REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Enen ifadesini içeren 733 kelime bulundu...

müceddid / müceddîd

  • Yenileyici, kuvvetlendirici. İslâm dînini kuvvetlendiren, bid'atleri yâni İslâm dînine sokulmak istenen reformları, hurâfeleri söküp atan ve sünnetleri ortaya çıkaran âlim.

aciyy

  • (Çoğulu: Acâyâ) Anası öldüğünden, başka kimsenin sütüyle beslenen çocuk.
  • Anası sütünü vermeyip yemeği öğrettiği çocuk.

ağıt

  • Mersiye. Ölen kimse için söylenen ve onu öven ve üzüntüyü anlatan şiir. Ölen için ağlama. (Müslümanlıkta ölenin arkasından aşırı ağlayıp dövünme iyi değildir.)

ahsen-i takvim / ahsen-i takvîm

  • En güzel boy ve sûret. Bedenen ve rûhen en güzel olan.

akil-ül hevam / âkil-ül hevâm

  • Haşaratla beslenen.

akil-ül lahm / âkil-ül lahm

  • Etle beslenen, et yiyici.

akil-üs semek / âkil-üs semek

  • Balıkla beslenen. Balık yiyici.

akilü'l-lahm / âkilü'l-lâhm

  • Etle beslenen.

akilüllahm / âkilüllâhm

  • Etle beslenen, etobur.

aks-i sada / aks-i sadâ

  • Sesin bir yere çarpıp geri gelmesi. Yankı. Çok evvelden söylenen bir hakikatın sonradan tekrar edilmesi.

ala-rivayetin / alâ-rivayetin

  • Rivayet edildiği üzere. Söylenenlere bakılırsa.

alev-hiz

  • Parlayan, alevlenen. (Farsça)

alev-riz

  • Alevlenen, alev saçan. (Farsça)

aleyhissalatü ves-selam / aleyhissalâtü ves-selâm

  • Peygamberler bilhassa Peygamber efendimizin ism-i şerîfi söylenince, yazılınca ve işitilince söylenen ve yazılan salât ve selâm (hayr duâlar) onun üzerine olsun mânâsına duâ ve tâzim (saygı) ifâdesi. İki kişi için aleyhimesselâm daha fazla için aleyh imüssalâtü ves selâm denir.

almanak

  • Kitab biçiminde bir çeşit takvimdir. Senenin bölümlerinden başka bayram, yıldönümü gibi muayyen günleri gösterir; ayrıca astronomi, meteoroloji, istatistik bilgiler de verir. (Fransızca)

amin / âmin

  • Kabûl et mânâsına, duâ sonunda söylenen söz.

amuz / âmûz / آموز

  • Öğrenen. (Farsça)
  • Öğreten. (Farsça)

ankebut suresi

  • Kur'an-ı Kerimin yirmidokuzuncu suresidir. Mekkidir. (Allahtan başkasına güvenenlerin, dünyayı avlamak için kurdukları teşkilâtını bir örümcek ağına benzeten, örümcek meseli zikrolunan bir suredir.)

arabi aylar / arabî aylar

  • Hicrî senenin on iki ayı. Hicrî takvimde kullanılan Arabî ayların adları sırasıyla şunlardır: Muharrem, Safer, Rebî'ul-evvel, Rebî'ul-âhir, Cemâzil-evvel, Cemâzil-âhir, Receb, Şa'bân, Ramazan, Şevvâl, Zilka'de, Zilhicce.

arabi tarih / arabî tarih

  • Arap takvimine göre belirlenen tarih.

aram-güzin / ârâm-güzin

  • Dinlenmek için oturan, istirahat eden, dinlenen. (Farsça)

aramide / ârâmide

  • Rahat olan, dinlenen, sükûn halinde ve rahatta bulunan. (Farsça)

ardiyye

  • Ticaret eşyasının saklandığı yer.
  • Böyle bir yerde saklanan eşya için ödenen ücret.

aremide

  • İstirahat eden, dinlenen. Rahat kişi. (Farsça)

asakir-i seyyare

  • Gezegen denen askerler.

asar / âsâr

  • Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemden veya O'nun huzûrunda bulunmakla şereflenen arkadaşlarından (Sahâbe) ve onları görmekle şereflenen müslümanlardan (Tâbiînden) bildirilen haberler.

aşere-i mübeşşere

  • Peygamber efendimiz tarafından Cennet'e girecekleri dünyâda iken müjdelenen on sahâbî.

ashab-ı rıdvan / ashâb-ı rıdvân

  • Cenab-ı Hakkın rızâsıyla müjdelenen sahâbeler. (R.A.)

aşure günü / âşûre günü

  • Hicrî senenin ilk ayı olan Muharrem ayının onuncu günü.

azab / azâb

  • Dünyada işlenen suç ve kabahate karşılık olarak âhirette çekilecek ceza.
  • Eziyet. Büyük sıkıntı. Şiddetli elem.
  • İşlenen günahlar sebebiyle âhirette çekilecek cezâ.
  • Büyük sıkıntı, şiddetli elem.
  • Dünyada işlenen günahlara karşı ahirette çekilecek ceza.

azamet-füruş / azamet-fürûş

  • Kibirlenen. Büyük görünmek isteyen.

azer

  • Ateş. (Farsça)
  • Şemsî senenin dokuzuncu ayı. Kasım. Her şemsî ayın dokuzuncu günü. (Farsça)
  • Mecusilere göre güneşe memur meleğin adı. (Farsça)
  • Hz. İbrahim'in (A.S.) babasının veya amcasının ismi. (Farsça)

azmude / azmûde

  • Tecrübe etmiş olan. Tecrübeli. (Farsça)
  • Tecrübe olunmuş, denenmiş. (Farsça)

babilik / bâbîlik

  • On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında İran'da el-Bâb Ali Muhammed isminde bir acem tarafından ortaya çıkarılan bozuk yol. Kendisinin Mehdî olduğunu iddiâ eden, beklenen imâma açılan bir bâb (kapı) olduğunu söyleyen Ali Muhammed'e el-Bab, onun yoluna da Bâbîlik denildi. Daha sonra Behâîlik adıyla de

bad-per

  • Kağıttan yapılmış olan uçurtma. (Farsça)
  • Hodbin, kendini beğenen ve öven kimse. (Farsça)
  • Kamçı topacı. (Farsça)

badire

  • Birdenbire meydana gelen hâl. Felâket. Musibet.
  • Kabahat.
  • Birden, zahmetsizce söylenen söz.
  • Kılıcın, namlunun veya her çeşit nebatın ucu.
  • Zor geçit.

balast

  • ing. Demir yollarında traverslerin altına; şoselerde ise düzeltilmiş toprak üzerine döşenen taş parçaları.

bargah-ı rahmet / bârgâh-ı rahmet

  • Merhamet ve şefkat dilenen yüce makam.

bedel-i müsemma

  • Huk: Akidde belirlenen bedel.

bedpesend

  • Kötülüğü beğenen, kötülüğü öven, medheden. (Farsça)
  • Güç beğenir, müşkülpesend. (Farsça)

belediye

  • Bir şehir veya kasabanın temizliği, bayındırlığı ve nizamiyle ilgilenen daire.

bengere

  • Çocukları uyutmak için, çocuğu uyutan kişi tarafından söylenen ninni. (Farsça)

besere-i habise

  • Çıktığı yeri kangren eden ve adına da kara kabarcık denen öldürücü bir hastalık.

beti'

  • Eğlenici, eğlenen.

beyyinen

  • Vâzıhan, aşikâr olarak, alenen, açık olarak.

bezirgan

  • (Bâzâr-gân) Tacir, tüccar, alışveriş eden esnaf. Efendi ve ağa yerine Yahudiler için söylenen ünvandır. (Farsça)

bezle

  • Lâtife, hoşa giden kibar ve nâzik söz. Şaka tarzında söylenen söz. (Farsça)
  • Ahenk ile okunan şiir. (Farsça)

biat

  • Bağlılığını, itimadını bildirmek. Birisinin hakemliğini veya hükümdarlığını kabul etmek. El tutarak bağlılığını alenen izhar etmek. Bağlılığını tazelemek.
  • Rey vermek.

bikr-i fikir

  • İlk olarak söylenen fikir. (Farsça)

bolis çukuru

  • Kendini beğenenlerin, kibirlilerin, büyüklük taslayanların, Cehennem'de şiddetli azâba uğrayacakları yer.

bolşevik / بُولْشَوِيكْ

  • Çoğunluktan yana anlamına gelen Rusça kelime, 1903 yılında düzenlenen Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi'nin İkinci Kongresi'nde Vladimir Lenin ve Julius Martov arasında yeni kurulmakta olan partinin üyelik tanımı üzerine başlayan görüş ayrılığı sonucu yaşanan ayrışmadaki taraflardan Lenin yanlısı grup.

bolşeviklik

  • Bolşevik, çoğunluktan yana anlamına gelen Rusça kelime, 1903 yılında düzenlenen Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi'nin İkinci Kongresi'nde Vladimir Lenin ve Julius Martov arasında yeni kurulmakta olan partinin üyelik tanımı üzerine başlayan görüş ayrılığı sonucu yaşanan ayrışmadaki taraflardan Lenin yanlısı grup. Kongrede Lenin yanlıları çoğunlukta olduğu için Rusça çoğunluk anlamına gelen Bolşevik olarak, azınlıktaki Martov yanlıları da Menşevik olarak adlandırılacaktır.

    Kongreden sonra iki taraf arasında birleşme girişimleri olsa da birleşme gerçekleşmeyecek ve 1912 yılında kesin ayrım yaşanacaktır. Bolşevikler Ekim Devrimi ile iktidarı alacaklar ve Sovyetler Birliği'ni kuracaklardır.


bugas

  • Leşle beslenen kuşlar, leş yiyen kuşlar.

bügye

  • İstenen ve kasdedilen şey.

büruk

  • Un helvası, undan yapılan bir nevi helva.
  • Büyük oğlu varken evlenen kadın.
  • Deve çökmek (mânâsına mastardır.)

cahiyen

  • Aşikâr olarak, alenen.

caşiriyye

  • Kuşluk vakti yenen yemek. Kuşluk yemeği.

cay-mend

  • Yerinden kalkmayan, üşenen, tenbel. Rahatını bozmayan. (Farsça)

çeç

  • Hububat elenen kalbur. (Farsça)
  • Harman savurmakta kullanılan yaba. (Farsça)

cedidan

  • Gece ile gündüz.
  • Yenilenen iki şey. Yenilenenler.

cehennem-i cismani / cehennem-i cismanî

  • Cismen, bedenen yaşanacak olan cehennem azabı.

cehir

  • (Cehr. den) (Çoğulu: Cüherâ) Yüksek sesle, bağırarak ve açık olarak söylenen.
  • Güzel, dikkate değer.

cehren

  • Açıktan, alenen.

cemal

  • Yüz güzelliği. Fertteki güzellik.
  • Cenâb-ı Hakk'ın lütuf ve ihsânı ile tecellisi.
  • Hak ile söylenen doğru söz.
  • Hüsün.

cemre

  • (Çoğulu: Cimâr) Şiddetli karanlık.
  • Ateşli kömür parçası, kor.
  • İlkbaharda suya, yere, havaya düştüğü söylenen sıcaklık.
  • Hacıların Mina Vâdisinde şeytan taşlamaları.

ceraim-i müştereke

  • Müşterek işlenen suçlar. Ortak kabahatlar.

cergand

  • Bumbar dolması denen bir yemek çeşiti. (Farsça)
  • Işık. Işık konacak yer. (Farsça)

cevab-ı red

  • Red cevâbı verip kabul etmemek. Reddetmek. Kabul etmemek yolunda söylenen söz.

cevher-i ruh / جَوْهَرِ رُوحْ

  • Ruh denen öz.

cihar

  • (Cehr. den) Sesle, sadâ ile ve alenen söyleme ve okuma.

ciharen

  • (Cehr. den) Alenen, açık olarak.

cinayet-i amme / cinayet-i âmme

  • Umuma karşı işlenen cinayet.

cismen / جسما

  • Bedenen. (Arapça)

çömez

  • Medresede talebeye ve müderrise hizmet ederek ilim öğrenen kimse. Talebe yamağı.

cühera

  • (Tekili: Câhir) Yüksek sesle açık olarak söylenenler.

dabbe / dâbbe

  • Yürüyen mahluk. Debelenen.

dagbus

  • (Çoğulu: Dagabis) Küçük hıyar.
  • Sirkeyle ve zeytin yağıyla yenen bir ot.

dal

  • "Yaban sediri" denen bir ot.

dall-i bi-l fehva / dâll-i bi-l fehvâ

  • (Dâllibilfehvâ) Fık: Söylenen sözün veya ifâdelerin hülâsasından çıkan mânaya göre delil ve işaret olmak.

dantela

  • Tentene. Her nevi iplikle örülen, bir kumaşın kenarına işlenen türlü biçimde ince örgü, dantel. (Fransızca)

darb-ı mesel

  • Misâl olarak söylenen meşhur söz. Bir hâdiseye binaen söylenen hikmetli söz. Ata sözü.

darıt

  • Yellenen, yellenici.

delil-i ihtirai / delil-i ihtirâî

  • Kâinatta her bir varlığın kendinden beklenen neticeleri yerine getirebilecek şekilde kabiliyetlerine göre en üst derecede yoktan yaratılması.

dendene

  • Mırıltı, homurdanma. Ağır ağır, dudak kıpırtısıyla, yavaş yavaş söylenen söz. (Farsça)

dermeyan edilen

  • İleri sürülen, anlatılan, söylenen.

destur

  • İzin, müsaade. Şerlilerden kurtulmak için söylenen söz. (Farsça)
  • Allah'ın inayeti. (Farsça)

difla

  • Ağu ağacı denen ve çok acı olan nesne.

dıhrıs

  • (Çoğulu: Dehâris) Terzilerin kullandığı tiriz denen cisim.

direm

  • (Dirhem) Eskiden kullanılan bir ağırlık ölçüsü. Şimdiki üç gram ağırlık. Okka denen eski ağırlık ölçüsünün (1/400) kadarıdır. Şer'an, orta büyüklükte yetmiş tane arpa ağırlığı. (Farsça)
  • Eskiden kullanılan ve beş kuruş değerindeki gümüş para. Akça. (Farsça)

dübb-ü asgar

  • Küçük ayı denen ve Kutup yıldızı etrafında devreden yedi tanelik yıldız kümesi.

ebu türab / ebû türâb

  • Peygamber efendimizin amcasının oğlu, dâmâdı, Cennet'le müjdelenen on kişinin ve dört büyük halîfenin dördüncüsü, Allahü teâlânın arslanı hazret-i Ali'nin "Toprağın babası" mânâsına gelen lakabı.

