Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
GRİ
ifadesini içeren
278
kelime bulundu...
a'sal
Dişinin ucu eğri olan.
a'sel
Eğri olan şey. Eğri dişli veya bacaklı kimse.
a'vec / اعوج
Eğri büğrü.
Yamuk, eğri büğrü.
(Arapça)
adcem
Eğri burunlu.
afes
Burun eğriliği.
agzel
(Çoğulu: Uzelân-Uzul) Eğri kuyruklu at.
Silahsız kimse.
Yağmursuz bulut.
ahcen
Burnu eğri kimse.
ahfec
Ayakları eğri.
ahkaf
(Tekili: Hıkf) Eğri büğrü kum tepeleri.
ahna
Çapraz ve birbirine zıt işler. Çarpık, eğri şeyler.
ahnef
Ayakları çarpık ve eğribüğrü olan.
ahzad
Eğrilip bükülen, esnek.
air
Göz ağrısı.
ak'am
Burnu eğri.
akbel
Eğri gözlü.
Kabiliyetli kimse.
En çok beğenilen
aks
Boynuzu eğri ve kayık olmak.
Bağlamak.
Dövmek.
Saçlarının ucunu başının etrafına kadınlar gibi lif etmek.
Saçını kıvırcık göstermek.
Bahillik etmek.
alamana
İtl. Küçük odun gemisi.
Büyük balıkçı kayığı.
Büyük balıkçı kayıklarına mahsus büyük ağ, ığrıp.
amuc
Eğri giden ok.
as'ar
Çok kibirli, mağrur.
Çarpık suratlı, eğri yüzlü, eğri boyunlu.
aşaya
(Tekili: Aşi) Akşamlar, mağribler.
asem
Kesbetmek. Kazanmak. çalışmak.
Dirsekten itibaren elin kuruyup çolak ve eğri olması.
Ayağın topuktan kuruyup eğilmesi ve aksak olması.
asma
Elleri veya bacakları eğri olan.
asur / asûr
Eğri boyunlu.
avca
(Müe.) Eğri. Şaşı.
Yay. Kavs.
Arık, zayıf deve.
azir / âzîr
Iztırab, sıkıntı. Ağrı, sızı.
(Farsça)
Azar, tekdir.
(Farsça)
azm-i acz
Tıb: Sağrı kemiği. Kuyruk sokumu kemiği.
bedel
(Çoğulu: Bedelât) Elde ve ayakta olan zahmet ve ağrı.
Karşılık. Bir şeyin yerine verilen ve yerini tutan şey. İvaz.
Başkasının adına hacca giden.
Gr: Söz esnâsında bir şeyi sıfatı veya vasfı ile beraber söylersek ve fakat kasdımız o şeyin vasfı veya sıfatı değil de zâ
berniş
Romatizma ağrısı, mafsal sancısı.
(Farsça)
Karın ağrısı, sancısı.
(Farsça)
bistar
Çarpık, eğri. Gevşek.
(Farsça)
cair
Mâni, engel.
Eğri.
Çok, kesîr.
Eziyet eden. Cevreden. Zulmeden.
çam
Eğrilme, bükülme.
(Farsça)
Salınma.
(Farsça)
çavele
Güzel renkli bir cins gül.
(Farsça)
Eğri büğrü, yamuk.
(Farsça)
cenbiyye
Arapların kullandıkları bir cins eğri kamadır ki, yan taraflarına takarlar.
çeng
Pençe.
(Farsça)
El.
(Farsça)
Çalgı âletlerinden bir saz çeşidi.
(Farsça)
Eğri büğrü.
(Farsça)
cerbeya
Mağrib ile şimâl arasında esen yel.
çevgan
Cirit oyunlarında atlıların birbirlerine attıkları değnek.
(Farsça)
Baston, ucu eğri değnek.
(Farsça)
çipil
Gözleri ağrılı ve kirpikleri dökülmüş kimse.
Çepel.
cüfte
Benzer, eş, denk, müsavi.
