Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
Gûna
ifadesini içeren
441
kelime bulundu...
ikab / ikâb
Cezâ, azâb. Günâhın cezâsını vermek.
işa-i rabbani / işâ-i rabbânî
Hıristiyanların, dinlerinin temel inançlarından biri gibi kabûl ettikleri akşam yemeğinde güyâ Îsâ aleyhisselâmın etini yiyip, kanını içerek onunla birleşeceklerine ve böylece günâhlarının döküleceğine inanmaları.
nehy-i anil münker
Günahlardan ve kötülüklerden sakındırmak, alıkoymak.
abd-i gubar
Günahkâr kul; toz ve çamura bulanmış gibi günahlarla kirlenmiş kul anlamında bir ifade.
abesiyyun
Kâinatın ve hâdiselerin başı boş, faydasız ve gayesiz, kendi kendine, Haliksız olduğuna inanmak isteyen bâtıl yoldaki felsefeciler. Zamanımızda Ekzistansializm "Varoluşculuk" adı altında yeniden ortaya çıkan bir varlık ve hayat felsefesidir. İki kola ayrılmıştır. Bunlardan uluhiyeti inkâr edenler, h
adil / âdil
Adâletli; hakkı gözeterek iş yapan, zulüm ve haksızlık etmeyen.
Îtikâdı doğru olan, büyük günâh işlemeyen ve küçük günâha devâm etmeyen yâni İslâmiyet'e uymaya çalışan sâlih müslüman.
afaf
(Afâfet) Temiz olma. Masumiyet. Günahsızlık.
afif / afîf
Temiz, iffetli, nâmuslu, haramdan (günahtan) sakınan.
afiyet / âfiyet
Sağlık, sıhhat, bedende hastalık bulunmaması.
Günah işlememek.
afsun
(Efsun) Büyü, sihir, tılsım. (Büyücülük yapmak ve büyücülere uymak, Müslümanlıkta yasak ve günahtır.)
(Farsça)
afüvv
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Afvı çok olan, günâhlardan, hatâ ve kusurlardan dolayı cezâlandırmayan, günahları affedip amel defterinden silen.
afv
Bağışlamak. Kusur ve günâhı affetmek.
Bağışlama. Allahü teâlânın, ihsânı ile, âsî ve günâhkâr kullarının kusur ve günâhlarını bağışlaması.
Bir kimsenin, düşmanından veya suçludan intikâm almaya, karşılığını yapmaya gücü yettiği halde bir şey yapmaması, intikâm almaması.
ahveb
Asi, günahkâr.
akide-i tevhid
Tevhid inancı; herşeyin bir olan Allah'a ait olduğuna inanma.
Allah'ın bir olduğuna inanmak.
amel-i salih / amel-i sâlih
Allah rızâsına uyan hayırlı amel. Günahlardan uzak olan iş, fiil. Maddi veya mânevi hukuk-u ibâdı ifâ etmek.
amürzgar / amürzgâr
Affeden, bağışlayan. Günahları bağışlayan Allah.
(Farsça)
anet
Günah. Zinâ .
Helâk.
Fesâd.
Meşakkat.
Kalb darlığı.
Hata. Galat.
Tıb: Kırılan bir kemiğin sarıldıktan sonra tekrar kırılması.
arzu-yu masiyet / arzu-yu mâsiyet
Günah işleme arzusu, isteği.
asam / âsâm
(Tekili: İsm) Günahlar.
Günahlar.
asfiya / asfiyâ
Günahlardan arınmış büyük zatlar.
asi / âsi / âsî / عاصى
İsyan eden. Emirlere itâat etmeyen.
Günah işleyen.
Meşru idâreyi tanımayıp baş kaldıran.
İsyân eden, emre karşı gelen, itâatsizlik eden.
Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymayan, günâhkâr.
Hükûmete, devlete baş kaldıran. Bâgî.
İsyancı.
(Arapça)
Günahkâr.
(Arapça)
asım
Kendisini günahlardan men'edip pâk ve ismetli tutan, koruyan, men'eden.
asim / âsim
Günahkâr. Günah işleyen.
Günah işleyen, günahkâr.
asım / âsım / عاصم
Günahtan sakınan.
(Arapça)
İffetli.
(Arapça)
asun / âsûn
(Tekili: Asi) İsyan edenler. Günahkârlar.
atid
Tedarik olunmuş. Hazır ve müheyya.
Günah ve sevabları yazan melek.
avret
İslâmiyet'te akıllı ve bâliğ (ergen ve evlenecek yaşa gelmiş) olan kimsenin namaz kılarken açması veya her zaman başkasına göstermesi ve başkasının bakması haram (günâh) olan yerleri.
Kadın, hanım.
azab / azâb
İşlenen günahlar sebebiyle âhirette çekilecek cezâ.
Büyük sıkıntı, şiddetli elem.
Dünyada işlenen günahlara karşı ahirette çekilecek ceza.
azaim
Büyük iş.
Büyük belâlar. Büyük günahlar.
azimet / azîmet
Takvâ ile günahlardan şiddetle kaçınma.
ba-asam / bâ-âsâm
Günahlarla.
Günahlarla, hatalarla.
baasam / bââsâm
Günahlarla.
banka
İtl. Faizle para alıp veren, kredi, iskonto, kambiyo işlerini gören ticari kuruluş.Faiz dinimizde günahtır. Bankalar dar gelirlilerin paralarını faiz karşılığı toplar, zenginlere daha yüksek faizle verir. Bunlar dar gelirlilerin tasarruf ettikleri paralarla bir iş yeri açar, bir mal üretir ve bu mal
bayram
İslâm dîninin bildirdiği ve müslümanların neşelenip sevindikleri Fıtr (Ramazan) ve Kurban bayramı.
Cumâ günü.
Allahü teâlânın emirlerine uyup, yasaklarından sakınarak, günâh işlemeden, haram lokma yemeden geçirilen günler.
Müslümanın rûhunu teslim (vefât) edeceği zama
belad
Kötü kimse. Müzevir, günahkâr. Fena ve kötü şey.
beraat kararı
Temize çıkma, suçsuz bulunduğuna dair verilen karar.
berere
(Tekili: Bârr ve Berr) Dindar ve temiz kimseler. Takvâ ehli olan, her çeşit günahlardan sakınanlar. Çok hayır sahibi kimseler.
beyazi / beyazî
Aklık, beyazlık.
Uzunluğuna açılan yazma kitap.
Sığır dili.
beze / بزه
Kabahat, suç, hata. Günah.
(Farsça)
Günah.
(Farsça)
Suç.
(Farsça)
bezekar / bezekâr / بزه كار
Suçlu, günahkâr.
(Farsça)
Günahkar.
(Farsça)
Suçlu.
(Farsça)
bezekari / bezekârî
Suçluluk, günahkârlık.
(Farsça)
bi'l-hadsi's-sadık / bi'l-hadsi's-sâdık
Doğruluğuna hemen hükmedilecek bir şekilde.
bi-günah / bî-günâh / ب۪ي گُنَاهْ
Günahsız.
bigünah / bîgünah / بى گناه
Günahsız.
Günahsız.
Günahsız.
(Farsça)
Suçsuz.
(Farsça)
birr
Temizlik.
Günahtan çekinmek.
Takvâ.
İn'âm ve ihsan etme.
Amel-i sâlih, iyi amel.
Koyunu sevketmek.
Gönül, kalb.
Tilki yavrusu.
Fâre.
borç
Geri verilmek niyetiyle ihtiyaç sahiplerine verilen para. Müslümanlıkta faizle borç vermek haramdır, günahtır. Borcunu ödiyemiyecek durumda onların borçlarını bağışlamak veya sonraya bırakmak sevaptır. Borcunu ödeyebilecek durumda olanlar da borçlarını zamanında ödemelidirler. Ödeyemiyecek olanlar d
bürhan-üt temanü' / bürhan-üt temânü'
İstiklâliyet, ulûhiyetin zâtî bir hassası ve zaruri bir lâzımı olduğuna dair ve şirkin butlanını isbat eden delil ki; eşyanın yaradılışı müteaddit ellere ve esbaba verilse, âlemdeki nizam bozulup karışıklıklar çıkacağını gösterir, isbat eder.
büyüklenmek
Kendini büyük görmek, büyüklük taslamak. (Kötü huylardan biridir, günahtır.)
(Türkçe)
çağrışım
Psk: Bir idrakla kazanılan bir fikrin başka bir idrak (algı) ile kazanılan fikir arasında bağıntı kurulması, birinin diğerini hatıra getirmesidir. Bu bağıntı zaman ve mekânda yakınlık, benzerlik ve zıdlık sebebiyle kurulur. Sevap deyince günahın; abdest deyince namazın; Cennet deyince Cehennem'in de
caiz / câiz
Ruhsat, izin verilmiştir, olabilir, yapılabilir, günah değildir.
Sahîhdir, doğrudur.
Tenzîhen mekruh.
caka
(Argo) Gösteriş, çalım. Caka, mal mülk, giyim, kuşam, yahut hareket davranış yoluyla olabilir. İslâm'da gösterişin her şekli haram ve günahtır. Bugün bazı kimseler ve aileler gösteriş belâsı yüzünden maddî sıkıntılara düşmekte, israfa sürüklenmektedir. İşledikleri günahın cezasını bu dünyada da çeki
çal
İsimlere önden eklenip, onun daima hareket edip oynamakta olduğuna işaret ve delâlet eder. Meselâ: Çal-at : Durduğu yerde de hareket eden at.
Bir şeyi şiddetle kapmaya delâlet eder. Meselâ: Çal-yaka: Yakasından kapmak, şiddetle yakalamak.
cehennem
Kâfirlerin devamlı, günahkâr müslümanların ise, günahları kadar âhirette azab görecekleri yer.
cerem
Ayrılmak.
Günâh. Cinâyet.