edevat

  • (Tekili: Edat) Aletler. Takımlar, parçalar.
  • Gr. Fiil veya isimlere eklenen küçük kelime veya harfler. Edatlar.

efnan

  • (Tekili: Fen) Neviler, çeşitler.
  • (Fenen. den) İnce dallar.
  • Üslublar, şubeler.

efza

  • (Sonlarına eklenen kelimelere) Artıran, çoğaltan mânasını verir. Meselâ: Hayret-efzâ : Hayret verici, hayret artıran. (Farsça)

ehadis-i nebeviye / ehâdîs-i nebeviye

  • Hz. Peygamber tarafından söylenen sözler.

ehl-i islam / ehl-i islâm

  • Müslümanlar. Peygamber efendimizin bildirdiklerinin hepsini beğenen, kalbiyle inanıp, diliyle söyleyen müslüman.

ehl-i medrese

  • Medresede ilim öğrenen ve öğretenler.

ehl-i mektep

  • Okulda ilim öğrenen ve öğretenler.

ehl-i tarikat ve velayet / ehl-i tarîkat ve velâyet

  • Tarikata mensup olanlar, tasavvufla ilgilenenler ve Allah dostları, velîler.

ehl-i zevk

  • Zevklenenler, lezzet alanlar.
  • Tas: Cenab-ı Hakk'a yakınlıkla, kurbiyetle veya uyanık kalble iman ve Kur'an hakikatlarından zevk alanlar.

el-hannas / el-hannâs

  • Fırsatını bulamayınca gizlenen, bulunca vesvese vermek için gelen sinsi şeytan.

elkab

  • (Tekili: Lakab) Lakablar, namlar. Rütbe ve makam sahiblerinin derecelerine göre söylenen ve çok zaman hürmet ifâde eden isimler.

elsine-i terkibiye

  • Birbirine eklenen kelimelerle konuşulan diller. Terkibli ifâdesi çok olan, Arabçaya uymayan lisanların hususiyeti. (Arabî Lisanına "Tasrifî" denilir. Çünkü aynı kökten kelimeler rahatlıkla yapılmaktadır. Arabçaya bu hususta yetişen başka bir lisan yoktur.)

elveda

  • Allah'a emânet olun. Allah'a ısmarladık (yerine söylenen bir ta'birdir).

emin

  • Kalbinde korku ve endişesi olmayıp rahatta olan. Korkusuz.
  • Kendisinden korkulmayan.
  • Kendine inanılan. İtimat edilen.
  • İnanan, güvenen.
  • Çok iyi bilen, şüphe etmeyen.

emma ba'd / emmâ ba'd

  • Bundan sonra, asıl meseleye gelince mânâsında; söz başı, besmele, hamdele ve duadan sonra söylenen söz, fasl-ı hitâb (söze başlama).

emr

  • Buyruk; emredenin, emrolunandan bir işin yapılmasını istemesi veya bu sûretle yapılması istenen şey.
  • İş.

Emzik / Bibs / Kidful

  • About Page template By Adobe Dreamweaver CC
    sample

    Bibs Kauçuk Emzik


    Söz konusu emzik olunca, BIBS Colour gerçek bir klasik. Yaklaşık 40 yıldır Danimarka'da tasarlanıp üretilen BIBS Colour emzikler, %100 doğal kauçuk ucuyla, hava akışı sağlayan delikleri ve cilt tahrişini önlemek için geliştirilen hafif eğimli yapısı ile gerçek bir efsane! BIBS Colour, yuvarlak ve yumuşak kauçuk uç kısmı ile anne memesine en yakın forma sahip olduğundan, çocuklar tarafından kolay kabul ediliyor. Anne memesini taklit ederek, emiş sırasında hava akışı sağlıyor. Ultra hafif ve sağlam yapısı ile bebeğinizi yormuyor. BPA, PVC ve phthalates gibi zararlı maddeler içermiyor ve dünyaca geçerli EN 1400 standardına göre üretiliyor. Hiçbir emzik markasında göremeyeceğiniz kadar fazla renk çeşitine sahip olan BIBS Colour, klasikleşen zamansız tasarımı ve elegant duruşu ile tasarım ve işlevselliği birleştiriyor. BIBS Colour, bir emzikten beklenen tüm detaylara sahip olmasının yanısıra; bir emzikten beklenmeyen güzellikte tasarımı ile, tüm dünyada hem anneleri hem çocukları kendine hayran bırakıyor…

    https://www.kidnkind.com/bibs

sample

Kidful Bitkisel Boyalı Emzik Askısı


KIDFUL Emzik Askıları, çocuk ürünlerinde kullanıma uygun olan, en kaliteli %100 gerçek deriler kullanılarak EN 12586 standartlarına göre üretilir. KIDFUL'un organik serisinde kullanılan boyalar tamamen bitkiseldir ve kimyasal madde içermez. KIDFUL'un özel olarak üretilen metal klipsi kurşun ve krom içermez. Metal klipsin kıyafetlere zarar vermemesi için, klips içerisinde plastik aparatı bulunur. KIDFUL emzik askısını, güçlü lastik ve güçlü bağlantı yapısı ile, uzun seneler yıpranma sorunu yaşamadan kullanabilirsiniz...
https://www.kidnkind.com/kidful


Kidnkind Emzik Anne Bebek ve Tekstil Ürünleri Ticaret Limited Şirketi


Web sitesi :www.kidnkind.com

Telefon : 0(216) 606 21 06

(www.kidnkind.com)

ene'l-hakk

  • "Ben hakkım" anlamına gelen ve ilk defa Hallac-ı Mansûr tarafından söylenen söz.

enyab

  • Çenenin yan tarafındaki kesici veya azı dişleri.

erzen

  • Kendisinden sopa ve baston yapılan bir cins sağlam ağaç.
  • Şam darısı denen beyaz ve iri cins darı.

esrar-keş

  • Esrar denen zehiri kullanan kimse. Esrar içen. (Farsça)

esuf / esûf

  • Fazlaca eseflenen, pek üzülen, çok kederlenen, çok fazla acıyan, yufka yürekli.

fahir

  • (Fâhire) İftihar eden. Kendi amelini ve kendini beğenen. Övünen.
  • Şa'şaalı. Ağır. Parlak. Şanlı.
  • Büyük ve iyi nesne.
  • Koruğu büyük çekirdeksiz hurma.
  • Memeleri büyük deve.

faraziye

  • (Hipotez) Var sayma, kabul. Bir hâdiseyi, bir olayı açıklamak, bir düşünceyi isbat etmek için isbatı yapılmamış başka düşünceleri dayanak olarak alma. Müsbet ilimlerde araştırmanın bir merhalesini meydana getirir. İncelenen hâdiseyi açıklaması muhtemel olan faraziyeler düşünülür. Faraziyenin doğrulu

fasid daire / fâsid daire

  • Man: A yı B ile, B yi A ile ispat etmek. Bir düşünceyi isbat etmek için isbat edilmemiş başka bir düşünceyi delil olarak kullanmak ve bunu da isbat için isbatı istenen ilk düşünceyi doğru sayıp buna delil diye kullanmak. Yani isbat edilen ile isbat edeni birbirine delil saymak olup isabetsizdir.

fehur

  • Fahirlenen, övünen.
  • Nazlanan.
  • Büyük nesne.
  • Büyük deve.

fenik / fenîk

  • İki çenenin bitiştiği yer.
  • İki uyluğun bitiştiği yer.

ferman-dih

  • Hükmü geçen, verdiği emri dinlenen. (Farsça)

fevkalme'mul

  • Umulmadık bir şekilde, beklenenin üstünde.

fihhir / fihhîr

  • Çok gururlanıp fahirlenen kimse.

firavunluk

  • Firavun gibi kendini beğenen, kendini üstün gören.

fünun-u tabiiye

  • Tabiatın dış görünüşüyle ilgilenen ilim dalları.

füşürde

  • Direnen, inad eden, ısrar eden. (Farsça)

fuzuli / fuzulî

  • Fazladan olup boşu boşuna söylenen söz. İşe yaramayan. Boşu boşuna.
  • Boşboğaz. Ahmak. Vazifesinden hariç lüzumsuz şeye teşebbüs eden.
  • Haksız olarak fiile çıkarılan iş.
  • Fık: Şer'î izin olmadığı halde diğer bir kimsenin hakkında tasarruf eden kimse.
  • Büyük bir şâi

galib / gâlib

  • Üstün. Yenen. Mağlub eden. Ekser.
  • Galip, üstün, yenen.

galtan

  • Yuvarlanan, tekerlenen. (Farsça)

gamm-har

  • Kederlenen, hüzünlenen, tasalanan. (Farsça)

gasil-ül melaike / gasîl-ül melâike

  • Melekler tarafından yıkanan; Eshâb-ı kirâmdan Uhud harbinde şehîd olan ve cenâzesini meleklerin yıkadığı Peygamber efendimiz tarafından müjdelenen Eshâb-ı kirâmdan Hanzala hazretleri. (Âdem aleyhisselâmı da melekler yıkamıştır.)

gaye

  • Erişilmek istenen sonuç.

gaye-i hayal

  • Hayalde tasavvur edilen ve ona varılması istenen gaye ve maksat. İdeal.

gaye-i maksat

  • Ulaşılmak istenen gaye, hedef.

gayetü'l-gaye / gâyetü'l-gâye

  • En son derecede, hedeflenen son amaç.

ged

  • (Gedbe) Yoksul, dilenci, fakir, dilenen. (Farsça)
  • Dilencilik. (Farsça)

germ

  • Sıcak. Kızgın. (Farsça)
  • Çabuk öfkelenen. (Farsça)
  • Gayretli, hamiyetli. Tez meşreb. (Farsça)

gıbta-keş

  • İmrenen, gıpta eden. (Farsça)

gıda

  • Besleyici madde. Vücuda lâzım olan yenecek ve içilecek şeyler.
  • Kuşluk vakti yenen yemek.
  • Zihni ve kalbi olgunlaştıracak Kur'an ve iman ilmi ve Allah'a ibadet ve taat.

girih-küşa

  • Düğüm açan, bağı çözen. (Farsça)
  • Mc: Müşkülâtları yenen, zorlukları halleden. (Farsça)

güfte

  • Her hangi bir makama göre bestelenen manzume.
  • Farsça "söylemek" demek olan "güften" mastarından gelen bu tabirin mânası, söylenmiş söz demektir.

gülbank

  • Toplulukça söylenen dua ve tekbir.
  • (Gülbang) Bir cemaat tarafından birlikte söylenen duâ, ilâhi, tekbir. (Farsça)

güriz

  • Kaçma. (Farsça)
  • Kaçan. (Farsça)
  • Edb: Kasidelerde mevzuya girmeden evvel söylenen beyit. (Farsça)

hacc-ı asgar

  • Ömre. Hac zamânı olan beş günden (Arefe günü ile dört bayram günlerinden) başka senenin her günü ihrâm (dikişsiz elbise) ile Mekke'ye gelip, Kâbe'yi tavâf (etrâfında yedi kere dolaşmak), sa'y yapmak (Safâ ve Merve tepeleri arasında gidip gelmek) ve traş olmak.

hadaic

  • (Tekili: Hidâce) Deveye yüklenen yükler.

hadd-i şer'i / hadd-i şer'î

  • İşlenen suçlar için İslâmiyette miktarı kesin olarak bildirilen ceza.

hafif necaset / hafif necâset

  • Eti yenen dört ayaklı hayvanların bevli (idrarı) ve eti yenmeyen kuşların pisliği.

hafıza-pira / hâfıza-pirâ

  • Hafızayı süsleyen. (Farsça)
  • Uğur sayılarak ezberlenen şey. (Farsça)

hakikat / hakîkat

  • Bir şeyin aslı, mahiyeti.
  • Gerçek, doğru.
  • Sadakat kadirbilirlik. Sözlük anlamıyla söylenen söz.

hakikat-i hal

  • Bir durumun ardında gizlenen gerçek.

hallakıyet-i umumiye / hallâkıyet-i umumîye

  • Bütün varlıklar âleminde gözlemlenen Allah'ın yaratıcılık özelliği.

hallal-ı müşkilat / hallâl-ı müşkilât

  • Zorlukları yenen, müşkülâtı halleden kimse.

hallal-ül ukad / hallâl-ül ukad

  • Düğümleri çözen.
  • Mc: Zorlukları yenen.

halvet-i mergube

  • Çok istenen, rağbet edilen yalnızlık hali.

hamele

  • Taşıyanlar, yüklenenler.
  • Taşıyanlar, yüklenenler, kaldıranlar.

hamele-i mümtesil

  • Aldığı emri imtisal edip yüklenen, mes'uliyeti üzerine alan.

hamil / hâmil

  • Yüklenen.

hamleden

  • Yüklenen, taşıyan.

hamsin / hamsîn

  • Elli.
  • Erbaîn denen kırk günlük kara kıştan sonra gelen elli günlük kış.

han

  • Hükümdar. Eski Türklerde Hakan da denen devlet reisi. (Farsça)

hane-gi / hane-gî

  • Evcil, evde beslenen. Evde bulunanlardan, evdekilerden. (Farsça)

hanifen müslimen / hanîfen müslimen

  • Allah'ı bir olarak tanıyan dosdoğru bir Müslüman (Kur'ân-ı Kerimde Hz. İbrahim için söylenen bir ibare).

hardal

  • Çok küçük tohumları olan ve yaprakları yenen bir nebat ismi. Döğülerek macun haline getirilir ve sofrada iştah açmak için kullanılır.

harf-i nida' / harf-i nidâ'

  • Ya, ey, â gibi harflerle çağırılanın ismine eklenen harf. Ünlem.

hasenat / hasenât

  • Allahü teâlânın beğendiği işler, iyilikler. Hasenenin çokluk şekli.

hasife / hasîfe

  • Gizlenen kin, hased ve düşmanlık.

hatib-i umumi / hatîb-i umumî

  • Genele hitap eden, seslenen hatip.

hatun-u kıyamet / hâtun-u kıyamet

  • Hz. Peygamberimizin (A.S.M.) kızı Hz. Fatıma'ya mecaz yoluyla söylenen bir tabirdir.

havaşi

  • (Tekili: Hâşiye) Bir yazının kenarına eklenen not veya açıklamalar. Hâşiyeler, derkenarlar.
  • Maiyet adamları.

havelan-ül havl

  • Senenin geçmesi. Senenin değişmesi.

havernak

  • Irak'ta bulunan Numân-ı Ekber denen biri tarafından binâ edilmiş olan bir köşk.

hayyakallah / hayyâkallah

  • Allah seni yaşatsın. Allah ömrünü uzun etsin, meâlinde ve dua makamında söylenen bir tâbirdir.