(Farsça)
İnsan veya hayvan sağrıs.
(Farsça)
Hayvan çiftesi.
(Farsça)
cüsad
Karın ağrısı.
dacem
Eğrilik.
dal'
Meyl. Eğrilik. Kuvvet.
Ağır yük götürmek.
dalaa
Kuvvet.
Eğrilik.
Şiddet.
dalı'
Kavi, kuvvetli.
Muhkem, sağlam, sert.
Eğri.
dar'
Men'etmek, engel olmak.
Ansızın haberli olmak.
Eğrilik.
daribe
Tabiat.
Kılıçla vurulmuş.
Eğrilmiş yün.
davet / dâvet / دعوت
Çağrı.
Çağrı.
(Arapça)
davet-i kur'ani / davet-i kur'ânî
Kur'ân'ın daveti, çağrısı.
davet-i münferide / dâvet-i münferide
Tek bir dâvet, çağrı.
dehre
(Dahra) Testere gibi dişli ve eğri budama âleti. Bağ budamak için kullanılan testere gibi dişli olan bıçak.
(Farsça)
denen
Bir kişinin belinin bükülüp eğri olması.
Kolları çok kısa olmak.
Hayvanların ayakları kısa ve göğüsleri yere yakın olması.
derd / درد
Dert.
(Farsça)
Acı.
(Farsça)
Ağrı.
(Farsça)
derd-i ser
Sıkıntı, baş derdi, başağrısı.
derdiser / درد سر
Baş belası, baş ağrısı, sorun, problem.
(Farsça)
dilsuhte / dilsûhte / دل سوخته
Bağrı yanık, gönlü yaralı.
(Farsça)
dücac
Galebe ile çağrışmak.
İnlemek.
Aldatmak, kandırmak.
dugata
Eğri bir ağaç cinsi.
ecnef
Haktan, doğruluktan, adaletten uzaklaşan, ayrılan adam.
Beli eğri, kambur olan adam.
efda'
Eli ve ayağı eğrilmiş.
efkam
Eğri.
ekva'
Eli eğri olan.
elem
Ağrı. Acı. Keder. Sancı. Dert. Gam. Kaygı.
elim
(Elime) Acı veren, acıtan, ağrıtan. Çok şiddetli ağrı veren.
elips
Odaklar adı verilen sabit iki noktasından uzaklıkları toplamı sabit olan noktaların gösterdiği kapalı eğridir. Eğri ve kapalı bir geometrik şekildir. Karşılıklı iki tarafından genişlemiş bir çemberi andırır.
(Fransızca)
embel
Kılıcı ve silahı olmayan.
Eyer üstünde doğru oturamayan.
Boynu eğri olan.
engüj
Filcilerin fili idare etmekte kullandıkları ucu eğriltilmiş demir karga burnu.
(Farsça)
ermed
Kül rengi, gri. Boz renkli nesne.
Gözü ağrıyan adam.
evca'
(Tekili: Veca) Ağrılar. Acılar. Sızılar.
evca-i batn
Karın ağrıları.
evca-i şedide
Şiddetli ağrılar.
eved
Kuvvet. Ağır yük götürmek.
Eğrilik.
ezver
Boynu eğri olan kimse.
fed'a
El ve ayağı eğri olan kadın. (Müz: Efdâ)
felec
Küçük nehir.
Dişlerin seyrek olması.
El eğriliği.
gazzal
Eğrilen iplik.
gıriv / gırîv
Bağırma, feryat etme, çığlık atma, bağrışma.
(Farsça)
gulgul
Bağrışıp çağrışma. Şamata, gürültü. Velvele.
Ağız tarafı dar olan bir kabdan akan suyun çıkardığı ses.
gulgule-i etfal
Çocukların gürültüsü, çocukların bağrışıp çağrışmaları.
gurab
(Çoğulu: Garbân-Egribe) Karga.
hacen
Eğrilik.
hacun
Eğrilik.
Uzak.
Mekke'de bir dağ.
hafc
Titremek.