Hurma toplarken yere düşenleri yemek.
cerime
Suçludan alınan para cezası, cereme.
Günah, zenb, suç.
"Cürm"ün çoğulu. Suçlar, günahlar.
cerm
(Çoğulu: Cürüm) Bir cins Arap sandalı.
Kat'. Kesme.
Günahkâr olma, günah işleme.
Koyun kırkma.
Sıcak, sıcaklık.
cevvi / cevvî
Gök boşluğuna âit. Cevve dâir.
ceyvad
İttika', günahtan sakınma.
(Farsça)
ceza
Karşılık, mukabil, ivaz. Cürüm veya günâh işleyenlere verilen azab.
Gr: Şart cümlelerinde ikinci kısım.
cünah
Bir şeyi basıp meylettiren sıklet demek olup, harec, sıkıntı ve alel-ıtlak ism-i vebal mânasına da gelir ki, "günah" kelimesinin aslı budur.
Günah.
cürm
(Cürüm) Kabahat, kusur. Hatâ. İsyan. Günah. Kanun hilâfına hareket.
Suç, günah.
Suç, günah, kabahat.
daire-i itikad ve tevhid
Sarsılmaz inanç ve her şeyin bir olan Allah'a ait olduğuna inanma dairesi.
damen-i pakiniz / dâmen-i pâkiniz
Çok temiz eteğiniz; her türlü kötülük ve günahtan uzak duran bir kişinin peşinden gitmeyi ve ona saygı göstermeyi ifade eden bir deyim.
darü'l-ikab / dârü'l-ikab
Günahkârların azap diyarı; Cehennem.
deber
Savaşırken askerin bozulması, bozguna uğraması.
dehri
Dünyanın sonsuzluğuna inanıp ahireti inkâr eden kimse Materyalist.
dehriyun
Dünyanın sonsuz olduğuna inanıp, âhireti inkâr edenler.
dehriyye
Dünyanın sonsuzluğuna inanan felsefecilerin yolu.
dehriyyun
Dünyanın sonsuz olduğuna inanıp, âhireti inkâr edenler.
Deist
Deizm veya Yaradancılık, tüm dinleri reddeden tek Tanrı inancıdır. Deizm genel olarak Dünya'ya veya Evren'in işleyişine müdahale etmeyen tek tanrı olduğuna inanır.
Deizm
Deizm veya Yaradancılık, tüm dinleri reddeden tek Tanrı inancıdır. Deizm genel olarak Dünya'ya veya Evren'in işleyişine müdahale etmeyen tek tanrı olduğuna inanır.
delail-i nübüvvet
Peygamberliğin hak olduğuna dair olan deliller.
delalet-i nass / delâlet-i nass
Nassın delâleti. Nass'da (Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîfte) zikredilen şeyin hükmünün, müşterek (ortak) illet sebebiyle zikredilmeyen şey hakkında da sâbit olduğuna delâlet etmesi. Bâzı âlimler delâlet-i nass'a, kıyâs-ı celî(açık kıyâs) demişlerdir.
dereziler / derezîler
Anuştekin ed-Derezî adlı bir bâtınî dâî (propagandacı) tarafından ortaya çıkarılan bozuk yol. Bunlar; Bâtıniyyeden ayrılarak ortaya çıkan, Fâtımî hükümdârı Hâkim bi-emrillah'ın ilâh olduğuna ve onun vezîri Hamza'nın imamlığına inanırlar. Kelimenin do ğrusu Derezî olup, yanlış olarak Dürzü denilmekte
deyyus / deyyûs
Hanımının nâmussuzluğuna, ahlâksızlığına aldırış etmeyen, göz yuman kimse.
duhan-ı mübin
Aşikâre duman. (Bu duhan hakkında iki tefsir rivayet olunmaktadır. Birisi: İbn-i Mesud Hazretlerinden mervi olduğuna göre; şiddetli açlık ve kaht seneleridir. Çünkü çok aç olan kimseye, gerek gözlerinin za'fından ve gerek çok kuraklık ve kahtlık senelerinde havanın fenalığından, semâ dumanlı görünür
dünyayı terketmek / dünyâyı terketmek
Bütün haram olan şeyler ile berâber, mübâhları da, yâni günâh olmayan lezzetlerin çoğunu da bırakıp, yaşamak için zarûrî olan miktârını kullanmak.
Harâm ve şüpheli şeylerden kaçıp mübâhları kullanmak.
eali
(Tekili: A'lâ) İtibarı ve şerefi yüksek zâtlar. İyiler. Günahtan sakınan temiz ve sâlih amel sâhibi kimseler.
efsun
Sihir, büyü, üfürük. Sihirbazların tuzağı. Hile ile yapılan kötü işler. (Efsun İslâmiyetçe men'edilmiş ve büyük günâhlardan sayılmıştır.)
(Farsça)
eğlence-i masumane / eğlence-i mâsumâne
Mâsumca, günahsız eğlence.
ehl-i istidraç
Kendilerine Allah tarafından bir takım olağanüstü hâl ve üstünlükler verilen günahkâr veya kâfir kişiler.
ehl-i takva / ehl-i takvâ / اَهْلِ تَقْوَا
Günahlardan sakınanlar.
ehl-i zenb
Günah işleyenler.
ehlisefahet / ehlisefâhet
Günahlara dalanlar.
ehlitakva
Allahtan korkup günahtan sakınan kimseler.
ehliyyet
Yeterlik. Bir işin ehli olduğuna dâir vesika. İktidar. Liyâkat. İstihkak. Meharet ve mensubiyet.
ekanim-i selase / ekânim-i selâse
Hıristiyanların baba, oğul ve Ruhu'l-Kudüs'ten oluştuğuna inandıkları Allah. Allah, İsa, Ruhu'l-Kudüs üçlüsü.
ekber-i kebair / ekber-i kebâir
En büyük günâh.
ekber-ül kebair / ekber-ül kebâir
Kebâirin kebâiri. Büyüklerin en büyüğü. Büyük günahların en büyüğü.
ekberü'l-kebair / ekberü'l-kebâir
En büyük günahlar.
ekseriyet-i masum / ekseriyet-i mâsum
Günahsız, mâsum çoğunluk.
erc
Uzunluğuna yapılan ev.
esam
Günah.
Günah için olan cezâ.
esha'
Türlü türlü, günâ gûn, rengârenk.
esim
(İsm. den) Günahkâr, günah işlemiş, kabahatlı, cürümlü, suçlu, yalancı kişi.
esum
Çok yalancı, iftiracı, kabahatli ve günahkâr olan adam.
et-tevvab
Tevbeleri kabul edici olan Allah. Kendine tevbe ve rücu' eden kulları çok. Tevbeyi kabulde çok beliğdir. Tevbe edeni hiç günah yapmamış gibi afv u rahmeti ile bahtiyar eder.
etir
Günah.
etka
(Taki. den) Allah korkusu ile günahtan çok fazla çekinen. Haram veya helâl olduğunu iyice bilmediği şüpheli şeyleri yapmayan. Günah işlemeyen. Her şeyde Cenab-ı Hakk'ın rızasını gaye ve maksad edinen.
Günah işlemekten çok çekinen.
evvab
(Evb. den) Rücu' eden. Geri dönen.
Günahlardan tevbe edip hakkı kabul eden.
evvabin / evvabîn / evvâbin
Tevbe edip günahlardan dönenler.
Tevbe edip günahtan dönenler.
evzar
(Tekili: Vizr) Ağırlıklar. Yükler.
Mc: Günahlar.
(Vezer) Kal'alar, kaleler, hisarlar, sığınılacak yerler.
Üstünlükler, galebeler.
Dağlar.
eznab
(Tekili: Zenb) Suçlar, günahlar.
Kuyruklar.
facir / fâcir / فاجر
Haktan sapan. Haram ve günaha dalmış kötü insan. Günah işleyen.
Günahkâr.
Açıktan günâh işleyen, haram ve günâha dalmış. Fâsık.
Kâfir.
Fücûr sahibi, fena huylu. günahkâr.
Günah işleyen.
Günah işleyen.
(Arapça)
Karşı cinse düşkün olan.
(Arapça)
facire / fâcire
Kötü hayata alışmış, ahlâksız kadın. Günahkâr.
Günahkâr kadın.
fahişe / fâhişe
Büyük günahlar işleyen iffetsiz kadın.
fahşa / fahşâ
Büyük günahlar. Çirkinlikler. Zina gibi şehevâta tâbi olmakta ifrat ile alâkadar olan günahlardır ki, lisanımızda fuhşiyat tâbir olunur. Ve bunlar, insanların en çirkin hâlleridir.
Büyük günahlar.
farz
İslâmiyette mazeret olmadıkça yapılması mecburi olan, terkedilmesi günah sayılan Tanrı buyruğu.
Zarurî, lüzumlu.
farz-ı kifaye
Bir kısım müslümanların yapması ile diğerlerinin günahtan kurtuldukları farz. Cenâze namazı kılmak gibi.
fasık / fâsık / فاسق
Allah'ın emirlerini tanımayan, günah işleyen.
Açıkça günah işlemekten çekinmeyen, âsî, günahkâr mü'min.
Günahkâr.
(Fısk. dan) Günahkâr. Hak yolundan hâriç olan. Allah'ın emirlerine karşı zıt hareket eden. Büyük günahı işleyen veya küçük günahta ısrar eden kimse.
Günahkâr.
Günahkâr.
fasık-ı gafil / fâsık-ı gafil
Âhiretten ve Allah'ın emir ve yasaklarından habersiz davranan günahkâr kimse.
fasık-ı hasir / fâsık-ı hâsir
Bilerek günah işleyip zarara uğrayan.
fasık-ı mahrum / fâsık-ı mahrum
Günah işlemeye hazır olduğu halde buna fırsat bulamayan.
Günah işlemeye hazır olduğu halde fırsat bulamayan.
fasık-ı mütecahir / fâsık-ı mütecahir / fâsık-ı mütecâhir
Açıktan açığa kimseden sıkılmadan günah işleyen; işlediği günah ile övünen.
