Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
Erte
ifadesini içeren
261
kelime bulundu...
adem-i mutlak / عَدَمِ مُطْلَقْ
Hiçbir varlık mertebesinde olmama.
ahadi hadis / ahadî hadis
Rivâyet eden bir veya iki koldan olan veya mütevatir mertebesinde olmayan hadis demetir. İştihar haddine yetişmeyen hadistir. Şartları tamam olursa zann-ı galib ifade eder, muktezası ile amel vâcib olur. (Muvazzah İlm-i Kelâm)
ahfa / ahfâ
Çok gizli, âlem-i emrin (madde ve ölçü olmayan ve arşın üstündeki âlemin) beşinci ve son latîfesi (makamı, mertebesi).
ahsen-ül halıkin / ahsen-ül hâlıkîn
Hâlıkıyyet mertebelerinin en güzel ve en münteha mertebesinde olan bir Hâlık-ı Zülcelal. Her şeyi herşeyle münasebetine lâyık bir tarzda güzel yaratan Hâlık. (C.C.)
akl-ı feal / akl-ı feâl
İşrâkiyye (Yeni Eflâtunculuk) felsefesinde ukûl-ı aşerenin (on akılın) sonuncusu olup, yaşadığımız âlemle alâkalı akla verilen ad. Öldürme ve yaratma işlerine bakan mertebe.
aks-ül amel
İstenilen şeyin zıddı hasıl olması. Tersine oluş. (Reaksiyon)
Edb: Edebi san'atlardandır. Bir cümle veya mısrânın altını üstüne getirmekle, başka bir cümle veya mısrâ yapmaktır. Pertev paşanın: "Her düzün bir yokuşu, her yokuşun bir düzü var." mısrâında olduğu gibi.
aksa-yı meratib / aksâ-yı merâtib
Rütbelerin, mertebelerin en büyüğü.
ala-yı illiyin / âlâ-yı illiyîn
Yüceler yücesi, en yüksek mertebe.
ala-yı illiyyin / alâ-yı illiyyîn
Allah katında en iyilerin derecesi, cennetin en yüksek derecesi, en yüksek mertebe.
ala-yı illiyyin-i şeref / âlâ-yı illiyyîn-i şeref
Şerefin zirvesi, en yüce mertebesi.
ala-yı illiyyin-i tevhid / âlâ-yı illiyyîn-i tevhid
Tevhid mertebelerinin en yükseği; her şeyi bir olan Allah'a verme derecelerinin en yükseği, en zirvesi.
arş-ı ehadiyet
Allah'ın birliğinin en azami mertebede göründüğü makam.
arşa / عرشه
Güverte.
(Farsça)
Güverte.
(Arapça)
avend
Sicim, ip.
(Farsça)
Senet, delil.
(Farsça)
Kapkacak.
(Farsça)
Taht, yüksek mertebe.
(Farsça)
Satranç oyunu.
(Farsça)
Evvel, önce, ilk.
(Farsça)
ayet-i nuriye-i hasbiye / âyet-i nuriye-i hasbiye
"Hasbünallahu ve ni'me'l-vekîl (Allah bize yeter, O ne güzel vekildir.)" âyetinin mertebeleri, nurları.
ayn-el-yakin / ayn-el-yakîn
Görerek bilme.
Hadîs-i şerîfte bildirilen ihsân (Allahü teâlâyı görüyormuş gibi ibâdet etme) mertebesinde bir ışığın kalbde parlaması. Zamanımızda tarîkata girmiş bir çok kimse, kendilerine tasavvufçu süsü vererek vahdet-i vücudu dillerine almış, bundan yüksek mertebe olmaz sanıyor.
aza
(Çoğulu: Uzâ) Kertenkele.
azaye
(Çoğulu: Izâ-Izâyâ) Kertenkele.
baliğ / bâliğ
Erişmiş, vâsıl olmuş, son mertebeyi bulan.
Yekûn.
bezaga
Kertenkele, keler.
(Farsça)
bilkuvve
Fiil mertebesine varmadan. Tasavvurda, tasavvurî olarak. Düşünce halinde. Kabiliyet ve istidat ile.
bostan-ı huda / bostan-ı hudâ
Huda'nın, Allah'ın bostanı meâlinde olup, İlâhî güzellikleri ve tecelli-i İlâhînin aksettiği yer mânâsında kullanılır. "Vahidiyet mertebesi" diye de söylenmiştir.
(Farsça)
büjmeje
Kaya keleri, kertenkele.
(Farsça)
celil
Celâlet ve celâdet sâhibi. Azîm, mertebesi yüksek.
cell
(Çoğulu: Cülûl) Yerden birşey toplamak.
Gemi yelkeni.
Yaşlı olmak.
Kadr ve mertebesi büyük olmak.
