Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
Giş
ifadesini içeren
980
kelime bulundu...
a'ma
Kör. Gözü görmeyen.
Manevi körlük, cahillik, bilgisizlik.
Yağmur bulutları.
a'yan-ı sabite / a'yân-ı sabite
Allah'ın ilminde varlıkların değişmez suretleri, öz mahiyetleri.
abdal
Dünya ile ilgisini kesen mânevî makam sahibi kişi.
abher / عبهر
Nergis çiçeği,
Dolu kap.
Nergis.
(Arapça)
Zerrinkadeh çiçeği.
(Arapça)
Yasemin.
(Arapça)
abis
Alaycı, saygısız.
abra
Bir değiş-tokuşta üste verilen şey.
Teraziyi ayarlamak için hafif gelen kefesine konulan ağırlık.
acin
Rengi ve tadı değişmiş pis su.
adalet-i nisbiye
Zamanın şartlarına göre değişebilen, toplumun selâmeti için ferdin feda edilmesini öngören göreceli adalet.
adem-i hürmet
Hürmetsizlik etme, saygısız olma.
adem-i ilim
Bilmeme, ilim ve bilgisinin olmaması.
adem-i ma'lumat / adem-i ma'lûmât / عَدَمِ مَعْلُومَاتْ
(Bir konu hakkında) Bilgisizlik.
adem-i tagayyür
Asla değişmeme.
adem-i teveccüh / عدم توجه
İlgisizlik.
adetullah / âdetullah
(Sünnetullah da denir.) Tabiatta canlı cansız bütün varlıkların nasıl hareket edeceklerini belirliyen Allah'ın emirleri, O'nun koyduğu değişmez düzen. Meselâ oksijenle hidrojenin birleşmesinden su meydana gelir. Işık, geldiği açıya eşit bir açı ile yansır ki, bunlar birer âdetullahdır. "Âdetullah" y
adrenalin
Tıb: Böbrek üstü salgısından çıkarılan bir hormon. Sentetik olarak da yapılır. Damar daraltmak ve kanamayı önlemekte kullanılır.
(Fransızca)
afi / afî
Silen, silinmiş. Affeden, bağışlayan.
Affedilmiş, bağışlanmış.
Yalvaran.
Uzun saçlı.
Tencere altında artaya kalan.
afv / عفو
Bağışlama.
Bağışlamak. Kusur ve günâhı affetmek.
Bağışlama. Allahü teâlânın, ihsânı ile, âsî ve günâhkâr kullarının kusur ve günâhlarını bağışlaması.
Bir kimsenin, düşmanından veya suçludan intikâm almaya, karşılığını yapmaya gücü yettiği halde bir şey yapmaması, intikâm almaması.
Affetme, bağışlama.
Affetme, suçu bağışlama.
Bağışlama, af.
(Arapça)
afv ü gufran / afv ü gufrân
Bağışlama ve yarlığama.
afv-i anil ceraha
Huk: Kendisine cinayet yapılmış olan kimsenin, yaralanmadan dolayı malik olduğu kısas, diyet veya hükümet-i adl; yani, ehl-i vukufca tayin edilen diyet hakkını caniye bağışlamasıdır.
agfer
Mağfiret eden, bağışlayan, afveden.
agmar
(Tekili: Gamr) Yüce kimseler.
Seller.
(Gumr) Bilgisizler, cahiller.
agşiye
(Tekili: Gışa) Perdeler, örtüler.
Zarflar, mahfazalar.
ahilik
Asırlar önce Anadolu'da gelişen bir halk ocağı. Sosyal bir kuruluş olan ahilik iş alanında adam yetiştirmek, çalışma sevgisini aşılamak, istihsali çoğaltmak gibi gayeleri vardı. Günlük hayatta ise teavün, yoksulları koruma gibi insani duyguları; ayrıca müzik, silah kullanma, binicilik kabiliyetlerin
ahlakiyat / ahlâkiyat / اخلاقيات
Ahlak bilgisi.
(Arapça)
ahval / ahvâl
Hâller. Tasavvuf yolunda bulunan kimselerin, kalblerinde meydana gelen değişmeler. Hâl'in çokluk şeklidir.
ahved
Çok değişen.
akd
Anlaşma, sözleşme. Nikâh, hibe (bağış), vasiyet, alış-veriş gibi işlerde taraflardan birinin teklifi, diğerinin kabûlü ile gerçekleşen sözleşme.
akem
Vergisi olmayan emlâk. Türbe, cami, köprü, çeşme gibi.
aks-i kaziye
(Mantıkta) Doğru farzedilen bir hükmün, konusu ile yükleminin (mahmulünün) ters çevrilmesi ile zaruri bir sonucun elde edilmesidir. Çeşitli şekilleri vardır. Meselâ : "Her insan canlıdır." sözünde konu olan insan ile, yüklem olan canlı sözü yer değiştirilerek (aksedilerek) şu hüküm elde edilir: "Baz
aksam-ı ihsanat / aksâm-ı ihsânât
Bağışların kısımları.
alakasız / alâkasız
İlgisiz.
alem-i tagayyür / âlem-i tagayyür
Değişken âlem.
alem-i tekvin / âlem-i tekvin
Devamlı değişen. Vücud ve hudus âlemi.
alevi / alevî
Hazreti Ali sevgisini meslek kabul eden.
alotropi
Kimya bakımından bir değişiklik olmadığı halde bir cismin ayrı hususiyetler göstermesi hali. Meselâ : Kırmızı ve beyaz fosfor arasında, birleşim farkı yoktur. Buna rağmen renklerinin ayrı oluşu bir alotropi halidir.
amediye / âmediye
Gümrük vergisi.
(Farsça)
amelnüvis
Kasların çalışmasındaki değişiklikleri işaretleyen âlet.
(Farsça)
amim-ül ihsan / amîm-ül ihsan
Bağışı, bahşişi, ihsanı bol ve umumi olan.
amirz-kar / âmirz-kâr
Bağışlayan, affeden Allah.
(Farsça)
Affeden, bağışlayan.
(Farsça)
amirziş / âmirziş
Allah'ın afvetmesi, bağışlaması.
(Farsça)
Bağışlama, afvetme.
(Farsça)
amiyane / âmiyâne
Bilgisizce, körü körüne.
amme nevaluhu / amme nevâluhu
"Allah'ın bağış ve ikramı bütün varlığı kaplamıştır".
amürz
Afveden, bağışlayıcı.
(Farsça)
amürzende
Bağışlayan, afveden.
(Farsça)
amürzgar / amürzgâr / âmürzgâr / آمرزگار
Affeden, bağışlayan. Günahları bağışlayan Allah.
(Farsça)
Bağışlayıcı, Tanrı.
(Farsça)
amürziş
Bağışlayış, afvediş.
(Farsça)
amurziş / âmurziş / آمرزش
Bağışlama, affetme.
(Farsça)
amürziş / âmürziş / آمرزش
Bağışlama.
(Farsça)
arazi-i haraciyye / arâzi-i harâciyye
Harac vergisine tâbi olan topraklar. Müslüman olmayanlardan sulh ile alınıp harac vergisi karşılığında mülkiyeti eski sâhiplerine bırakılan veya harbde zorla alınıp müslüman olmayan sâhiplerinin elinde bırakılan, yâhut zımmînin (müslüman olmayan vata ndaşın) müslüman hükümdârın izni ile işlediği ölü
arif / ârif
Bilen, tanıyan, ilim ve irfân sâhibi.
Allahü teâlânın rızâsını kazanmış, O'ndan başkasının sevgisini kalbinden çıkarmış, tasavvufta yetişip, kemâle ermiş velî zât. Ârif-i billah da denir.
Mütehassıs olduğu ilmi, zorlanmadan tatbik eden, kullanabilen kimse.
arz
Bir büyüğe bir şeyi hürmetle vermek. Bir işi büyüğüne hürmetle anlatmak. İzâh etmek. Takdim etmek. Bir kimseye bir şeyi izhar etmek.
Kıymetli bir şeyi diğer bir şeyle değiştirmek.
Bir şeyin birden, âniden meydana gelmesi.
Altın ve paradan gayrı mal, metâ. Bir şeyin uz
arz-ı hürmet
Hürmetini bildirme. Saygısını gösterme.
arziyat
Jeoloji. Dünyanın yaradılışı ile tarih boyunca değişen vaziyetlerini tetkik eden ilim.
asar-ı ihsan / âsâr-ı ihsan
Bağış ve iyilik eserleri.
asar-ı lütuf ve merhamet / âsâr-ı lütuf ve merhamet
İyilik, bağış ve merhamet eserleri, neticeleri.
asayiş
Emniyet, güvenlik, korku ve endişeden uzak hâl. Kanun, nizam hakimiyeti. İnsan cemiyetlerinde iktidar, hâkimiyet, bir zümrenin, bir sınıfın elinde olmaktan kurtulamamasından ve bir kısım insanlarca yapılan, istedikleri zaman değiştirilen kanunlara diğer insanların saygısı temin edilemediğinden asayi
(Farsça)
asbest
yun. Oldukça yumuşak ve ateşle hususiyeti değişmeyen lifli bir madde.
asfiya-i muhakkikin / asfiya-i muhakkikîn
Hz. Peygamberin çizgisinde yaşayan ve hakikatleri delilleriyle bilen ilim ve takvâ sahibi büyük zatlar.
aşk-ı dünya
Dünya aşkı, sevgisi.
aşk-ı hakikat
Hakikat sevgisi.
aşk-ı hakiki / aşk-ı hakikî
Hakiki aşk. Allah için sevmek. Allah sevgisi.
aşk-ı islamiyet / aşk-ı islâmiyet
İslâmiyet aşkı, İslâm sevgisi.
aşk-ı mukaddes-i ilahiye / aşk-ı mukaddes-i ilâhîye
Cenâb-ı Hakkın zâtına mahsus mukaddes sevgisi.
asraf
(Tekili: Sarf) Masraflar.
Değişiklikler.
astronomi
yun. Kozmoğrafya. Gök ilmi. Felekiyat.Astronomi ilmi dünyanın birgün hareketinin duracağını; coğrafya, karaların alçalarak dünyanın sularla kaplanacağını, iklimin değişerek canlılar için yaşanmaz hâle geleceğini; fizik, güneşin birgün söneceğini, kâinattaki enerjinin artık kullanılamaz, işe yaramaz
ata / atâ / عطاء
Verme. Bağışlama. Bahşiş. Lütuf. İhsan.
İhsân, lütuf, bağış. Buna atiyye de denir.
Bağış, bahşiş, ihsan.
İhsan, lütuf, bağışlama.
Bağış, ihsan, bahşiş.
(Arapça)
ata-ender / atâ-ender
Lütuf ve bağış içinde.
ata-yı mahz / atâ-yı mahz
Sâf, halis lütuf, bağış, Allah vergisi.
ata-yı rahmet / atâ-yı rahmet
Rahmet ve merhametin ihsanı, vergisi.
atalet kanunu
Fiz: Duran bir cisim, bir kuvvetin etkisi olmadan hareket edemez; ve hareket hâlindeki bir cisim, bir kuvvetin etkisi olmadan hızını ve yönünü değiştiremez.
ataya / atâyâ / عطایا
Bağışlar, ihsanlar, bahşişler.
(Arapça)
ataya-yı ilahi / atâyâ-yı ilâhî
Allah'ın bağış ve ihsanları.
ataya-yı rahmaniye / atâyâ-yı rahmâniye
Sonsuz merhamet sahibi Cenâb-ı Hakkın bağış ve hediyeleri.
atiye
Hediye, bağış, ihsan.
atiyyat / atiyyât / عطيات
Bağışlar, ihsanlar.
(Arapça)
atiyye
İhsan, lütuf, muhtaç olanlara yapılan bağış.
avamperestane / avamperestâne
Bilgisizce, câhilce; avamâ, sıradan kimselere yakışır şekilde.
aynen
Bir şeyin aslı veya kendisi olarak. Tıpkısına, hiç bir şeyi değiştirmeden, aynı olarak.
azzet
Geyik buzağısı.
babil kulesi / bâbil kulesi
Tevrat'ın rivayetine göre Hz. Nuh'un (A.S.) oğulları tarafından gökyüzüne ulaşmak için yaptırılmış büyük bir kuledir. Rabbimiz bu kulede çalışmakta olanların dillerini değiştirmiş ve birbirlerini anlamaz hale getirmiştir. Bundan dolayı tamamlanamamış ve 72 dil burada meydana gelmiştir. (Buna "tebelb
bac / bâc / باج
Vergi.
(Farsça)
Kudretli hükümdarın zayıf olan hükümdardan aldığı vergi.
(Farsça)
Eskiden halktan alınan öşür veya haraç ve gümrük vergisi.
(Farsça)
Renk.
(Farsça)
Çeşit.
(Farsça)
Haraç.
(Farsça)
Vergi.
(Farsça)
Gümrük vergisi.
(Farsça)
bac-ban / bâc-bân
Geçiş vergisi tahsildarı. Bac toplayan memur.
(Farsça)
bahş / بخش / بَحْشْ
Bağış, ihsan.
Bağış. Verme. İhsan.
(Farsça)
Bağış, verme.
Bağışlayan.
(Farsça)
Bahş edilmek:
(Farsça)
Bağışlanmak.
(Farsça)
Verilmek.
(Farsça)
Bahş etmek:
(Farsça)
Bağışlamak.
(Farsça)
Vermek.
(Farsça)
İyilik, bağışlama.
bahş eden
Veren, bağışlayan.
bahşayende
Bağışlayıcı, afvedici.
(Farsça)
bahşayiş / bahşâyiş / بخشایش
Bağışlayış. İhsan. İhsan etmek. Afv. Atiyye.
(Farsça)
Bağışlama.
(Farsça)
Bağış, ihsan.
(Farsça)
bahşende
Bağışlayan, ihsan eden. Afveden.
(Farsça)
bahşiş / بخشش
Bağış.
(Farsça)
Bahşiş.
(Farsça)
bahşude / bahşûde
Bağışlanmış, verilmiş.
(Farsça)
Afvedilmiş.
(Farsça)
bahzec
Yaban sığırının buzağısı.
banbu
(Malezya dilinden) Sıcak ve yağışlı bölgelerde yaşıyan bir bitki cinsi. Buğday ailesinden olup ikiyüzden fazla çeşiti vardır.
basik
Gövde damarı. (Dirsek içinde bulunan üç damarın aşağısında olandır.)
batman
Eski ağırlık ölçülerinden olup, iki okkadan sekiz okkaya kadar yeryer değişir. Ekseriya altı okkadır. Bu, hâlen kullanılan sekiz kilo kadardır.
İki ile sekiz kilo arasında değişen ağırlık ölçüsü.
bayiiyye / bâyiiyye
Eskiden pazar kurulan yerlere gönderilen mevad ve eşyadan gümrük ihtisab vergisinin haricinde alınan ikinci vergi.
becayiş / becâyiş / بجایش
Değişme. Trampa. Birini verip ötekini alma.
(Farsça)
Karşılıklı yer değiştirme, değiş-tokuş.
Birini verip ötekini alma, değişme.
Yer değişimi.
(Farsça)
becayiş-i mekani / becayiş-i mekânî / becâyiş-i mekânî
Yer değiştirme. Mekân değişikliği.
(Farsça)
Karşılıklı yer değiştirme.
becrec
Sığır buzağısı.
bedal
Değişme, değiştirme, mübadele. Trampa.
bedmihr / بدمهر
Sevgisiz.
(Farsça)
bergaş
(Çoğulu: Berâgiş) Sivrisinek.
Tahta biti.
bey'
Satmak.
Fık: Bir malı diğer bir mal ile değiştirmek.
Satmak, satış yapmak, alış-veriş. İki kişinin mallarını gönül rızâsı ile değişmeleri.
bi-haber / bî-haber
Habersiz, bilgisiz.
(Farsça)
bi-mihr / bî-mihr
Sevgisiz, şefkatsiz.
(Farsça)
bibliyograf
yun. Kitaplar üzerinde geniş bilgisi olan kişi.
bicu gufran
Bağışlanma iste.
bid'at
Sonradan ortaya çıkan şey.
İslâm'da Peygamberimizden sonra ortaya çıkan değişik âdetler.
bidal
Bir şeyi başka diğer bir şeyle değiştirme, tırampa etme.
bigane / bîgâne
Alâkasız, ilgisiz.
İlgisiz.
bil-münavebe
Değişerek, nöbetleşe.
bilinç
Psk: İnsanın kendi varlığından ve kendine tesir eden çevresinde meydana gelen hadise ve değişikliklerin, bilgisine sahip olması hali. Şuurun dereceleri vardır. Meselâ: Düşünüyorum ve düşündüğümü biliyorum, yine düşündüğümü bildiğimi de biliyorum ve hakeza. Şuurlu olma ruhun bir vasfıdır. Maddede şuu
(Türkçe)
bilinçaltı
Psk: Şuur altı. Geçmişte yaşadığımız ve etkisi altında kaldığımız hâdiselerden şimdi hatırlayamadıklarımız, şu anda da varlığımızda meydana gelen hadiselerden bilgisine sahip olmadıklarımızın hepsi. İnsan şuurlu hareket ettiği gibi şuuraltı etkilerle de hareket eder. İnsan şuuraltının etkisiyle hare
(Türkçe)
bimihr / bîmihr / بى مهر
Sevgisiz, şefkatsiz.
(Farsça)
birr
İyilik, güzellik, hayır, anaya babaya itaat.
Dininde ibadetinde kuvvetli olan.
Bağışta bulunma.
biyonik
Canlıların, yaşadıkları muhit içinde değişen şartlara uygun nasıl hareket ettiklerini inceleyerek canlıları model almak suretiyle benzer hareketleri yapabilecek makinelerin yapılması işiyle uğraşan ilim ve fen.
Bolşevik
Kongrede Lenin yanlıları çoğunlukta olduğu için Rusça "çoğunluk" anlamına gelen Bolşevik olarak, azınlıktaki Martov yanlıları da Menşevik olarak adlandırılacaktır.
Kongreden sonra iki taraf arasında birleşme girişimleri olsa da birleşme gerçekleşmeyecek ve 1912 yılında kesin ayrım yaşanacaktır. Bolşevikler Ekim Devrimi ile iktidarı alacaklar ve Sovyetler Birliği’ni kuracaklardır. Lenin ve Martov yandaşları kongredeki durumlarına göre Rusça “bolshinstvo” (çoğunluk) ve “menshinstvo” (azınlık) olarak adlandırılırlar. Kongredeki delegeler sürekli olarak saf değiştirdikleri için birleşim başarısız olacak ve parti fiilen ikiye bölünecektir.
Kongrede Lenin yanlıları çoğunlukta olduğu için Rusça "çoğunluk" anlamına gelen Bolşevik olarak, azınlıktaki Martov yanlıları da Menşevik olarak adlandırılacaktır.
Kongreden sonra iki taraf arasında birleşme girişimleri olsa da birleşme gerçekleşmeyecek ve 1912 yılında kesin ayrım yaşanacaktır. Bolşevikler Ekim Devrimi ile iktidarı alacaklar ve Sovyetler Birliği’ni kuracaklardır. Lenin ve Martov yandaşları kongredeki durumlarına göre Rusça “bolshinstvo” (çoğunluk) ve “menshinstvo” (azınlık) olarak adlandırılırlar. Kongredeki delegeler sürekli olarak saf değiştirdikleri için birleşim başarısız olacak ve parti fiilen ikiye bölünecektir.
borç
Geri verilmek niyetiyle ihtiyaç sahiplerine verilen para. Müslümanlıkta faizle borç vermek haramdır, günahtır. Borcunu ödiyemiyecek durumda onların borçlarını bağışlamak veya sonraya bırakmak sevaptır. Borcunu ödeyebilecek durumda olanlar da borçlarını zamanında ödemelidirler. Ödeyemiyecek olanlar d
bozkır
Yağışlı mevsimler de yeşeren ot cinsinden bitkilerin ve bazı bodur ağaçların yetişebildiği yarı kurak yer.
bügas
(Çoğulu: Bügasât-Ebgıse) Ufak, küçük kuşlar.
bukalemun
Bulunduğu yerin rengine giren, fare büyüklüğünde, böcek yiyen bir hayvan.
(Farsça)
Mc: Sık sık fikir ve kanaat veya meslek değiştiren.
(Farsça)
bürgus
(Çoğulu: Beragis) Pire.
büyük doğucular
Büyük Doğu dergisini çıkaranlar.
cahil / câhil / جاهل
Tecrübesiz. Bilgisiz. Genç. Toy.
Allah'ı unutmuş olan. Gafil. (Dünya ve kâinatta Allah'ın bunca eserleri sergilenip dururken bunların sanatkârını ve yaratıcısını tanımamak cahilliğin en akılsızcasıdır.)
Bilgisiz.
Allahü teâlâyı unutmuş olan; gâfil, bilgisiz. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
İlmiyle amel etmeyen.
Bilgisiz.
Bilgisiz.
(Arapça)
cahilane / câhilâne
Cahilce, bilgisizce.
Bilgisizce.
can-bahş
Hayat bağışlayan, can veren. Sevgili. Cenâb-ı Hak. Allah.
(Farsça)
canbahş
Can veren, hayat bağışlayan.
cefvet
Nezaketsizlik, kabalık, saygısızlık.
cehalat / cehâlât
Cahillikler, bilgisizlikler.
cehalet / cehâlet / جهالت
Bilmeme, bilgisizlik. Din bilgilerini bilmeme. Câhillik.
Cahillik, bilgisizlik.
Cahillik, bilgisizlik.
(Arapça)
cehaletperver / cehâletperver
Cahillik sever, bilgisizliği koruyan.
Bilgisizliği seven.
cehele
Cahiller, bilgisizler.
cehil
Cahillik, bilgisizlik.
Bilgisizlik.
cehl / جهل
İlimsizlik, bilgisizlik, dînî bilgilerden haberi olmamak.
Cehalet, bilgisizlik.
Bilgisizlik.
Cahillik, bilgisizlik.
(Arapça)
cehlistan / cehlistân
Bilgisizlik yeri.
cenab-ı vahibü'l-ataya / cenâb-ı vâhibü'l-atâyâ
Sayısız iyilik ve ihsanlar bağışlayan, hibe eden Allah.
cenb
Yan taraf. Koltuk altının aşağısı.
Def'etmek, kovmak.
Müştak olmak.
Bir yere gitmek için bir yere inmek.
Birisinin sevdiğinden dolayı kararsız ve muztarib bulunmak.
Büyük ve çok olan.
Engin taraf.
Şetmetmek, söğmek.
cezbe
Allah sevgisiyle kendinden geçme hâli.
Tas: Meczubiyet, istiğrak. Allah'ı hatırlayıp Allah sevgisi ile kendinden geçer bir hale gelme.
Allah sevgisiyle kendinden geçme hâli.
cezbedarane / cezbedarâne
Allah sevgisiyle kendinden geçercesine.
cezbeli
Allah sevgisiyle kendinden geçer bir hale gelen.
ciyet
Bozulmuş, değişmiş olan su. Bir yere toplanıp birikmiş olan su.
cizye / جزیه
İslâm devletinde zımmî denilen gayr-i müslim vatandaştan, can ve mal güvenliklerinin korunmasına karşılık seneden seneye alınan vergi. Buna harâc-ur-ruûs (baş vergisi) de denir.
Gayrimüslim vergisi.
(Arapça)
cü'zer
(Çoğulu: Câzer) Geyik buzağısı.
Yaban sığırının buzağısı.
cühela / cühelâ
(Tekili: Câhil) Cehele, cühhâl. Cahiller. Bilgisizler.
Bilgisizler.
cühhal
(Tekili: Câhil) Bilgisizler, câhiller.
cul
(Çoğulu: Ecvâl) Akıl.
Rey.
Kuyu duvarı. Aşağısından yukarısına kadar kuyunun taraflarından her bir tarafı.
dabv
Pişirmek.
Tağyir etmek, değiştirmek.
dad-ı ezel / dâd-ı ezel
Ezelî bağış, lütuf ve ihsan.
dad-ı hak / dâd-ı hak
Allah vergisi.
Hak vergisi, Cenab-ı Hakk'ın lütf u ihsanı.
dad-ı hakk / dâd-ı hakk
Allah vergisi.
Veriş, satış.
dadıezel / dâdıezel
Allah vergisi.
dadıhak / dâdıhak
Hak vergisi.
dağdağa-i tagayyür
Değişimlerin çalkantı ve gürültüsü.
dagısa
(Çoğulu: Devâgıs) Diz üstünde hareket eden yuvarlakça kemik.
Sâfi su.
daire-i cehl
Bilgisizlik dairesi.
daire-i ufk-u cibali / daire-i ufk-u cibalî
Dağın ufuk dairesi, çizgisi.
daire-i vücub
Hiç değişikliğe uğramayan, varlığı zorunlu ve vasıflarının zıddı düşünülemeyen ilâhlık dairesi.
demagoji
yun. Halkı kendi menfaati için okşama siyâseti. Halkın hoşuna gidecek sözlerle insanların sevgisini kazanarak kendi maksadını elde etmeğe çalışmak. Halk avcılığı. Cerbeze.
diger-gun
Değişmiş, başkalaşmış, bozuk.
(Farsça)
dihiş
Verme, veriş, bağışlama, ihsan, atiyye.
(Farsça)
dinamik
yun. Cisimlerin hareketleriyle bunları meydana getiren sebebler arasındaki alâkayı araştıran mekanik ilminin bir kolu.
Hareket eden, durup dinlenmek bilmeyen, hareketli.
Fls: Sâbitin zıddı olarak bir kuvvet tesiriyle dâim hareket halinde bulunan ve bulunduran, bir değişmesi,
dinde bid'at
Peygamber efendimiz ve O'nun dört halîfesi zamânında olmayıp, dinde sonradan ortaya çıkarılan bozuk inanışlar, sevap kazanmak niyetiyle yapılan ibâdetler. Dinde yapılan her türlü değişiklikler, yenilikler ve reformlar.
dirhem
İslâmiyet'ten önce ve sonra kullanılan değişik ağırlıktaki gümüş paralar.
div-çe
Sülük.
(Farsça)
Kadın tuzluğu adı verilen bir bitki çeşiti.
(Farsça)
Ağaç kurdu, güve.
(Farsça)
Arka kaşağısı.
(Farsça)
diyet-i kamile / diyet-i kâmile
Huk: Öldürülen şahsın nefsine bedel olarak, câniden veya ailesinden alınan tam diyet olup, miktarı öldürülen kişiye göre değişir.
dogmatizm
Bazı fikirleri her zaman doğru ve değişmez kabul eden felsefe.
dua-i mağfiret
Allah'ın bağışlaması için yapılan dua.
ebras
İnsanın rengini degiştiren alaca ve miskin eden çok fena bir maddi hastalık ismi.
ecahil
(Tekili: Echel) En cahil, daha bilgisiz olanlar.
ecel-i müsemma / ecel-i müsemmâ
Belli vakit, bilinen ecel, Allahü teâlânın bir kimse için ezelde takdir ve tâyin buyurduğu (belirlediği) hiç bir şekilde değişmeyen ecel, hayâtın sonu.
ecen
Suyun tadı ve rengi değişik olmak.
echel
Çok câhil. Çok bilgisiz. En câhil.
echeliyet
Aşırı bilgisizlik.
echeliyyet
Çok bilgisizlik. Çok câhil oluş.
edna-yı mevcudat / ednâ-yı mevcudat
Varlıkların en aşağısı.
efanin
(Tekili: Üfnûn) Değişiklikler.
İşler, şartlar, hâller.
Sarmaşık gibi birbirine sarılmış sık ağaç dalları.
ehl-i aşk
Kalpleri Allah sevgisiyle dolu olanlar.
ehl-i cehl
Bilgisizler, câhiller.
ehl-i sehavet ve ihsan / ehl-i sehâvet ve ihsan
Bağış, ikram sahibi ve cömert olanlar.
ehl-i tasavvuf
Tasavvuf ehli; kalbi dünyanın gelip geçici işlerinden ayırıp Allah sevgisi ile bağlayan tarikat ehli kimseler.
ehlullah
Allah'a itaat edip, O'nun sevgisi ile O'na yaklaşmış olan Veli. Allah'ın sevgisine mazhar olan Evliya.
Allah adamları, Allahü teâlânın emirlerine uyup, O'nun sevgisini ve ism-i şerîfini gönlünden hiç çıkarmayan evliyâ zâtlar.
el-aks-ül müstevi / el-aks-ül müstevî
Man: Mevzuu mahmul ve mahmulü de mevzu kılmak. "İnsan hayvandır" kaziyesinde her iki kelimenin yerlerini değiştirerek "Bazı hayvan insandır" dediğimiz şeklindeki kaziyenin adıdır.
el-hak
Hakkın ta kendisi. Tam doğrusu. Tam gerçekten.
Hakkı, hakkı ile izhar ve beyan eden.
Varlığı hiç değişmeyen, ibadete lâyık ve her hakkın sahibi, Allah (C.C.) Âdil-i Mutlak ve Vacib-i lizâtihi.
elhan / elhân
Sesi mûsikî perdelerine uydurmak için, mânâ bozulacak şekilde, harfleri ve kelimeleri değiştirerek, sesi alçaltıp yükselterek, çeneyi oynatarak okumak. Lahn'in çokluk şeklidir.
elta'
Boz dudaklı. Dişlerinin rengi değişmiş olan.
eltafı
Lütufları, bağışları.
embriyoloji
yun. Biy: Canlıların başlangıçtan itibaren gelişmesini inceliyen biyoloji ilminin bir bölümü. İkiye ayrılır: 1- Ontogonez: Yumurtadan yavruların meydana gelişini inceler. 2 - Flogenez: Canlıların ilk yaratılışı ile bugünkü şekli arasında meydana gelen değişmeleri inceler. Dünyada başlangıçtan bugüne
enid
Ham.
Henüz olmamış çığ nesne.
Değişik olmak.
enva-ı ihsan / envâ-ı ihsan
Bağışların türleri.
enva-ı ihsanat / envâ-ı ihsânât
İyiliklerin çeşitleri, bağışların türleri.
erbab-ı kulub / erbâb-ı kulûb
Gönül sâhipleri. Tasavvuf yolunda ilerlerken halleri değişen, her zaman başka türlü olan, bâzan şuurlu, bâzan şuursuz (içerisinde bulundukları mânevî hallere dalıp kendilerini unutan) kimseler. Bunlara İbn-ül-vakt de denir.
erdeb
Bir ağırlık ölçüsüdür. Arab ülkelerinde kullanılır. Miktarı, İstanbul kilesiyle dokuz kileyi karşıladığı gibi, kullanıldığı mahalle göre de değişir.
es'ar
(Tekili: Sı'r) Narhlar. Satılan şeylerin bilinen ve değişmeyen fiatları.
esbab-ı tagayyür
Değişim sebepleri, nedenleri.
esfel-i safilin / esfel-i sâfilîn / اَسْفَلِ سَافِل۪ينْ
Aşağıların en aşağısı.
En aşağı yer. Zaiflik, yaşlılık, boy bos, akıl ve anlayışın gidip çocuk gibi olmak, amel ve iş yapmaktan kesilip, sevâb kazanacak bir şey yapamaz hâle gelmek, erzel-i ömür. Cehennem'in aşağısı.
Cehennemin en alt tabakası, aşağının aşağısı.
Aşağıların en aşağısı.
esfelisafilin / esfelisâfilîn
Aşağıların en aşağısı.
esfelü's-safilin / esfelü's-sâfilîn
Aşağıların en aşağısı.
estağfirullah
Allahü teâlâdan hatâ ve kusurlarımı bağışlamasını dilerim, mânâsına; mübârek, kıymetli bir söz.
eşya-yı seyyale / eşya-yı seyyâle
Akıp giden ve sürekli değişen şeyler.
fakahet
Şeriat bilgisinde âlimlik. Fıkıh bilgisinde mütehassıslık. Anlayışlı olmak.
fani / fânî
Yok olucu, geçici, devamlı olmayan.
Tasavvufta Allahü teâlâdan başkasını unutan, bunların sevgisinden kurtulan kimse.
faz
Ardı ardına gelen değişikliklerin her biri. Safha.
(Fransızca)
fazail / fazâil
İnsanda iyilik etmeye ve fenalıktan çekinmeye karşı devamlı ve değişmez istidatlar, güzel huylar.
fazilet
İnsanda iyilik etmeye ve fenalıktan çekinmeye olan devamlı ve değişmez istidat, güzel vasıf, iyi huy, erdem.
fazl
Lütuf, ihsan, bağış.
fazl u ihsan / fazl u ihsân
Cömertlik ve bağışta bulunmak.
fedfed
(Çoğulu: Fedâfid) Düz yer.
Büyük sahrâ.
Yaban.
Yüksek mekân.
Sığır buzağısı.
felasife
Felsefeciler. Filozoflar, felsefe ile uğraşanlar.
Düşüncesiz, kaygısız, rahat yaşayanlar.
Dinsizler.
fen yobazı
Fen bilgisinde mütehassıs (uzman) olmadığı hâlde, kendisini fen adamı ve müslüman olarak gösterip müslümanların dînini, îmânını bozmağa, İslâmiyet'i içerden yıkmağa çalışan kimse.
fena-i kalb / fenâ-i kalb
Mahlûkların (yaratılmışların) varlığını, sevgisini kalbden çıkarmak. Kalbin Allahü teâlâdan başka hiç bir şeyi bilmemesi ve sevmemesi, unutması.
fenn-i hikmet
Felsefe bilgisi.
fenn-i hikmet-ül eşya
Tabiat bilgisi. Eşyadaki intizam, mükemmellik ve insanlara olan faydaları ve onlardan faydalanmak hakkında bilgi veren ilim kolu.
fenn-i kıraat
Okuma bilgisi. Okumanın çeşitli usûllerini öğreten ilim dalı.
fenn-i sarf
Morfoloji ilmi, kelime bilgisi.
Gramer. Sarf bilgisi.
fenn-i teşrih
tıb: Bir cesedin, canlı vücudunun iç yapısını öğrenme bilgisi. (Anatomi)
ferah-bahş
Sevinç veren, sevindiren. Ferah bağışlayan.
(Farsça)
feraiz / ferâiz
(Tekili: Farîze) Allah'ın farz kıldığı ibadetler, yapılması mecburi olan din emirleri.
Şeriatın hükümleriyle mirasçılar arasında mal taksimi bilgisi. İslâmın miras hukuku.
ferdi / ferdî
(Ferdiye) Tek şey, bir tek.
Fertle ilgisi olan.
feyz
İhsan, bağış, kerem.
feyz-bahş
Feyiz ve bereket veren, feyiz bağışlayan.
(Farsça)
fiil
(Fi'l) Müessirin te'siri. Amel, iş.
Gr: Hâdiseye veya zamana delâlet eden kelime. (Sarf bilgisinde geniş izahı vardır.) Türkçede; gelme, gitme, yazma, okuma, gezme gibi kelimelere de fiil denir. (Fi'l diye de yazılır.)
fıkıh-fıkh
Bir şeyi anlayıp bilme,
Şeriat ilmi, şeriatın usül ve hükümleri, amelî ve şer'î meseleler bilgisi. Hukuk bilgisi.
firaset / firâset
Anlayışlı, çabuk seziş,
Binicilik, at yetiştirme bilgisi.
Yiğitlik, mertlik.
fıtrat-ı ilahiye / fıtrat-ı ilâhiye
San'at-ı Rabbaniye ve kudret-i İlâhiyenin dâima değişen bir defteri olan ve yanlış olarak "Tabiat" namı verilen Cenab-ı Hak'ın fıtrat kanunları ve mahlukatın yaradılışı.
forma
Cüz. Kısım. Parça.
(Fransızca)
Şekil. Biçim. Askeri nişan. Rütbe işareti.
(Fransızca)
Bükülünce 8, 16, 32 sayfa olan kitap dizgisi.
(Fransızca)
fürsiyyat
Fars dili ve edebiyatı bilgisi.
fütüvvet
Cömertlik. Başkasını, kendisine tercih etmek. Başkalarının işlerini düzeltmeye çalışmak ve faydasına koşmak. Fütüvvetin başka değişik târifleri de yapılmıştır. Bunlardan bâzıları şöyledir: Kendi nefsinde başkasının üzerine bir meziyet, üstünlük görme mek. Hatâlarını îtirâf edenleri affetmek, hiç kim
gaferahullah
Allah onu bağışlasın.
gaffar / gaffâr / غفار / غَفَّارْ
(Gufran. dan) Günahları örten, günahları bağışlayıcı. Mağfireti çok.
Kullarının günahlarını afveden Cenâb-ı Hak (C.C.)
Ne kadar çok ve büyük olursa olsun, dilediği kullarının her türlü suç ve günahını defalarca bağışlayan Allah.
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Günah, kusur ve kabahatları çok bağışlayan.
Günahları affeden ve bağışlayan Allah.
Bağışlayıcı Tanrı.
(Arapça)
Çok bağışlayan (Allah).
gafir-üz zenb
Günahları örtüp afveden, suçları bağışlayan Cenab-ı Hak (C.C.)
(Farsça)
gafur / gafûr / غفور
Çok merhamet eden, günahları bağışlayan Allah.
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kulların günâh, ayıb ve hatâlarını pek çok örtüp, bağışlayan.
Çok bağışlayan, çok affeden. (Allah'ın adlarından biri)
Bağışlayıcı.
(Arapça)
gafurü'r-rahim / gafûrü'r-rahîm
Kullarının günahlarını çok bağışlayan ve kullarına özel rahmet, merhamet ve şefkat gösteren Allah.
galat-ı tahakkümi / galat-ı tahakkümî
Bir kelimenin gerek lâfzı ve gerekse mânası itibariyle herkesin kullandığı gibi kullanılmaması.Bu, başlıca üş şeyden olur:1- Nazımda vezne uydurmak için bir kelimenin telâffuzunu değiştirmek, hecesini uzatmak ve kısaltmak yahut harfini gizlemek.2- Çeşitli mânâları olan bir kelimeyi meşhur olmayan bi
gaşve
(Gışâve-Guşve) Perde, hicap, örtü.
Göz kararmak.
gayr-i kabil-i tebdil / gayr-i kâbil-i tebdil / غير قابل تبدیل
Değiştirilmez.
gayr-ı mütehavvil
Değişken olmayan.
gerdide / gerdîde
Tavır ve hâlleri değişmiş.
(Farsça)
gramer
Cümlelerin, kelimelerin, hecelerin ve harflerin hallerinden bahseden ilim. Dil bilgisi.
(Fransızca)
Dilbilgisi.
gufran / gufrân / غفران
Mağfiret, bağış.
Bağışlama.
(Arapça)
gülubend
Boyna sarılan sargı, boğaz sargısı.
(Farsça)
güncayiş
Sığışma, sığma.
(Farsça)
güstah
Arsız, edepsiz, küstah, saygısız.
(Farsça)
habis
Bağışlanan şey. Mukabilinde bir ücret istenmeyen şey. Parasız olarak verilen nesne.
hadis / hâdis
Yeni. Sonradan olan şey. Değişen. Hudus eden.
hadis-i mensuh / hadîs-i mensûh
Peygamber efendimiz tarafından ilk zamanda söylenip, sonra değiştirilen hadîsler.
hadis-i nasih / hadîs-i nâsih
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin, son zamanlarında söyleyip, önceki hükümleri değiştiren hadîs-i şerîfleri.
hakaik-i sabite / hakaik-i sâbite
Sabit, değişmez hakikatler, gerçekler.
Değişmez hakikatler.
hakaiku'l-eşyai sabitetün / hakâiku'l-eşyâi sâbitetün
Varlıkların hakikatleri sabittir, hiç değişmez.
hakikat-i külliye
Herşeyle ilgisi olan, çok büyük ve geniş hakikat.
hakikat-ı sabite / hakikat-ı sâbite
Sabit ve değişmez gerçek.
Sâbit, değişmez hakikat.
(Farsça)
hakikat-i sabite / hakikat-i sâbite / hakîkat-i sâbite / حَقِيقَتِ ثَابِتَه
Sabit ve değişmez gerçek.
Sabit, değişmez hakikat.
halid bin sinan
Benî Abes kabilesinin Bin-Bagis'ten ehl-i tevhid bir zat olup; Hz. Peygamber Efendimiz, bu zat hakkında: "O bir nebi idi, fakat onun kavmi onu zâyi etti" buyurmuşlardır. Kendisi Peygamberimizin zamanına yetişememiştir.
hame'
Uzun müddet su ile yumuşayıp değişmiş cıvık ve kokar çamur. Balçık.
hamein mesnun
Değişken balçık.
hamt
Şiddetli ve zahmetli olmak.
Çürümek.
Mütegayyer olmak, değişmek.
hane-harab
Câhil, bilgisiz.
(Farsça)
Evi yıkılmış, evsiz barksız kalmış.
(Farsça)
Hâli perişan olmuş kimse.
(Farsça)
Mc: Müflis, züğürt, sefil.
(Farsça)
hanez
Mütegayyer olmak, değişmek.
Kokmak.
hannan-ı mennan / hannân-ı mennân
Rahmetlerin en hoş cilvesini kullarına bağışlayan ve sonsuz minnete lâyık olduğunu gösterecek şekilde kullarını nimetlendiren Allah.
harac
Güçlük, sıkıntı, eziyet.
Bir farzı yapma veya haramdan sakınma esnâsında karşılaşılan güçlük.
Müslüman olmayan vatandaşlardan seneden seneye alınan toprak vergisi.
harb-i umumi inkılabı / harb-i umumî inkılâbı
Birinci Dünya Savaşının etkisiyle meydana gelen değişimler.
harekat-ı laubaliyane / harekât-ı lâubaliyâne
Saygısızca davranışlar.
harekat-ı laübaliyane / harekât-ı lâübaliyâne
Saygısızca davranışlar.
harekat-ı mütehavvile-i hadise / harekât-ı mütehavvile-i hâdise
Sonradan var olan değişen hareketler, oluşumlar.
hareket
Kımıldanma. Davranış. Yola çıkmak. Bir cismin sabit bir noktaya göre yerinin veya durumunun değişmesi. Sarsıntı.
harfiyen
Harfi harfine. Hiçbir değişiklik yapmadan.
harim / harîm
Saygısız, çekinmez. Kayıtsız kimse.
harmed
Kokusu ve rengi değişen.
Kara balçık.
haşem
Burun içinde olan bir illettir ve kokuyu değiştirir.
Genzin tıkanıp burnun koku almaması.
Etin kokması.
hasil / hasîl
Sığır buzağısı.
haşl
Herşeyin âdisi, bayağısı.
hat'are
Bir hâl üzerine karar etmeyip devamlı değişmek.
hatabahş
Kabahatleri affeden, kusurları bağışlayan.
(Farsça)
hatt-ı istiva / hatt-ı istivâ
Dünyanın kuzey ve güney kutuplarına aynı uzaklıkta olduğu ve dünyayı iki müsavi parçaya böldüğü farzedilen dâire çizgisi.
(Farsça)
Ekvator.
(Farsça)
Mevlevi semahânesinde, şeyhin oturduğu post ile meydan kapısı ortasında farzolunan çizgi.
(Farsça)
hatv
Rengin değişmesi.
Engel olmak, menetmek.
İplik bükmek.
havelan / havelân
Dönme, dolaşma.
Değişme.
havelan-ül havl
Senenin geçmesi. Senenin değişmesi.
hayat-bahş
Hayat bağışlayan, hayat veren, zindelik veren.
(Farsça)
hazine-i ihsan ve kerem
İyilik ve bağış hazinesi.
heb
(Vehb. den) Bağışla, lutfet (mânasına emir, duâ)
heb-lena / heb-lenâ
Bize lutfet. Bize ihsan et, bağışla.
hedaya
(Tekili: Hediye) Hediyeler. Lütuf ve ihsanlar. Bağışlar.
hediye
Fakir veya zengin bir kimseye ikrâm için hîbe (bağış) olarak verilen veya gönderilen mal.
Parasız verilen, bağışlanan şey. Armağan.
hendese
Geo: şekil bilgisi.
Mat: Çizgi, yüzey ve hacim olarak bu üç şeklin özelliklerini ve ölçülerini inceleyen matematik kolu.
heys
Atâ etmek, vermek, bağışlamak.
Hareket.
heyzale
İnsan sesleri.
Cemaat, topluluk.
Çok asker.
Büyük deve.
Belinden aşağısı şişman olan kadın.
hibat
(Tekili: Hibe) Bağışlar, hibeler.
hibe / هبه
Bağışlamak. Parasız ve karşılıksız vermek. Bağışlanan şey.
Hal ve şân.
Bağış. Bir malı karşılıksız olarak başkasına verme. Hibe edilen mala hediye denir.
Bağışlama bağış.
Bağış.
Bağışlama, hibe.
(Arapça)
hibe-name
Bir kimseye birşey hibe edip bağışlamak üzere yazılan kâğıt.
(Farsça)
hıfzıssıhha
(Hıfz-üs sıhha) Sağlıklı yaşamak için doğrudan doğruya kişi ve içinde bulunan çevrenin sağlıkla alâkalı şartlarını tetkik edip inceleyen, gerekli tedbirleri olan ve bu çeşit çalışmalardan bahseden hekimlik kolu veya sağlık bilgisi.
Sıhhatini korumak. Sağlığını muhafaza etmek.
hikmet-i bedayi'
Güzel sanat bilgisi. Güzel san'at sevme (estetik).
(Farsça)
hikmet-i beşeriye
İnsanların bilgisi.
hikmet-i şeriat ve islamiyet / hikmet-i şeriat ve islâmiyet
Şeriat ve İslâmiyet bilgisi, ilmi.
hikmet-i tabiiye
Fizik bilgisi.
hımre
Bir şeyin bozulup şekil değiştirmesi.
hirba
Bukalemun denen bir hayvan.
Mc: Devamlı fikir değiştiren kimse.
hisbe
Ecir, sevap.
İslâm hukukunda, devlet muhasebesi. Muhasebe dairesi.
Huk: Hisbe, daha sonraki çağlarda zabıta, çarşı zabıtası, ahlâk zabıtası gibi değişik müesseselerin adı oldu.
hışv
Geyik buzağısı.
hubb-ı dünya / hubb-ı dünyâ
Dünyâ sevgisi. Ölümden sonra işe yaramayacak olan şeylere düşkün olmak. Dünyâ; haramlar, mekruhlar ve Allahü teâlâyı unutturan her şeydir.
hubb-i dünya
Dünya sevgisi.
hubb-ı riyaset / hubb-ı riyâset
Makam ve mevki sevgisi.
hubb-ısiva / hubb-ısivâ
Allahü teâlâdan başka şeylerin sevgisi.Olup nâdim elim çektim hevâdan, Pâk ettim kalbimi hubb-ı sivâdan. Yüzüm dergâhına döndüm ilâhî, Kapundan etme red, bu pür günâhı.
hubb-u ahiret / hubb-u âhiret / حُبُّ اَخِرَتْ
Âhiret sevgisi.
Ahiret sevgisi.
hubb-u ali
Hz. Ali sevgisi.
hubb-u cah / hubb-u câh
Şöhret düşkünlüğü, makam sevgisi. Rütbe hırsı.
(Farsça)
Makam ve mansıb sevgisi.
Makam, mevki sevgisi.
hubb-u din
Din sevgisi.
hubb-u dünya / حُبِّ دُنْيَا
Dünya sevgisi.
Dünya sevgisi.
hubb-u insaniyet
İnsanlık sevgisi.
hubb-u lafz / hubb-u lâfz
Lâfız sevgisi; kelimenin söyleyiş şekline meftun olmak.
hubb-u mehasin / hubb-u mehâsin
Güzellik sevgisi.
hubb-u vatan
Vatan sevgisi.
hubb-ul vatan
Vatan sevgisi.
hubbü'l-vatan mine'l-iman / hubbü'l-vatan mine'l-îmân / حب الوطن من الایمان
Vatan sevgisi imandan gelir.
(Arapça)
hubbucah / hubbucâh
Makam sevgisi.
hudadad / hudâdâd / خداداد
Allah vergisi. Mevhibe-i İlâhî.
(Farsça)
Allah verdi.
(Farsça)
Allah vergisi.
(Farsça)
hukukiyyat
Hukuk bilgisi.
hukukullah / hukûkullah
Allahü teâlânın emri ve kulluk borcu olarak yapılan, kimsenin tasarrufta bulunamıyacağı, değiştiremeyeceği şeyler.
hürmetsiz
Saygısız.
hürmetsizlik
Saygısızlık.
hürriyet
Hürlük, serbestlik.
Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uyup, herkesin hakkını gözetmek.
Maddî ve mânevî her türlü şeyin sevgisinden gönlünü kurtararak yalnız Allahü teâlâya kul olmak.
hüve hüvesine
(Türkçe bir tabirdir) Noktası noktasına, hiç değişiklik yapmadan, aynen.
i'lal
Harf-i illetlerin kolaylık için başka harfe değiştirilmesine denir. ( ) nin ( ) olduğu gibi.
i'rab / i'râb
Düzgün konuşmak ve hakikatı açıklamak.
Gr: Kelime ve fiillerin sonunda bulunan harf veya harekelerin değişmesi ve bu değişikliği ve sebeblerini öğreten ilim.
Düzgün konuşma ve hakikatı belirtme.
Arapça kelimelerin sonundaki harf veya harekenin değişmesi.
i'tifa'
Bağış dileme, afvedilmesini isteme.
ianat / iânât / اعانات
Yardımlar, bağışlar.
(Arapça)
iane / iâne / اعانه
Yardım, bağış.
(Arapça)
ibadette bid'at / ibâdette bid'at
Peygamber efendimiz ve Eshâbı zamânında bulunmayıp da dîne sonradan katılan reformlar, değişiklikler.
ibdal
Değiştirmek. Tebdil ve tahvil eylemek. Birinin yerine diğerini getirmek.
ibn-ül-vakt
Kalbi halden hâle değişen velî. Tasavvuf yolunda ilerlerken halleri değişen, her zaman başka türlü olan, bâzan şuurlu, bâzan şuursuz (kendilerinden geçen, kendilerini unutan) kimseler. Bunlara erbâb-ı kulûb da denir.
ibra / ibrâ
Bağışlanma, temize çıkma, aklanma.
ibrahim
İbrahim kelimesi, İbranicede baba anlamına gelen "eb"; ve cumhur demek olan "reham" kelimelerinden meydana gelmiştir. "Ebu-l cumhur" ise; cumhurun babası demektir. Bu ismi meydana getiren kelimelerin ikisinin de hareke veya telaffuzlarını az bir değişiklik yapmakla yine bu mânalar Arapçada vardır. B
ibtika'
Bir şeyin renginin fıtri olarak değişikliğe uğraması.
iç cebehane
Şimdiki askerî müzeye eskiden verilen addır. İç cebehâne tâbiri bilahare "Hazine-i esliha", Üçüncü Sultan Ahmed devrinde "Dâr-ül esliha", daha sonraları da "Harbiye ambarı" olarak değiştirilmiş, en sonunda "askerî müze" şeklini almıştır.
(Türkçe)
ifdal
(Fadl. dan) Lütuf ve bağış. İhsan.
ihab
Verme, bağışlama.
ihbab
Muhabbet etmek. Sevgisini göstermek.
ihbas
Eteğinde bir şey gizleme.
Hapsetme.
Vakfetme. Hayır yollarında mal ve hayvan bağışlama.
ihlal
(Mahal. den) Yer değiştirmek. Vermek. Yerleştirmek.
Helâl kılmak.
ihsan / ihsân / احسان
İyilik, lütuf, bağışlamak.
Sahilik etmek, cömertlik yapmak.
Allah'ı görür gibi ibadet etmek.
Güzel bilmek. Güzel eylemek.
İyilik etme.
Bağış, bağışlama.
Sağlamlaştırma.
Bağış, ikram, lütuf.
Bağış.
(Arapça)
İyilik.
(Arapça)
ihsan eden
Bağışlayan, veren.
ihsan etmek
Bağışlamak.
ihsan-ı ilahi / ihsan-ı ilâhî
Allah'ın ihsanı, ikramı, bağışı.
ihsan-ı ilahiye / ihsan-ı ilâhiye
Allah'ın ihsanı, ikramı, bağışı.
ihsan-ı mahsus
Özel iyilik ve bağış.
ihsan-ı rabbani / ihsan-ı rabbânî
Herşeyi terbiye ve idare eden Allah'ın ihsanı, ikramı, bağışı.
ihsan-ı rahmani / ihsan-ı rahmânî
Bütün yarattıklarına karşı çok merhametli olan Allah'ın ikramı, bağışı.
ihsan-ı şahane / ihsan-ı şâhâne
Padişahın ihsanı, bağışı.
ihsanat / ihsânât
İyilikler, bağışlar, lütuflar.
ihsanat-ı hususiye-i rabbaniye / ihsanat-ı hususiye-i rabbâniye
Allah'ın terbiye ve idaresinin özel yardım ve bağışları.
ihsanat-ı ilahiye / ihsânât-ı ilâhiye
Allah'ın lûtuf ve bağışları.
ihsanat-ı külliye-i ilahiye / ihsânât-ı külliye-i ilâhiye
Allah'ın herşeyi kuşatan bağış ve iyilikleri.
ihsanat-ı mahsusa / ihsânât-ı mahsusa
Özel ihsanlar, yardımlar, bağışlar.
ihsanat-ı rabbaniye / ihsânât-ı rabbâniye
Allah'ın lütuf ve bağışları.
ihsanat-ı rahimane / ihsânât-ı rahîmâne
Şefkat ve merhametle yapılan ihsanlar, ba-ğışlar.
ihsanat-ı şahane / ihsânât-ı şahane
Padişahın bağış ve iyilikleri.
ihsanat-ı uhreviye / ihsânat-ı uhreviye
Ahiretteki ihsanlar, bağışlar.
ihsandide
(Çoğulu: İhsandidegân) İhsan görmüş, bağış almış. Birinin lütfunu görmüş, minnettar.
(Farsça)
ihsanen
İhsan suretiyle. Bağışlayarak, lütuf ve iyilik ederek.
ihsanperver
Bağışta bulunmayı pek seven.
ihsanperverane / ihsanperverâne
Bağışta bulunmayı pek sever şekilde.
ihtimal
(Haml. den) Mümkün olma, belki. Olması mümkün görünmek.
Kabul eylemek.
Yükselip götürmek.
İhsana mukabil şükretmek.
Kızma ve hiddetlenmekten dolayı yüzünün rengi değişmek.
ıhtimar
Mütegayyer olmak, bozulmak, değişmek.
ihtiramsızlık
Saygısızlık, hürmetsizlik.
ihtisab resmi
Eskiden belediye varidatı olarak damga, tartı, ölçü, panayır ve pazar vergisi adı altında alınan vergiler ile, hile yapan esnaftan alınan para cezalarının umumi adı.
ihvan-ı basafa / ihvan-ı bâsafa
Mevlevi tabirlerindendir. Saf, yani kalbinde gıll u gış bulunmayan kardeşler mânâsınadır.
ikram
Ağırlamak. Hürmet etmek. Saygı göstermek.
İltifat olarak bir şeyler vermek.
Bağış.
Hesap dışı verilen şey veya yapılan indirme, tenzilât.
Allah'ın lütfu ve ihsanı. (İkramın izharı, yani Allah'ın lütfu ve ihsanı olan ikramın izharı tahdis-i nimettir. İnsanın ne
Bağış, iyilik.
ikram buyurma
İhsan etme, bağışlama.
ikram buyurulan
Bağışlanan, ihsan edilen.
ikram-ı rabbani / ikram-ı rabbânî
Herbir varlığa muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın bağış ve ihsanı.
ikram-ı sübhani / ikram-ı sübhânî
Her türlü kusur ve eksiklikten uzak olan Allah'ın bağış ve ihsanı.
ikramat / ikrâmât
(Tekili: İkram) İkramlar, hürmetler, bağışlar.
Bağışlar, ikramlar, ihsanlar.
iktisadiyat
İktisad bilgisi. İktisad ve tutumla alâkalı olan işler.
ilm-i ahlak / ilm-i ahlâk
Ahlâk bilgisi.
ilm-i alet / ilm-i âlet
Ulûm-i âliyye denilen sekiz yüksek din bilgisini öğrenebilmek için lâzım olan yardımcı ilimlerdir. Bunlara ulûm-i ibtidâiyye, başlangıç ilimleri de denir. Ulûm-i âliyye şunlardır:Tefsîr, usûl-i kelâm, kelâm, usûl-i hadîs, ilm-i hadîs, usûl-i fıkh, fı kh, ilm-i tasavvuf. Böylece din bilgileri yirmi o
ilm-i beden
(İlm-ül ebdân) Hekimlik bilgisi, tabâbet.
ilm-i esma / ilm-i esmâ
İsimleri bilme, isimlerin bilgisi.
ilm-i hesab
Hesap bilgisi, aritmetik, matematik.
ilm-i hikmet
Düşünce bilgisi, felsefe.
ilm-i ictimai / ilm-i ictimaî
İçtimaî hayat ilmi. Toplu yaşayış ve cemiyet bilgisi. Sosyoloji.
ilm-i kelam / ilm-i kelâm
Kelime-i şehâdeti ve buna bağlı olan îmânın altı temel bilgisini öğreten ilim.
ilm-i nahiv ve beyan
Dilbilgisi ve belâğatın hakikat, mecaz, kinâye, teşbih ve istiâre gibi konularını öğreten ilim dalı.
ilm-i nahv
Arabî cümle bilgisi. Kelimelerin cümle içindeki yerlerini ve buna göre sonlarının aldığı durumlardan (harekelerden) bahseden ilim.
ilm-i sarf
Kelime bilgisi. Arabîde kelimenin aldığı şekillerden bahseden ilim. Morfoloji.
Dilbilgisi, gramer.
ilm-i sarf ve nahv
Arapçada kelime ve cümle bilgisi.
ilmiye kıyafeti
İlmiye mensublarının giyiniş tarzları. İlmiye kıyafeti; şalvar, cübbe ve sarıktı. Bununla birlikte ilmiye mensublarının kıyafetlerinde bazı değişiklikler de vardı. Orta derecedekiler cübbe ile sokağa çıktıkları halde üst tabakayı teşkil eden ricâl kısmı, lata yahut biniş giyerlerdi. Ayrıca ilmiyenin
iltiak
Rengi bozulma, rengi değişme.
iltifat
Güzel sözle samimi olarak okşamak. Yüz göstermek. Teveccüh etmek. İyilik etmek. Lütfetmek.
Dikkat, itina.
Edb: Bir mevzu anlatılırken, o anda kalbe doğan bir ilham coşkunluğu ile -mevzu dışına çıkmadan- sözün ve hitabın yönünü değiştirme san'atıdır. Meselâ: (Asım'ın nesli...
iltifat-ı ravza-i mutahhara
Ravza-i Mutahhara'nın iltifatı, lütfu, yakın ilgisi.
iltika'
İnsanın rengi değişmek. Benzi sararmak.
iltima
Sararıp solmak. Renk değiştirmek.
imla / imlâ / املا
Doldurma, doldurulma.
Yazı yazma. (Dikte)
Bir dildeki kelime ve sözleri doğru yazma bilgisi.
Müddeti mühlet vererek uzatma.
Doldurma, yazma bilgisi.
Doldurma.
(Arapça)
Yazı bilgisi.
(Arapça)
Yazı.
(Arapça)
imma
(Terdid edatıdır) "Ya, veya" diye tercüme edilir.. Şek, şüphe, ibahe, bağışlamak, hayret vermek mânâlarını da ifade eder.
in'am / in'âm / انعام
Bağış, ihsan.
(Arapça)
Bahşiş.
(Arapça)
in'amat-ı rahmaniye / in'âmât-ı rahmâniye
Allah'ın sonsuz şefkat ve merhametiyle bağışladığı nimetler.
inale
Kavuşturma, vâsıl etme, nâil etme, ulaştırma.
Yemin, kasem, and.
İhsanda bulunma, bağışta bulunma.
incil / incîl
Allahü teâlânın, Îsâ aleyhisselâma gönderdiği ve sonradan tahrif edilen, aslı değiştirilmiş olan mukaddes kitab.
incizab-ı muhabbet-i şems-i ezel
Ezel Güneşi olan Cenâb-ı Allah'ın sevgisinin çekiciliği, cazibesi.
ind
Arapçada zaman veya mekân ismi yerine kullanılır. Hissî ve manevî mekân. Maddî ve manevî huzura delâlet eder. Nezd, huzur, yan, vakt, taraf gibi mânâlara gelir. Gayr-ı mütemekkindir. Yani harekeleri değişmez. İzafete göre zamanı ifade eder (Min) harf-i cerriyle birleşebilir. Bazan da zarf olmaz. Baz
ingas
(Tengis) Keder verme. Rahatını bozma.
inhiraf
Doğru yoldan sapma.
Dönme.
Bozulma. Değişme.
Kırıklık.
Tecvidde: Harf okunduğu zaman o harfde, dil ucuna veya dil arkasına doğru bir meyli bulunmasına denir. İnhirâf sıfatının harfleri Lâm ve Ra harfleridir. Bunlara Münharif denir.
inkılab / inkılâb / انقلاب
Başka tarza değişme. Bir hâlden diğer hâle geçme. Başka türlü olma.
Altüst olma.
Değişim, dönüşüm.
İnkılâp, değişme, dönüşme.
Devrim.
(Arapça)
Değişim, dönüşüm.
(Arapça)
İnkılâb etmek:
Dönüşmek.
(Arapça)
inkılab-ı acib-i medeni ve dünyevi / inkılâb-ı acîb-i medenî ve dünyevî
Medeniyet sahasında ve dünya hayatıyla ilgili acayip köklü değişim.
inkılab-ı acibe / inkılâb-ı acibe
Acayip, hayret verici köklü değişim, dönüşüm.
inkılab-ı acip / inkılâb-ı acip
Acayip köklü değişim.
inkılab-ı azim / inkılâb-ı azîm
Büyük çaplı değişim.
inkılab-ı azim-i dini / inkılâb-ı azîm-i dinî
Dinî sahada meydana gelen büyük çaplı köklü değişim.
inkılab-ı azim-i içtimai / inkılâb-ı azîm-i içtimaî
Toplum hayatında meydana gelen büyük değişim.
inkılab-ı azim-i islami / inkılâb-ı azîm-i islâmî
İslâmın meydana getirdiği büyük değişim.
inkılab-ı ezdad / inkılâb-ı ezdad
Zıtların değişmesi.
inkılab-ı fikri / inkılâb-ı fikrî
Fikrî değişim.
inkılab-ı hakaik / inkılâb-ı hakâik
Gerçeklerin değişmesi.
inkılab-ı hakikat / inkılâb-ı hakikat
Gerçek ve doğrunun değişmesi, zıttına dönüşmesi.
inkılab-ı hükumet / inkılâb-ı hükûmet
Hükûmet inkılâbı, yönetim değişimi.
inkılab-ı ilahi / inkılâb-ı ilâhî
Allah'ın dilemesiyle olan değişim, dönüşüm.
inkılab-ı mes'ud / inkılâb-ı mes'ûd
Mutluluk ve huzur veren değişim, Hürriyet inkılâbı.
inkılab-ı siyasi / inkılâb-ı siyasî
Siyasî değişim, dönüşüm.
inkılab-ı zaman / inkılâb-ı zaman
Zamanın değişimi; yönetimdeki değişim süreci.
inkılabat / inkılâbât
İnkılâblar, değişmeler.
Değişimler, dönüşümler.
Değişmeler.
inkılabat-ı acibe / inkılâbât-ı acîbe
Şaşırtıcı ve hayret verici değişimler.
inkılabat-ı ahval / inkılâbât-ı ahvâl
Hâl ve durumların dönüşmesi, değişmesi.
inkılabat-ı azime / inkılâbât-ı azîme
Büyük köklü değişimler.
inkılabat-ı berzahiye ve uhreviye / inkılâbât-ı berzahiye ve uhreviye
Kabir ve âhiret âlemlerinde meydana gelen büyük değişiklikler.
inkılabat-ı beşeriye / inkılâbât-ı beşeriye
İnsanlığın köklü değişimleri.
inkılabat-ı dahiliye / inkılâbât-ı dahiliye
Dahili inkilâblar, içe ait değişimler ve dönüşümler.
inkılabat-ı madeniye / inkılâbât-ı madeniye
Madenlerin alt üst olması, değişmesi.
inkılabat-ı ruhi / inkılâbât-ı ruhî
Ruhta ve iç yapıdaki değişmeler.
inkılabat-ı zaman / inkılâbât-ı zaman
Zaman içinde meydana gelen değişmeler.
inkılabat-ı zamaniye / inkılâbât-ı zamaniye
Zamana bağlı olarak meydana gelen değişimler.
inkılap / inkılâp
Değişim, dönüşüm.
inkılap ettirme / inkılâp ettirme
Değiştirme, dönüştürme.
inkılapçı / inkılâpçı
Değişen.
inkılapvari / inkılâpvâri
İnkılâba benzer değişim, dönüşüm.
intikal etme
Yer veya konum değiştirme, bir halden diğerine geçme.
ira
Bağış yapma, iyilikte bulunma.
Çakmaktan ateş çıkarma. Parlama.
irfad
Yardım etme, bağışta bulunma. Hediye verme.
irfan-ı saadet / irfân-ı saâdet
Saâdet bilgisi, ilmi.
irha-i imame
"Sarığı gevşetme" Kaygısız, endişesiz olma.
ırk
Ayrı soyda olan, ayrı dilde konuşan değişik kültüre sâhip, şeklî özellikleri bulunan insan topluluğu, millet.
irşad / irşâd
Yol gösterme, rehberlik etme. İnsanları, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına ve Resûlullah efendimizin sünnet-i seniyyesine uymaya, her zaman Allahü teâlâyı anmaya, O'nu unutmamaya, kalbde O'ndan başkasının sevgisine yer vermemeye çağırmak, Allahü te âlânın râzı olduğu yolu göstermek.
irtidad / irtidâd
Din değiştirmekle mürted olmak. İslâmiyetten çıkarak dinsiz olmak.
Geri dönmek.
Din değiştirme, dinden çıkma, dinden dönme.
işfak
Acıyarak sakınma. Şefkat ve inayet etme.
Sevme.
Sakınma ve korkma.
Azaltma.
Lütfetme, bağış, ihsan.
ishab
Çok söylemek.
Türlü şeylerden renk değiştirmek.
Bir şeye fazla tama' etmek.
Kuyu kazıp suyu bulamamak.
Zehirlenme veya hastalıktan dolayı renk değişmesi.
Kuzu, anasını emmek.
Duvarı başı boş salıvermek.
ıslah-ı nefis
Nefsi düzeltme, hayatını değiştirme.
isti'fa
Affını, azlini, bağışlanmasını istemek.
Kendisinin memuriyetten affını taleb etmek.
istibdal / istibdâl
(Bidl ve Bedel. den) Değiştirmek, değiştirilmek.
Bir vakfı mülk ile mübadele etmek.
Birşey verip yerine başka şey istemek.
Askerliği biten erlere tezkere verip yenilerini almak.
Değiştirmek. Hâkimin harâb olmuş vakıf binâsını satıp, semeni (bedeli) ile başkasını alarak mütevellîye (vakfın idârecisine) teslim etmesi.
istiğfar / istiğfâr
(Gufran. dan) Afv dilemek. Cenab-ı Hak'tan kusurlarının affedilmesini, günahlarının bağışlanmasını dilemek. Tevbe etmek. Yalvarmak. " Estağfirullâh" demek.
Mağfiret (bağışlanmak) istemek. Allahü teâlâdan kusurlarının ve günâhlarının affedilmesini bağışlanmasını dilemek. Tövbe etmek.
istihab
(Hibe. den) Hibe ve hediye olarak isteme. Bağış olarak arzulama.
istihalat
(Tekili: İstihale) Değişmeler, başkalaşmalar.
istihale / istihâle / استحاله
Bir şeyin terkib ve asıl şeklinin başka hâle değişmesi. Başkalaşmak.
Mümkün olmayış, imkânsızlık.
Bir hâlden başka hâle geçme, biçim değiştirme.
Başkalaşım, değişim.
(Arapça)
İmkansızlık.
(Arapça)
istikrarsız
Sabit olmayan; değişken.
iştiyak-ı uhreviye
Âhiret sevgisi, arzusu, coşkusu.
ıtbak
Örtünmek.
Yürümek.
Değiştirmek.
(Bak: İtbak)
ittihab
(Hibe. den) Karşılıksız olarak verilen bir bağışı kabul etme.
izafet-i maklub
Ters çevrilmiş terkib. Muzaf-un ileyh ile muzafın yer değiştirmesi olup, böylece birleşik isim ve sıfatlar yapılır. Bu terkibler semâidir; işitilmekle öğrenilir, bir kaideye bağlı değildir. Her terkib bu şekle sokulmaz. Meselâ: Tâb-ı meh: Meh-tâb: Ay ışığı. Çeşm-i âhu: Ahu-çeşm: Ceylân gözlü. Nazar-
izafi / izâfî
Başka bir şeye göre olan; bağlı olduğu şeye göre değişen; rölatif.
izdiham / izdihâm
Yığışma.
izzetinefis
İnsanın kendine saygısı.
kabil-i tebdil
Değiştirilmesi mümkün, değiştirilebilir.
kadr
Bir alış-verişte karşılıklı olarak değiştirilen iki maldan herbirinin ölçek veya ağırlıkla ölçülen mal olmaları.
kahd
Koyunun beyaz kuzusu.
Açılmamış nergis.
kaide-i nahviye
Arapça gramer kaidesi, dilbilgisi kuralı.
kaide-i nahviyece
Arapça dilbilgisi kuralı olarak.
kalb / قلب
Vücudun kan dolaşımı merkezi. Yürek.
Gönül.
Herşeyin ortası.
Bir halden diğer bir hale çevirme. Değiştirme.
İmanın mahalli.
Fuâd, sıkt-ül ilim, tâbut-ül ilim, beyt-ül hikmet, via-i ilim de denilir. (Dâima değiştiği ve hareket halinde olduğu için kalb i
Değiştirme.
(Arapça)
Kalb etmek:
Dönüştürmek, değiştirmek.
(Arapça)
kalb eden
Dönüştüren; değiştiren.
kalbeden
Değiştiren, çeviren.
kalbolma
Başka hâle gelme. Değişme.
(Türkçe)
kalp
Yürek.
Yürek hastalığı.
Gönül.
Her şeyin ortası, ehemmiyetli, alıcı noktası, değiştirme, çevirme.
kambahş / kâmbahş
Herkesin isteğini yerine getiren.
(Farsça)
Bağışçı, ihsan edici.
(Farsça)
kanun
(Çoğulu: Kavânin) Herkesin uyması için devletin teşri kuvveti tarafından konulan her türlü meşru nizam, kaide, emir, nehiy ve yasaklar.
Kaziye-i külliye. Kâinatta Allah'ın koyduğu değişmez nizam.
Tabiat olaylarının bağlı olduğu değişmez kaide.
kanun-u kerem
Cömertlik, bağış ve ikram kanunu.
kanun-u tebeddül ve tagayyür
Başkalaşım ve değişim kanunu.
karar
Değişmez hâle gelmek.
Sabit ve sakin olmak.
Ne az ne çok olan tam ölçü. Ölçülülük.
Gitmeyip kalmak.
Oturaklı yer. Sâkin olacak yer.
Anlaşılan ve sabit hâle gelen son karar sözü.
Mahkemece verilen son söz ve neticeye bağlama.
Dolanmak.
Değişmeyen istikrarlı durum, istikrar.
karh
Yaralama.
Hasta olmak.
Bedende çıkan yara.
Su olmayan yerde kuyu kazmak.
Yanlış ve yalanla hakkı değiştirmek ve battal etmek.
kat'-ı nazar
Bir şeye bakmaktan vazgeçme, ondan ilgisini kesme.
kaziye-i muhkeme
Tam, sağlam hüküm. Temyizin tasdikinden geçmiş, değişmez hâle gelmiş mahkeme kararı ki, böyle bir karara mazhar olan herhangi birşey hakkında tekrar dava açılamaz; dâva mevzuu yapılamaz. Aksi takdirde kanun namına kanunsuzluk yapılmış olur. Buna "Kaziye-i mahkumun bihâ" da denir.
kaziyye-i muhkeme
Kesin hüküm, değişmez ilke.
kefareten / kefâreten
Günahın bağışlanmasına vesile olarak, bedel olarak.
keffaret / keffâret
İşlenen bir hata veya günahın bağışlanmasına vesile olması için verilen sadaka veya tutulan oruç, karşılık.
keffaretü'z-zünub / keffaretü'z-zünûb
Günahlara keffaret, günahların bağışlanmasına vesile.
Günahlara keffaret, günahların bağışlanmasına vesile.
keffáretü'z-zünub / keffáretü'z-zünûb
Günahların bağışlanmasına vesile.
keffaretü'z-zünub / keffâretü'z-zünub / keffâretü'z-zünûb
Günahların bağışlanmasına vesile.
Günahlara kefaret, günahların bağışlanmasına vesile.
keffaretüzzünub / keffâretüzzünub
Günahlara keffaret, günahların bağışlanmasına vesile.
kelime
Gr: Mânası olan en küçük söz veya cümlenin yapısını teşkil eden unsurlardan birisidir. Kelime, isim, fiil ve harf olmak üzere dilbilgisinde üç kısma ayrılmıştır. "Bir tek söze" kelime denir.
kem-bidaa
Sermayesi az.
(Farsça)
Bilgisi zayıf, câhil. Az okumuş.
(Farsça)
kemal sıfatları / kemâl sıfatları
Allahü teâlânın zâtında ve işlerinde hiçbir kusûr, karışıklık, değişiklik ve noksanlık olmadığını gösteren hayât (diri olmak), ilim (bilmek), sem' (işitmek), basar (görmek), kudret (gücü yetmek), irâde (istemek), kelâm (söylemek) ve tekvîn (yaratmak) sıfatları. Bunlara Subûtî, Hakîkî ve Kâmil sıfatl
keramat-ı kur'aniye / kerâmât-ı kur'âniye
Kur'ân'ın kerametleri; ikramları, bağışları.
keramet
Allah (C.C.) indinde makbul bir veli abdin (yâni, âdi beşeriyyetten bir derece tecerrüd edebilen zatların) lütf-u İlâhî ile gösterdiği büyük mârifet. Velâyet mertebelerinde yükselen bir abdin hilaf-ı âdet hâli.
Bağış, kerem.
İkram, ağırlama.
keremkar / keremkâr
Lûtfeden, bağışlayan.
Kerem eden, ikram eden. Cömert, eli açık olan, bağışlayan.
(Farsça)
keyfe mettefak
Hangisi olursa. Nasıl rast gelirse.
kıbal
Ebelik bilgisi ve işi.
kıble saati
Herhangi bir yerde, güneşin kıble hizâsında bulunduğu andaki vakit. Güneşin hangi saatte kıble hizâsında bulunduğu hesâb edilir ve takvimlere yazılır. Bu saatler hergün değişmektedir.
kihalet
Göz için sürme yapma. Sürmecilik.
Göz doktorluğu. Göz hastalıkları bilgisi.
kimya
Basit cisimlerin hususiyetlerini, bu cisimlerin birbirlerine olan tesirlerini ve bundan ileri gelen birleşmeyi inceleyen ilim. Basit maddelerdeki değişikliği anlamağa çalışan ilim kolu.
Edb: Aşk.
İlâç.
Tas: Mevcud olana kanaat ve elde edilmesi mümkün olmayana ait arzu
kıraat-ı seb'a
Kur'an-ı Kerim'i yedi türlü okuma tarzı. Mâna değişmemek üzere Kur'an-ı Kerim Kureyş, Huzeyl, Havâzin, Kinane, Sakif, Temim ve Yemen lehçeleriyle "sırat, mâlik, cibril" gibi kelimelerin yedi türlü okunmasına denir.
Yedi türlü okuma.
kıraet-i şazze / kırâet-i şâzze
Arabî gramer şartlarına uyan ve mânâyı değiştirmeyen, fakat bâzı kelimeleri hazret-i Osman'ın çoğalttığı nüshaya benzemeyen Kur'ân-ı kerîm kırâeti (okunuş şekli).
kıyas-ı hafi-yi hadsiye / kıyas-ı hafî-yi hadsiye
Zihnin birşey hakkında, sezgi ve âni kavramayla yaptığı gizli kıyas. Meselâ "Eğer Ayın ışığı Güneşten gelmeseydi, durumu değiştikçe ışık yapısı değişmezdi" şeklinde zihne doğan gizli bir kıyasla aklın "O halde Ay ışığını Güneşten alır" şeklinde hükmetmesi.
kudam
Hangisi? Hangileri? (mânasına sorudur)
(Farsça)
kudsiyetşiken / قدسيت شكن
Kutsallığı bozan; kutsal olan şeylere karşı saygısız.
(Arapça - Farsça)
küf
Yetiştiği satıhta kimyevî değişikliklere sebep olan küçük boylu mantarlara verilen umumi ad.
Maddelerin oksitlenme neticesinde dış tarafını kaplayan tabaka. Pas.
küfae
Davarın bir yıllık dölü, sütü, yoğurdu, yünü ve yapağısı.
küll-ü nurani / küll-ü nuranî
Nurlu bir küll, bütün varlıklarla ilgisi olan bir kapsamlılık.
kümdet
Renk değiştirme.
kundak
Bebek sargısı, yangın çıkaran ateş parçası.
küra'
(Çoğulu: Ekru-Ekâri) İnsanda boyundan aşağısı; hayvanda topuktan aşağısı.
Koyun ve sığır baldırı.
kütüb-i salife / kütüb-i sâlife
Allahü teâlâ tarafından, Peygamber efendimizden önce gelmiş olan peygamberlere gönderilen fakat sonradan tahrif edilmiş, değiştirilmiş olan ilâhî kitablar. Bunlara semâvî kitablar da denir.
kuyud ve hey'at / kuyud ve hey'ât
Bir sözün bütününü meydana getiren harf, kelime gibi parçalarıyla bunların sarf ve nahiv (dilbilgisi) yönünden özellikleri; meselâ, erkeklik-dişilik, belirlilik-belirsizlik, isim-sıfat gibi.
kuyudat / kuyûdât
Kayıtlar; bir sözün bütününü meydana getiren harf, kelime gibi parçalarıyla bunların sarf ve nahiv (dilbilgisi) yönünden özellikleri; meselâ, erkeklik-dişilik, belirlilik-belirsizlik, isim-sıfat gibi.
kuyudat-ı kelam / kuyûdât-ı kelâm
Sözün kayıtları; bir sözün bütününü meydana getiren harf, kelime gibi parçalarıyla bunların sarf ve nahiv (dilbilgisi) yönünden özellikleri; meselâ, erkeklik-dişilik, belirlilik-belirsizlik, isim-sıfat gibi.
lakayd / lâkayd
Kayıtsız, ilgisiz.
Kayıtsız, ilgisiz.
lakaydane / lâkaydane / lâkaydâne
Kayıtsızca, ilgisizce.
İlgisizce, duyarsızca.
lakaydi / lâkaydî
Kayıtsızlık, ilgisizlik, alâkasızlık.
lakayt / lâkayt
Kayıtsız, duyarsız, ilgisiz.
lakaytlık / lâkaytlık
İlgisizlik, duyarsızlık.
lat'
Yalamak.
Ayağıyla bir kimsenin belinden aşağısına vurmak.
laubali / lâubali / lâubâlî
Saygısız, pervasız.
Senli benli, saygısız, ilgisiz, umursamaz.
laübali / lâübâlî
Başkalarıyla saygısızlığa varacak şekilde senlibenli; çekinmesi ve sakınması olmayan.
laubalilik / lâubâlilik
Laubali olma hali; saygısızlık, seviyesizce davranma.
laubaliyane / lâubaliyane / lâubâlîyâne
Lâubalilikle. Kayıtsız, alâkasız, saygısız ve dikkatsiz bir şekilde. Senli benli olarak.
(Farsça)
Saygısızca, ilgisizce.
layetegayyer / lâyetegayyer / لایتغير
Değişmez.
Değişmez, bozulmaz.
Değişmez.
(Arapça)
layuhti / lâyuhtî
Hatasız, yanlışsız, yanılgısız.
ledünni ilmi / ledünnî ilmi
Allahü teâlânın vergisi, ihsânı olan mânevî ilim.
ledünniyat / ledünniyât
Allah vergisi olan mânevî ilimler.
Allah vergisi olan gizli ilimler.
lifafe
(Çoğulu: Lefâif) Sargı.
Kefen. Ölünün sarıldığı bez katlarının herbiri.
Bazı çiçeklerin etrafını çeviren değişik yapraklar.
lokman
Kurânda adı geçen tıp bilgisiyle ünlü bir zat.
lutf / lûtf
İyilik, bağış.
lutf-u dest-i manevi / lûtf-u dest-i mânevi
Mânevî elin bağışı, ihsanı.
lütf-u ihsan
Bağışın, ikramın güzelliği.
lütf-u irşad
İyilik ve bağışla doğru yola erdirme.
lütf-u rabbani / lütf-u rabbânî
Herbir varlığa muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın ihsanı, bağışı.
lütf-u rahman / lütf-u rahmân
Rahmeti sonsuz, yarattıklarını esirgeyip koruyan, şefkat eden ve rızıklandıran Allah'ın iyilik ve bağışı.
lütf-u rububiyet
Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah‘ın iyilik ve bağışı.
lutuf / lûtuf
İyilik, ihsan, bağış.
lütuf / lütûf
İyilik, ihsan, bağış.
Yardım, iyilik, bağış.
lütuf ve kerem-i binihaye / lütuf ve kerem-i bînihaye
Sonsuz cömertlik, ikram ve bağış.
lütufkar / lütufkâr
İyilik ve bağışta bulunan.
ma'fuv
Affedilen, bağışlanan.
ma'füvv
Suçu bağışlanmış, affolunmuş.
Muaf tutulan, istisna edilen.
Suçu afvedilmiş. Bağışlanmış.
İstisnâ edilmiş, müstesnâ kılınmış, ayrı tutulmuş.
maarifsiz
Bilgisiz.
macera-yı hayat
Hayat çizgisi.
mafüvv / mâfüvv
Bağışlanmış.
mağfiret
Örtme; Allahü teâlânın, kullarının günâhlarını bağışlaması.
Bağışlama.
mağfiret-i ilahiye / mağfiret-i ilâhiye
Allah'ın bağışlaması.
mağfiret-i kamile / mağfiret-i kâmile
Tam bir bağışlayıcılık.
mağfur
Günahları bağışlanmış, ölmüş kimse, rahmetli olmuş.
mağrifet
Allah'ın kullarını bağışlaması, yarlıgaması.
mah-ı gufran / mâh-ı gufrân
Günahların bağışlandığı ay.
mahtelef-el melevan
Gece ve gündüzün ihtilâfı ve değişmesi müddetince.
mahz-ı fazl
İyilik ve bağışın ta kendisi.
makam-ı mahbubiyet
Allah'ın sevgisini kazanma makamı, derecesi.
makleb
Kalbetme. Bir şeyin altını üstüne çevirme.
Kalbedilecek, çevrilecek veya değişecek yer.
maliyat
Maliye işleriyle alâkalı. Maliye bilgisi.
maruz-u tagayyür
Başkalaşmaya ve değişmeye maruz.
mazhar-ı tahavvülat / mazhar-ı tahavvülât
Değişikliğe uğramış.
me'ani ilmi / me'ânî ilmi
Sözün yerinde kullanılmasından, hâle, duruma göre uğrayacağı değişikliklerden bahseden ilim.
mebni
Yapılmış. Kurulmuş.
Bir şeye dayanan. Nazar ve itibâr ve isnad olunarak.
... den dolayı... e binâen.
Gr: Son harfi harekesi değişmeyen kelime. Tasrife tâbi olmayan (fiil çekimine uğramıyan) kelime.
mecelle
Dergi, kanun dergisi.
mecr
Bir nesneyi devenin karnındaki yavrusuna bey'etmek. Devenin karınındaki yavrusunu bir malla değiştirmek.
Çokluk asker.
Akıl.
meczub / meczûb / مجذوب
Allahü teâlânın sevgisi ile kendinden geçmiş olan.
Cezbeye tutulmuş, çekilmiş tasavvuf yolcusu.
Cezbedilmiş.
(Arapça)
Tanrı sevgisiyle cezbeye kapılan.
(Arapça)
Deli.
(Arapça)
meczube / meczûbe
Cezbeye tutulmuş, İlâhî aşkla aklî dengesi değişmiş kadın, mecnun.
mef'ul / mef'ûl
Dilbillgisinde tümleç; özne tarafından yapılan iş, öznenin fiilinin sonucu.
mehmed
Muhammed isminin Türkçede meşhur olmuş değişik şeklidir. Resul-i Ekrem Efendimize verilen ve sadece ona lâyık bulunan Muhammed (A.S.M.) ismine hürmeten bu değişiklik âdet olmuştur.
mennan / mennân
İhsan, bağış, nimeti çok olan ve çok veren, Allah.
mensuh / mensûh
Hükmü yürürlükten kaldırılmış. Sonraki hükümle değiştirilmiş dînî hüküm.
menzilhane
Konak yeri. Hayvan değiştirilen yer.
(Farsça)
merfud
İhsan edilmiş, armağan olarak verilmiş, bağışlanmış şey.
merhamet
Şefkat, acıma, bağışlama.
merhamet-i şahane
Mükemmel merhamet, bağış, ihsan.
mesail-i müteferrika / mesâil-i müteferrika
Farklı meseleler, değişik konular.
mesail-i nahviye / mesâil-i nahviye
Arapça dilbilgisi konuları.
meşden
(Çoğulu: Meşâdin) Buzağısı büyük olup anasından müstağni olan dişi geyik.
mesh / مَسْخْ
Şeklini değiştirerek çirkin bir hale koyma.
Şeklini değiştirip çirkin bir hâle sokma.
meşher-i azam-ı kainat / meşher-i âzam-ı kâinat
Büyük kâinat sergisi.
meşher-i kainat / meşher-i kâinat
Kâinatın en büyük sergisi.
meşher-i rabbani / meşher-i rabbânî
Cenâb-ı Hakkın sergisi.
meşhergah-ı arz / meşhergâh-ı arz
Yeryüzü sergisi.
meşhergah-ı enam / meşhergâh-ı enam
Mahlûklar sergisi.
mesnun
Sünnet olan. Sünnet olmuş olan.
Âdet edilen şey.
Bilenmiş bıçak.
Üzerinden ömürler geçmiş olan.
Şekillendirilmiş.
Kalıba dökülmüş.
Kokusu değişmiş.
meşrutiyet
Başında hükümdar bulunmakla birlikte seçimle belirlenmiş bir yasama meclisine dayanan, yürütmesi denetime açık anayasal idare şekli; Osmanlılarda 1876 anayasasıyla başlayan, 1908 değişikliğiyle devam eden hukukî ve siyasi döneme verilen ad.
mevadd-ı ihtilaf / mevadd-ı ihtilâf
İhtilâfa sebep olan maddeler; parçalanma, değişim, başkalaşım ve uyuşmazlık gibi sonuçlara sebep olan maddeler.
mevhibe / موهبه
Bahşiş, ihsan, bağış.
Allah vergisi, ihsan, bağış, hediyesi.
İhsân, bağış, Allahü teâlânın kuluna ihsânı.
Bağış.
(Arapça)
mevhibe-i mutlaka
Mutlak Allah vergisi; Allah'ın sınırsız ihsan ve ikramı.
mevhub
(Çoğulu: Mevâhib) (Vehb. den) İhsan edilmiş, verilmiş, hibe olunmuş, bağışlanmış.
Fık: Karşılıksız olarak birine verilmiş.
mevhubat
(Tekili: Mevhub) Bağışlar, ihsanlar, bahşişler.
meyelan-ı teçhil / meyelân-ı teçhil
Başkalarını cehaletle itham etmeye, bilgisiz görmeye yönelik eğilim.
meyletmek
Bir tarafa doğru eğilmek. Bir tarafa yönelmek.
Sevgisini vermek, eğilmek. Gönül vermek.
mezebbe
Sinekli yer.
Dizin aşağısındaki kaba etlerin etrafı.
mezrevan
Dizin aşağısındaki kaba etlerin etrafı.
mıknatıs
yun. Demir ve benzeri mâdenleri kendine çekici hususiyeti bulunan câzibe.
Başka te'sir altında kalmadan kuzey ve güney kutuplarına doğru yönünü değiştiren demir çubuk. (İki kutbu bulunan bu mıknatıslı çubuğun şimale bakan kısmına şimal (kuzey) ucu, cenuba çekilen ucuna da cenub (güne
mikram
Çok ikram ve kerem eden. Bağışlayan, ihsan eden.
milahat
Gemicilik. Gemicilik bilgisi.
mitoloji
Efsane bilgisi.
(Fransızca)
mizvac
Çok koca değiştiren kadın. Çok kocalı kadın.
muaddel
Tadil edilmiş. Eski hâli değiştirilmiş.
muaf
Afvolunmuş. İstisna edilmiş, ayrı tutulmuş. Bağışlanmış. Serbest.
muafiyet / muâfiyet / معافيت
Muaf tutulma.
(Arapça)
Bağışıklık.
(Arapça)
muafiyyet
Bir hastalığa karşı aşı ile elde edilen hâl.
Afvolunmuş olma. Bağışlanmış olma.
muavaza / muâvaza / معاوضه
Değiştokuş.
(Arapça)
muavazaten / muâvazaten
Değiş yapma ile. İki tarafın da rızası dâhilinde değiştirme ile.
Hileli, dalavereli.
mübadele / mübâdele / مبادله / مُبَادَلَه
Değişme. Bir şeyin başka bir şeyle değiştirilmesi. Trampa.
Değiştirmek.
Bir şeyin başka bir şeyle değiştirilmesi, değiş-tokuş, trampa, takas.
Değiştirme.
Bir şeyi diğer bir şeyle değişmek, değiştirmek, satış.
Değiştokuş, alışveriş.
(Arapça)
Değişme.
mübadele etme
Alışverişte bulunma, değiş tokuş etme, alma verme.
mübadele etmek
Değişmek, değiştirmek.
mübeddel
(Bedel. den) Değiştirilmiş, değişmiş, değişmiş. Tebdil edilmiş.
mübeddil
Değiştiren. Tebdil eden.
Taklid edici olan.
Değiştiren.
mübtedi'
Bid'at sâhibi. Dinde değişiklik meydana getiren, dinde olmayan bir şeyi varmış gibi gösteren, dinde eksiklik ve fazlalık olduğunu söyleyerek değişiklik yapan. Ehl-i bid'at.
müfadat-ı üsera / müfadat-ı üserâ
Eskiden muhârib iki kavmin karşılıklı olarak esirlerini değişmeleri.
müfti-yi macin / müftî-yi mâcin
Din bilgilerini fıkıh kitablarından öğrenmeyip, kendi düşüncelerini din bilgisi olarak söyleyen, müslümanları mezhebsiz yapan câhil din adamı.
mugayeret
Farklılık, değişiklik.
mugayyer
(Gayr. dan) Değiştirilmiş, başkalaştırılmış. Tağyir edilmiş.
mugayyir
Tağyir eden, değiştiren.
muhabbet-i din
Din sevgisi.
muhabbet-i evliya
Evliya sevgisi.
muhabbet-i ilahiye / muhabbet-i ilâhiye
Allah sevgisi.
muhabbet-i imaniye / muhabbet-i îmaniye
İman sevgisi.
muhabbet-i insaniye
İnsanlık sevgisi.
muhabbet-i insaniyet
İnsanlık sevgisi.
muhabbet-i nebevi / muhabbet-i nebevî
Peygamber (a.s.m.) sevgisi.
muhabbet-i nebeviye
Peygamber sevgisi.
muhabbet-i resulillah / muhabbet-i resûlillâh
Peygamber efendimizin sevgisi.
muhabbet-i vataniye
Vatan sevgisi.
muhabbet-i vücud
Var olma sevgisi.
muhabbet-i vücut
Var olma sevgisi.
muhabbetname
Sevgisini bildiren yazılı mektup.
Sevgisini bildiren yazılı kâğıt. Aşkını bildiren yazı.
(Farsça)
muhabbetullah
Allah sevgisi; Cenâb-ı Hakka duyulan sevgi.
Allah sevgisi.
Allahü teâlânın sevgisi.
Allah sevgisi.
muhafazakar / muhafazakâr
Koruyucu.
(Farsça)
Dinî amel ve işlere muhabbet eden. Dinî inanışında sağlam olan ve değiştirmeden muhafaza eden yüksek ve sâdık insan.
(Farsça)
muhafız
Muhafaza eden. Değiştirmeyen. Saklayan. Koruyan. Bekçi.
muhakkıkin-i asfiya / muhakkıkîn-i asfiyâ
Hz. Peygamberin çizgisinde yaşayan ve hakikatleri delilleriyle bilen ilim ve takvâ sahibi büyük zatlar.
muharref
(Harf. den) Tahrif edilmiş. Değiştirilmiş. kalem karıştırılmış. Bozuk. İfsâd ederek tahrib edilmiş.
Tahrif edilmiş, değiştirilmiş, bozulmuş.
Değiştirilmiş, bozulmuş.
muharrefat
(Tekili: Muharref) Tahrif edilmiş ve değiştirilmiş şeyler.
muharrif
Değiştiren, bozan.
muhavvel
Ismarlanmış, değiştirilmiş.
Hâvâle edilmiş. Ismarlanmış. Tebdil ve tağyir edilmiş. Değiştirilmiş. Bırakılmış.
Değiştirilmiş.
Havale edilmiş, gönderilmiş, ısmarlanmış.
muhavvil
Başka hâle koyan. Değiştiren. Tahvil eden.
Değiştiren.
muhavvil-ül havli ve-l ahval / muhavvil-ül havli ve-l ahvâl
Havli, kuvveti ve hâlleri değiştiren, başka şekle sokan Cenâb-ı Hak (C.C.)
muhkem kaziye
Huk: Kat'i ve sağlam bozulmaz hüküm. Mahkemenin en sonunda vermiş olduğu kararlar. Temyiz mahkemesince tetkik ve tasdik edildikten sonra veyahut temyiz müddeti geçen bir mahkeme kararının, mevzuunu teşkil eden hâdise hakkında, kat'i bir karine ve delil ve kanunen değişmez bir hüküm olarak kabul edil
muhrenşim
Azametli, kibirli kimse.
Zayıf ve rengi değişmiş kişi.
muhsin
Yarattıklarına bağış ve iyiliklerde bulunan Allah.
muhsin-i kerim / muhsin-i kerîm
Yarattıklarına sonsuz bağış ve ikramda bulunan Allah.
muhtelifül'ecnas
Değişik cinsler, türler.
mukallib
(Kalb. den) Başka tavra geçiren. Başka hâle değiştiren. Bir başka tarafa döndüren.
mukarreb
Yakınlaştırılmış.
Cennette dereceleri en yüksek olan.
Tasavvufta, nefslerinin sevgisinden kurtulmuş, kalbinde Allahü teâlâdan başka hiçbir şeyin sevgisi kalmayan, yalnız Allahü teâlâyı isteyen.
mukayaza
Trampa etme, değişme. Mübadele.
muktebis
(Çoğulu: Muktebisîn) (Kabs. dan) İktibas eden. Faydalanmak üzere aktaran. Birinin bilgisinden faydalanan.
muktezay-ı rahmet / muktezây-ı rahmet / مُقْتَضَايِ رَحْمَتْ
Bağışlama, şefkat etme, lutfetmenin gereği.
mümeyyiz
Temyiz eden, ayıran, iyiyi kötüyü farkeden.
İmtihandaki talebenin bilgisini imtihan ederek yoklayan kimse.
Gr: Tırnak işareti.
münasebat-ı nahviye ve sarfiye / münasebât-ı nahviye ve sarfiye
Dilbilgisi kurallarına ait münasebetler; fiil çekimi ve cümle yapısı ile ilgili kurallara ait bağlar.
münasebet geldi
İlgisi, alâkası geldi; gerekçe oluştu.
münaseha
Bir şeyi diğerine nakletmek.
Döndürmek.
Tebdil etmek, değiştirmek.
Huk: Bir vârisin, kendine bırakılan mirası alamadan ölmesi.
munkalib
Dönüşmüş, değişmiş.
İnkılâb eden. Dönen. Dönmüş. Başka bir şekle ve kılığa girmiş olan. Değişmiş, değişen.
münkalib
İnkılab eden. Dönen, dönmüş. Başka bir hale girmiş olan. Değişen.
Tersine dönen, değişen.
Dönüşen, değişen.
munkalib / منقلب
Değişen, dönüşen.
(Arapça)
Munkalib olmak:
Değişmek, dönüşmek.
(Arapça)
muntazam inkılabat / muntazam inkılâbât
Düzenli köklü değişimler, dönüşümler.
müntemi
(İntimâ. dan) İlgisi ve ilişiği olan. Yakınlık peydâ eden.
Birinin adamı olan.
mürted
Din değiştiren, İslâm dinini bırakarak eski dinine veya başka bir dine geçmiş olan.
müsabaka
Karşılıklı yarışma. Hangisinin ileride olduğunu anlamak için yapılan tecrübe, imtihan. Bir şeyde derece anlama için iki veya daha çok şahıslar arasında bazı şartlarla yapılan tecrübe.
musafaha
El sıkışmak. Tokalaşmak.
Muhabbetini, arkadaşlığını, sevgisini izhar etmek.
musahhaf
Yanlışlıkla değiştirilmiş.
müselhem
Mütegayyer olmuş, değişmiş. Bozulmuş.
müsenna / müsennâ
İkili olan; meselâ sevginin ikili olanı vatan sevgisi, din sevgisi gibi.
müsta'fi
Bir işten isteği ile çekilen, istifa eden.
Suçunun bağışlanıp afvedilmesini isteyen.
müstagfir
(Gufran. dan) İstiğfar eden. Günahlarının örtülmesini, bağışlanmasını Allah'tan (C.C.) isteyen.
müstağfir / müstağfîr
İstiğfâr eden, Allahü teâlâdan günâhlarının bağışlanmasını isteyen.
müstagisin / müstagisîn
(Tekili: Müstagis) Yardım dileyenler.
müste'min
Eman dileyen. Emane, emniyete erişen, nâil olan. (Gerek müslim, gerek zimmî veya harbî olsun.) İstiman eden. Emin edilmiş.
Canının bağışlanması şartiyle teslim olan.
Tar: Osmanlı ülkesinde oturmalarına müsaade olunan yabancı devlet tebaası. Osmanlı devleti ile sulh halinde bu
müstebdel
(Bedel. den) Değiştirilmiş, istibdâl edilmiş.
müstebdil
(Bedel. den) Değiştiren, istibdal eden.
müstegis
(Çoğulu: Müstegîsîn) (Gıyas. dan) Yardım dileyen, istigase eden.
müstekar
Karar kılınacak, yerleşilecek yer.
Sâbit, hiç değişmeyen, yerleşmiş, değişmez.
Yerleşmiş, sabit, istikrarlı; değişmez.
müsteşfi'
Bağışlanmasını dileyen, affını isteyen. Şefaat için yalvaran.
mutasavvıf
Tasavvuf ehli olan, kalbi dünyanın gelip geçici işlerinden ayırıp Allah sevgisi ile bağlayan tarikat ehli kimse.
mutbik
(Tıbk. dan) Genel ve umumi olan. Değişmeyip devam eden. Bütün. Tam.
Bir şeyin etrâfını örten, bürüyen.
mütearris
Karısına sevgisini bildiren.
müteattıf
(Atf. dan) şefkat eden, bağışlayan, esirgeyen.
müteattıfane / müteattıfâne
Şefkat göstererek, bağışlayarak, esirgeyerek.
(Farsça)
mütebadil
(Bedel. den) Birbirinin yerine geçen, tebâdül eden.
Nöbetle değişen.
mütebeddil / مُتَبَدِّلْ
(Bedel. den) Değişen, tebeddül eden, başka hâle giren. Bozulan.
Kararsız.
Değişken.
Değişen, değişken.
Değişen.
müteberri'
Bağışlayan, teberru eden. Bağışta bulunan.
mütegayir
Değişik, birbirine zıt.
mütegayyir
Değişen. Bir halden başka bir hale geçen.
Bozulmuş, bozuk.
Değişen.
Başkalaşan, değişken.
mütegayyirane / mütegayyirâne
Değişmiş olarak. Bozulmuşcasına.
(Farsça)
mütehallif
(Mütehallife) Uymayan, uygun ve münasib gelmeyen.
Değişebilir, değişken.
mütehavvil / متحول
Bir halde durmayan, başka şekle girip değişen.
Bir yerden diğer yere nakleden, değişip tebdil olan.
Değişken, sürekli değişen.
Değişen, değişken.
Değişken.
(Arapça)
mütekallib
Dönen, değişen. Başka şekil olan.
mütelevvin
Renk değiştiren.
mütemessih
Çirkin kılığa giren. Temessüh eden. İnsaniyetten hayvaniyete değişen.
mütenekkir
Bilinmeyecek, tanınmayacak surete giren. Kıyafet değiştiren.
mütenekkiren
Kıyafet değiştirip kendini tanıtmayarak.
mütenevvi'
Çeşit çeşit, muhtelif, çeşitli, değişik, türlü türlü.
müteveccih
Yönelmiş, dönmüş. Bir yere doğru yola çıkan.
Birisine karşı iyi düşünce ve sevgisi olmak. İhsan ve iltifat üzere olmak.
Pir-i fâni olmak.
Bir tarafa yönelen, bir tarafa gitmeye kalkan.
Birine karşı sevgisi ve iyi düşünceleri olan.
mutfil
(Çoğulu: Metâfil) Yanında genç buzağısı olan geyik.
Yavrulu deve.
muttali'
Haberli. Bilgisi olan. Bir yüksek yerden bakarak görüp anlayan. Vâkıf. Derk eden.
muvahebe
Çok bağışlama.
müzahrefat / müzahrefât
Gayr-i hâlis. Yaldızlı.
Dünyanın daima değişen ve zail olan ziynetleri.
Süprüntüler, pislikler.
na'l
Nal. Ayağa giyilen tahta ayakkabı veya hayvanların ayağına çakılan demir.
Oturulacak yerlerin en aşağısı.
na-mihr-ban
Vefasız, sevgisiz, muhabbetsiz.
(Farsça)
na-mihr-bani / na-mihr-banî
Vefasızlık, sevgisizlik, muhabbetsizlik.
(Farsça)
nahiv / نَحِوْ
Dilbilgisi, gramer.
Dilbilgisinin konusu cümle olan kısmı.
Cümle bilgisi.
nahiv ilmi
Arapça dilbigisinde cümle yapısını inceleyen ilim.
nahv
Dilbilgisinin konusu cümle olan kısmı.
nahv ilmi
Cümle bilgisi. Kelimelerin cümle içinde fiil, fâil (özne), mef'ûl (nesne, tümleç) olma gibi durumlarından ve buna göre sonlarının aldıkları i'râbdan (harekelerden) bahseden ilim.
nakarat
(Tekili: Nakra) Durmadan tekrarlanan usandırıcı şeyler.
Edb: Şarkının belli yerlerinde tekrarlanan bestesi değişmeyen parça.
nakl
Bir yerden bir yere götürme. Taşıma.
Ev ya da yer değiştirme. Taşınma.
Duyduğu bir şeyi başkasına anlatmak, rivayet etmek.
Bir dilden başka dile çevirmek.
Bir şeyi başka bir yere götürmek, taşımak, yer değiştirmek.
Anlatmak, duyduğu bir şeyi başkasına hikâye etmek, rivâyet etmek.
Bir dilden başka dile çevirmek, terceme etmek.
Eski mest ve çizme.
Yırtık elbiseyi yamamak.
nakl-i mekan / nakl-i mekân
Yer değiştirmek.
nakli ilimler / naklî ilimler
Tefsîr, hadîs, fıkıh gibi nakil yoluyla elde edilen ve değişmeyen dînî ilimler.
nakşibendiyye
Evliyânın büyüklerinden Behâeddîn-i Buhârî hazretlerinin tasavvuftaki yolu. Allahü teâlânın sevgisini kalblere nekşettiği için Behâeddîn-i Buhârî hazretlerine Nakşibend lakabı verilmiştir. Bu yolda olanlara Nakşibendî denilirdi.
name-i hümayun
Tar: Osmanlı Padişahları tarafından İslâm ve Hristiyan Hükümdarlarla Osmanlı Devletine tâbi imtiyazlı olar Mekke Şerifine, Kırım Hanına, Eflâk ve Boğdan Voyvodalarına, Erdel Kralına, Gürcü ve Dağıstan Hanlarına gönderilen mektublara verilen addır.
namus-u ikram
Bağış ve iyilik kanunu.
narcis
Nergis.
narcistan
Nergislik.
nasih / nâsih
Değiştiren, bir hükmü ortadan kaldıran.
nazar-ı ehl-i dikkat
Dikkatli olan kimselerin gözü, bakışı, ilgisi.
nergis-dan / nergis-dân
Nergis saksısı.
(Farsça)
nergisi / nergisî
Nergis biçiminde kesilip yapılan bir çeşit hamur işi.
(Farsça)
neş'e-i şit-i hüviyet / neş'e-i şît-i hüviyet
Cenâb-ı Hakkın Hz. Adem'e, ölen oğlu Hâbil'e mukabil "Allah'ın vergisi, ihsanı" anlamına gelen Şit'i (a.s.) vermesi sevinci.
neşat-bahş
Sevinç ve neşe bağışlayan.
(Farsça)
nesh
Ist: Şer'i bir hükmü yine şer'i bir emirle kaldırmaktır. (İtikada ait olan ve zamanla değişmeyen hükümlerde nesih olmaz, bunlar sabit birer hakikattırlar.)
Bir şeyin aynını kopya etmek, aynını çoğaltmak.
İbtal etmek, hükümsüz bırakmak, değiştirmek.
Nakletmek, kaldırma
nesi / nesî
Yer değiştirmek, geri bırakmak; Eşhur-ül-hurum (haram aylar) denilen ayları değiştirmek, geri almak.
nevheves
(Çoğulu: Nevhevesân) Bir işe yeni olarak ve büyük bir hevesle başlayan.
(Farsça)
Sık sık iş değiştiren. Hevesi çabuk geçen.
(Farsça)
nezr-i muayyen
Hastam iyi olursa, Allah için şu kadar sadaka vermek ve sevâbını falan velîye bağışlamak adağım olsun diye bir şarta bağlanarak yapılan adak.
nigarhane / nigârhane
Resim ve heykeller bulunan yer. Resim ve heykel sergisi.
(Farsça)
Ressamların çalıştıkları atölye.
(Farsça)
Puthâne.
(Farsça)
Güzelleri çok olan yer.
(Farsça)
nigaristan / nigâristan
Resim ve heykel sergisi.
(Farsça)
Güzelleri çok olan yer.
(Farsça)
Puthane.
(Farsça)
nübüvvet yolu
Tasavvufta insanları Allahü teâlânın sevgisine, rızâsına kavuşturan iki yoldan birincisi ve en üstünü. Velî bir zâtın sohbetinde yetiştikten sonra arada sebeb ve vâsıta olmadan feyzin, kalb bilgilerinin asıl'dan yâni Resûlullah efendimizden alındığı yol. Allahü teâlânın rızâsına kavuşturan ikinci yo
okiyye
(Veya hemzenin hazfı ile "Vekiyye") Eskiden kullanılan bir ağırlık ölçüsü. Yerlere ve muhitlere göre değişir. Dörtyüz dirhem ağırlık. Yedi miskal veya kırk dirhem ağırlık. Şer'an kırk dirhem kabul edilmiş. En tanınmışı dörtyüz dirhemdir.
orijinal
Bir şeyin aslı. Tuhaf, garib hâli olan.
(Fransızca)
Değişik.
(Fransızca)
Nev'i şahsına mahsus, kendine mahsus.
(Fransızca)
Vasıf ve keyfiyetleri cihetinden benzerlerinden ayrı ve üstün.
(Fransızca)
Bir nümuneye göre olan.
(Fransızca)
öşr / عشر
Onda bir.
(Arapça)
Öşür vergisi.
(Arapça)
peşkeş
(Pişkeş) Başkasının malını birine bağışlamak. Verilmemesi lâzım olan şeyi başkasına vermek. Karşılıksız vermek.
(Farsça)
piyango
Bir kumar çeşidi. Mülk sâhiblerinin haklarının miktarlarını değiştirmek veya ortaklardan birinin hakkını yok etmek, yâhut hakkı olmayana pay vermek için yapılan kur'a.
raci / râci
Geri dönen.
Dokunan, ilgisi bulunan.
racilen
Yaya. Piyade.
Mc: Cahil, bilgisiz.
rahim
(Rahmet. den) Rahmet edici, merhamet eyleyen. Rahmedici. Muhafaza eden, bağışlayan. Rahmet ve merhamet sahibi, şefkat eden, gufran sahibi. (Kur'an-ı Kerim'de bu isim 220 defa zikredilir.)
rahmet / رَحْمَتْ
Bağış, acıma, esirgeme.
Bağışlama, şefkat etme, lutfetme.
Esirgeme, bağışlama, şefkat etme.
rasadhane / rasadhâne
Havanın değişen şekillerini, sıcaklık ve soğukluğu tesbit etmek için veya yıldızların hareketlerini tesbit ve takib maksadiyle çalışılan yer.
(Farsça)
rasih / râsih / راسخ
(Çoğulu: Râsihîn-Râsihûn) (Rüsuh. dan) Temeli kuvvetli, sağlam.
Bilgisi, bilhassa dinî bilgileri çok geniş olan.
İyice oturmuş, dem ve damarlarına yerleşmiş, temeli sağlam ve kuvvetli olan.
Derin din bilgisi olan.
(Arapça)
Temeli sağlam olan.
(Arapça)
rasihun
(Tekili: Rasihîn) (Râsih) Âlimler, din bilgisi çok sağlam ve derin olan büyük zatlar.
Temeli kuvvetli ve sağlam olanlar.
refref
İnce, yumuşak kumaş, bir çeşit döşek; Peygamber efendimizin mîrâc esnâsında (bilinmeyen yerlere götürüldüğü, Cennet'i ve Cehennem'i gördüğü gece) bindikleri Cennet yaygısı.
resm-i gümrük
Gümrük vergisi.
revan-bahş
Canlandırıcı, can bağışlayıcı.
(Farsça)
riba
Tartısı ve ölçüsü belli olan bir malı aynı cinsten daha fazla olan bir mal ile, bir karşılığı olmaksızın, peşin olarak veya veresiye değiştirmektir.
Faiz.
Muamelede meşru miktardan tecavüz.
Bir şeyin artması, çoğalması.
Verilen borç para veya mal karşılığında
riba'l-fadl / ribâ'l-fadl
Ölçü veya tartıyla alınıp satılan şeyleri, kendi cinsleriyle peşin olarak, karşılığı olmayan bir fazlalıkla değişmek.
riba-i fazl
Tartılan veya ölçülen bir cins eşyanın kendi cinsi karşılığında fazlasıyla satılması. Meselâ: Bir kilo buğdayı aynı cins bir kilo yüz gramla değiştirmek gibi.
ribe'n-nesie / ribe'n-nesîe
Gecikme ribâsı. Bir cinsten olan iki şeyin birini, diğeri karşılığında veresiye olarak satmak veya başka başka cinslerden olup; ağırlık, hacim veya uzunluk ölçüsüyle yâhut belirli ölçülerde olup, sayıyla alınıp satılan iki şeyi veresiye değişmek. Mik tarlar eşit olsa bile ribâ sayılır.
riyaziye
Hesap ilmi. Matematik bilgisi. Hesapla alâkalı.
Bir yazı çeşidi.
riyaziyyat
Matematik bilgisi.
rücu'
Geri dönme, cayma, fikrini değiştirme.
rukbi / rukbî
İki kişinin karşılıklı olarak, öldükten sonra sâhib olmaları şartıyla birinin malını diğerine bağışlaması yâni sen ölürsen evin benim olsun, ben ölürsem evim senin olsun şeklindeki hibe.
rüsum
Resimler, şekiller. Âdetler. Vergiler, gümrükler, gümrük vergisi.
Merasim, usûl.
sabit / sâbit
İspatlanmış, kanıtlanmış.
Değişmeyen.
safh
Suç bağışlama, dostluk etme. Günah ve cürmü afveyleme.
Bir şeyin bir tarafı.
Bir şey içirme.
Yüz çevirme.
Suç bağışlama, affetme.
Bağışlama.
safha
Aşama, değişen durum ve hallerden her biri.
Aynı şey üzerinde görülen değişik hâllerden her biri.
Bir şeyin gözle görülen yüzlerinden her biri.
Kısım.
Bir şeyin düz yüzü.
El ayası.
Bir hâdisede birbiri ardınca görülen hâllerin beheri.
Yazılmış ve yazılabilir sahife.
şafi'
(Şefaat. den) Şefaat eden. Bir kimsenin suçunun bağışlanması için vasıtalık eden.
safile
Dip, alt taraf. Bir şeyin aşağısı.
şahb
Yaradan kan akmak.
Emzikten süt akmak.
Rengin değişmesi.
şahm
Bozulmak ve değişmek. Fâsid ve mütegayyer olmak.
salih / sâlih
İyi insan. Dünyâya kıymet vermeyen, îtikâdı doğru olup, Allahü teâlânın rızâsını, sevgisini kazanmak için çalışan müslüman.
sara
Rengi değişmiş olan su.
sarat
Suyun çok durmaktan dolayı renginin ve kokusunun değişmesi.
sarf / صَرْفْ
(Çoğulu: Süruf) Harcama, masraf, gider.
Fazl.
Hile.
Men etme. Bir kimseyi yolundan ve işinden ayırıp başka tarafa yöneltme.
Farz.
Gr: Bir lisanı meydana getiren kelimelerin değişmesinden, birbirinden türemesinden bahseden ilim şubesi. Kelime bilgisi. K
Dilbilgisinin konusu kelimeler olan bölümü.
Kelime bilgisi.
sarf nahiv
Dil bilgisi; dilin şekil ve cümle yapılarını inceleyen bölümleri.
sarf u nahiv
Dilbilgisi. Gramer.
sarf ve nahiv / صَرْفْ وَ نَحِوْ
Arapça kelime ve cümle bilgisi.
sarf ve nahv ilmi
Arabî dilbilgisi. Sarf; kelime bilgisi; kelimelerde meydana gelen değişikliklerden ve birbirlerinden türemelerinden bahseden ilim. Nahv; cümle bilgisi; kelimelerin cümle içinde fiil, fâil (özne), mef'ûl (nesne, tümleç) olma gibi durumlarından ve buna göre sonlarının aldıkları i'râbdan (harekelerden)
sarfi / sarfî
(Sarfiye) Masrafa, sarfa ait, gidere dair.
Gr: Sarf kaidesine dair, gramere ait, dilbilgisiyle ilgili.
sarif
(Sarf. dan) Değiştiren.
Harcayan, sarf eden.
sarife
(Çoğulu: Savârif) Değişiklik. Değişme.
savarif
(Tekili: Sârife) Değişmeler. Değişiklikler.
savarif-i dehr
Dünya değişiklikleri.
se'ir / se'îr
Cehennem'i meydana getiren tabakaların ikincisi. Burada Tevrât'ı değiştirenler yanacaktır.
şefaat / şefâat
Bağışlanmasını dileme, birine arka olma.
Peygamberlerin ve velilerin kıyamette günah-kâr müminlerin bağışlanması için Allah katında dilekte bulunmaları.
Günahların bağışlanması için, peygamberlerin ve Allah katında makbul kişilerin, Allah'ın izniyle aracılık yapması.
şefaat-i kübra
Büyük şefaat; günahlarımızın bağışlanması için Peygamber Efendimizin aracılık etmesi.
şefi' / şefî'
Şefâat eden, bir suçun, günâhın bağışlanması için vâsıta, aracı olan.
şefiü'l-müznibinin varisi / şefiü'l-müznibînin vârisi
Âhiret âleminde günahkârların bağışlanması için şefaatte bulunacak olan Hz. Muhammed'in (a.s.m.) mirasçısı.
şehr-i rahmet ve mağfiret
Rahmet ve bağışlama ayı; Ramazan ayı.
sehum
Hâlin ve durumun değişmesi. Yüzün renginin değişmesi.
sekar
Cehennem'i meydana getiren tabakalardan üçüncüsü. Burada İncîl'i değiştirenler azâb görecektir.
sema' / semâ'
Bir veya birkaç kişinin çalgısız, âletsiz okudukları, dîni, îmânı kuvvetlendiren ve ahlâkı güzelleştiren ilâhî, mevlid, kasîde ve şiirleri dinlemek.
seriü'z-zeval ve't-tahavvül
Hızla kaybolup giden ve değişen.
şesar
(Şâsır) Geyik buzağısı. (Müe: Şesara)
settar-ül uyub
Ayıpları, kusurları örten. Kusurları göstermeyen, günahları bağışlayan Allah (C.C.)
settarü'l-uyub / settârü'l-uyûb
Ayıpları, günahları örten, bağışlayan Allah.
seyl-i kainat / seyl-i kâinat
Kâinatın akışı, sürekli değişmesi.
seyr ü seyelan / seyr ü seyelân
Devamlı akıp gitme ve değişme.
Devamlı akıp gitme ve değişme.
seyr-i afaki / seyr-i âfâkî
Tasavvuf yolunda bulunan kimsenin; ilminin, bilgisinin ve kendi ihtiyârı (dilemesi, istemesi) olmaksızın dış âlemde ilerlemesi.
seyr-i şuunat / seyr-i şuunât
Kâinattaki hâdiseleri seyredip, görüp hakikatını anlamağa çalışmak.
Hâdiselerin bir halde kalmayıp akışı, değişmesi.
seyyal
Akıcı şey, su gibi sıvı olup akan. Çokça akan su.
Yer değiştiren her şey.
seyyar
Bir yerde durmayıp yer değiştiren.
Gökte veyâ güneş etrâfında dolaşan yıldız. Gezegen.
Kervan, kafile.
Otomobil.
seyyid-ül-istiğfar / seyyid-ül-istiğfâr
Duâ ve istiğfârların başı. İstiğfâr duâlarının büyüğü. Allahü teâlâdan günâhın bağışlanmasını istemek için yapılacak duâların en üstünü, en kıymetlisi.
şia
Şiiler, Hazreti Ali sevgisini meslek kabul edenler.
şiddet-i tehalüf
Büyük farklılık, aşırı değişiklik.
sidret-ül-münteha / sidret-ül-müntehâ
Yedinci kat semâda (gökte) Arş'ın sağında bulunan ağaç. Bu hususta değişik rivâyetler vardır.
sıga-i mübalağa / sıga-i mübalâğa
Arapça dilbilgisinde bir şeyin çokluğunu ve fazlalığını ifade için kullanılan kalıp, kip.
silhem
Bir kimsenin cisminde değişiklik olması.
sima' / simâ'
Bir kişinin veya birkaç kişinin çalgısız, âletsiz ve müzik perdelerine uydurmadan okudukları dîni, îmânı kuvvetlendiren ve ahlâkı güzelleştiren şiirleri, kasîdeleri, ilâhileri ve mevlidleri dinlemek.
sofra-i ihsan
Bağış, iyilik, lütuf sofrası.
staj
Mesleki bilgisini artırmak maksadıyla başka birinin nezareti altında yapılan çalışma.
(Fransızca)
sübutiyet
Sabit olma, kesinlikle değişmeme.
şüfea'
(Tekili: Şefi') Şefaatçiler. Şefaat edenler, bir suçun bağışlanması için aracılık yapanlar.
süham
Yabanda biten ot.
Yaz ısısı.
Sıcak yel.
Tegayyür, değişme.
Ziyan, zarar.
şühub
Mütegayyer olmak, değişmek.
sultan-ı levlak / sultan-ı levlâk
Bütün herşeyin onun sevgisi ve getirdiği nur sebebiyle yaratılan Sultan; Peygamber Efendimiz (a.s.m.).
süluk yolu / sülûk yolu
İnsanı Allahü teâlânın sevgisine kavuşturan yollardan biri.
sünuh
Fâsid ve mütegayyer olmak. Bozulmak ve değişmek.
suret-i mütegayyire / sûret-i mütegayyire
Değişken şekil.
Değişken biçimler, şekiller.
suret-i tagayyür
Değişme şekli.
suruf
(Tekili: Sarf) Dilbilgisi kitapları, gramerler.
ta'dil / ta'dîl / تعدیل
(Adl. den) Aslına zarar vermeden değiştirmek. Tebdil etmek.
Hafifletmek.
Doğrulaştırmak. Vasat hale koymak.
Aslına zarar vermeden değiştirmek, tadil etmek, tebdil etmek, hafifletmek, doğrulaştırmak.
Değiştirme.
(Arapça)
Doğrulama.
(Arapça)
ta'dilat / ta'dîlat / تعدیلات
Değişiklikler, doğrultmalar, değiştirmeler, tebdil etmeler.
Değiştirmeler, değişiklik.
(Arapça)
Ta'dilât yapmak:
Değişiklik yapmak.
(Arapça)
ta'dilen / ta'dîlen / تعدیلا
Değiştirilerek, değişiklik yapılarak.
(Arapça)
ta'viz / ta'vîz / تعویض
Bedel, bir şey vermek. Karşılık, bedel göstermek.
Değiştirmek.
Ödün.
(Arapça)
Değiştirme.
(Arapça)
ta'zir / ta'zîr
Suça ve şahsa göre değişen tenbîh (uyarma), ihtâr, tekdîr ve dövmek gibi cezâlarla cezâlandırma.
taarrus
(Çoğulu: Taarrusât) Kocanın, karısına karşı sevgisini göstermesi.
taattufat / taattufât
(Tekili: Taattuf) İhsanlar, lütuflar, bağışlar.
tabiat bataklığı
Materyalist düşünce; tabiat için, "insan faaliyetlerinin dışında kendi kendini sürekli olarak yeniden yaratan ve değiştiren güç" düşüncesi.
tabiat dalaleti / tabiat dalâleti
Materyalist düşünce; tabiat için, "insan faaliyetlerinin dışında kendi kendini sürekli olarak yeniden yaratan ve değiştiren güç" düşüncesi.
tabiat fikri
Materyalist düşünce; tabiat için söylenen, "insan faaliyetlerinin dışında kendi kendini sürekli olarak yeniden yaratan ve değiştiren güç" düşüncesi.
tadilat / tâdilât
Değişiklikler, doğrultmalar, değiştirmeler, tebdil etmeler.
Değişiklik.
tagaşşi
(Gışâ. dan) Bürünmek, örtünmek.
tagavvül
Renkten renge girmek. Rengini değiştirmek.
tagayyür
Değişmek. Başkalaşmak.
Bozulmak. Renk değiştirmek.
Kokmak.
Değişme.
tağayyür
Başkalaşma, değişikliğe uğrama.
tagayyür / تغير
Değişme, başkalaşma.
(Arapça)
tagayyürat
(Tekili: Tagayyür) Başkalaşmalar, bozulmalar. Değişmeler.
tağayyürat
Başkalaşmalar, değişmeler.
tagayyürat-ı alem / tagayyürât-ı âlem
Âlemdeki değişmeler, başkalaşmalar.
tagayyürat-ı suriye / tagayyürat-ı sûriye
Şekil ve suret değişiklikleri.
tagayyürsüz
Değişmeyen, sabit.
tağayyürsüz
Hiçbir zaman değişmeyen.
tagşiş
(Gışş. dan) Karıştırmak saflığını gidermek. Değerli bir şeyi değeri olmayan şeylerle karıştırmak.
Aklı gidermek.
Hayran etmek.
tagşiye
(Gışâ. dan) Örtmek, örtünmek. Bürünmek.
(Gaşi. den) Kendinden geçirilmek.
tagyir
Başkalaştırma. Değiştirme. Bozma.
İyiden kötüye değiştirme.
tağyir / tağyîr / تغيير
Değişme, değiştirme.
Başkalaştırma, değiştirme, bozma.
Değiştirme, başkalaştırma.
(Arapça)
Tağyîr edilmek:
Değiştirilmek.
(Arapça)
Tağyîr etmek:
Değiştirmek.
(Arapça)
tağyir eden
Değiştiren.
tağyir etme
Değiştirme.
tağyir etmek
Değiştirmek.
tağyir ve tebdil eden
Değiştirip dönüştüren.
tagyirat / tagyirât
(Tekili: Tagyir) Değiştirmeler, başkalaştırmalar; bozmalar.
tağyirat / tağyîrât / تغييرات
Değişiklikler.
(Arapça)
tahallüf
Geride bırakılma. Arkada kalma.
Değişme. Uygun olmama.
Geri kalma, değişme.
tahavvül / تحول
Değişme.
Değişme.
(Hâl. den) Birinden diğerine geçmek. Tebdil olunmak, değişmek. Dönmek. Bir hâlden başka bir hâle geçmek.
Değişim.
(Arapça)
Tahavvül etmek:
Değişmek.
(Arapça)
Hal değiştirme.
tahavvül etmek
Değişmek, dönüşmek.
tahavvül-ü azim / tahavvül-ü azîm
Büyük değişim.
tahavvülat / tahavvülât / تحولات
Hal, evre vs. değişimler.
(Tekili: Tahavvül) Tahavvüller. Değişmeler.
Değişmeler.
Değişimler.
(Arapça)
tahavvülat-ı külliye / tahavvülât-ı külliye
Büyük değişiklikler.
tahavvülat-ı muntazam / tahavvülât-ı muntazam
Düzgün ve muntazam değişiklikler, değişmeler, gelişmeler.
tahavvülat-ı zerrat / tahavvülât-ı zerrât
Atomların değişim, dönüşüm ve hareketleri.
tahkim
Hakem tayin etmek. Hâkim nasbeylemek.
Kuvvetlendirme. Sağlamlaştırmak, kavileştirmek.
Birisini fesattan men'eylemek.
Mahkemede hasmın dâvalarının açıkça belli olması için hâkimi değiştirmek.
tahkir etmek / tahkîr etmek
Hor görmek, kötülemek, aşağılamak, birine veya bir şeye söz ve hareketle hakâret etmek, saygı ve hürmet gösterilmesi, üstün tutulması lâzım olan şeyleri aşağı tutmak, saygısızlık etmek.
tahl
Dalak ağrısından incinmek.
Bozulmak, değişmek.
Durmakla değişen su.
tahlil
Müşkül meseleyi halletmek.
Bir şeyi kolaylıkla tutmak.
Eritmek.
Bir şeyi helâl kılmak.
Yemine kefaret etmek.
Man: Terkibin zıddıdır. Bir kıyas neticesinin mantık şekillerinin hangisinden olduğunu bilmek için delilin tahlili, araştırılması.
Fiz:
tahliye
(Haly. den) Süslemek. Donatmak. Donatılmak.
Tatlılandırmak.
Kim: Bir madde içine hassasını veya kokusunu değiştirmek için şeker, baharat ve benzeri gibi şeyleri katmak.
tahrif / tahrîf
(Harf. den) Harflerin yerini değiştirmek. Bozmak. Kalem karıştırmak.
Kendi menfaati veya başkasının zararı için bir ibârenin mânasını değiştirmek.
Başka tarafa meylettirmek.
Bir yazıdaki cümlenin anlamını değiştirme.
Bir yazıdaki adın veya cümlenin yerini değiştirme, bozma.
Bozma, harflerle oynayarak aslını değiştirme.
Bozma, değiştirme.
tahrif olma
Değiştirilme, aslından uzaklaştırılma.
tahrifat
Değiştirmeler, bozmalar.
Bir yazıdaki cümlelerin anlamlarını karıştırma, değiştirmeler.
tahrifdarane / tahrifdârâne
Bozarak, değiştirerek.
tahtaha
Hastalıktan veya zayıflıktan sesin değişmesi.
tahvil / تحویل
Bir halden başka bir hale getirmek. Değiştirmek.
Döndürmek.
Faizli borç senedi.
Değiştirme.
Bir halden başka bir hale getirmek. Değiştirmek.
Borç senedi.
Değiştirme.
(Arapça)
Borç senedi.
(Arapça)
Tahvil edilmek:
(Arapça)
Değiştirilmek, dönüştürülmek.
(Arapça)
Teslim edilmek.
(Arapça)
Tahvil etmek:
(Arapça)
Değiştirmek.
(Arapça)
Teslim etmek.
(Arapça)
tahvil-i mekan / tahvil-i mekân / tahvîl-i mekân / تَحْوِيلِ مَكَانْ
Yer değiştirme.
Yer değiştirme.
tahvilat / tahvilât
Değişimler.
Değiştirmeler.
takallüb
Bir taraftan diğer tarafa dönmek.
Bir halden başka bir hale değişmek.
Başka kalıba girmek.
takannün
Kanunlaşma. Değişmez halde, kat'i olarak belirme.
takas
Vereceğini alacağına karşılık tutmak suretiyle ödeşmek, sayışmak, değişmek.
Karşılıklı değişme.
taklib
(Çoğulu: Taklibât) (Kalb. dan) Döndürme, çevirme.
Bir şeyin kalıp ve şeklini değiştirme.
tala'
(Çoğulu: Etlâ) Geyik buzağısı.
Çatal tırnaklı hayvanların yavrusu.
Buzağının ayağını bağladıkları ip.
Şahıs.
taltifat / taltifât
(Tekili: Taltif) Taltifler, ihsanlar, lütuflar, bağışlar.
tasarruf etme
Bir şeyde değişiklik yapma vs. gibi dilediği gibi hareket etme.
tasavvuf
Kalbi dünyanın fâni işlerinden ayırıp Allah (C.C.) sevgisi ile bağlamak. Tarikat ehli olmak.
tasfih
(Safh. dan) (Çoğulu: Tasfihât) Alkışlama, el çırpma.
Yaprak yapma.
Tağyir etme, değiştirme.
tashif
(Çoğulu: Tashifât) Yanılarak yanlış kelime yazma. Yazı yazarken kelimeyi yanlış yazma.
Hatâ yapma.
Tağyir etme, değiştirme.
Yanlış yazma, hem anlamı, hem de kelimeyi değiştirme. Yanılıp yanlış kelime yazma.
tasrif
İstediği şekilde idare etmek. Maslahatta tasarrufa izin vererek mutasarrıf kılmak.
Bir şeyi bozup değiştirerek türlü şekillere koymak, evirip çevirmek.
Gr: Bir kelimenin veya fiilin çeşitli zamanlara göre sıra ile söylenişi. Sarf kaidesi üzere kelimenin şeklini başka kelimele
te'sin
Tağyir etmek, değiştirmek.
te'sir
Bir şeyde eser ve nişane bırakma.
Vasıfları ve halleri değiştirme.
İşleme, dokuma, iz bırakma.
İçe işleme.
Kederlenme.
tebadül / tebâdül
Birbirinin yerine geçmek. Karşılıklı değişmek. Trampa.
Birbirinin yerine geçme, yer değiştirme.
Değişme.
tebadülat / tebadülât
(Tekili: Tebadül) Değişmeler. Tebadüller.
tebayü'
Bey'edişmek, bir malı diğer bir malla değişmek.
tebdil / tebdîl / تبديل / تبدیل / تَبْد۪يلْ
Değiştirme.
Değiştirmek. Tağyir etmek. Bir şeyi başka bir hâle veya şeye değiştirmek.
Değiştirme.
Değiştirme. Başka kılığa koyma.
Değiştirme.
Değiştirme, dönüştürme, değişiklik.
(Arapça)
Tebdîl edilmek:
Değiştirilmek, dönüştürülmek.
(Arapça)
Tebdîl etmek:
Değiştirmek, dönüştürmek.
(Arapça)
Tebdîl olmak:
Dönüşmek.
(Arapça)
Değiştirme.
tebdil eden
Değişen.
tebdil edilen
Değiştirilen.
tebdil edilmek
Değiştirilmek.
tebdil edilmiş
Değiştirilmiş.
tebdil etme
Değiştirme.
tebdil etmek
Değişmek.
tebdil ve tahvil
Değiştirme ve başka hale dönüştürme.
tebdil-i beden
Beden değiştirme.
tebdil-i came / tebdil-i câme
Elbise değiştirme.
tebdil-i diyar
Yer değiştirmek.
tebdil-i hava / tebdîl-i hava / تَبْد۪يلِ هَوَا
Hava değişimi.
Hava değişikliği, hava değişimi.
tebdil-i hayat-ı içtimaiye
Sosyal hayatın değişmesi.
tebdil-i heva / tebdil-i hevâ
Hava tebdili. Hava değişikliği.
tebdil-i kıyafet
Kıyafet değişikliği.
tebdil-i mekan / tebdil-i mekân / tebdîl-i mekân / تَبْد۪يلِ مَكَانْ
Yer değiştirme.
Yer değiştirme.
Yer değiştirme.
tebdil-i memleket
Memleket değiştirmek.
tebdilat / tebdilât
(Tekili: Tebdil) Tebdiller, değiştirmeler.
tebdilen / tebdîlen / تبدیلا
Değiştirerek. Tağyir ederek.
Değiştirerek, dönüştürerek.
(Arapça)
Değiştirilerek, dönüştürülerek.
(Arapça)
tebeddü'
Ehl-i Sünnetten iken başka mezhebe girme.
Dinini değiştirme. İrtidad.
İyi olan ahlâkını bozup değiştirme.
tebeddül / تبدل / تَبَدُّلْ
Başkalaşmak. Değişmek.
Yeni hey'ete, başka kıyâfete girmek.
Değişme, değişim.
Değişme, değişim.
Değişim.
(Arapça)
Tebeddül etmek:
Değişmek.
(Arapça)
Değişme.
tebeddül etme
Başkalaşma, değişme.
tebeddül-ü esma / tebeddül-ü esmâ
İsimlerin değişmesi.
tebeddül-ü saltanat
Saltanatın değişmesi.
tebeddülat / tebeddülât / تبدلات / تَبَدُّلاَتْ
Değişimler.
(Tekili: Tebeddül) (Bedel. den) Tebeddüller, değişiklikler, tagayyürler, tahavvülât.
Değişmeler.
Değişimler, değişiklikler.
(Arapça)
Değişmeler.
tebeddülat-ı ahval / tebeddülât-ı ahvâl
Hallerin değişmesi.
tebeddülat-ı cesime / tebeddülât-ı cesime
Büyük değişiklikler.
tebeddülsüz
Hiçbir zaman değişmeyen.
teberru / teberrû / تبرع
Bağış, bir malın veya paranın karşılıksız olarak verilmesi.
Bağış.
Bağış.
(Arapça)
teberru etme
Bağışta bulunma.
teberru etmek
Bağışlamak, karşılıksız olarak vermek.
teberru'
Bağış. Bir malın karşılıksız olarak verilmesi. Mecburiyet olmadığı hâlde birisine bir malı vermek. Hayırlı işlerde yardım ve ihsanda bulunmak.
teberruan / تبرعا
Teberru ederek, teberru suretiyle, bağışlayarak.
Bağışlayarak.
(Arapça)
teberruat / teberruât / teberrûât / تبرعات
Bağışlar.
(Tekili: Teberru') Teberrular, bağışlar, bağışlamalar.
Bağışlar.
Bağışlar.
(Arapça)
techil / techîl / تجهيل
Bilgisizliğini çıkarma.
(Arapça)
tedvir
Devrettirmek, döndürmek. Çevirmek.
İdare etmek, yönetmek.
Daire şekline sokmak.
Edb: Bir mısradaki kelimelerin yerini değiştirmekle veznin ve mânanın bozulmamasıdır.
Kur'an-ı Kerim kıraatında: Tahkik ile hadr ortasında bir okuma usulüdür. Her iki yönde meşru m
teebbüs
Mütegayyer olmak, rengi değişmek.
teessün
Mütegayyer olmak, rengi ve tadı değişmek.
tefazzul
Üstünlük taslama, fazilet satma.
Bağışlama, iyilik.
tegaşşi
(Gışâe. den) Örtünme, bürünme.
(Gaşy. den) Kendinden geçme.
tegavvül
Renk değiştirme. Renkten renge girme.
tegayyür / تغير
Hâlden hâle geçmek, değişmek.
Bozulmak.
Zıt olmak.
Dönüşüm, değişim.
Değişme, başkalaşma.
(Arapça)
Tegayyür etmek:
Değişmek, başkalaşmak.
(Arapça)
tegayyür-ü alem / tegayyür-ü âlem
Dünyanın değişmesi, başkalaşması.
tegayyürat / tegayyürât
Başkalaşmalar, değişmeler.
tehavvül
Değişme. Bir hâlden başka bir hâle geçme.
tehdiye
Hediye verme, bağışlama.
tekasülat / tekâsülât
(Tekili: Tekâsül) Tembellikler, üşenmeler. İlgisizlikler.
televvün
(Levn. den) (Çoğulu: Televvünât) Renkten renge girme. Renk değiştirme.
Döneklik, kararsızlık.
telhin
(Çoğulu: Telhinât) Okurken kelime veya harf değiştirme.
Yanlışını çıkarma.
telvih
Açıklamak.
Zâhir ve aşikâre kılmak.
Susuzluktan insanın çehresi bozulmak.
Bir şeyi ateşle kızdırmak. Güneş veya ateşin sıcaklığı bir nesnenin rengini değiştirmek.
Posa hâline getirmek.
Kocamak. Saç ağarması.
Almak.
İşaret etmek.
telvin / telvîn
Tasavvuf yolundaki talebenin kalbinde meydana gelen değişik haller.
tema'ur
Mütegayyer olmak, değişmek.
Rengi donuk olmak.
Saç dökülmek.
temeh
Fâsid ve mütegayyer olmak. Bozulmak ve değişmek.
temessuh
Şekil değiştirme.
temessüh
Temessüh etmek:
Şekil değiştirmek.
temkin / temkîn
Tasavvufta değişmekten, hâlden hâle geçmekten kurtulup, huzur ve sükûna kavuşma.
tenkihü'l-menat
Menatın (illetin) ayıklanması; kıyasın dört esasından biri olan illetin, hükümle ilgisi olmayan yabancı unsurlardan ayıklanması.
terci'-i bend
Gazel şeklinde aynı vezinde yazılı manzumelerin "vâsıta" denilen bir beyti ile birbirine bağlanmış şekli. Vâsıta beyti tekerrür ederse terci-i bend; tebeddül ederse (değişirse) terkib-i bend olur. Bendlerin her birisine, terci-i bendlerde "terci'hâne"; terkib-i bendlerde "terkibhâne" denir. (Edb. L.
(Farsça)
terevvuh
Bir şeyden koku alma.
Mütegayyer olmak, rengi ve tadı değişmek.
terk-i edeb
Saygısızlık, edebsizlik, hürmetsizlik.
terk-i masiva / terk-i mâsivâ
Allah'tan gayrısını terk etmek. Allah rızası olmayan işlerden, fâni ve fena dünya işlerinden vazgeçip Allah rızasına yönelmek. Kalbinde Allah sevgisi ve muhabbetinden daha ileri bir sevgi bırakmamak.
terkibat-ı mevcudat / terkibât-ı mevcudat
Varlıkların değişik elementlerin birleşmesiyle meydana gelişleri.
teşbih-i ma'kus / teşbîh-i ma'kûs
Tersine dönmüş benzetme, benzeyenle benzetilenin yer değiştirmesi.
teseffüh
Sefihleşme.
Mütegayyer olmak, değişmek.
Akılsızlık etmek.
teşhirgah-ı arz / teşhirgâh-ı arz
Yeryüzü sergisi.
teşhirgah-ı dünya / teşhirgâh-ı dünya
Dünya sergisi.
tevbe etmek
Pişmanlık duyup bağışlanma dilemek.
tevbegah / tevbegâh
Tevbe etme ve bağışlanma yeri.
tevbekar / tevbekâr
Pişmanlık duyup bağışlanma dileyen.
teveccüh-ü amme / teveccüh-ü âmme
Kamuoyunun teveccühü, halkın ilgisi.
tevkifi / tevkîfî
İslâmiyet'in bildirmesine bağlı olan ve değiştirilmesi câiz olmayan.
tevrat
Hz. Musâ Aleyhisselâm'a nâzil olan kitab-ı mukaddesin nâm-ı celili. (Hakiki Tevrat, Kur'an-ı Kerim ile barışıktır. Şimdiki ise, çok yerleri değiştirilmiş, tahrif edilmiştir. Bu kitabın aslından az bir şey kalmıştır. Aklı başında ve İslâmiyeti, Kur'an-ı Kerim'i tetkik eden Yahudiler de hidayeti seçmi
tivele
Bir kadına kocası buğzedip (gizli düşmanlık edip) kendisinden soğuduktan sonra, kadının, kocasının sevgisini tekrar celbetmek (çekmek) için mutlak te'sir edeceğine inanarak sihir yapması.
tulhum
Lezzeti değişmiş olan su.
ücret-i kemal / ücret-i kemâl
Varlıkların değişip mükemmelleşerek bir tür ücret kazanması.
ukuk
Anne-babaya itaatsizlik ve saygısızlık.
ulema-i amilin / ulema-i âmilîn
İlmine ve bilgisine göre amel eden, ilmini tatbik eden âlimler.
usare-i mideviye
Mide suyu, mide salgısı.
üstad-ı küll / üstâd-ı küll
Herkesin üstadı. Her çeşit ilimde çok ileri bilgisi olan.
Her çeşit ilimde çok bilgisi olan.
üsun
Suyun tad ve renginin değişmesi.
Bir kimse kuyuya girdiğinde buharından veya murdar kokulardan dolayı aklının gitmesi.
vafi / vâfî
Vefalı, kendini seveni unutmayan, ilgisini kesmeyen.
vahib / vâhib
Bağış yapan, veren.
(Vâhibe) Bağışlayan, veren, ihsan eden, hibe eden.
vahib-i hayat / vâhib-i hayat
Hayat bağışlayan Allah.
vahib-ül ataya / vâhib-ül atâyâ
Hediyeler bağışlayan. Bağışlar ihsan eden. (Cenab-ı Hak (C.C.)
vahib-ül hayat / vâhib-ül hayat
Hayatı bağışlayan, hayat veren Allah (C.C.).
vahid-i kıyasi / vâhid-i kıyasî
Bir şeyin miktarını ve sair hususiyetlerini ölçmek için kendi cinsinden değişmez olarak tayin edilen parça veya miktar. Meselâ: Uzunluğun "vâhid-i kıyasîsi" metredir. Hava tazyiklerinin ve sıcaklıklarınınki de derecedir.
vakf
Alıkoyma, bağış.
vasi' / vâsi'
(Vasia) Geniş, enli. Bol. Engin. Meydanlı.
Her ihtiyacı olana vergisi kâfi ve bol bol ihsan eden. İlmi cümle eşyayı muhit, rızkı bütün mahlukata şâmil ve rahmeti bütün şeyleri kaplamış olan Allah (C.C.)
vasiyyet
Bir kimsenin vefâtından sonra yapılmasını istediği şey veya sonraya bağlı olmak üzere bir malı veya menfeatini (faydayı) bir şahsa veya bir hayır işine teberrû' (bağış) yoluyla temlik etmek (sâhib ve mâlik kılmak). Vasiyet edene mûsî, vasiyet edilen şeye mûsâbih, kendisine vasiyet yapılan şahsa mûsâ
vaziyet-i semaviye / vaziyet-i semâviye
Gökyüzünün değişik hâl ve vaziyetlere girmesi.
vedid
Sevgisi çok olan.
vefra'
Eksilmeyip değişmeyen.
El dokunulmamış ve tam olarak yetişmiş ot.
vehb / وهب
Hibe. Bağış. Vergi.
Bağış, vergi.
(Arapça)
vehbi / vehbî / وهبى / وَهْب۪ي
Doğuştan. Allah vergisi. Çalışmakla kazanılmayıp Allah'ın (C.C.) lütfu ile olan.
Allah vergisi, ikramı.
Allah vergisi.
Doğuştan, Allah vergisi, çalışmakla kazanılmayıp Allah'ın lütfu ile olan.
Tanrı vergisi.
(Arapça)
Allah vergisi.
vehhab / vehhâb / وهاب / وَهَّابْ
Çok fazla ihsan eden. Çok bağışlayan.
Çok fazla bağışlayan, ihsan eden, Allah'ın isimlerinden biri.
Çok ihsan eden, bağışlayan, Allah.
Çokça ve sürekli olarak ihsan eden ve bağışlayan Allah.
Çok bağışlayıcı Tanrı.
(Arapça)
Çok hibe eden, fazlaca bağışlayan (Allah).
vehhab-ı rezzak / vehhâb-ı rezzâk
Çok bağışta bulunan ve bütün yaratılmışların rızkını veren; Allah.
vehhabiyet / vehhâbiyet / vehhâbîyet
Bağışlayıcılık.
Allahın bol bol ihsan etmesi ve bağışlaması.
vehub
Verimi fazla, vergisi çok.
vesile-i şefaat
Bağışlanma sebebi.
vezne / وزنه
Ağırlık.
(Arapça)
Tartı.
(Arapça)
Para gişesi.
(Arapça)
veznedar / veznedâr / وزنه دار
Gişe görevlisi.
(Arapça - Farsça)
vücub mertebesi
Hiç değişikliğe uğramayan, varlığı zorunlu olan ve vasıflarının zıddı düşünülemeyen İlâhlık derecesi.
vühub
Çok fazla bağışta bulunan, çok bağışlayan.
vukufsuz
Bir konu hakkında hiçbir bilgisi olmayan.
Bilgisiz.
(Arapça - Türkçe)
vuslat
Erişmek, kavuşmak, gönlün devâmlı olarak ve kıl kadar istikâmet değiştirmeyerek Allahü teâlâya bağlı kalması.
yeknesak
Devamlı aynı halde olan. Biteviye. Değişmez bir hal.
yera'
Sığır buzağısı.
zahir hamiyetperverlik / zâhir hamiyetperverlik
Sözde hamiyetperverlik; sadece sözde kalan vatan ve milleti koruma sevigisi.
zat-ı zülcelal ve'l-ikram / zât-ı zülcelâl ve'l-ikram
Sonsuz yücelik, haşmet sahibi olan, çok ihsan ve bağışta bulunan Allah.
zera'
Vahşi sığırın buzağısı.
Tamâ, hırs, aç gözlülük.
zevy
Solmak.
Değişmek, mütegayyer olmak.
zındık
Hiçbir dinde olmadığı ve Allahü teâlâya inanmadığı hâlde, müslüman görünüp müslümanlığı değiştirmeye, îmânı bozmaya, dinsizliği müslümanlık olarak yaymaya çalışan ve İslâmiyet'i içerden yıkmaya uğraşan sinsi İslâm düşmanı, azılı kâfir, münâfık. Kâdıy ânîler ve Behâîler böyledir.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
ram olmak
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
pakize
Anarsi
peder
har
ibne
ihtilaf
Cüz-i ihtiyari
tefviz
anasır
tuhur
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
Giş
Zul
canım
Gonul
rabi
Nefis isteği
var etmek
Çeviri
Üley
Müsaade