Ayağını eğri basan.
hafıkan
(Hâfıkeyn) Mağrib ile maşrık. Şark ile garb. Doğu ile batı.
hakve
Yürek ağrısı.
halec
Çalışmaktan, yürümekten veya ibadetten kemiklerin ağrıması.
ham / خم
Bükülmüş, kıvrılmış, eğrilmiş.
(Farsça)
Eğri, bükülmüş.
Eğik, eğri, bükük.
(Farsça)
ham'
Eğrilik, aksaklık.
hamata
Katılık.
Yanmak.
Boğaz ağrısı.
Darı samanı.
Kalbin ortası.
hamide / hamîde / خميده
Kambur, eğrilmiş, kemerli.
(Farsça)
Eğik, eğri.
(Farsça)
hamidegi / hamidegî
Kamburluk, eğri büğrü olmaklık.
(Farsça)
hamşüde
Bükülmüş, eğrilmiş.
(Farsça)
hanef
İstikamet, doğruluk.
Ayak eğriliği.
Eğrilik, udûl.
hanif
İslâmiyetten evvel Allah'ın birliğine inanan ve Hz. İbrahim'in (A.S.) dininden olanların vasfı.
İslâmiyete kuvvetle bağlı olan ve ilmiyle âmil olan kimse.
Eğri.
Eski kötü hallerinden vazgeçip hakka ve doğruluğa yönelen.
hasal
Yüreğin ağrıması.
hatt-ı münhani / hatt-ı münhanî
Eğri çizgi. Eğilen hat.
(Farsça)
havb
(Hub - Havbet) Günah, ma'siyet.
Fakirlik.
Meşakkat.
Maraz, ağrı, dert.
Ana, baba.
havel
Eğrilik.
Şaşılık. Bir şeyin yerinden ayrılması.
hinv
Eyer ağacı.
İyeği kemiğinin eğrice ucu.
hırz-ı can
Bağrına basıp canı gibi korumak. Canı koruyan. Canını teslim ederek sığınmak.
hulak
Boğaz ağrısı.
humar / humâr
Sarhoşluk veren ve haram olan içkiden sonra gelen baş ağrısı.
Sersemlik.
Bir şeyin acısı burnundan gelmesi.
Sarhoşluğun verdiği sersemlik, başağrısı.
hutaf
(Çoğulu: Hatâtif) Demir çengel.
Makaranın iki tarafında olan eğri demir.
i'nac
Hayvanı kıç üstü çökertmek. (Omurga kemiği) ağrıma.
i'vicac / i'vicâc / اعوجاج
Doğru davranmamak, eğri büğrü olmak. Hamlık.
Hakkı bâtıl, bâtılı hak göstermek.
Eğrilme, burkulma.
(Arapça)
i'vicacat / i'vicâcât
Zikzaklar, eğrilikler.
ica'
(Veca. dan) Ağrıtma, veca verme.
icaz-ı mutneb / îcâz-ı mutneb
Az sözle çok mânâlar ifade etme; bir kelime veya sözün çağrıştırdığı bütün mânâları, açıklama yapmamak sûretiyle kastetme.
icl
(Çoğulu: İcâl) Boyun ağrısı.
Sığır sürüsü.
ihzariye
Aleyhine açılan dâva münasebetiyle getirilen şahıslardan, gönderilen mübaşir veya muhzirin masrafı karşılığı olarak tahsil edilen para. İhzariyeye mübaşir ve muhzirin at ve araba masrafından başka yemek, içmek gibi şahsî masrafları da ilâve edilirdi.
Birinin mahkemeye çağrılması için
iltisak-ı ecfan
Tıb : Ağrı ve sızıdan dolayı gözkapaklarının birbirine bitişmesi.
iltiva
Burulmak.
Kıvrılmak, bükülmek.
Sarılıp birbirine dolaşmak.
Dalgalanma.
Eğri durma.