Celil, büyük, ulu.
cilve-i a'zam / جِلْوَۀِ اَعْظَمْ
En büyük mertebede görünme.
dabb / dâbb
(Çoğulu: Dıbâb-Edubb) Keler, kertenkele.
Yaraya merhem sürmek.
Akmak.
Süt sağmak.
Yere yapışmak.
Dudakta olan bir hastalık (çatlayıp kan akar).
Hurma çiçeği.
Kertenkele.
dabbe
(Çoğulu: Dıbâb) Dişi kertenkele.
Kapıya koyulan yassı enli demir.
derecat
(Tekili: Derece) Dereceler, basamaklar, kademeler, yükseklikler, mertebeler.
derecat-ı kurbiye
Yakınlık dereceleri. Allah'a manevi yakınlık mertebeleri.
derece
(Çoğulu: Derecât) Yukarıya çıkacak basamak.
Dairenin bölündüğü dilim. 360 kısmın beheri ki, açıları ölçmeye yarar.
Termometrenin bölündüğü kısımların beheri. Mertebe, paye.
Miktar, rütbe.
Gitgide yükselen durumların her biri, kerte.
derece-i hürmet
Hürmet ve saygıya lâyık mertebe, derece.
derece-i melekiye
Yüksek olan meleklik mertebesi, derecesi.
derece-i şuhud
İmanı ve mânevi hakikatları, mânevi terakki yoluyla görmek seviyesinde olan iman mertebesi.
derekat / derekât
Aşağılık dereceleri. En aşağı mertebeler.
Aşağı mertebeler.
dereke
Aşağı inen basamak. Aşağı mertebe.
Sıfırın altındaki derece. Düşüklük.
devle
"Devlet" kelimesinin Arapça tabirlerde geçen bir şekli.
İki asker muharebe ettiklerinde birinin diğerine galip olması. (Düvlet malda; devlet harpte ve mertebede kullanılır.)
dıntar
Çok yaşamış kertenkele.
dırs
(Çoğulu: Derâsa-Edrâs) Kertenkele, fare ve kedi gibi hayvanların eniği.
ebahir
Kuş kanadının üçüncü mertebede olan yelekleri.
ehl-i velayet ve keşif / ehl-i velâyet ve keşif
Mânevî mertebelere yükselen ve maneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini keşfeden insanlar.
eimme-i alişan / eimme-i âlîşan
Çok yüksek mertebesi ve büyük kıymeti olan imamlar. İmam-ı A'zam, İmam-ı Şâfiî gibi.
ekser-i meratib
Mertebelerin çoğu, mertebe, derece çokluğu.
ektar
(Tekili: Keter) Haysiyetler, onurlar, şerefler, şanlar, ünvanlar, soylar. Nesebler, dereceler, mertebeler.
endaze
Ölçü, mikyas.
(Farsça)
Arşının bez, basma vesâire ölçmeğe mahsus küçük cinsi. (60 cm.dir)
(Farsça)
Tahmin, takdir.
(Farsça)
Derece, mertebe.
(Farsça)
Mc: Hesap.
(Farsça)
eşku
Tavan.
(Farsça)
Tabaka, kat, derece, mertebe.
(Farsça)
eşüdd
Büluğa gelmek mertebesi.
etbak
(Tekili: Tabak ve Tabaka) Yemek tepsileri, sofraları. Büyük sahanlar.
Tabakalar, dereceler, mertebeler, katlar.
Kabileler, kavimler, aşiretler.
evliya
(Tekili: Veli) Veliler. Nefsine değil, dâimâ Cenab-ı Hakk'ın rızâsına tâbi olmağa çalışan, ibâdet ve taatta, takvâ ve riyâzatda çok yüksek mertebelere ulaşıp Allahın (C.C.) mahbubu ve karibi olan büyük ve ender zâtlar.
fark
Tasavvufta cem' denilen mertebeden sonra gelen bir makam. Buna cem'ül-cem' de denir.
fazilet-i şehadet
Şehitlik mertebesinin yüceliği.
ferc
Kadir, kıymet, mertebe.
(Farsça)
ferda / ferdâ
Yarın, ertesi gün.
ferdiyyet
Tasavvufta yüksek bir mertebe.
firkateyn
Buharın icadından evvel kullanılan harp gemilerindendir. Bu gemiler, güvertelerinin altında bir batarya topu hâvi olup hızlı giderlerdi. Bu gemilerin üç direkleri vardı ve içlerinde mürettebatının binbeşyüzü bulanları da vardı.
fistan
Kadınların bellerinden aşağı giydikleri geniş ve uzun elbise. Ayrıca Arnavutlarla Rumların, dizlerine kadar giydikleri kırmalı elbiseye de bu ad verilir.