Açıktan açığa kimseden sıkılmadan günah işleyen. İşlediği günah ile övünen günahkâr kimse. (Böylelerin aleyhinde konuşmak gıybet sayılmaz.)
fasıkımütecahir / fâsıkımütecâhir
Açıkça günah işlemekten utanmayan.
fecere / فجره
(Tekili: Facir) Günah işleyenler, günahkârlar, zinakârlar, fâcirler.
Günah işleyenler.
Günahkarlar.
(Arapça)
Kötü insanlar.
(Arapça)
fecr
Tan yerinin ağarması. Şafak. Sabah vakti, güneş doğmadan evvel şarkta hâsıl olan kızıllık.
Bir şeyi genişçe ikiye ayırmak.
Günah işlemek. Fücur ve fısk işlemek. Yalan söylemek.
Tekzib eylemek.
İsyan ve muhalefet eylemek.
Haktan sapmak. Meyletmek.
<
ferişte
(Ferişteh) Melek. Günahsız. Masum. Yumuşak huylu.
(Farsça)
firişte
(Çoğulu: Firiştegân) Mâsum, suçsuz, günahsız.
(Farsça)
Melek.
(Farsça)
Mc: İyi huylu kimse.
(Farsça)
fısk / فسق
Haddini tecavüz. Günah. Haktan ayrılmak.
Fık: Allah'ın emirlerini terk ve O'na isyan etmek ve doğru yoldan sapıp çıkmak. Böyle olanlara şeriat dilinde "fâsık" denir.
Günah, günahkârlık.
Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymama, isyân, günâh.
Günah, haktan sapma.
Günahlara dalma.
fısk u fücur / fısk u fücûr
Allah'a isyan içinde olmak, günah işlemek.
Sefahet ve günaha batma.
füccar / füccâr
(Tekili: Fâcir) Günahkârlar. Açıktan günah işleyenler.
Günahkârlar, açıktan günah işleyenler.
Günahkârlar.
fücur / fücûr / فجور
Günah. Zina. Namusları pây-mâl etmek gibi şeytanî iştiha. Dinsiz ve ahlâksızların durumu.
Günahkarlık, zina, ahlâka aykırılık.
Günâh işlemek.
Günah, zina, sapma.
Yakın akraba evliliği.
(Arapça)
Günahkarlık, sefihlik.
(Arapça)
fuhş
Edeb ve terbiyeye uymayan hareket.
Haddini aşmak. Çirkin, kötü. İş ve sözde taşkınlık. Haram.
Çok günah ve çok fena bir fiil olan zina.
fuhşiyat / fuhşiyât
Çirkin işler, günahlar.
fuhşiyyat
(Tekili: Fuhş) Çok çirkin işler, günahlar.
fuhuş
Zina, haram fiil, günahlı iş.
gaffar / gaffâr
(Gufran. dan) Günahları örten, günahları bağışlayıcı. Mağfireti çok.
Kullarının günahlarını afveden Cenâb-ı Hak (C.C.)
Ne kadar çok ve büyük olursa olsun, dilediği kullarının her türlü suç ve günahını defalarca bağışlayan Allah.
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Günah, kusur ve kabahatları çok bağışlayan.
Günahları affeden ve bağışlayan Allah.
gaffar-üz-zünub
Günahları örten, affeden Allah (C.C.)
gafir-üz zenb
Günahları örtüp afveden, suçları bağışlayan Cenab-ı Hak (C.C.)
(Farsça)
gafur / gafûr
Çok merhamet eden, günahları bağışlayan Allah.
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kulların günâh, ayıb ve hatâlarını pek çok örtüp, bağışlayan.
Günahları daima ve pek çok affeden, Allah.
gafurü'r-rahim / gafûrü'r-rahîm
Kullarının günahlarını çok bağışlayan ve kullarına özel rahmet, merhamet ve şefkat gösteren Allah.
gayl
Irmak, nehir.
Ağaç, şecer.
Cima etmek.
Kadının hâmile iken çocuğuna süt emzirmesi.
gufran
Cenab-ı Hakk'ın günahları affedip örtmesi, rahmeti.
gümrah
Günahkâr, gür, bol.
günah-ı kebair / günâh-ı kebâir
Büyük günahlar.
günah-ı kebire / günah-ı kebîre / günâh-ı kebîre
Büyük günah.
Büyük günah.
günah-ı sagire / günâh-ı sagîre
Küçük günah.
günahkar / günahkâr / گناهكار
Günah işlemiş olan.
Günah işleyen, günahlı.
(Farsça)
Günah sahibi, suçlu.
(Farsça)
günahkari / günahkârî
Günahkârlık.
(Farsça)
günahpişe
(Çoğulu: Günahpişegân) Günah işlemeyi âdet haline getiren.
günahpişegan / günahpişegân
Günah işlemeyi âdet haline getirenler.
(Farsça)
güneh / گنه
Günah.
(Farsça)
hab
Günah. Suç.
habs
Murdar, pis. Çirkin.
Ayıp, günah.
hacc-ı mebrur / hacc-ı mebrûr
Şartlarına dikkat edilerek hiç günâh işlemeden yapılan ve kabûl olan hac.
halim / halîm
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Hep hilm sâhibi olan; günâh işleyenlerin, günâh işlemelerini ve emirlerine muhâlefetlerini, karşı geldiklerini gördüğü hâlde gazablanmaya ve onları cezâlandırmaya gücü yettiği hâlde, acele etmeyen. Allahü teâlâ kullarına cezâ vermekte
hamele-i hüccet
Günah ve sevabları yazan melekler.
haniye
Şarap.
Erkeği öldükten sonra evlenmeyip, çocuğuna bakan kadın.
harec
Darlık, zorluk, sıkıntı.
Dar yer, sık ağaçlı yer.
Günâh.
Darlık, sıkıntı, zorluk.
Günah.
haric
Günahkâr, günah işlemiş. Allahın emrini dinlememiş olan.
hariciler / hâricîler
Sıffîn muhârebesinde, taraflar hakem tâyinine râzı olup anlaşmayı kabûl ettiği için hazret-i Ali'nin ordusundan ayrılarak "Hâkim ancak Allah'tır. Hazret-i Ali iki hakemin hükmüne uyarak halîfeliği hazret-i Muâviye'ye bırakmakla büyük günah işledi" di yen ve kendileri gibi düşünmeyen Eshâb-ı kirâm il
haşirdeki mizan
Haşir meydanındaki amelleri tartan terazi; insanın öldükten sonra âhirette diriltilerek Allah'ın huzurunda toplanmasının ardından günah ve sevapların tartılacağı İlâhî terazi.
hata / hatâ
Yanlış, yanılma.
Günah.
Yanlışlık. Yanılma.
Suç. Günah.
Yanlışlık, suç, günah.
hatie / hatîe
Hatâ. Günah. Kabahat. Suç.
hatır-ı şeytani / hatır-ı şeytanî / hâtır-ı şeytânî
Tas: Nefsin zevklerine muhabbet yüzünden, ma'siyet ve günahlara düşmek.
Günâhı beğenmeye, süslemeye, güzel göstermeye dâir kalbe şeytan tarafından getirilen düşünce. Buna vesvese denir.
havai / havaî
(Çoğulu: Havâiyât) Havaya âit ve müteallik. Hava ile alâkalı.
Heves ve nefis hesabına olan, boşuna veya çirkin. Günahlı iş. Nefsâni hâl ve hareketler.
havb
(Hub - Havbet) Günah, ma'siyet.
Fakirlik.
Meşakkat.
Maraz, ağrı, dert.
Ana, baba.
haya
Hicab, utanma, edeb, ar, namus. Allah korkusu ile günahtan kaçınmak.
Utanma, sıkılma.
Ar, namus, edeb.
Günahtan kaçınma.
hayat-ı masumane / hayat-ı mâsumane
Günahsız, suçsuz hayat.
heva
İstek. Nefsin isteği. Düşkünlük. Gelip geçici olan heves. Nefsin zararlı ve günah olan arzuları.
hevakar / hevakâr
Günahlı işlere hevesli. Hevâ ve hevesine bağlı.
(Farsça)
hevesat
Arzu ve nefsâni emeller. Boş, bâtıl ve günahlı şeylere dâir olan istekler. Hevesler.
(Farsça)
hevesat-ı rezile / hevesât-ı rezile
Rezilce hevesler, günah ve çirkin olan arzular.
hezimet / hezîmet / هزیمت
Bozgun.
(Arapça)
Hezîmete uğramak:
Bozguna uğramak.
(Arapça)
hıfz-ül lisan
Dili, günah ve lüzumsuz olan sözlerden korumak. Kötü ve fena sözlerden dilini muhafaza etmek. (İhtiyaçtan fazla söz söylememek mendubdur.)
hilaf-ı evla / hilâf-ı evlâ
Yapılması sevâb fakat yapmamakla günâha girilmeyen hareket.
hill
Helâl. Yapılması günah olmayan.
Harem-i Kâbe ile mikat arası, hac zamanında Mekke-i Mükerreme dışında ihrama girilen yerin haricinde bulunan saha.
hıns
Bâtıldan hakka veya haktan bâtıla meyletmek. Yeminini bozmak. Günah.
hins
(Çoğulu: Ahnâs) Günah.
Yemin.
Ahdi bozmak.
Ağır yük.
hirc
(Çoğulu: Ahrâc) Yılan başı dedikleri ufak beyaz boncuk.
Günah.
Göz kamaşmak.
hıt'
Suç, günah. Günah işlemek.
hıtta
Günahlardan istiğfar etmek.
Başkasının üzerinden suçluluğu kaldırmak.
(Çoğulu: Hıtat) Diyar, ülke, memleket.
hiyab
(Hiyâbet) Kabahat, suç, günah.
Kötü bir durumun başlangıcı.
Yokluk.
hub
(Hâbb) Günah.
hubb-ısiva / hubb-ısivâ
Allahü teâlâdan başka şeylerin sevgisi.Olup nâdim elim çektim hevâdan, Pâk ettim kalbimi hubb-ı sivâdan. Yüzüm dergâhına döndüm ilâhî, Kapundan etme red, bu pür günâhı.
hulf-ül vaid / hulf-ül vaîd
Va'dedilmiş azabı yapmamak, cezâyı yerine getirmemek. (Cenâb-ı Hak kendine isyan edenlerin, günahta devam edenlerin cehenneme gideceklerini beyan ediyor, tehdid ediyor, vaid ile beyanda bulunuyor. Affetmediği takdirde bu vaidinden dönmesi, aslâ adâletine yakışmaz, muhâldir.)
hurmat
(Huremât - Hurumât) Haramlar. Dinin, yapılmasını menettiği şeyler. İşlenmesi günah olan işler.
hürre-i mükellefe
Fık: Akıl ve bâliğ olan hürre kadın. Sevap ve günahtan mes'ul olan kadın.
hüsn-ü bi-bahane
Kusursuz güzellik. Günahsız mâsum güzellik.
huzur-u tevhid
Her şeyin bir olan Allah'a ait olduğuna kesin olarak inandıktan sonra kendini herzaman Allah'ın huzurunda hissetme.
i'tikad
İnanmak. İnanç. Sıdk ve doğruluğuna kalben kararlı olmak. Gönülden tasdik ederek inanmak. Dinin temelini meydana getiren şeylere inanmak.
i'tikaf / i'tikâf
İbâdet niyetiyle câmide bir müddet bulunmak. Îtikâf, nezr (adak) olursa vâcib, Ramazan ayının son on gününde sünnet, bunların dışında herhangi bir zamanda namaz kılmayı beklemek, göz-kulak günâh işlemesin niyetiyle mescidde bulunmak ise müstehâbdır (sevâbdır). Îtikâfa girene mü'tekif denir.
i'tisam
Günahlardan sakınmak.
Pâk olmak.
Bir şeye yapışarak sıkı tutmak ve korunmak.
ibaha
(İbahe) Sevab veya günah olmamak. Bir şeyin yasak ve haram olmaktan çıkması.
İzin vermek. Mübah ve helâl kılmak.
Bir şeyi izhâr etmek.
ibahat
(Tekili: İbâhe) Mübahlar. Günah ve sevab olmayan işler.
ibahiyye
Sevab veya günah olduğunu kabul etmeyen bâtıl ve dalâlete saparak dinden çıkan bir fırka veya bu fırkadan olan kimse.
içtinab-ı kebair / içtinab-ı kebâir
Büyük günahlardan kaçınmak, sakınmak.
iflas
Malı tükenmek, parası kalmamak. Borçlarını ödeyemiyecek hâle gelmek. Sermayesini batırmak.
Ahirette günahları çok olanın hüsrana düşmesi.
iktiraf
Emek çekerek kesb ü kâr eylemek, kazanmak.
Günah kazanmak.
ilmam
İki şey birbirine yaklaşma.
Küçük günah işleme.
ilyasin / ilyasîn
İlyas demektir. Bazı kıraetlerde "âl yasin" okunduğundan, her iki kıraete de mutabık olmak için imlâsı, "el yasin" suretinde yazılır.Yasin, İlyas Aleyhisselâm'ın babası olmakla Âl-i Yasin, yine İlyas demek olur. Yasin bir de Resul-i Ekrem'in isimlerinden olduğuna göre, bazıları Âl-i Yasin'den murad;
iman / îmân
İnanmak. "Allahü teâlâdan başka mâbud, ilâh olmadığına, Muhammed aleyhisselâmın O'nun kulu ve Resûlü olduğuna" ve O'nun Allahü teâlâdan getirdiklerine kalb ile inanıp dil ile söylemek.
inabe / inâbe
Günahları terk ile Hakka dönüş. Hakka tâbi bir mürşide bağlanmak.
Günahlardan vazgeçip Hak yola dönmek.
Bir mürşidden el alıp yerine geçme.
Günahı terkedip hakka yönelme.
inhizam / inhizâm / انهزام
Bozguna uğrama.
(Arapça)
inziva / inzivâ
Bir köşeye çekilmek. Haramlardan ve günâhlardan korunmak, nefsini terbiye etmek ve sâdece Allahü teâlâyı anmak ve âhireti düşünmek için bir yerde yalnız kalma.
irtihal
Âhiret yolculuğuna çıkmak, ölmek.
isam
Günaha sokmak, günaha sokulmak.
ıskat-ı salat / ıskat-ı salât
Ölmüş bir kimsenin kılmadığı namazlar yüzünden hâsıl olan günahını giderir ümidi ile verilen sadaka.
ism
Günah, suç, cürüm.
Günah, suç.
ismet / عِصْمَتْ
Günahsızlık.
Peygamberlerin sıfatlarından biri. Peygamberlerin, peygamber oldukları bildirilmeden önce ve sonra; küçük olsun, büyük olsun bilerek veya bilmeyerek günah işlemekten korunmuş olmaları.
Günahlardan sakınma, kötü ve çirkin şeylerden uzak durma.
Günahsızlık, mâsumluk. Günahlardan kaçınmak melekesine sâhib olmak. Suçsuzluk.
Peygamberlik vasıflarından birisidir. Peygamberler (A.S.), hiç bir zaman gizli, âşikâr herhangi bir ma'siyete yaklaşmazlar; bütün kusur ve hatâlardan ve şâibelerden müberrâdırlar.
Günahsızlık, masumluk.
ismetli
Günahsız, masum.
ismetmeab / ismetmeâb
İsmetlü. Günahsız. Haramdan ve nâmusa dokunur hâllerden çekinen.
ispirtizma
Ölülerin ruhlarıyla bazı şartlar altında haberleşmenin mümkün bulunduğuna inanan görüş ve bu maksatla yapılan tecrübeler.
(Fransızca)
ispritizma
Ölülerin ruhlarıyla bazı şartlar altında haberleşmenin mümkün olduğuna inanan görüş ve bu maksatla yapılan deneyler.
ispritizmacı
Ölülerin ruhlarıyla bazı şartlar altında haberleşmenin mümkün olduğuna inanan ve bu maksatla deneyler yapan kişi.
isti'sam
İsmetli olmayı istemek. Temizlik istemek. Günah ve ayıplardan temiz olmak.
istidrac
İnkârcı veya günahkâr kimselere Cenâb-ı Hakkın verdiği olağanüstü özellikler.
istidraç
İnkârcı veya günahkâr kimselere Cenâb-ı Hakkın verdiği olağanüstü özellikler.
istiğfar / istiğfâr
(Gufran. dan) Afv dilemek. Cenab-ı Hak'tan kusurlarının affedilmesini, günahlarının bağışlanmasını dilemek. Tevbe etmek. Yalvarmak. " Estağfirullâh" demek.
Mağfiret (bağışlanmak) istemek. Allahü teâlâdan kusurlarının ve günâhlarının affedilmesini bağışlanmasını dilemek. Tövbe etmek.
istiva / istivâ
Kur'ân-ı kerîmdeki müteşâbih, yâni görülen, ilk anlaşılan mânâların verilmesi akla ve dîne uygun olmayıp günâh olan ve bu sebeble tevîl etmek yâni uygun olan mânâları vermek îcâb eden kapalı sözlerden biri.
ittika / ittikâ
Sakınmak. Çekinmek. Günahlardan ve bütün kötülüklerden kendini çekmek. Takvâ ile amel etmek.
Allahü teâlâdan korkma, haramlardan, günâhlardan sakınma.
iznab
Günah işleme. Günahkâr olma.
Kuyruk takma.
kabr azabı / kabr azâbı
Îmânsız ölenin ve günahkâr müslümanın kabre konulduktan sonra çektiği, nasıl olduğunu bilemediğimiz azâb, cezâ.
kalb tasfiyesi
Kalbi, İslâmiyet'in beğenmediği şeylerden, günâhlardan, kötü düşüncelerden kurtarmak, temizlemek.
kalb-i fasık / kalb-i fâsık
Günahkâr insanın kalbi.
kavvad / kavvâd
Günaha vasıta olan.
kaziye-i mutlaka
Man: Hiçbir ihtimâl gösterilmeyip, bir şeyin şöyle olduğuna veya olmadığına açıktan açığa hükmolunan kaziyye'dir.
kebair / kebâir / كبائر
(Tekili: Kebire) Büyük şeyler, büyük günahlar. Kebairin sıralanışı:-Allah'ı inkâr etmek.-Allah'a şirk koşmak.-Kat'iyyen sâbit olan dini bir hükme inanmamak.-Allah'ın rahmetinden ümidini kesmek.-Allah'ın cezasından, mekrinden ve azabından emin olmak.-Günah üzerinde ısrar etmek. Yâni, herhangi bir gün
Büyük günahlar.
Büyük günahlar.
Büyük günâhlar. Müfredi (tekili) kebîredir.
Büyük günahlar.
Büyük günahlar.
kebair-i azim / kebair-i azîm
Büyük günahlar.
kebair-i azime / kebair-i azîme
Büyük günahlar.
kebire / kebîre
(Müe.) Büyükler. Büyük günahlar.
Büyük günah.
Büyük günah.
Büyük günahlar.
kefaret / kefâret
Bir günahı affettirmek ümidiyle yapılan ibadet veya çekilen sıkıntı.
kefaret-keffaret
İşlenen bir günaha, bir yeminin bozulmasına karşılık verilen sadaka.
kefareten / kefâreten
Günahın bağışlanmasına vesile olarak, bedel olarak.
keffaret / keffâret
(Masdar gibi kullanılıyorsa da "keffâr" mübalâğa isminin müennesi olup, asıl mânası: örtücü ve imhâ edici demektir.) Bir mecburiyet altında veya yanlışlıkla işlenmiş günahı affettirmek ümidiyle şeriata uygun olarak verilen sadaka veya tutulan oruç.
Günahtan arınma.
İşlenen bir hata veya günahın bağışlanmasına vesile olması için verilen sadaka veya tutulan oruç, karşılık.
Örtmek. Allahü teâlânın bâzı hususlarda kullarının kusur ve günahlarını affetmek ve örtmek için vesîle yaptığı şeylerden her biri. Çoğulu keffârâttır. Keffâretler, bir bakımdan ibâdet, bir bakımdan cezâ durumundadır. Keffâret, katl (insan öldürme), zıhar, yemîn, oruç ve hac keffâreti olmak üzere beş
keffaret-üz zünub
Günahların keffareti. Mü'min insanların çeşitli hastalık ve musibetlerine denir. Çünkü günahlarından afvına vesile olabilir. (Huk. İslâmiye ve Ist. Fık. K.)
keffaretü'z-zünub / keffaretü'z-zünûb
Günahlara keffaret, günahların bağışlanmasına vesile.
Günahlara keffaret, günahların bağışlanmasına vesile.
keffáretü'z-zünub / keffáretü'z-zünûb
Günahların bağışlanmasına vesile.
keffaretü'z-zünub / keffâretü'z-zünub / keffâretü'z-zünûb
Günahların bağışlanmasına vesile.
Günahlara kefaret, günahların bağışlanmasına vesile.
keffaretüzzünub / keffâretüzzünub / keffâretüzzünûb
Günahlara keffaret, günahların bağışlanmasına vesile.
Günahların kefareti.
kelime-i şehadet / kelime-i şehâdet
"Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Hz. Muhammed'in Onun kulu ve elçisi olduğuna şehadet ederim" ifadesi.
kemal-i zühd / kemâl-i zühd
Allah korkusuyla tam olarak günahlardan kaçınıp kendini ibadete verme.
kessaretü'z-zünub / kessâretü'z-zünub
Günahları çoğaltan.
kiramen katibin / kiramen kâtibîn / kirâmen kâtibîn
İnsanların iki tarafında bulunup, sevablarını ve günahlarını yazan meleklerin adı.
İnsanların iki omuzunda bulunup, onların sevâb ve günâhlarını yazan iki melek. Hafaza melekleridir diyen âlimler de olmuştur.
Sağ ve sol yanımızdaki günah ve sevap yazan melekler.
kiramenkatibin / kirâmenkâtibîn
Günahları ve sevapları yazan melekler.
kubh
Günah ve çirkin hareket. Kabahat. Suç.
Fık: Aklen ve şer'an müstehcen olup dünyada zemme, âhirette azaba ve itaba mahal olan şey.
kubhiyyat
(Tekili: Kubh) Çirkin hareketler ve işler. Günah ve çirkin şeyler.
küçük günah
Fitne çıkarmak, adam öldürmek, zinâ etmek gibi büyük günahlara göre daha küçük sayılan günahlar, yasaklar, mekrûhlar.
lefüt
Evvelki kocasından çocuğu olan ve daima çocuğuna iltifat eden evli kadın.
lehiv
(Lehv) Günahlı, şehevi, nefsâni meşguliyet. Kadınla yabancı erkeğin oynaması.
Eğlence, oyun.
Günahlı eğlence.
lehviyat / lehviyât
Günahlı eğlenceler.
lemem
Günaha yakın olmak.
Küçük günahlar.
Delilik, cünun.
Musibete yakın olmak.
lisan-ı ismet
Günahsızlık dili.
ma'ret
Kabahat, suç, ayıp, günah.
ma'siyet
İsyan, günah, âsilik.
ma'siyyet
İtâatsizlik, isyân. Günâh olan işler, Allahü teâlânın beğenmediği şeyler; Allahü teâlânın emrettiği şeyi yapmamak veya yasak ettiğini yapmak, haramlar. Allahü teâlânın yasak ettiği şeyler, günahlar.
İtaatsizlik, günah, isyan.
ma'sum / ma'sûm / مَعْصُومْ
Günahsız, suçsuz.
Suçsuz, günahsız. Günâh işlemekten korunmuş kimse.
Günahsız.
ma'sumane / ma'sumâne / مَعْصُومَانَه / ma'sûmâne
Günahsızcasına, suçsuz olarak.
Günahsızca.
Günahsızca.
maani / maanî
(Tekili: Mâna) Mânalar.
Belâgatın üç şubesinden biri. Lafzın muktezâ-yı hâl ve makama uygunluğuna mahsus bir ilim adı.
maasi / maasî / maâsi / maâsî
(Tekili: Ma'siyyet) Günahlar.
İsyanlar.
Âsilikler, isyanlar, günahlar.
Günahlar, isyanlar.
İsyanlar, günahlar.
maddiyyun / maddiyyûn
Maddenin ezelî ve ebedî olduğuna inananlar, materyalistler.
Maddenin hep var olduğuna, sonradan yaratılmadığına ve yok olmayacağına inananlar, maddeciler.
magfiret
(Mağfiret) Cenab-ı Hakk'ın kullarının günahlarını örtmesi, affetmesi, rahmeti ile lütfu.
mağfiret
Örtme; Allahü teâlânın, kullarının günâhlarını bağışlaması.
magfur
(Mağfur) Rahmetlik olmuş. Günahlarının afvı için kendine dua edilmiş olan. Allah'ın, kendisini affı için dua edilen ölmüş kimse.
mağfur
Allah'ın mağfiretine kavuşmuş, günahı affolunmuş; vefat eden kişiler için kullanılır.
Günahları bağışlanmış, ölmüş kimse, rahmetli olmuş.
mah-ı gufran / mâh-ı gufrân
Günahların bağışlandığı ay.
makhur
(Kahır. dan) Kahredilmiş. Mahvedilmiş. Bozguna uğratılmış. Mağlub. Mahkum. Allah'ın (C.C.) gazabına uğramış. Yenilmiş. Hakaret görmüş.
masiyet / mâsiyet / معصيت
Günah, isyan.
İsyan, günah.
Günah.
(Arapça)
İsyan.
(Arapça)
masiyet-i küfriye / mâsiyet-i küfriye
Küfürden, inkârdan gelen günah.
masum / mâsum / معصوم
Günahsız.
Günahsız, suçsuz.
Suçsuz, günahsız.
(Arapça)
Küçük çocuk.
(Arapça)
masumane / mâsûmâne
Suçsuz, günahsız bir biçimde.
masume / mâsûme / معصومه
Masum ve günahsız olan.
Suçsuz, günahsız.
(Arapça)
Küçük kız çocuğu.
(Arapça)
masumen / mâsumen
Mâsum, günahsız bir şekilde.
masumiyet-i enbiya / mâsumiyet-i enbiya
Peygamberlerin masumluğu, günahsızlığı; ismet sıfatına sahip olmaları.
masumlar / mâsumlar
Günahsız çocuklar.
me'sem
(Me'seme) Günah. Kabahat, suç.
me'sum
Günahlı, suçlu, maznun.
mearre
Keffaret, diyet.
Elem, meşakkat, dert, günah.
measi / meâsi / meâsî / معاصى
İsyanlar, günahlar.
Günahlar, isyanlar.
İsyanlar.
(Arapça)
Günahlar.
(Arapça)
measim
Günahlar.
Günah işlenecek yerler.
mefsaka
(Fısk. dan) Günah işlenen yer.
melaike / melâike
Allahü teâlânın nûrdan yarattığı latîf, mâsum ve günah işlemeyen kulları. Melekler.
menakir
(Tekili: Münker) Günah ve kötü şeyler.
mendub / mendûb
Yapılması hâlinde sevâb, yapılmazsa günâh olmayan şeyler. Edeb ve müstehab da denir.
merdud-üş şehadet / merdud-üş şehâdet
Şahitlikleri kabul edilmiyenler.
Fâsık, yani devamlı günah işleyenler, yalan söyleyenler, müslümanları aldatan kimseler merdud-üş şehâdettir.
merid / merîd
Katı, yoğun. Güçlü, kuvvetli kimse.
Süt içinde ıslatılıp yumuşatılan hurma.
Baş kaldıran. Sadece fesadlık çıkaran. İnatçı. Şerli. Haddini aşmakta, azgınlıkta ve günahkârlıkta çok ileri gitmiş olan.
mertebe-i ismet / مَرْتَبَۀِ عِصْمَتْ
Günahsızlık, masumluk mertebesi.
Günahsızlık, masumluk mertebesi.
meşrua
Şeriatın kabul ettiği hâl. Yapılması serbest olup, haram olmayan. Allah'ın (C.C.) kanununda müsaade edilen. Şeriatça yapılması günah olmayan.
mı'sar
(Çoğulu: Meâsır) Yeni hayız görmüş ve büluğuna yetişmiş olan kız.
Mihrimah
Mimar Sinan'ın uğuna biri Edirnekapı diğeri Üsküdar olmak üzere iki eser yaptığı, Osmanlı Padişahı 1. Süleyman ile eşi Hürrem Sultan'ın kızının adıdır.
millet-i günahkar / millet-i günahkâr
Günahkâr millet.
minkaz
Uzunluğuna yarılmış, boylamasına bölünmüş.
mizan / mîzân
Terâzi, ölçü âleti.
Kıyâmet günü insanların günâh ve sevâbını tartan ve nasıl olduğu bilinmeyen terâzi.
mızfar
Zafer kazanan. Galib. olan. Asma çubuğuna sarmaşık gibi sarılan filiz.
mu'tasım
Günahtan çekinen.
Eliyle tutan.