hayyeales-salah-hayyealel-felah / hayyeales-salâh-hayyealel-felâh

  • Ezân ve ikâmet okunurken söylenen "Haydin namaza" ve "Haydin kurtuluşa" mânâsına mü'minleri kurtuluşa, seâdete sebeb olan namaza çağıran iki mübârek söz.

hayz

  • (Çoğulu: Hiyaz) Kadınlara mahsus aybaşı. Kadının âdet hâli. Böyle bir kadına hayize denir. (Kadını döl yatağı denen rahminden, bir hastalık veya çocuk doğurma sebebi olmaksızın, muayyen müddetlerde kan gelmesine o kadının "aybaşısı" denir. Buna ve kan geldiği müddete de hayız müddeti denir. İslâmiye

hazm

  • Midedeki yenen şeyleri eritmek, sindirmek. Vücuda yarayacak hale getirmek.
  • Birisine ansızın hücum etmek.
  • Ansızın bir şey üzerine inmek.
  • Birisinin hakkını, malını gasb ile alıp zulmeylemek.
  • Münasebetsiz bir hale, güce gidecek bir vaziyete düşenin kendi nefsini

hecv

  • (Hicv) Medh ü senânın zıddı. Kötüleme. Birisi hakkında kötülemek için söylenen söz veya manzume.

hedef

  • Nişan noktası.
  • Emel. Varılmak istenen gaye.
  • Yüksek, bülend.
  • İri vücudlu adam.
  • Bir işe yaramayan, tembel ve uykucu olan.

hedef-i maksad

  • Varılmak istenen maksat.

helesaya çıkmak

  • Eskiden ramazanlarda iftardan sonra para toplamak için çocuklar tarafından teşkil edilen çalgılı heyetlere katılanlar tarafından nakarat makamında söylenen bir tabirdir. Dilenciliğin kibarcalarından sayılır.

helümme cerra

  • (Helümme cerren) "Var kıyas eyle... Çek beri getir." gibi kinâye için söylenen bir tabirdir.

hem-aramiş

  • Birlikte dinlenen, beraber istirahat eden. (Farsça)

hem-riş

  • Bacanak. İki kızkardeşle evlenen erkekler. (Farsça)

hemec

  • Kıymetsiz, değersiz.
  • Şaşkın.
  • Övez (denen at sineği).

hevatif / hevâtif

  • Seslenen görünmez cinler.

heyamola

  • Eskiden ramazanlarda para toplamak gayesiyle mahalle çocukları tarafından teşkil edilen bir nevi dilenci alaylarında söylenen bir tâbirdir.
  • Eskiden gemiciler gemi demirini çekerken veyahut bir amele inşaatta ağır bir şey kaldırırken yahut da şahmerdanı yukarı çekerken kuvvetbirliğini

hicret

  • Bir yerden bir yere göç etmek. Kendi memleketini bırakıp başka memlekete taşınmak.
  • Hz. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın Mekke'den Medine'ye hicret etmesi. İslâmiyetin ilk zuhurunda, şeref ve izzetleri zedelenen Mekke'deki putperest müşrikler daima Hz. Peygamber'e su-i kastlar tert

hicri kameri sene / hicrî kamerî sene

  • Resûlullah efendimizin hicret ettiği senenin 1 Muharrem gününü (Mîlâdî 16 Temmuz 622 Cumâ gününü) başlangıç olarak alan ve ayın dünyâ etrâfında on iki defâ dönmesini (354-367 güneş günü) bir yıl kabûl eden takvim senesi. Muharremin birinci günü, hicrî kamerî yılbaşıdır.

hicri kameri takvim / hicrî kamerî takvim

  • Peygamber efendimizin Medîne'ye hicret ettiği senenin Muharrem ayının birinci gününü başlangıç olarak alan ve gökteki ayın, dünyâ etrâfında on iki defâ dönmesiyle bir yılı tamamlayan takvim.

hid'

  • Koyunlar ürküp dağıldıklarında, onları durdurmak için söylenen bir kelimedir.

hidace

  • (Çoğulu: Hadâic) Devenin sırtına yüklenen yük.

hilaf-ı memul / hilâf-ı memul

  • Beklenenin aksine.

hınziz / hınzîz

  • (Çoğulu: Hanâzız) Enenmemiş veya enenmiş erkek davar.

hirba

  • Bukalemun denen bir hayvan.
  • Mc: Devamlı fikir değiştiren kimse.

hisseyab

  • Hisselenen. Faydalanan. Hisse alan. (Farsça)

hitabiyyat

  • Hitabolunarak söylenen sözler.

hod-pesend

  • Kendini beğenen.

hodfikir

  • Kendi fikrini beğenen.

hodperest

  • Mağrur. Kendini çok beğenen. Kibirli. (Farsça)
  • Kendini çok beğenen, kendine tapan.

hodpesend

  • Kendini beğenen.
  • Kendini beğenen.
  • Kendini beğenen. Mağrur. (Farsça)

hodpesent

  • Kendini beğenen.

hodri meydan

  • "Kendine güvenen meydana çıksın!" mânâsında meydan okuma, kafa tutma.

hums

  • Beşte bir; ganîmetten, mâdenlerden ve bulunan defînelerden beytülmâl denen devlet hazînesine ayrılan beşte bir hisse.

hüsn-ü ta'lil

  • Edb: Herhangi bir hâdisenin hakiki sebebini saklayarak, güzel ve hayalî bir sebep göstermeye hüsn-ü ta'lil denir. Bu gösterilen sebep hakiki olmamalı, fakat güzel olmalıdır.Bağ-ı âlemde yüzün menendi bir gül isteyüp.Cüst ü cu idüp gezer gülzarı bülbül şah şah. (Fatih Sultan Mehmed)Bülbülün, gül bahç

husul-ü maksud

  • İstenen şeyin gerçekleşmesi.

i'tiraziye

  • İtiraza, kabul etmediğine dair yazı.
  • Edb: Cümlenin esasından olmayıp yalnız bir husus hakkında söylenen ibare.

iane

  • Yardım. İmdat. Yardım için istenen, toplanan şey.

icab / îcâb

  • Lâzım. Gerekli. Lüzum. Sebeb olmak.
  • Ist: Akitlerde ilk söylenen söz. Bir mal sahibinin müşteriye karşı, "Bu malımı sana şu kadar paraya sattım" demesidir. Müşterinin de kabul etmesine dair olan sözüne "kabul" denir. Şer'i ıstılahta buna "icâb ve kabul" denir.
  • İhtiyaç.
  • Teklif, bir sözleşme için alıcı veya satıcı tarafından ilk söylenen söz.

idam

  • Katık. Ekmekle beraber yenen şey.

iftar

  • Oruç açmak. Oruç açılırken yenen yemek. (Zıddı: İmsak)

iftihariyyat

  • İftihar yoluyla söylenen sözler.

iğdiş

  • Burulmuş, enenmiş hayvan. Erkeklik bezleri (hayaları) çıkarılmış at. Melez. (Farsça)

igfaliyyat

  • Yanıltıp aldatmak için söylenen sözler.

igrakiyyat

  • Aşırı büyültmelerle ve mübâlâğalarla söylenen sözler.

ihtital

  • Gizli söylenen sözü dinleme. Kulak kabartma.

ilave

  • (Çoğulu: İlâvât) Katma, ek yapma, arttırma, zam.
  • Bir kitabın sonuna gerek yazarı ve gerek başkası tarafından sonradan eklenen kısım. Zeyil.
  • Bir gazetenin çıkardığı sayıdan başka ona ek olarak ve ayrıca çıkardığı sayı.
  • İmzadan sonra mektubun altına yazılan şey.

ilhak edilen

  • Eklenen.

ılk

  • Sakız.
  • Ağızda çiğnenen şey.

ilzamiyat

  • Bir kimseyi ilzam edip susturmak için söylenen sözler.

imaret kemeri

  • Eskiden medresenin en güçlü, kuvvetli, kıdemli ve sözü dinlenen talebesi hakkında kullanılır bir tabirdi. Ayrıca bu tabir, medrese talebelerinden iaşe işlerine bakmak üzere bir sene müddetle seçilenler hakkında da kullanılırdı. Bunlar, bellerine kemer taktıkları için bu isim verilmişti.

imsak

  • Kendini tutmak. Bir şeyden el çekme.
  • Oruca başlama zamanı.
  • Hapsetmek.
  • Şer'an müftirat denen şeylerden (orucu bozan şeylerden) nefsi hakikaten veya hükmen men' etmek.
  • Yemez içmez adamın hâli. Cimrilik, hasislik, pintilik.

imtihan-ı beşer

  • İnsanlığın denenmesi, sınavı.

inşaallah / inşâallah

  • Her zaman Allahü teâlânın adını anmağa alışmak ve Allahü teâlâ dilerse olur mânâsına bütün işlerini Allahü teâlânın dilemesine havâle etmek için söylenen söz.

intikam

  • Öc alma.
  • Allahü teâlânın; zâlim, inadcı ve kibirli (büyüklenen) kimseleri şiddetli bir azâb ile cezâlandırması.

intizar edilen

  • Beklenen.

irade edilen

  • Dilenen, istenilen.

irticaliyyat

  • Düşünmeden, içinden doğarak söylenen sözler.

irtidatkar / irtidatkâr

  • İnkâr eden, kabul etmemekte direnen.

işaret-i azime-i semaviye / işaret-i azîme-i semâviye

  • Göklerde sergilenen büyük işaretler.

işlek

  • t. Çok işler, fazlaca işlenen.
  • Tecrübeli, idmanlı, alışık.

istidradi / istidrâdî

  • Başka konu anlatılırken arada söylenen söz.

istihsan edici

  • Beğenen, güzel bulan.

istihsancı

  • Güzel bulan, beğenen.

ıstılah / ıstılâh

  • Kelimeye yüklenen özel anlam.

istisal

  • (Asl. dan) Kökten koparıp çıkarmak.
  • Tıb: Bedenden kesilmesi veya koparılması istenen bir parçayı, uru kökünden koparmak.

istitradiyat

  • (Tekili: İstitrad) İstitrad şeklinde söylenen sözler.

itimad eden

  • Güvenen.

ittihaz eden / ittihâz eden

  • Edinen, kabullenen.

izdicar

  • Nasihatı dinleyip kabul etme. Söylenen sözü dinleyip tutma.

izhar olunan

  • Gösterilen, sergilenen.

kabisa

  • Parmak ucuyla yenen şey.

kaddesallahü teala esrarehümül'aziz / kaddesallâhü teâlâ esrârehümül'azîz

  • Daha çok tasavvuf büyüklerinin, evliyâ zâtların isimleri anılınca ve yazılınca söylenen veya yazılan Allahü teâlâ onların kıymetli sırlarını temiz, mübârek eylesin mânâsına duâ ve saygı ifâdesi. Bir kişi için Kaddesallahü sırrehü; iki kişi için Kadde sallahü sırrehümâ denir.

kahin / kâhin

  • Karışık ve tahmini sözlerle gaibden haber verdiği söylenen kimse. Haberci. Falcı.
  • Âlim.

kahir

  • (A, uzun okunur) Üstün gelen. Yenen. Galip gelen.
  • Zorlayan. Mecbur eden.

kainat-ı müteceddide / kâinat-ı müteceddide

  • Devamlı yenilenen kâinat, evren.

kalantor

  • Zenginliğini göstermeye özenen kellifelli ve şişman adam.

kalıb

  • (Ka, uzun okunur) Hususi bir biçim, bir şekil alması istenen bazı şeylerin konmasına mahsus araç. (Buz kalıbı, çizme kalıbı gibi)
  • Hususi surette dökülmesi istenen şeylere mahsus zarf.
  • Beden, vücut, gövde.
  • Şekil ve suret nümunesi, örnek.
  • Bir kalıba dökülmüş vey

kalıb-ı ilmi / kalıb-ı ilmî

  • İlim yoluyla belirlenen kalıp.

kalkale

  • Üzerinde durulduğunda hafifçe tekrar söylenen harfler.

kanun-u adalet ve tedip

  • Adaleti sağlama ve suçluları cezalandırmaya yönelik düzenlenen kanun.

kar haddi / kâr haddi

  • Bir malı satarken, alış fiyatına veya mâliyeti üzerine eklenen fazlalığa, kâra konulan sınır.

kararyab

  • Karar bulan. (Farsça)
  • Bir yerde oturup dinlenen. (Farsça)

kaşem

  • Yetişmeden yenen beyaz hurma koruğu.

kasıf

  • Kasırga. Rastladığı şeyi kıran şiddetli rüzgâr.
  • Şiddetle seslenen. Çok gürleyen.

kavaid-i ehl-i sünnet / kavâid-i ehl-i sünnet

  • Hz. Muhammed'in sünnetine uyan, onun yolundan giden büyük Müslüman topluluğu tarafından belirlenen kurallar.

kazım / kâzım

  • Öfkesini yenen, meydana vurmayan.
  • Öfkesini yenen.

kazımin-el gayz / kâzımîn-el gayz

  • Öfkesini yenenler.

kazımun / kâzımûn

  • Öfkesini yenenler. Hırsını yenenler.

kefaet

  • Denklik. Denk olmak. Beraberlik. Bir şeye yeterlik. Küfüv oluş.
  • Fık: Evlenen erkeğin, alacağı kadına neseb, diyanet, hürriyet ve mal hususlarında müsâvi ve daha üstün olması hususu. (Bunun en mühimmi de diyânet noktasındadır.)

kefaret-keffaret

  • İşlenen bir günaha, bir yeminin bozulmasına karşılık verilen sadaka.

keffaret / keffâret

  • İşlenen bir hata veya günahın bağışlanmasına vesile olması için verilen sadaka veya tutulan oruç, karşılık.

kefil / kefîl

  • Başkasına âit bir işi veya borcu üzerine alan, sorumluluğunu yüklenen kimse. Kefîle, dâmin de denir.

kelim / kelîm

  • Kendisine söz söylenen.

kelime-i mi'raciye

  • Mi'racta söylenen söz.

kerremallahu vechehu

  • "Allah yüzünü ak etsin" anlamında Hz. Ali için söylenen bir ifade.

kerremallahü vechehü

  • "Allah yüzünü şerefli, şerefini yüksek kılsın" anlamında Hz. Ali için söylenen bir ifade.

kezim / kezîm

  • Öfke ve kızgınlığını yenen.

kibrit-i ahmer

  • Kırmızı kibrit.
  • Cisimleri altun hâline koyacak derecede te'sirli olduğu söylenen şey. İksir.
  • Tas: Mürşid. Kıymeti çok yüksek olan.

kine

  • Kin, garaz. Kalbde beslenen düşmanlık. (Farsça)

kısas / kısâs

  • İşlenen bir suçun cezası.
  • İşlenen suçun, yapılan kötülüğün aynısını suçluya tatbîk ederek cezâlandırma, öldüreni öldürme, yaralıyanı yaralama, bir uzvu kesenin uzvunu kesme cezâsı.

kıstas

  • Mizan, ölçü. Büyük terazi. Kıyamet günündeki büyük terazi.
  • Mânevi değer ve kıymet ölçüsü.
  • En doğru tartan.
  • Taksit. Taksit ile ödenen şey.

konsolit

  • (Konsolide) Ana sermayenin ödeme tarihi belli olmayan ve yalnız faizi ödenen devlet tahvili. (Fransızca)

kozmoğrafyacı

  • Gök bilimiyle ilgilenen kimse.

kubbe-nişin

  • İstanbulda Topkapı Sarayı'nda Kubbealtı denen yerde toplanan kabine üyeleri denebilecek toplantıya katılan vezirlerin herbiri. (Farsça)

kuddise sirruh

  • Daha çok Allahü teâlânın sevdiği kullar olan evliyâdan birinin ismi anılınca veya yazılınca, onun sırrı (içi) temiz ve mübârek olsun mânâsına söylenen veya yazılan duâ, hürmet ve saygı ifâdesi. İki kişi için "Kuddise Sirruhümâ" ikiden çok için "Kuddi se sirruhüm" denir.

kuf

  • Baykuş denen bir kuş cinsi. (Farsça)

künnes

  • (Tekili: Kânis) Yuvasında ve yatağında olan geyikler.
  • Gündüzün gizlenen, gece görünen seyyar yıldızlar.

kut'ül amare / kut-ül amare / كوتول امار

  • Kut'ül Amare ne demektir?

    Yeni kurulan Osmanlı 6. Ordusu'nun Komutanlığı'na atanarak 5 Aralık'ta Bağdat'a varan Mareşal Colmar Freiherr von der Goltz Paşa'nın emriyle Irak ve Havalisi Komutanı Miralay (Albay) 'Sakallı' Nurettin Bey'in birlikleri 27 Aralık'ta Kut'u kuşattı. İngilizler Kut'u kurtarmak için General Aylmer komutasındaki kolorduyla hücuma geçti ancak, 6 Ocak 1916 tarihli Şeyh Saad Muharebesi'nde 4.000 askerini kaybederek geri çekildi. Bu muharebede 9. Kolordu Komutanı Miralay 'Sakallı' Nurettin Bey görevinden alındı ve yerine Enver Paşa'nın kendisinden bir yaş küçük olan amcası Mirliva Halil Paşa (Kut) getirildi.

    İngiliz Ordusu, 13 Ocak 1916 tarihli Vadi Muharebesi'nde 1.600, 21 Ocak Hannah Muharebesi'nde 2.700 askeri kaybederek geri püskürtüldü. İngilizler mart başında tekrar taarruza geçti. 8 Mart 1916'da Sabis mevkiinde Miralay Ali İhsan Bey komutasındaki 13. Kolordu'ya hücum ettilerse de 3.500 asker kaybederek geri çekildiler. Bu yenilgiden dolayı General Aylmer azledilerek yerine General Gorringe getirildi.

    Kut'ül Amare zaferinin önemi

    Kût (kef ile) veya 1939’dan evvelki ismiyle Kûtülamâre, Irak’ta Dicle kenarında 375 bin nüfuslu bir şehir. Herkes onu, I. Cihan Harbinde İngilizlerle Türkler arasında cereyan eden muharebelerden tanır. Irak cephesindeki bu muharebeler, Çanakkale ile beraber Cihan Harbi’nde Türk tarafının yüz akı sayılır. Her ikisinde de güçlü düşmana karşı emsalsiz bir muvaffakiyet elde edilmiştir.

    28 Nisan 1916’da General Townshend (1861-1924) kumandasındaki 13 bin kişilik İngiliz ve Hind askerlerinden müteşekkil tümenin bakiyesi, 143 günlük bir muhasaradan sonra Türklere teslim oldu. 7 ay evvel parlak bir şekilde başlayan Irak seferi, Basra’nın fethiyle ümit vermişti. Gereken destek verilmeden, tecrübeli asker Townshend’den Bağdad’a hücum etmesi istendi.

    Bağdad Fatihi olmayı umarken, 888 km. yürüdükten sonra 25 Kasım 1915’de Bağdad’a 2 gün mesafede Selmanpak’da miralay Nureddin Bey kumandasındaki Türk ordusuna yenilip müstahkem kalesi bulunan Kût’a geri çekildi. 2-3 hafta sonra takviye geleceğini umuyordu. Büyük bir hata yaparak, şehirdeki 6000 Arabı dışarı çıkarmadı. Hem bunları beslemek zorunda kaldı; hem de bunlar Türklere casusluk yaptı.

    Kût'a tramvayla asker sevkiyatı

    İş uzayınca, 6. ordu kumandanı Mareşal Goltz, Nureddin Bey’in yerine Enver Paşa’nın 2 yaş küçük amcası Halil Paşa’yı tayin etti. Kût’u kurtarmak için Aligarbi’de tahkimat yapan General Aylmer üzerine yürüdü. Aylmer önce nisbî üstünlük kazandıysa da, taarruzu 9 Mart’ta Kût’un 10 km yakınında Ali İhsan Bey tarafından püskürtüldü.

    Zamanla Kût’ta kıtlık baş gösterdi. Hergün vasati 8 İngiliz ve 28 Hindli ölüyordu. Hindliler, at eti yemeği reddediyordu. Hindistan’daki din adamlarından bunun için cevaz alındı. İngilizler şehri kurtarmak için büyük bir taarruza daha geçtiler. 22 Nisan’da bu da püskürtüldü. Kurtarma ümidi kırıldı. Goltz Paşa tifüsten öldü, Halil Paşa yerine geçti. Townshend, serbestçe Hindistan’a gitmesine izin verilmesi mukabilinde 1 milyon sterlin teklif etti. Reddedilince, cephaneliği yok ederek 281 subay ve 13 bin askerle teslim oldu. Kendisine hürmetkâr davranıldı. Adı ‘Lüks Esir’e çıktı. İstanbul’a gönderildi. Sonradan kendisine sahip çıkmayan memleketine küskün olarak ömrünü tamamladı.

    Böylece Kûtülamâre’de 3 muharebe olmuştur. İngilizlerin kaybı, esirlerle beraber 40 bin; Türklerinki 24 bindir. Amerikan istiklâl harbinde bile 7000 esir veren İngiltere, bu hezimete çok içerledi. Az zaman sonra Bağdad’ı, ardından da Musul’u ele geçirip, kayıpları telafi ettiler. Kût zaferi, bunu bir sene geciktirmekten öte işe yaramadı.

    Bu harbin kahramanlarından biri Halil Paşa, Enver Paşa’nın amcası olduğu için; diğer ikisi Nureddin ve Ali İhsan Paşalar ise cumhuriyet devrinde iktidar ile ters düştüğü için yakın tarih hafızasından ustaca silindi. 12 Eylül darbesinden sonra Ankara’da yaptırılan devlet mezarlığına da gömülmeyen yalnız bunlardır.

    Binlerce insanın kaybedildiği savaş iyi bir şey değil. Bir savaşın yıldönümünün kutlanması ne kadar doğru, bu bir yana, Türk-İslâm tarihinde dönüm noktası olan çığır açmış nice hâdise ve zafer varken, önce Çanakkale, ardından da bir Kûtülamâre efsanesi inşa edilmesi dikkate değer. Kahramanları, yeni rejime muhalif olduğu için, Kûtülamâre yıllarca pek hatırlanmadı. Gerçi her ikisi de sonu ağır mağlubiyetle biten bir maçın, başındaki iki güzel gol gibidir; skora tesiri yoktur. Hüküm neticeye göre verilir sözü meşhurdur. Buna şaşılmaz, biz bir lokal harbden onlarca bayram, yüzlerce kurtuluş günü çıkarmış bir milletiz.

    Neden böyle? Çünki bu ikisi, İttihatçıların yegâne zaferidir. Modernizmin tasavvur inşası böyle oluyor. Dini, hatta mezhebi kendi inşa edip, insanlara doğrusu budur dediği gibi; tarihi de kendisi tayin eder. Zihinlerde inşa edilen Yeni Osmanlı da, 1908 sonrasına aittir. İttihatçıların felâket yıllarını, gençlere ‘Osmanlı’ olarak sunar. Bu devrin okumuş yazmış takımı, itikadına bakılmadan, münevver, din âlimi olarak lanse eder. Böylece öncesi kolayca unutulur, unutturulur.

    Müşir İbrahim Edhem Paşa’nın oğlu Sakallı Nureddin Paşa (1873-1932), sert bir askerdi. Irak’ta paşa oldu. Temmuz 1920’de Ankara’ya katıldı. Fakat karakterini bilen M. Kemal Paşa, kendisine aktif vazife vermek istemedi. Merkez kumandanı iken Samsun’daki Rumları iç mıntıkalara sürgün ettiği esnada çocuk, ihtiyar, kadın demeden katliâma uğramasına göz yumdu. Bu, milletlerarası mesele oldu. Yunanlılar, bu sebeple Samsun’u bombaladı. Nureddin Paşa azledildi; M. Kemal sayesinde muhakemeden kurtuldu. Sonradan Kürtlerin de iç kısımlara göçürülmesini müdafaa edecektir. Batı cephesinde, kendisinden kıdemsiz İsmet Bey’in maiyetinde vazife kabul etti. İzmir’e girdi. Bazı kaynaklarda İzmir’i ateşe verdiği yazar. I. ordu kumandanı olarak bulunduğu İzmit’te, Sultan Vahîdeddin’in maarif ve dahiliye vekili gazeteci Ali Kemal Bey’i, sivil giydirdiği askerlere linç ettirdi; padişaha da aynısını yapacağını söyledi. Ayağına ip takılarak yerlerde sürüklenen cesed, Lozan’a giden İsmet Paşa’nın göreceği şekilde yol kenarına kurulan bir darağacına asılarak teşhir edildi. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bir fedainin vursa kahraman olacağı bir insanı, vuruşma veya mahkeme kararı olmaksızın öldürmeyi cinayet olarak vasıflandırıp kınadı. M. Kemal’e gazi ve müşirlik unvanı verilmesine içerleyen Nureddin Paşa iyice muhalefet kanadına geçti. 1924’de Bursa’dan müstakil milletvekili seçildi. Asker olduğu gerekçesiyle seçim iptal edildi. İstifa edip, tekrar seçildi. Anayasa ve insan haklarına aykırılık cihetinden şapka kanununa muhalefet etti. Bu sebeple antikemalist kesimler tarafından kahraman olarak alkışlanır. Nutuk’ta da kendisine sayfalarca ağır ithamlarda bulunulur, ‘zaferin şerefine en az iştirake hakkı olanlardan biri’ diye anılır.

    Halil Kut (1882-1957), Enver Paşa’yı İttihatçıların arasına sokan adamdır. Sultan Hamid’i tevkife memur idi. Askerî tecrübesi çete takibinden ibaretken Libya’da bulundu. Yeğeni harbiye nazırı olunca, İran içine harekâta memur edildi. Irak’taki muvaffakiyeti üzerine paşa oldu. Bakü’yü işgal etti. İttihatçı olduğu için tutuklanacakken, kaçıp Ankara hareketine katıldı. Rusya ile Ankara arasında aracılık yaptı. Sonra kendisinden şüphelenilince, Almanya’ya kaçtı. Zaferden sonra memlekete dönüp köşesine çekildi. Politikaya karışmadı.

    Ali İhsan Sâbis (1882-1957), Sultan Hamid’i tahttan indiren Hareket Ordusu zâbitlerindendi. Çanakkale, Kafkasya’da bulundu. Irak’ta paşalığa terfi etti. İttihatçı olduğu için Malta’ya sürüldü. Kaçıp Ankara hareketine katıldı. I. batı cephesi kumandanı oldu. Cephe kumandanı İsmet Bey ile anlaşmadı; azledilip tekaüde sevkolundu. M. Kemal’e muhalif oldu. Nazileri öven yazılar yazdı. 1947’de devlet adamlarına yazdığı imzasız mektuplar sebebiyle 15 seneye mahkûm oldu. 1954’te DP’den milletvekili seçildi. Hatıraları, Nutuk’un antitezi gibidir.

labe

  • Yalvarma, yaltaklanma, dalkavukluk etme. Acz gösterme. (Farsça)
  • Bu yolda söylenen söz. (Farsça)

lafz-ı murad

  • Mânâsı için olmayıp lafzı için söylenen kelime, söz.

lahi / lahî

  • Oyuncu.
  • Boşuna ve mânasız eğlenen. Oyalayan.

lahık / lâhık

  • Yetişen, ulaşan, erişen. Eklenen, katılan.
  • Fık: Namaz başlangıcında imama uymuşken ayrılarak tekrar namaz bitmeden imama uyan.
  • Ulaşan, eklenen.

lahik / lâhik

  • Yetişen, vâsıl olan, ulaşan.
  • İlâve olan, eklenen.
  • Sonradan tâyin edilen, yenisi.
  • Eklenen, ilâve edilen.

lahıka / lâhıka

  • Ek, ilâve, katılan şey. Zeyl. Sonradan ilâve edilen, eklenen.

lahika / lâhika

  • Eklenen, katılan.

lale

  • Lâle denen meşhur çiçek.
  • Vaktiyle suçluların ve delilerin boynuna takılan halka.
  • İncir koparmak için ucu çatallı değnek.

leblab

  • Sarmaşık denen bir bitki.

leff ü neşr

  • Edb: Bir yazı veya şiirde söz simetrisi yapma san'atıdır. Önce iki veya daha fazla kelimeyi sıralamak, sonra da onlarla alâkalı şeyleri söylemek. İki çeşidi vardır;1- Leff ü Neşr-i Müretteb (Düzenli leff ü neşir) : Birinci cümlede sıralanan kelimelerle ikinci cümlede söylenen kelimelerin aynı sırayı

levahik / levâhik

  • Sonra ilâve olan, peşine eklenen.

leyle-i kadr

  • Ramazân-ı mübârekin ve senenin en kudsi ve kıymetli gecesi. Kur'ân âyetlerinin ilk defa vahiy ile gelmeye başladığı gece.

lezzet-yab / lezzet-yâb

  • Lezzet bulan, tad bulan, lezzetlenen. (Farsça)

lihaz

  • Düşünme, mülâhaza etme.
  • Riâyet etme, uyma. Söylenen sözü kabul edip yerine getirme.

lühce

  • Kuşluk vaktinde yenen yemek.

ma-i mukayyed / mâ-i mukayyed

  • Çiçek, üzüm, kavun-karpuz suyu gibi cinsi ve sıfatı birlikte söylenen sular.

maaz-allah / maâz-allah

  • "Allahü teâlâya sığınırım" mânâsına, tehlikeli, zararlı ve istenmeyen durumlardan korunmak için söylenen bir söz.

maglata

  • Mugalata. Boş ve mânasız söz. Zihin yanıltmak için söylenen saçma sapan söz.

maglata-i şeytaniye

  • İnsanları aldatmak ve yoldan çıkarmak için söylenen karıştırıcı sözler. Şeytanın insan kalbine vesvese vermesi.

mağlup eden / mağlûp eden

  • Yenen.

magrur

  • (Mağrur) Gururlu. Boş bir şeye güvenen. Fâni ve faydasız şeylere güvenip kendini aldatan. Mütekebbir. Kibirli kimse. Müteazzım.

mah

  • (Meh) Senenin onikide birisi. Yirmisekiz, yirmidokuz, otuz veya otuzbir günlük zaman. (Farsça)
  • Gökteki ay. Kamer. (Farsça)

mahall-i maksud

  • Hedeflenen, varılmak istenen yer.

mahamil-i sahiha

  • Bir söze yüklenen sahih, doğru ve güvenilir mânâlar.

mahbub-u müstean / mahbûb-u müsteân

  • Kendisinden yardım istenen sevgili.

mahluka

  • Başkasının olup da benimsenen manzum parça.

mahmil

  • Bir söze yüklenen muhtemel mânâlardan her birisi.
  • Deve üstündeki sepet, bir söze yüklenen mânâ.

makale

  • Söylenen söz. Söyleme. Söyleyiş. Kelâm. Nutuk.
  • Bir bahsin kaleme alınışı.

makam-ı ibrahim

  • Kâbe'de bulunan ve Hz. İbrahim'in ayak izi olduğu söylenen taş.

makame

  • (Çoğulu: Makamât) Meclis.
  • Topluluk, cemaat, cemiyet, kalabalık.
  • Nutuk tarzında söylenen sözler.

makdurat

  • Kader programıyla takdir edilen, belirlenen şeyler.

makis

  • (Mâkise) Durup dinlenen, duraklayıp eğlenen.

maksad

  • İstenen.

maksud / maksûd

  • İstenen şey.
  • İstenen şey.

maksut

  • İstenen.

maksut olan

  • İstenilen, hedeflenen.

makzi / makzî

  • Kaza olunan, ödenen.

mal

  • "Süren, sürülen, sarılan, takılan" anlamlarıyla terkibler yapılmada kullanılır. (Meselâ: Pâymal: Ayak altında çiğnenen) (Farsça)

manda

  • Kendini idare edemeyen bir memleket ahalisini başka bir yabancı devletin idare etmesi. (Fransızca)
  • t. Camız denen hayvan. Kömüş. (Fransızca)

masduk / masdûk

  • Tasdiklenen.

matlab

  • İstenen.

matmu'

  • (Tama'. dan) Tama' olunmuş. Hırsla istenen şey.

mazanne-i su'

  • Kendisinden ancak kötülük beklenen kimse.

mearib

  • İhtiyaçlar, hâcetler, lüzumlu ve istenen şeyler. İstekler.

meclis-i ali-i misali / meclis-i âlî-i misalî

  • Rüyada şekillenen yüce meclis.

mecrur / mecrûr

  • Çekilen, sürüklenen; gr. başına geldiği câr harfiyle önündeki fiilin mânâsı kendine bağlanan ve daima esreli okunan kelime.

mef'ul-ü mukadder

  • Lâfız olarak metinde yer almayan, ancak sözün gelişiyle belirlenen nesne, tümleç.

mef'ul-ü sarih

  • Doğrudan doğruya mef'ul demektir. Bir harf-i cerle ifâde olunmaz. "Nuri dalı kırdı" cümlesinde "dal" mef'ul-ü sarihtir. "Nuri daldan düştü" dersek, bunu arapça ifâde için (min) harf-i cerri ile söyleyebiliriz. İşte böyle harf-i cerle söylenen mef'ullere, "mef'ul-ü gayr-i sarih" denir. Bunlar mef'uld

mefsaka

  • (Fısk. dan) Günah işlenen yer.

meful / mefûl

  • Fiilden etkilenen.

meh

  • Ay. Kamer. (Farsça)
  • Senenin onikide biri. Ay. (Farsça)

mehir

  • Nikâh bedeli; nikâh esnasında belirlenen ve erkek tarafından kadına verilmesi gereken mal, değerli eşya veya para.

mehr-i muaccel

  • Miktarı tesbit edilen (belirlenen) ve nikâh sırasında erkeğin evleneceği kadına peşin olarak ödemesi gereken altın, gümüş, kâğıt para veya herhangi bir mal yâhut bir menfaat.

memul / memûl

  • Beklenen.

menşud

  • Matlup, istenen şey.

menvi / menvî

  • Niyetlenen.

meram / merâm / مرام

  • Amaç, anlatılmak istenen şey. (Arapça)

merci'

  • Merkez. Kaynak. Baş vurulacak yer. Müracaat edilecek yer. Dönülecek yer. Sığınılacak yer.
  • Söylenen sözün kendine fayda verdiği kimse.

merede

  • (Tekili: Mârid) İnadçılar, muannidler, direnenler.

mergub

  • Rağbet edilmiş. Beğenilmiş. Çok kıymet verilen. Çokları tarafından istenen.

mervi / mervî

  • Rivayet olunan, birinden işiterek söylenen.

meşaiyyun / meşâiyyun

  • Sadece akla güvenen Aristo geleneğini izleyen felsefeciler.

meşakkat-i bedeniye

  • Bedenen çekilen zorluklar, sıkıntılar.

mesalik-i hamse

  • Belli bir hedefe ulaşmak için belirlenen beş yöntem ve yol.

mesele

  • Sorulup karşılığı istenen problem.
  • Önemli iş.

meşher / مشهر

  • Sergi, sergilenen yer. (Arapça)

meşhud

  • Şahit olunan, görülen, gözlemlenen.

mesih / mesîh

  • Olumlu mânâda isa aleyhisselâm için söylenen bir tabir.

meşk eden

  • Öğrenen, öğrenmek için çalışan.

meşrubat

  • İçilen şeyler. Herhangi bir içilecek şey. Şarap. ("Hamr" denen içkiye de şarap denir.)

mesrudat

  • (Tekili: Mesrud) Söylenenler. Bildirilmiş olan şeyler.

meşrutiyet-i şer'iye

  • İslâma uygun olarak şartları ve kuralları belirlenen meşrutiyet sistemi.

mesuk-un leh

  • Bir mânaya sevk olan, mânaya göre söylenen söz. Asıl mevzu (siyaka doğru) ve maksad için söylenen söz.

metalib / metâlib

  • İstenenler.

mevlana / mevlânâ

  • "Efendimiz" mânâsına bir büyüğe karşı söylenen hürmet ve saygı ifâdesi.
  • Evliyânın büyüklerinden Celâleddîn Rûmî'nin ve Hâlid-i Bağdâdî'nin ve bâzı büyüklerin lakabı.

mevsuf / mevsûf

  • Nitelenen; imanla nitelenen mü'min kimseler.

mevsuf-u vacibü'l-vücud / mevsuf-u vâcibü'l-vücud

  • Varlığı zorunlu olan ve var olmak için hiçbir şeye ihtiyacı olmamakla nitelenen Allah.

meyasir

  • Acem merkepleri. (Atlas ve ipek ile süslenen eşeklerdir.)

mezbur

  • Adı geçen, yukarıda söylenen.

mezmum / mezmûm

  • Yerilen, kötülenen, beğenilmemiş, çirkin.

mi'de

  • (Çoğulu: Miad) İnsan ve hayvanlarda, yenen şeyleri hazmetmek vazifesi olan bir iç uzvu.

mikleb

  • Eskiden ciltlenen kitapların sol tarafındaki fazlalık parçanın adı.

miktar-ı ilmi / miktar-ı ilmî

  • İlâhî ilim ile belirlenen ölçü.

mu'accel

  • Peşin olarak verilen. Acele ödenen şey.

mu'temid

  • İtimad eden. İnanan. Güvenen.
  • İtimad eden, güvenen.

mü'temin

  • Güvenen, inanan, itimad eden, emniyet eden.

mu'teni

  • İtina eden. Özenen. Dikkat ve ehemmiyet veren.

muanid / muânid

  • Aykırı, direnen.

mübtega

  • (Çoğulu: Mübtegıyyât) İstenen ve arzu edilen şey.

mübtegıyyat

  • (Tekili: Mübtega) İstenen ve arzu edilen şeyler.

mücedded / مُجَدَّدْ

  • Yenilenen.
  • Yenilenen.

müceddid

  • Yenileyici, hadîste her asırda geleceği müjdelenen ve îman hakikatlarını asrın anlayışına uygun olarak anlatmakla görevlendirilen nurlu âlim.

mücerreb

  • Denenmiş, tecrübe edilmiş.
  • Tecrübe edilmiş, denenmiş.

mücerreban / mücerrebân

  • (Tekili: Mücerreb) Denenmiş ve tecrübe olunmuşlar. Sınanmış olanlar.

mücerrebat / mücerrebât

  • (Tekili: Mücerreb) Tecrübe olunmuş ve denenmiş şeyler.

mücerrep

  • Tecrübe edilmiş, denenmiş.

müctenih

  • (Cenah. dan) Meyillenen, bir tarafa eğilen.
  • Secdede usulüne göre ellerini yere koyup dirseklerini açarak kollarını kanat şeklinde tutan.

müddessir

  • Örtünen, bürünen. Gizlenen.
  • Kur'an-ı Kerimde Peygamberimiz Resul-i Ekreme (A.S.M.) "Ey müddessir!" diye hitâb vardır.

müellefe-i kulub / müellefe-i kulûb

  • Kalbleri İslâm'a ısındırılmak istenenler. Kalblerine îmân yerleştirilmesi istenilen veya yeni îmân etmiş müslümanlar ve kötülükleri önlemek istenilen bâzı kâfirler olup, zekât verilen sekiz sınıftan biri iken hazret-i Ebû Bekr zamânında kendilerine zekât verilmesinin nesh yâni hükmünün kaldırıldığı

müeyyed

  • Desteklenen, doğrulanan.

mugalata / mugâlata

  • Hatâlı ve yanlış söz, karşısındakini yanıltmak için söz söylemek veya bu sûretle söylenen söz.

mugtedi / mugtedî

  • (Gıda. dan) Gıda alan, gıdalanan. Beslenen.

muhabbetullah

  • Cenab-ı Hakk'a karşı beslenen ihlâslı sevgi.

muhallil

  • (Hall. den) Eriten. Analiz yapan, tahlil eden.
  • Fık: Üç talakla boşanan ve iddetini bitiren bir kadınla evlenen erkek. (Karıyı boşayan birinci kocaya: Muhallelün leh denir.)
  • Tıb: Şişlere, iltihablara yarıyan ilaç.

muhatabin / muhâtabîn

  • Kendisine söz söylenenler.

muhtazıb

  • Renklenen, boyanan.

muhtebıt

  • Gece vakti dilenen.

muhtecib

  • Hicablanmış. Perdeli. Örtülü. Örtülmüş. Saklanan. Gizlenen.

muhtefi / muhtefî

  • Gizlenen.
  • Gizlenen. Saklı, gizli.
  • İftira eden.

mukadder sualler

  • Gelmesi beklenen, muhtemel sorular.

mukadderat / mukadderât

  • Kader ile belirlenenler.

mukaddir

  • Takdir eden. Bütün mahlukatın ve her şeyin esaslarını tanzim ve takdir edip sıralayan. Allah (C.C.). Bir şeyin kıymetini biçen, takdir eden. Beğenen.

mükafat-ı muaccele / mükâfât-ı muaccele

  • Peşin ödenen ödül.

mukavim / مقاوم

  • Sağlam. Dayanıklı. Mukavemet eden. Direnen. Karşı duran.
  • Karşı koyan, direnen, dirençli. (Arapça)

mukavimin / mukavimîn

  • (Tekili: Mukavim) Karşı koyanlar, direnenler.

mukayyed su

  • Cinsi ve sıfatı birlikte söylenen ve herhangi bir şeyle kayıtlanmış sular.

müktinn

  • Gizlenen, saklanan. Başkasınca gizlenip saklanmış olan.

mümahhas

  • Tecrübe ve imtihan edilmiş. Denenmiş, sınanmış.

mümtehan

  • (Mehn. den) Tecrübe edilmiş, denenmiş. İmtihan edilmiş.

mün'atıf

  • Bir tarafa doğru teveccüh etmiş. Meyillenen, bir tarafa yönelen. Mütemâyil, meyledici.

münadi / münâdi

  • Nidâ eden, seslenen, çağıran. Müezzin.
  • Nida eden, seslenen, çağıran.
  • Seslenen, çağıran.

munazzam

  • Düzenlenen.

müncer / مُنْجَرْ

  • Nihâyet bulmak.
  • Bir tarafa çekilmek.
  • Sürüklenme.
  • Sona eren, neticelenen.
  • Sürüklenen, sonuçlanan.
  • Bir tarafa doğru çekilip sürüklenen, sona eren.

müneccid

  • Denenmiş, sınanmış, tecrübe edilmiş.

münfail / مُنْفَعِلْ

  • Fiilden etkilenen.
  • Etkilenen.
  • Fiilden etkilenen.

münşaib

  • (Şa'b. dan) Şubelenen, dallanan, çatallanan, kollara ayrılan, ayrılmış. Bölük bölük, kol kol, kısım kısım olan.

münşerih

  • inşirahlı, gönlü açık, sıkılmayan, eğlenen

muntasıf-ı sene

  • Yılın ortası. Senenin yarısı.

muntazar

  • Beklenen.
  • Ümid ile gözlenen. Beklenen. Gözetilen.
  • Beklenen.

müntefi'

  • (Nef'. den) Fayda gören, menfaatlenen, istifade eden.

müntehabat

  • Seçilen ve belirlenen bölümler.

müntemis

  • Gizlenen, saklanan. Gizli.

müntevi

  • Birşey yapmaya niyetlenen.

munzam

  • Eklenen.

murad / murâd

  • İstenerek, ümid ederek beklenen. Arzu edilen şey.
  • Gâye. Maksad. Emel.
  • İrade edilen, istenen.
  • İstenilen; arzû edilen şey.
  • Tasavvuf yolunda bulunanlardan çalışmadan Allahü teâlânın yardım ve dilemesi ile yüksek makâmlara kavuşanlar. İctibâ (çekilenler, istenenler) yolunun sâlikleri, yolcuları.

musaffir

  • Islık çalan, seslenen.

müsafir / müsâfir

  • Yolcu. Senenin kısa günlerinde, insan veya deve yürüyüşü ile üç günde gidilecek yere gitmeyi niyet ederek, bulunduğu yerin kenar evlerinin dışına çıkan kimse.

müşahede edilen

  • Gözlemlenen.