Nehrin dolaşıklı bir yatağı olma.
ilye
Sağrı, but. Kalçanın üst kısmı.
inhina / inhinâ / انحنا
Bükülme, eğrilme.
Eğri, yay.
(Arapça)
Kıvrılma, bükülme, yay şeklini alma.
(Arapça)
iskarmoz
Gemilerin kaburgalarını teşkil eden eğri ağaçlar.
Kayıklarda kürek takılıp çekilen ağaç çiviye de bu ad verilir.
ışki / ışkî
İki ucu saplı eğri bıçaktır ve deri ve tahta kazımakta kullanılır.
ispanyol hastalığı
Grip, nezle. Paçavra hastalığı. (İlk önce İspanya'da farkına varıldığı için bu isimle meşhur olmuştur.)
ivec
Eğrilik, çarpıklık, yanlışlık.
Hakkı ve hakikatı eğri büğrü heveslerle tahrif etmek, gayr-i müstakim şekle getirmek.
ivicac / îvicâc
Eğrilik.
ivicacat / îvicâcât
Eğrilikler.
iz'aç / iz'âç
Rahatsız etme, can sıkma, baş ağrıtma.
kabise / kâbise
Ucu üstüne eğri ve kıvrık olan burun.
kaburga
Göğüs kemiklerinin beheri. Göğüs kemiklerinin bel kemiğine bağlanmak suretiyle meydana getirdikleri şeklin bütünü.
Gemi, sandal, kayık gibi deniz nakil vasıtalarının hayvan kaburgasına benzeyen ve omurga üzerine kaldırılan eğri ağaçları.
kafd
Bileğin eğri olması.
kaj / kâj
Eğri, bükülmüş.
(Farsça)
Şaşı.
(Farsça)
kalalib
(Tekili: Kullâb) Çengeller, kancalar. Uçları eğri olup bir şeyler asmağa yarayan demirler.
kalfa
Sarayla konaklardaki cariyeler hakkında kullanılan bir tâbir idi. Konaklarda bu tâbir, daha çok bunların eskileri ve yaşlıları hakında kullanılırdı. Gençlerine "kız" denilir ve adlarıyla çağrılırlardı.
Eski tarz mekteblerde öğretmen yardımcısı.
Bir san'atta usta ile çırak ara
kavis
Yay, eğri.
kavs
Yay.
Eğri, yay biçiminde olan şey.
Dokuzuncu burcun adı.
Yay, eğri.
kebed
Ciğer ağrısı.
Kara ciğer.
Meşakkat. Şiddet. Mihnet.
Karnın şişmesi.
kec / كج
Eğri, çarpık.
(Farsça)
Eğri.
(Farsça)
kecbin
Şaşı.
(Farsça)
Eğri gören.
(Farsça)
Yanlış ve ters düşüren.
(Farsça)
keckülah
Eğri külâhlı, külâhı eğri olan.
(Farsça)
Mc: Hoppa.
(Farsça)
kecnazar
Kıskanç, hasetci.
(Farsça)
Eğri bakışlı.
(Farsça)
kecnigah / kecnigâh
Eğri bakışlı. Bakışları eğri olan kimse.
(Farsça)
kecreftar
Ters yürüyen. Gidişi eğri.
(Farsça)
kecrev
Eğri giden.
(Farsça)
Tuttuğu yol sakat ve yanlış olan.
(Farsça)
kej / كژ
Çarpık, eğri. Kumral. Tüylü keçi.
(Farsça)
Eğik, eğri.
(Farsça)
kejçeşm
Şaşı, eğri bakışlı.
(Farsça)
kelalib / kelâlib
(Tekili: Küllâb) Çengeller, kancalar, uçları eğri olan demirler.
kenak
Karın ağrısı. Buruntu.
(Farsça)
kesis
Titremek. Deprenmek.
Eğrilik.
kev'a
Eli bileğinden eğri olan kadın. (Müz: Ekvâ)
kitab-ı davet / kitab-ı dâvet
Hak ve hakikate çağrı kitabı.
kula'
Ağız ağrısı.
kullab
(Çoğulu: Kalalib) Çengel, kanca. Ucu eğri nesne.
küllab
(Çoğulu: Kelâlib) Çengel, kanca. Ucu eğri demir.
kulunç
Özellikle omuzlarda olan şiddetli ağrı.
Tıb: Şiddetli bağırsak ağrısı. Omuzlarda ve vücutta bir ağrı.
kuza'
Ağız ağrısı.
laklaka
Leylek sesi.
Hareketten ve ıztıraptan dolayı çıkan ses.
Şiddetli ses ve galebe ile çağrışmak.
Boş ve mânasız söz.
leben
Süt.
Boyun ağrısı.
levy
Bükmek.
Eğmek, meylettirmek.
Karın ağrısı.
Mide fesadı.
lian / liân
Lânetleşmek, erkeğin zevcesini (hanımını) zinâ etmekle suçlaması veya bu çocuk benden değildir demesi hâlinde dört şâhid getiremezse, zevcenin isteği üzerine eşlerin hâkim huzûruna çağrılarak usûlüne uygun (âyet-i kerîmedeki bildirildiği şekilde) kar şılıklı yemîn etmeleri ve lânetleşmeleri. Buna mu
lügeyza
Kertenkelenin bir yeri kazıp giderken bir tarafını da kazıp eğri çapraşık yollar yapması.
maas
Ayağın siniri çekilip büzülmek.
Ayağın eğri olması.
magarib
(Tekili: Magrib) Batılar, magribler, garplar.
Akşamlar.
magaris
(Tekili: Magris) Fidanlıklar, fidan bahçeleri.
magl
Yürek ağrısı, kalp ağrısı.
magrib
(Mağrib) Batı taraf. Garb. Güneşin battığı cihet. Akşam vakti. Afrikanın şimâl tarafı. Türkiye'ye nisbetle garbda bulunan Fas, Tunus, Cezayir ve İspanya tarafı.
mağribi / mağribî
Batılı, mağribli.
mags
Bağırsak ağrısı.
mahaz
Su akacak yer.
Tıb: Doğum ağrısı. Doğum esnalarında gelen sancı.
mahız
(Çoğulu: Muhaz) Ağrısı tutmuş hâmile kadın.
mail / mâil
Eğik. Bir tarafa eğilmiş. Eğri.
Meyilli. Hevesli. İstekli.
Düşkün.
Benzer.
maile / mâile
Eğri, eğik.
Coğ: Dağların bir yana doğru alçalıp giden taraflarından her biri.
Eğri, eğilmiş.
Eğri, eğilmiş, eğri-büğrü.
masdu'
Baş ağrısına tutulmuş olan. Başı ağrıyan.
masdur
Gönderilmiş, yollanmış olan.
Göğsü incinmiş veya ağrımış olan.
masyef
(Çoğulu: Mesâyıf) Yaz gününde oturulacak yer.
Su yolunun eğri büğrü yeri.
med'i / med'î
Dâvet edilmiş, davetli. Çağrılmış.
med'uvven
Çağrılarak, davetli olarak, davet olunarak.
med'uvvin / med'uvvîn
(Tekili: Med'uvv) Davetliler, davet olunmuşlar, çağrılmış olanlar.
mehaz
Su akacak yer, su mecrası.
Gebe kadının ağrısının tutması.
Gebe deve.
mıhcen
(Çoğulu: Mehâcin) Çomak.
Başı eğri ağaç.
muavvec
(İvec. den) Eğik, eğri, eğilmiş.
muci / mucî
(Vecâ. dan) Acıtan, ağrıtan.
mudıll
Dalâlete düşüren, doğru yoldan çıkarıp, eğri yola saptıran mânâsına, Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından, güzel isimlerinden.
mudill
İdlâl edici, yoldan çıkaran, eğri yola teşvik edici.
müellim
(Elem. den) Acı ve elem veren. Acıtan, ağrıtan.
muhanna
Çarpık, bükük, eğri.
Kınalanmış.
mukavves
(Kavs. den) Yay gibi bükülmüş ve eğri olan.
Kavis teşkil etmiş, bükülü.
Kavisli, eğrilmiş.
mukavvesiyet
Yay gibi kavisli ve eğri olma.
mukavvim
Kıvama getiren. Biçimine koyan. Tesviye ve tanzim edici. Eğriyi doğrultucu.
mukavvis
Kavisli, eğri.
mültevi
(Leviy. den) Eğilmiş, bükülmüş, eğrilmiş. Sarılan, eğilen.
münadat
Bağrışma.
münhadib
(Hadeb. den) Kamburlaşmış, eğri.
münhani / münhanî
Eğri.
Eğri, kamburlu, eğilen, eğrilen. Beli bükülmüş yaşlı kişi.
münhaniyat
(Tekili: Münhani) Eğri olan şeyler. Eğri şekiller.
münhaniye
Eğilmiş, eğri ve çarpık olan. Bükülmüş.
Geo: Eğri çizgi. Hatt-ı münhani.
Eğilen, eğrilen.
Eğri, çarpık.
mürechan
Eğik ve eğri.
musadda'
(Sad'. dan) Başı ağrıtılmış, rahatsız edilmiş.
musaddi'
Tasdi' eden. Baş ağrıtan. Rahatsız eden.
müsekkin
Teskin eden, sükun veren. Elem ve ağrıyı izâle eden.
müstagrib
(Çoğulu: Müstagribîn) Gurbete gitmek isteyen.
(Garabet. den) Şaşakalan, şaşıran, garibine giden.
müstagribin / müstagribîn
(Tekili: Müstagrib) (Garabet. den) şaşakalanlar. Garibine gidenler, taaccüb edenler.
müstakim
(Kıyam. dan) Doğru, istikametli.
Eğri olmayan, düz, dik.
Hilesiz, temiz.
müstetbeat / müstetbeât
Söze tabi olan mânâlar; telvih ve telmih yoluyla işaret edilen mânâlar gibi çağrışımlar.
müstetbeatü't-terakib / müstetbeâtü't-terâkib
Üslup içindeki cümle ve kelimelerin çağrıştırdıkları mânâlar.
müstetbeü't-terakip / müstetbeü't-terâkip
İşaret, telmih, remiz gibi asıl sözün etrafında bulunan birbirine bağlı ikinci derecedeki mânâlar; çağrışımlar.
müteavvic
Eğilmiş, eğri, çarpılmış, çarpık.
mütehanni
Eğrilen.
mütekavvim
Bozuk iken düzelen, eğri iken doğrulan.
İyi idâre edilen.
Sağlam, muhkem.
Müesses, te'sis edilmiş, kurulmuş.
mütekavvis
(Kavs. dan) Yay gibi eğri. Yay şekline giren, kavislenen. Eğrilmiş, bükülmüş.
mütevecci'
Dertli, sıkıntılı.
Ağrı duyan.
mütevecciane / mütevecciâne
Sıkıntı ile. Dertli olarak.
(Farsça)
Ağrı duyarak.
(Farsça)
muztarib
(Muzdarib) (Darb. dan) Sıkıntılı. Iztırab çeken. Hasta. Bir tarafı sızlayan. Ağrıyan. Ağlayan.
na-dürüst
Doğru olmayan. Eğri.
(Farsça)
Sağlam, dürüst ve gerçek olmayan.
(Farsça)
Yanlış, haksız.
(Farsça)
na-hemvar
Eğri, düz olmayan.
(Farsça)
Uymayan, mutabık gelmeyen.
(Farsça)
Uygunsuz.
(Farsça)
na-rast
Eğri. Doğru olmayan.
(Farsça)
nakaka
Kurbağaların çağrışıp ötmeleri.