Yapışan.
mu'tezile
Hicrî ikinci asırda Vâsıl bin Atâ tarafından kurulan ve aklı, nakilden yâni dînî delillerden önde tutan bozuk fırka. "Büyük günâh işleyen kimse ne kâfirdir, ne de mü'mindir, iki menzile (yer) arasında bir menzilededir (yerdedir)" diyen Vâsıl bin Atâ, hocası Hasen-ül-Basrî'nin ders halkasından ayrıld
Aklına güvenerek ve "kul, fiilinin hâlikıdır" demekle hak mezheblerden ayrılan bir fırka. Bunlar dalâlet fırkalarının birincisidir. Vâsıl İbn-i Atâ nâmında birisi buna sebeb olmuştur. Bu kişi Hasan Basri Hazretlerinin talebesi iken, günah-ı kebireyi işleyen bir kimsenin ne mü'min ve ne de kâfir olma
mubah / mubâh
(İbâhe. den) İşlenmesinde sevab ve günah olmayan şey.
Fık: Yapılması ve yapılmaması şer'an câiz bulunan şey. (Yemek, içmek, uyumak gibi.)
İşlenmesinde sevap ve günah olmayan.
mubahat
(Tekili: Mubah) Mübahlar. Günahı, sevabı olmayan, işlemesi ne haram, ne de helâl olan şeyler.
mubik / mûbik
(Çoğulu: Mubikat) Helâk edici.
İsyan.
Büyük günah.
Helak edici, büyük günah.
mubikat-ı seb'a / mûbikat-ı seb'a
İnsanı felâkete götüren yedi kebâir, yedi büyük günah: Katil, zinâ, şarab içmek, ukuk-ı vâlideyn (yâni; sılâ-yı rahmi terk), kumar oynamak, yalan şâhidliği, dine zarar verecek bid'alara tarafdarlık.
İnsanı felâkete götüren yedi en büyük günah.
mücaveze
Haddinden ileri geçmek. Normali aşmak. Bir şeyin, hadd-i itidâli geçmesi.
Birini suç ve günahı ile muâheze eylemeyip görmemezlik ile afv ve müsamaha eylemek.
mücrim
Günahkâr, suçlu.
Kâfir. Günâhkâr.
müflis
İflâs eden.
Dünyâda iken insanların haklarını yemiş, onları dövmüş, sıkıntı ve eziyet vermiş; bu sebeblerle âhirette hesâblar görülürken, hakkı olanlara bütün günahları verilip, hiç sevâbı kalmayan ve hak sâhiplerinin günâhlarını yüklenerek, Cehennemlik olan kimse.
mühlikat / mühlikât
(Tekili: Mühlik) Kötü ve günah olan işler.
Helâk edenler. Hayrı ve sevabı bozan fenâ hareketler.
mühlikat-ı seb'a / mühlikât-ı seb'a
Yedi büyük ve helâk eden amel. Yedi büyük günah.
muhti / muhtî
Hatâ işleyen. Günahkâr. Hatâlı.
Hatâya düşürten. Yanıltan.
mümteli
(Melâ. dan) Dolu, dolgun, dolmuş.
Mide dolgunluğuna uğramış.
münhezim / منهزم
Hezimete uğramış, bozguna uğrayan, inhizam eden.
Bozgun.
Bozguna uğramış.
Bozguna uğramış.
(Arapça)
Münhezim olmak:
Bozguna uğramak.
(Arapça)
münhezimen
Yenilerek, münhezim olarak, bozularak, bozguna uğrayarak.
münib
Hakk'a yönelen, günahları terk ile hakka dönen. Pişman olup dönen.
Kâinattan yüzünü çevirip Bâki-yi Hakiki'ye yönelen.
Güzel yağan faydalı yağmur.
Bereketli ve verimli bahar.
münker
Allah'ın (C.C.) râzı olmadığı şey.
İnkâr edilmiş olan.
Şeriatın kabâhat ve haram diye bildirdiği şey. Makbul ve müstehab olmayıp, günah ve kabahat olan.
Mezardaki suâl meleklerinden birisinin ismi. Diğerinin ise "Nekir" dir.
Yapılması uygun olmayan, âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerle ve müctehidlerin (dinde söz sâhibi âlimlerin) söz birliği ile yasak edilen şey; günah.
Haram, günah.
münkerat
Haramlar, günahlar.
mürahik
Büluğ yaşına yaklaşmış erkek çocuk. Büluğ yaşına, yani oniki yaşına girip de baliğ olmayan erkek çocuğa denir. On beş yaşına kadar baliğ olmasa yine bu isim verilir. Kız çocuğuna ise: Mürâhika denir.
mürcie
"Günâh işlemek insana zarar vermez. Âsî (isyân eden), fâsık (açıktan günâh işleyen) azâb görmeyecektir" diyerek, Ehl-i sünnetten (Peygamber efendimizin ve Eshâbının yolunda olanlardan) ayrılan bozuk fırka.
müsellemat-ı şer'i / müsellemât-ı şer'î
Doğruluğuna şüphe olmayan, şeriatın hükümleri; kabul ve tasdik edilmiş genel düsturları.
musi'
Kötülük işleyen, günahkâr, isyankâr.
müstagfir
(Gufran. dan) İstiğfar eden. Günahlarının örtülmesini, bağışlanmasını Allah'tan (C.C.) isteyen.
müstağfir / müstağfîr
Günahları için af dileyen.
İstiğfâr eden, Allahü teâlâdan günâhlarının bağışlanmasını isteyen.
müstehab
Sevilen, beğenilen. Peygamber efendimizin bâzan âdet olarak yaptıkları; yapılınca sevâb verilen yapılmayınca günâh olmayan şeyler.
mutatahhir
Pâk. Günah işlemekten teberri ve imtina eden, çekinen. Temiz kılınmış.
mütecahir / mütecâhir
Yüksek sesle söyleyen.
Gizlemeyen. Aşikâre yapan. Açıktan günah işleyen.
Açıktan günah işleyen.
mütemevvin
İyâline çok nafaka veren. Ailesine, çoluk çocuğuna iyi bakan.
müttaki
Ehl-i takva. İttika eden. Haramdan ve günahtan çekinen, kendisini Allah'ın (C.C.) sevmediği fena şeylerdan koruyan.
Günahtan sakınan, çekinen, takva sahibi.
Günahtan çekinen, takva sahibi.
müznib
Günahkâr, suçlu, günah sahibi.
Günahkâr.
müznibin / müznibîn
Günahkârlar.
Suçlular, günah işleyenler.
na-meşru
Meşru olmayan, şeriat harici.
(Farsça)
Kanunsuz, uygunsuz.
(Farsça)
Günah olan şeyler.
(Farsça)
naki / nâki
Takva sahibi, günahtan arınmış.
nassiye
(yun: Dogmatizm) Fls: Bir görüşün doğruluğuna peşin olarak inanan ve bu inanışlarını tenkide tabi tutmayanların düşünüş tarzı. Son heceleri .. izm ile biten görüşler, taraftarlarınca peşin olarak kabul edildiklerinden birer dogmatik görüş örneğidir. Meselâ; komünizm, materyalizm, darvinizim, birer d
necaset-i hafife
Hanefî mezhebine göre pis olduğuna dair şer'î bir delil mevcud olan şeydir. Diğer bir tabire göre murdar olmadığı rivayet edilen şeydir. (Eti yenen hayvanların bevilleri gibi.) Bedenin veya elbisenin dörtte birinden az miktarı namaza mani olmaz.
nefer
Bir kişi, tek kişi.
Asker, er. (Bazılarınca insan cemaati. Ona kadar olan adam topluluğuna denir. Üçten ona kadar olan kişilere "Reht" denir.)
nefs muhasebesi / nefs muhâsebesi
İnsanın, dâimâ kötülük ve günâh işlemek istiyen nefsini hesâba çekip, kontrol etmesi ve gerektiğinde onu cezâlandırması
nefs-i levvame
Kötülüğü işledikten sonra fenâlığını hatırlayarak insanı rahatsız eden pişmanlık hâli ve vicdan rahatsızlığı.
İnsanın, kendine ait kötülük ve günahını görüp fenalığını bilen ve hayra meyleden iradesi.
nefs-i mutmainne
İyiliği kötülükten ayırt ettirerek insanlık vazifesini tanıttıran ve vicdanına rahatlık veren hâl. İnsanı Allah'a yaklaştıran hâl. Günaha meyleden kötü sıfatlardan temizlenmiş ve güzel ahlâk ile muttasıf olarak kurb-u İlâhiye itmi'nan ve istikrar kazanmış olan insan iradesi. Nefsin, Allah'ın emirler
nişane-i beraat / nişâne-i beraat
Suçsuz olduğuna dair nişan, işaret.
nükhet
Râyiha. Ağız kokusu.
Günahlı sözler. Hoş olmayan günah olan söz, kelime.
perhizkar / perhizkâr
Perhiz eden, nefsini tutan. Zararlı şeylerden, günahlardan sakınan.
pişmanlık
Kişinin işlediği bir iş veya günâh sebebiyle vicdânen üzüntü duyması; tövbeye gelme; nedâmet.
pür-şer beşer
Çok günahkâr insanlık.
pür-zünub / pür-zünûb
Günahlarla dolu.
rahim / rahîm
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (ism-i şerîflerinden). Âhirette yalnız müslümanlara acıyan.
Günahkâr müslümanlara âhirette çok acıyıcı mânâsına Resûlullah efendimizin sıfatlarından.
ramazan
Mübarek ayların en mühimmi ve mübarek üç ayların sonuncusu. Kur'an-ı Kerim'in nâzil olmağa başladığı oruç ayı. Arabî ve Kamerî olan takvime göre 9. ay. Oruç tutanın günahlarını yaktığı, mahveylediği için bu isim verildiği rivayet edilir.
Hicrî ayların dokuzuncusu, üç ayların sonuncusu ve farz olan orucun tutulduğu ay. Ramazan yanmak demektir, çünkü bu ayda oruç tutan ve tövbe edenlerin günahları yanar, yok olur.
recül-ü facir / recül-ü fâcir
Günahkâr adam.
recülifacir / recülifâcir
Günahkâr adam.
redd
Geri döndürmek, kabul etmemek, çevirmek, def etmek.
Bir şeyin karşılığını icra etmek.
Sözü selâset ve talâkatla eda edemeyip harfleri geri çevirerek konuşmağa sebep olan dilin tutukluğuna denir.
Cerhetmek.
Kötü ve fena şey.
refuşe
Lâtife, şaka.
(Farsça)
Suç, günah.
(Farsça)
reyn
Leke, kir, pas.
Gönül karası, kalb katılığı, günahın artması.
Uyku, mestlik galebe etmek.
Çıkması mümkün olmayan şey.
rics
Dinin haram kıldığı şey. Günah, pislik, murdarlık.
rü'yet-i taksir / rü'yet-i taksîr
Kendini günâhkâr ve kabahatli, kusurlu görmek, kendini suçlamak.
sabur / sabûr
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Her şeyi vakti gelince ve belli miktarı ile yaratan, bu hususta acele etmeyen, kendisine şirk (ortak) koşan ve başka günâhları işleyerek isyân edenleri cezâlandırmaya kâdir (gücü yetici) iken, cezâ vermekte acele etmeyen.
safh
Suç bağışlama, dostluk etme. Günah ve cürmü afveyleme.
Bir şeyin bir tarafı.
Bir şey içirme.
Yüz çevirme.
sagair / sagâir
(Tekili: Sagire) Küçük günahlar.
Küçük günahlar.
Küçük günâhlar. Küçük sayılan günahlar.
sagire / sagîre
(Çoğulu: Sagair) Küçük günah.
Küçük günah.
şahadet
(Şehâdet) Şâhidlik.
Bir şeyin doğruluğuna inanmak.
Delâlet. Alâmet, işaret, iz.
Allah (C.C.) rızâsı yolunda hayatını fedâ etmek. Din için muharebeden şehitlik.
şahadet getirmek
Kelime-i Şehadete inanıp onu söylemek. Bir Allah'tan başka ilâh olmadığına; Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm'ın, Allah'ın Resulü olduğuna inanarak söylemek.
sahih hadis / sahîh hadîs
Âdil yâni yalancılıktan uzak, büyük günah işlemeyen ve hadîs ilmini bilen kimselerden işitilen, Resûlullah efendimize kadar, rivâyet edenlerden hiçbiri noksan olmayan ve mütevâtir yâni birçok Sahâbînin Resûl-i ekremden ve başka birçok kimselerin onla rdan naklettikleri hadîsler ve meşhûr, yâni ilk z
said-i şaki / said-i şakî
"İsyan eden günahkâr Said!" anlamında
şaki / şakî
(Şekavet. den) Haydut. Yol kesen. Haylaz.
Her çeşit günahı işleyebilen.
Haydut, yol kesen.
Her türlü günahı işleyecek bahtsız, haylaz, habis.
salahat / salâhat
Sâlihlik, günahsız ve temiz oluş, dindarlıkta çok ileri olmak hâli.
Dindarlıkta çok ileri olma hâli, günahsız ve temiz oluş.
Günahsızlık ve temizlik, dindarlık.
salavatullah
Allah'ın rahmet ve inayeti, kusur ve günahları aff u mağfiret etmesi.
salihun / salihûn
Salih kimseler, günahkâr olmayanlar, salihler.
sarfe mezhebi
Kur'an-ı Kerim'in mu'cize olduğuna dair ikinci mercuh bir mezheb ismi.
şari' / şârî'
Kullarının dünyâ ve âhiret seâdetine (mutluluğuna) kavuşmaları için Peygamberleri aleyhimüsselâm vâsıtasıyla emir ve yasaklarını bildiren Allahü teâlâ. Şâri-i mübîn de denir. Allahü teâlânın emir ve yasaklarını insanlara tebliğ etmesi (ulaştırması) gerektiğinde, kapalı hususları açıklaması bakımında
satir
Setreden, örten, kapatan.
Günahları, kusurları örten.
şefa'at / şefâ'at
Kıyâmet günü, Allahü teâlânın izni ile, başta Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem olmak üzere, diğer peygamberler, âlimler, şehîdler, sâlihler (iyi kimseler) ve küçük yaşta ölen müslüman çocuklar ve Allahü teâlânın izin verdiklerinin; gün ahkâr olan mü'minlerin günahlarının affedilip Ceh
şefaat / şefâat
Şefaat etmek. Af için vesile olmak.
Fık: Âhiret günü bir kısım günahkâr mü'minlerin affedilmeleri ve itaatli mü'minlerin de yüksek mertebelere ermeleri için Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm ve sâir büyük zâtların Allah Teâlâ'dan (C.C.) niyaz ve istirhamda bulunmalarıdır.
Bağışlanmasını dileme, birine arka olma.
Peygamberlerin ve velilerin kıyamette günah-kâr müminlerin bağışlanması için Allah katında dilekte bulunmaları.
Günahların bağışlanması için, peygamberlerin ve Allah katında makbul kişilerin, Allah'ın izniyle aracılık yapması.
şefaat-i kübra
Büyük şefaat; günahlarımızın bağışlanması için Peygamber Efendimizin aracılık etmesi.
sefahet / sefâhet
Kıt akıllılık, düşüncesizlik, günahlara düşkünlük.
şefi' / şefî'
Şefâat eden, bir suçun, günâhın bağışlanması için vâsıta, aracı olan.
şefi'-ül müznibin / şefi'-ül müznibîn
Günahkârların şefaatçısı Hazret-i Muhammed. (A.S.M.)
şefiu'l-müznibin / şefîu'l-müznibîn
Allah'ın izniyle günahkârlara şefaatçi olacak olan Peygamber Efendimiz (a.s.m.).
şefiü'l-müznibinin varisi / şefiü'l-müznibînin vârisi
Âhiret âleminde günahkârların bağışlanması için şefaatte bulunacak olan Hz. Muhammed'in (a.s.m.) mirasçısı.
şefiülmüznibin
Günah işleyenlerin şefaatçısı.
şenayi'
(Tekili: Şenia) Çok günahlı hareketler. Kötü işler.
şeni'
(Şeni'a) Kötü, çok fena, çirkin, günahlı iş.
setr-i uyub / setr-i uyûb
Ayıpları, günahları örmek.
settar / settâr / ستار
Günahları örten, Allah.
"Kulların günâhını örten" mânâsında Allahü teâlânın sıfatlarından.
Örten.
(Arapça)
Günahları örten Tanrı.
(Arapça)
settar-ül uyub
Ayıpları, kusurları örten. Kusurları göstermeyen, günahları bağışlayan Allah (C.C.)
settarü'l-uyub / settârü'l-uyûb
Ayıpları, günahları örten, bağışlayan Allah.
seyyiat / seyyiât / سيآت / سيئات / سَيِّاٰتْ
(Tekili: Seyyie) Kötülük, günahlar, suçlar. Kötülüğe karşı çekilen sıkıntılar.
Günahlar, kötülükler.
Günahlar.
Günahlar.
(Arapça)
Kötülükler.
(Arapça)
Olumsuzluklar.
(Arapça)
Günahlar, kötülükler.
seyyiat-ı sabıka
Geçmiş dönemlerde işlenen kötülük ve günahlar.
seyyid-ül-istiğfar / seyyid-ül-istiğfâr
Duâ ve istiğfârların başı. İstiğfâr duâlarının büyüğü. Allahü teâlâdan günâhın bağışlanmasını istemek için yapılacak duâların en üstünü, en kıymetlisi.
seyyie / سيئه / سَيِّئَه
Kötülük, günah.
Kötülük, günah, suç. Yaramazlık, fenâlık.
Çirkinlik, günah.
Günah.
Günah.
(Arapça)
Kötülük.
(Arapça)
Günah, kötülük.
siccin / siccîn
Şeytanların, kafirlerin (Allahü teâlâya ve Resûlullah efendimize inanmayanların) ve günahkâr mü'minlerin amellerini toplayan bir kitap; insanların ve cinlerin kötülerine mahsûs amel defterleri.
Şakîlerin, kötülerin ve azâb olunan rûhların bulunduğu yer.
Yerin altında veya Ceh
şiddet-i takva / şiddet-i takvâ / شِدَّتِ تَقْوَا
Şiddetle günahlardan sakınma.
sıdk-ı nübüvvetine
Peygamberliğinin doğruluğuna, sıdkına.
sine-i pakin / sîne-i pâkin
Temiz ve günahsız kalb.
şirk
En büyük günah olan Allah'a (C.C.) ortak kabul etmek. Allah'tan (C.C.) ümidini keserek başkasından meded beklemek.
sita'
Deve boynunda uzunluğuna olan alâmet.
Ev direği.
siyahkar / siyahkâr
(Çoğulu: Siyâhkârân) Günah işlemiş, suçlu.
(Farsça)
süfeha / süfehâ
(Tekili: Sefih) Sefihler. İçkici, müsrif ve günahkâr kimseler.
Sefihler, kıt akıllılar, günahkârlar.
Sefihler, günahkâr kimseler, ahmaklar.
süfla
(Sâfil. den) Daha alçak, adi.
Günah ve basit işlere mahsus.
Kılıksız, kıyafetsiz.
suleha / sulehâ
(Tekili: Sâlih) Salihler. Salâhiyetli, günah işlemeyen iyi insanlar. İlim ve amelde, ibâdet, taat ve takvâda terakki ve teâli eden büyük zâtlar.
Sâlihler, günâh işlememeye gayret edenler.
süveyda hücresi
Kalbin ortasında bulunduğuna inanılan küçük siyah nokta; İlâhi aşkın tecelli ettiği yer.
süveyda-ül kalb
(Sevâd-ül kalb, Sevdâ-ül kalb) Kalbin ortasında varlığı kabul edilen siyah nokta. Kalbdeki gizli günah. Buna Habbet-ül kalb, Esved-ül kalb de denir. Kalbdeki basiret mahalli diye bilinir. Eskiden bir kısım muhakkikler, kalbin mezkur mahalline; Mahall-i ulum-u diniyye demişler. Ekseriyyetle mahall-i
ta'riş
Üzüm çubuğuna çardak yapmak.
Temel yapmak.
tabiat-ı ma'siyet
İsyan etmek, günah işlemek ahlâkında ve huyunda olmak.
(Farsça)
tabiat-ı masiyet / tabiat-ı mâsiyet
Günahın tabiatı, doğası; Allah'a karşı yapılan isyankârlığın ve günahın temel özellikleri, yapısı.
tabib-i müslim-i hazık / tabîb-i müslim-i hâzık
Mütehassıs (uzman) ve açıkça günâh işlemeyen müslüman doktor.
tadlil
Doğru yoldan sapıtmak.
Azdırmak, ayartmak. Günah işletmek. Dalâlete saptırmak.
taharrüc
Zahmetli yerden uzaklaşmak.
Günah işlemek.
Günahtan içtinab etmek, günahtan çekinmek.
taib / tâib
Tövbe eden. Günahlarına pişman olan.
Günahlarına tevbe etmiş.
Tövbe eden, günahlarına pişmân olan.
taki
Kendini koruyan, saklayan.
Takvalı kimse. Günahtan çekinen.
taksir
(Kasr. dan) Kısaltma, kısma.
Kusur, hata, kabahat, suç. Günah.
Bir işi eksik yapma.
Bir şeyi yapabilir iken yapmama.
Zayıflatmak, süstlük etmek.
Geri kalmak.
Kısaltma, kusur, günah.
taksirat / taksîrât
Kusurlar, günahlar.
(Tekili: Taksir) Kusurlar, suçlar, günahlar, kabahatlar.
Kusurlar, günahlar.
Günâhlar, kabahatlar, kusûrlar.
takva / takvâ / تَقْوٰي
Bütün günahlardan kendini korumak. Dinin yasak ettiğinden veya haram olduğunda şüphesi olan şeylerden çekinmek.
Allahü teâlâdan korkarak, haramlardan (yasaklardan, günâhlardan) sakınmak. Harama düşmemek için, şüphelilerden (haram veya helâl olduğu belli olmayan şeylerden) sakınmaya ise verâ denir. Bu bakımdan, haramlardan daha çok sakınma derecesi olan verâ da takvânın mânâsı altına girer.
Günahlardan sakınma.
Günahlardan sakınma.
takvadarane / takvâdârâne
Günahlardan sakınırcasına.
tamam-ı ismet
Hata ve günahlardan tamamıyla uzak.
tatahhur
Temizlenmek. Pâklanmak.
Günah işlemekten teberri ve imtina eylemek.
te'sim
Günah işledin demek. Bir kimsenin günahkâr olduğunu söylemek.
tebrik
Gözlerini dike dike bir yere bakmak.
Günaha girmek.
Uzak bir yere sefer etmek.
Çetinlik, zorluk sebebi ile yorulmak.
Kadının süslenip püslenmesi.
Evi ziynetleyip süslemek.
tecenni
Meyve devşirme.
Bir kişiye işlemediği günahı işledi diye isnad etmek.
tecerrüm
Gitmek.
Etmediği günahı ettim demek.
Eksilmek.
tedbir-i menzil / tedbîr-i menzil
İnsanın çoluk-çocuğuna karşı hareketlerinin nasıl olacağı ve ev idâresi ile ilgili husûslardan bahseden ilim.
teessüm
(İsm. den) Günahtan sakınma.
tefsik
(Fısk. dan) Fısk ve fücura sürükleme. Birisine fâsık, kabahatli, günahkâr demek.
Birisini günahkârlık ile suçlama.
Günaha sürükleme.
tegammüd
Günahı örtmek.
tekfir-i zünub
Günahları örtme, affetme.
telebbük
Mide dolgunluğuna uğrama.
terk-i kebair / terk-i kebâir
Büyük günahları terketmek.
teslis akidesi / teslis akîdesi
Üçleme; Hıristiyanların Allah'ın baba, oğul ve mukaddes ruh olmak üzere üç varlıktan mürekkep olduğuna inanmaları.
tetahhur
Temizlenme.
Günah işlemekten uzaklaşma.
tevbe
Pişmanlık duyarak günahtan dönüş.
Haram, günah işledikten sonra, pişman olup, Allahü teâlâdan korkmak, bir daha yapmamaya karar vermek.
Günahı için af dileyip bir daha işlememeye niyetlenme.
tevbe bi'atı
Mürşid-i kâmil denilen velî bir zâtın, huzûrunda tövbe edip günâh işlememek üzere söz vermek.
tevbe etme
Pişmanlık duyarak günahtan dönme.
tevbe-i istigfar / tevbe-i istigfâr
Kendini kusurlu görerek, günâhlara tövbe etmek, Allahü teâlâdan af dilemek.
tevbe-i nasuh / tevbe-i nasûh
Sâdık tevbe. Nasuh tevbesi. Rücu' ettiği günaha bir daha dönmemek veya tevbe eylediği günahı bir daha yapmamak için kasd ve niyet etmek ve bunda tam kararlı olmak.
Sâdık tövbe, işlediği günâhı bir daha yapmamak üzere tövbe etmek ve bu tövbesinde tam kararlı olmak.
tevhid / tevhîd
Allahü teâlânın bir olduğuna inanmak, O'na kimseyi ortak etmemek. Yâni Lâ ilâhe illallah (Allahü teâlâdan başka ibâdete lâyık bir ilâh yoktur. O'nun ortağı benzeri yoktur) sözünü, mânâsına inanarak söylemek.
Tasavvufta kalbi Allahü teâlâdan başka şeylere bağlılıktan kurtarmak.
tevhid-i ami ve zahiri / tevhid-i âmî ve zahirî
Yüzeysel ve taklidî bir şekilde Allah'ın bir olduğuna inanma.
tevhid-i halık / tevhid-i hâlık
Sadece bir Yaratıcının olduğuna, başka yaratıcıların olmadığına inanma.
tevhid-i mahz
Saf tevhid inancı; herşeyin bir olan Allah'a ait olduğuna, hiçbir şirke girmeden tam mânâsıyla inanma.
tezkiye
Doğruluğuna şehadet etmek.
Zekât vermek.
Zekât almak.
Pak ve temiz etmek.
Övmek, medhetmek.
Birisinin durumu hakkında soruşturmak.
tufan-ı maasi / tufan-ı maâsi
İsyanlar, günahlar tufanı.
tulan
(Tul. den) Uzunluğuna, boyuna.
tulani / tûlânî / طولانى
Uzunluğuna.
(Arapça)
usat
(Tekili: Asi) Asiler, zorbalar, itaat etmeyenler.
Günahkârlar.
üslub-perestlik / üslûb-perestlik
Kelâmın mâna ve maksada uygunluğuna değil de, ifade tarzının güzelliğine önem vermek.
Sözün mânâ ve maksada uygunluğuna değil de ifade tarzının güzelliğine önem verme.
vacib / vâcib
(Vücub. dan) (Çoğulu: Vâcibât) Lüzumlu, mecburi olan.
Fık: Yerine getirilmesi her müslüman için gerekli ve borç olup, yapılmadığı takdirde büyük günah olan Allah'ın emirleri. Yapılması zannî delil ile belli olan. Terki câiz olmayan. Yapılması şer'an kat'i derecede bir delil ile sâbit
vazir / vâzir
(Vâzire) Günah işleyen. Suç işleyen.
vebal / vebâl / وبال
Günah. Zarar. Ziyan. Şiddet. Ağırlık. Azab. Doğru olmayan bir hareketin manevî mes'uliyeti.
Günah, zarar.
Günah, zarar, ziyan, şiddet, ağırlık, azap, doğru olmayan bir hareketin manevî sorumluluğu.
Şiddet, ağırlık, günah.
Günah.
(Arapça)
vekef
Günah.
Abes ve boş.
Ayıp.
Eksiklik.
vems
Fücur, masiyet, günah.
vera / verâ
Günahtan şiddetle kaçınma hâli.
vera'
Takvânın ileri derecesi. Bilmediği ve şüphe ettiğini öğrenip iyiye ve doğruya göre hareket edip bütün günahlardan çekinme hâleti.
vizr
Günah.
Yük. Ağırlık.
Silâh.
Sırta vurulan ağır yük. Yük götürmek.
Günah, yük, ağırlık, yük götürmek, sırta vurulan ağır yük.
Günah, hata, ağırlık.
yağfirullah
Allah mağfiret eyler, eylesin, günahlarını örtsün (meâlinde söylenir).
yemin-i gamus / yemîn-i gâmûs
Günâha ve Cehennem'e sokan yemin. Geçmişteki bir şey için, bile bile yalan söyleyerek, yemin etmek.
yemin-i lağv / yemîn-i lağv
Boş yere yemîn. Geçmiş bir şey için zan ile yanlış yemîn etmek. Bunda günah ve keffâret yoktur.
zaruriyyat-ı diniyye
İman edilmesi zaruri olan dinin esasları, (Allah Teâlâya, Âhiret gününe, Meleklere, Peygamberlere, Kitaplara ve hayrın ve şerrin Allah'tan olduğuna inanmak.)
zenb / ذنب
Günah, suç, kabahat.
Suç, günah, kabahat.
Suç, günah.
Günah, suç, kabahat.
Suç, günah.
(Arapça)
zeval-i ismet / zevâl-i ismet / زَوَالِ عِصْمَتْ
Günahsızlığın, ma'sumluğun son bulması.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
ram olmak
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
syas
ahter
kevkeb
kulliye
tabla
vezf
pür
musaffa
cevza
Nisa
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
Gûna
hel
Issı
tezil
Tosbağa
Anlaşılmaz
Haykırmak
onurlu
Müretteb
SEÇKİN