musalehun anh

  • İstenen ve iddia edilen şey.

musavvire

  • Sûretlenen, biçimlenen.

musavvit

  • (Savt. dan) Seslenen, yüksek sesle çağıran.

müşerref

  • Şereflenen.

müşerref olan

  • Şereflenen.

musırr

  • Direnen. Ayak direyen. Vaz geçmeyen. Sebat eden. Sözünden dönmeyen.

müşkil-pesend

  • Zorla beğenen. Her şeyi kolay kolay beğenmiyen. Zorlaştıran. (Farsça)

müşkilpesend / مشكل پسند

  • Zor beğenen.
  • Güç beğenen. (Arapça - Farsça)

müşkilpesent

  • Zor beğenen.

müşkülpesent

  • Aşırı itina gösteren, titiz, zorla beğenen.

musrad

  • Soğuktan hemen etkilenen kimse.

müsta'bed

  • Köle haline getirilen, kul olan, kulluğu istenen.

müsta'cel / مُسْتَعْجَلْ

  • Acele yapılması istenen.

müstahkar

  • (Hakaret. den) Hakir, hor görülen, küçümsenen.

müstahmil

  • (Haml. dan) Yüklenen, istihmâl eden.

müstahsin

  • Beğenen, iyi gören, iyi bulan.
  • Beğenen, güzel bulan.
  • Beğenen.

müştail

  • (Şa'l. den) Yanan, tutuşan, alevlenen.

müstakarr

  • Sabitlenen yer, yörünge.

müstakbel

  • Gelmesi beklenen zaman.

mustazill

  • (Zıll. dan) Gölgelenen, gölgede oturan.
  • Birinin koruyuculuğu ve himâyesi altında bulunan.

müstazıll

  • (Zıll. dan) Gölgelenen, gölge altına girmiş olan.
  • Mc: Birinin himayesine sığınmış olan.

müste'dib

  • (Edeb. den) Bilgi ve edeb öğrenen.

müste'nis

  • Ünsiyet peyda etmiş olan, alışık. Alışılmak istenen.

müstean / müsteân

  • (Avn. dan) Kendisinden yardım beklenen, yardım istenen.
  • Kendisinden yardım istenen, Allah.
  • Kendisinden yardım istenen, yardım beklenen Allah.

müştebih

  • Şüphelenen, şüpheci, iştibah eden.

müsted'a

  • (Çoğulu: Müsted'ayât) İstenen, arzu edilen, istidâ edilen, dilenen.
  • Dilekçe ile istenilen şey.

müsted'ayat

  • (Tekili: Müsted'â) İstenilen, dilenen şeyler. Dilekçe ile talebedilen şeyler.

müştedd

  • (Şiddet. den) Şiddetlenen, azan. Şiddetlenmiş.
  • Kuvvetlenmiş, sağlamlaşmış.

müstedrek

  • İdrak edilmek, anlaşılmak istenen şey.
  • Arabçada bir vezin.

müstegas

  • (Gıyas. dan) Kendisinden yardım istenen.
  • Allah (C.C.)

müşteheyat

  • Lezzetli şeyler. Nefsin hoşuna giden ve iştah için yenen şeyler.

müstehiff

  • Hor ve hakir görüp aşağı ve bayağı sayarak alay edip eğlenen.

müstehzi / müstehzî

  • İstihza eden. Biriyle eğlenen. Herkesle eğlenmek isteyen.

müstekbir

  • (Kibir. den) Kibirlenen, kendini büyük gören, büyüklenen.
  • Büyüklenen.

müstekbirin / müstekbirîn

  • (Tekili: Müstekbir) Kibirlenenler, kendini büyük görenler.

müstekinn

  • (Kenn. den) Saklanan, gizlenen.

müstekmin

  • (Kemn. den) Saklanan, gizlenen.

müstekrih

  • (Kerâhet. den) İğrenen, tiksinen, istikrah eden, kerih gören, nefret eden.

müstemti'

  • Temettü' eden, faydalanan, menfaatlenen.

müstenid

  • Bir şeye dayanan. Bir şeyin üzerine koyulmuş.
  • İstinad eden, dayanan, güvenen.
  • Bir delili, şâhidi olan.

müstenki / müstenkî

  • Temizlenen, tâhir olan.

müşterik

  • Kendi kendine söylenen kimse.

müstervih

  • (Rahat. dan) Dinlenen. İstirahat eden. Yorgunluğunu gideren.

müstetir

  • (Setr. den) Örtülü, gizlenen. Gizli, saklı.
  • Gizlenen, gizli, saklanan, saklı.

müstevki'

  • Bir şeyin vukuunu bekleyen, olmasını bekleyen.
  • Olacak diye endişelenen.

muta'

  • Kendine itaat olunan. Sözü dinlenen.

mutasavvıfa-i mütefelsife

  • Felsefeyle ilgilenen ve etkisinde kalan tasavvufçular.

mutasavvıt

  • Ses çıkaran, seslenen, ses veren.

mutazallil

  • (Zıll. den) Gölgede oturan, gölgede bulunan, gölgelenen.
  • Korunan, muhafaza ve himaye olunan.

müteahhid / متعهد

  • Taahhüt eden, üstlenen. (Arapça)

müteakkıd

  • (Akd. dan) Düğümlenen, karışık olan.

müteallim

  • (İlm. den) Taallüm eden, ilim ve bilgi edinen, öğrenen. Talebe.

müteallimin / müteallimîn

  • (Tekili: Müteallim) İlm. den) Bilgi edinenler, ilim öğrenenler, talebeler.

müteannid

  • İnad eden, direnen.
  • İnat eden, direnen.

müteannidin

  • (Tekili: Müteannid) Direnenler, inad edenler, inatçılık yapanlar.

müteavvik

  • Geciken, eğlenen, oyalanan.

mütebahhir

  • (Buhar. dan) Tütsülenen, dumanlanan, tebahhur eden.

mütebahi

  • Övünen, fahirlenen. Mütefâhir.

mütebellil

  • Islanan, nemlenen şey.

müteberkı'

  • Peçelenen, maskelenen.

mütecasirin / mütecasirîn

  • (Tekili: Mütecasir) Cür'et edenler, cesaretlenenler, küstahlar.

mütecebbir

  • (Cebr. den) Zorba zor kullanan, cebir yapan.
  • Kibirlenen.

müteceddid / مُتَجَدِّدْ

  • Yenilenen, eski iken yenilenmiş olan.
  • Yenilenen, tazelenen.
  • Yenilenen.
  • Yenilenen.

müteceddit

  • Yenilenen.

mütecemmil

  • Cemal kesbeden, zinetlenen, süslenen, donanan.

mütecemmilin / mütecemmilîn

  • (Tekili: Mütecemmil) Süslenenler, bezenenler, donanlar, tecemmül edenler.

mütecessid

  • Cesetlenen.

mütecessim

  • Şekillenen, cisimlenerek görünen, gözle görünen.
  • Cisimlenen.

mütedennis

  • Kirlenen.

müteeddib

  • Edeblenen, utanç duyan, utanan.
  • Edeplenen.

müteeddibin / müteeddibîn

  • (Tekili: Müteeddib) Utanç duyanlar, utananlar, hayâ edenler, edeblenenler.

müteessif

  • Sevmemiş, hoşlanmamış. Elem ve keder etmiş.
  • Eseflenen, teessüf eden, kederlenen.

müteessir / متأثر / مُتَأَثِّرْ

  • Etkilenen, üzülen.
  • Etkilenen, üzülen.
  • Üzgün. (Arapça)
  • Etkilenen. (Arapça)
  • Müteessir olmak: (Arapça)
  • Üzülmek. (Arapça)
  • Etkilenmek. (Arapça)
  • Etkilenen.
  • Üzüntülü, etkilenen.

müteeyyid

  • Kuvvetlenen.
  • Te'yid ve takviye olunmuş.
  • İstihkâm ve metanet.

müteferriş

  • Döşenen, teferrüş eden.

mütefeyyiz

  • (Feyz. den) Feyizlenen. Bolluğa kavuşan, bereket bulan.
  • Feyizlenen, feyiz alan, ilim ışığıyla aydınlanan.
  • Feyizlenen, manen gıdalanan.

mütegaddi

  • Gıdalanan, gıda alan. Beslenen.

mütegarrir

  • Gururlanan, güvenilmeyecek şeye güvenen.

mütegayyiz

  • (Gayz. dan) Öfkelenen, kızan, tegayyüz eden, gazaba gelen. Kızgın, kızmış kimse.

mütegazzib

  • Hiddetlenen, öfkelenen, kızan, gazaba gelen.

mütehaddır

  • Yeşil renklenen, yeşillenen.

mütehammil

  • Yüklenen, dayanan, tahammül eden.

mütehassis

  • Hislenen, duygulanan.
  • Çok hislenen, duygulanan.

mütehazzır

  • Yeşil renkle renklenen. Yeşillenen.

müteheyyib

  • Heybetlenen. Heybetli. Korku ve hürmet hissini veren.

mütekalkıl

  • Deprenen, sarsılan.

mütekalkil

  • Deprenen, sarsılan.

mütekallid

  • Kılıç kuşanan, takınan; bir vazifeyi üzerine alan, yüklenen.

mütekasil / mütekâsil

  • Tembel, üşenen.

mütekasilin / mütekâsilîn

  • (Tekili: Mütekâsil) (Kesl. den) Üşenenler, tembellik yapanlar.

mütekavvi

  • (Kuvvet. den) Kuvvetlenen, kuvvet bulan. Kuvvetlenmiş.

mütekavvis

  • (Kavs. dan) Yay gibi eğri. Yay şekline giren, kavislenen. Eğrilmiş, bükülmüş.

mütekebbir / متكبر / مُتَكَبِّرْ

  • Kibirli. Büyüklenen. Tekebbür eden.
  • Esmâ-i İlâhiyeden olup, Allah'ın büyüklük ve azametini ifade eder.
  • Allahü teâlânın ism-i şerîflerinden. Yaratılanların sıfatlarından uzak, vehim ve aklın anlamasından yüksek, azamet ve kibriyâ (büyüklük) sıfatıyla her şeyden ayrılmış olup, her şeyden yüce ve yüksek olan.
  • Kibirlenen, kendisini başkalarından üstün gören, kendini beğenen.
  • Kendini büyük gösteren, büyüklenen.
  • Büyüklenen, büyüklük taslayan.
  • Kendini beğenmiş, şişinen, büyüklenen. (Arapça)
  • Kibirlenen.

mütekebbirin / mütekebbirîn

  • (Tekili: Mütekebbir) Tekebbür edip kibirlenenler. Kendini beğenmişler.

mütekeddir

  • (Çoğulu: Mütekeddirîn) (Keder. den) Kederli, hüzünlü. Kederlenen, tekeddür eden.
  • Bulanık.

mütekeddirin / mütekeddirîn

  • (Tekili: Mütekeddir) Kederlenenler, kederli ve hüzünlü olan kimseler.
  • Bulanık şeyler.

mütekeffil

  • Kefilliği üstlenen, garantör.

mütekemmin

  • (Kemn. den) Pusuya yatmış olan, pusuya giren, gizlenen, pusuda.

mütekeyyif

  • Keyfiyetlenen, bir keyfiyetle vasıflandıran, tekeyyüf eden.

mütelazzi

  • Alevlenen, alev çıkaran.

mütelehhib

  • (Leheb. den) Alevlenen, alev çıkaran.

mütelemmiz

  • (Çoğulu: Mütelemmizîn) Talebelik etmek suretiyle öğrenen. Telemmüz eden.

mütelevvis

  • Pis, kirli, murdar, paslanan, kirlenen.
  • Karışmış, muhtelit.

mütelezziz

  • Lezzetlenen.

mütemayil

  • Taraftar görünen, temayül eden, meyillenen.

mütemehhid

  • (Mehd. den) Yayılmış, serilmiş. Yayılıp döşenen.

mütemerrid

  • İnatçı, inanmamakta direnen.
  • İnat eden, direnen.

mütemerridin / mütemerridîn

  • (Tekili: Mütemerrid) Dikkafalık edenler, inatçılık yapanlar, direnenler. Mütemerridler.

mütemeshir

  • Maskaralık eden, eğlenen.

mütemeshirin / mütemeshirîn

  • (Tekili: Mütemeshir) Eğlenenler. Maskaralık yapanlar.

mütemessil

  • Benzeyen, sûretlenen.
  • İçinde yansıyan, rengiyle renklenen.

mutemid / mûtemid

  • Güvenen.

mütena'im

  • Nimetlenen.

mütenahi / mütenâhi

  • Tükenen, biten.

mütenaim / mütenaîm

  • Nimetlenen.

mütenazzif

  • Maddeten temizlenen.

müteneffis

  • (Nefes. den) Teneffüs eden. Soluyan. Nefes alan.
  • Dinlenen.

mütenevvi

  • Çeşitlenen, türlü türlü olan, muhtelif olan.

mütenezzih

  • Tenezzüh eden, gezip eğlenen.
  • Tenezzüh edip düşünen.
  • Nezih, temiz olan.

mütereddid

  • Tereddütlü, şüphelenen.

müteşahhıs / مُتَشَخِّصْ

  • Şahıs haline gelen, cisimlenen.

müteşaib / müteşâib

  • Şu'belenen.
  • Birbirine karışmamış.
  • Dallı, budaklı. Kollara ayrılmış.
  • Şubelenen, kollara ayrılan.

mütesail

  • Dilenci, dilenen.

mütese'il

  • Dilenen, dilenci.

mütese'ilin / mütese'ilîn

  • (Tekili: Mütese'il) Dilenciler, dilenenler.

müteşeddid

  • (Şiddet. den) Katılaşmış, pekleşmiş, sertleşmiş olan.
  • Şiddetlenen, hızlanan.

müteşekkil / مُتَشَكِّلْ

  • Şekillenen, oluşan.

mütesemmi

  • Bir isim ile isimlenen, müsemma olan.

mütesemmim

  • Zehirlenen, ağu içmiş olan.

müteşemmis

  • (Şems. den) Güneşlenen, güneşe çıkan.

mütesennih

  • Küflü, küflenen.

müteşerrif

  • Şereflenen, şeref duyan.

mütesettir

  • Saklanıp gizlenmiş olan. Tesettür eden, gizlenen.

mütesevvi

  • (Sivâ. dan) Düzlenen, düz olan.

mütetahhir

  • Temizlenen. Tâhir hâle gelen.
  • Temizlenen.

mütevaggıl

  • Bir işle fazla uğraşan, bir konu hakkında derinlemesine ilgilenen ve takip eden.

mütevakkıf

  • Bir şeye bağlı olan, onunla iş görecek olan, ilerlemeyip duran.
  • Bekleyen, tevakkuf eden, duran, eğlenen.

mütevaşşih

  • Süslenen, takınan.

mütevekkil

  • Kendi yapamıyacağı işde aczini bilip başka birisini vekil kabul etmek.
  • Tevekkül eden.
  • Allah'a (C.C.) güvenen ve işlerini O'na güvenerek tanzim eden.

mütezebbid

  • Kaymak bağlayan.
  • Köpüren, köpüklenen.

mütezehhir

  • Çiçekli, çiçeklenen.
  • Parıldayan.

mütezelzil

  • Deprenen, sarsılan.

mütezenbir

  • Kibirlenen, gururlanan, büyüklenen. Mütekebbir.
  • Can sıkıcı bir hal ve tavır takınan.

mütezevvic

  • (Çoğulu: Mütezevvicîn) (Zevc. den) Evli, evlenmiş, evlenen.

mütezeyyin

  • Süslenen, ziynetlenen.
  • Süslenen.

muzaga

  • Çiğnenen lokmadan ağızda kalan kırıntılar.

müzbid

  • Köpüklenen.

müzdevic

  • Evlenen.
  • Edb: Bir kelimeye kafiye olan.

müzelemmizin / müzelemmizîn

  • (Tekili: Mütelemmiz) Talebelik ederek öğrenenler, telemmüz edenler.

müzeyyif

  • Eğlenen, tezyif eden, hakaret ve alay eden.

müzmehhir

  • Gadabı şiddetli olan. Çok kızıp hiddetlenen.

muztarım

  • Alevlenen, ıztıram eden.

müzzemmil

  • Tezmil eden, sarınan. Elbise içine sarınan.
  • Bazıları, "Yükü yüklenen" şeklinde mânalandırmışlardır.
  • Mc: Gizlemek. Zayıf davranmak, işe pek kıymet vermemek.
  • Büyük bir hâdise karşısında başını içeri çekmek, kaçınmak, rahata meyletmek.
  • Resul-i Ekrem'e (A.S.M.) Ce

na

  • Arabçada "Biz" mânasına gelen zamirdir. Meselâ: Kitabünâ : "Kitabımız" misalinde olduğu gibi, kelimenin veya fiilin sonuna eklenen bitişik zamirdir.

nadi / nâdî / نادی

  • Seslenen, çağıran. (Arapça)

nahh

  • Davar sürmek.
  • İplik.
  • Zeyli denilen döşek.
  • Güç seyr.
  • Deve çökertmek için söylenen söz.

nahvetfüruş

  • Böbürlenen, gururlanan. (Farsça)

nakli / naklî

  • Nakliye ile, taşıma ile ilgili.
  • Akla değil de nakle dayanan, yani söylenen hakikat.

nakşedilen

  • İşlenen.

nakşolunan

  • İşlenen.

nazar-ı istihsan

  • Güzel gören ve beğenen bakış.

necaset-i hafife

  • Hanefî mezhebine göre pis olduğuna dair şer'î bir delil mevcud olan şeydir. Diğer bir tabire göre murdar olmadığı rivayet edilen şeydir. (Eti yenen hayvanların bevilleri gibi.) Bedenin veya elbisenin dörtte birinden az miktarı namaza mani olmaz.

necis

  • Yavaş hareketli insan veya hayvan.
  • Gizli olan şeyi halk içinde ifşa etmek.
  • Gizlenen sır, nişan.
  • Bir nevi yeşillik.

nefais-perest

  • Nefis şeyleri beğenenen, güzel şeyleri seven. (Farsça)

neffac

  • Mütekebbir. Kendini beğenen. Mağrur.
  • Şişkin.

nevruziye

  • Nevruz gününe âit olan. Hususan o gün için yazılan, söylenen manzume.

nişan

  • İz. Nişan. Alâmet. İşaret. (Farsça)
  • Yara izi. (Farsça)
  • Hedef, vurulması istenen nokta. (Farsça)
  • Hâtıra için dikilen taş. (Farsça)
  • Taltif için verilen madalya. (Farsça)
  • Evlenmeden önceki anlaşma ve karar işareti veya merasim. (Farsça)
  • Tuğra. (Farsça)
  • Ferman. (Farsça)

nu'man

  • (Tekili: Niam) Dört ayaklı hayvanlar.
  • Kan.
  • İmam-ı Azam Hazretlerinin adı.
  • Şakayık-ı nu'man denen bir lâle çiçeği.

nusha

  • Muska; büyü ve tılsım gibi hastalıkve âfetlerden korunmaya vesile olması için yazılan ve üste asılan veya suyu içilen veya tütsülenen dua.

palavra

  • (İspanyolca) Mübalâğalı söz, yalan söylenen söz.

perverde / ﭘََرْوَرْدَه

  • Beslenen.

perverişyab / perverişyâb

  • Beslenen. (Farsça)
  • Terbiye edilen, terbiye gören, eğitilen, yetiştirilen. (Farsça)

pesend / پسند

  • Beğenen.
  • Beğenen. (Farsça)

pozitivizm

  • Gerçeğe erişmek için sadece deneye güvenen sapık felsefe.

put

  • Allah'tan başka tapılan herşey.
  • Heykel. Sanem. Kendisinden medet beklenen veya lâyık olmadığı hürmet kendine yapılan maddi mânevi resim, heykel ve her çeşit cisim.

radıyallahü anh

  • Daha çok Eshâb-ı kirâmdan birinin ismi anıldığı veya yazıldığı zaman söylenen ve yazılan "Allahü teâlâ ondan râzı olsun" mânâsına duâ, hürmet ve saygı ifâdesi. İki kişi için Radıyallahü anhümâ, ikiden fazlası için Radıyallahü anhüm denir.

radıyallahü teala anha / radıyallahü teâlâ anhâ

  • Hanım sahâbîlerden birinin ismi anılınca veya yazılınca söylenen "Allahü teâlâ ondan râzı olsun" mânâsına duâ, hürmet ve saygı ifâdesi. İki hanım sahâbî için (Radıyallahü teâlâ anhümâ" ve ikiden çok için "Radıyallahü anhünne" denir.

rahimehullah

  • Daha çok Eshâb-ı kirâmdan başka İslâm büyüklerinden birisinin ismi anıldığı veya yazıldığında, söylenen ve yazılan, Allahü teâlâ ona rahmet eylesin mânâsına, duâ, hürmet ve saygı ifâdesi. İki kişi için rahimehumallah daha çok kimse için, rahimehumullah denir.

rahmetullahi aleyh

  • Daha çok Eshâb-ı kirâmdan (Peygamber efendimizin arkadaşlarından) başka din büyüklerinden birinin ismi anıldığı veya yazıldığında, söylenen veya yazılan "Allahü teâlâ ona rahmet eylesin" mânâsına duâ, hürmet ve saygı ifâdesi. İki kişi için rahmetulla hi aleyhimâ, daha çok kimse için rahmetullahi ale

rahmetullahi-aleyh / rahmetullâhi-aleyh

  • "Allah'ın (C.C.) rahmeti onun üzerine olsun" meâlinde vefat etmiş müslümanlar için söylenen duâ.

rakamzede

  • Yazılan, söylenen. Yazılmış. (Farsça)

re'y

  • Görme, görüş.
  • Fikir, bir iş hakkında söylenen söz, oy.
  • Görüş, görmek, rey. Hüküm ve itikad. Kıyas etmek. Bir iş hakkında söylenen söz, fikir.

rebi'ul-evvel / rebî'ul-evvel

  • Hicrî-Kamerî senenin üçüncü ayı, Peygamberimizin doğduğu ay.

rebib

  • (Çoğulu: Rebâib) Üvey oğul.
  • Evde beslenen koyun. (Müe: Rebibe)

resiyy

  • Hayır veya şerde musırrâne direnen.
  • Çatıyı ayakta tutan direk.

rıdvanullahi teala aleyhim ecmain / rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecmaîn

  • Daha çok Eshâb-ı kirâmın isimleri anılınca söylenen; "Allahü teâlânın rızâsı onlar üzerine olsun" mânâsına, duâ, hürmet ve saygı ifâdesi. Bir kişi için rıdvânullahi teâlâ aleyh, iki kişi için rıdvânullahi teâlâ aleyhimâ denir.

rumi tarih / rumî tarih

  • Rûmî takvime göre belirlenen tarih.

sabit-kadem

  • Mizacı oynak olmayıp işine ve sözünde kararlı olan, yerinde direnen. Sözünde duran.

sahabe / sahâbe / صَحَابَه

  • Peygamberimiz (asm)ı müslüman olarak görmekle şereflenen kişi.

sahib-i huruc / sâhib-i huruc

  • İsyan edip ayaklanarak idareyi ele geçirmiş olan kimse. (Farsça)
  • Büyük kahraman. (Farsça)
  • Şarktan zuhuru beklenen mehdi. (Farsça)

sahur

  • Temcid yemeği. Ramazan'da şafaktan önce yenen yemekr.

sai / sâî

  • Emvâl-i zâhirenin zekâtını toplayan me'mûr; sâime (senenin ekserisini çayırda otlayan) hayvanların ve toprak mahsûllerinin zekâtlarını toplamakla vazîfeli kimse, zekât me'muru.

sail / sâil

  • Soran, isteyen, dilenen, dilenci.

saime / sâime

  • Senenin yarısından fazla, meralarda, kırlarda sırf sütleri alınmak veya üreme ve beslenmeleri için otlatılan (koyun, keçi, sığır, manda, at ve deve cinsinden olan), ehlî hayvanlar.

salah / salâh

  • İyilik, bir şeyin iyi ve istenen şekilde bulunması, dindarlık, barış.

salat / salât

  • Allahü teâlâdan rahmet, meleklerden istiğfâr, mü'minlerden duâ.
  • İslâm'ın beş esâsından (temelinden) birisi olan namaz.
  • Peygamber efendimizin ism-i şerîfleri anıldığında, işitildiğinde veya yazıldığında söylenen ve yazılan "sallallahü aleyhi ve sellem". sözü ve benzerleri. Çoğ

salat u selam / salât u selâm

  • Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem ism-i şerîfleri anılınca, işitilince veya yazılınca söylenen veya yazılan hayır duâlardan ibâret olan sözler yâni sallallahü aleyhi ve sellem, Allahümme salli ve sellim alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammed, Essalâtü ves-selâmü aleyk

salif-üz zikr

  • Bildirilen, zikri geçen, mezkûr. Yukarıda ismi geçen. Yukarıda, daha evvel söylenen.

sallallahü aleyhi ve sellem

  • Peygamber efendimizin ism-i şerîfi anıldığı, işitildiği ve yazıldığında söylenen ve yazılan, Allahü teâlâdan, O'nun dünyâda ve âhirette her türlü iyiliğe ve üstünlüğe kavuşmasını istemekten ibâret olan hayır duâ, hürmet, saygı ve bağlılık ifâdesi. Bu na salât u selâm da denir.

samm

  • Zehirleyen. Ağulu.
  • Sam Yeli denen öldürücü rüzgâr.

sanatüttedelli / sanâtüttedelli

  • Muhatabın söyleneni anlayabilmesi için onun seviyesine inme mânâsında belagat ilminde bir sanat türü.

şanezen

  • (Çoğulu: Şanezenân) Baş tarayan. (Farsça)
  • Mc: Güçlükleri çözen. Zorlukları yenen. (Farsça)

sarih

  • Kurtaran, maded veren. İmdad eden.
  • Çağırılan, kendisinden meded beklenen.
  • Meded isteyen.

şatahat / şatâhat

  • Mânevi sarhoşluk.
  • Kendinden geçer bir hâle gelmek ve böyle istiğrak hâlinde iken söylenen müvazenesiz sözler.
  • Mânevî sarhoşluk hâlindeyken söylenen dengesiz sözler.

şavt

  • Hac esnâsında sa'y denen vazîfeyi yaparken, Safâ'dan Merve'ye ve Merve'den Safâ'ya her bir geliş ve tavaf yaparken Kâbe'nin Hacer-ül esved köşesinden başlayan ve başlanılan yere gelince sona eren her bir dönüş.

sayd

  • Av hayvanı yâni eti yenen hayvanların etleri için, eti yenmeyenlerin ise (domuz hâriç) deri ve diş gibi yerlerinden faydalanmak veya zararlarından emin olmak için avlanan hayvan.

sebe'

  • (Sebâ) Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm'ın mucizesi sonunda imana gelen ve onunla evlenen Belkıs'ın Yemen'de hükmü altında bulundurduğu mâmur şehrinin ismi.
  • Bir Arab kavminin adı.
  • Bir devlet ismi.
  • Bir şahıs adı.

şecr

  • İki çenenin arası.
  • Harcamak, sarfetmek.
  • Tarh etmek, kovmak.

şedid-üş şekime

  • Şedid-ün nefs; yani başkasına boyun eğmekten çekinen ve kibirlenen.

seele

  • Dilenenler.

sefer

  • Senenin kısa günlerinde, insan veya deve yürüşü ile üç günde gidilecek yere gitmeyi niyet ederek, bulunduğu yerin kenar evlerinden dışarı çıkmak.
  • Harbe gitme, savaş.

seferi / seferî

  • Seferde olan, misâfir, yolcu. Bulunduğu şehirden veya köyden gideceği yolun iki veya bir kenârındaki evlerin dışına çıkarken, senenin kısa günlerinde, insan veya deve yürüyüşü ile, son evden îtibâren üç günde gidilecek yere (Hanefî mezhebinde 104 kil ometre) gitmeye niyyet eden kimse.

seferilik / seferîlik

  • Senenin kısa günlerinde insan veya deve yürüyüşü ile üç günde gidilecek yere gitmeye niyet ederek bulunduğu yerin kenar evlerinin dışına çıkmak.

şefkat-i imaniye / şefkat-i imâniye

  • İmandan gelen ve başkalarına karşı beslenen şefkat ve merhamet.

sehlimümteni

  • Yazılması veya söylenmesi kolay görünen, ama denendiğinde zor olduğu anlaşılan eser.

selamün aleyküm / selâmün aleyküm

  • İki müslüman karşılaşınca veya ayrılırken birinin diğerine; "Ben müslümanım. Benden sana zarar gelmez, selâmettesin. Dünyâda ve âhirette selâmette ol, sıhhat ve âfiyet üzerinize olsun." mânâsına söylenen söz.

selhane / selhâne

  • Eti yenen büyük ve küçük baş hayvanların kesilip yüzüldüğü yer, mezbaha.

semi'allahü limen hamideh

  • "Allahü teâlâ, hamd ve senâ eden kimsenin hamd, şükür ve senâsını (övgüsünü) işitir" mânâsına rükûdan kalkarken (doğrulurken) söylenen söz (tesbih).

şems-i ezeli / şems-i ezelî

  • Vâcib-ül-vücud ve ebediyyen var olan, her şeyi nurlandıran Allah (C.C.) hakkında teşbihen söylenen bir tabirdir.

sene-i şemsiye

  • 22 Mart'tan ertesi senenin 21 Martına kadar süren İranlıların milli takvimine göre olan nesne.

seradan süreyyaya / serâdan süreyyaya

  • Yerden Ülker yıldızına kadar; birbirine zıt ve uzak şeyler için söylenen bir ifadedir.

şerefyab / şerefyâb

  • Şereflenen.

seriü't-teessür

  • Çabuk etkilenen, üzülen.

seriütteessür / serîütteessür

  • Çabuk ve kolay etkilenen.
  • Hemen etkilenen.

sertem

  • Uzun, tavil.
  • Yumuşak sözlü kişi.
  • Hışmını ve gadabını süratle yenen kimse.

seyr-i enfüsi / seyr-i enfüsî

  • Tasavvuf yolunda bulunan kimsenin kendinde ilerlemesi, kötü huylardan temizlenen nefsin, iyi huylarla bezenmesi, süslenmesi.

seyyiat-ı sabıka

  • Geçmiş dönemlerde işlenen kötülük ve günahlar.

sicil

  • Resmi vesikaların kaydedildiği kütük denen büyük defter.
  • Memurların durumu hakkında tutulan dosya.

sidre ağacı

  • Arabistan kirazı denen bir ağaç türü.
  • "Arabistan kirazı" denen bir ağaç.

sifal

  • Değirmen altına döşenen deri.
  • Değirmen süpürgesi.

sinsi

  • Kendini gizleyen, gizlenen.

şita

  • Kış. Senenin soğuk mevsimi.

sôfi / sôfî / صوفى

  • Tasavvufla ilgilenen, mutasavvıf. (Arapça)

şu'legir

  • Tutuşan, alevlenen, alev alan. (Farsça)

sual-i mukadder

  • Gelecek, gelmesi beklenen soru.

sübhane rabbiyel a'la / sübhâne rabbiyel a'lâ

  • "Yüce olan Rabbimi tesbih ve tenzih ederim" mânâsına secdede söylenen tesbih.

sübhane rabbiyel-azim / sübhâne rabbiyel-azîm

  • "Büyük olan Rabbimi tesbih ve tenzih ederim" mânâsına rükû'da söylenen tesbih.

süha

  • Büyükayı yıldız kümesindeki en küçük yıldız; eskiden gözün keskinliği bu yıldızla denenirdi.

sünni / sünnî

  • Sünnet ehlinden olan kimse. Peygamberimiz Hazret-i Muhammed'in (A.S.M.) izinden giden, bütün düsturlarını Şeriat-ı İslâmiyeden alan, Ehl-i Sünnet denen ve Fırka-i Nâciye ismiyle yâdedilen zümreden olan.

sür'at-i infial / sür'at-i infiâl

  • Çok çabuk gücenen, çabuk darılan.

suretpezir

  • Meydana çıkan, hâsıl olan, şekillenen. (Farsça)

suretyab / suretyâb

  • Şekil bulan, suretlenen, meydana gelen. (Farsça)

susmar

  • Kertenkele denen küçük bir hayvan. Keler. (Farsça)

taam

  • Yemek, yenen şey.

taayyün eden

  • Belirlenen.

tabiat fikri

  • Materyalist düşünce; tabiat için söylenen, "insan faaliyetlerinin dışında kendi kendini sürekli olarak yeniden yaratan ve değiştiren güç" düşüncesi.

tahammül eden

  • Katlanan, yüklenen.

tahrime

  • Namaza başlanırken söylenen tekbir.
  • Hacıların ihrama bürünmeleri.
  • Namaza başlanırken söylenen tekbir. Hacıların ihrama bürünmeleri.

taih

  • Kibreden. Kibirlenen. Büyüklenen.

taktaka

  • (Tıktıka) Taşlardan çıkan ses.
  • Hayvanların ayak sesleri veya bunları anlatmak için söylenen kelime.

takvim-i arabi / takvim-i arabî

  • Hicretten 17 sene sonra görülen lüzum üzerine Hazret-i Ömer (R.A.) tarafından Kamer senesi esas ve hicret tarihi başlangıç sayılmak suretiyle tertiplenen takvim.

talebe

  • (Tekili: Tâlib) İstekliler.
  • Şakird. Tahsile çalışan. Öğrenen. Öğrenci.

tallahi

  • Anlamı kuvvetlendirme için vallahi ve billahiden sonra söylenen yemin sözü.

tannaz / tannâz / طناز

  • Alaya alan, eğlenen. (Arapça)

tanzim edilen

  • Düzenlenen.

tanzim olunan

  • Düzenlenen.

tarih-i arabi / tarih-i arabî

  • Arap takvimine göre belirlenen tarih.

taun

  • Vebâ denen dehşetli bir bulaşıcı hastalık. Bu hastalıkta lenf bezlerinde hâsıl olan yumruların herbiri.

tayin olunan

  • Belirlenen.

tazminat / tazminât

  • (Tekili: Tazmin) Zarar ve ziyana karşı ödenen bedeller.
  • Zararların bedellerini ödetme.

tebarekallah / tebarekâllah

  • "Cenab-ı Hakk'ın (C.C.) ne bereketli, ne hayırlı işleri var, ne kadar bereketli!" diyerek hayret taaccübü. Allah'ın (C.C. ) yaptığı eserlerinden dolayı hayranlık hislerini ifade maksadıyla, Allah (C.C.) hakkında söylenen ve aynı zamanda dua için okunan bir kelâm.

tebareke ve teala / tebâreke ve teâlâ

  • Allahü teâlânın ism-i şerîfi anıldığında ve yazıldığında, söylenen ve yazılan, "Yüce ve noksan sıfatlardan münezzeh (uzak, temiz)" mânâsına ta'zîm ve hürmet ifâdesi.

tebe-i tabiin / tebe-i tâbiîn

  • Peygamber efendimizin Eshâbını gören ve sohbetinde bulunmakla Tâbiîn denen büyükleri görmekle şereflenenler.

tebşir edilen

  • Müjdelenen.

teceddüd eden

  • Yenilenen.

tecil edilen

  • Ertelenen, sonraya bırakılan.

tecrübe / تجربه

  • Deneme, sınama. (Arapça)
  • Deneyim. (Arapça)
  • Tecrübe edilmek: Denenmek, sınanmak. (Arapça)
  • Tecrübe etmek: Denemek, sınamak. (Arapça)

teemmüli / teemmülî

  • Düşünerek söylenen veya yazılan. Teemmüle ait ve müteallik.

tegaddi eden

  • Gıdalanan, beslenen.

tehir edilen

  • Ertelenen.

telezzüz eden

  • Lezzetlenen.

telkin

  • (Çoğulu: Telkinât) Zihinde yer ettirmek. Fikir aşılamak. Zihinde yer etmiş düşünce.
  • Yeni müslüman olana İslâm esaslarını anlatmak.
  • Ölü gömüldükten sonra imam tarafından söylenen söz. (Telkini fenden almış,Medeniyetten taklid,Hürriyet tenkid vermiş,Gururdan dalâlet çıkmış.) (L

temcid

  • Cenab-ı Hakk'ın büyüklüğünü bildirmek. Tazim ve sena etmek.
  • Ağırlamak.
  • Sabah namazı vaktinden evvel minarelerde belli makamlarda söylenen ilâhi, niyaz.

temkin zamanı / temkîn zamânı

  • Güneşin doğuş, batış vakti ve namaz vakti hesapları yapılırken, vakitlere eklenen veya çıkarılan zaman miktârı. Bu vakitler hesâb edilirken deniz ve ova gibi düz yerlerde güneş merkezinin hakîkî ufkun altına inmesi esas alınır. Hâlbuki o yerin en yük sek tepesinde bulunan bir kimsenin gördüğü ufukta

tenbel

  • (Tembel) Üşenen, üşengeç. (Farsça)
  • İşte ağır, davranan ağır yürüyen, ağır hareketli. (Farsça)

tenezzehe

  • Noksan sıfatlardan uzak (meâlinde Allah C.C. için söylenen duâdandır.)

tenvin-i tenkiri / tenvin-i tenkirî

  • Kelimenin belirsizliğini gösteren tenvin işareti; harf-i tarifsiz ("el" takısız) olduğu için tenvinli olan ve nekra denen kelime.

terbiye

  • Kişiyi yavaş yavaş rûhen ve bedenen yetiştirmek, olgunlaştırmak.
  • Edeblendirme, cezâlarını verme.

terfih

  • Evlenen kimseye "Allah hüsn-ü imtizac eylemek nasibetsin" diye duâ etmek.

tersim olunan

  • Resimlenen.

tertip edilen

  • Düzenlenen.

teşekkür

  • Yapılan iyilikten memnun kalındığını bildirmek için söylenen şükür ifadesi.
  • Şükür etmek.
  • Birisine karşı "Sağ ol, var ol, ömrüne bereket" gibi söylenen minnet sözleri.

teşhir edilen

  • Sergilenen.

tesniye

  • İkilenen, ikil kelime.

tetimme

  • Tamam etme, tamamlama.
  • Ek, noksanını tamamlamak için eklenen.

tetkik edilen

  • İncelenen, araştırılan.

tevhid-i şuhud / tevhid-i şuhûd

  • Görünen ve gözlemlenen herşeyi bir olan Allah'a verme ve Ona ait kılma.

tıyre

  • Darılma, gücenme.
  • Darılan, gücenen.

ukdegüşa

  • Müşkilleri yenen. (Farsça)

umre

  • Hac zamânı olan beş günden yâni Arefe ve Kurban bayramının dört gününden başka, senenin her günü ihrâma girip Kâbe'yi tavâf etmek, Safâ ile Merve arasında sa'y yapmak ve saç kazımak veya kesmek.

vacib / vâcib

  • Allah ve resulü tarafından yerine getirilmesi kesin olarak emredilmiş olan şey (diğer bir mânası; delili farz ifade edecek derecede kesin olmayan, fakat hiç terk edilmeden yapılması istenen amel; vitir ve bayram namazları gibi.
  • Varlığı zorunlu olan.

vakad

  • Alevlenen ateş.

vardiya

  • İtl. Gemilerde beklenen nöbet.
  • Nöbet yeri. Nöbet beklenilen yer.

varid / vârid

  • Ulaşan, yetişen, gelen, erişen.
  • Akla gelen.
  • Bir şey hakkında söylenen, uygulanan.
  • Söylenen, ulaşan, gelen.

varid olan

  • Söylenen.

varis / vâris

  • Mîrasçı, akrabâlık veya başka yolla, vefât eden kimsenin bıraktığı mîrâs denen maldan almaya hak kazanan.
  • İlim ve ma'rifette mîrasçı.

vasf-ı mezbur

  • Söylenen vasıf, daha önce yazılan sıfat.

vasık / vâsık

  • (Vüsuk. dan) Güvenen. İtimad eden.

vaziyet-i meşhude / vaziyet-i meşhûde

  • Gözlemlenen durum.

vedud / vedûd

  • Çok şefkatli. Kendisine çok sevgi beslenen. Cenâb-ı Hak. (Vedud ismine mazhar olan muhakkıkin-i evliya: "Bütün kâinatın mâyesi, muhabbettir. Bütün mevcudatın harekâtı muhabbetledir. Bütün mevcudattaki incizab ve cezbe ve câzibe kanunları, muhabbettendir." demişler.)
  • Kullarını çok seven ve şefkat eden, Kendisine çok sevgi beslenen Allah.
  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Bütün yarattıklarına ihsân eden, onlara iyilik ve ihsân etmeyi seven, beğenen Allahü teâlâ.
  • Çok şefkatli, kendisine çok sevgi beslenen. Esmâ-i hüsnâdan.

vezir / vezîr / وزیر

  • Eskiden bakanlık görevini üstlenen kişi. (Arapça)

vilayet-i sugra / vilâyet-i sugra

  • Vehimden ve hayâlden kurtulamadan ilerlenen evliyâlık yolu. Buna Vilâyet-i evliyâ da denir.

vürud eden / vürûd eden

  • Söylenen, ifade edilen.
  • Söylenen, ifade edilen.

ya vedud / yâ vedûd

  • Ey kullarını çok seven ve şefkat eden, kendisine çok sevgi beslenen Allah.

ye'cüc ve me'cüc

  • Kısa boylu olacakları söylenen ve Kur'an-ı Kerim'de bahsi geçen ve ortalığı fitne ve anarşiye boğacak olan bir kavmin ismi.
  • Kur'ân-ı Kerim'de bahse konu edilen ve kısa boylu olacakları söylenen, ortalığı fitne ve anarşiye boğacak olan bir kavmin adı.

yılbaşı

  • Sene başı. Yeni bir senenin başlaması. Başlangıç zamânına göre iki çeşit sene vardır. Mîlâdî ve hicrî sene.

yuh

  • (Yuhâ) Güneşin isimlerindendir.
  • Türkçede, birisine karşı hakaret için söylenen kelimedir. Kalabalıkla haykırılan hakaret kelimesidir. Buna "yuha çekmek" denir.

zabıt

  • Mahkeme, meclis gibi yerlerde söylenenlerin olduğu gibi yazılmışı.
  • Alâkalılarca yazılarak karşılıklı imzalanan, karşılıklı anlaşmayı bildiren yazı.
  • Yazı varakası.
  • Birçok kimselerce imzalanan rapor.

zabıt katibi / zabıt kâtibi

  • Mahkemede söylenenleri yazan kişi.

zaby

  • Geyik, karaca, gazâl denen hayvan.

zaid

  • Artan. Fazlalık. İlâve olunmuş.
  • Lüzumsuz, gereksiz.
  • Gr: Te'kid için söylenen.
  • Mat: Müsbet işareti, artı. (+)

zaik

  • Tadan, tadıcı, lezzet alan. Zevklenen.

zail

  • (Zâile) Geçen, geçici.Devamlı olmayan. Tükenen.

zeamet

  • Şeref, şan. Riyaset.
  • Yetiştirdikleri hayvanları ile birlikte harbe iştirak eden ve Sipâhi denen Osmanlı askerine öşrü alınmak üzere verilen en büyük timâr.

zebanekeş

  • Alevlenen, alevli. (Farsça)

zebanzed

  • Ata sözü, darb-ı mesel. (Farsça)
  • Alışılmış, her zaman söylenen söz. (Farsça)

zekan

  • (Çoğulu: Ezkân) İki çenenin birleştiği yer. ("Enek" de derler.)

zekat / zekât

  • Belli bir mal varlığına sahip olan Müslümanın, her yıl şeriat tarafından belirlenen miktarını tayin edilen yerlere vermesi.

zenne / زنه

  • Kadın rolünü üstlenen erkek sanatçı. (Farsça)

zevk-yab / zevk-yâb

  • Lezzet alan, zevklenen. (Farsça)

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın