Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
Esya
ifadesini içeren
196
kelime bulundu...
a'yan-ı sabite / a'yan-ı sâbite / a'yân-ı sâbite
Tas: İlm-i İlâhide eşyanın ezelden beri sâbit olan sûret ve hakikatları. Mevcudat-ı ilmiye.
Eşyanın var olmadan önce Allah'ın ilminde var oluşu.
ahmal
(Tekili: Haml) Yükler.
Ağır şeyler. Eşya, ağırlık.
akkam / akkâm
Deve kiralayıcısı, deve ile ücret karşılığında eşya taşıyan adam.
Hacca Surre-i Hümayun ile birlikte giden hademe.
Çadır mehteri.
akrebe
Dişi akrep.
Çevik ve zeki cariye.
Ayakkabı bağcığı.
Kazan, tencere gibi eşyaları ateş üzerine asmağa yarayan "S" şeklindeki kanca.
alem-i misal / âlem-i misâl
Rüyâda görülen âlem. Dünyada mevcud bulunan bütün eşya ve zuhura gelen bütün ef'âlin aynısı ile müretteb ve mütekevvin olan bir tarzı veya âlem-i ruhâninin bir nev'i.
alet-i inkişaf / âlet-i inkişaf
Eşyanın derece ve miktarının ortaya çıkmasına yarayan âlet.
alim-i ilm-i celp / âlim-i ilm-i celp
Eşyayı çekip yanına getirme ilmine sahip âlim.
ambalaj
Eşyayı taşınabilir bir hale koymak için sarma veya sandığa yerleştirme işi.
(Fransızca)
ardiyye
Ticaret eşyasının saklandığı yer.
Böyle bir yerde saklanan eşya için ödenen ücret.
asar-ı şerife / âsâr-ı şerîfe
Peygamber efendimiz ve diğer din büyüklerine âit bâzı mübârek şahsî eşyâ ve hâtıralar.
avize
Lamba, fener, gaz veya mumları havi olarak tavana asılan maden veya billurdan süs eşyası.
(Farsça)
ayb-ı hadis / ayb-ı hâdis
Huk: Satılan eşya müşteri elinde iken ârız olan ayıb. (Müşterinin satın aldığı kumaşı kesip biçmesiyle meydana gelen hâl gibi)
ayn
(Çoğulu: A'yan-A'yun-Uyûn) Göz.
Pınar, kaynak. Çeşme.
Tıpkısı, tâ kendisi.
Zât.
Eşyanın hakikatı.
Kavmin şereflisi.
Diz.
Altın.
Nazar değme.
Casus.
Her şeyin en iyisi.
Muayene etmek.
Göz.
Pınar.
Eşyanın hakikatı.
ayniyye / عينيه
Taşınabilir değerli eşya.
(Arapça)
Göz hastalıkları bölümü.
(Arapça)
bagaj
Yolcu eşyası.
(Fransızca)
Yolcu eşyası koymaya mahsus yer, yolcu eşyası vagonu.
(Fransızca)
balapuş / balapûş
Palto, pardesü, manto gibi üste giyilen eşya.
(Farsça)
bar-hane
Yük yeri, yüklük.
(Farsça)
Yolcu eşyası indirilecek ve saklanacak yer.
(Farsça)
bar-name
Eşya, yük pusulası.
(Farsça)
barikat
Bir yolu kapamak üzere, ele geçirilen her türlü eşyadan faydalanılarak meydana getirilen engel.
(Fransızca)
basiret
Hakikatı kalbiyle hissedip anlama. Kalbde eşyanın hakikatlarını bilen kuvve-i kudsiyye. Ferâset. İm'ân-ı dikkat.
İbret alınacak hidâyet sebepleri. Beyyine. Hüccet.
Bir evin iki tarafının arası.
Yer üstündeki kan.
batın-ı umur / bâtın-ı umûr
İşlerin, hâdiselerin ve eşyanın içyüzü ve mahiyeti. Yani: Beş duygu ile bilinemiyen melekûtiyet ve kanuniyet cihetleri.
bayiiyye / bâyiiyye
Eskiden pazar kurulan yerlere gönderilen mevad ve eşyadan gümrük ihtisab vergisinin haricinde alınan ikinci vergi.
beladir
Kadınların kullandıkları altun, gümüş, zümrüt, yakut, elmas gibi süs eşyası.
