LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Gölge ifadesini içeren 82 kelime bulundu...

aks

  • (Çoğulu: Ukus) Hilâf, muhâlif, zıd, ters.
  • Gölge gibi şeylerin bir yerde eser peydâ etmesi. Sesin veya ışık gibi şeylerin bir yere çarparak geri dönmesi.
  • Döndürmek.
  • Bir şeyin evvelini ahir ve âhirini evvel yapmak.
  • Devenin yularının ucunu ayağına bağlamak.
  • <

ale-l-hadise

  • Gölge hâdise. (fr. epiphenomene)

arş

  • Bağ çardağı.
  • Gölgelik.
  • Kürsü, taht, yüce makam. En yüksek gök. Allahın kudret ve saltanatının tecelli yeri. (Arş kâinatı kaplar. Allah'ın kudreti ve ilmi de herşeyi kaplar.)
  • Fevkiyyet, ulviyyet.
  • Arş-ı Alâ, Arş-ı Rahman, Arş-ı İlâhi, Arş-ı Yezdan, Felek-i Eflâk

asr-ı evvel

  • İlk asır.
  • Ist: Fey-i zevâle ilâveten, herşeyin gölgesi kendisinin bir misli daha uzadığı zamandan başlayıp, iki misli uzayıncaya kadar süren ikindi vaktidir. (Fey-i zevâl; güneş tam ortada iken, gölgenin uzunluğudur.)

asr-ı sani / asr-ı sâni

  • İkinci asır.
  • Ist: Fey-i zevâle ilâveten, herşeyin gölgesi kendi boyunun iki misli daha uzadığı zamandan başlayan ikindi vaktidir. (Fey-i zevâl; güneş tam ortada iken, gölgenin uzunluğudur.)

azlal

  • (Tekili: Zıll ) Gölgeler.

çetr / چتر

  • Gece. (Farsça)
  • Gölgelik, çadır, şemsiye. (Farsça)
  • Gölgelik. (Farsça)
  • Şemsiye. (Farsça)

dun / dûn

  • Aşağı, alçak. Kolay. Zayıf. Gölgeli. Aşağılık. Altta, aşağıda.

elma

  • Karamtıl dudaklı.
  • Çok koyu gölge.

fey'

  • Ganimet. Harbde elde edilen mal.
  • Rücu'.
  • Haraç.
  • Zeval vaktinden sonraki gölge.

fey-i zeval / fey-i zevâl

  • Güneşin garba doğru dönmesinin başlaması, Güneş tam ortada gibiyken yerde dikili olan şeylerin gölgeleri batıdan doğuya dönüp kısalmakta son bulduğu zamandır. Bundan sonra öğle namazı vakti başlar.
  • Güneş, gün ortasında (Nısf-ün-nehârda), tam tepeye gelince görülen en kısa gölge uzunluğu.

gölgevari / gölgevâri

  • Gölge gibi, gölgeye benzer.

halel

  • Halel gelmek: Bozulmak, lekelenmek, gölge düşmek.

hayal

  • (Çoğulu: Hayâlât) Zihnen tasarlanan şey. Hakikatı bilinmeyip akılla tasarlanan veya gölgeli görünen şey.
  • Asıl olmayan ve akıldan geçen fikir.

hayed

  • Gölgesinden ürken eşek.

hüma kuşu / hümâ kuşu

  • Devlet kuşu. (Hikâyede: Gölgesi kimin başına düşerse o padişah olurmuş, derler. Hümâyun da buradan gelmiştir. Tayr-ı hümâyun, tâlih kuşu, uğur kuşu gibi isimlerle söylenir.)

husuf

  • Ay tutulması. Perdelenmek. Dünya gölgesinin ay üzerine gelmesi.
  • Bir şeyin nuru ve ışığı gitmesi.

inhisaf

  • Ay tutulması. Husufa uğramak. Ay'ın, dünyanın gölgesi altına girmesi veya o şekildeki gölgelenmek.

ism-i nur

  • Bütün varlığı aydınlatan, bütün nurlar kendi nurunun zayıf bir gölgesi olan ve her çeşit nuru yaratan anlamına gelen Allah'ın Nur ismi.

istizlal

  • (Zıll. dan) Gölgelenme. Gölge altına girme.
  • Sığınma, himâyesine girme.
  • Gölgede oturma.

ıtnabe

  • Gölgelik, sâyeban.
  • Keman teli, keman kirişi.

ızlal

  • Gölgeli olma, gölgelendirme.

izlal

  • (Zıll. dan) Gölge yapmak. Gölge koymak. Gölgelendirmek.

ızlal / ızlâl / اظلال

  • Gölgede bırakma. (Arapça)

küsuf

  • Güneş tutulması. Ay'ın, dünya ile güneş arasına gelerek dünya üzerinde gölge yapması.
  • Mc: Birisinin felâketli hâlinde çok teessür göstermesi hâli.

leb-i aftab / leb-i âftâb

  • Gölge.

mahsuf

  • Husufa uğramış. Gölgelenmiş. Perdelenmiş.

mana-yı ismi / mânâ-yı ismî

  • İsme dair mânâ. Bir şeyin sadece kendisini bilip tanımak. Bir şey başka şeyleri tanıttığı, bildirdiği veya sevdirdiği için olan mânâya da mânâ-yı harfî denir. Bir ağacı gölgesinden, zahirî görünüşünden, bize verdiği meyvesinden dolayı alâka gösterir ve seversek mânâ-yı ismî ile seviyoruz demektir. A

mazalle

  • (Çoğulu: Mazâil) (Zıll. dan) Gölgelik yer.

mazallenişin

  • Gölgelikte oturan. (Farsça)

mesele

  • Gölgelik.

münhasif

  • (Husuf. dan) İnhisaf eden, sönükleşen, daha mükemmel bir şeyin yanında sönük kalan. Değersiz. Gölgelenmiş.

mustazill

  • (Zıll. dan) Gölgelenen, gölgede oturan.
  • Birinin koruyuculuğu ve himâyesi altında bulunan.

müstazıll

  • (Zıll. dan) Gölgelenen, gölge altına girmiş olan.
  • Mc: Birinin himayesine sığınmış olan.

mutazallil

  • (Zıll. den) Gölgede oturan, gölgede bulunan, gölgelenen.
  • Korunan, muhafaza ve himaye olunan.

muzallel

  • (Zıll. dan) Gölgeli, gölgelenmiş.

neame

  • (Çoğulu: Neâm-Neamât) Deve kuşu.
  • Cemaat.
  • Gölgelik, gölgelenecek yer.

nur ism-i azimi / nur ism-i azîmi

  • Bütün varlığı aydınlatan, bütün nurlar kendi nurunun zayıf bir gölgesi olan ve her çeşit nuru yaratan anlamında Allah'ın büyük ismi.

nur ism-i celili / nur ism-i celîli

  • Bütün varlığı aydınlatan, bütün nurlar kendi nurunun zayıf bir gölgesi olan ve her çeşit nuru yaratan anlamında Allah'ın yüce ismi.

nuru'l-envar / nuru'l-envâr

  • Bütün nurlar Kendi nurunun zayıf bir gölgesi olan nurların nuru, Allah.

sahur

  • Gece uyanıklığı, uykusuzluk.
  • Ayın etrafındaki hâle.
  • Yer yüzünün gölgesi.

saye / sâye / سایه / سَايَه

  • Gölge. (Farsça)
  • Mc: Himaye, sahip çıkma, koruma. (Farsça)
  • Muavenet, yardım. (Farsça)
  • Gölge. (Farsça)
  • Gölge, koruma.

saye- zar

  • Gölgelik. (Farsça)

saye-ban

  • Gölgelik. Büyük çadır. Şemsiye.
  • Mc: Koruyan, himaye eden.

saye-dar

  • Gölge eden, gölgesi olan, gölgeli. (Farsça)
  • Sâhip çıkan, koruyan, himâye eden. (Farsça)

saye-endaz

  • Gölge salan. (Farsça)
  • Mc: Koruyuculuk eden, himâyecilik yapan. (Farsça)

saye-fiken

  • Gölge düşüren.

saye-gah / saye-gâh

  • Gölgeli yer. Gölgelik. (Farsça)

saye-güster

  • Gölge eden. (Farsça)
  • Koruyan, muhafaza ve himaye eden. (Farsça)

saye-i medid

  • Uzun gölge.

saye-i muzlimane / sâye-i muzlimâne

  • Karanlık yapan gölge; kötü koruma.

saye-nişin

  • Gölgede oturan. (Farsça)
  • Bir şeyin gölgesine sığınan. Korunan, himaye gören. (Farsça)

saye-puş

  • Ağaçlık, gölgelik.

sayeban / sâyeban / سایبان

  • Koruyan, gölgelik.
  • Gölgelik. (Farsça)
  • Çadır. (Farsça)

sayedar / sâyedar / سایه دار

  • Gölgeli. (Farsça)

sema

  • Gök yüzü. Asuman. Gök.
  • Her şeyin sakfı.
  • Gölgelik.
  • Bulut ve emsali örtü.

seyehan

  • Gezi, seyahat.
  • Gölgenin güneşle birlikte dönmesi.

tazallül

  • (Zıll. den) Gölgelenme, gölgede olma, gölge altına girme.

tazlil

  • (Zıll. den) Gölgelendirme veya gölgelendirilme.

tıb'

  • Gölge.

vahdet-i vücut

  • "Allah'ın varlığı o kadar mükemmeldir ki, diğer varlıklar Ona göre bir gölge gibidir ve ‘varlık' adını almaya lâyık değiller" tarzında, Allah'tan başka varlıkları âdeta inkar eden bir tasavvufî görüş.

vahdetü'l-vücud

  • "Allah'ın varlığı o kadar mükemmeldir ki, diğer varlıklar Ona göre bir gölge gibidir ve varlık adını almaya lâyık değildirler" şeklinde bir görüş; Allah'tan başka varlıkları yok saymak.

vahdetü'l-vücud ehli

  • "Allah'ın varlığı o kadar mükemmeldir ki, diğer varlıklar Ona göre bir gölge gibidir ve ‘varlık' adını almaya lâyık değiller" tarzındaki tasavvufî görüş sahipleri.

vakt-i zeval

  • Güneşin tam ortada, bize göre doğu ve batı ortasında bulunduğu ve gölgenin gündüzde en kısa olduğu zaman. Zeval vakti.

vasut

  • Gölgelik.
  • Sütü sağdıkları kabı dolduran deve.

vücud-u zılli / vücud-u zıllî

  • Gölge varlık (aynadaki güneş gibi).

zalal

  • Gölge eden. Gölge olan.

zalil

  • Gölgeli.
  • Gölgeli, koyu.

zat-ı nuru'l-envar / zât-ı nuru'l-envâr

  • Bütün nurlar Kendi nurunun zayıf bir gölgesi olan nurların nuru, Allah.

zera

  • Gölgelik, perdelik.

zılal / zılâl / ظلال

  • (Tekili: Zıll) Gölgeler.
  • Gölgeler.
  • Gölge.
  • Gölgeler. (Arapça)

zılale

  • Gölgelik.

zıll / ظل / ظِلْ

  • Gölge.
  • Perde.
  • Mc: Sahip çıkma, koruma, himaye etme.
  • Gölge.
  • Gölge, görünüş,
  • Gölge.
  • Gölge. (Arapça)
  • Gölge.

zıll-alud / zıll-âlud

  • Gölgeli. (Farsça)

zıll-i tecelli / zıll-i tecellî

  • Yansımanın gölgesi.

zıll-i zaif / zıll-i zâif

  • Zayıf gölge.

zıll-ı zail / zıll-ı zâil

  • Geçen gölge.

zıll-ı zalil / zıll-ı zalîl

  • Koyu gölgeli yer.
  • Koyu gölgeli yer; gölgenin gölgesi.

zıll-i zalil / zıll-i zalîl

  • Gölgenin gölgesi, zayıf gölge (güneşin aynadaki görüntüsüne "güneşin gölgesi" denir).

zılli / zıllî

  • Gölgeli.
  • Gölge ile alâkalı.
  • Gölgeli, gölge ile ilgili.

zılliye / zıllîye

  • Gölgelik, halifelik.
  • Gölgeli.

zılliyet / zıllîyet / ظِلِّيَتْ

  • Gölge tarzında tecellî.
  • Zâhirî sahiplik. Himaye edici olma.
  • Gölgelik.
  • Gölgelilik.
  • Gölge olma.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın