâridat ve masârif

  • Gelirler ve giderler.

vefd

  • Çokluk. Cemaat.
  • Bir iş için giden heyet. Elçilik.
  • Dağ başı.
  • Gelme, ulaşma, erişme, varma, vürud.

vefl

  • Derinin dibagatla giden fazlalıkları.

vesile / vesîle

  • Kişiyi Allahü teâlâya yaklaştıran, Allahü teâlânın nezdinde (katında) yakınlığa ve hâcetlerin yâni ihtiyâçların giderilmesine sebeb olan her şey.

vücud-u muhterem

  • Saygıdeğer ve hürmete lâyık varlık; değerli şahsiyet.

ya'bub

  • Hızla akan nehir.
  • Suyu çok olan ark.
  • Bulut.
  • Hızla giden at.

yasir

  • Sol tarafa giden.

yetmiş iki fırka

  • Ehl-i sünnet yolundan (Peygamber efendimizin ve Eshâb-ı kirâmın bildirdiği doğru yoldan) ayrılan ve Cehennem'e gidecekleri hadîs-i şerîfte bildirilen bozuk fırkalar. Bunlara bid'at ehli veya dalâlet fırkaları da denir.

zahib / zâhib / ذاهب

  • (Zehâb. dan) Giden, gidici.
  • Bir zanna kapılan. Bir fikre uyan.
  • Giden, gidici.
  • Gidici, giden.
  • Bir fikre veya zanna uyan, kapılan.
  • Giden. (Arapça)
  • Sanıya kapılan. (Arapça)
  • Zâhib olmak: (Arapça)
  • Gitmek. (Arapça)
  • Sanıya kapılmak. (Arapça)

zailat / zâilât

  • Yok olanlar, kaybolup gidenler.

zailat-ı faniye / zâilât-ı fâniye

  • Gelip geçici olanlar, bir hâlde durmayıp gidenler.

zaile / zâile

  • Geçip giden.

zair

  • Ziyaret eden, ziyaretçi. Hatır sormaya, görmeye giden.
  • Seyirci.

zalik

  • Giden, gidici.

zat

  • Kendi, asıl, öz, cevher, saygıdeğer kişi.

zat-ı muhterem / zât-ı muhterem

  • Hürmete lâyık, saygıdeğer kişi.

zevat-ı muhterem / zevât-ı muhterem

  • Saygıdeğer zâtlar, kişiler.

zevk

  • Lezzet alma, hoşa gitme, tatma.
  • Hoş, hoşa giden. Mânevi haz.
  • Boş vakit geçirmek. Eğlenmek.
  • Alay etmek. Güzeli çirkinden ayırma kabiliyeti.

zeyd

  • Men'etmek, reddedip gidermek.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın