Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
Geti
ifadesini içeren
893
kelime bulundu...
a'mal-i mükellefin / a'mâl-i mükellefîn
Dini emirleri yerine getirmekle yükümlü olanların amelleri, işleri.
abd
Kul, köle, Allah'ın kulu. Mahluk, insan. Hizmetçi. (Hür'ün zıddı). "Abd kelimesi Allah'ın bazı isimleriyle birleştirilerek erkek isimleri meydana getirilir. Abdullah (Allah'ın kulu). Abdulbâki (Ebedi olan Allah'ın kulu) gibi. Bu isimleri taşıyan insanlar buna lâyık olmaya çalışmalıdırlar."
abdest
Namaz ve diğer bâzı ibâdetlerin yerine getirilebilmesi için yapılması lâzım gelen yüzü, dirseklerle berâber kolları yıkamak, başın dörtte birini mesh etmek ve topuklarla berâber ayakları yıkamaktan ibâret temizlik. Namazın dışındaki farzlardan biri.
abid / âbid
İbâdet eden. Farzları ve vâcibleri yerine getirdikten sonra çeşitli nâfile ve yapılması sevab olan işlere de devam eden. Çokluk şekli, ubbâd'dır.
acn
Yoğurma. Ma'cun kıvamına getirme.
adem-i i'dad
Hazır duruma getirememe, müsait olmama, elverişli olmama.
adem-i ifa
Yapmama, yerine getirmeme.
adileştirme / âdileştirme
Önemsiz hale getirme, sıradanlaştırma.
adiliyet / âdiliyet
Allah'ın haklıyı haksızı ayırması, her hakkı yerine getirmesi, sonsuz adalet sahibi olması.
adl-i hakem
Haklıyı haksızı ayıran, hükmeden, her hakkı yerine getiren, sonsuz adalet sahibi olan Allah.
afetengiz / âfetengîz / آفت انگيز
Afet getiren.
(Arapça - Farsça)
afetresan / âfetresân / آفت رسان
Bela getiren.
(Arapça - Farsça)
afşar
Avşar kabilesini meydana getiren Türkmenlerin adı.
ahde vefa / ahde vefâ
Sözünde durma, sözünü yerine getirme.
akar
Zayi etme, kaybetme.
Kumlu yer.
Para getiren mülk. (Ev, dükkân gibi.)
Gelir, gelir getiren gayr-ı menkuller.
Gelir getiren mal.
akarat
(Tekili: Akar) Gelir getiren yapılar ve mallar.
akim / akîm
Neticesiz, sonu yok. Beyhude.
Yağmur getirmeyen rüzgar.
Çocuğu olmayan, kısır. Doğurmayan (kadın), doğurtmayan (erkek).
akmadde
Anatomi: Omuriliğin dış; beynin iç tabakasını meydana getiren sinir lifleri. Beyin hücrelerinin çoğunu, akmadde teşkil eder.
akna'
En çok kanaat getiren, en mukni'.
aks-ül amel
İstenilen şeyin zıddı hasıl olması. Tersine oluş. (Reaksiyon)
Edb: Edebi san'atlardandır. Bir cümle veya mısrânın altını üstüne getirmekle, başka bir cümle veya mısrâ yapmaktır. Pertev paşanın: "Her düzün bir yokuşu, her yokuşun bir düzü var." mısrâında olduğu gibi.
ala / alâ
Gr:Arabçada harf-i cerdir. Buna isim diyen de olmuştur. Müteaddit mâna ile kelimenin başına getirilir; manevî istilâ ve tefevvuk bildirmek için ekseriyâ mecrurunu istilaya delâlet eder. Bazan mecrurunun mukabiline müstâli olur. (maa) gibi müsahabet için gelir. (lâm) gibi tâlil için olur. Müc
ale-l-gafle
Dalgınlığa getirerek. Dalgınlığa gelerek, boş bulunarak.
alet / âlet
Bir işte veya bir san'atta kullanılan vasıta. Bir makinayı vücuda getiren ve işlemesine yardım eden parçalardan her biri.
Sebeb, vesile, vesâit.
Edevat. Avadanlık.
alim-i ilm-i celp / âlim-i ilm-i celp
Eşyayı çekip yanına getirme ilmine sahip âlim.
allah razı olsun / allah râzı olsun
Allahü teâlâ, senin ahlâkını, işlerini ıslâh edip, seni râzı olduğu (beğendiği) hâle getirsin, mânâsında duâ.
amel
İş. Çalışma. Bir emri veya vazifeyi yerine getirme.
Kâr, iş işleme.
Dini bir emri yerine getirme, tatbik etme. İtaat. İbâdet.
Yapma, uygulama; dinin emirlerini yerine getirme.
an / ân
Arabçada harf-i cerrdir. Ekseri ismin, kelimenin başına getirilir. Türkçe karşılığı "den, dan" diyebiliriz. Bedel için olur. Meselâ: Ona bedel ben geldim, cümlesinde olduğu gibi. Tâlil için olur. Bu'd yerinde kullanılır. Zarfiyyet için, mücâveze için ve harf-i cerr olan "min" mânasına, "bâ" mânasına
Uzağı gösteren işâret ismi. Şu. Bu. O.
(Farsça)
Güzellik câzibesi. Melâhat. Güzellik.
(Farsça)
Cemi edâtı. Kelimenin sonuna getirilerek cemi' yapılır. Meselâ: Âlimân: Âlimler. Anân: Onlar. Merdân: Adamlar. İnsanlar. Zenân: Kadınlar.Kelimenin sonuna getirilerek sıfat edatı yapılır: Ters: Korku.
(Farsça)
anasır-ı garaz / anâsır-ı garaz
Hınç ve düşmanca niyeti meydana getiren unsurlar, kin sebepleri.
anatomi
Canlıların yapısını ve bu yapıyı meydana getiren uzuvları inceleyen ilim dalı. Tıbtaki önemi çok büyüktür.
ane / âne
Kelime sonuna getirilerek zarfiyet ifâdesi için kullanılan nisbet edatıdır. Meselâ: Mütefekkirâne (: Mütefekkire yakışır halde) kelimesinde olduğu gibi.
(Farsça)
arazi-i haraciye / arâzi-i haraciye
Müslümanlar tarafından fetholunan ve ulul-emir tarafından müslim olmayan eski sahibi elinde bırakılan veya hâriçten müslim olmayanlar getirilerek yerleştirilen arâzi.
arazi-i uşriyye / arâzi-i uşriyye
Mahsûlünden (ürününden) uşur denilen zekatın alındığı topraklar. Müslüman devletlerde harb ile alınıp gâzîlere (askerlere) taksim edilen veya isteyerek İslâm'ı kabûl edenlerin ellerinde bırakılan yâhut devlet reisinin (başkanının) izni ile müslümanlar tarafından işlenip faydalanılır hâle getirilen m
arende
Birşey getiren kimse.
(Farsça)
arz-ı ihtiyaç
İhtiyacını arzetme, dile getirme.
arzın halifesi
Yeryüzünde Allah'ın emirlerini yerine getirip Onun namına tasarrufta bulunan ve varlıklar üzerinde Onun adına egemen olan insan.
asar-ı medeniyet / âsâr-ı medeniyet
Medeniyetin meydana getirdiği eserler.
aşık-ı didar-ı pak / âşık-ı didâr-ı pâk
Temiz yüzün âşıkı.
Edb: Evvelce ordularda, kışlalarda, köy odalarında ve mahalle kahvelerinde gerek kendinin, gerek başkalarının sözlerini sazla dile getiren kimse; halk şâiri.
ateh / عته
Bunama, bunaklık. (Ateh getirmiş bir ihtiyar)
Bunama.
(Arapça)
Ateh getirmek:
Bunamak.
(Arapça)
aver
Averden "getirmek" fiilinin emir köküdür, kelime sonuna getirilerek; yapan, eden, olan, veren, götüren gibi manalara sebeb olur.
(Farsça)
averde
Getirilmiş nakl olunmuş.
(Farsça)
ayet / âyet
Alâmet, işâret, mûcize, ibret.
Kur'ân-ı kerîmdeki sûreleri meydana getiren cümle veya cümleciklerden her biri. Çoğulu âyâttır.
Allahü teâlânın varlığını, birliğini ve kudretini gösteren alâmet, ibret, işâret.
Mûcize.
ba-i kasem / bâ-i kasem
Arabçada yemin maksadı ile kelime başına getirilen bâ. "Billâhi" gibi.
Farsçada: Bâ diye yazılırsa; ile, beraber, birlikte, sâhip mânalarına gelir. Arapçadaki Zû gibidir.
babil kulesi / bâbil kulesi
Tevrat'ın rivayetine göre Hz. Nuh'un (A.S.) oğulları tarafından gökyüzüne ulaşmak için yaptırılmış büyük bir kuledir. Rabbimiz bu kulede çalışmakta olanların dillerini değiştirmiş ve birbirlerini anlamaz hale getirmiştir. Bundan dolayı tamamlanamamış ve 72 dil burada meydana gelmiştir. (Buna "tebelb
bad / bâd
"Olsun, ola, olaydı" mânasına gelir ve kelimelerin sonuna getirilir. Meselâ: Aferin bâd : Aferin olsun. Çok yaşa. Afiyet bâd : Afiyet olsun.
(Farsça)
bakileştirmek / bâkileştirmek
Ölümsüzleştirmek, devamlı hale getirmek.
baras
Tedavi edilmesi mümkün olmayan ve vücutta beyaz lekeler meydana getiren bir hastalık.
barikat
Bir yolu kapamak üzere, ele geçirilen her türlü eşyadan faydalanılarak meydana getirilen engel.
(Fransızca)
baskül
Büyük ağırlıkları, küçük bir ağırlık yardımıyla tartmayı sağlamak üzere birkaç kaldıracın uygun bir tarzda birleştirilmesiyle meydana getirilmiş âlet.
(Fransızca)
baz
Yeniden, tekrar oynatan, oynayan, geri ve arka tarafa doğru... gibi manalara gelir. Kelimenin sonuna veya baş tarafına getirilerek kullanılan bir "ek" dir. Meselâ: Ateşbâz : Ateşle oynayan.
(Farsça)
be
Kelime başına getirilerek, Türkçedeki: "de, da, den, dan, ile, için" mânalarında kullanılır.
(Farsça)
bedi'
(Bedia) Eşi, benzeri olmayan. Hayret verici güzellikte olan.
Garib. Acib.
Benzeri olmayan şeyleri vücuda getiren. Kimseye benzemeyen. İcad edici olan.
Hâlık ve Hallak-ı Cihan olan.
Beğenilen.
Yeni bulunmuş ve görülmedik tarzda olan.
Edb: Sözün
ber
(Burden) "Götürmek" mastarının emir köküdür. Kelimenin sonuna getirilerek terkipler yapılır. Emirber : Emir dinleyen, emir götüren. Fermanber : Emir veren. Emir dinleyen... gibi.
(Farsça)
berarende
Üste getiren, üzerine çıkaran.
(Farsça)
berhem-zede
Karmakarışık, altı üstüne getirilmiş.
(Farsça)
berhem-zen
Karmakarışık eden, altını üstüne getiren.
(Farsça)
berim
Siyah ve beyaz ipliklerden meydana getirilen ip.
Cemaat.
Etsiz yemek.
berkeşide
Kınından çıkarılmış, sıyırılmış, çıkarılmış.
(Farsça)
Mc: İlerletilmiş, çekilip meydana getirilmiş.
(Farsça)
berzede
Toplanılmış, biriktirilmiş, bir araya getirilmiş.
(Farsça)
beşaret-aver / beşâret-âver
Müjdeci, iyi haber getiren.
beşir
Müjdeli haber veren. Müjde getiren.
Güler yüzlü. Hub. Cemil.
Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) bir vasfı.
Müjdeci, iyi haber getiren,güleryüzlü.
Hıristiyan Araplar'da İncil yazan veya hıristiyanlık akidelerini telkin eden kimse.
Peygamberimizin bir vasfı.
beste
Bağlanmış, bitiştirilmiş, bağlı.
(Farsça)
Kapalı. Tutucu. Donmuş.
(Farsça)
Bir nevi ipek kumaş.
(Farsça)
Gr: "Besten" fiilinin ism-i mef'ulüdür. Kelimelerin başına veya sonuna getirilerek mürekkeb kelimeler (Birleşik kelimeler) yapılır.
(Farsça)
Müzikte: Şarkının makam ve âhengi.
(Farsça)
bevk
Fenalık, düşmanlık, keder ve belâ meydana getirme.
Musibet, felâket.
İzinsiz ve habersiz olarak bir yere aniden çıkagelme.
Çalıp çırpma.
Yalan söz.
Boşboğaz (adam).
Şiddetli yağmur.
beyan / beyân / بيان
Açıklama, ifade etme, dile getirme.
(Arapça)
Beyân edilmek:
Açıklanmak, dile getirilmek.
(Arapça)
Beyân etmek:
Açıklamak, dile getirmek.
(Arapça)
bi / bî
İstek bildirmek için emir sigasının başına getirilr. Meselâ:
(Farsça)
Kelimenin başına getirilerek o kelime menfi yapılır.Misâlleri için, "BİA" kelimesinden sonraki kelimelere bakınız.
(Farsça)
bi'at-ı rıdvan / bî'at-ı rıdvân
Hudeybiye'de Semûre ismindeki ağacın altında 400 Eshâb-ı kirâmın Peygamber efendimize, emirlerini kayıtsız şartsız yerine getireceklerine dâir verdikleri söz.
bi-
Başına eklendiği kelimeyi "e" haline getirir. İle, için mânâlarını vererek Farsçadaki "be" edatıyla aynı vazifeyi görür. Harf-i cerdir. Yâni; kendinden sonraki kelimeyi esre ("İ" diye) okutur. Yemin için de kullanılır.
bi-zar / bî-zar
Bıkmış, usanmış, fütur getirmiş.
(Farsça)
Bezginlik.
(Farsça)
bid'at / بدعت
Sonradan ortaya çıkma.
(Arapça)
Dinde yeni getirilmiş şey.
(Arapça)
bila / bilâ
Olmayarak, sahib olmıyan "...sız,...siz" mânâları yerine kullanılan edattır. Kelimenin başına getirilerek menfi mânâ hasıl olur.
bilanço
ing. Ticarî bir müessesenin muayyen bir devre sonunda alacak verecek durumunu göstermek üzere meydana getirdiği cetvel.
Mc: Herhangi bir işte belirli bir müddet sonundaki iyi ve kötü neticelerin karşılıklı durumu.
bölük
Takımlardan oluşan, üçü veya dördü bir tabur meydana getiren askerî birlik.
bürhan-ı limmi / bürhan-ı limmî
Kanunlardan hâdiselerine, sebeblerden neticelerine ve müessirden esere olan istidlâl. Yani eseri meydana getirenden esere olan delil. Kablî delil. Ateşin dumana delil olması gibi.
burjuvazi
Burjuvaların meydana getirdiği içtimaî (sosyal) sınıf. Avrupa'da burjuvazi, ticaret ve sanayi ile zenginleşti. Soylular sınıfı ile mücadele ederek Fransız İhtilali ile iktidara geldi. İhtilalde işçilerin, köylülerin, fakir halk tabakalarının desteğini sağladı. Onlara eşitlik, hürriyet, adalet vaad e
(Fransızca)
butlan-ı his
Ameliyat için bir uzvun hissinin iptâli, duyarsız hâle getirilmesi.
büyü
Cin gibi manevî varlıklar aracılığı ile insan veya başka varlıklar üzerinde etki meydana getirme işi. Dinimiz büyücülerin şerrinden, kötülüklerinden Allah'a sığınmamızı emreder. Müslüman büyücülük yapmaz.
ca'l
Yapma, meydana getirme, yaratma.
cadı
Avrupa'da putperestlik çağından beri gelen bir inanca göre, şeytanın gücünü kullanarak büyü yolu ile insanlara kötülük eden, felâketler getiren kadın. Bu bâtıl inanç yüzünden birçok yaşlı masum kadın, cadı diye Hristiyanların kurduğu Engizisyon mahkemeleri kararıyla yakılmıştır.
cadis
Viran, harap, yıkık.
Çorak, kurak, işlenmemiş, ekilmemiş toprak, gelir getirmeyen boş arazi.
çağrışım
Psk: Bir idrakla kazanılan bir fikrin başka bir idrak (algı) ile kazanılan fikir arasında bağıntı kurulması, birinin diğerini hatıra getirmesidir. Bu bağıntı zaman ve mekânda yakınlık, benzerlik ve zıdlık sebebiyle kurulur. Sevap deyince günahın; abdest deyince namazın; Cennet deyince Cehennem'in de
cahd-ı mutlak, cahd-ı müstağrak
Arab gramerinde menfî olan iki geniş zaman sigası. Muzari fiillerinin başına (Lem) ve (Len) getirilerek olur.
calib
Çekici. Celbedici. Kendi tarafına çekip getirici olan.
cami' / câmi'
Toplayan.
Müslümanların ibâdet etmek için toplandıkları yer, mâbed.
Allahü teâlânın ism-i şerîflerinden. Çeşitli hakîkatleri ve enfüs (iç) ve âfâktaki (dıştaki) zıt işleri birleştirici, kıyâmet gününde yeryüzünde olan cinleri, insanları ve mahlûkâtı bir araya getirici insanların dağı
cariye / câriye
Harbde esir alınıp İslâm memleketine getirilen kadın köle.
cebrail / cebrâil
(Cebril, Cibril) Cenab-ı Hakk'ın emirlerini Peygamberlere (A.S.) bildiren büyük melek. Peygamberimiz Resul-i Ekrem'e (A.S.M.) Kur'ân-ı Azimüşşân'ı vahiyle getiren melek (A.S.).
Allah tarafından peygamberlere vahiy getirmekle görevli melek.
Peygamberimize vahiy getiren büyük bir melek.
cebrail aleyhisselam / cebrâil aleyhisselâm
Dört büyük melekten biri. Peygamberlere vahy getirmek, onlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirmekle vazîfeli melek. Buna Cibrîl, Rûh-ul-emîn, Rûh-ul-kuds, Nâmûs-ı ekber de denir.
celb
Getirme.
Kendine çekme, getirtme.
celb eylemek
Çekmek, getirmek.
celb-i maslahat
İyilik, dirlik ve düzeni sağlayıcı, fayda getirici.
celb-i suret
Uzakta olan bir şeyin sûretini resmini yanına getirmek.
cem eden
Toplayan, bir araya getiren.
cem edilen
Toplanan, bir araya getirilen.
cem etme
Toplama, bir araya getirme.
cem' / جمع
Birleştirme, bir araya getirme.
İkindi namazını öğle namazıyla, yatsı namazını akşam namazıyla birlikte kılma.
Tasavvufta bir makam. Fenâ ve sekr (mânevî sarhoşluk) makâmı da denir.
(Çoğulu: Cümu) Hurmanın iyi olmayanı. Farklı şeyleri bir yere getirmek mânasına mastar.
Az olarak cemaat için isim olur.
Toplama. Bir yere getirme, biriktirme. Yığma.
Gr: Arabçada (ve tesniye olmayan dillerde) ikiden çok olan şeylere delâlet eden kelime. (Kitabın başı
Toplama.
(Arapça)
Çoğul.
(Arapça)
Cem' edilmek:
Toplanılmak.
(Arapça)
Cem' etmek:
Toplamak, derlemek, bir araya getirmek.
(Arapça)
cem-i kuvvet
Gücü toplayıp bir araya getirme, güç birliği.
cem-i müennes
Gr: Müfredinin şeklini bozmadan sonundaki müennes alâmeti olan (e "t") kaldırılıp yerine (ât) getirilir. Müslime(t) : Müslimât gibi.
cem-i müzekker
Gr: Müfredinin şeklini bozmadan sonuna (în, ûn) getirilerek yapılan cemi: Müslimîn, müslimûn gibi.
cemeden
Bir araya getiren, toplayan.
cerd
Elbisesini çıkarma, elbisesinden soyma, çıplak hâle getirme.
Ot ve ağaç yetişmeyen yer.
cereyan / cereyân
Akma, akış, gidiş. Hareket. Akıntı. Gezme. Mürûr. Vuku, vâki olma.
Mc: Aynı fikir ve gaye etrafında toplananların meydana getirdikleri faaliyet ve hareket. Bu hareket; dinî, fikrî veya siyasî hareketler gibi birbirlerinden farklı sahalarda olabilir.
cevşenü'l-kebir / cevşenü'l-kebîr
Peygamberimize Cebrâil'in (a.s.) getirdiği ve "Zırhı çıkar, bu duâyı oku" dediği meşhur duâ.
cevşenü'l-kebir münacatı / cevşenü'l-kebîr münâcâtı
Peygamberimize Cebrâil'in (a.s.) getirdiği ve "Zırhı çıkar, bu duâyı oku" dediği meşhur duâ.
cezr
Kök, asıl, temel. Bünyâd.
Kesmek.
Mat: Kendi misline darbolunmakla (çarpılmakla) bir sayı meydana getiren rakam (Kare kök). Üç, dokuzun cezri'dir. Dokuz, üçün meczuru'dur.
Derya, deniz.
Arı kovanından bal almak.
Ay ve güneşin câzibesi te'siri ile deniz
cibril / cibrîl
Peygamberlere vahy getirmekle vazîfeli melek Cebrâil de denir.
Cebrâil, Ruhül Kudüs. Cenâb-ı Hakdan (C.C.) Peygamberimize (A.S.M.) vahiy getiren melek.
cihad-ı ekber / cihâd-ı ekber
Büyük cihâd. Nefsin, insan tabiatının, bedeninin kötü isteklerini yerine getirmemek için yapılan mücâdele.
cihetü'l-vahdet-i ittihad
Birliğin birlik yönü; birliği bir araya getiren yön.
cülube
Başka yerden satmaya getirilen şey.
cüz'
Bir bütünü meydana getiren parçalardan her biri.
dad-bahş / dâd-bahş
Hakkı yerine getiren, adaletli.
(Farsça)
dakik
İnce, ufak, nâzik.
Toz haline getirilmiş şey, un.
Dikkatli ölçülü davranan titiz kimse.
dalif
(Çoğulu: Düllef) Nişandan öteye düşen ok.
Ağır yük getirip adımlarını birbirine yakın atan adam.
dar-ut-teklif / dâr-ut-teklîf
Kulların Allahü teâlânın emirlerini yerine getirmekle mükellef, sorumlu tutulduğu yer. Dünyâ.
daraka
(Çoğulu: Derk- Edrâk-Dırâk) Deriden yapılmış olan kalkan.
Gırtlağın hançereyi meydana getiren kıkırdaklarından kalkan şeklinde olanı.
darende
Saklayan, tutan.
(Farsça)
Ulaştıran, vâsıl eden, kavuşturan, getiren.
(Farsça)
de'lan
Ağır yük getirmiş hayvanın yab yab yürümesi.
debbağhane
Hayvan derilerinin kullanılacak duruma getirilme işleminin yapıldığı yer.
debretmek
(Tepretmek) Kımıldatmak, harekete getirmek, oynatmak.
(Türkçe)
delail-i mücesseme-i musattaha / delâil-i mücesseme-i musattaha
Bir satıh hâline getirilmiş cismânî deliller (düz bir kâğıt üzerine şekli çizilmiş deliller).
delil-i ihtirai / delil-i ihtirâî
Kâinatta her bir varlığın kendinden beklenen neticeleri yerine getirebilecek şekilde kabiliyetlerine göre en üst derecede yoktan yaratılması.
derhatır / derhâtır / در خاطر
Hatıra getirme.
Hatırlama.
(Farsça - Arapça)
Hatırda tutma.
(Farsça - Arapça)
Derhâtır ettirmek:
Hatırlatmak, akla getirmek.
(Farsça - Arapça)
Derhâtır eylemek:
Hatırlamak.
(Farsça - Arapça)
deruhte
Yerine getirme.
deruhte etme
Üstlenme, yerine getirme.
dikta
Lât. Diktatörlerin davranışları.
Hiç ses çıkarmadan yerine getirilecek emir.
dimn
Deve ve koyun tersi.
Selin getirdiği çörçöp.
dinamik
yun. Cisimlerin hareketleriyle bunları meydana getiren sebebler arasındaki alâkayı araştıran mekanik ilminin bir kolu.
Hareket eden, durup dinlenmek bilmeyen, hareketli.
Fls: Sâbitin zıddı olarak bir kuvvet tesiriyle dâim hareket halinde bulunan ve bulunduran, bir değişmesi,
dindar
Dinî kaidelere hakkıyla riayet eden, dininin emirlerini yerine getiren, mütedeyyin.
(Farsça)
divan / dîvân / دیوان
Meclis.
(Arapça)
Padişah meclisi.
(Arapça)
Şairin şiirlerinin bir araya getirildiği eser.
(Arapça)
diyet
Tar: Almanya'yı meydana getiren devletlerin özel parlamentolarına verilen isim.
doktrin
yun. Hatt-ı hareket. Hareket tarzı. Düstur, tarik. Re'y.
Fls: Bir sistem meydana getiren fikir ve kanaatlerin hepsi. Bir felsefe veya edebiyat okulunun fikirlerinin tümü.
Bir sistem meydana getiren fikirlerin hepsi, öğreti.
dua
Allah'a (C.C.) karşı rağbet, niyaz, yalvarış, tazarru.
Salât, namaz.
Cenab-ı Hak'tan hayır ve rahmet dilemek. Allah'ın rızâsını, hidayet ve istikamete muvaffakiyyeti dilemek, yalvarmak.
Peygamber'e (A.S.M.) salavat getirmek.
Birisini çağırmak.
Birisini
dua-yı fiili / dua-yı fiilî / duâ-yı fiilî
Fiilî dua, gerekli şartları ve sebepleri yerine getirme.
Fiil ile yapılan dua. Yâni: İstenilen şeyin sebeplerini yerine getirmeye çalışmak.
düden
Coğ: Yerin altında akan suların oyup meydana getirdiği derin kuyu.
duhuliye
Eskiden, satılmak üzere şehir ve kasabalara getirilen her cins ticaret malından alınan vergi.
Bir yere girmek için verilen para.
ebdal / ebdâl
Bedeller. Dünyânın nizâmı, düzeni ile vazîfeli olup, Allahü teâlânın insanlardan gizlediği büyük zâtlar. Biri vefât edince, yerine başkası getirildiğinden bu isimle anılmışlardır. Bunlara Ricâlü'l-Gayb da denir.
ecza-yı şerife / eczâ-yı şerife
Kur'ân-ı Kerim'i meydana getiren otuz cüz.
eda / edâ / ادا
Yerine getirme, verme.
Yerine getirme, yapma. Namaz, oruç, hac, zekât gibi bir ibâdeti vaktinde yapmak.
Ödeme, verme.
Zamanında yerine getirme.
Tarz, üslûp.
Ödeme.
(Arapça)
Yapma, yerine getirme.
(Arapça)
Tarz, tavır.
(Arapça)
Çalım.
(Arapça)
eda eden / edâ eden
Yerine getiren.
eda etme / edâ etme
Yerine getirme.
eda etmek / edâ etmek
Yerine getirmek.
eda' / edâ'
Yerine getirmek. Ödemek. Borcunu vermek. Vazifesini yapmak.
Tarz. Üslub.
Şive.
Tekebbür.
Fık: Namazı vaktinde kılmağa "Eda" ve vakit geçtikten sonra kılınan namaza da "Kaza" denir.
eda-i emanet / edâ-i emanet
Emaneti yerine getirme.
eda-i feraiz / eda-i ferâiz
Allah'ın (C.C.) farz olarak emrettiklerini yerine getirmek. Farz vazifelerini ifa etmek.
eda-yı ibadet
İbadeti yerine getirme.
edaen / edâen
Yerine getirerek.
edvar-perdaz
Devirleri dile getiren. Devirleri terennüm eden.
ef'al-i mükellefin / ef'âl-i mükellefîn
İslâm dîninde mükelleflerin (dînî vazîfeleri yerine getirmekle yükümlü, sorumlu kimselerin) yapmaları ve sakınmaları lâzım olan emirler ve yasaklar. Ahkâm-ı İslâmiyye (fıkıh bilgileri), din bilgileri.
eflak
Osmanlı İmparatorluğu zamanında, Romanya'yı meydana getiren asıl ülke (Merkezi Bükreş'tir.)
egniş
İnşa etme, bina yapma. Yapı meydana getirme.
(Farsça)
ehl-i taat ve ibadet
Allah'ın emirlerini yerine getirenler ve ibadete düşkün olanlar.
el-hakem
Haklıyı haksızı ayıran, hükmeden, her hakkı yerine getiren hüküm sahibi Allah.
eleman
(Lât: Element) Unsur. Bileşik bir şeyi meydana getiren basit şeylerden biri. Bir bütünün parçaları.
emirkulu
Aldığı emri yapmağa mecbur olan, verilen emri yerine getirmekle görevli kimse.
emyus
Anason dedikleri ot.
Kendisinden tuz meydana getirilen taş ki, Türkçe ona "tuz taşı" derler.
en'am / en'âm
Bazı Kur'an âyetlerinin veya sûrelerinin bir araya getirilmesiyle ortaya çıkarılan dua kitabı.
endüstri
Sanayi, imalât, sanatlar. Hammaddeyi mâmul eşya hâline getirme. Bu da ikiye ayrılır. 1- Küçük sanayi: Ev ve atölyelerde basit âlet ve makinelerle eşya imalâtıdır. 2- Büyük sanayi: Su buharı, akaryakıt, elektrik, atom enerjisi gibi büyük çapta enerji kaynaklarından faydalanılarak fabrikalarda seri hâ
(Fransızca)
enne
Gr: Kat'iyyet bildirir ve kelimenin başına getirilir.
enva-ı salihin / envâ-ı salihîn
Dinin emir ve yasaklarını eksiksiz olarak yerine getirenler.
ergen
(Bâliğ) Çocukluk çağından gençlik çağına geçmiş olan, aklı ermeğe başlamış, bâliğ.Erginlik çağına gelen müslüman genç, namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek gibi Allah'ın farz kıldığı emirlerini yerine getirmeğe mükellef (yükümlü) olur. Küçük yaştan itibaren derece derece gerekli dini bilgiyi öğre
erkan / erkân
Bir şeyin bir parçasını veya bütününü meydana getiren şeyler, esaslar. Rüknün çoğuludur.
erkan ve ahkam-ı zaruriye / erkân ve ahkâm-ı zaruriye
İslâmın yerine getirilmesi zorunlu temel esasları ve hükümleri.
erkan-ı islamiye / erkân-ı islâmiye
İslâmiyetin esasları, temelleri, rükünleri. (Şehâdet getirmek, Namaz kılmak, Oruç tutmak, Zekât vermek ve Hacca gitmek.)
eser
Yapı, birinin meydana getirdiği şey.
Bir hususa dâir Peygamberimizden (A.S.M.) rivâyet bulunması. Sünen-i Resul.
Bir şeyin varlığına delâlet eden te'sir.
Meydana getirilen kitap. Kitap te'lifi.
esteh
Çekirdek.
(Farsça)
Kemik. Vücud iskeletini meydana getiren nesne.
(Farsça)
evamir-i teşriiye / evâmir-i teşriiye
Allah'ın peygamberleri aracılığıyla insanlara bildirdiği ve yerine getirilmesini istediği emirler.
ezan
Namaza dâvet ve vahdaniyet-i İlâhiyyeyi ve hakaik-ı İslâmiyyeyi âleme, kâinata ilân etmek için minare ve emsali mahallerde edilen nidâ. Kamet getirmek.
Bildirmek.
ezhan
Zihinler. Müdrikler. Anlamayı meydana getiren duygular.
fail / fâil
İşi yapan. Fiili işleyen.
Gr: Masdarın mânasını meydana getirene denir.
faktör
Bir neticeyi meydana getiren unsurlardan her birisi. Amil.
(Fransızca)
faraziye
(Hipotez) Var sayma, kabul. Bir hâdiseyi, bir olayı açıklamak, bir düşünceyi isbat etmek için isbatı yapılmamış başka düşünceleri dayanak olarak alma. Müsbet ilimlerde araştırmanın bir merhalesini meydana getirir. İncelenen hâdiseyi açıklaması muhtemel olan faraziyeler düşünülür. Faraziyenin doğrulu
farz-ı ayn
Her mükellef Müslümanın yerine getirmesi gereken farz.
Her müslümanın yerine getirmesi lâzım olan farz.
farz-ı kifaye / farz-ı kifâye
Bir kısım müslümanların yerine getirmesiyle diğerlerinden sakıt olan farz. Cenaze namazı gibi.
Müslümanların bir kısmının yerine getirmesi ile diğerlerinden düşen farz.
Dinen mutlaka yerine getirilmesi gereken ancak bir kısım Müslümanın yapması ile diğerlerinin üzerinden düşen vazife, cenaze namazı kılmak gibi.
fe
(Buna ta'kib edâtı denir) "Sonra, hemen" mânalarını ifâde için fiillerin başına getirilen edât harfi. Bazan mecaz olarak vav yerinde de kullanılır.
fe'fe'
Bir söz söylerken, dile "fe" harfi gelip, her kelimenin başına "fe" getirerek söylemek.
federasyon
Bir kaç devletin bir devlet meydana getirecek şekilde birleşmesi.
(Fransızca)
Aynı çeşitten bir çok kurulların meydana getirdiği birlik.
(Fransızca)
ferah-aver
Sevinç getiren, sevindiren, ferah getiren.
(Farsça)
feryad-ı matem
Matem hâlinde derin üzüntülerin bağırıp çağırarak dile getirilmesi.
feth ve teshir ederek
Fethederek ve emre hazır hâle getirerek, boyun eğdirerek.
fetiş
Sahibine uğur getirdiğine ve tabiatüstü özellikler taşıdığına inanılan nesne veya hayvan.
feverana getirme
Coşturma, galeyana getirme.
feyc
(Çoğulu: Füyuc-Feycân) Haber getiren peyk.
feyz-aver
Feyz getiren. Feyiz veren.
(Farsça)
Bolluk veren.
(Farsça)
feyz-resan
Bolluk ve bereket getiren, feyiz bahşeden.
(Farsça)
feyzaver / feyzâver
Feyiz veren, bolluk getiren.
feza
(Efzâ) Artıran, ziyadeleştiren, çoğaltan (mânâlarına gelip, kelime sonlarına getirilerek birleşik kelime yapılır.) Meselâ: Can-feza : Can verici. Hayret-feza : Çok hayret verici. Ruh-feza : Ruh verici.
(Farsça)
fidye
Herhangi bir farzından birini yerine getirmeye gücü olmayan bir kimsenin Cenâb-ı Hak'tan özür dilemek kasdı ile, verdiği para veya sadaka.
Esir veya kölelikten kurtulmak için verilen para.
Fık: Fakirin sabahlı akşamlı bir günlük yiyeceği.
füru
Aşağıda. Âciz. Beceriksiz. Geride kalmış... mânaları ifade eder, kelimenin önüne veya sonuna getirilerek ek olarak kullanılır.
(Farsça)
fütuhat-ı kur'aniye / fütuhat-ı kur'âniye
Kur'ân'ın kalplerde ve ruhlarda meydana getirdiği mânevî fetihler.
gaile çıkarmak
Sıkıntı meydana getirmek, üzüntü vermek.
gangren
Bulunduğu organı kullanılmaz hâle getiren bir hastalık.
gaser
Rüzgârın çukur yere getirip yığdığı.
gayr
Diğer, başkası, mâadâ, âher, yabancı. (İstisnâ edâtıdır. Başlarına getirildiği kelimeyi nefy yapar.)
gazel-sera
Nazım şekilleri arasında gazel meydana getiren.
(Farsça)
gerdendade-i tevfik / gerdendâde-i tevfik
Gerekli çalışma ve vazifeleri yerine getirdikten sonra neticeye boyun eğme ve sonucu Allah'tan bekleme.
gırbın
Selin getirdiği çamur.
girye-perverd
Ağlatıcı, gözyaşı döktüren, ağlamayı getiren.
(Farsça)
gözdağı
Mc: Birini istenilen yola getirmek için samimi olmayan şiddet gösterişleriyle korkutmak ve tehdit etmek.
(Türkçe)
güldeste-i marifet
Allah'ı tanıma ve imanın meydana getirdiği bilgilerden derlenmiş gül destesi.
günahpişe
(Çoğulu: Günahpişegân) Günah işlemeyi âdet haline getiren.
günahpişegan / günahpişegân
Günah işlemeyi âdet haline getirenler.
(Farsça)
gurm
Bir kimse üzerine eda edilmesi, yerine getirilmesi lâzımgelen şey. Borç ve diyet gibi. (Garâmet de olur)
guşmal
Yola getirme, te'dib etme, kulak bükme, ihtar etme.
(Farsça)
hac
İslâm'ın beşinci şartı. Gerekli şartları kendinde bulunduran (bülûğa ermiş yâni ergen, hür, zengin, aklı başında) her müslümanın ömründe bir defâ ihramlı (dikişsiz) bir elbise ile Mekke'ye gidip Kâbe'yi ziyâret etmesi ve Arafât denilen yerde bir mikt âr durması ve bâzı vazîfeleri yerine getirmesi.
haç
Birbirini dik olarak kesen iki doğrunun meydana getirdiği, hıristiyanlık dîninin sembolü olarak kabûl edilen şekil. Buna salîb ve istavroz da denir.
hacce / hâcce
(Çoğulu: Havâcc) Hacca giden, usulüne uygun olarak Kâbe'yi ziyaret ederek hac vazifesini yerine getiren kadın veya kız.
(Çoğulu: Hâcc) Bir cins diken.
hacı
(Çoğulu: Hüccâc) Hacc farizasını yerine getirmiş olan müslüman.
haciyan
(Tekili: Hâcı) Hacılar, hacc farizasını yerine getirmiş olan müslümanlar.
hadesten taharet / hadesten tahâret
Namaza başlamadan önce yerine getirilmesi gereken farzlardan biri. Abdesti olmayan kimsenin abdest alması, cünüb olanın, hayız ve nifas hâli sona eren kadının boy abdesti alması.
hah
(Hasten : "İstemek" mastarından yapılmıştır.) Kelimenin sonuna getirilerek isteyen, ister mânasında terkib yapılır. Meselâ: Bed-hah : Kötülük isteyen.
(Farsça)
hakaik-ı akaid-i islamiye / hakâik-ı akâid-i islâmiye
İslâmın temellerini meydana getiren iman hakikatleri, inanç esasları.
haleldar / haleldâr / خللدار
Bozulmuş, bozuk.
(Arapça - Farsça)
Haleldâr etmek:
Bozmak, halel getirmek.
(Arapça - Farsça)
Haleldâr olmak:
Bozulmak, halel gelmek.
(Arapça - Farsça)
halif
Karşılıklı olarak yapılan bir antlaşmanın şartlarını yerine getirmeye yemin eden, and içen, müttefik.
halife
Yeryüzünde Allah'ın emirlerini yerine getirip Onun namına tasarrufta bulunan ve varlıklar üzerinde Onun adına egemen olan insan.
ham madde
Bir şeyin meydana getirilmesi için işlenilen ana maddelerden her biri.
hamdele
"Elhamdülillah" demenin kısaca ismi. Bu sözün masdar haline getirilip kısaltılması.
hamele-i mümtesil
Aldığı emri yüklenip yerine getiren taşıyıcılar.
hamil / hamîl
Kefil.
Başka yerden getirilen oğlan.
hamil-i vahy / hâmil-i vahy
Vahyi Peygamberimize (A.S.M.) getiren Cebrail (A.S.)
haml
Yük.
Sırtına yük alıp getirmek.
Kadının karnındaki çocuk.
İsnad. Yüklenme.
hamse
Mesnevi şekliyle yazılmış beş kitabdan ibaret bir takım demektir ki, böyle eser meydana getirmiş olanlara "Hamsenüvîs", yâhut "Hamseci" denilir. XII. yüzyıla kadar hamse-nüvîslik mutâd değildi. 1195'de vefat etmiş olan Genceli Şeyh Nizamî, manzum olarak beş kitab yazmış ve hepsine birden "penc genç"
hanis
Ettiği yemini yerine getirmeyen. Yeminini bozan.
hardal
Çok küçük tohumları olan ve yaprakları yenen bir nebat ismi. Döğülerek macun haline getirilir ve sofrada iştah açmak için kullanılır.
harf
Ağızdan çıkan her bir sese âit verilen işaret. Alfabeyi meydana getiren şekilli çizgilerden herbiri.
Müstakil bir mânâya değil de başka harflerle birleşerek, başka muayyen ve müstakil çok mânaların ifadesi için kullanılan şekil. Başkasının mânalarını gösteren işaret.
Vecih, ü
hasıl / hâsıl / حاصل
Ortaya çıkan, var olan.
(Arapça)
Hâsılı:
Kısacası, sonuç olarak.
(Arapça)
Hasıl etmek:
Meydana getirmek, ortaya çıkarmak.
(Arapça)
Hâsıl olmak:
Ortaya çıkmak, var olmak.
(Arapça)
hasıl etmek
Meydana getirmek, ortaya çıkarmak.
hasıl ettirmek
Meydana getirmek.
haşir / hâşir
Toplayan, bir araya getiren.
haşr-i insani / haşr-i insanî
İnsanın öldükten sonra âhirette yeniden diriltilip Allah'ın huzuruna getirilmesi.
haşv-i müfsid
Edb: İbarede yalnız kalabalık etmekle kalmayıp mânâyı da anlaşılmaz hale getiren söz.
hatemkari / hatemkârî
Bir sathın "yüzeyin" üzerine süs şekilleri oyarak meydana getirilen boşlukları, o satha benzeyen başka bir madde veya mâdenle doldurmak suretiyle yapılan tezyinât.
hatır-ı melekani / hâtır-ı melekânî
İbâdete, tâate rağbet etmeye dâir insanın kalbine melek tarafından getirilen düşünce. Buna ilhâm da denir.
hatır-ı nefsani / hâtır-ı nefsânî
Kötülükleri istiyen nefs tarafından kalbe getirilen düşünce. Buna hâcis denir.
hatır-ı şeytani / hâtır-ı şeytânî
Günâhı beğenmeye, süslemeye, güzel göstermeye dâir kalbe şeytan tarafından getirilen düşünce. Buna vesvese denir.
hatıra / hâtıra / خاطره
Hatıra, hatıra gelen.
(Arapça)
Hatıra getirmek:
Aklına getirmek, düşünmek.
(Arapça)
Hâtıra hutûr etmek:
Hatırlamak, anımsamak.
(Arapça)
hatm-ı hacegan / hatm-ı hâcegân
Nakşibendiyye yolunda fâidesi, feyz ve bereketi çok olan bir vazîfe. Bu yolun veya ona bağlı kolun büyüğünün koyduğu evrâdın (Belli zikr ve duâların okunmasının) toplu veya yalnız olarak yerine getirilmesi.
havass-ı (hamse-i) batına / havass-ı (hamse-i) bâtına
Kalbe bağlı beş duyğu: Hiss-i müşterek (hayâl kuvveti), müdrike (akıl), vehim (vâhime), hâfıza, mutasarrıfa (meydana getirici hayal kuvveti).
hazhaza
Sallama, el ile harekete getirme.
hazin / hazîn
Hüzünlü. Keder meydana getiren. Acı uyandıran.
hazm
Midedeki yenen şeyleri eritmek, sindirmek. Vücuda yarayacak hale getirmek.
Birisine ansızın hücum etmek.
Ansızın bir şey üzerine inmek.
Birisinin hakkını, malını gasb ile alıp zulmeylemek.
Münasebetsiz bir hale, güce gidecek bir vaziyete düşenin kendi nefsini
hediy
Beytullah için getirilen kurbanlar.
helümm
"Tez getir" mânasına gelir.
helümme cerra
(Helümme cerren) "Var kıyas eyle... Çek beri getir." gibi kinâye için söylenen bir tabirdir.
helümmecerra / helümmecerrâ
Çek beri getir, var kıyas eyle!
hetr
Bunama, alıklaşma. Ateh getirme, ihtiyarlıktan çocuk gibi olma.
Sersemleşme, aptallaşma.
Birisini kötüleme.
Acib emir.
Zahmet, meşakkat.
Enine yarmak.
hevl-aver / hevl-âver
Korkunç, korku getiren, korku veren.
(Farsça)
heyban
Korkunç, korku getiren.
Çok utangaç çekingen.
Korkak.
Çoban.
hibek
(Çoğulu: Hubük) Rüzgârın lâtif estiği zaman denizde veya kumda meydana getirdiği yol yol kırıntılar ve dalgacıklar. Saçların kıvırcıklığından hâsıl olan dalgalanmalar. Kelimenin aslı olan "habk" sıkı bağlayıp muhkem kılmak; ve kumaşı sıkı, sağlam ve üzerinde san'at eseri zahir olacak vecihle güzel b
hıfz
Koruma, ezberleme, saklama.
Devâm etmek, yerine getirmek, gözetmek.
Ezberlemek.
himal
Yük getirmek, yük taşımak.
himmet
Kast, irâde, kuvvetli istek, arzu. Allahü teâlânın velî kullarından bir zâtın, kalbinde yalnız bir işin yapılmasını bulundurup, başka bir şeyi kalbine getirmemesi ve Allahü teâlâdan o işin olmasını dileyerek, bu şekilde mânevî yardımda bulunması. Evliyânın himmeti, yaktı beni kül eyledi Sofi
hıristiyanlık
Îsâ aleyhisselâmın getirdiği hak din olan Îsevîliğin bozulmuş şekli.
hisse-i icad
Var etme, vücuda getirme hissesi.
hiyazet
Toplama, bir araya getirme.
Bir şeyi kendine mal etme.
hizb
Bazı duaların ve ayetlerin bir araya getirilmesiyle oluşan kitap.
hizb-i mahsus
Kur'ân'dan seçilen özel bölümlerin bir araya getirilmiş hâli.
hizb-i mahsus-u kur'ani / hizb-i mahsus-u kur'ânî
Kur'ân'dan seçilen özel bölümlerin bir araya getirilmiş hâli.
hornito
İsp. Küçük fırın.
Jeo: Genellikle patlamalar neticesinde meydana gelen, lâv fışkırmalarının volkan selleri yüzeyinde meydana getirdiği kabarcık.
hubne
Koltuk altına koyup getirilen şey.
Kaftan eteği.
Don.
hukuk-u mevzua
Konulmuş kanunların meydana getirdiği hukuk.
hulf-ül va'd
Ahdinden dönmek. Verdiği sözü yerine getirmemek.
hulf-ül vaid / hulf-ül vaîd
Va'dedilmiş azabı yapmamak, cezâyı yerine getirmemek. (Cenâb-ı Hak kendine isyan edenlerin, günahta devam edenlerin cehenneme gideceklerini beyan ediyor, tehdid ediyor, vaid ile beyanda bulunuyor. Affetmediği takdirde bu vaidinden dönmesi, aslâ adâletine yakışmaz, muhâldir.)
hulfü'l-vaid / hulfü'l-vaîd
Söz verdiği halde azap ve cezayı yerine getirmeme.
hürmet-i müsahere
Sıhriyyet sebebi ile hâsıl olan haramlık. Yâni evlenmek sebebi ile meydana gelen akrabalık dolayısıyle hâsıl olan haramlıktır. Bu sıhriyyetin haramlık meydana getirmesi, ister meşru' nikâhla olsun, ister gayr-ı meşru' olsun "hürmet-i müsahere" meydana gelir.Meselâ: Hanefi mezhebinde, bir kimse kendi
huruf-u nasibe / huruf-u nâsibe
Gr: Muzari (geniş zaman) fiilinin başına getirildiğinde o fiili nasbeden harfler. (En), (Len), (İzen), (Key) harfleri gibi.
hus
Dikmek.
Darlık vermek.
İki şeyi bir araya getirmek.
hüsn-ü ifade
Güzel anlatım, maksadını güzelce dile getirme.
husul / husûl / خصول
Ortaya çıkma, gerçekleşme, var olma.
(Arapça)
Husûle getirmek:
Meydana getirmek, gerçekleştirmek.
(Arapça)
huygerde
Terlemiş.
(Farsça)
Adet edinmiş, huy hâline getirmiş, alışmış.
(Farsça)
huyul
(Tekili: Hayl) Atlı alaylar.
Atlar.
Kötülerin meydana getirdiği kalabalık.
i'da'
Düşman etmek.
Sıçratmak.
Geri getirmek.
Muavenet etmek, yardım etmek.
i'mar / i'mâr / اِعْمَارْ
Bayındır hâle getirme, şenlendirme.
i'tikad
İnanmak. İnanç. Sıdk ve doğruluğuna kalben kararlı olmak. Gönülden tasdik ederek inanmak. Dinin temelini meydana getiren şeylere inanmak.
i'tikal
Sağmak için koyunun ayaklarını iki bacağı arasına alma.
Devenin dizini büküp bağlama.
Güreş yaparken rakibini sarmaya getirip yıkma.
iade
Geri vermek. Eski haline getirme.
Mukabilini yapma. Karşılığını yapma.
Avdet ettirmek.
Edb: Bir mısraın veya beytin son kelimesini, kendisinden sonra gelen mısra veya beytin ilk kelimesi olarak kullanma sanatı.
iadeten / iâdeten
Eskiyi yerine getirerek; ölümden sonra çürüyüp dağılan bedeni tekrar inşa edip diriltmek şeklinde.
ibadet / ibâdet
Allah'ın (C.C.) emirlerini yerine getirmek ve nehiylerinden kaçmak. Yapılmasında sevab olup, ihlâsla yapılan herhangi bir amel. Şeriatta bildirildiği gibi Allah'a kulluk etmek. Kâinatın ve dolayısıyla insanların hilkatindeki hikmet ve gaye.
Kulluk, kulluk vazîfelerini İslâmiyetin bildirdiği şekilde yerine getirmek. Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymak.
Allahın emirlerini yerine getirmek.
ibadetullah
Allah'a ibadet etme, Ona kullukta bulunma; emirlerini yerine getirip, yasaklarından kaçınma.
ibarat
(Tekili: İbare) İbareler. Bir ifadeyi meydana getiren kelime ve cümleler.
ibda / ibdâ
Meydana getirme.
Yaratma.
ibda' / ibdâ' / ابداع
Yeni bir şey getirme, yaratma, geliştirme.
(Arapça)
İbdâ' etmek:
Yeni bir şey getirmek, yaratmak, geliştirmek.
(Arapça)
ibda'kar / ibdâ'kâr / ابداعكار
Yaratıcı, yenilik getiren.
(Arapça - Farsça)
ibda-i san'at / ibdâ-i san'at
Benzersiz güzellikte sanat eseri meydana getirme.
ibdal
Değiştirmek. Tebdil ve tahvil eylemek. Birinin yerine diğerini getirmek.
ibkà
Bâkîleştirme, sürekli ve kalıcı hale getirme.
ibka / ibkâ
Sürekli ve kalıcı hale getirme.
ibka etmek
Devam ettirmek, kalıcı hale getirmek.
ibkà etmek
Sürekli ve kalıcı hâle getirmek.
ibkaen ta'yin
İşinden ayrılan bir memuru tekrar eski işine getirme.
ibkam / ibkâm
Susturma, bir tartışmada ağız açamıyacak hale getirme.
ibn-i ishak
(Ebu Abdullah Muhammed) Medine'de büyümüştür. Hz. Muhammed'in (A.S.M.) hayatına dair vak'aları derin bir alâka ile toplamağa başladı. Daha sonra Mısır'a, oradan da Irak'a gitti. Hi: 151 veya 152 tarihinde Bağdat'ta vefat etti. Siyere dair iki eser vücuda getirmiştir.1. Kitab-ül Mübtedâ ve Kısâs-ul E
ibrahim
İbrahim kelimesi, İbranicede baba anlamına gelen "eb"; ve cumhur demek olan "reham" kelimelerinden meydana gelmiştir. "Ebu-l cumhur" ise; cumhurun babası demektir. Bu ismi meydana getiren kelimelerin ikisinin de hareke veya telaffuzlarını az bir değişiklik yapmakla yine bu mânalar Arapçada vardır. B
iç oğlanı
Saray hizmetine alınıp devletin çeşitli makamlarına namzed olarak yetiştirilen gençler. İç oğlanı, Yıldırım Bayezid zamanında yeni teşekküle başlayan saray hizmetlerinde bulunmak üzere yeniçerilik için toplanan devşirmelerden ayrılmak suretiyle meydana getirilmiş ve bu usûl sonradan yapılan kanunla
(Türkçe)
icad / îcâd
Vücuda getirmek. Yeniden bir şey meydana getirmek. Yoktan var etmek.
Yoktan var etme, vücûda getirme, yaratma.
icad ve teceddüd fikri
Yeni çalışmalar ve eserler vücuda getirme; yenilik arayışında olma düşüncesi.
icma / icmâ
Dağınık şeyleri bir araya getirme, toplama.
icma' / icmâ' / اجماع
Bir araya getirme.
(Arapça)
icmad-ı ma / icmad-ı mâ
Suyun dondurulması. Suyun buz haline getirilmesi.
icra / icrâ / اجرا
Bir işi yürütmek.
Yerine getirmek. Yapma. Tatbik etme.
Vekil göndermek.
Mahkeme kararını yerine getirmek.
Suyu akıtmak.
Huk: Borçlunun alacaklıya karşı ödemekle mükellef olduğu bir borcu, adlî bir teşekkül vâsıtasıyla ödetme.
Yürütme, yerine getirme.
Yerine getirme.
Yürütme, yapma, yerine getirme.
(Arapça)
Yapılma, yerine getirilme, yürütülme.
(Arapça)
İcrâ edilmek:
Yürütülmek, yapılmak, yerine getirilmek.
(Arapça)
İcrâ etmek:
Yürütmek, yapmak, yerine getirmek.
(Arapça)
icra etme
Yerine getirme.
icra-yı icabi / icra-yı icabî
Lüzum eden muamelenin yerine getirilmesi.
icra-yı tesir / icrâ-yı tesir
Tesir meydana getirme, tesir etme.
icra-yı vazife / icrâ-yı vazife
Vazifenin yerine getirilmesi.
icraat
(Tekili: İcrâ) Meydana getirilen işler. Yapılan işler.
Ameliyat. Tatbikat.
icsa'
Dizüstü getirme. Çökertme.
ictirar
İleri ve geri çekme, çekilme.
Hayvanın geviş getirmesi.
ictiraz
Devenin geviş getirmesi.
ideoloji
İnsanların düşünce ve hareketlerine muayyen bir istikamet vererek, siyasî veya ictimaî bir doktrin meydana getirmek isteyen fikir sistemi.
(Fransızca)
idhal / idhâl / ادخال
İçeri alma, sokma.
(Arapça)
Yurt dışından getirme, dışalım, ithal.
(Arapça)
İdhâl edilmek:
(Arapça)
İçeri alınmak, sokulmak.
(Arapça)
Dışalım yapılmak.
(Arapça)
İdhâl etmek:
(Arapça)
İçeri almak, sokmak.
(Arapça)
Yurt dışın
(Arapça)
idhalat / idhalât
(Tekili: İdhal) Memleket haricinden eşya ve mal getirmek.
ifa / îfa / îfâ / ايفا / ایفا / ا۪يفَا
Ödemek. Yerine getirmek. Söz verdiğini veya vazife bildiğini yerine getirmek. Kılmak. Yapmak.
Yerine getirme, yapma.
Ödeme, yerine getirme.
Bir işi yapma.
İş görme.
Yerine getirme.
Ödeme, yerine getirme.
Yerine getirme.
Yapma, yerine getirme.
(Arapça)
Ödeme.
(Arapça)
Îfâ edilmek:
(Arapça)
Yapılmak, yerine getirilmek.
(Arapça)
Ödenmek.
(Arapça)
Îfâ etmek:
(Arapça)
Yapmak, yerine getirmek.
(Arapça)
Ödemek.
(Arapça)
Yerine getirme.
ifa eden / ifâ eden
Yerine getiren.
ifa etme / îfâ etme
Yerine getirme.
ifa etmek / îfa etmek
Yerine getirmek.
ifa eylemek
Yerine getirmek.
ifa-i hak / ifâ-i hak
Hakkın yerine getirilmesi.
ifa-i vazife / îfa-i vazife
Görevin yerine getirilmesi.
ifa-yı şükran / ifâ-yı şükran
Teşekkür görevini yerine getirme, teşekkür etme.
ifa-yı sünnet / ifâ-yı sünnet
Sünneti işleme, yerine getirme.
ifa-yı ubudiyet / ifâ-yı ubudiyet
Allah'a olan kulluğu yerine getirme.
ifa-yı vaad
Sözünü yerine getirmek.
ifa-yi vazife
Görevini yapma, vazifesini yerine getirme.
ifa-yı vazife / îfâ-yı vazife / ایفای وظيفه
Görev yapma.
Îfâ-yı vazife etmek:
Görev yapmak, görevini yerine getirmek.
ifa-yı vazife-i ubudiyet / ifâ-yı vazife-i ubudiyet
Kulluk görevini yerine getirme.
ifade / ifâde / افاده
Konuşma, hakikatleri dile getirme.
Söylem, anlatım, dile getirme.
(Arapça)
İfâde edilmek:
Anlatılmak, belirtilmek, dile getirilmek.
(Arapça)
İfâde etmek:
Anlatmak, belirtmek, dile getirmek.
(Arapça)
ifrazciyan
Darphanede sikke (para) kesenler. Altun, gümüş ve bakır madenlerini para haline getirdikleri için bu tabir meydana gelmiştir.
igare
Yağma etmek, hücum etmek.
Teşvik etmek. Gayrete getirmek. Acele etmek.
iğna / iğnâ / اغنا
Zengin etme, kimseye muhtaç olmayacak hale getirme.
(Arapça)
igzab
(Gazab. dan) Gazaba getirme, hiddetlendirme, kızdırma, öfkelendirme.
iham-ı kabih
Edeb ve terbiye dışı anlamı bilerek kullanma. Sözü edeb ve terbiyeye aykırı bir mecazî mânâya getirme.
ihdas / ihdâs / احداث
İcad etme, bir şeyi meydana getirme.
Kurma, oluşturma, meydana getirme.
(Arapça)
İhdâs edilmek:
Kurulmak, oluşturulmak, meydana getirilmek.
(Arapça)
İhdâs etmek:
Kurmak, oluşturmak, meydana getirmek.
(Arapça)
İhdas olunmak:
Kurulmak, oluşturulmak, kon
(Arapça)
ihkak
Mazlumun hakkını zâlimden almak. Hakkı yerine getirmek. Hak ile hasmına galib olmak.
Hakkı yerine getirme.
ihkak-ı hak
Haklıya hakkını vermek. Hakkı, usülü dairesinde yerine getirmek.
ihlal / ihlâl / اخلال
"Halel"den bozma, sakatlama, kusurlu hale getirme.
Bozma, lekeleme, halel getirme.
(Arapça)
İhlâl edilmek:
Bozulmak, halel getirilmek.
(Arapça)
İhlâl etmek:
Bozmak, halel getirmek.
(Arapça)
ıhrab
Viran etmek, harabe haline getirmek.
ihram / ihrâm
Mîkât denilen mahalde (yerde) hacca veya umreye niyet ederek, peştemal gibi dikişsiz iki parça örtüyü giymek ve telbiye getirmek sûretiyle, daha önce mubah (serbest) olan bâzı şeyleri kendine haram kılmak yâni bunları yapmaktan sakınmak. İhrâmlı kims eye muhrim denir. İhrâm elbisesinin belden aşağı
ihvan-üs-safa / ihvân-üs-safâ
On birinci asrın ikinci yarısında Basra'da ortaya çıkan; "İslâmiyete birçok vehimler karışmış, onu bu vehimlerden temizlemek ancak felsefe ile mümkündür. İslâm dînini felsefe vâsıtasıyla saf hâle getirmelidir" diyen sapık ve gizli bir cemiyet, ekol.
ihya-ı mevat / ihyâ-ı mevât
Faydalanılmayan ölü toprakları işlemek, faydalanılır hâle getirmek.
ihya-yi mevat
İşlenmemiş toprağı, ekin için elverişli bir hâle getirme.
ihzar / ihzâr / احضار
Hazır etmek. Hazırlamak.
Huzura getirmek. Derpiş etmek.
Mahkemeye gelmeyenleri cebren getirme müzekkeresi.
İhzar etmek:
Hazırlamak.
Getirmek.
Çağırma, huzura getirme.
(Arapça)
Hazırlama.
(Arapça)
Hazırlanma.
(Arapça)
ihzaren
Huzura getirerek. Birini mahkemeye dâvet ederek.
Hazırlayarak, ihzar ederek.
ihzariye
Aleyhine açılan dâva münasebetiyle getirilen şahıslardan, gönderilen mübaşir veya muhzirin masrafı karşılığı olarak tahsil edilen para. İhzariyeye mübaşir ve muhzirin at ve araba masrafından başka yemek, içmek gibi şahsî masrafları da ilâve edilirdi.
Birinin mahkemeye çağrılması için
ika / îkâ
Salma, meydana getirme.
ika' / îka'
(Vuku'. dan) Vuku buldurmak. Fena bir şey yapmak. Meydana getirmek. Yetiştirmek. Düşürmek.
Meydana getirme, gerçekleştirme.
ikale
Pazarlığı bozma. Her iki tarafın isteğiyle alışveriş mukavelesini bozma. Bir hukuki muamele ile meydana gelen vaziyetin diğer bir hukuki muamele ile eski haline getirilmesi.
Demediği halde "Dedin" diye iddia etme.
ikame / ikâme
Oturtmak. Mukim olmak. Yerleştirmek. İskân eylemek. Bulundurmak. Meydana koymak. Vücuda getirmek. Dâva açmak. Ayağa kaldırmak. Kıyam etmek.
Yerleştirmek, iskan etmek, vücuda getirmek.
ikame-i beyyine
Şâhid getirme.
ikamet
Bir yerde kalmak. Oturmak.
Müezzinin kamet getirmesi.
ikrar / ikrâr / اقرار
Söyleme, dile getirme.
İtiraf.
(Arapça)
Dile getirme.
(Arapça)
Kabullenme.
(Arapça)
İkrâr etmek:
(Arapça)
İtiraf etmek.
(Arapça)
Dile getirmek.
(Arapça)
Kabullenmek.
(Arapça)
ilcaat-ı zaman
Zamanın getirdiği mecburiyetler, çaresiz durumda bırakmalar.
ilham eden / ilhâm eden
Kalbe getiren, gönle doğuran.
ilmühaber
(İlm-i haber) Resmi bir daireye verilmek üzere hazırlanan ve bir adamın ahvâli hakkında bilgileri ihtiva eden kâğıt. Resmi vesika.
Para, evrak vs. teslim olunduğunu gösteren ve bunları getiren adamın eline verilen pusula.
iltizam
Kendine lâzım kılma. İcrasına cehdettiği şeyi kendi üzerine vâcib kılma. Mülâzemet etme. Gerekli bulma.
Tarafgirlik etme, birinin tarafını tutma.
Onyedinci y.y. dan itibâren devlete gelir getiren kaynaklar, yavaş yavaş belirli bedel karşılığında şahıslara verilmeğe başlandı.
ilzam / ilzâm / اِلْزَامْ
Delille cevab veremez hâle getirme.
ilzam eden
Delil getirerek karşısındakini susturan.
imame / imâme
Eskiden müslümanların başlarına sardığı, bugün ise, sadece din görevlilerinin namaz kıldırırken ve dînî vazîfeleri yerine getirirken giydikleri başlık üzerine sarılan sarık.
Tesbîhin ucundaki uzun tâne.
iman / îmân
İnanmak. İtikad. Hakkı kabul, tasdik ve iz'ân etmek. İslâmiyeti kabul edip amel etmek. Dini bütün hakikatleri kabul edip gereğini yerine getirmek.
İnanmak. "Allahü teâlâdan başka mâbud, ilâh olmadığına, Muhammed aleyhisselâmın O'nun kulu ve Resûlü olduğuna" ve O'nun Allahü teâlâdan getirdiklerine kalb ile inanıp dil ile söylemek.
imar-ı dünya / imâr-ı dünya
Dünyanın bayındır hâle getirilmesi, düzenlenmesi.
imaret / imâret
Bayındırlık; bir yerin ömür sürülür, yaşanır hâle getirimesi.
imaret-i arz
Yeryüzünün imar edilmesi, ömür sürülür, yaşanır hâle getirilmesi.
imate
Ölü hale getirmek. Öldürmek. Fena etmek.
imtisal etmek
Emre uymak, bir emri yerine getirmek.
imza-i kaza
Huk: Verilen hükmü infaz edip yerine getirme.
in'aş
Harekete getirme, canlılık kazandırma. Yukarı kaldırma.
inbah
Uyandırma, uyarma.
Kımıldatma, harekete getirme.
incaz
(Çoğulu: İncâzât) Yerine getirme. Verilen sözü tutma.
incaz-i va'd
Va'dini yerine getirme. Verdiği sözünü tutma.
infaz / infâz / انفاذ
Sözünü geçirme. Bir hükmü yerine getirme.
Aldığı emre göre birisini öldürme.
Öte tarafa geçirme.
Emri yerine getirme; uygulama.
Yerine getirme.
Uygulama, yerine getirme, yapma.
(Arapça)
infaz eden
Bir hükmü yerine getiren.
infaz-ı ahkam / infaz-ı ahkâm
Hükümleri yerine getirme, uygulama.
inkılab-ı azim-i islami / inkılâb-ı azîm-i islâmî
İslâmın meydana getirdiği büyük değişim.
inşa / inşâ
Yapma. Vücuda getirme. Terkib etme. Bir şey peyda etmek.
Yaratma.
Edb: Yazı dersi. Nesir yazmak.
Güzel nesir halinde yazı yazmak veya güzel yazılmış nesir halindeki yazı.Çeşitli mektuplaşma ve güzel yazma için mektup, tezkere, istida (dilekçe), tebrik, tâziyenâme, sen
Yapma, vücuda getirme.
inşad etme / inşâd etme
Sesli olarak dile getirme.
insanın haşri
İnsanların, öldükten sonra dağılmış olan zerreleri âhirette Allah tarafından tekrar bir araya getirilerek bedenlerinin inşa edilmesi ve diriltilmesi.
inşilal
Şiddetle dökülerek akma.
(Su) uçurumdan dökülerek şelâle meydana getirme.
intac
Neticelenme. Husule getirme. Sona erdirme. Doğurma, meydana getirme.
intak
Edb: Söylemeğe kabiliyeti olmayanı söyletmek. Onun nâmına konuşmak. Nutka getirmek, söyletilmek. Dile getirmek.
Nutka getirmek, söyleme yeteneği olmayanı söyletmek.
intak-ı bi-l hak
Hakk'ın söyletmesi. Cenab-ı Hakk'ın konuşturması. İnayet-i Hak ile hakikatı olduğu gibi dile getirmek.
intak-ı bil-hak
Cenâb-ı Hakkın konuşturması, bir şeyi dile getirmesi.
intak-ı bilhak / intâk-ı bilhak
Cenâb-ı Hakkın konuşturması, bir şeyi dile getirtmesi.
iptal-i his
Hisleri uyuşturma, duyguları vazifelerini yapamaz hale getirme.
irad / irâd / îrâd / ایراد
Varid kılmak. Getirmek. Söylemek.
Gelir. Kazanç. Bir mal veya mülkün getirdiği kazanç.
Getirilme, ortaya konulma.
Söyleme, dile getirme.
Getirme, söyleme.
(Arapça)
Gelir, kazanç.
(Arapça)
Suâl îrad edilmek:
Soru yöneltmek.
(Arapça)
irad-ı mesel
Edb: Bir fikri isbat için misal getirme. Buna İrsal-i mesel de denir.
irca-i kelam / irca-i kelâm
Sözü yine maksada çevirme ve getirme.
is'af / is'âf
Birisinin arzusunu, istediğini kabul etmek ve yerine getirmek.
Yardım isteğini yerine getirme.
İs'af olunmak:
Yerine getirilmek.
Birinin isteğini kabul edip yerine getirme.
is'af etmek
İsteği yerine getirmek.
isa aleyhisselam / îsâ aleyhisselâm
İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. Yeni bir din getiren peygamber olup, kendisine dört büyük kitaptan biri olan İncîl verildi. Annesinin adı Meryem'dir. Allahü teâlâ onu babasız yarattı.
isbat / isbât
Sağlamlaştırma, dayanıklı hâle getirme. Delil ve şâhit göstererek bir sözün ve fikrin doğruluğunu ortaya koyma.
Tasavvuf yolunda ilerlerken Lâ ilâhe dedikten sonra illallah demek.
isevi / îsevî
Îsâ aleyhisselâmın getirdiği hak dîne inanan kimse.
işhad / işhâd / اشهاد
Delil getirme, delil olarak gösterme. Şehadet ettirme, şâhid gösterme.
Şehid olma.
Tanık getirme.
(Arapça)
iskat / iskât
Sükût ettirmek. Cevap veremiyecek hâle getirmek. Susturmak.
Kandırmak, râzı etmek.
işkembe
Geviş getiren hayvanların midesinin en büyük kısmı.
(Farsça)
Karın.
(Farsça)
ıslah / ıslâh
Terbiye etmek, iyi hâle getirmek.
Bozulan bir şeyi eski hâline getirme.
İnsanların aralarını düzeltmek, barıştırmak.
ıslahat / ıslâhât
Düzeltmeler, tashihler, iyi hale getirme, mükemmelleştirme.
İyi hâle, işe yarar hâle getirmek için yapılan çalışmalar, düzenlemeler.
islak
(Silk. den) Düzenleme, sıraya koyma.
Yola getirme.
Diziye geçirme.
Mesleğe sokma, sokulma.
islam / islâm
Hazreti Muhammed aleyhisalâtü vesselâmın getirdiği din.
ism
(İsim) Ad, nâm.
Ist: Bilinen veya bilinmeyen, hissedilen veya hissedilmeyen herhangi bir şeyi birbirinden ayırmak, tanımak veyahut zihne getirmek için kullanılan söz veya lâfız.
Man: Tam mânalı ve hem mevzu, hem mahmul olabilen lâfızdır.
ism-i adl ve hakem
Allah'ın haklıyı haksızdan ayırıp her hakkı yerine getirdiğini ve herbir şey hakkında adaletle küllî hüküm verdiğini bildiren isimleri.
ism-i hakem
Allah'ın haklıyı haksızdan ayırdığını, her hakkı yerine getirdiğini ve hüküm sahibi olduğunu ifade eden ismi.
ism-i mensub
Gr: Kelimenin sonuna Türkçede "Li", Arabça ve Farsçada kelime sessiz harfle bitiyorsa, bir "î", sesli harfle bitiyorsa; yerine göre sesli harf atılarak veya atılmayarak "î" veya "vî" harfi getirilerek yapılan, nereli ve nereye mensub olduğunu ifade eden isimdir. İstanbullu, İstanbulî; Mekkeli, Mekkî
ism-i tasgir
Küçültme ismi. Küçüklük veya azlığa delâlet eden isimdir. Arapçada ekseri (Fueyl) veya (Fuayil) vezninde, Türkçede kelime sonuna cik, cık, cağız, ceğiz gibi ekler getirerek yapılır. Abd: Kul, Ubeyd: Kulcağız, kulcuk gibi.
ısmam
Şişenin ağzını tıkama.
Sağırlaştırma, duymaz hâle getirme.
isna aşeriyye / isnâ aşeriyye
Şiîliğin kollarından biri. Hazret-i Ali'nin halîfe olması açıkça emr olunmuştu, Eshâb (Peygamber efendimizin arkadaşları) bu emri yerine getirmediği için kâfir oldu diyen, Peygamber efendimizin vefâtından sonra hazret-i Ali ve sırasıyla onun iki oğlu ile torunlarını meşrû (geçerli) imâm kabûl eden v
isparçene
İtl. Halatın üzerine sarılan kendir ve ip.
Halatı meydana getiren üç boy bükmenin beheri.
istibda
(İstibra') Ayırmak. Uzak etmek.
Küçük abdest bozduktan sonra idrardan temizlenmek, sidik eserinin tamâmen kesilmesini beklemek.
Nikâhla alınan dul bir kadının gebe olmadığına kanaat getirmek için, kadın bir âdet görünceye kadar beklemek.
isticlab
(Celb. den) Çekme, celbetme. Çekmeye vaya getirmeğe sebep olma.
Fls: Uyandırma.
istidad vermek
Yetenekli kılmak, filiz verecek tohumlar hâline getirmek,.
istidari / istidarî
Dönerek ve bir daire meydana getirecek olan.
istidlal / istidlâl / اِسْتِدْلَالْ
Delil getirmek. Bir delile dayanarak netice çıkartmak. Delile nazar etmek. Muhakeme. Mülahaza ve anlama kudreti. Delil ile anlamak. Zihnin eserden müessire veya müessirden esere intikali.
Delil getirme, hüküm için çıkarımda bulunma.
Delîl getirme. Akıl ile, düşünerek, inceleyerek eseri (yapılan işi) görerek yapanı; yaratılmışları görerek yaratanı anlamak.
Bir delile dayanarak bir şeyden netice çıkarmak. Delil getirerek anlamak.
Delil getirme, delile dayanarak hüküm çıkarma.
Delil getirme.
istidlalat / istidlâlât
Delil getirme, akıl yürütme, çıkarımda bulunma.
istidlalen / istidlâlen
Delil getirerek, akıl yürüterek.
istifa-yı kısas
Kısas hakkının bilfiil yerine getirilmesi. Câni hakkında kısas cezasının tatbik edilmiş olması.
istiğrak / istiğrâk
Türü kapsayacak şekilde umumi hâle getirme.
istigzab
Öfkelendirme, kızdırma, gazaba getirme, hiddet ettirme.
istihsal
Hasıl etmek. Husule getirmek. Elde etmek. Üretmek.
istihsar
Usanmak, fütur getirmek, bıkmak.
istihzar
Hazır etme, gözönüne getirme.
Huzura gelme, hazır etme, huzura dâvet etme.
Hazırlama, bir şeyi hatıra getirme.
Konferans verecek olan hatiplerin okumak ve araştırmak suretiyle evvelce hazırlanması.
iştikak
Türemek. Bir kökten ayrılan kelimelerin asılları ve birbirleri ile olan münâsebetleri, meydana gelişleri.
Çatallaşmak. Yarılmış bir şeyin bir şıkkını almak.
Edb: Aynı kökten türemiş olan birkaç kelimeyi bir araya getirme sanatı. Misaller:(Edipler edepli olmalı, hem de edeb-i
istikbal-i erkan / istikbal-i erkân
Rükünlere yönelmek, şartları yerine getirmek.
istilam / istîlâm
Selâmlamak. Hac ve umre ibâdetinde Kâbe'yi tavafa (etrâfında dönmeye) başlarken veya tavaf sırasında Hacer-ül-esved (Cennet'ten indirilen taşın) önüne gelindiğinde, elleri namaza durur gibi kaldırıp tekbir, tehlîl getirerek (Allahü ekber, lâilâhe ill allahü vallahü ekber diyerek) onu selâmlamak ve e
istimlal
(Melâl. den) Can sıkılıp usanma, melâl getirme.
istinabe
Duruşmada yasal gerekçelerle bulunamayan zanlının, ilgili mahkemece, yasal prosedürün yerine getirilmesi için zanlıya en yakın bölgedeki bir mahkeme veya kişileri yetkili kılması.
istinga
İtl. Yelkenlerin yukarı kaldırılıp toplanması ve bu işin yerine getirilmesi için verilen kumanda.
istirdad-ı hürriyet
Hürriyeti geri alma, getirme.
istişhad / istişhâd
Şahid gösterme. Delil getirme, belge.
Şehid olma.
istişhad etme
Şahit gösterme, şahit tutma, delil getirme.
istişhaden
Şâhid göstererek, şâhid getirerek.
istitaat
(Tav'. dan) Tâkat getirmek. Kudreti ve gücü yeter olmak.
istitradi / istitradî
Asli mevzudan olmayıp sırası gelmişken bir konuyu dile getirme.
istizkar / istizkâr
(Zikr. den) Hatıra getirme, hatırlama. Tahattur etme.
Ezberleme, ezber etme.
ıtfal
Kadının oğlanını getirmesi.
ıtlak etmek
Belli bir sınır getirmeden genelleme yapma; Allah'ın kitap gönderdiği bir peygambere ve dine inanan insanları, yani Hıristiyan ve Yahudileri de hükmün kapsamı altına almak.
ıtrab
(Tarab. dan) şevke getirme, keyiflendirme.
ityan / ityân / اتيان
Delil getirmek.
Gelmek.
Vermek.
Vüsul, vasıl.
Vârid olmak.
Zikir ve isbat ve takrir eylemek.
Getirme.
(Arapça)
ivec
Eğrilik, çarpıklık, yanlışlık.
Hakkı ve hakikatı eğri büğrü heveslerle tahrif etmek, gayr-i müstakim şekle getirmek.
iz'af
Zayıflatmak, kuvvetsiz hale getirmek.
İki kat etmek. İki misline çıkarmak.
izkar / izkâr / اذكار
Hatıra getirmek, andırmak, hatırlatmak.
Zikretme, dile getirme, hatırlatma.
(Arapça)
jandarma
Yurt içinde asayişi sağlamak gayesiyle meydana getirilen ve orduya mensup silâhlı kuvvet. Ve bu kuvvette yer alan asker.
(Fransızca)
kaburga
Göğüs kemiklerinin beheri. Göğüs kemiklerinin bel kemiğine bağlanmak suretiyle meydana getirdikleri şeklin bütünü.
Gemi, sandal, kayık gibi deniz nakil vasıtalarının hayvan kaburgasına benzeyen ve omurga üzerine kaldırılan eğri ağaçları.
kadi-ül hacat / kadî-ül hâcât
Bütün ihtiyaçları yerine getiren Hâkim. Allah (C.C.)
kail ve kani
Bir konuda kesin kanaat sahibi olma ve dile getirme.
kalem-i kaza ve kader / kalem-i kazâ ve kader
Allah'ın olacak hadiseleri olmadan önce bilip takdir etmesi ve bu bilinen ve takdir olunan hadiseleri zamanı gelince meydana getirmesi.
kambahş / kâmbahş
Herkesin isteğini yerine getiren.
(Farsça)
Bağışçı, ihsan edici.
(Farsça)
karun
İki şeyi bir araya getiren.
Tez terleyen hayvan.
Arka ayaklarının tırnağı ön ayağının tırnağı yerine vâki olan hayvan.
İleride olan memeleri geride olan memelerine pek yakın olan dişi deve.
kayd
Bir sözün bütününü meydana getiren harf, kelime gibi her bir parçası.
kazan kaldırmak
Yeniçerilerin isyanı münasebetiyle kullanılan bir tabirdi. Yeniçeriler isyan ettikleri zaman yemek pişirilen kazanlarını da, toplandıkları At Meydanı'na getirdikleri için bu tabir meydana gelmiştir. Sonradan da devlete karşı koymağa kalkanlar hakkında kullanılırdı.
(Türkçe)
kazi
(A, uzun okunur) Dâvalara hüküm ve kaza eden. Şeriat kanunlarına göre dâvalara bakan hâkim. Kadı.
Yapan, yerine getiren.
kazi-yül hacat / kazi-yül hâcât
Bütün ihtiyaçları yerine getiren Allah (C.C.)
ke
"Gibi" mânasındadır. (Arapça teşbih edâtı) Kelimenin başına getirilir. Meselâ: (Kezâlike: Bunun gibi)
Harfin ve kelimenin sonuna gelirse "sen" zamiri yerindedir. Meselâ (Kitâbü-ke: Senin kitabın)
kederengiz
Üzüntü, keder ve sıkıntı meydana getiren.
(Farsça)
kefalet / kefâlet
Kefillik. Kefîl olmak. Bir kimsenin, borcunu ödememesi, taahhüdünü (verdiği sözü) yerine getirmemesi hâlinde onun yerine borcu ödemeği, sözü yerine getirme mes'ûliyetini (sorumluluğunu) alacaklıya karşı üzerine almak.
kefaret-i yemin vermek
Yerine getirilemeyen yeminin karşılığını ödemek.
kelal-bahş / kelâl-bahş
Sıkıcı, yorucu. Yorgunluk getiren.
(Farsça)
kelamın kuyudat ve keyfiyatı / kelâmın kuyudat ve keyfiyatı
Kelâmın küllünü meydana getiren harf, kelime gibi parçalarıyla, bunların sarf ve nahiv yönünden hususiyetleri. Meselâ: Müzekkerlik - müenneslik, mârifelik - nekrelik, mübtedâ - haber, sıfat - mevsuf gibi.
kelbiyyun
Kalenderane yaşamayı alışkanlık haline getiren meşhur Diyojenin de içinde bulunduğu bir fırka. Bunlara Kelbiye tâifesi veya Melâmiyyun da denir.
kelimat-ı tesbihiye ve zikriye / kelimât-ı tesbihiye ve zikriye
Allah'ın yüceliğini dile getirmek ve Allah'ı anmak için kullanılan kelimeler, sözler.
kelime-i sübhani / kelime-i sübhânî
Allah'ın her türlü noksanlıktan uzak olduğunu dile getiren kelime.
kemal-i tazim / kemâl-i tâzim
Allah'ın sonsuz büyüklüğünü mükemmel bir şekilde dile getirme. Büyük saygı, hürmet.
kırkbayır
Geviş getiren hayvanların midelerinin bir bölümü.
kirs
(Çoğulu: Ekrâs-Ekâris) Her nesnenin aslı.
Bir araya getirilmiş beytler.
Biri biri üstüne yığılmış kalmış davar tersi.
kirş
İşkembe. Geviş getiren hayvanların midesi.
Karın, mide.
kitabet / kitâbet
Kâtiblik, yazıcılık, yazı yazma ilmi.
Güzel yazı ve güzel ifâde için lâzım olan yazı yazma usûl ve kâideleri.
Kölenin belirli bir ücreti ödemek veya bildirilen şartları yerine getirmek karşılığında âzâd edileceğine (serbest bırakılacağına) dâir sâhibi ile yaptığı akid, sözleşme.
kıyas-ı temsili / kıyâs-ı temsîlî / قِيَاسِ تَمْثِيلِي
Misal getirmeye dayalı kıyas.
köle
Bütün tarihî devirlerde başka milletlerden, yabancılardan zorla kaçırılıp hürriyetten mahrum hale getirilerek hizmette kullanılan erkek.
(Türkçe)
komprime
Toz halinde iken sıkıştırılıp ufak hap haline getirilmiş ilaç.
(Fransızca)
konsey
İdare vazifesi yüklenmiş kişilerin topluluğu.
(Fransızca)
Müzakere hâlinde bulunan kimselerin meydana getirdiği kurul.
(Fransızca)
Bu tarz bir toplantının yapıldığı yer.
(Fransızca)
ku'bere
Bileği meydana getiren iki kemiğin küçüğü.
kuddus / kuddûs
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Azamet ve celâline, büyüklüğüne lâyık olmayan, noksanlık ve eksiklik getiren şeylerden, his organlarının anladığı, hayâl gücünün hayâl ettiği, hâtıra gelen ve düşünülebilen her türlü vasıftan ve özellikten münezzeh, pâk ve temiz olan.
küllileştirmek / küllîleştirmek
Genelleştirmek, kapsayıcı hale getirmek.
kur'an-ı mu'cizü'l-beyan / kur'ân-ı mu'cizü'l-beyân / قُرْاٰنِ مُعْجِزُ الْبَيَانْ
İfadesi, (benzerini getirmede) herkesi âciz bırakan Kurân.
kut'ül amare / kut-ül amare / كوتول امار
Kut'ül Amare ne demektir?
Yeni kurulan Osmanlı 6. Ordusu'nun Komutanlığı'na atanarak 5 Aralık'ta Bağdat'a varan Mareşal Colmar Freiherr von der Goltz Paşa'nın emriyle Irak ve Havalisi Komutanı Miralay (Albay) 'Sakallı' Nurettin Bey'in birlikleri 27 Aralık'ta Kut'u kuşattı. İngilizler Kut'u kurtarmak için General Aylmer komutasındaki kolorduyla hücuma geçti ancak, 6 Ocak 1916 tarihli Şeyh Saad Muharebesi'nde 4.000 askerini kaybederek geri çekildi. Bu muharebede 9. Kolordu Komutanı Miralay 'Sakallı' Nurettin Bey görevinden alındı ve yerine Enver Paşa'nın kendisinden bir yaş küçük olan amcası Mirliva Halil Paşa (Kut) getirildi.
İngiliz Ordusu, 13 Ocak 1916 tarihli Vadi Muharebesi'nde 1.600, 21 Ocak Hannah Muharebesi'nde 2.700 askeri kaybederek geri püskürtüldü. İngilizler mart başında tekrar taarruza geçti. 8 Mart 1916'da Sabis mevkiinde Miralay Ali İhsan Bey komutasındaki 13. Kolordu'ya hücum ettilerse de 3.500 asker kaybederek geri çekildiler. Bu yenilgiden dolayı General Aylmer azledilerek yerine General Gorringe getirildi.
Kut'ül Amare zaferinin önemi
Kût (kef ile) veya 1939’dan evvelki ismiyle Kûtülamâre, Irak’ta Dicle kenarında 375 bin nüfuslu bir şehir. Herkes onu, I. Cihan Harbinde İngilizlerle Türkler arasında cereyan eden muharebelerden tanır. Irak cephesindeki bu muharebeler, Çanakkale ile beraber Cihan Harbi’nde Türk tarafının yüz akı sayılır. Her ikisinde de güçlü düşmana karşı emsalsiz bir muvaffakiyet elde edilmiştir.
28 Nisan 1916’da General Townshend (1861-1924) kumandasındaki 13 bin kişilik İngiliz ve Hind askerlerinden müteşekkil tümenin bakiyesi, 143 günlük bir muhasaradan sonra Türklere teslim oldu. 7 ay evvel parlak bir şekilde başlayan Irak seferi, Basra’nın fethiyle ümit vermişti. Gereken destek verilmeden, tecrübeli asker Townshend’den Bağdad’a hücum etmesi istendi.
Bağdad Fatihi olmayı umarken, 888 km. yürüdükten sonra 25 Kasım 1915’de Bağdad’a 2 gün mesafede Selmanpak’da miralay Nureddin Bey kumandasındaki Türk ordusuna yenilip müstahkem kalesi bulunan Kût’a geri çekildi. 2-3 hafta sonra takviye geleceğini umuyordu. Büyük bir hata yaparak, şehirdeki 6000 Arabı dışarı çıkarmadı. Hem bunları beslemek zorunda kaldı; hem de bunlar Türklere casusluk yaptı.
Kût'a tramvayla asker sevkiyatı
İş uzayınca, 6. ordu kumandanı Mareşal Goltz, Nureddin Bey’in yerine Enver Paşa’nın 2 yaş küçük amcası Halil Paşa’yı tayin etti. Kût’u kurtarmak için Aligarbi’de tahkimat yapan General Aylmer üzerine yürüdü. Aylmer önce nisbî üstünlük kazandıysa da, taarruzu 9 Mart’ta Kût’un 10 km yakınında Ali İhsan Bey tarafından püskürtüldü.
Zamanla Kût’ta kıtlık baş gösterdi. Hergün vasati 8 İngiliz ve 28 Hindli ölüyordu. Hindliler, at eti yemeği reddediyordu. Hindistan’daki din adamlarından bunun için cevaz alındı. İngilizler şehri kurtarmak için büyük bir taarruza daha geçtiler. 22 Nisan’da bu da püskürtüldü. Kurtarma ümidi kırıldı. Goltz Paşa tifüsten öldü, Halil Paşa yerine geçti. Townshend, serbestçe Hindistan’a gitmesine izin verilmesi mukabilinde 1 milyon sterlin teklif etti. Reddedilince, cephaneliği yok ederek 281 subay ve 13 bin askerle teslim oldu. Kendisine hürmetkâr davranıldı. Adı ‘Lüks Esir’e çıktı. İstanbul’a gönderildi. Sonradan kendisine sahip çıkmayan memleketine küskün olarak ömrünü tamamladı.
Böylece Kûtülamâre’de 3 muharebe olmuştur. İngilizlerin kaybı, esirlerle beraber 40 bin; Türklerinki 24 bindir. Amerikan istiklâl harbinde bile 7000 esir veren İngiltere, bu hezimete çok içerledi. Az zaman sonra Bağdad’ı, ardından da Musul’u ele geçirip, kayıpları telafi ettiler. Kût zaferi, bunu bir sene geciktirmekten öte işe yaramadı.
Bu harbin kahramanlarından biri Halil Paşa, Enver Paşa’nın amcası olduğu için; diğer ikisi Nureddin ve Ali İhsan Paşalar ise cumhuriyet devrinde iktidar ile ters düştüğü için yakın tarih hafızasından ustaca silindi. 12 Eylül darbesinden sonra Ankara’da yaptırılan devlet mezarlığına da gömülmeyen yalnız bunlardır.
Binlerce insanın kaybedildiği savaş iyi bir şey değil. Bir savaşın yıldönümünün kutlanması ne kadar doğru, bu bir yana, Türk-İslâm tarihinde dönüm noktası olan çığır açmış nice hâdise ve zafer varken, önce Çanakkale, ardından da bir Kûtülamâre efsanesi inşa edilmesi dikkate değer. Kahramanları, yeni rejime muhalif olduğu için, Kûtülamâre yıllarca pek hatırlanmadı. Gerçi her ikisi de sonu ağır mağlubiyetle biten bir maçın, başındaki iki güzel gol gibidir; skora tesiri yoktur. Hüküm neticeye göre verilir sözü meşhurdur. Buna şaşılmaz, biz bir lokal harbden onlarca bayram, yüzlerce kurtuluş günü çıkarmış bir milletiz.
Neden böyle? Çünki bu ikisi, İttihatçıların yegâne zaferidir. Modernizmin tasavvur inşası böyle oluyor. Dini, hatta mezhebi kendi inşa edip, insanlara doğrusu budur dediği gibi; tarihi de kendisi tayin eder. Zihinlerde inşa edilen Yeni Osmanlı da, 1908 sonrasına aittir. İttihatçıların felâket yıllarını, gençlere ‘Osmanlı’ olarak sunar. Bu devrin okumuş yazmış takımı, itikadına bakılmadan, münevver, din âlimi olarak lanse eder. Böylece öncesi kolayca unutulur, unutturulur.
Müşir İbrahim Edhem Paşa’nın oğlu Sakallı Nureddin Paşa (1873-1932), sert bir askerdi. Irak’ta paşa oldu. Temmuz 1920’de Ankara’ya katıldı. Fakat karakterini bilen M. Kemal Paşa, kendisine aktif vazife vermek istemedi. Merkez kumandanı iken Samsun’daki Rumları iç mıntıkalara sürgün ettiği esnada çocuk, ihtiyar, kadın demeden katliâma uğramasına göz yumdu. Bu, milletlerarası mesele oldu. Yunanlılar, bu sebeple Samsun’u bombaladı. Nureddin Paşa azledildi; M. Kemal sayesinde muhakemeden kurtuldu. Sonradan Kürtlerin de iç kısımlara göçürülmesini müdafaa edecektir. Batı cephesinde, kendisinden kıdemsiz İsmet Bey’in maiyetinde vazife kabul etti. İzmir’e girdi. Bazı kaynaklarda İzmir’i ateşe verdiği yazar. I. ordu kumandanı olarak bulunduğu İzmit’te, Sultan Vahîdeddin’in maarif ve dahiliye vekili gazeteci Ali Kemal Bey’i, sivil giydirdiği askerlere linç ettirdi; padişaha da aynısını yapacağını söyledi. Ayağına ip takılarak yerlerde sürüklenen cesed, Lozan’a giden İsmet Paşa’nın göreceği şekilde yol kenarına kurulan bir darağacına asılarak teşhir edildi. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bir fedainin vursa kahraman olacağı bir insanı, vuruşma veya mahkeme kararı olmaksızın öldürmeyi cinayet olarak vasıflandırıp kınadı. M. Kemal’e gazi ve müşirlik unvanı verilmesine içerleyen Nureddin Paşa iyice muhalefet kanadına geçti. 1924’de Bursa’dan müstakil milletvekili seçildi. Asker olduğu gerekçesiyle seçim iptal edildi. İstifa edip, tekrar seçildi. Anayasa ve insan haklarına aykırılık cihetinden şapka kanununa muhalefet etti. Bu sebeple antikemalist kesimler tarafından kahraman olarak alkışlanır. Nutuk’ta da kendisine sayfalarca ağır ithamlarda bulunulur, ‘zaferin şerefine en az iştirake hakkı olanlardan biri’ diye anılır.
Halil Kut (1882-1957), Enver Paşa’yı İttihatçıların arasına sokan adamdır. Sultan Hamid’i tevkife memur idi. Askerî tecrübesi çete takibinden ibaretken Libya’da bulundu. Yeğeni harbiye nazırı olunca, İran içine harekâta memur edildi. Irak’taki muvaffakiyeti üzerine paşa oldu. Bakü’yü işgal etti. İttihatçı olduğu için tutuklanacakken, kaçıp Ankara hareketine katıldı. Rusya ile Ankara arasında aracılık yaptı. Sonra kendisinden şüphelenilince, Almanya’ya kaçtı. Zaferden sonra memlekete dönüp köşesine çekildi. Politikaya karışmadı.
Ali İhsan Sâbis (1882-1957), Sultan Hamid’i tahttan indiren Hareket Ordusu zâbitlerindendi. Çanakkale, Kafkasya’da bulundu. Irak’ta paşalığa terfi etti. İttihatçı olduğu için Malta’ya sürüldü. Kaçıp Ankara hareketine katıldı. I. batı cephesi kumandanı oldu. Cephe kumandanı İsmet Bey ile anlaşmadı; azledilip tekaüde sevkolundu. M. Kemal’e muhalif oldu. Nazileri öven yazılar yazdı. 1947’de devlet adamlarına yazdığı imzasız mektuplar sebebiyle 15 seneye mahkûm oldu. 1954’te DP’den milletvekili seçildi. Hatıraları, Nutuk’un antitezi gibidir.
kutb
(Kutub) Dünyanın şimâl veya cenub uçları. (Güney ve kuzey taraflarının son kısımları.)
Elektrik cereyânını meydana getiren veya mıknatısın uçlarından her biri.
Dini bir meslek veya grubun başı. Bir çok müslümanların kendisine bağlandıkları azim ve büyük evliyaullahtan zamanın
kutne
Geviş getiren hayvanların midelerinin bir bölümü. Şirden.
kuvve-i müvellide / قُوَّۀِ مُوَلِّدَه
Tevlid edici kuvve, meydana getirci kuvvet.
Birşeyler meydana getirme kabiliyeti.
kuvvet
Sükunette bulunan cisimleri harekete, hareket ettikleri sükunete getirmeğe muktedir olan sebeb. (Kuvvet, te'sir ettiği cisimlerin hâricindedir.)
kuyud ve hey'at / kuyud ve hey'ât
Bir sözün bütününü meydana getiren harf, kelime gibi parçalarıyla bunların sarf ve nahiv (dilbilgisi) yönünden özellikleri; meselâ, erkeklik-dişilik, belirlilik-belirsizlik, isim-sıfat gibi.
kuyudat / kuyûdât
Kayıtlar; bir sözün bütününü meydana getiren harf, kelime gibi parçaları, bütün unsurları.
Kayıtlar; bir sözün bütününü meydana getiren harf, kelime gibi parçalarıyla bunların sarf ve nahiv (dilbilgisi) yönünden özellikleri; meselâ, erkeklik-dişilik, belirlilik-belirsizlik, isim-sıfat gibi.
kuyudat-ı kelam / kuyûdât-ı kelâm
Sözün kayıtları; bir sözün bütününü meydana getiren harf, kelime gibi parçalarıyla bunların sarf ve nahiv (dilbilgisi) yönünden özellikleri; meselâ, erkeklik-dişilik, belirlilik-belirsizlik, isim-sıfat gibi.
lam-ı tarif / lâm-ı tarif
İsimlerin başına getirilen belirleme edatı.
lem
(Arabçada cezm harfidir) Muzari fiilinin başına getirilirse, nefyeder, cezmeder, sâkin okutur. "Gelir" fiilini "gelmedi" yaptığı gibi.
lezen
Şiddet.
Darlık.
Halkın kuyu veya ırmak kenarında kalabalık meydana getirmesi.
lian / liân
Lânetleşmek, erkeğin zevcesini (hanımını) zinâ etmekle suçlaması veya bu çocuk benden değildir demesi hâlinde dört şâhid getiremezse, zevcenin isteği üzerine eşlerin hâkim huzûruna çağrılarak usûlüne uygun (âyet-i kerîmedeki bildirildiği şekilde) kar şılıklı yemîn etmeleri ve lânetleşmeleri. Buna mu
lihaz
Düşünme, mülâhaza etme.
Riâyet etme, uyma. Söylenen sözü kabul edip yerine getirme.
madde
Zahir duygularla hissedilen, ruhâni olmayıp, ağırlığı olan, cismâni bulunan.
Asıl, esas, cevher, mâye.
Bend, fıkra, kısım.
İlm-i Kelâmda: His âzâmız üzerine bir takım muayyen ihtisâsât husule getiren veya getirebilen, her şey.
Tıb: Çıbanın içinde hasıl olan ya
mahasal-ı ömr / mâhasal-ı ömr
Evlât. Çocuk.
Hayat boyunca çalışılarak vücuda getirilen eser veya elde edilen şey.
mahluk-u musahhar / mahlûk-u musahhar
Emir altında bulunan ve kendinden istenilen şeyleri yerine getiren yaratık, varlık.
mahmud / mahmûd
Medh olmaya müstehak, medhe lâyık. Öğülmüş, medh ü senâ olunmuş.
Peygamberimizin isimlerindendir.
Tar: Ebrehe'nin Kâbeyi yıkmak için getirdiği filin adı.
Hamd olunmuş, övülmüş, övülmeye layık.
Ebrehe'nin Kâbe'yi yıkmak için getirdiği filin adı.
Övülmüş, övülen.
Peygamber efendimizin güzel isimlerinden biri. Ahmed, Muhammed, Mahmûd, hep över seni Allah Senin isminle biter lâ ilâhe illallah Bundaki ince sırrı anlamaz, bilmez gümrâh, Kendi adıyla yazmış senin adını Rahmân
Ebrehe'nin, Kâbe'yi yıkmak üzere ordusunda geti
mahsus ve meşhud
Hissedilir ve görülür olma, elle tutulur, gözle görülür hale getirme.
makam-ı istidlal / makam-ı istidlâl
Delil getirme makamı, delil getirme mevkii.
maklub / maklûb
Altı üstüne getirilmiş, ters çevrilmiş, başka şekle sokulmuş.
maklubiyet
Ters döndürülmüşlük, altı üstüne getirilmişlik. Maklub olma hâli.
makzi / makzî
Kaza olunmuş, ödenmiş, te'diye olunmuş olan. Ümid edildiği üzere tamam ve ikmâl edici olan. Ödeyici. Sâhib-i mucib ve muris.
Fık: Kendi irade ve kesbimizin neticesi olmak üzere Cenab-ı Hakk'ın (C.C.) yaratıp vücuda getirdiği bazı şeyler vardır ki, bunlar Allah'ın rızasına muhalif old
malayutak
Tâkat getirilmez, güç yetmez, dayanılmaz.
maruz bırakılma / mâruz bırakılma
Açık hâle getirilme, açık hedef yapılma.
masdar-ı ca'li / masdar-ı ca'lî
(Mec'ul) yapma olan masdar. Arapçada, bazı isim ve sıfatların sonlarına (-iyyet) ilâve edilerek yapılır. Meselâ: İnsan: İnsaniyyet, Şâir: Şâiriyyet. Câhil: Câhiliyyet. Merbut: Merbutiyyet gibi.Arapça veya Farsça kelimenin sonuna (-îden) eki getirilerek yapılır. Meselâ: Cenk. den, Cengîden: Cenk etme
mavna
Limanlarda, şamandıralara bağlı olarak yükleme ve boşaltma yapan gemilerden, kıyılara römorkör yedeğinde yük götürüp getiren tekne.
mecmu / mecmû
Toplanmış, bir araya getirilmiş.
mecmu'
Bütün, hepsi. Topluca. Yığılmış. Cem' olunmuş. Bir araya getirilmiş şey.
mecmua / mecmûa / مجموعه
Toplanıp biriktirilmiş, tertip ve tanzim edilmiş şeylerin hepsi.
Seçilmiş yazılardan meydana getirilen kitap. Risâle.
Kolleksiyon.
Dergi.
(Arapça)
Küçük risale veya farklı kitapların bir araya getirildiği eser.
(Arapça)
medar-ı ahkam / medâr-ı ahkâm
Hükümlerin konmasına sebep olan, hükümleri getiren.
medar-ı gayret
Gayrete getiren sebep, vesile.
medeniyet-i muhammediye
Cenâb-ı Hakkın vahyi ile Hz. Muhammed'in (a.s.m.) getirmiş olduğu İslâm medeniyeti.
medkuk
Döğülmüş, toz hâline getirilmiş.
medlul / medlûl / مَدْلُولْ
Delâlet olunan. Gösterilen.
Mânâ. Meâl. Mefhum. Delil getirilen şey. Bir kelime veya bir işâretten anlaşılan.
Delil getirilmiş şey.
Delalet olunan, gösterilen.
Bir kelimeden veya bir işaretten anlaşılan.
Kendisine delil getirilen, mânâ, anlatılan.
Delil getirilen.
medlul-ü mecazi / medlûl-ü mecâzî / مَدْلُولُ مَجَاز۪ي
Mecazî olarak delil getirilen.
medluliyet / medlûliyet
Kendisine delil getirilme.
medluliyyet / medlûliyyet
Kendisine delil getirilme.
meftul
(Fetl. den) Bükülmüş, kıvrılmış. Fitil hâline getirilmiş.
melfuz
Söylenmiş, dile getirilmiş olan.
memalik / memâlik
Mülk hâline getirilen yerler ve köleler.
memluk / memlûk
Hür olmayan insan. İslâm hukûkunda harbde esir alınıp, İslâm memleketine getirilen kimse, köle.
mend
Kelimelerin sonuna getirilerek "sahip" mânasına edattır.
(Farsça)
menfur etme
Nefret edilen birşey hâline getirme.
meny
Meniyi dışarı getirmek.
Takdir etmek.
Okumak.
Hükmetmek.
mercan
Denizde geniş resif meydana getiren ve mercanlar takımının örneği olan hayvan ve bunun kalkerli yatağından çıkarılan çoğu kırmızı renkte ve ince dal şeklinde bir madde. Bu madde boncuk gibi süs eşyası olarak kullanılır. Mercanlar ancak 40 metre kadar derinlikte yaşayabilirler.
merkuz
Tahrik olunmuş, harekete getirilmiş.
Ayakla tepilmiş.
mersiye
Birisinin ölümü hakkında yazılan, üzüntüyü dile getiren manzume, ağıt.
mesafih
Sahife haline getirilmiş şeyler, kitaplar.
Mushaflar, Kur'ânlar.
mesbere
Kadının veled getirdiği yer.
Devenin yavruladığı yer.
mesel / مَثَلْ
Bir şeyin üzerine getirilen örnek.
meserretaver / meserretâver
Sevinç ve meserret getiren. Sürurlandıran. Sevindiren. Sevindirici.
(Farsça)
meserretengiz
Sevindiren. Meserret meydana getiren.
(Farsça)
mesh
Bir şeyin suretini çirkin ve kötü hale çevirmek.
Hayvanı kovarak koşturup onu sıkıştırmakla yormak, bitâb hale getirmek.
meshuk
(Sahk. dan) Döğülerek toz haline getirilmiş.
meskukat
(Tekili: Meskuk) Sikke hâline getirilmiş mâdeni paralar. Akçeler.
metl
Tahrik etmek, kımıldatmak, harekete getirmek.
mev'id
Va'din yerine getirildiği yer.
Vaad etmek. Vaad. Söz vermek.
mevaid-i kazibe / mevaid-i kâzibe
Yerine getirilmeyen va'dlar. Yapılmayan va'dlar.
mezzer
Halep vilâyetinden getirilen siyah taş.
mi'rac / mi'râc
Merdiven.
Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem elli iki yaşında uyanık iken, beden ile, hicretten altı ay önce Receb ayının yirmi yedinci gecesi, Mekke-i mükerremede Mescid-i Harâm'dan Kudüs'e ve oradan göklere ve bilinmeyen yerlere götürülüp, getirilmesi.
mikail aleyhisselam / mîkâil aleyhisselâm
Dört büyük melekten biri. Ucuzluk, pahalılık, kıtlık, bolluk yapmak, ferah ve huzûr getirmek ve her maddeyi hareket ettirmekle görevli melek.
misak-ı ezeliye / misâk-ı ezeliye
Ezelde gerçekleşen sözleşme; bütün ruhların kendilerini yaratan Allah'a iman ve emirlerini yerine getireceklerine dair yaptıkları yemin.
mu'cizü'l-beyan / mu'cizü'l-beyân / مُعْجِزُ الْبَيَانْ
İfadesi, (benzerini getirmede) herkesi âciz bırakan.
mu'tekil
Sağmak için koyunun ayaklarını iki bacağı arasına çekip alan.
Devenin dizini büküp bağlıyan.
Güreşte rakibini sarmaya getirip yıkan.
muaddele
Adaletli; adalet ölçülerine uygun hale getirilmiş.
muattıl
Atıl bırakan. İşsiz eden. İşe yaramaz hâle getiren.
muazale
Bir sözün mânasını başka sözle bağlayıp kelâmı arka arkaya getirme.
Kafiyeyi ayrılmıyacak şekilde mâkabliyle bağlama.
Sözde kelimeleri tekrarla kullanma.
mübadil
Mübâdele olunmuş. Başkasının yerine getirilmiş, bir şeye bedel tutulmuş.
mübdi / مبدع
Yenilik getiren, yeni bir şey bulan.
(Arapça)
mübeşşirin / mübeşşirîn
Müjdeciler.
Müjde verenler. hayırlı haber getirenler.
Peygamberlerin (A.S.) bir vasfı.
Çok müjde verici.
mübeyyin
Açıklayan, açıklık getiren.
mübtedi'
Bid'at sâhibi. Dinde değişiklik meydana getiren, dinde olmayan bir şeyi varmış gibi gösteren, dinde eksiklik ve fazlalık olduğunu söyleyerek değişiklik yapan. Ehl-i bid'at.
mübtil
İptal eden. Hükümsüz eden. Battal edici. Faydasız hale getiren.
Hakkı bâtıl gören.
mücehhel
(Cehl. den) Bilinmez bir hâle getirilmiş.
mucid
İcat eden, yeni bir şey meydana getiren, fikir ve mânâ yaratan.
Yeni bir şey icad eden, meydana getiren, bulan.
Yaratan. Yoktan var eden.
mücterr
Geviş getiren. İctirar eden.
mücterre
Geviş getirenler.
müdavim olma
Devam etme, devamlı olarak yerine getirme.
müddehar
Biriktirilmiş, bir araya getirilmiş.
müdehhar
Biriktirilip cem' olunmuş, bir araya getirilmiş olan.
müdevven
(Divan. dan) Tedvin olunmuş. Kitap hâline getirilmiş. Bir arada toplanıp tanzim edilmiş.
müellef
(Ülfet. den) Yazılmış toplanmış.
Te'lif edilmiş, kitap olarak meydana getirilmiş, birleştirilmiş.
müellif
(Ülfet. den) Te'lif eden. Kitab tertib eden, kitab yazan. Kitab meydana getiren.
İmtizac ettiren.
müessisin / müessisîn
(Tekili: Müessis) (Esas. dan) Meydana getirenler, tesis edenler. Kurucular, kuranlar.
müeyyide
Te'yid eden. Te'yid edici. Kuvvetlendirici.
Kanun ve ahlâk emirlerinin yerine getirilmesini te'min eden kuvvet.
müfettin
(Fitne. den) Meftun ve hayran eden. Şaşkın bir hâle getiren.
Fitneye düşüren.
mufi / mufî
İfa eden, ödeyen, yerine getiren.
müfredat
Bir bütünü meydana getiren şeylerin her biri.
Bir şeyin içindekiler.
Basit ve gayr-i mürekkeb şeyler.
Toptan mâlum olan şeylerin tafsilâtı, birer birer zikrolunmuşları.
Edb: Tek tek ve ayrı ayrı beyitler.
Gr: Bir ibareyi meydana getiren kelimelerin her
müfsidane / müfsidâne
İfsad etmek suretiyle. Nifak meydana getirmekle. Fesadlıkla. Ara bozuculukla.
(Farsça)
mugazebe
Karşılıklı olarak birbirini kızdırıp gazaba getirme.
mugzib
(Gazab. dan) Gazaba getiren, kızdıran.
muhammes
Beşli. Beş katlı. Tahmis edilmiş.
Edb: Her bendi beş mısrâlı olan manzume.
Birbiri ardından gelen ve kapalı olarak uç uca eklenmiş beş kenarın meydana getirebileceği çeşitli şekillerden her biri. Beşgen.
muharrik / مُحَرِّكْ
Harekete getiren. Hareket veren. Tahrik eden. Teşvik eden. Ayaklandıran.
Harekete getiren.
muhassıl
Husule getiren. Hâsıl eden. Meydana getiren.
muhdes
Sonradan meydana getirilmiş.
mühdi / mühdî
Hediye veren. Hediye gönderen. İhda eden.
Hidayete getiren. Hidayete vesile olan.
Mürşid, muvaffak.
Risalet ve nübüvveti bütün âlemlere rahmet ve saadet sebebi olduğundan, Cenab-ı Hakk'ın bütün âlemlere hediye ve atiyyesi mânasında Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) mübarek bi
Hidayete getiren.
muhdis
Bütün varlıkları yok iken var eden, meydana getiren, yaratan Allah.
mühezzeb / مُهَذَّبْ
İyi hale getirilmiş, terbiye edilmiş.
muhıkk
(Muhik) Haklı. Hakkı yerine getiren. Haklı olan.
muhteri
İcad eden, yeni bir şey meydana getiren.
muhteri'
Misli görülmedik bir şey icâd eden. İcâd eden. Yeni bir şey bulan. Yeni bir şey meydana getiren.
Uydurma şeyler ortaya atan. Müfteri.
muhtır
(Hatır. dan) Hatıra getiren, hatırlatan.
müjde-aver / müjde-âver
Müjde getiren.
(Farsça)
müjde-res
Müjde veren, müjde getiren.
(Farsça)
müjde-resan
Müjdeleyen, müjde getiren, müjde veren.
(Farsça)
mukavemetsuz / mukavemetsûz
Mukavemeti yok eden, dayanılmaz hâle getiren.
mukavvim
Kıvama getiren. Biçimine koyan. Tesviye ve tanzim edici. Eğriyi doğrultucu.
mükebbir / مُكَبِّرْ
Tekbir getiren, "Allahü ekber" diyen.
Tekbir getiren, "Allahü ekber" diyen.
Tekbir getiren, "Allahuekber" diyen.
Tekbîr getiren.
mükellef
Bir şeyi yapmaya ve yerine getirmeye mecbûr olan; Allahü teâlânın emir ve yasaklarından mes'ûl (sorumlu) olan; îmânı olan, âkil (akıllı) ve bâliğ (evlenme yaşına, ergenlik çağına ulaşmış) olan kimse.
mükessif
(Kesâfet. den) Koyulaştıran, kesif hâle getiren.
mükevven
(Kevn. den) Yapılmış. Tekvin edilmiş olan. Yaratılmış. Meydana getirilmiş olan.
mukteza
Lâzım getirilmiş. Lüzumuna binaen istenmiş. İcab eden. Lâzım gelen.
mülaane / mülâane
Zevcesini (eşini) zinâ ile suçlayan erkeğin dört şâhit getirememesi hâlinde, zevcenin isteği üzerine eşlerin hâkim huzûruna çıkarak usûlüne uygun (âyet-i kerîmelerde bildirilen ifâdelerle) karşılıklı yemin etmeleri ve lânetleşmeleri.
mülahaza / mülâhaza
Düşünme, akla getirme.
mülahaza etmek / mülâhaza etmek
Düşünmek, akla getirmek.
mülk / ملك
Yurt.
(Arapça)
Kazanç getiren taşınmaz.
(Arapça)
mülzem / مُلْزَمْ
Cevab veremez hâle getirilen.
mülzim
İlzam eden, susturucu.
Lüzumlu gören. Gerektiren.
Verilen hükmün mutlak yerine getirilmesindeki mecburiyet.
mumatala-i hak / mumâtala-i hak
Hak, borç vs. yerine getirmeme ve ödemeyi erteleme, tecil etme.
mümessel
Temsil getirilen.
mümessel-i leh
Kendisi için misal getirilen.
Hakkında temsil getirilen.
mümtesil
İmtisal eden, sıkı sıkıya bağlanan ve yerine getiren.
munazzeme
Düzenli ve sistemli hale getirilmiş.
müncez
Sözü yerine getirilmiş, incâz edilmiş.
münciz
Verdiği sözü yerine getiren. Ahdini yapan. İncâz eden.
münhi / münhî
(Çoğulu: Münhiyân) (Nehy. den) Haberci. Haber getiren.
münhiyan
(Tekili: Münhi) Haberciler. Haber getirenler.
müntic
İntâc eden, netice veren. Sebebiyet veren, meydana getiren. Bir şeyin neticelenmesine sebep olan.
murabbayat
(Tekili: Murabbâ) Kaynatılıp kıvamına getirildikten sonra dondurulmuş meyve suyu tatlıları.
mürekkib
(Rükub. dan) Terkib eden. Bir birleşiği meydana getiren.
muris
Getiren. Veren. Kazandıran.
Fık: Miras bırakan.
mürüvvet
İnsanlık, yiğitlik. Muhtâc olanlara, lâzım olan şeyleri vermek, başkalarına faydalı olmak, iyilik yapmak arzusu, insanlık. Adâleti yerine getirme ve hiç kimseden intikam almayı istememe.
musattah
Satıh haline getirilmiş. Düz ve yassı hâle konulmuş olan. Satıhlandırılmış. Düzleştirilmiş.
müşattar
Edb: Mısraları arasına ilâveten ayrıca mısralar getirilmiş gazel veya keside..
müsebbeb
(Sebeb. den) Sebebleri ve vesileleri mevcut olan. Sebeb ile meydana getirilmiş olan.
müsebbib
Sebep, vesile ve mucib olan. Vücuda getiren, kuran.
müsebbib-ül esbab
Bütün sebeplere sâhip olan, hakiki müsebbib (Cenab-ı Hak). Bütün sebepleri meydana getiren, Allah (C.C.)
müşerri'
Teşri' eden. Şeriatın kurucusu. Şeriat kanununu meydana getiren.
müşevvik
İsteğini arttıran. Gayrete getiren, şevk veren, teşvik eden.
müşevvik-i imtisal
Dinin emirlerine sıkı sıkıya bağlanmaya ve yerine getirmeye teşvik eden unsur.
müşhid
(Şehadet. den) Şâhid getiren. İşhad eden.
müslim
Mûteber ve güvenilir olduğu bütün İslâm âlimleri tarafından kabul edilen, Kütüb-i sitte denilen altı hadîs kitâbının ikincisi.
Allahü teâlânın, peygamberi Muhammed aleyhisselâm vâsıtasıyla gönderdiklerine îmân edip, O'nun emirlerini yerine getiren, yasaklarından kaçan kimse.
müsliman
Allahü teâlânın, peygamberleri vâsıtasıyla gönderdiklerine ve Muhammed aleyhisselâma îmân edip, Allahü teâlânın emirlerini yerine getiren, yasaklarından kaçan kimse.
müsta'bed
Köle haline getirilen, kul olan, kulluğu istenen.
müsta'mir
İsti'mar eden, bir yere muhacir yerleştirerek orasını mâmur hâle getiren.
Müstemlekeci. Sömürgeci.
müstahleb
Süt gibi beyaz ve sübye tarzında hazırlanmış, süt haline getirilmiş ilâç.
müstahsil
(Hâsıl. dan) Yetiştiren, hâsıl eden, husule getiren, elde eden. Üretici.
müstahzar
(Huzur. dan) Hazır, hazırlanmış.
Huzura getirilmiş. Zihinde tutulan.
müstahzır
(Huzur. dan) Hazırlıyan.
Huzura getiren.
mustalahat / mustalahât
(Tekili: Mustalah) Istılah haline getirilmiş kelimeler.
müşteha
İştiha veren, iştiha getiren. Şehvet veren.
müstekmil
(Kemâl. den) Tam ve olgun bir hâle getiren. Eksiksiz olarak bitiren.
müstenciz
Va'din yerine getirilmesini isteyen.
mütalaada bulunma / mütalâada bulunma
Etraflıca inceleyip düşünme, bir düşünceyi dile getirme.
müteazzir
Özürlü, zararlı, yerine getirilmesi zor.
mütedeyyin
Din sahibi; dinin emirlerini yerine getiren, dindar.
mütehattır
(Hutur. dan) Hatırlayan, hatırına getiren, tahattur eden.
mütekamilin / mütekâmilîn
Tekâmül etmiş olanlar. Kâmil ve olgun kimseler. Allah'ın emrine uygun şekilde hareketi alışkanlık hâline getirmiş olanlar.
mütezavil
Bir şey meydana getirmeğe çalışan.
Bir şeyi diğer bir şeye yaklaştıran.
muvazene etme
Dengeye getirme, bir başka şeyle aynı seviyede tutma.
muvazene etmek
Karşılaştırmak; dengeye getirmek.
müvellid
Tevlid eden, husule getiren, doğuran. Doğurtan kimse. Meydana getiren.
Meydana getiren, doğurtan.
müvellid-ül humuza
Ekşilik, oksitlenme meydana getiren. Oksijen.
müvellide
Doğuran, meydana getiren.
Husule getiren, tevlid eden. Doğurtan. Ebe.
müzekkir
Andıran, hatıra getiren, yâd ettiren, zikrettiren, hatırda tutturan.
Zikreden, ibâdet eden.
Resul-i Ekrem (A.S.M.) mü'minleri ve bütün beşeriyeti tehlikeli şeylerden halâs edip iki cihan saadetine nâil olma yolunu tâlim ettiğinden, Kur'an-ı Kerim'de müzekkir diye isimlendiril
na
Farsçada nefy edatıdır. Müsbet mânâyı menfi yapar. Kelimenin başına getirilir. Meselâ: Nâ-ehil : Ehliyetsiz, ehil olmayan.
na'y
Ölüm haberi getirmek.
naip / nâip
Başkasının yerine geçip onun işini yürüten, yerine getiren.
nak
Nisbet edatı olarak kelimelere eklenir, sıfat meydana getirilir. Meselâ: Gam-nâk : Gamlı, kederli.
(Farsça)
nakli delil / naklî delil
Şer'î hükümler için naklî delil esastır. Yalnız akıl ile din namına hüküm getirilmez ve böyle bir hükmün dinle alâkası olmaz. Dinî meselelerde aklın ve ilmin vazifesi; dinî hükümlerdeki hikmetleri ve hakkaniyet delillerini görüp izhar etmektir. Kur'anın bazı âyetlerinde yapılan akla havaleler ve Kur
namus-ı ekber / nâmus-ı ekber
Peygamber efendimize vahy getiren ve dört büyük melekten biri olan Cebrâil aleyhisselâm, Cibril.
nebe'-aver
Haber getiren.
(Farsça)
nebi / nebî
Haber getiren. Peygamber. Yeni bir kitap ve şeriatla gelmeyip kendinden evvelki Resülün getirdiği kitap ve şeriatı devam ettiren Peygamber.
Yeni bir din getirmeyen, daha önce gönderilmiş olan bir Resûlün dînine dâvet eden, çağıran peygamber. Resûllere (yeni bir dinle gönderilen peygamberlere) tâbi olan peygamberler.
necnece
Geriye döndürmek.
Engel olmak, men'etmek. Bir nesneyi aşağı getirmek.
Zayıf etmek, zayıflatmak.
necz
Bitip tükenmek.
İhtiyaç bitirmek.
Vâdeyi yerine getirmek.
nedamet / nedâmet / ندامت
Pişmanlık.
(Arapça)
Nedâmet getirmek:
Pişman olmak.
(Arapça)
neşat-aver / neşat-âver
Sevinç ve sürur getiren.
(Farsça)
nev-icad
Evvelce yok iken sonradan yapılmış. Yeniden meydana getirilmiş.
(Farsça)
nokta-i istimdad
Yardım isteme noktası. İnsanın kalbindeki sonsuz emel ve arzuların yerine getirilmesine olan ihtiyaç.
nur-u baki / nur-u bâkî
Kendi varlığı sonsuza kadar devam eden ve dilediği varlığa bekâ veren, onları sonsuz ve kalıcı hale getiren Allah'ın nuru.
nüsha-i kur'aniye / nüsha-i kur'âniye
Ciltlenmiş, kitap hâline getirilmiş Kur'ân nüshası.
nüsük
İbâdet. Hac ve umrede yerine getirilmesi lâzım olan işlerin herbiri.
nüzera
(Tekili: Nezir) Doğru yola getirmek için korkutmalar.
ocak imamı
Tar: Yeniçeri Ocağı'nın imamı. Cami-i Miyane adını alan ve ilkin mescid halinde bulunan Orta camii, Hicri 1000 senesinde büyütülerek cami haline getirilmiştir. Camiin imamı, hatibi, müezzini, muarrifi ve kayyumu vardı. İmam, Yeniçeriler arasında okuyup yazan ve tahsil görenlerden seçilirdi.
palude
Süzülmüş, saf hâle getirilmiş.
(Farsça)
pan
Yun. "Bütün, karşı" mânasına kelimenin başına getirilerek kullanılır. Meselâ: Panzehir : Zehire karşı ilâç.
perde
Kapı, pencere gibi yerlere asılan veya iki yeri birbirinden ayıran, görünmeğe mâni olan şey.
(Farsça)
Mc: Irz, namus, iffet.
(Farsça)
Bir müzik parçasını meydana getiren seslerden herbirinin kalınlık veya incelik derecesi.
(Farsça)
Bir sahne eserinin büyük bölümlerinden her biri.
(Farsça)
Ekran,
(Farsça)
peyam-aver / peyam-âver
(Çoğulu: Peyamâverân) Haber getiren.
(Farsça)
peyam-ber
Haber getiren. Peygamber.
(Farsça)
peyemres
Haber getiren, haber ulaştıran, haberci.
(Farsça)
peygamaver
(Peygam-âver) Haber getiren, haberci.
(Farsça)
peygamber
(Peyamber) Allah'tan haber getiren. Allah'ı, âhireti, zararlı ve faydalı şeyleri tanıtan. Nebi.
(Farsça)
peyk
Bir şeyin etrafında, ona tabi olarak dönen. Seyyare.
(Farsça)
Haber ve mektup getirip götüren.
(Farsça)
peyman-şiken
(Peyman-şikân) Yemin bozan, ahdini yerine getirmeyen.
rabıta / râbıta
Bir velînin şeklini, sûretini hayâline getirerek onun kalbindeki feyz (bereket) ve mârifetlere (ilimlere) kavuşma yolu. Kalbini büyüklerin kalbine bağlayarak onlardan feyz alma. Her şeyi unutarak, dünyâ işlerini düşünmeyerek, sevgi ve saygı ile bir velînin mübârek yüzünü hayâlinde veya gönlünde bulu
rahile
Yük hayvanı.
Yük getiren deve.
Topluluk, kafile.
Üzerine binilen deve.
rametmek
Boyun eğdirmek, itaate getirmek.
ran
Bacağın uyluk kısmı. Uyluk.
(Farsça)
Kelimenin sonuna getirilerek. " Süren, sürücü" mânasını ifade eden birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Hükümrân : Hüküm süren.
(Farsça)
rass
Binayı sağlamlaştırmak.
Birbirine darlık getirmek.
Bazısını bazısına ulaştırmak.
reft
Bir şeyi ufalıyarak kırıntı hâline getirme. Bir şeyi ufalama.
reh-averde
Yolcunun getirdiği hediye.
(Farsça)
rejim-i bid'akarane / rejim-i bid'akârâne
Bid'aları, dinin aslından olmayan zararlı âdet ve uygulamaları getiren rejim.
rekz
Dikmek, yerleştirmek, delil getirmek.
reml
Hac ibâdeti yerine getirilirken, tavâfın (Kâbe'nin etrâfında dönmenin) ilk üçünde, erkeklerin kısa adımlarla, omuzları silkerek, çalımlı yürümeleri.
rendeçlenme
Pürüzsüz hâle getirilme.
rendeleme
Düzgün hâle getirme.
resan
(Residen mastarından) "Yetişenler, ulaşanlar, getirenler" mânalarına gelerek birleşik kelimeler yapılır.
(Farsça)
"Yetişen, getiren" mânâsında son ek.
resanende
Ulaştırıcı, getirici.
(Farsça)
reşid / reşîd
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Mahlûkâta (yarattıklarına) doğru yolu gösterip, dilediğini bu yolda bulunduran.
Rüşd sâhibi yâni, dînî vazîfelerini yerine getiren ve malını tasarruf edebilen, âkıl bâliğ olan, aklını ve malını yerinde kullanan.
resül
Peygamber. Yeni bir kitap ve yeni bir şeriat ile bir ümmete veya bütün beşeriyete Allah tarafından Peygamber olarak gönderilmiş olan zât. Mürsel de denir. Yeni bir kitap ve şeriatla gelmeyip kendinden evvelki Resülün getirdiği kitap ve şeriatı devam ettirirse, ona Nebi denir.
Haberci
resül-ür rahat
Resül-i Ekrem'in (A.S.M.) bir ismidir. Kendisine tâbi olup onun getirdiği hakikatları tasdik ve iman ile insanlar büyük nimetlere ve rahatlara mazhar olduklarından kendisine bu isim verilmiştir. Ve kendisi buyurmuştur ki: "Ben dinin doğruluğu ve kolaylığı için peygamber gönderildim." ... İnsanlara e
revabıt-ı içtima / revâbıt-ı içtimâ
Bir araya getiren bağlar.
rifa'
Ekini tarladan getirip harman yerine ilettikleri vakit.
rıhtım
Gemilerin yanaşmalarına müsait şekle getirilmiş kıyı.
(Farsça)
rübai / rübaî
Dörtlük olan. Dörtle ilgili.
Edb: Dört mısralık belli vezinlerle yazılmış manzume. Aynı esasta 24 şekilli vezinle yazılan 4 mısralık şiir.
Gr: Mastarını meydana getiren dört harften hepsi de aslî olan kelimeler.
rud-averd
Nehir sularının akarlarken etraftan sürükleyip getirdikleri ağaç, dal gibi şeyler.
(Farsça)
ruh-u cemaat
Cemaat ruhu; toplumu meydana getiren ruh.
rükn
Bir şeyin bir parçasını veya bütününü meydana getiren şey.
Namazın içindeki farz.
Kâbe'nin dört köşesinden her birine verilen isim.
rüku' / rükû'
Huzur-u İlâhîde eğilmek. Namazda elleri dize dayamak suretiyle yere doğru eğilirken baş ile sırtı düz hale getirmek.
sa'd
Uğur, uğur getiren şey, iyilik, mübareklik, kuvvetlilik.
Kutlu, uğurlu.
sabiiler / sâbiîler
Aya ve yıldızlara tapan kimseler. El-Cezîre (Cizre) ve Harran civârında yaşayan bu kimseler, yahûdîlik, hıristiyanlık ve mecûsîlik gibi çeşitli dinlerden bâzı inanışları alarak bir din meydana getirmişlerdir.
sabr
Acıya ve zorluğa katlanmak.
Bir musibet ve belâya uğrayanın telâş ve feryad etmeyip sonunu bekleyip tahammül ile katlanması.
Muharebede şecaat gösterme.
Bir kimseyi bir şeyden alıkoymak.
Öğrendiği bir şeyi başkasının da öğrenmesi için tâkat getirmek.
sadık-ul va'd
Va'dinde duran, söz verdiği şeyi yerine getiren, ahdine sâdık olan. Cenab-ı Hak.
safsafa
Elemek.
Asılsız yapmak.
İşe yaramaz hâle getirmek, yaramaz etmek. Hor ve hakir etmek.
şahadet / şahâdet / شهادت
Tanıklık, şahitlik.
(Arapça)
Şehadet getirme.
(Arapça)
Şehitlik.
(Arapça)
şahik-ul-cebel / şâhik-ul-cebel
Dağda, çölde veya baskı ve zulüm rejimleri altında yaşayıp da peygamberleri ve onların getirdikleri dinleri işitmemiş kimseler.
sai
Çalışan.
Devletçe posta idaresinin kurulmasından evvel mektup ve emanet götürüp getiren kimseler.
Bir yere vâli olan.
Cemaat başı.
Yan yan giden.
Hızlı yürüyen.
Koğuculuk yapan.
saib
Yağmur getiren bora.
salatüselam / salâtüselâm
Dua ve selâm, salâvat getirme.
salib / salîb
Hıristiyanlık dîninin sembolü kabûl edilen birbirini dik kesen iki doğrunun meydana getirdiği şekil, haç, istavroz.
sani' / sâni'
(Sun'. dan) Sanatkârca yapan. Yaratan. San'at eseri olarak meydana getiren. İşleyen, yapan. (Allah)
Sanatkârca yapan, yaratan, sanat eseri olarak meydana getiren. (Allah)
sarf
(Çoğulu: Süruf) Harcama, masraf, gider.
Fazl.
Hile.
Men etme. Bir kimseyi yolundan ve işinden ayırıp başka tarafa yöneltme.
Farz.
Gr: Bir lisanı meydana getiren kelimelerin değişmesinden, birbirinden türemesinden bahseden ilim şubesi. Kelime bilgisi. K
şaşaalandırmama / şâşaalandırmama
Açıkça yayılmama, gösterişli hale getirmeme.
se'ir / se'îr
Cehennem'i meydana getiren tabakaların ikincisi. Burada Tevrât'ı değiştirenler yanacaktır.
şe'n
İş, yeni olan hal.
Şan.
Tavır.
Hâdise.
Vâkıa.
Kasdetmek.
Emr ü hal.
Tıb: Baştan göze gelen kan damarı. Baştan kaşa, kaştdan göze kan getiren iki damar ismi.
Fls: Bir şeyin hususiyetinin fiilî tezâhürü, neticesi ve eseri.
şecce
Başa ve yüze vurarak meydana getirilen yara.
seff
Dokumak.
Yapmak.
Ahzetmek, almak.
Toz haline getirilmiş ilâç.
İlâcı toz haline getirme.
şehrayin-i rahman / şehrâyin-i rahmân
Cenâb-ı Hakkın sonsuz rahmetiyle bir şenlik haline getirdiği yeryüzü.
sekar
Cehennem'i meydana getiren tabakalardan üçüncüsü. Burada İncîl'i değiştirenler azâb görecektir.
selk
Bir yerden haber getirmek.
Yumurtayı rafadan pişirmek. Bir kimseyi başı üstüne bırakmak.
Katı ve sert söylemek.
Çağırmak.
şer-i ahmedi / şer-i ahmedî
Pegamberimiz Hz. Muhammed'in getirdiği şeriat; Allah tarafından bildirilen İlâhî emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi.
şerait-i sulhiye / şerâit-i sulhiye
Barışı ve barış ortamını meydana getiren şartlar.
serd / سرد
Düzgün dile getirme.
(Arapça)
Serd etmek:
Dile getirmek.
(Arapça)
şerh-i ahkam-ı nübüvvet / şerh-i ahkâm-ı nübüvvet
Resul-i Ekrem Efendimizin (a.s.m.) getirdiği hükümlerin şerhi, açıklaması.
şeriat-ı ahmedi / şeriat-ı ahmedî
Hz. Muhammed'in (a.s.m.) getirdiği ve bildirdiği şeriat; İslâm dini.
şeriat-ı ahmediye
Hz. Muhammed'in (a.s.m.) getirdiği şeriat, İlâhî kanun ve hükümler, İslâmiyet.
şeriat-i ahmediye
Hz. Muhammed'in (a.s.m.) getirdiği şeriat, İlâhî kanun ve hükümler.
şeriat-ı garra-i ahmediye
Hz. Muhammed (a.s.m.) getirmiş olduğu parlak ve nurlu şeriat.
şeriat-ı garra-yı muhammediye / şeriat-ı garrâ-yı muhammediye
Hz. Muhammed'in (a.s.m.) getirdiği büyük ve parlak şeriat, İslâmiyet.
şeriat-ı iseviye
Hz. İsâ'nın getirdiği şeriat.
şeriat-ı muhammedi / şeriat-ı muhammedî
Hz. Muhammed'in (a.s.m.) şeriatı, tarif ettiği, getirdiği ve bildirdiği şeriat; İslâm dini.
şeriat-ı muhammediye
Hz. Muhammed'in (a.s.m.) tarif ettiği, getirdiği ve bildirdiği şeriat; İslâm dini.
şeriat-i muhammediye
Hz. Muhammed'in (a.s.m.) şeriatı, getirdiği ve bildirdiği İslâm dini.
şeriat-ı museviye / şeriat-ı mûseviye
Hz. Musa'nın getirdiği din.
sert
Aşağı getirmek.
Yutmak.
servet-i fünun
Fenlerin (ilimlerin) zenginliği mânasına gelen bu tabirde, 1891-1900 tarihleri arasında çıkmış olan bir mecmua ve bu mecmua etrafında toplanmış olan kimselerin 1895'den 1901'e kadar meydana getirmiş oldukları Edebiyat-ı Cedide denilen edebî çığıra verilen addır.
şevk-aver / şevk-âver
Neşe veren, neşe getiren, şevklendiren.
(Farsça)
şevk-engiz
Şevke getiren.
şevk-engizane / şevk-engizâne
Şevke getirerek.
şeyn-i temenna / şeyn-i temennâ
Eli başa getirerek "baş üstüne" deme kusuru, temenna kiri.
şiar / şiâr / شعار
Slogan.
(Arapça)
İşaret.
(Arapça)
Şiâr edinmek:
Slogan haline getirmek, meslek edinmek.
(Arapça)
silsile
Birbirine bağlanan, bir sıra meydana getiren şey. Zincir. Zincir gibi birbirine ekli ve bitişik olan.
Soy, sop.
Sıradağ.
Seri. Dizi.
Ard arda gelen şeylerin meydana getirdiği sıra.
sirac-ı vehhac / sirâc-ı vehhac
Etrafını aydınlatan, ışık saçan lamba; getirdiği dinle tüm karanlıkları iman nuruyla aydınlatan Hz. Muhammed (a.s.m.).
sistem
Bir bütün meydana getirecek şekilde, karşılıklı olarak birbirine bağlı unsurların hepsi.
(Fransızca)
İlimde bir bütün meydana getirecek esasların hepsi.
(Fransızca)
Bir nizâm dâiresinde çalışan takım.
(Fransızca)
Proğramlı çalışmak.
(Fransızca)
Manzume.
(Fransızca)
sufuf-u ibad / sufûf-u ibâd
Kulların meydana getirdiği saflar.
sühan-çin
Söz getirip götüren, söz toplayan, dedikoducu.
(Farsça)
sultan-ı levlak / sultan-ı levlâk
Bütün herşeyin onun sevgisi ve getirdiği nur sebebiyle yaratılan Sultan; Peygamber Efendimiz (a.s.m.).
sür'at-i imtisal
Hızlıca uymak, yerine getirmek.
ta'cin
(Acn. dan) Hamur yapma, yoğurma, hamur hâline getirme.
ta'dil-i erkan / ta'dil-i erkân
Fık: Namazın bütün rükünleri, esaslarını usulüne uygunca yerine getirerek ve namazın tertib ve düzeninin hakkını vererek kılmak. Meselâ : "Secdeyi sükunetle yerine getirmek ve iki secde arasında "Sübhânallah" diyecek kadar doğrularak oturmak. Kıyamda ve rüku'dan sonraki kıyamda sükunet üzere olmak v
ta'mir
Bozuk şeyi düzeltmek. Eski şeyi düzeltip yeni hâline getirmek.
ta'zib
Davarları gece yabanda otlatıp eve getirmemek.
taakkul
Hatırlama. Zihin yararak anlama. Akıl erdirme. Hatıra getirme.
taat
İbadet etmek, Allah'ın emirlerini yerine getirmek, itaat etmek.
İbadet etmek. Allah'ın (C.C.) emirlerini yerine getirmek. İtaat etmek.
tabaka-i havass / tabaka-i havâss
Toplumun üst seviyesini meydana getiren seçkinler tabakası.
tabiatperest
Her şeyin kendi kendine olduğunu veya tabiatın meydana getirdiğini kabul eden. Allah'tan (C.C.) gaflet edip, kâinatın tesadüfen olduğunu zu'meden.
(Farsça)
taciz / tâciz
Rahatsız etme, âciz hâle getirme.
tağlib
Galip getirme.
tahayyül
(Çoğulu: Tahayyülât) Hayale getirmek. Hayalde canlandırmak. Fikir kurmak.
tahazzüb
(Hizb. den) Toplanma, birikme. Küçük topluluk meydana getirme.
tahdis
Anlatma, şükrederek dile getirme.
tahir-i mutlak / tâhir-i mutlak
Bütün yönleriyle temiz olan, temizliğine en küçük halel getirecek bir pislik olmayan.
tahiyyat-ı muayyene / tahiyyât-ı muayyene
Belirli zamanlarda okunan, canlıların hal dilleriyle ve yaşayışlarıyla dile getirdikleri dualar.
tahiyyat-ı mübareke / tahiyyât-ı mübareke
Canlıların bereket ve tebrik sebebi olan hal dilleriyle ve yaşayışlarıyla dile getirdikleri dualar.
tahmik
Ahmak sayma, ahmak olduğunu dile getirme.
tahmis
(Hums. dan) Bir şeyi beş kat veya beş köşe haline getirmek.
Edb: Bir şiirin her beytine üçer mısra ilâve ederek beşe çıkarmak.
tahvil
Bir halden başka bir hale getirmek. Değiştirmek.
Döndürmek.
Faizli borç senedi.
Bir halden başka bir hale getirmek. Değiştirmek.
Borç senedi.
tahyil / tahyîl
(Çoğulu: Tahyilât) (Hayal. den) Akla getirme. Fikre getirme, zihinde canlandırma.
Akla getirme, zihinde canlandırma.
Akla getirme, zihinde canlandırma.
tahzib
(Hizb. den) Takım haline getirmek. Hizibleştirmek. Gruplaştırmak.
taife
Hususi bir sınıf meydana getiren insanlar. Kavim, kabile. Takım.
takat-i beşer / tâkat-i beşer
İnsanın bir şeyi yerine getirebilme gücü.
takbiz
Toplayıp bir yere getirmek.
takdir
Beğeniyi dile getiren ifade.
takdir eden
Beğendiğini dile getiren.
takziye
(Kaza. dan) Eksiği yerine getirme. Kaza etme.
tallahi / tallâhi
Allahü teâlânın ism-i şerîfinin başına "te" harfi getirilerek yapılan yemin sözü.
tarzim
Bir çok şeyi bir yere getirip, toplayıp bir yük yapmak.
tas'id
Eritme.
Yukarı çıkma ve çıkarılma.
Buharlaştırarak temizleme. İnbikten geçirip buhar haline getirme.
tasavvuf
Ahlâk ve kalb ilmi. Kalbi kötü huylardan temizleyip, iyi huylarla doldurmak. Kalbde îmânın vicdânileşmesi, yâni Ehl-i sünnet îtikâdının kalbde sağlamlaşması ve şüphe getirici te'sirlerle sarsılmaması, nefs-i emmâreden doğan tenbelliklerin ve sıkıntıl arın giderilip, ibâdetlerde kolaylık ve lezzet hâ
tasfiye
Saflaştırmak. Olduğundan daha temiz bir hâle getirmek. Temizlemek.
Hesabı kapatmak.
tashih
Daha iyi ve daha doğru hale getirmek. Düzeltmek.
Hastanın ağrı ve acısını ilâçla gidermek.
tasnif
Bir âlimin, te'lif etmeden, kendi usûlünce daha önce benzeri olmayan bir kitâb yazması.
Hadîs ilminde tedvîn edilen yâni toplanıp bir araya getirilen hadîs-i şerîflerin konularına ayrılması, kitablara geçmesi.
tastir
(Satr. dan) Yazı yazma. Satırlar meydana getirme.
tatbik
Yakıştırmak. Yerine getirmek.
Karşılaştırmak.
Bir kaide, kanun veya emri yerine getirmek. Kıyas ve tahmin etmek.
Benzetme, uydurma.
Yakıştırmak. Yerine getirmek. Bir kanun hükmünü, kaide veya emri yerine getirmek. Kıyas ve tahmin etmek.
tathin
(Çoğulu: Tathinât) (Tahn. dan) Öğütme. Un haline getirme.
tavazzu
Su hâline getirme.
tazim / tâzim
Büyüklüğünü dile getirme.
tazimat / tâzimat
Büyüklüğünü dile getirmeler.
te'bil
Deveyi katarıyla getirmek.
te'lif / te'lîf / تأليف
Başkalarının sözlerini kendine mahsus bir sıra ile toplayıp kitâb hâline getirme.
Yanyana getirme, alıştırma.
(Arapça)
Kaleme alma, yazma.
(Arapça)
Te'lîf edilmek:
(Arapça)
Bir araya getirilmek, birleştirilmek.
(Arapça)
Kaleme alınmak, yazılmak.
(Arapça)
Te'lîf etmek:
(Arapça)
Bir araya getirmek.
(Arapça)
(Arapça)
te'nis
Ürkekliğini gidermek. Alıştırmak.
Bir hayvanı terbiye ederek işe yarar hale getirmek.
te'sis
Kurma, meydana getirme, temel atma.
te'sis-i ahkam-ı risalet / te'sîs-i ahkâm-ı risâlet / تَأْس۪يسِ اَحْكَامِ رِسَالَتْ
Peygamberimizin getirdiği hükümleri yerleştirme.
te'vil / te'vîl / تأویل
Başka bir yorum getirme.
(Arapça)
Te'vîl etmek:
Başka bir yorum getirmek.
(Arapça)
tebhir
Buharlaştırma. Buhar hâline getirme.
Tütsüleme.
tebkit
Azarlama, ağlatma, delil getirerek susturma.
tecennün
Cinnet getirme. Delirme. Çıldırma.
tedai / tedaî
Birbirini bir iş için davet etmek.
Yıkılıp harap olmak.
Bir şeyi hatıra getirmek. Bir şeyin başka bir şeyi hatıra getirmesi. Çağrışım.
tedai-i efkar / tedaî-i efkâr
Bir fikrin veya şeyin başka bir fikri veya şeyi hatıra getirmesi.
tedhiş-i ezhan / tedhiş-i ezhân
Zihinlerde heyecan meydana getirme.
tedvin / tedvîn
Bir araya toplayarak tertipleme.
Edb: Aynı mevzuya ait bahisleri, çalışmaları bir araya getirip kitap hâline getirme.
Biraraya getirip toplama, düzenleme; kitab hâline getirme.
Tedvîn edilmek:
Kitap haline getirilmek.
tefekkür
Fikretmek. Düşünmek. Fikri harekete getirmek.
tefevvuh / تفوه
Dile getirme.
(Arapça)
tefil / tefîl
Fiilleri etken hâle getiren kalıp.
teharüc
Çıkışmak.
Tevzi etmek, dağıtmak.
Fık: Ortakların bir kısmı akar (para getiren mülk), bir kısmı arazi, bazısı da para üzerine yaptıkları anlaşma.
tehtik
Yırtma.
Nâmusa halel getirme.
tehyiç etme
Heyecanlandırma, heyecana getirme, çoşkunluk verme.
tekabkub
Bağırsaklarda gazların meydana getirdiği gurultu.
tekalif-i şer'iye / tekâlif-i şer'iye / تَكَالِفِ شَرْعِيَه
Şeriatin getirdiği yükümlülükler.
tekbir / tekbîr / تكبير
Allahuekber deme.
(Arapça)
Tekbîr getirmek:
Allahuekber demek.
(Arapça)
tekbirat / tekbirât
(Tekili: Tekbir) Tekbirler. Tekbir getirmeler.
tekbiratü'l-huccac fi arafat / tekbirâtü'l-huccac fî arafat
Hacıların Arafat Dağına çıktıkları zaman tekbir getirmeleri.
tekbirhan / tekbirhân
Tekbir getiren.
(Farsça)
teklis
(Kils. den) Kireç hâline getirme. Kireçleştirme.
tekmil etme
Tamamlama, en mükemmel hâle getirme.
tekvin / tekvîn
Var etmek. Meydana getirmek. Yaratmak.
İlm-i Kelâmda: Cenab-ı Hakk'ın sübutî bir sıfatıdır ve ademden vücuda getirmesi, icad etmesidir.
Var etmek, meydana getirmek, yaratmak, Kelâm ilminde Allah'ın subûti bir sıfatıdır, yokluktan vücuda getirmesi, icad etmesidir.
tekvin eden
Meydana getiren.
telfik
Birleştirme, ekleme. İstif.
Bir yere getirip ulaştırmak.
telid
(Telide) (Veled. den) Yabancı memlekette doğduğu halde küçük yaşta İslâm diyârına getirilerek orada büyütülmüş ve oranın tâbiiyetini kabul etmiş olan kişi.
telkıye
Ulaşmak, varmak.
Bir nesneyi yüze getirmek.
telvih
Açıklamak.
Zâhir ve aşikâre kılmak.
Susuzluktan insanın çehresi bozulmak.
Bir şeyi ateşle kızdırmak. Güneş veya ateşin sıcaklığı bir nesnenin rengini değiştirmek.
Posa hâline getirmek.
Kocamak. Saç ağarması.
Almak.
İşaret etmek.
temsil / temsîl / تَمْث۪يلْ
Misal getirme.
temsillerin darbı
Benzetmelerin getirilmesi, örneklemelerin yapılması.
temsir
(Mısır. dan) Bir yeri şehir haline getirme.
Taklil. Azaltma.
temsiye
Akşamlık.
Akşamleyin bir nesne getirmek.
temyi'
(Mey'. den) Sıvılaştırma. Sıvı hale getirme.
tencis
Necis hale getirme, pisleme.
tenciz
Sona erdirme. Sonuçlandırma, neticelendirme.
Sözünü yerine getirme.
tenebbüh
Uyanmak. Kendine gelmek. Aklını başına getirmek.
terbiye-i muhammediye
Hz. Muhammed'in insanlığa getirdiği terbiye.
tercüman / ترجمان
Çevirmen.
(Arapça)
Duyguları, görüşleri dile getiren.
(Arapça)
terennüm / ترنم
Dile getirme.
şarkı söyleme, şakıma.
(Arapça)
Dile getirme.
(Arapça)
Terennüm etmek:
(Arapça)
Şarkı söylemek, şakımak.
(Arapça)
Dile getirmek.
(Arapça)
terennüm eden
Dile getiren.
terk-i iltizam-ı nefs
Nefsin isteklerini yerine getirmeyi terk etme, nefsi dinlememe.
terkib
Birkaç şeyin beraber olması. Birkaç şeyin karıştırılması ile meydana getirilmek.
Birbirine karıştırılmış maddeler.
Gr: Terkib-i nâkıs ve terkib-i tam olarak iki kısma ayrılır. Terkib-i nâkıs: Cümle kadar olmayan terkiblerdir. Terkib-i tam ise; bir cümleden ibarettir. Birbirin
terkib-i bend
Edb: Birkaç bendden meydana getirilmiş manzumenin hususan gazel şekli olup müteaddit manzumeler birer beytle birbirine bağlanmıştır.
terkih
İşi salâha getirmek.
tertere
Depretmek, harekete getirmek, tahrik etmek.
tertib-i mebadi / tertib-i mebâdi
Bir işin gerçekleştirilmesi için gerekli ön şartların yerine getirilmesi.
tesbit
Sağlam olarak yerleştirme. Yerinden kımıldayamaz hâle getirme.
Bir şeyin aslını kat'i olarak bulma.
tesdis
(Çoğulu: Tesdisât) (Süds. den) Gazelin her beytine dörder mısra ilâve ile onu müseddes (altı mısralı) hâline getirmek.
teşehhüd
Şehadet getirmek.
Namazdaki şehadet miktarı oturmak ve "Et-tahiyyât" okumak.
Şehadet getirme, namazda oturma.
teşekkül eden
Kurulan, meydana getirilen.
teşerrüb
İçme; karakter hâline getirme.
tesfif
Dövüp ezme, toz haline getirme.
teşkil
Meydana getirme.
Vücud vermek. Suretlendirmek. Şekil vermek. Meydana getirmek.
Atın iki önayağı ve art ayağının birisinin beyaz olması.
teşkil etme
Oluşturma, meydana getirme.
teşkil eyleyen
Oluşturan, meydana getiren.
teşkil-i ceset
Cesedi oluşturma, meydana getirme.
teşkil-i cümle enva / teşkil-i cümle envâ
Bütün türleri meydana getirme.
teslim
Diş diş etme. Merdiven haline getirme, ayak ayak düzme.
tesniye
Vasıflandırma.
Gr: Arapçada bir kelimenin iki şeye delâlet etmesi hâli, kelimeyi iki şeye delâlet ettiren siga. Bu şekil kelimenin sonuna "elif-nun" veya "ye-nun" getirilerek yapılır. Meselâ: Recul: Adam. İki adam demek için: Reculân () veya Reculeyn () denir.
teşri'
Yolu açık ve vâzıh kılma.
Şeriata isnad ve nisbet eylemek.
Kanun vaz' ve tenfiz eylemek.
Peygamberimizin (A.S.M.) şeriata dair emretmesi.
Havuza su getirmek.
teşrik tekbiri / teşrik tekbîri
Arefe günü yâni Kurban bayramından önceki gün, sabah namazından, bayramın dördüncü günü ikindi namazına kadar yirmi üç vakit her farz namazdan sonra getirilen tekbîr; "Allahü ekber, Allahü ekber, lâ ilâhe illallahü vallahü ekber. Allahü ekber ve lill ahil-hamd" sözleri.
teşvik
Şevklendirme. Şevke getirme. Kışkırtma. Kaldırma. Cesaret verme.
teşvikat
(Tekili: Teşvik) İsteklendirmeler, şevke getirmeler. Kışkırtmalar.
teşyici / teşyîci
Cenazeyi kabre getiren.
tetliye
Nezretme. Adağı yerine getirme.
Farzdan sonra nafile namaz kılma.
tevekkül-ü tembelane / tevekkül-ü tembelâne
Tembelce tevekkülde bulunma; üzerine düşen görev ve sorumlulukları yerine getirmeden sonucu Allah'tan isteme.
tevhid-i medaris / tevhid-i medâris
Medreselerin, okulların birleştirilmesi; Osmanlı döneminde dinî ilimlerin tahsil edildiği eğitim kurumlarının bir araya getirilmesi.
tevlid / tevlîd / توليد
Çocuğu doğarken almak. Doğurmak. Doğurtmak.
Mc: Sebep olmak, vücuda getirmek.
Beslemek. Terbiye etmek.
Doğurtma, üretme.
(Arapça)
Meydana getirme.
(Arapça)
Tevlîd etmek:
(Arapça)
Üretmek.
(Arapça)
Meydana getirmek.
(Arapça)
tevlidat / tevlidât
(Tekili: Tevlid) Meydana getirmeler, sebep olmalar.
Doğurmalar, doğurulmalar; doğurtmalar.
tevlit etmek
Doğurmak, meydana getirmek.
tevrim
Gazaba getirme, öfkelendirme.
Verem etme, verem edilme.
Bedenin azâsını şişirip kabartmak.
tezahum / tezâhum
İzdiham meydana getirme, zahmet verme.
tezavül
Bir şeyi ortaya çıkarma, bir şeyi meydana getirme.
tezekkür
Unuttuktan sonra hatıra getirmek. Zikretmek.
Bir şeyi ders gibi tekrar ile ezbere almak.
Birkaç kişi toplanıp iş üzerine görüşmek.
Akla getirme, hatırlama, anımsama.
Birkaç kişinin toplanarak bir işi konuşması, görüşme, müzakere etme.
tezkir / tezkîr / تذكير
Hatırlatma.
(Arapça)
Tezkîr edilmek:
Hatırlatılmak, dile getirilmek.
(Arapça)
Tezkîr etmek:
Hatırlatmak, dile getirmek.
(Arapça)
ucale
Misafirlerin yolda yemek için götürdükleri azık.
Çiftçilerin azık diye evvelce koyup getirdikleri buğday ve arpa.
ukad-ı hayatiye
Can alıcı noktalar, hayat düğümleri. Bir şeyi meydana getiren aslî rükünler.
ülü'l-azm
Şerîat sâhibi, yeni din getiren peygamberlerden altı tânesine ve en büyüklerine verilen ad. Bunlar; Âdem, Nûh, İbrâhim, Mûsâ, Îsâ ve Muhammed aleyhimüsselâmdır. Allahü teâlânın emir ve yasaklarını insanlara anlatırken çok sıkıntı çektikleri ve bu sık ıntılara sabr ettikleri için kendilerine bu isim
uzv
Canlıyı meydana getiren parçaların her biri, organ.
va'd
Söz verme, söz verilen şey.
Allahü teâlânın; emirlerini yerine getirenleri çeşitli nîmetlerle mükâfâtlandıracağını, karşı gelenleri ise, azâb ile cezâlandıracağını bildirmesi, söz vermesi. Buna va'd-ı ilâhî de denir.
Bir kimsenin, başka birisine bir husûsta söz vermesi.
vacib / vâcib
Allah ve resulü tarafından yerine getirilmesi kesin olarak emredilmiş olan şey (diğer bir mânası; delili farz ifade edecek derecede kesin olmayan, fakat hiç terk edilmeden yapılması istenen amel; vitir ve bayram namazları gibi.
Varlığı zorunlu olan.
(Vücub. dan) (Çoğulu: Vâcibât) Lüzumlu, mecburi olan.
Fık: Yerine getirilmesi her müslüman için gerekli ve borç olup, yapılmadığı takdirde büyük günah olan Allah'ın emirleri. Yapılması zannî delil ile belli olan. Terki câiz olmayan. Yapılması şer'an kat'i derecede bir delil ile sâbit
Gerekli, zorunlu olan, yerine getirilmesi her müslüman için gerekli ve zorunlu olan Allah'ın emirleri.
vacibe / vâcibe
Yapılıp yerine getirilmesi vâcib derecesinde lüzumlu olan şey.
vacibülifa / vâcibülîfâ / واجب الایفا
Yapılması gereken, yerine getirilmesi gereken.
(Arapça)
vacid / vâcid / واجد
Vücuda getiren.
Varlıklı. Fâtır. Gani ve zengin.
Mevcud olan.
Var eden, vücuda getiren.
Tanrı.
(Arapça)
Meydana getiren.
(Arapça)
vafi / vâfi
(Vefâ. dan) Tam, elverişli, kâfi, yeter.
Sözünün eri.
Va'dini mutlak yerine getiren Cenab-ı Hak.
vahy-i metluv / vahy-i metlûv
Cebrâil aleyhisselâmın, Allahü teâlâdan aldığı haberleri getirerek peygamberlere okuması.
vasi
(Vesâyet. den) Bir ölünün vasiyetini yerine getirmeye me'mur edilen kimse. Bir yetimin veya akılca zayıf, hasta olan bir kimsenin malını idare eden kimse.
vasıfane / vâsıfâne
Vasıfları dile getirerek.
vatı'
Ayak altına alıp çiğneme, uygun hale getirme, cima.
vazı-ı esaret / vâzı-ı esaret
Kölelik koyan, esaret getiren.
vecibe
Borç hükmünde olan vazife.
Kanun ve ahlâkın icabı, yerine getirilmesi lâzım gelen şey.
vefa
Ahdinde, sözünde durma.
Sevgi ve dostlukta sebat ve devam.
Ödeme.
Yetişme.
Dince ve akılca lâzım gelen şeyi yerine getirip uhdesinden çıkma.
vefa-i ahid / vefâ-i ahid
Sözünü yerine getirme, sözünde durma konusu.
vekil / vekîl
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Mahlûkâtın dünyâda ve âhirette işlerini hakkıyla yerine getiren, rızkları veren, tevekkül etmeye (kendisine güvenilmeye) lâyık olan.
Bir kimsenin, bir işi yapmak için kendi yerine koyduğu, işini havâle ettiği kimse.
velvele-i teşhir ve takdis
Güzellikleri sergilemek ve bütün eksikliklerden uzak görmeyi dile getiren sesler.
vesm
Damga. İşaret.
Dağlama.
Döğerek toz hâline getirme.
vücuda getirilen
Meydana getirilen.
vücuda getirilme
Meydana getirilme, oluşturulma.
vücuda getirme
Meydana getirme.
vücuda getirmek
Oluşturmak, meydana getirmek.
yankesici
Biçimine getirerek insanın üzerinden gizlice birşey çalan hırsız.
yümn-ü iman
İnanmanın getirdiği bereket ve uğur.
za
(-Zây) " Doğuran" anlamına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Nâdire-zâ : Nâdir şeyler yapan, bulunmaz şey meydana getiren.
(Farsça)
zade
Evlâd, oğul.
(Farsça)
İyi insan.
(Farsça)
Nikâh neticesi olmuş çocuk.
(Farsça)
Kelime sonuna getirilerek birleşik kelimeler de yapılır. Meselâ: Şah-zade (Şehzade) : Padişah evlâdı.
(Farsça)
zakire / zâkire
Andıran, hatırlatan, hatıra getiren şey.
zal'
Eğilmek, meyl etmek.
Dar olmak.
Davarın ağır yük getirmekten dolayı yürürken iki yanına eğilmesi.
zat-ı baki / zât-ı bâkî
Kendi varlığı sonsuza kadar devam eden ve dilediği varlığa bekâ veren, onları sonsuz ve kalıcı hale getiren Zât; Allah.
zeban-aver / zeban-âver
Düzgün konuşan, düzgün söz veya şiir söyleyen.
(Farsça)
Dile getiren.
(Farsça)
zefr
Yükseltmek.
Yük getirmek.
zellet-ül kari / zellet-ül kârî
Kırâat hatâsı. Namazın içindeki farzlardan kırâati yerine getirirken (Fâtiha ve zamm-ı sûreyi okurken) meydana gelen hatâ, yanlış okuma.
zencir-bend
Zincire vurulmuş, zincirle bağlı mânasına gelir. Eskiden azılı katiller ve deliler, zincirle bağlandıkları için bu tâbir meydana gelmiştir.
(Farsça)
Edb: Her mısranın son kelimesi, bir sonra gelen mısraın ilk kelimesini teşkil etmek şekliyle meydana getirilen manzumelere verilen addır. Divan
(Farsça)
zerrat-ı zücaciye
Cam zerreleri, camı meydana getiren atomlar.
zıhar
İki şey arasında münasebet ve mutabakat meydana getirmek. İki şeyi birbirine mutabık eylemek. Arka arkaya, mukabil kılmak.
Karşılıklı yardımlaşmak.
Fık: Bir kocanın, karısını müebbeden mahremi olan birisinin bakması câiz olmayan bir yerine teşbih etmesi.Meselâ, bir adam karıs
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
ram olmak
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
fehem
şakür
tasaffu
HaLAVET
Sülb
Kinâiyât
hadise-i rahmet
Telebbüs
Memât
Murg-ı dil
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
Geti
ah ile
munis
Mevki
ZUHUR ETMEK
a'ni
erse
Gönül
melat
Safdil