Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
Eten
ifadesini içeren
305
kelime bulundu...
adem-i harici / adem-i haricî
Maddeten yok olma hâli; Allah'ın ilminde var olup fakat maddî varlığı olmayan.
adem-i kabiliyet
Yeteneğin olmayışı.
ahlak ilmi / ahlâk ilmi
Kötü huylardan uzaklaşıp, güzel huylar edinme yollarını öğreten ilim.
ahlakıyyat / ahlâkıyyât
Ahlâk ilmi ve düsturlarını ve bunların vasıflarını ve tatbiklerini inceleyen, öğreten ilim.
Ahlâk ve terbiye ile alâkalı ders ve bahisler.
ala
Kirleten, kirli yapan.
(Farsça)
alim-i hafiz / alîm-i hafîz
Sonsuz ilmiyle herşeyi hakkıyla bilen ve herşeyi koruyup saklayan ve yarattıklarını esirgeyip gözeten Allah.
alim-i kadir / alîm-i kadîr
Her şeyi hakkıyla bilen, herşeye gücü yeten, herşeyi yapabilen, sonsuz güç ve kudret sahibi Allah.
amil / âmil
İş yapan.
İslâmiyet'in emirlerini yapıp, yasaklarından sakınan.
Herhangi bir bölgenin zekât, harac, öşr ve ganîmetlerinin tahsîli (toplanması) için, halîfe, sultan, melik veya emir tarafından vazîfelendirilen ve yerine göre dînin emirlerini öğreten me'mur.
amir / âmir
Emreden, yöneten, Allah.
amuz / âmûz / آموز
Öğrenen.
(Farsça)
Öğreten.
(Farsça)
amuzende
Talebe, öğrenci.
(Farsça)
Muallim, öğretmen. Öğreten.
(Farsça)
ankebut suresi
Kur'an-ı Kerimin yirmidokuzuncu suresidir. Mekkidir. (Allahtan başkasına güvenenlerin, dünyayı avlamak için kurdukları teşkilâtını bir örümcek ağına benzeten, örümcek meseli zikrolunan bir suredir.)
ariyeten / âriyeten
İğreti olarak, emâneten mânasında kullanılır.
Emaneten.
arube
Fasih, hatasız arabca konuşmak. Bu kelimenin mastarları: Araben, arâbeten, uruben, urubiyyeten diye de okunur.
Cuma günü.
asr-ı evvel
İlk asır.
Ist: Fey-i zevâle ilâveten, herşeyin gölgesi kendisinin bir misli daha uzadığı zamandan başlayıp, iki misli uzayıncaya kadar süren ikindi vaktidir. (Fey-i zevâl; güneş tam ortada iken, gölgenin uzunluğudur.)
asr-ı sani / asr-ı sâni
İkinci asır.
Ist: Fey-i zevâle ilâveten, herşeyin gölgesi kendi boyunun iki misli daha uzadığı zamandan başlayan ikindi vaktidir. (Fey-i zevâl; güneş tam ortada iken, gölgenin uzunluğudur.)
atıfetkar / âtıfetkâr / عاطفتكار
Şefkat gösteren, gözeten.
(Arapça - Farsça)
avamil
(Tekili: Amil) Sebepler.
Ayaklar.
Valiler. Hâkimler.
Gr: Arabçada kelime sonlarının okunuşuna te'sir eden hususları öğreten ilim ve ona dâir kitab.
Birgivi Hazretlerinin "Nahiv" ilmine dâir olan kitabının ismi.
aziz-i cebbar / azîz-i cebbâr / عَز۪يزِ جَبَّارْ
Dâima üstün gelen, dilediğini yapmaya ve yaptırmaya gücü yeten (Allah).
bad-gan / bad-gân
Bekçi, gözetici, gözeten.
(Farsça)
Hazinedar.
(Farsça)
bagteten
Ansızın. Füc'eten. Birdenbire. Apansız.
basar
Görme, görüş, görme yeteneği.
Zihnî algı.
basıt / bâsıt
Açan, yayan, genişleten.
batın / bâtın
Bütün varlıkların iç yüzünü ve özellikle canlıların içlerini mükemmel bir fabrikanın harika makineleri gibi yaratan ve işleten Allah.
bed-amuz / bed-âmuz
Kötülük, fenalık öğrenmiş.
(Farsça)
Fenalık, kötülük öğreten.
(Farsça)
bedi' ilmi / bedî' ilmi
Lafz (söz) ve mânâ ile ilgili bâzı san'atlar ile sözün süslenmesini öğreten ilim.
belagat / belâgat
İyi konuşma, sözle inandırma yeteneği ve sanatı, uzdillik.
Sözün düzgün, kusursuz ve yerinde söylenmesi.
Sözün düzgün, kusursuz ve yerinde söylenmesini öğreten edebî ilmin adı.
Hitâbettiği kimselere göre uygun, tam yerinde, düzgün ve hakikatlı güzel söz söyleme san'atı. Muktezâ-yı hâle mutâbık söz söylemek.
Belâgat, hem düzgün, hem yerinde söz söylemeyi öğreten ilmin de adı olur. Ve maani, beyan, bedi' diye üç kısma ayrılır. Bu gün Edebiyat denilen bilgiye,
Sözün güzel ve yerinde söylenmesi, bunu öğreten ilim.
berş
Afyon şurubu, keten yaprağı ile yapılan bir nevi sarhoş edici mâcun.
(Farsça)
Arzu, gönül isteği.
(Farsça)
beyan
İzah. Açıklama. Anlatma. Açık söyleme.
Öğretme.
Fesahat ve belâgat.
Edb: Belâgat ilminin hakikat, mecaz, kinâye, teşbih, istiâre gibi bahislerini öğreten kısmı.
Söz olsun, iş olsun; vukû' bulan şeyden murad ne olduğunu o şey ile alâkası ve münâsebeti bulunan b
beyan ilmi / beyân ilmi
Düzgün ve yerinde söz söyleme yolunu öğreten belâgat ilminin teşbîh (benzetme), mecâz, kinâye gibi konularını anlatan ilim.
bezir
Ekilecek tohum, tane.
Keten tohumundan çıkarılan bir yağ. Bu yağ, yağlıboya yapmakta kullanılır.
bezr
Tohum. Keten tohumu. Mercimek, bakla, arpa gibi taneli tohum.
bezz
Keten veya pamuktan mamul dokuma.
bilistidad
Yetenekle.
bilkuvve
Potansiyel; yetenek ve kabiliyet halinde.
binnisbe / بالنسبه
Bir dereceye kadar, nispeten.
(Arapça)
bir gözü kör deha
Kur'ân'ın gösterdiği gerçekleri görmeyen ve sadece dünyevî maksatları gözeten zekâvet, dâhîlik.
cahid
Mânen, kavlen, kalemen ve maddeten cihad eden. Mücâhid olan. Din düşmanı ile elinden geldiği kadar mânen, kavlen, kalemen ve maddeten cenkeden, vuruşan. Mümkün olduğu kadar gayretle çalışan. Kur'an ve İman hakikatlarının neşrinde çalışmak suretiyle mücahede eden.
canfersa / cânfersâ / جان فرسا
Ömür törpüsü, yürek tüketen.
(Farsça)
cebbar / cebbâr / جَبّاَرْ
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kullarının hallerini ıslâh edip tövbeye götüren, dilediğini yaptırmaya gücü yeten.
Kibirli, zorba, gaddâr.
Dilediğini yapmaya ve yaptırmaya gücü yeten (Allah).
cenab-ı kadir-i kayyum / cenâb-ı kadir-i kayyûm
Herşeye gücü yeten, sonsuz güç ve kudret sahibi olan ve herşeyi Kendi varlığıyla ayakta tutan Allah.
cennetmekan / cennetmekân
"Yeri cennet olası, makamı cennet olan" meâlinde olup, vefat eden makbul ve sâlih kimselere hürmeten söylenir.
cevahir-i insaniyet
İnsanlığın cevherleri, yetenekleri.
çiredest / çîredest / چيره دست
Yetenekli, becerikli.
(Farsça)
cud
Cömertlik. Sahilik. Eli açık olmak. Muhtaçların vaziyetlerini, durumlarını bildirmeğe meydan vermeksizin lütuf ve ihsanda bulunma hâleti. Mücahede-i diniye ve neşr-i hakaik-ı Kur'aniye ve imaniye hizmetinde mutemed zâtlara lüzumunda maddeten de iştirak etmek fedakârlığı.
cuham
İnsanı zayıflatan ve gözleri irinleten bir hastalık.
cümleten
Bütün, hep, kâffeten, cemian, hep birden.
dahi / dâhî
Üstün yetenekli.
dahiye
Üstün yetenekli kimse.
derece-i istidat
Yetenek, kabiliyet derecesi.
ders-i belagat / ders-i belâgat
Belâgat dersi; sözün düzgün, kusursuz olarak hâlin ve makamın icabına göre söylenmesini öğreten ders.
dest-i tasarruf-u kudret
Allah'ın herşeyi dilediği gibi kullanan ve yöneten kudret eli.
dirayet / dirâyet
Yetenek, beceri, sezgi.
dirayetli / dirâyetli
Bilgili ve kavrama yeteneği olan.
(Arapça - Türkçe)
ebu-t-turab
Hz. Alinin (R.A.) bir lâkabı. (Bu isim Hz. Ali Radiyallahu anh, toprak üzerine oturduğu veya yattığından dolayı tevâzuuna işareten Peygamber Efendimiz (A.S.M.) tarafından verilmiştir.)
edeb-amuz
Edeb öğreten.
efrenc
(Franc. dan) Bu kelime, Ortaçağda teşekkül ederek, o sıralarda Frankların ve bilhassa Charlemagne'in hükmü altında bulunanlara ve zamanla genişleyerek bütün Avrupalılara denmiştir. Frenk. Avrupalı ve hasseten Fransız.
(Fransızca)
ehl-i keşif ve keramet
Allah'ın bir ikramı olarak, olağanüstü hal ve hareketlerin kendilerinde görüldüğü velî zâtlar ve mâneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini gözleme yeteneğine sahip insanlar, veliler.
ehl-i keşif ve velayet / ehl-i keşif ve velâyet
Maneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini gözleme yeteneğine sahip insanlar, veliler.
ehl-i keşif ve zevk ve şuhud ve müşahede
Maneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini Allah'ın lütuf ve ihsanıyla gözleme yeteneğine sahip olan veli zâtlar (k-ş-f;.
ehl-i medrese
Medresede ilim öğrenen ve öğretenler.
ehl-i mektep
Okulda ilim öğrenen ve öğretenler.
ehl-i tahkik ve keşif
Maneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini gözleme yeteneğine sahip insanlar.
ehl-i velayet ve şuhud / ehl-i velâyet ve şuhud
Mâneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini Allah'ın lütuf ve ihsanıyla gözleme yeteneğine sahip insanlar, velîler.
ehliyetsiz
Yeteneksiz.
el-hayy
Diri ve devamlı hayat sâhibi. Zâtî hayat ile münferid, her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten Allah (C.C.)
entimem
yun. Man: Mantıkta kısaltılmış kıyas şekli. Öncül veya had denilen ve bilinen kaziyelerden biri söylenmeden sonuca varmak. Örnek: (Orucu bozdu, o halde 61 gün keffareten oruç tutması gerekir.) Burada hadlerden biri (Orucu bozan, 61 gün keffareten oruç tutar), kaziyesi biliniyor kabul edilerek söylen
fail-i kadir / fâil-i kadîr
Her şeye gücü yeten, kudret sahibi olan fâil, Allah.
fatır-ı kadir / fâtır-ı kadîr
Herşeye gücü yeten yaratıcı, Allah.
fatır-ı kàdir / fâtır-ı kàdir
Herşeye gücü yeten yaratıcı; Allah.
feccac
Döşek döşeten.
Erkek, zevc.
fehhad
Parsa av öğreten.
fenn-i kıraat
Okuma bilgisi. Okumanın çeşitli usûllerini öğreten ilim dalı.
fenn-i kitabet
Çeşitli yazı usûl ve şekillerini öğreten ilim.
fenn-i meani / fenn-i meânî
Güzel söz söylemeyi ve güzel yazmayı öğreten, edebiyatın bir şubesi.
feraiz / ferâiz
Bir kimse vefât edince, bıraktığı malın kimlere verileceğini ve nasıl dağıtılacağını öğreten ilim, mîrâs hukûku.
Farzlar. Farîzanın çokluk şekli.
ferd-i müstehlik
Tüketen, tüketici kişi.
fıkıh usulü / fıkıh usûlü
Fıkıh bilgilerinin âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i şerîflerden nâsıl çıkarıldığını öğreten ilim.
ganbot
Yapısı küçük olmakla beraber, nisbeten ağır toplarla mücehhez harp gemisi.
gönder
Tar: Seferde ordunun ve ileri gelen vezir ve diğer devlet ricalinin atlarına bakmak ve sair zamanlarda ise has ahır ve çayır hizmetlerinde kullanılmak üzere gayr-ı müslimlerden ve hasseten Bulgarlardan tertip edilmiş bir sınıf olan voynukların her mıntıkada iki, üçü ve dördü hakkında kullanı
gülhane hatt-ı hümayunu
Tar: Gülhanede okunan hatt-ı hümayun münasebetiyle meydana gelmiş bir tabirdir. Osmanlı İmparatorluğu'nun bir zamanlar dünyayı titreten kuvvet ve kudreti, çeşitli sebep ve te'sirlerle büyük bir zaafa uğramış ve en nihâyet devlet, bir vilâyet hükmünde olan Mısır'ın idaresini ele geçiren Mehmed Ali Pa
gunm
Bir şeye meşakkatsiz nâil olmak veya düşmandan doyumluk almak mânalarına gelir ve alınan doyumluğa da isim olarak ıtlak olunur ki ganimet de, her iki mânada böyledir. Şeriatta ise ganimet, küffardan anveten, yani harben alınan maldır. Binaenaleyh, velevse harbin neticesi olsun bir sulh ve ahd ile al
habes
(Tekili: Habis) Kötüler. Alçaklar. Pisler.
Necaset denilen ve maddeten pis şeyler (Necis veya necaset-i hakikiye de denir.)
hafız-ı hakiki / hâfız-ı hakikî
Asıl olarak herşeyi koruyup saklayan ve yarattıklarını esirgeyip gözeten Allah.
hafiz-i rahim / hafîz-i rahîm
Sonsuz rahmetiyle kullarını koruyup gözeten Allah.
hafiz-i zülcelal-i ve'l-ikram / hafîz-i zülcelâl-i ve'l-ikram
Sonsuz haşmet, yücelik ve ikram sahibi olan, herşeyi koruyup gözeten ve muhafaza eden Allah.
hafıza / hâfıza
Ezberleme yeteneği.
hafizane / hafîzâne
Koruyup gözeten, saklayan.
hakim / hakîm
Her fiilinde hikmet ve gayeleri gözeten Allah.
halık-ı kadir / hâlık-ı kadîr
Bütün varlıkların yaratıcısı olan ve her şeye gücü yeten, sonsuz kudret sahibi Allah.
hami / hâmî / حامى
Gözeten, himaye eden.
(Arapça)
harut / hârût
Sihir belleten iki melekten birinin ismi.
haşeviyye
Allahü teâlâyı mahlûklara,yaratıklarına benzeten, madde, cism diyen bozuk fırka, topluluk.
hayat-ı istidad
Yeteneklerin hayatı.
hayr-hah
Hayır sâhibi. Herkesin manevî ve maddî iyiliğini isteyen. Allah rızası için ilm-i Kur'an ve imanla, manen ve maddeten hayırlı hizmetler etmeyi ve hayırlı işler işlemeyi seven.
(Farsça)
hayşe
(Çoğulu: Huyuş) Yaramaz keten ipliğinden dokunmuş bez.
hayy-ül kayyum
Varlığı, diriliği her an için olup, gökleri, yerleri her an için tutan, daimî her şeye her hususta iktidarı yeten Allah (C.C.)
hayyü'l-kayyüm
Her an diri olan, yöneten, düzenleyen.
hazık / hâzık / حاذق
Usta, yetenekli, ehil.
(Arapça)
hazır ve nazır / حَاضِرْ و نَاظِرْ
Zaman ve mekandan münezzeh olarak her yerde var olan ve her şeyi gören, gözeten.
hidroelektrik santralı
Su gücünü kullanarak elektrik üreten fabrika veya merkez.
hikmet-amuz
Hikmetli.
(Farsça)
Hikmet öğreten.
(Farsça)
hıred-amuz / hıred-âmuz
Öğreten, öğretici, muallim.
hoca
İlim öğreten kimse.
hükmeden
Yöneten, hakimiyeti altında bulunduran.
hükumet-i müstebide / hükûmet-i müstebide
Ülkeyi istibdatla, dikta ile yöneten hükûmet.
hüve'l-batın / hüve'l-bâtın
O Bâtındır; bütün varlıkların içyüzlerini mükemmel bir fabrikanın harika makineleri gibi yaratıp işleten ve herşeyin iç âlemine hükmeden Allah'tır.
i'dadiye
Hazırlığa ait. Hazırlığa mahsus.
Orta tahsili veren okullar. Vaktiyle rüşdiyeden sonra gidilip yüksek mekteblere girebilmek için lâzım gelen bilgileri öğreten okul. Sultaniyelerden aşağı olan mekteb.
i'rab
Düzgün konuşmak ve hakikatı açıklamak.
Gr: Kelime ve fiillerin sonunda bulunan harf veya harekelerin değişmesi ve bu değişikliği ve sebeblerini öğreten ilim.
iare
Emaneten vermek. Bir malın kullanılmasından karşılık istemiyerek meccanen başkasına vermek.
iareten
İare olarak. Emaneten.
ibretamiz / ibretâmiz
(İbret-âmiz) İbret öğreten. Ders verici hâdise.
(Farsça)
İbret öğreten.
ihlas-ı kalb / ihlâs-ı kalb
Sadece Allah'ın rızasını gözeten kalb samimiyeti.
ihlaslı / ihlâslı
İbadet ve davranışlarında sadece Allah'ın rızasını gözeten.
ihram
Hac ve umre için giyilen, yün, pamuk ve ketenden yapılan dikişsiz elbise.
ikramen / ikrâmen
Saygı göstererek, hürmeten.
ilave
(Çoğulu: İlâvât) Katma, ek yapma, arttırma, zam.
Bir kitabın sonuna gerek yazarı ve gerek başkası tarafından sonradan eklenen kısım. Zeyil.
Bir gazetenin çıkardığı sayıdan başka ona ek olarak ve ayrıca çıkardığı sayı.
İmzadan sonra mektubun altına yazılan şey.
ilm-i ahlak / ilm-i ahlâk
İyi huylar edinme ve kötü huylardan sakınma yollarını öğreten ilim.
ilm-i bedi' / ilm-i bedî'
Lafz (söz) ve mânâ ile ilgili bâzı san'atlar yaparak sözün süslenmesini öğreten ilim.
ilm-i belagat / ilm-i belâgat / ilm-i belâgât
Edb: Güzel söz söyleme veya yazmayı öğreten ilim. Edebiyatın bir şubesi.
Düzgün ve yerinde söz söyleme yolunu öğreten ilim.
ilm-i feraiz / ilm-i ferâiz
Vefât eden kimsenin bıraktığı malın kimlere verileceğini ve nasıl taksim edileceğini öğreten ilim.
ilm-i kelam / ilm-i kelâm
Kelime-i şehâdeti ve buna bağlı olan îmânın altı temel bilgisini öğreten ilim.
ilm-i nahiv ve beyan
Dilbilgisi ve belâğatın hakikat, mecaz, kinâye, teşbih ve istiâre gibi konularını öğreten ilim dalı.
ilm-i usul / ilm-i usûl / عِلْمِ اُصُولْ
Delillerden hüküm nasıl çıkarıldığını öğreten ilim. (Usul-ü fıkıh, Usul-ü şeri'at veya hikmet-i teşriiye de denir.)
Delillerden hüküm çıkarmayı öğreten ilim.
ilm-i usul-i fıkıh / ilm-i usûl-i fıkıh
Fıkıh bilgilerinin âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i şerîflerden nasıl çıkarıldığını öğreten ilim.
ilm-i usul-i kelam / ilm-i usûl-i kelâm
Kelâm ilminin, îmân bilgilerinin âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i şerîflerden nasıl çıkarıldığını öğreten ilim.
imamet-i kübra / imâmet-i kübrâ
Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) vekâleten bütün müslümanlara imamlık ederek İslâmiyet'in emirlerinin tatbik edilmesine nezâret edip, İslâmiyet'e ve müslümanlara karşı yapılan her türlü müdâhaleye (saldırı ve sataşmaya) cevap vermek vazîfes i, hilâfet.
intak
Nutka getirmek, söyleme yeteneği olmayanı söyletmek.
isti'dadat
(Tekili: İsti'dad) İstidadlar, kabiliyetler, yetenekler.
istida'
(Vedâ'. dan) Bakılmak üzere emaneten bir kimseye bir şey bırakmak. Bir malı emaneten bir yere bırakmak.
istidad / istidâd / istîdâd / استعداد
İstidat, yetenek.
Kabiliyet, yetenek.
Yetenek.
(Arapça)
istidad vermek
Yetenekli kılmak, filiz verecek tohumlar hâline getirmek,.
istidad-ı beşer
İnsanların yetenekleri.
istidad-ı efkar / istidad-ı efkâr
Düşünce yeteneği.
istidad-ı fıtri / istidad-ı fıtrî
Doğal, yaratılıştan gelen yetenek.
istidad-ı gayr-ı mütenahi / istidad-ı gayr-ı mütenâhî
Sonsuz yetenek.
istidad-ı habis
Kötü yetenekli, ruhsal özelliği bozuk.
istidad-ı hayatiye
Hayatî kabiliyet, yetenek.
istidad-ı hususi / istidad-ı hususî
Özel yetenek.
istidad-ı isyan ve tehevvür
Maddî veya mânevî hiçbir şeyden korkmama ve isyan etme yeteneği.
istidad-ı kemal / istidad-ı kemâl
Mükemmellik ve olgunluk yeteneği.
istidad-ı tahkik ve terakki
Delilleriyle inceleme ve ilerleme istidadı, yeteneği.
istidad-ı terakki / istidâd-ı terakki
İlerleme ve kalkınma yeteneği.
istidad-ı zatiye / istidad-ı zâtiye
Zâtındaki istidat, kabiliyet, yetenek.
istidadat
Yetenekler.
istidadat-ı beşeriye / istidâdât-ı beşeriye
İnsandaki kabiliyetler, yetenekler.
istidadat-ı gayr-ı mahdud / istidâdât-ı gayr-ı mahdud
Sınırsız kabileyetler, yetenekler.
istidadat-ı gayr-ı mahdude / istidâdât-ı gayr-ı mahdude
Sayısız ve sınırsız yetenekler.
istidadat-ı gayr-ı mahdude-i insaniye / istidâdât-ı gayr-ı mahdude-i insaniye
İnsanın sınırsız istidat ve potansiyel yetenekleri.
istidadat-ı kalbiye / istidâdât-ı kalbiye
Kalpteki yetenekler.
istidadat-ı kemal / istidâdât-ı kemâl
Mükemmellik ve olgunluk yetenekleri, çekirdekleri.
istidadat-ı kemaliye / istidâdât-ı kemâliye
Mükemmel yetenekler.
istidaden
Kabiliyet, yetenek olarak.
istidadi / istidadî
Kàbiliyet ve yetenek icabı, gereği.
Yetenekle ilgili.
istidadsız
Kabiliyetsiz, yeteneksiz.
istidat
Kabiliyet, yetenek.
istidat-ı şure / istidat-ı şûre
Çorak, verimsiz yetenek.
istim
Buharla işleyen makinaların kazanında birikip makinayı işleten buğu, buhar.
kabil / kâbil / قابل
Mümkün.
(Arapça)
Yetenekli.
(Arapça)
kabiliyat / kabiliyât
Kabiliyetler, yetenekler.
kabiliyet / kabilîyet / kâbiliyet / قابليت
Yetenek.
Yetenek, etkilenebilirlik.
Yetenek.
(Arapça)
kabiliyet-i mahiyet
Mahiyetindeki kabiliyet, yetenek.
kabiliyet-i ruhiye
Ruhâ ait yetenek.
kabiliyet-i san'at
San'at kabiliyeti, bir şeyi san'atlı bir şekilde yapabilme yeteneği.
kàbiliyetsizlik
Yeteneksizlik.
kabiliyyat / kâbiliyyât / قابليات
Yetenekler.
(Arapça)
kadir / kadîr
Bir işi yapmaya gücü yeten. Kudret sâhibi ve herşeye kudreti yeten. (Allah C.C.)
Herşeye gücü yeten, herşeyi yapabilen, sonsuz güç ve kudret sahibi Allah.
kàdir
Herşeye gücü yeten, sonsuz güç ve kudret sahibi Allah.
kadir / kâdir / قادر
Gücü yeten, iktidar sahibi.
Gücü yeten, kudret sâhibi.
Allahü teâlânın sıfatlarından biri; gücü her şeye yeten, hakîkî kudret sâhibi.
Gücü yeten.
Kudretli, gücü yeten.
kadir-i alim-i mutlak / kadîr-i alîm-i mutlak
Herşeye gücü yeten ve herşeyi bilen, sınırsız kudret ve ilim sahibi Allah.
kadir-i bimisal / kadîr-i bîmisâl
Herşeye gücü yeten, sonsuz güç ve kudret sahibi olan, eşi ve benzeri olmayan Allah.
kadir-i ezeli / kadîr-i ezelî
Herşeye gücü yeten, varlığının başlangıcı olmayıp zamanla sınırlı olmayan Allah.
kadir-i kerim / kadîr-i kerîm
Sonsuz cömertlik sahibi olan ve kudreti herşeye yeten Allah.
kadir-i külli şey / kadîr-i külli şey
Sınırsız güç ve kudret sahibi olan ve herşeye gücü yeten Allah.
kàdir-i külli şey / kàdîr-i külli şey
Sınırsız güç sahibi olan ve herşeye gücü yeten Allah.
kadir-i mürid / kadîr-i mürîd
Her şeye gücü yeten ve istediği şeyi yapan Allah.
kàdir-i mutlak
Herşeye gücü yeten, sınırsız güç ve kudret sahibi Allah.
kadir-i mutlak / kâdir-i mutlak
Herşeye gücü yeten, sınırsız güç ve kuvvet sahibi Allah.
kadir-i rahim / kadîr-i rahîm
Gücü herşeye yeten, rahmeti herşeyi kuşatan Allah.
kafi / kâfi
Kifayet eden. Vâfi, başka şeye ihtiyaç bırakmayan. Yeten, yetişen, elveren.
kahhar-ı zülcelal / kahhâr-ı zülcelâl
Haşmet ve yücelik sahibi ve herşeye her zaman mutlak galip gelen ve kahretmeye gücü yeten Allah.
kamet-i istidad
İstidadın, yeteneklerin endamı, boyu.
kamet-i merdane-i istidad-ı milliye / kâmet-i merdane-i istidad-ı milliye
Millî yeteneğin mert görünüşlü endamı, boyu.
kasab / قصب
Saz, kamış.
Parmak kemikleri.
Nefes borusu, bronş.
İnce keten bezi.
Şeker kamışı.
(Arapça)
Nefes borusu.
(Arapça)
İnce keten.
(Arapça)
kasab-ı mısri / kasab-ı mısrî
Mısırda dokunmuş keten bezi.
kasır
(A, uzun okunur) Zorla işleten, yaptıran.
katıbe
(A, uzun okunur) Hepsi, tamamı. Cümleten.
Bütün hâllerde.
katıbeten
Tamamıyla, bütünüyle, cümleten, hepsi.
Hiçbir zaman, aslâ.
kavaid
(Tekili: Kaide) Kaideler. Hareket porgaramları. Dil öğreten bir kitaptaki kaideler. Arab lisanındaki kaidelerin dercedildiği gramer kitabı.
kelbetan
Kerpeten.
(Farsça)
kellub
(Çoğulu: Kelâlib) Kerpeten.
Çengel.
kerremallahu-vechehu
Allah vechini mükerrem kılsın, meâlinde dua olup Hz. Ali (R.A.) hiç putlara secde ve ibadet etmediği ve çocukluktan beri Allah'a secde ettiğinden, onun ismi anıldığında hürmeten söylenir.
keşfiyat
(Tekili: Keşf) Keşifler. Bulup meydana çıkarılan şeyler.
Cenâb-ı Hakkın ihsan ve ilhamı ile evliyâullahın, hususan evliya-ı izâm hazeratının ve hasseten Kur'ân-ı Hakimin irşadı ile ve feyzi ile Rüesâ-i Evliyâ ve Server-i Kâinat olan Peygamberimiz Resul-i Ekrem (A.S.M.) Efendimizin de
kettan / kettân / كتان
Keten.
Keten.
(Arapça)
kinnar
Bez ve keten parçası.
kirbas
(Çoğulu: Kerâbis) Bez. Kumaş, keten veya pamuk bez.
kiş
Din, mezheb.
(Farsça)
Keten kumaş.
(Farsça)
Ok kuburu, sadak.
(Farsça)
şimşir.
(Farsça)
kubtiyye
(Çoğulu: Kubâti) Mısırda yapılır parlak ince keten bezi.
kudsi hikmet / kudsî hikmet
Maddî manevî herşeyin kutsal gaye ve faydalarını öğreten ilim.
kuvve
Kuvvet, düşünce, duygu, yetenek.
kuvve-i inbatiye
Bitkilerin filiz verip yetişme yeteneği, kabiliyeti.
layetenahiyet / lâyetenahiyet
Lâyetenahilik, sonsuzluk, nihayetsizlik.
leccac
İnatçılık. Muannidlik.
İnatçı, inad edip ayak direten. Muannid.
lerzebahş
Titreme veren, titreten.
(Farsça)
lerzeresan
Titreme veren, titreten.
(Farsça)
lisan-ı istidat
Yetenek dili.
macin / mâcin
(Çoğulu: Micân) Her dileğini yapan kimse.
Hile yolunu öğreten.
Hileyi, hile yolunu öğreten.
maddeden mücerret
Maddeyle sınırlı olmayan, maddeten yüce.
maharetli
Becerikli, yetenekli.
mantık
(İntak. dan) Konuşturan, söyleten.
Doğru muhakeme ve doğru düşünceyi öğreten ilim. Akıl kaidesi.
Akıl, nutuk, söz.
Konuşma, düşünce, söz.
Doğru muhâkeme ve doğru düşünmeyi öğreten ilim.
marut / mârût
Sihir belleten iki melekten biri.
mehmed
Muhammed isminin Türkçede meşhur olmuş değişik şeklidir. Resul-i Ekrem Efendimize verilen ve sadece ona lâyık bulunan Muhammed (A.S.M.) ismine hürmeten bu değişiklik âdet olmuştur.
mekteb-i imani / mekteb-i imanî
İman ilimlerini öğreten mektep.
mektubat-ı rabbani / mektûbât-ı rabbânî
Büyük âlim ve velî İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûkî hazretlerinin îmân, îtikâd ve tasavvuf bilgilerini öğreten mektublarından meydana gelen pek kıymetli kitab.
melekat-ı akliye / melekât-ı akliye
Aklî melekeler, yetenekler.
meleke
Alışkanlık, yetenek, maharet, iktidar.
meleke-i ilmiye
İlmi kàbiliyet, yetenek.
mevlana
"Efendimiz, mevlâmız" mânâsında olan bu kelime, hürmeten büyük kimselere söylenmiştir. Hazret mânâsında da kullanılır.
milsah
(Çoğulu: Melâsıh) Keten tarağı.
mualece / muâlece
Bir işin üzerinde durarak teşebbüs etme, bir işe girişme; maddeten elleme, ilişme.
muallim
Ta'lim eden, öğreten, ilim öğreten.
Öğreten, talim eden, öğretmen.
İlim belleten, öğretmen.
muallim-i ahlak-ı aliye / muallim-i ahlâk-ı âliye
Yüksek ahlâkı öğreten, ders veren.
muallime
Hanım hoca. Öğreten ve tâlim eden kadın veya kız.
muallimin / muallimîn
Muallimler. Hocalar, ta'lim edenler, öğretenler.
mübarekat / mübarekât
Bütün tebrike sebeb olacak ve mâşâallah dediren ve bârekâllah söyleten bütün hâletler ve san'atlar. Mübarekiyet ifade eden bolluk ve İlâhî lütuflar.
muda'
Fık: Emâneten kendine bir şey bırakılan kimse.
Serkeş ve oynak olmayıp, mazlum ve sâkin olan at.
müdennis
Kirleten, tednis eden.
müdir-i dahili / müdir-i dahilî
İç işleri yöneten.
muhaffif
(Hıffet. den) Hafifleten, hafifletici.
muhalhil
Havayı hafifleten.
muhannes
İşlerini, sözlerini, hareketlerini ve şeklini kadınlara benzeten erkek.
muhlis
Samimi, ihlâslı; ibadet ve davranışlarda sadece Allah'ın rızasını gözeten.
mükari / mükârî
(Kira. dan) Katırcı. Kira ile hayvan işleten.
mükellib
Yırtıcı hayvanları ava alıştıran, avcılık tâlim edip öğreten.
muktedir
İktidarlı, gücü yeten.
Güçlü, kuvvetli, becerikli. İşe gücü yeten. İktidarlı.
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (ism-i şerîflerinden). Kudret sâhibi, her şeye gücü yeten.
muktedirin / muktedirîn
(Tekili: Muktedir) İktidar sahibleri. Muktedirler, gücü yetenler.
mümessil
Vekâlet eden. Bir şahsı bir topluluğu veya şahs-ı mâneviyi temsil eden.
Benzeten.
Kitap bastıran.
Vekil.
Rol temsil eden. Aktör.
muntazır / مُنْتَظِرْ
Gözeten, bekleyen.
murai / muraî
Riayet eden. Bakıp gözeten.
müşabbih
Benzeten.
müşakil
Diğerine uygun olan, şeklini benzeten, şekilce benzeyen.
müşattar
Edb: Mısraları arasına ilâveten ayrıca mısralar getirilmiş gazel veya keside..
müşebbih
Benzeten, iltibas eden.
müşebbihe
Allahü teâlâyı cisim ve varlıklara benzeten, Kur'ân-ı kerîmdeki müteşâbih (mânâsı kapalı) âyetleri görünen lugat mânâsına göre açıklayıp, Allahü teâlânın el ve yüz gibi organlarının olduğunu iddiâ eden bozuk fırka.
Allahı insana benzeten sapık görüş.
müstaid / مستعد
Yetenekli, uygun.
Yetenekli.
(Arapça)
müstait
Kabiliyetli, yetenekli.
müstear
(Ariyet. den) Kendi malı olmayan, iğreti alınmış, emâneten alınmış olan.
Kendini belli etmemek için kullanılan takma bir isim.
mutasarrıf-ı kadir / mutasarrıf-ı kadîr
Herşeyde istediği gibi tasarruf eden ve herşeye gücü yeten Allah.
mütefekkir
Düşünen, fikir üreten.
mütenazzif
Maddeten temizlenen.
müterassıd
(Rasad. dan) Gözeten, tarassud eden, bekleyen, kollayan.
müterassıdin / müterassıdîn
(Tekili: Müterassıd) Dikkatle gözetenler, rasad edenler, kollıyanlar, bekliyenler.
mütevakki
Tevakki eden. Kendini gözeten, tehlikeli şeylerden sakınan ve çekinen.
müvessih
Kirleten.
müzill
(Zelle. den) Yanlış iş gördüren, hata işleten, ayak kaydırıcı.
nafız
Çok titreten. Sıtma.
nafiz
Çok fazla titreten sıtma.
nakıl
İleten, taşıyan, aktaran, nakleden.
Tercüme eden.
İşittiğini anlatan.
nakile / nâkile
İleten.
nazaran
Nisbeten, nisbetle kıyaslıyarak.
Bakarak, görerek.
nazır / nâzır / نَاظِرْ
Bakan, gözeten (Allah).
nebiyyü-t tevbe
Resül-i Ekremin (A.S.M.) bir ismi. (Ümmetinin tevbelerinin kabul edileceğine işâreten bu isim verilmiştir.)
nefisperverane / nefisperverâne
Nefsini sevip gözeten.
nezaret eden
Gözeten.
peşm
Yapağı, yün.
(Farsça)
Keten helvası.
(Farsça)
rabten
Bağlayarak, ilâveten.
rakıb
Gözeten, bekleyen.
rakib / rakîb
(Rekabet. den) Daima görüp kontrol eden, gözeten.
Bekçi.
Herhangi bir işte birbirinden üstün olmaya çalışanlardan her biri. Rekabet edenlerin beheri.
Esma-i Hüsna'dandır.
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Her şeyi hakkıyla gören, gözeten, koruyan, bir an onlardan habersiz olmayan, murâkabesi (gözetmesi) devamlı olan.
rasıd
(Çoğulu: Râsıdân) (Rasad. dan) Gözleyen, gözeten, rasad eden. Dikkatle bakan.
raus
İhtiyarlıktan dolayı başını titreten kişi.
recüle
Giyiniş ve hareketleriyle kendini erkeklere benzeten kadın.
remzen
İşareten.
resül-ür rahmet
Peygamberimize (A.S.M.) verilen bir isim. Çünkü bütün âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. Rahmeten lil-âlemîn'dir.
riayetkar / riayetkâr
Riâyet eden, gözeten, emir dinleyen.
riba-har
Faizle para işleten, tefeci.
(Farsça)
sahib-üs seyf / sâhib-üs seyf
Kılınç sahibi. Maddeten kuvvetli olup, maddi cihad ile vazifeli olan.
salahaddin-i eyyubi / salahaddin-i eyyubî
(Doğumu: Hi: 532, Mi: 1137) Ehl-i Salib zihniyetinin İslâm dünyasına açtığı Haçlı seferlerini maddeten durduran şarkın en kahraman kumandanlarından ve sultanlarından olan bu zât hakkında bir Avrupalı tarihçi: "İslâmın en saf kahramanı" diye bahseder.Düşmanın çokluğundan bahsederek geri dönmek isteye
salib
Titreten.
Hareketli.
sani-i kadir / sâni-i kadîr
Herşeye gücü yeten ve herşeyi san'atla yaratan Allah.
sani-i kadir-i zülcelal / sâni-i kadîr-i zülcelâl
Sonsuz haşmet ve azamet sahibi, herşeye gücü yeten, herşeyi sanatla yaratan Allah.
satvet-i maneviye ve hakikiye / satvet-i mâneviye ve hakikiye
Maddeten ve mânen üstün olmak.
sebibe
(Çoğulu: Sebâib) Atın alın kılı, yele ve kuyruğu.
İnce keten bezi parçası.
selika / selîka / سليقه
Güzel konuşma ve yazma yeteneği.
(Arapça)
semlendiren
Zehirleyen, kirleten.
sima-yı istidadi / sima-yı istidadî
Yetenek ve kabiliyet yüzü.
sima-yı istidadiye-i hususiye
Bir insanda özel yeteneklerin oluşturduğu yüz.
ta'zir-i ukubet
Mükellef bir şahıs tarafından irtikâb olunup da şer'an muayyen bir cezası bulunmayan bir suçtan dolayı ukubeten yapılan ta'zirdir. Mücrimin bu hususta müslim ile gayr-i müslim; hür ile âbid; erkek ile kadın olması müsavidir.
tabakat-ı muhaddisin / tabakât-ı muhaddisîn
Resûlullah efendimizin işleri, sözleri ve hâllerini öğreten hadîs ilmi ile uğraşan İslâm âlimlerinin dereceleri.
Hadîs âlimlerini derecelerine göre sıralayıp, hayatlarını ve eserlerini anlatan kitaplar.
taharet / tahâret
Temizlik. Nezafet. Temizlenmek.
Fık: Habes, necaset denilen maddeten en pis şeylerin veya hades denilen şer'î bir mâninin zevalidir.
Necâset denilen yâni maddeten pis olan şeylerden ve hades denilen hükmî ve mânevî pisliklerden (abdestsizlik, cünüplük, kadınlar için hayz ve nifas hâllerinden) su ile abdest alarak, su yoksa, toprak ve toprak cinsinden şeylerle teyemmün ederek yapıl an temizlik. Temiz olana tâhir, temizleyiciye de
tahtie
Bir kimseyi veya bir şeyi hatalı görmek, hata isnad etmek, yanıltmak. "Bu hatadır" diye iddia etmek.
Ist: "Mezhebim haktır, hata ihtimali var. Başka mezheb hatadır, savaba ihtimal var" diyenler ki, bu hatalı anlayışa izafeten "Tahtie" denmiştir.
takatşiken / tâkatşiken
Tâkati tüketen.
(Farsça)
taki / takî
Allah'tan korkan, emir ve yasaklarını gözeten.
talim eden / tâlim eden
Öğreten.
taziyename / tâziyename
Yeni ölmüş birisinin yakınlarını teselli eden ve acılarını hafifleten mektup.
teala
"Nâmı büyük" meâlinde olup. Cenab-ı Hakk'ın (C.C.) kudsiyet ve büyüklüğü için hürmeten söylenir.
tecvid
Kur'ân-ı Kerim'i okuma kaidelerini (kurallarını) öğreten bilim.
tecvid ilmi
Harflerin mahreç ve sıfatlarına uymak suretiyle, Kur'an-ı Kerim'i hatasız okumayı öğreten bir ilimdir.
tedbir-i maddiye
Maddeten alınan tedbirler.
telvis eden
Kirleten.
ülü'l-emr
Emir sâhibleri. Devlet başkanı ve onun vazîfe verdiği kimseler veya İslâmiyet'in emir ve yasaklarını insanlara öğreten ve anlatan âlimler.
usul-i fıkıh / usûl-i fıkıh
Fıkıh (ibâdet ve amel) bilgilerinin âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i şerîflerden nasıl çıkarıldığını öğreten ilim.
usul-i kelam / usûl-i kelâm
Îmân bilgilerinin âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i şerîflerden nasıl çıkarıldığını öğreten ilim.
vahid-i kadir / vâhid-i kadîr
Herşeye gücü yeten, sonsuz güç ve kudret sahibi olan, ve birliği herşeyi kaplayan Allah.
yek-çeşm deha / yek-çeşm dehâ
Tek gözlü olağanüstü zekâ ve akıl; Kur'ân'ın gösterdiği gerçekleri görmeyen ve sadece dünyevî maksatları gözeten zekâvet ve akıl.
zat-ı kadir / zât-ı kadîr
Herşeye gücü yeten, sonsuz güç ve kudret sahibi Allah.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
ram olmak
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
İftar
tama
dehri
efkar-ı umumi
va esefa
Tanzim
mucize
afitab
bila
necat
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
Eten
zihin
engel koyma
muptela
mühendisi
Eşit
tama'
Ber ne
Çeviri
Eşitlik