(Farsça)
Belâyı def etmek için verilen sadaka.
(Farsça)
betat
Azık. Bir yolculukta gereken öteberi.
Ev eşyası.
Kesin, kat'i.
bezesten
Değerli eşyanın satıldığı kapalıçarşı.
(Farsça)
biblo
Salonlarda, masaların ve rafların üzerine süs için konan vazo gibi küçük eşya.
(Fransızca)
bug
Elde omuzda, kucakta taşınmak üzere hazırlanmış eşya çıkını.
(Farsça)
bürhan-üt temanü' / bürhan-üt temânü'
İstiklâliyet, ulûhiyetin zâtî bir hassası ve zaruri bir lâzımı olduğuna dair ve şirkin butlanını isbat eden delil ki; eşyanın yaradılışı müteaddit ellere ve esbaba verilse, âlemdeki nizam bozulup karışıklıklar çıkacağını gösterir, isbat eder.
cihaz
Çeyiz ve avadanlık.
Cenazenin kaldırılması için gerekli olan eşya.
Âlet ve edevat.
Gelinin lüzumlu şeyleri. Çeyiz.
Cenazenin kaldırılması için lâzım olan eşya.
define / defîne
Para veya altın gibi eskiden saklanmış şeylerin bulunduğu yer.
Kıymetli eşya. Kıymeti ve değeri yüksek olan şeyler veya kimse.
Yere gömülmüş kıymetli eşya.
delil-i inayet
Allah'ın inâyetinin tecellisinden gelen ve kâinatta görülen hikmet ve maslahatlara uygun en mükemmel nizam ve tam esaslı san'at; ve kâinattaki eşyaların menfaat ve faydalarını bildiren âyetler, bu inâyet delilini gösteriyorlar.
desen
Eşyanın, rengini göstermeden, yalnız şeklinin bir satıh üzerine çizilmişi.
(Fransızca)
Bir kumaşı süsleyen şekiller.
(Fransızca)
deskere
Şehir ve kasaba, il ve ilçe.
(Farsça)
Hasta insan, eşya vs. taşımaya yarayan tahta.
(Farsça)
dest-vane
Savaşta giyilen demirden yapılmış eldiven.
(Farsça)
Kadınların kollarına taktıkları süs eşyası, bilezik.
(Farsça)
Meclisin baş kısmı.
(Farsça)
dok
ing. Gemi tamir veya inşasında kullanılan üstü örtülü havuz.
Ticari eşya için rıhtımlarda yapılan büyük depo.
dolap
(Çoğulu: Devâlib) Kuyudan su çıkarıp bahçeleri sulamaya mahsus döner makine.
Her çeşit döner çark, çıkrık.
İçine eşya vesaire konulan raflı veya rafsız göz.
Eskiden selâmlık ile harem arasında eşya alıp vermeye mahsus döner dolap ki, veren ile alan birbirlerini görmez
ebrencen
Bilezik. Kadınların kollarına taktıkları altından mâmul zinet eşyası.
(Farsça)
ehl-i batın / ehl-i bâtın
Görünürdeki eşyanın bize görünmeyen mânâlarına vakıf olanlar.
emanat-ı mukaddese / emânât-ı mukaddese
İslâm dîni ve târihi bakımından büyük önem taşıyan, Peygamber efendimize ve diğer din büyüklerine âit bâzı mübârek şahsî eşyâ ve hâtıralar. Mukaddes emânetler. Bunlar: Hırka-i Saâdet, Seyf-i Nebevî, Nâme-i Saâdet, Mühr-i Seâdet, Dendân-ı Seâdet, Lıhy e-i Seâdet, Nakş-ı Kadem-i şerîf, Sancak-ı şerîf,
emanet
Geri alınmak üzere bırakılan şey, eşya.
emhar
(Tekili: Mehr) Mehrler, nikâh bedelleri. Zevceynin ayrılmaları halinde kadına verilecek olan ve nikâhta kararlaştırılan para ve sair eşyalar.
(Mühür) Taylar, at yavruları.
emval-i menkule
Bir yerden başka yere taşınabilir, götürülebilir eşya ve mallar. (Masa, karyola, perde, çakı... gibi.)
emval-ibatına / emvâl-ibâtına
Gizlenmesi mümkün olan altın, gümüş ve ticâret eşyâsı cinsinden olan zekât malları.
endüstri
Sanayi, imalât, sanatlar. Hammaddeyi mâmul eşya hâline getirme. Bu da ikiye ayrılır. 1- Küçük sanayi: Ev ve atölyelerde basit âlet ve makinelerle eşya imalâtıdır. 2- Büyük sanayi: Su buharı, akaryakıt, elektrik, atom enerjisi gibi büyük çapta enerji kaynaklarından faydalanılarak fabrikalarda seri hâ
(Fransızca)
enva-ı eşya / envâ-ı eşya
Eşyanın türleri, çeşitleri.
esas
Ev eşyası. Eve âit lüzumlu şeyler.
Mal. Rızık.
esasat
Temel malzemeler, mobilya, dekorasyon, döşeme gibi ev eşyaları.
eşya
(Tekili: Şey) (Bu kelime, Türkçede müfret gibi kullanılır.) Ev döşemeye mahsus halı, dolap v.s.
Elbise, yatak, çamaşır gibi malzemeler.
Yük, yük eşyası.
eşya-yı muntazama
Düzenli eşya, düzenli şeyler.
evladiyye
Evlatlık, evlada mahsus.
Mc: Çok sağlam ve dayanıklı ev veya eşya.
fantaziye
yun. Yalandan gösteriş, boş debdebe. Zâhirî süs ve zinet. Lüzumlu ihtiyaçtan olmayan ve zevk için kullanılan pahalı eşya.
fantezi
yun. Çeşitli ve süslü. Müsrifane süs isteğinden doğan hayal hareketi ile yapılmış süslü eşya veya süslenmek. Ağırbaşlı olmayan.
fenn-i hikmet-ül eşya
Tabiat bilgisi. Eşyadaki intizam, mükemmellik ve insanlara olan faydaları ve onlardan faydalanmak hakkında bilgi veren ilim kolu.
fetişizm
Bazı eşyaları putlaştırıp aşırı düşkünlük gösterme.
fıtra
Fitre; ihtiyâcı olan eşyâdan ve borçlarından fazla olarak nisab (dinde zenginlik ölçüsü) miktârı malı, parası olan her hür müslümanın Ramazan bayramının birinci günü sabahı fakirlere vermekle yükümlü oldukları belli miktardaki buğday veya arpa yahut hurma veya kuru üzüm veya kıymetleri kadar altın v
ganaim-i bahriye
Harbte ele geçirilen düşman gemileriyle, bunlara ait her türlü levâzım ve eşyâlar.
ganimet / ganîmet / غنيمت
Savaşta düşmandan alınan her türlü eşya.
(Arapça)
Bedelsiz kazanç.
(Arapça)
hafz
Taşımak için hazırlanmış ev eşyası. Ev eşyası taşıtılan deve.
Bir şeyi eğmek veya elden bırakmak.
hakàiku'l-eşyai sabitetün / hakàiku'l-eşyâi sâbitetün
Eşyanın ve varlıkların hakikatı, aslı sabittir.
hakikat ilmi
Eşyanın gerçek ve doğru yüzünü gösteren ilim; Kur'ân ilmi.
hakikat-i tarikat
Tarikatin özü, tarikatle ulaşılan hakikat ve eşyanın gerçeği.
halk-ı eşya
Eşyanın, varlıkların yaratılması.
haly
(Çoğulu: Huliy) Altından ve gümüşten olan süs eşyâları.
hangar
Eşyayı muhafaza etmek için yapılan üstü örtülü, yanları açık yer.
(Fransızca)
Uçakları barındırmaya mahsus garaj.
(Fransızca)
hansir
(Çoğulu: Hanâsir) Yaramaz, boş, faydasız.
Bir yerden taşınan veya göçen kimseler, eşya ve elbiselerini yükletip gittiklerinde yerde kalan kıymetsiz şeyler.
haratin-i hassa / haratîn-i hassa
Osmanlılar zamanında Topkapı Sarayı'ndaki bir sınıf san'atkârın adı idi. Bunlar demir ve ağaç eşyayı tesviye ederlerdi. Bugünkü tâbirle tornacı demekti. Bileziklerden çarklara ve silâh yivlerine kadar her çeşit şey yaparlardı.
harik-zede / harîk-zede
(Çoğulu: Harikzedegân) Yangından zarar görmüş kişi. Evi ve eşyaları yanmış kimse.
(Farsça)
hariri / harirî
İpek eşya.
İpek tüccarı.
Bir nevi kâğıt.
haşv
(Haşiv) (Çoğulu: Ahşâ) Tıb: Vücudun içindeki uzuvlardan her birisi.
Minder, yastık gibi şeylerin içini dolduran pamuk, kuru ot.
Kırılması ihtimali olan eşyanın arasına konan yumuşak, ot gibi şey.
Edb: İbarede lüzumsuz söz bulunması, aynı mânada iki kelimeyi yanyana sö
havaic-i asliye
Fık: Mesken ile, eve lüzumlu eşyadan ve kışlık, yazlık elbise ile lüzumlu silâhtan, âletten, kitaptan ve binek (hayvan) ile hizmetçi ve bir aylık - sahih görülen diğer bir kavle göre; bir senelik - nafakaya mahsus erzaktan ibârettir.
havayic-i asliyye / havâyic-i asliyye
İhtiyaç eşyâları. Temel ihtiyâçlar. Bir kimsenin yiyecek giyecek ve ev gibi ihtiyaç duyduğu lüzumlu maddeler ve evde kullanılan eşyâ ve âletler, hizmetçiler, binecek vâsıtası, meslek kitapları (din kitapları) ve ödeyeceği borçları.
hazine kethudası
Tar: Yavuz Sultan Selim Han zamanında kurulan hazine kethudâlığı, saraya girip çıkan demirbaş eşyanın korunup saklanmasıyla mes'ul idi. Bu müessesenin başında bulunan memura da hazine kethudâsı denilirdi.
hazine-i hümayun
Hazine-i Hümayun'da bulunan savaş eşyasından bir kısmının manevî değeri büyüktü. Diğer kısmının ise maddî değeri fazla idi. (Savaşlarda ele geçirilen kıymetli ganimet, padişahlardan kalmış olan değerli eşyalar gibi.)
heybe
Eşya koymaya mahsus iki taraflı küçük torba.
heyula / heyûla / heyûlâ / هَيُولَا
Zihinde tasarlanan korkunç hayal.
Gösteriş ve iriliği olduğu halde hiçbir te'siri ve değeri olmayan şey.
Eski felsefede: Eşyanın aslı ve gerçek olan kısmı. Madde.
Korkutucu hayâl, felsefede eşyanın aslı kabul edilen şey.
Eski feylesoflara göre eşyânın aslı.
hidemat-ı imaniye
İmâni hizmetler. (Kur'an-ı Kerim'i ve mânâsını öğrenmeğe vesile olmak; imâni şüphelerin giderilmesine çalışmak; İslâmiyetin, hak din olduğunu isbat etmek veya isbâta vesile olmak gibi.) Görülen hizmetler. Eşyanın ve mahlukatın lisan-ı hâl ile esmâ-i İlâhiyeye ait yaptıkları tesbih ve ibadetleri.
hikmet
İnsanın, mevcudatın hakikatlerini bilip hayırlı işleri yapmak sıfatı. Hakîmlik. Eşyanın ahvâlinden, hârici ve bâtini keyfiyetlerinden bahseden ilim. (Buna İlm-i Hikmet deniyor)
Herkesin bilmediği gizli sebeb. Kâinattaki ve yaradılıştaki İlâhî gaye.
Ahlâka ve hakikata faydalı
hikmet-ül eşya
Eşyanın hikmetleri. Fizik, kimya, botanik gibi ilimler.
hırka-i saadet dairesi
İstanbul'da Topkapı Sarayı'nda "mukaddes emanetlerin" bulunduğu yer. Burada yüzyıllardan beri, başta Peygamberimiz Hz.Muhammed'in (A.S.M.) hırkaları olmak üzere İslâmî nitelikte birçok mukaddes eşya saklanmaktadır. Bu eşya Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim tarafından, Mısır'ın fethinden (1517) son
hırz-ı bigayrihi / hırz-ı bigayrihî
Aslında eşya saklamaya mahsus olmayan, izin almadan girilebilen ve konacak malların yanında muhafızı olan yer. (Yol, mescid, meydan gibi)
hırz-ı binefsihi / hırz-ı binefsihî
İçerisinde mal ve eşya saklamak için yapılmış, hazırlanmış ve içine izinsiz girilemiyen ev, dükkân, çadır, depo vs. gibi mahaller. (Kasa, sandık, dolap, çuval da bu hükümdedir.)
hotoz
Eski zamanda kadınların başlarına giydikleri süslü serpuş.
Hayvan, kuş ve tavuk tepesi.
Yapıların ve eşyaların üzerine konulan tepelik.
huble
Boyuna takılan süs eşyası.
huliyy
(Çoğulu: Huliyyât) Altun, gümüş, elmas, zümrüt, vs. gibi süs eşyası. Mücevher.
hulliyyat
(Tekili: Hulliyy) Pırlanta, altun, gümüş gibi süs eşyaları.
hursi / hursî
Ev eşyası.
Her nesnenin fenâsı.
iare-i mutlaka
Bir mülkün, bir eşyanın sâhibi tarafından hiç bir şart ve kayda bağlı kalmayarak başka birine ödünç verilmesi.
idealizm
Bilgide temel olarak düşünceyi alan ve eşyanın müstakil mevcudiyetlerini inkâr edip fikren mevcudiyetlerini kabul eden yanlış bir felsefe doktrini.
(Fransızca)
idhalat / idhalât
(Tekili: İdhal) Memleket haricinden eşya ve mal getirmek.
ifraz hazinesi
Tar: Kullanılmayan kıymetli eşyanın saklandığı yer. Bu gibi kıymetli şeylerden ikinci dereceden olanların muhafaza olunduğu yere de "Bodrum Hazinesi" denilirdi.
ihbariyye
Haber vermek işi.
Kaçak veya kayıp eşyayı haber verene mükâfat olarak verilen para.
ikramiyye / ikrâmiyye / اكراميه
Bahşiş.
(Arapça)
İkrâm olarak verilen para veya eşya.
(Arapça)
ilm-i mevalid
Tabiat, eşya ilmi. Hayvanat, nebatât ve maddelerine ait ilim.
imam-ı mübin / imâm-ı mübîn
İlâhî ilim ve emrin bir ünvanı; gayb âlemine bakan, eşyanın geçmiş ve geleceğe ait kaidelerinin yazıldığı kader defteri.
in'ikas
Aksetme, tersine çevrilme.
Işık veya sesin bir şeye çarpıp geri gelmesi.
Aynada parlak şeyde eşyanın temessülü.
ina'
Kap-kacak, tencere gibi lüzumlu ev eşyası.
Bir şeyin vakti gelip çatmak.
inadiye
Eşyanın hakikatlarını, varlığını inkâr eden bir zümre.
inadiyye
Eşyanın hakikatini inkâr etme felsefesine bağlılık.
irsaliye
Makbuz.
Her hangi bir yere gönderilen eşya veya malların listesi.
ism-i hakem ve hakim / ism-i hakem ve hakîm
Varlıklar hakkında küllî hüküm veren ve o hükme göre sebepleri ve eşyayı hikmetle sevk eden Allah'ın ismi.
istif
İtl. Muntazam yığın. Sıralanmış eşya. Yığma. Nizam. Sıra. Dizi.
kabin
Güveğinin geline verdiği ağırlık, eşya, para.
(Farsça)
kala / kâla
Kumaş.
(Farsça)
Ev eşyası, giyim eşyası.
(Farsça)
Sermaye, anamal.
(Farsça)
kalavra
Eskimiş meşin eşya veya yamalı ayakkabı.
karaborsa
Piyasadan çekilen eşyanın, yüksek fiatla satıldığı gizli pazar.
katalog
Kitaplık halinde, yahut neşriyata tabi bulunan bir şeye ait etraflı geniş liste, eşya listesi.
(Fransızca)
kayyum
Başlangıç, nihayet ve yeniden oluş gibi hallerden münezzeh ve ezelden ebede kaim, dâim ve var olan Allah (C.C.). Bütün eşyanın ancak kendisi ile kaim olduğu Cenab-ı Hak.
kenduc
Yer altında giyecek eşya koymak için yapılan oda.
kenz
Define, hazine. Yer altında saklı kalmış kıymetli eşya, para veya altın gibi şeyler.
kıdn
Havan.
Kadının mahfe içinde kendisi için koyup sakladığı giyim eşyası.
kımatr
Eşya veya kitab saklanan yer. Kitaplık.
kira'
Kirâ. Bir eşya veya yerin, geçici bir zaman kullanılmak üzere para ile bir kimseye verilmesi.
Böyle bir şey karşılığı alınan para.
kuffaz
Kadınların ellerine ve ayaklarına taktıkları bir süs eşyası.
Eldiven.
lügaz
Edb: Manzum bilmecelere denir. Lügaz çözülürse insan, hayvan, eşya veya başka bir mânâ çıkar. Meselâ: (Hikmetullah şehrinin bir tânesiOğlunun karnında yatar annesi.)Bu manzum çözülürse cevap olarak "İpek böceği" çıkar.
ma'mulat / ma'mulât
İmal edilmiş, yapılmış şeyler. Makine veya elle işlenmiş eşya.
madalyon
Boyuna takılan süs eşyası.
madde-i meşhure
Herkesçe eşyanın yapı taşı olarak bilinen unsur, madde, cisim.
mahiyat-ı eşya / mâhiyât-ı eşya
Kâinattaki eşya ve varlıkların mâhiyetleri, temel özellikleri ve asıl yapıları.
mal
Fık: Bir kimsenin tasarrufunda bulunan kıymetli, lüzumlu şey. (Varlık, servet, para, ticaret eşyası gibi.)
Varlık, para, kıymetli eşya.
masan
Eşya saklanacak yer.
maun
Eve lâzım şeyler. Ev eşyası.
Malın zekâtı.
Ufak tefek ihtiyaçlar.
Nefaseti sebebi ile (nefsin çok hoşuna gittiğinden) kimseye verilmek istenmeyen şey.
mazahir
(Tekili: Mazhar) Mazharlar. Eşyanın görüldüğü, çıktığı yerler.
Nâil olmalar.
Şereflenmeler.
mefruşat-ı beytiye
Ev eşyası.
mehaş
Ev eşyası. Mal, mülk, metâ.
mehir
Nikâh bedeli; nikâh esnasında belirlenen ve erkek tarafından kadına verilmesi gereken mal, değerli eşya veya para.
mehmuse
Gizli. Gizlenmiş eşya.
Örtülmüş.
Tecvidde: Gizli okunan harfler. Fısıltı ile okunan harfler. Bunun zıddı "Huruf-u mechure" dir.
menafi-i eşya / menâfi-i eşya
Eşyaların, varlıkların faydaları.
mercan
Denizde geniş resif meydana getiren ve mercanlar takımının örneği olan hayvan ve bunun kalkerli yatağından çıkarılan çoğu kırmızı renkte ve ince dal şeklinde bir madde. Bu madde boncuk gibi süs eşyası olarak kullanılır. Mercanlar ancak 40 metre kadar derinlikte yaşayabilirler.
merfuat / merfuât
Bir yerde kullanılmak için kaldırılan eski eşya.
Gr: Mazmum olan, zamme ile harekelenmiş kelimeler.
mesa'
Kuyumcu eşyası.
meta / metâ / متاع
Satılacak mal, eşya.
Sermaye.
Mal, eşya.
(Arapça)
meta'
Fayda. Menfaat.
Kıymetli eşya. Tüccar malı.
metruk
Terk olunmuş. Bırakılmış.
Boşanmış olmak.
Ölen bir kimsenin bıraktığı eşya.
mevcud-u harici / mevcud-u haricî
Maddî vücudu bulunan eşya.
mevrus
Vereseye âit olan. Miras edilmiş. Miras edilen eşya.
mezahir
Şereflenmeler. Mazharlar. Eşyanın göründüğü yerler. Eşyanın görünen tarafları. Zâhir ve meşhud olanlar.
mükra
Kiraya verilmiş eşya.
müktera
Kirâya verilen eşya.
münasebat-ı vaz'iye / münasebât-ı vaz'iye
Eşyaya verilen isimlerin, veriliş münasebetleri, alâkaları.
müstekra
Kiraya verilen eşya.
mutatavvık
Gerdanlık gibi süs eşyası takınan.
muy-taban / muy-tâbân
(Tekili: Muy-tâb) Kıldan eşya yapanlar, kıl dokuyanlar.
muytab / muytâb
(Çoğulu: Muytâbân) Kıl dokuyan. Kıldan eşya yapan.
nakiş
Parça parça ve dağınık olan eşyaların bir yerde veya bir çuval içinde toplanması.
Benzer, misil.
nakkar
Müzik, çalgı.
Gagalıyan.
Ağaç, taş ve madeni eşyayı oyarak ve çukurlaştırıp kabartarak ona mücessem şekiller veren sanatkârlar.
nakliye
(Çoğulu: Nakliyat) Eşya taşıma işi.
Taşıma parası.
nazid
(Nazide) Tertibli, nizamlı, yerli yerinde.
Minder yastık vs. gibi ev eşyası.
nevadir / nevâdir / نوادر
Nadir olan değerli eşyalar.
(Arapça)
nüve-i imtisal
Emre uymayı sağlayan eşyanın mahiyetindeki temel çekirdek, özellik.
perhüde
Saçmasapan söz, hezeyan.
(Farsça)
Ateşten dolayı sararmış eşyâ.
(Farsça)
pılaçka
(Arnavutça) Tar: Muharebede ve yağmada alınan eşya, çapul.
pişhane
Balkon.
(Farsça)
Bir yere gidileceği zaman önceden gönderilen çadır ve yol eşyası.
(Farsça)
raht / رخت
Ev eşyası.
(Farsça)
Koşum takımı.
(Farsça)
raht-ı arus
Gelin eşyası.
rampa
İki geminin birbirine veya bir geminin iskeleye yanaşıp bitişmesi.
(Fransızca)
Şose veya demiryolundaki yokuş.
(Fransızca)
Trenin eşya almağa mahsus yanaştığı set.
(Fransızca)
resd
Eşyaları birbiri üstüne yığmak.
resed
Ev eşyası.
resse
(Çoğulu: Rises-Risâs) Eski ve çürümüş, köhne.
Ev eşyasından eskiyip atılanı.
riba-i fazl
Tartılan veya ölçülen bir cins eşyanın kendi cinsi karşılığında fazlasıyla satılması. Meselâ: Bir kilo buğdayı aynı cins bir kilo yüz gramla değiştirmek gibi.
sabiri / sabirî
Bir çeşit ince giyim eşyası.
Bir cins hurma.
sadaka-i fıtır
İhtiyâcı olan eşyâdan ve borçlarından fazla olarak, nisâb yâni dinde zenginlik ölçüsü miktarında malı, parası bulunan her hür müslümanın, Ramazân bayramının birinci günü sabâhı, fakirlere vermekle yükümlü oldukları belli miktarlardaki buğday, arpa, hurma veya kuru üzüm yahut kıymetleri kadar altın v
sani-i hakem-i hakim / sâni-i hakem-i hakîm
Her bir varlığın bütün keyfiyetleri hakkında genel hüküm veren ve o hükme göre sebepleri ve eşyayı hikmetle sevk edip san'atla yaratan Allah.
sanvan
(Sunvân) (Çoğulu: Esvane) Kaftan.
Giyecek eşyaların muhafaza edildiği dolap veya sandık.
sebükbar / sebükbâr
Yükü hafif. Ağırlıksız, eşyası az olan.
(Farsça)
Derdi, düşüncesi olmayan.
(Farsça)
sekal
(Çoğulu: Eskâl) Misafir.
Mal, mülk, metâ.
Ev metaı, ev eşyası.
İns ve cinnin bir ünvanı.
sevb
(Çoğulu: Siyâb-Esvâb-Esvüb) Elbise. Giyilecek eşya. Kaftan. Bez. (Bunların sahibine "sevvab" derler.)
Rücu' manasına mastar.
sevkiyat
Asker gönderme ve eşyasını te'min ve sevketme işleri.
seyr-i fil-eşya / seyr-i fil-eşyâ
Tasavvufta nihâyete kavuşan bir velînin geri döndükten sonra daha önce unutmuş olduğu eşyânın bütün bilgilerine yeniden sâhib olması.
sif
(Çoğulu: Esyâf) Deniz sahili.
Hurma lifi.
sübjektif
Bilen akıl ile alâkalı.
(Fransızca)
Eşyanın hakikatına değil de ferdin düşünce ve duygularına dayanan. Şahsî görüşe göre olan. İndî, nefsî olan.
(Fransızca)
Objektif olmayan, kişisel, duygusal; eşyanın hakikatine değil de ferdin düşünce ve duygularına dayanan.
suvan
(Çoğulu: Esvine) Kaftan ve giyecek eşya koyup saklanılan yer veya kap.
şüzur
(Tekili: Şezre) Süs eşyası olarak kullanılan altun veya inci gibi şeyler.
İşlenmemiş madenin içinden toplanan altın parçaları.
talid
Bir kimsenin (köle, câriye, hayvan gibi) canlı eşyası.
tecemmülat / tecemmülât
(Tekili: Tecemmül) Eşya, levâzım. Tetümmat.
tecemmülat-ı beytiye / tecemmülât-ı beytiye
Evde bulunan eşya. Evin nizamını tamamlayan eşya.
teennuk
Nazarında ve fikrinde dikkatli olmak. İttikan. Eşyanın hikmetli, kusursuz ve pürüzsüz yapılışı.
tefarik
Müteferrik olanlar. Tefrikalar. Ayırma ve seçmeler.
Taksitler. Ufak tefek şeyler. Ayrıca şeyler.
Küçük hediyelik eşya.
tefriş
Döşeme. Yayma. Yayıp döşeme.
Ev eşyasını düzenleme.
terek
Eski Türk odalarına, insan boyu yüksekliğinde olmak üzere duvarlara boydan boya yapılan raflara verilen addır. Dükkânlarda eşya koymağa mahsus bölmeli raflara da terek denilir.
terike
Ölenin geriye bıraktığı mal, mülk, eşyâ vs.
tertib-i eşya
Eşyanın belli bir düzende meydana gelmesi.
teşhis
Şahıslandırma. Şekil ve suret verme. Seçme, ayırma, ne olduğunu anlama. Tanıma.
Hastalığın ne olduğunu anlayıp bilmek.
Edb: Canlılandırmak, suretlendirmek.
Eşyaya şahsiyet vermek.
tesyar
Gönderme, gönderilme. (Eşya hakkında) (Tisyâr şekli yanlıştır)
ticaret eşyası / ticâret eşyâsı
Ticâret niyetiyle alınıp, ticâret için saklanılan eşyâ.
uluhiyet-i sariye ve hayat-ı sariye / uluhiyet-i sâriye ve hayat-ı sâriye / ulûhiyet-i sâriye ve hayat-ı sâriye
Vahdet-ül vücud ehlince kullanılan tasavvufî tabirler olup; İlâhî sıfatların ve hayatiyetin eşyaya sirayet etmesi, yani tecelli etmesi mânasında olan bu tabirlerden, ehil olmayanlar; Allah'ın tecessümünü veya eşyaya hulûl'ünü veya eşya ile ittihad ve ittisal'ini zu'metmek gibi bâtıl vehimlere düştül
Vahdetü'l-vücud ehlince kullanılan tasavvufî tabirler olup; İlâhî sıfatların ve hayatın eşyaya sirayet etmesi.
uruz
(Tekili: A'raz) Fık: Nakit para, hayvan ve yenecek şeylerden olmayıp, kitap, manifatura eşyası, kumaş gibi mallar.
uşeyya
(Eşyâ. dan) Küçük şeyler, eşyacıklar.
uttel
Üzerinde ziynet eşyası olmayan kadınlar.
vahidiyyet / vâhidiyyet
Cenab-ı Hakk'ın (C.C.) umum eşyada birden birlik tecellisi.
vasi' / vâsi'
(Vasia) Geniş, enli. Bol. Engin. Meydanlı.
Her ihtiyacı olana vergisi kâfi ve bol bol ihsan eden. İlmi cümle eşyayı muhit, rızkı bütün mahlukata şâmil ve rahmeti bütün şeyleri kaplamış olan Allah (C.C.)
vezaif-i eşya / vezâif-i eşya
Eşyanın vazifeleri.
vücud-i vehmi / vücûd-i vehmî
Tasavvuf ehlinin, eşyânın gördüğümüz varlığına verdikleri isim.
vücud-u harici / vücud-u hâricî
Zâhir, ademden çıkmış olan. İlmî vücuddan âlem-i şehadete gelmiş olan. Maddî varlık, cismanî eşya.
zahara
Ev eşyası.
zelzil
Ev içinde olan mal, mülk ve eşya.
zengin
İhtiyaç eşyâsının ve borçlarının dışında nisâb miktârı malı, parası olan kimse.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
Emzik
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
tesis-i ahkam-ı risalet
ulaye
sebeb-i hilkat-i insan
hudud
PİRe
mahfel
Melāl
Sam
İbaa
dereke-i kelbiyet
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
Esya
fehm
yalta
çekişme
ışk
Mutluluk
Sevmek
Uykuya yatma
Mail
bir lokma EKMEK