Direklerin güverte ıskaçalarını sudan muhafaza için üzerine kalın bırandadan çevrilen kılıf.
forsa
Buharlı gemilerin icadından evvel yelkenli gemilerde kürek çekmeğe mahkum harp esirleri. Bunlar, kaçmamaları için birer ayakları güvertelere çakılı bulunurlardı. Ayaklarından bağlı olmaları münasebetiyle bunlara payzen namı da verilirdi. Bununla birlikte payzen tabiri, daha çok cürüm ve cinayet erba
fua
Keler, kertenkele.
Her nesnenin evveli.
şiddetli koku. Güzel koku.
gabibe / gabîbe
Sabah sağılan koyun sütünün üzerine akşam yine sağıp, ertesi güne bekletilip ekşiyen süt.
gad
(Gadâ, gaden) Yarın, ertesi.
gataye
Kertenkeleden büyük bir hayvan.
gavsiyet
Evliyaların başı olma, velilik mertebelerinde yüksek bir makamda olma; en büyük yardım etme makamı.
gavsiyyet
Evliyaullahın başı olmak. Velâyet mertebelerinden yüksek bir makam sahibi olmak.
günaşırı
İki günde bir. Bir gün olup ertesi gün olmayarak ve böylece sürüp giderek.
(Türkçe)
hak / hâk
Toprak. Turab. (Hâk ol ki, Hüdâ mertebeni eyleye âli.Tâc-ı ser-i âlemdir o kim hâkk-ı kademdir.)
(Farsça)
hakikat / hakîkat
Bir lafzın (sözün) asıl mânâsı.
Gerçek.
Kötülüklerin kalbden tekellüfsüzce, zorlanmadan gitmesinin gerçekleşmesi, fenâ(Allahü teâlâdan başka her şeyi unutma) mertebesi.
Mâhiyet.
hakk-ul yakin / hakk-ul yakîn
(Hakk-al yakîn) Mârifet mertebesinin en yükseği. En yakînî bir surette hakikatı müşahede edip yaşamak hali. Ateşin yakıcı olduğunu bütün hislerimizle yakından duyup yaşadığımız gibi.
hakke'l-yakin / hakke'l-yakîn
Bilgi ve marifet mertebelerinin en yükseği, bizzat yaşayarak elde edilen bilgi, gerçeğin özünü kavramak.
hakku'l-yakin / hakku'l-yakîn
Hakke'l-yakîn. Bilgi ve marifet mertebelerinin en yükseği, bizzat yaşayarak elde edilen bilgi, gerçeğin özünü kavramak.
hareket-i dahil / hareket-i dâhil
Tar: Kanuni Sultan Süleyman zamanında Süleymaniye medreselerinin binasından sonra onikiye çıkarılan tarik-i tedris (okutma yolu) silsilesinin dördüncü mertebesindeki müderrislerine verilen bir ünvandır.
hatve
Basamak, mertebe.
havass / havâss
(Tekili: Hâss - Hâssa) Hâslar. Hâssalar. Keyfiyetler. Hususlar.
Dindarlık ve doğruluğu ile, ilmiyle âmil olup mâneviyat mertebelerinde yükselmekle makbul ve muteber olan zatlar.
Zenginler sınıfı.
Kur'anî ve manevî sırlara ve hususlara vâkıf bulunan, ilim, ibadet, tâat
haysiyet
İtibar. Şeref. Değer. Kıymet. Derece. Câh. Mesned. Mertebe.
haziyy
Mertebeli, değerli kişi.
Yarış atlarının sekizincisi.
hey'et-i a'yan / hey'et-i a'yân
Senato.
Mertebesi yüksek ve itibar edilenlerin heyeti.
hilafetname
Tarikata intisab ile usulü dairesinde belirli mevkilere çıkarak irşad mertebesine yükselenlerden isteklilerin irşad ve terbiyesine ruhsat ve izni mutazammın şeyhi tarafından verilen mühürlü vesika.
hisl
(Çoğulu: Husul) Yumurtasından yeni çıkmış olan kertenkele yavrusu.
hızır
İkinci tabaka-i hayat mertebesine mazhar olan ve Kur'an-ı Kerim tefsirlerinde ismi zikredilen bir zât-ı kerim.
hızve
Kadının, kocası yanında hürmetli, izzetli ve mertebeli olması.
hızzet
Mertebe, menzile, derece.
idare-i kelam / idâre-i kelâm
Sözü mümkün mertebe yürütmek, işi idare etmek.
idare-i maslahat
Bir işi mümkün mertebe iyi-kötü yürütmek.
iknaiyyat-ı hitabiyye
Kelâm ilmine ait bir ıstılahtır. Zannî olan aklî delil demektir. Bürhanın aşağı mertebesidir. Aklı, muhalif fikirlerle karışmamış ve bürhanı anlayamayacak kimseler için kullanılır. İsbattan çok ikna vasfı taşır.
ilbas-ı hırka
Bir tarikata intisab ile mutad olan menzilleri geçerek irşad mertebesine yükselenlere, şeyhlerinden gördükleri yolda başkalarını irşad ile izin verme salâhiyetini ihtiva eden "İcazetname: hilâfetname" verme.
imam / imâm
Câmi, mescid veya başka yerlerde cemâate namaz kıldıran kimse.
Hadîs, fıkıh, kelâm ve tefsîr ilminde ve tasavvuf gibi İslâmî ilimlerden birinde en yüksek mertebeye ulaşan âlim.
Müslümanların devlet reîsi.
imhal / imhâl
Erteleme.
intiha-i terakkiyat-ı hayat-ı ahmediye
Hz. Peygamberin (a.s.m.) hayatı süresince katettiği mânevî mertebelere yükselme ve ilerlemesinin en son noktası.
ışa' / ışâ'
Yatsı zamanı. Akşam ile yatsı namazı arasındaki vakit.
Güneş batmasından ertesi günü fecre kadar olan zaman.
ism-i a'zam
Allah'ın (C.C.) Kur'ân ve Hadis-i Şeriflerde zikredilen yüz isminin mânâca en câmi' olanıdır. İsm-i A'zam, diğer isimlerin de mânâlarını içinde toplar. Her ism-i İlâhiyenin de, her mahlukun da bir a'zamlık mertebesi vardır.
ispiralya
İtl. Gemi güvertelerinde kamaraları aydınlatmak için açılan küçük kaporta.
kadir-danlık
Kadirbilirlik. Herkesin mertebesini bilip ona göre muamele yapan. Kadir ve kıymet bilen.
kalb
Gönül. Yürek denilen, et parçasına yerleştirilmiş nûrânî ve mânevî kuvvet.
Tasavvuf yolunda birinci mertebe.
kamet-i kıymet
Kıymet ve değerinin mertebesi. Manevî büyüklük.
kasara
(Çoğulu: Kasr-Kasarât) Boyun kökü.
Yoğun ağaç.
Gemilerin baş ve arka taraflarında güverteden daha yüksek yapılan güverte.
kat'-ı meratib
Mertebeleri aşıp geçme.
kat'-ı meratip / kat'-ı merâtip
Mertebeleri aşma.
kat-ı meratip / kat-ı merâtip
Manevî derece ve mertebelere yükselme.
kayyum-i alem / kayyûm-i âlem
Kayyûmiyyet makâmında bulunan velî zât. İnsanların âhirete âit derece ve seâdetleri bu mertebedeki velîlerin imdâdına verildiğinden kayyûm denilmiştir.
kazasker
İlmiye mesleğinin en yüksek mertebelerinden biri. Lügat mânası asker kadısı, ordu kadısı demektir. Osmanlılarda Kazaskerliğin ihdası Sultan I.Murat zamanındadır. İlk Kazasker de "Çandarlı Kara Halil"dir.
kazaskerler
Osmanlı Devletinde ilmiye sınıfının en yüksek mertebesinde bulunan devlet görevlileri; askerî kadılar.
keler
Kertenkele cinsinden küçük bir hayvan.
Kertenkele.
keramet
Allah (C.C.) indinde makbul bir veli abdin (yâni, âdi beşeriyyetten bir derece tecerrüd edebilen zatların) lütf-u İlâhî ile gösterdiği büyük mârifet. Velâyet mertebelerinde yükselen bir abdin hilaf-ı âdet hâli.
Bağış, kerem.
İkram, ağırlama.
keter
(Çoğulu: Ektâr) Kadr, mertebe, derece.
kulle
(Çoğulu: Kulel) Doruk, dağ tepesi, zirve.
Kule.
Bazı harp gemilerinin güvertelerinde bulunan ve makine ile hareket eden ağır top.
kusare
Hususi hücre.
Gemilerde güvertelerin en üstündeki yarım güverte.
kutbiyet
Kutup mertebesine erme hali.
kutbiyyet
Kutubluk denilen yüksek evliyâlık mertebesi.
latife / latîfe
Hoş, tatlı söz, şaka.
Maddeli, zamanlı ve ölçülü olmayan Âlem-i emirdeki beş mertebeden her biri.
lügeyza
Kertenkelenin bir yeri kazıp giderken bir tarafını da kazıp eğri çapraşık yollar yapması.
maaliyat
Yüce bilgiler, yüksek mertebeler.
makam
Yer, mertebe, müzikte usul.
makamat
(Tekili: Makam ve makame) Makamlar, mertebeler.
Cemaatler, cemiyetler, kalabalıklar, topluluklar.
mehma-emken
Olabildiği kadar. Mümkün mertebe.
mekene
Kertenkele yumurtası.
melekut
Tam bir hâkimiyyetle, Saltanat-ı İlâhiyyenin müessiriyyet ve idâresinin esrarı. Her şeyin kendi mertebesinde, o mertebeye münâsib ruhu, canı, hakikatı. Bir şeyin iç yüzü, iç ciheti.
Hükümdarlık. Saltanat.
Ruhlar âlemi.
mensıb
(Çoğulu: Menâsıb) Demir sayacak.
Asıl.
Mertebe, derece.
menzilet
Derece, pâye, rütbe, mertebe. Yükseklik derecesi.
Konak yeri, inecek yer. Hane, ev.
meratib / merâtib / مراتب
Mertebeler. Basamaklar. Kademeler. Dereceler.
Mertebeler, dereceler.
Mertebeler.
Mertebeler.
Rütbeler, mertebeler.
(Arapça)
meratib-i beşeriye
İnsanlığa ait mertebeler, dereceler.
meratib-i delalat / merâtib-i delâlât
Delillerin, işaretlerin mertebeleri.
meratib-i dünya / merâtib-i dünya
Dünya mertebeleri.
meratib-i esma / merâtib-i esmâ
İsimlerin mertebeleri.
meratib-i gaflet
Gerçeklerden habersiz olma mertebeleri, dereceleri.
meratib-i halıkıyet / merâtib-i hâlıkıyet
Yaratıcılık mertebesi.
meratib-i hayat
Hayat mertebeleri.
meratib-i ihsan ve cemal / merâtib-i ihsan ve cemâl
Güzellik ve iyilik mertebeleri.
meratib-i ilim / merâtib-i ilim
Bilmek mertebeleri.
İlmin mertebeleri, dereceleri.
meratib-i iman / merâtib-i iman
İman mertebeleri.
meratib-i imaniye / merâtib-i imaniye
İman mertebeleri, dereceleri.
meratib-i kemalat / merâtib-i kemâlât
Fazilet ve mükemmellik mertebeleri.
meratib-i kibriya / meratib-i kibriyâ
Cenab-ı Allah'ın büyüklüğünün mertebeleri.
meratib-i külliye / merâtib-i külliye
Büyük ve kalabalık mertebeler.
meratib-i külliye-i esmaiye / merâtib-i külliye-i esmâiye
Allah'ın isimlerinin büyük ve geniş mertebeleri.
meratib-i külliye-i rububiyet
Rububiyetin geniş, kapsamlı mertebeleri; Allah'ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesinin, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasının mertebeleri.
meratib-i külliyet
Büyük mertebeler.
meratib-i maneviye / merâtib-i mâneviye
Mânevî mertebeler.
meratib-i muhabbet ve iftihar ve izzet ve kibriya / merâtib-i muhabbet ve iftihar ve izzet ve kibriyâ
Sevgi, övgü, şeref ve büyüklük mertebeleri.
meratib-i münkeşife-i meşhude
Bizzat görerek açığa çıkmış mertebeler (k-ş-f;.
meratib-i mütefavite
Çeşitli mertebeler.
meratib-i nimet / merâtib-i nimet
Nimet dereceleri, mertebeleri.
meratib-i nisbiye
Göreceli olan mertebeler, başkalarına oranla ortaya çıkan dereceler.
meratib-i tevhid / merâtib-i tevhid
Tevhid mertebeleri, dereceleri.
meratib-i velayet / merâtib-i velâyet
Evliyalık, velîlik mertebeleri, dereceleri.
meratip / merâtip
Mertebeler.
merhesa
(Çoğulu: Merâhis) Mertebe, derece.
mertebe-i aliye / mertebe-i âliye
Yüce mertebe.
Yüksek derece, âli mertebe.
mertebe-i arşi / mertebe-i arşî
Arşa uzanan yücelik mertebesi.
mertebe-i asli / mertebe-i aslî
Asıl mertebe.
mertebe-i asliye
Asıl mertebe.
mertebe-i azam / mertebe-i âzam
En büyük mertebe.
mertebe-i emanet-i kübra / mertebe-i emanet-i kübrâ
En büyük emanet mertebesi, halifelik.
mertebe-i hakkaniyet
Hak ve adalet mertebesi.
mertebe-i haşir
Haşir mertebesi.
mertebe-i hayatiye
Hayat mertebesi.
mertebe-i huzur
Kendini Allah'ın huzurunda hissetme mertebesi.
mertebe-i ilm
İlim mertebesi, derecesi.
mertebe-i iman
İman mertebesi, derecesi.
mertebe-i iman ve ahlak ve fazilet / mertebe-i iman ve ahlâk ve fazilet
İman, ahlâk ve fazilet mertebesi.
mertebe-i imaniye
İman mertebesi, derecesi.
mertebe-i ismet / مَرْتَبَۀِ عِصْمَتْ
Günahsızlık, masumluk mertebesi.
Günahsızlık, masumluk mertebesi.
mertebe-i kemal / mertebe-i kemâl
Olgunluk, mükemmellik mertebesi.
mertebe-i kemalat / mertebe-i kemâlât
Mükemmellik mertebesi, derecesi.
mertebe-i kübra / mertebe-i kübrâ
En büyük mertebe.
mertebe-i kudsiye
Mukaddes mertebe, yüce derece.
mertebe-i külliye
Büyük ve kapsamlı mertebe.
mertebe-i külliye-i ubudiyet / mertebe-i külliye-i ubûdiyet
Allah'a kulluğun büyük ve kapsamlı mertebesi.
mertebe-i letafet / mertebe-i letâfet / مَرْتَبَۀِ لَطَافَتْ
Güzellik mertebesi.
mertebe-i nuriye-i hasbiye
"Hasbünallahu ve ni'me'l-vekîl (Allah bize yeter, O ne güzel vekildir.)" âyetinin mertebesi, derecesi.
mertebe-i risalet
Peygamberlik mertebesi, derecesi.
mertebe-i rıza / mertebe-i rızâ
Allah'tan gelen herşeye razı olanların mertebesi.
mertebe-i rububiyet
Rububiyetin mertebesi.
mertebe-i ruh
Ruh mertebesi.
mertebe-i sadise / mertebe-i sâdise
Altıncı mertebe.
mertebe-i şehadet
Şehadet mertebesi.
mertebe-i tadad / mertebe-i tâdâd
Sayma ve sıralama mertebesi.
mertebe-i tefekkür
Tefekkür mertebesi.
mertebe-i tevhid
Herşeyi bir olan Allah'a verme ve Ona ait kılma mertebesi, derecesi.
mertebe-i tevhid-i rububiyet / mertebe-i tevhîd-i rubûbiyet
Varlık âleminin terbiye, tedbir ve idaresindeki birlik ve bu birliğin bir olan Allah'tan gelmesini bilme mertebesi.
mertebe-i uluhiyet / mertebe-i ulûhiyet
İlâhlık mertebesi.
mertebe-i ulviye
Yüksek, yüce mertebe.
mertebe-i ulviyet
Yücelik mertebesi.
mertebe-i ulya / mertebe-i ulyâ
En yüce mertebe.
mertebe-i ulya-yı akdes / mertebe-i ulyâ-yı akdes
Yüce ve mukaddes mertebe, derece.
mertebe-i uzma / mertebe-i uzmâ
En büyük ve en yüksek mertebe.
mertebe-i uzma-yı tevhid / mertebe-i uzmâ-yı tevhid
Tevhid hakikatlerine ulaşmada varılacak olan en büyük mertebe.
mertebe-i velayet / mertebe-i velâyet / مَرْتَبَۀِ وَلَايَتْ
Velilik mertebesi, derecesi.
Velilik mertebesi.
mertebe-i vücub ve vücud ve tevhid / mertebe-i vücûb ve vücûd ve tevhid
Vücûb, vücut ve tevhid mertebeleri.
mesned
Dayanacak yer, nokta.
Mertebe. Makam.
Destek.
mesned-i meşihat
Şeyhül-islâmlık mertebe ve mevkii.
mirkat
Mertebe, derece.
mirrih
Uzun ok. ("Pertev oku" derler)
Yeleği olmayan ok.
Bir yıldız adı.
müeccel / مُؤَجَّلْ
Tecil edilmiş, ileriye bırakılmış, ileride yapılmak üzere vakti belirtilen, ertelenmiş.
Te'cil edilen yâni sonraya bırakılmış, ertelenmiş.
Ertelenmiş.
Ertelenmiş.
muhabbet-i münezzehe
Tertemiz ve kusursuz sevgi.
mükvin
Yumurtası çok olan kertenkele.
mumatala-i hak / mumâtala-i hak
Hak, borç vs. yerine getirmeme ve ödemeyi erteleme, tecil etme.
mürşid-i kamil / mürşîd-i kâmil
Tasavvufta kemâle gelmiş, olgunlaşmış, evliyâlık mertebelerinin sonuna ulaşmış, kâbiliyeti olanları bu yolda yetiştiren rehber zât.
nesi'
Tehir etmek, ertelemek, geciktirmek.
nisar
"Saçan, saçıcı" mânasına gelir ve kelimeleri sıfatlandırır. Meselâ: Pertev-nisar : Işık saçan.
nüfus-u seb'a
Nefsin yedi mertebesi.
nüfus-u seba / nüfûs-u seba / نُفُوسُ سَبْعَه
(Nefsin) yedi mertebesi.
paye / pâye
Mertebe, rütbe.
paygah / paygâh
Derece, mertebe, rütbe.
(Farsça)
radde
Derece. Rütbe. Sıra. Kerte. Mertebe.
Aşağı yukarı.
Fayda, menfaat.
Çizgi, hat.
rakıde
Mertek adı verilen uzun ince ağaç.
rampacı
Eski deniz muharebelerinde yakından dövüşerek zabtedilmek istenilen bir düşman gemisine hücumla borda bordaya gelindiği sırada düşman gemisindeki askerlerin vuku bulacak hücumunu menetmek için güverteye yayılan silâhendazlar.
ravza-i pak-i ahmedi / ravza-i pâk-i ahmedi
Hz. Muhammed'in (a.s.m.) tertemiz makamı, kabri.
rayet-i ulviyet-i şeyh-i hakkani / râyet-i ulviyet-i şeyh-i hakkanî
Mânevî mertebelere ulaşma ve hakikatleri elde etme yolunda Şeyh Abdülkadir-i Geylânî'nin elinde tuttuğu yücelik sembolü olan sancak.
risale-i hasbiye
"Hasbünallahü ve ni'me'l-vekîl (Allah bize yeter O ne güzel vekildir.)" âyetinin sırlarını ve mertebelerini anlatan risale.
rücu' / rücû'
Dönme, yönelme.
Tasavvufta en yüksek mertebeye ulaşmış olan bir velînin tekrar geri insanlar arasına dönmesi.
rütbe
Basamak, derece.
Memuriyet derecesi.
Sıra. Mertebe, menzile.
Efkârın sonu.
Merdiven ayağı.
safiyullah
Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) bir ismidir. Bütün mahlukatta efdal ve Cenab-ı Hakk'ın ihsanı ile onlardan seçilip çıkarılmış tertemiz mânâsına Safiyullâh denilmiştir. Hz. Adem'in de (A.S.) bir ismidir.
sahib-i mertebe-i hilafet-i arziye / sahib-i mertebe-i hilâfet-i arziye
Yeryüzü halifeliğinin mertebesinin sahibi.
şakız
Gözü değen kişi.
Gözüne uyku gelmeyen.
Daima güneş tarafına yönelen bir nevi büyük kertenkele.
şecaat
Yiğitlik, cesurluk. Korkulu anda kalb kuvveti ile cesaretini muhafaza etme. Kuvve-i gadabiyenin vasat mertebesidir.
şefaat
Şefaat etmek. Af için vesile olmak.
Fık: Âhiret günü bir kısım günahkâr mü'minlerin affedilmeleri ve itaatli mü'minlerin de yüksek mertebelere ermeleri için Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm ve sâir büyük zâtların Allah Teâlâ'dan (C.C.) niyaz ve istirhamda bulunmalarıdır.
şehamet / şehâmet
İyi işler yapmak, yüksek mertebeler ele geçirmek; zekâ ve akıllılıkla berâber olan cesâret, yiğitlik.
sene-i şemsiye
22 Mart'tan ertesi senenin 21 Martına kadar süren İranlıların milli takvimine göre olan nesne.
şeref
Yükseklik, büyüklük, yüksek mertebe. İnsanlar arasında geçerli ve makbûl olma. Cenâb-ı Hakk'a itâat ve yüksek hizmeti ile çok ihsâna mazhâr olma, iftihâr.
şernak
Göz kapağının ağır ve kalın olması.
Ekinin bir mertebe uzun olması.
sertaser
(Serteser) Baştan başa, bütün, hep.
(Farsça)
şevk-i tenzili / şevk-i tenzilî
Kur'an-ı Kerim'in ilk önceki mânâsıyla Sahabelere verdiği sevgi ve iştiyak. Kur'an-ı Kerim'in tenzil mertebesindeki mânâsının verdiği şevk. İlâhî bir makamdan inmenin verdiği şevk.
seyr ü süluk-i ruhani / seyr ü sülûk-i ruhanî
Mânevî âlemlerde ruh ile bazı mertebelere yükselme ve yolculuk etme.
sıddikiyet / sıddîkiyet
Sadâkat ve doğrulukta en ileri oluş. Çok sâdık olma hâli. Velilik mertebesinin nihâyeti. Peygamberlik mertebesinin bidâyeti olan makam.
Aşere-i Mübeşşere'nin birincisi ve ilk halife olan Hz. Ebubekir'in (R.A.) nâmı ve sıfatıdır.
Çok doğru olup, hiç yalan söylememek.
sır
Gizli, gizlenilen şey.
Âlem-i emrin (maddesiz, zamansız ve ölçüye girmeyen âlemin) beş mertebesinden biri. Tasavvuf yolculuğunda rûhun üstündeki derece.
su'be
Yeşil başlı kertenkele.
suddad
(Çoğulu: Sadâyid) "Sâm-ı ebras" denilen kertenkele.
Suya varacak yol.
şühud / şühûd
Görme. Tasavvuf yolunda ilerleyenin kalb ve rûh ile çeşitli mertebeleri görmesi.
süluk
(Silk. den) Belli bir gruba girme. Bir yolu takib etme. Bir tarikata bağlanma. Mânevi terakki mertebelerinde devam etme.
sunuf
(Tekili: Sınıf) Sınıflar.
Dereceler, mertebeler.
Nikablar, yaşmaklar.
Soylar, neviler.
susmar / sûsmâr / سوسمار
Kertenkele.
Kertenkele denen küçük bir hayvan. Keler.
(Farsça)
Kertenkele cinsinden küçük bir hayvan.
Kertenkele.
(Farsça)
şüunat / şüûnât
Şanlar, haller, keyfiyetler, hâdiseler, vak'alar. İsimlerin zât-ı ilâhîye nisbetleri ve mertebeleri.
şuunat-ı mukaddese / şuûnât-ı mukaddese
Allah'ın tertemiz ve noksansız olan işleri, mukaddes özellikleri.
şuur
Anlayış, idrak. Vicdan. Hiss-i zâhirle duymak.
Nefsin mânâya ilk vusul mertebeleridir.
Kendi varlığından haberi olma.
Bir şeyi hoşça tanıma.
İnceliklerini iyice idrak etme.
(Tekili: Şa'r) Kıllar.
ta'lik / ta'lîk / تعليق / تَعْل۪يقْ
Askıya alma. erteleme.
(Arapça)
Ta'lîk edilmek:
Asılmak, iliştirilmek, tutturulmak.
(Arapça)
Asma, erteleme.
ta'likan / ta'lîkan / تَعْل۪يقًا
Erteleyerek.
ta'vik / ta'vîk / تعویق
Askıya alma, geciktirme, erteleme, oyalama.
(Arapça)
Ta'vîk edilmek:
Geciktirilmek, ertelenmek, askıya alınmak.
(Arapça)
Ta'vîk etmek:
Geciktirmek, ertelemek, askıya almak.
(Arapça)
talik / tâlik
Sonraya bırakma, erteleme.
taliken / tâliken
Geciktirerek, erteleyerek.
tasavvuf / تَصَوُّفْ
Beden ve ruhun eğitilmesiyle bazı mânevî mertebelerin katedilmesini sağlayan yol.
Kalb ayağıyla rûhânî mertebelerde ilerleyerek nefsi terbiye etme yolu.
tayy-i meratib
Birden üst mertebeye geçmek. Birden mertebeleri aşıp, geçip gitmek.
te'cil / te'cîl / تأجيل
Geciktirme, erteleme.
(Arapça)
Te'cîl edilmek:
Geciktirilmek, ertelenmek.
(Arapça)
Te'cîl etmek:
Geciktirmek, ertelemek.
(Arapça)
te'hir / te'hîr / تَأْخ۪يرْ
Erteleme.
teayyün-i imkani / teayyün-i imkânî
İnsanın hakîkati olan teayyün-i vücûbîsinin zılli yâni görüntüsü. Ehlullah (evliyâ) kendi yaratılışlarına, güçlerine göre tasavvuf mertebelerine kavuşmakta birbirlerinden çok ayrıdırlar. Evliyâ arasında Allahü teâlânın ismine kavuşanlar pek azdır. Ço ğu bu ismin teayyün-i imkânîsine kavuşmuştur. (İm
tecil
Başka zamana bırakma, tehir, erteleme.
têcil
Erteleme.
tecil edilen
Ertelenen, sonraya bırakılan.
teh
Dip.
(Farsça)
Mertebe, kat.
(Farsça)
tehevvür
Korkusuzlukla düşünmeden hareket etmek. Sonunu düşünmeden birden bire karar vermek.
Kuvve-i gadabiyenin ifrat mertebesi; maddi mânevi hiçbir şeyden korkmamak hâleti.
tehir
Erteleme, sonraya bırakma.
têhir
Erteleme.
tehir edilen
Ertelenen.
tehir edilme
Ertelenme.
tehir etme
Erteleme, sonraya bırakma.
terakkiyat-ı ruhiye / terakkiyât-ı ruhiye
Ruh ile mânevî mertebelere yükselme.
tertib
(Çoğulu: Tertibât) Tanzim etme. Dizme, sıralama, düzene koymak.
Tedarik edip hazır ve müheyya kılmak.
Bir şeyi bir yere sabit ve pâyidar kılmak.
Mertebelere göre davranmak.
Hile ile aldatma.
tevazu / tevâzu
Alçakgönüllülük, isteyerek mertebesinin altında görünme.
vahy-i mahz
Kuvvetli ve sarih mertebede olan vahiy. Sırf vahiy olup, içinde Allah'ın bildirdiğinden başka bir şey katılmamış vahiy.
velayet-i kamile / velâyet-i kâmile
Mükemmel velilik; kulluk noktasında mânevî mertebeleri aşarak Allah'ın yakınlığını ve dostluğunu elde etme mükemmelliği.
verdane
Toplu oklava.
Koca başlı kertenkele.
zabb
Kertenkele, keler.
zıbab
(Tekili: Zabb) Kertenkeleler. Kelerler.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
Emzik
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
diriğ
Sanık
meşüş
Akl
iğtişaş
şâdâb
seri
adid
gani-yi mutlak
mütedeyyin
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
Erte
Çeviri
Gercek hali
uhum
ARKASI SIRA
Güzel
rakika
Girisimci
Entel
İnsanlar alemi