Tavuğun yumurtladığında ötüp gıdaklaması.
nergis
(Nerges - Nercis) İri papatya biçiminde ortası yeşil veya sarı, yaprakları gri ve sarı bir çiçek. Suyu, uyuşturucudur. Mahmur bakışı andırır.
nida-i umumi-i alevi / nidâ-i umumi-i alevî
Hz. Ali'nin (r.a.) umumi çağrısı.
nıkris
(Nıkrîs) (Çoğulu: Nekaris) Ayak ağrısı.
normal
Kanun, usul ve âdetlere uygun olan. Uygun.
(Fransızca)
Mat: Bir eğri çizgiye teğet olan doğrunun değme noktasından bu doğruya çizilen dik çizgi.
(Fransızca)
özr
Abdesti bozan bir şeyin bir namaz vakti durdurulamayıp, devâm etmesi. İdrârını tutamama, iç sürmesi, yel kaçırmak, burun kanaması, yaradan kan, sarı su akması, ağrı ile göz yaşı akması birer özür olup, özürlü erkeğe mâzûr, kadına ma'zûre denir.
Mâzeret. Af talebi, engel.
remed
Gözün ağrıması, göz kapağı iltihabı.
renc
Sıkıntı, zahmet, eziyet.
(Farsça)
Ağrı, sızı.
(Farsça)
Öfke, gazab, hışım.
(Farsça)
ruda'
Hastalığın insana yine dönmesi.
Gövde ve beden ağrısının her birisi.
sa'le
Eğri hurma ağacı.
Küçük başlı dişi devekuşu.
sad
Göz hastalığı, göz ağrısı.
sada'
Baş ağrısı. ("Suda"' diye de okunur)
şakika
(Çoğulu: Şakayık) Yarım baş ağrısı.
Ana - baba bir olan kız kardeş. Öz kız kardeş.
Çatlak, yarık.
Ana baba bir kız kardeş.
Yarım başağrısı.
şakul
(Çekül) Geo: Bir yerin umumi hattını tâyin için kullanılan âlete denir. Bir ağır cismi ip ile yüksekten sarkıtmakla bir duvarın ne derece yatık, eğri veya doğru olduğu anlaşılması gibi.
salk
Şiddetli ses.
Vurmak.
Hâmile kadının ağrısı tutup bağırması.
şatib
Eğri, eğik, mâil.
savalic
Cirit oynanan eğri sopalar.
saver
Eğri boyunlu olmak.
savlecan
(Çoğulu: Savâlic) Cirit oynanılan eğri sopa.
şell
Seyrek seyrek dikmek.
Çolak.
Çolaklık. Kolun eğri oluşu.
serr
Çocuğun göbeğini kesmek.
Göbekte ağrı olmak.
Şâdlık, neşeli ve sevinçli olma.
şikemderd / شكم درد
Karın ağrısı.
Karın ağrısı.
(Farsça)
suda' / sudâ' / صداع
Baş ağrısı.
Rahatsız etme, sıkıntı verme, sıkma.
Baş ağrısı.
(Arapça)
şuha
Karın ağrısı.
ta'kif
Eğriltmek.
ta'vic
Eğme, eğip bükme. Eğriltme.
taavvüc
(Çoğulu: Taavvücât) Eğrilme, eğri olma.
tadacüm
İhtilâf. Anlaşmazlık.
Eğrilik.
tağrib / tağrîb
Tağrîb etmek:
Uzaklaştırmak.
tagrir
(Çoğulu: Tagrirât) (Gurur. dan) Müşteriyi aldatma. Gurur verip aldatma.
Tehlikeli yerlere düşürmek.
tahanni
(Hany. dan) Eğilmek, eğrilmek.
Kınaya boyamak.
tahl
Dalak ağrısından incinmek.
Bozulmak, değişmek.
tahnib
Atın belinde ve ayaklarında eğrilik olmak.
takvim
Düzeltme. Doğrultma. Kıvamına koyma. Eğriyi doğru tutma.
Ta'dil etme.
Bir şeye kıymet tâyin eylemek.
Her gün güneşin doğuşu, batışı, ay ahkâmı ve süresi kaydedilmiş olan defter.
Günlük olaylardan bahseden gazete.
talk
Doğum ağrısı.
tasdi / tasdî
Rahatsız etme, baş ağrıtma.
tasdi' / tasdî' / تصدیع / تَصْد۪يعْ
Rahatsız etmek. Sıkmak. Baş ağrıtmak.
Yarmak.
Perâkende etmek, dağıtmak.
Baş ağrıtma, rahatsız etme.
(Arapça)
Tasdî' etmek:
Baş ağrıtmak, rahatsız etmek.
(Arapça)
Baş ağrıtma, rahatsız etme.
tashih
Daha iyi ve daha doğru hale getirmek. Düzeltmek.
Hastanın ağrı ve acısını ilâçla gidermek.
te'vid
Eğriltme.
teammüc
Eğrilik.
tecnib
Irak etmek, uzaklaştırmak.
Atın ayağının eğri olması.
tedai / tedaî / tedâi / tedâî / تداعى
Birbirini bir iş için davet etmek.
Yıkılıp harap olmak.
Bir şeyi hatıra getirmek. Bir şeyin başka bir şeyi hatıra getirmesi. Çağrışım.
Çağrışım.
Çağrışım.
Çağrışım.
(Arapça)
tedai-i efkar / tedai-i efkâr
Fikirlerin çağrışımı.
tedai-yi efkar / tedâî-yi efkâr
Sürekli olarak bir fikrin başka fikirleri çağrıştırması.
tedai-yi hayalat / tedâi-yi hayalât
Hayallerin çağrışımı.
tedai-yi hayali / tedâi-yi hayalî
Hayalî çağrışım, hayale geliş.
teevvüd
Eğrilme, bükülme. İki kat olma.
tefci'
(Çoğulu: Tefciât) Canını yakma, acıtıp ağrıtma. Dertli kılma.
tekavvüm
Eğri iken doğrulma.
temhiz
Doğum ağrısı çekmek.
teveccu'
(Çoğulu: Teveccuât) Ağrıma, vecâlanma. Acımak.
tevla'
Eğrilik.
tezemrüm
Çağrışmak.
tuhal
Dalak ağrısı.
tulatıle
(Talâtıla) (Çoğulu: Talâtıl) Hayvanları içeri koymak. Bel ağrısı.
Zahmet.
tunub
(Çoğulu: Etnâb) Ağaç kökleri.
Gövdenin siniri.
Süngü eğriliği.
Çadır ipleri.
uhuz
Göz ağrısı.
uzima
Vücutta bir organın ateşsiz ve ağrısız olarak şişmesi.
vasab
(Çoğulu: Evsâb) Hastalık. Ağrı.
veca'
Sızı, ağrı, acı. Ağrıyıp acımak.
veci
(Veca'. dan) Ağrıtıcı, sızlatıcı.
velvele
Gürültü, patırtı. Birbirine karışık bağrışmalar. Şamata.
verş
Yürek ağrısı.
Çok beyaz olan.
vica'
Ağrılar, sızılar.
yesteur
Medine yakınında bir yer.
Deve sağrısına yapılan palas.
Belâ.
Bâtıl.
Misvak ağacı.
zahar
Arka ağrısı.
zakna'
Uzun.
Kaba, yoğun.
Eğri.
zali / zâli
Eğri, eğimli.
zali'
(Çoğulu: Zulu') Eğri, meyilli.
Müttehem kimse. Töhmetli.
Aksak hayvan.
zever
Meyl, eğrilik.
zevra'
Bağdat.
Dicle nehri.
Eğri ve eğilmiş nesne. Yay.
Derin kuyu.
Uzak yer.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
ram olmak
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
nisvan
Medar
aşkar
Tâcdâr
teavün
medar-ı sürur
MANAY
vazı-ul yed
ferahnak
mihmandar
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
GRİ
Tatlı
Kala
Ay
Ates
Veçh
DAİMA
Uzak
muhal
Dogus