REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Elden ifadesini içeren 108 kelime bulundu...

a'yan-ı sabite / a'yan-ı sâbite

  • Tas: İlm-i İlâhide eşyanın ezelden beri sâbit olan sûret ve hakikatları. Mevcudat-ı ilmiye.

akademi

  • yun. Yüksek mekteb.
  • Âlimler, edebiyatçılar heyeti.
  • Eflatun'un vaktiyle talebesine ders verdiği yer.
  • Çıplak modelden yapılan insan resmi.
  • Belli bir ilmin gelişme ve ilerlemesini te'min maksadı ile müşterek tetebbularda veya serbest tedrisatta bulunan salâhiyetl

akibet-bin / âkibet-bin

  • İleri görüşlü. Sonunu evvelden gören. (Farsça)

aks-i sada / aks-i sadâ

  • Sesin bir yere çarpıp geri gelmesi. Yankı. Çok evvelden söylenen bir hakikatın sonradan tekrar edilmesi.

ala kadri'l-istitaa / alâ kadri'l-istitâa

  • Elden geldiği kadar, güç yettiği kadar.

ala kadri'l-istitaati / âlâ kadri'l-istitâati

  • Elden geldiği kadar, güç yettiği kadar.

ala-kadr-il-istitaa / alâ-kadr-il-istitaa

  • Elden geldiği kadar, güç yettiği nisbetinde.

alavere

  • Vapurlara kömür vermek için bordaya kurulan kademeli iskele.
  • Tulumbanın basıp emme suretiyle işlemesi.
  • Herc ü merc. Karışıklık, kargaşalık.
  • Bir şeyin elden ele verilerek veya atılarak aktarılması.

alim-i mukaddir / alîm-i mukaddir

  • Her şeyi hakkıyla bilen ve sonsuz ilmiyle ezelden ebede her şeyi yaratılmadan önce takdir edip plânlayan Allah.

anyedin

  • Elden.

aslen

  • Kök veya soy bakımından, aslında, esasında; temelden, kökten.

ayanısabite / ayânısâbite

  • Varlıkların ilâhî ilimde ezelden beri bulunan hakikatları.

cilve-i kudret-i ezeliye

  • Varlığının başlangıcı olmayan ve ezelden beri var olan Allah'ın kudretinin tecellisi, yansıması.

damping

  • ing. Bir pazarı elde etmek veya bir malı elden çıkartabilmek için benzerlerinden çok düşük fiyatla satma.

dest-be-dest

  • Elden ele, el ele. (Farsça)
  • Peşin satış. (Farsça)
  • Birbirine bitişik olan. (Farsça)

destbedest / دست بدست

  • Elden ele. (Farsça)

destgir / destgîr / دستگير

  • Elden tutan, yardım eden. (Farsça)

devr

  • Bir şeyi elden ele aktarma. Vefât eden bir müslümanın sağlığında kılamadığı namaz, tutamadığı oruç ve veremediği zekât gibi borçlardan kurtulması için birkaç fakirin kendilerine ölünün vasî veya velîsi tarafından verilen fidyeyi alıp, gönül rızâsıyla tekrar geri vermek sûretiyle yapılan muâmele.

dur-endiş

  • Önceden görüp düşünen. Tedbirli. Her şeyin ilerisini evvelden mülâhaza eden. İlerisini düşünen. (Farsça)

elhamdü lillah / elhamdü lillâh

  • "Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet Allah'a mahsustur".

elhamdü lillahi / elhamdü lillâhi

  • "Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet Allah'a mahsustur".

elhamdü-lillah

  • Kısaca meali: Her ne kadar hamd ve şükür varsa, ezelden ebede ve kimden kime olursa olsun hepsi Allah'a mahsustur. İman, şükür, hamd, memnuniyet ifâde eden bir deyimdir.

elhamdülillah / elhamdülillâh

  • Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet Allah'a mahsustur.

esef

  • Hüzün, gam, nedamet, pişmanlık. Daralmak. Elden çıkan bir şey için hâsıl olan üzüntü.

eşşükrü lillah / eşşükrü lillâh

  • Ezelden ebede bütün şükürler ancak Allah'adır.

ezel ve ebed sultanı

  • Başlangıç ve sonu olmaksızın, egemenliği, saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan, Allah.

ezel-ebed sultanı

  • Başlangıç ve sonu olmaksızın, hüküm ve saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan.

ezelbeezel / ازل به ازل

  • Ezelden beri. (Arapça - Farsça)

fedek

  • Irak diyarında bir beldenin adı.

fevt

  • Ölüm, mevt.
  • Kaybetme. Elden çıkarma. Kaçırma. Bir şeyin bir daha ele geçmiyecek şekilde elden çıkması.
  • Bir daha ele geçmemek üzere kaybetmek, elden çıkarma, kaçırma,
  • Ölüm.

fina-i belde / finâ-i belde

  • Beldenin civarı.

firuz abadi / firuz abadî

  • (Mecdüddin Muhammed) (Hi: 729 - 817) İran'ın Şiraz Eyâletinde Firuzâbad isimli beldenin Kâzrun kasabasında doğmuştur. Büyük âlimlerdendir. Yedi yaşında Kur'anı hıfzetmişlerdi. Çok seyahat etmiştir. Bursa'ya geldiğinde Yıldırım Bayezid Han tarafından kendisine fevkalâde ikrâm olundu. En meşhur eseri

fursat

  • Müsait an, elverişli durum, uygun zaman, elden kaçırılmayacak faydalı hâl veya vakit. Nöbet.

hafz

  • Taşımak için hazırlanmış ev eşyası. Ev eşyası taşıtılan deve.
  • Bir şeyi eğmek veya elden bırakmak.

hayy

  • Ezelden beri hayat sahibi olan Allah.

heba / hebâ / هبا

  • Boş. (Arapça)
  • Hebâ etmek: Yitirmek, yazık etmek, elden kaçırmak. (Arapça)
  • Hebâ olmak: Yitmek, yazık olmak, yok olmak. (Arapça)
  • Hebâya gitmek: Boşa gitmek, yazık olmak. (Arapça)

hulle

  • Ağır, pahalı.
  • Belden aşağı ve belden yukarı olan iki parçadan ibâret olan elbise.
  • Cennet elbisesi.
  • Fık: Üç defa kocasının boşadığı bir kadının dördüncü defa eski kocasına nikâh düşebilmesi için başka birine nikâhlanması. Müslim bir erkek karısını üç talak ile boşarsa,

hutbe-i ezeli / hutbe-i ezelî

  • Ezelden gelen hutbe.

idale

  • Bir şeyin elden ele geçmesi.

ifate

  • (Fevt. den) Kaybetme, kaçırma, elden çıkarma.

ihram / ihrâm

  • Mîkât denilen mahalde (yerde) hacca veya umreye niyet ederek, peştemal gibi dikişsiz iki parça örtüyü giymek ve telbiye getirmek sûretiyle, daha önce mubah (serbest) olan bâzı şeyleri kendine haram kılmak yâni bunları yapmaktan sakınmak. İhrâmlı kims eye muhrim denir. İhrâm elbisesinin belden aşağı

iktirah

  • (Çoğulu: İktirahat) (Karh. dan) Evvelden hazırlamadan düzgün bir şekilde ve içe doğduğu gibi (şiir veya nutuk) söyleme.

inhisar

  • Hasr olunma.
  • Tecavüz etmeme.
  • Bir iş veya malın idâresinin bir kişiye, bir ele bırakılması. Bir elden idâre. Bir şeye mahsus olup, başka şeye şümulü olmama. Yalnız bir şeye veya bir şahsa hasrolunma.

izar / izâr

  • Belden yukarıya mahsus örtü, peştemal, futa.

kader

  • Cenâb-ı Hakk'ın kâinatta olmuş ve olacak her şeyin evsafını ve havassını ve sâir geleceğini ve geçmişini ezelden bilip, levh-i mahfuzunda takdiri ve yazması. Takdir-i İlâhî.
  • Ezelî kısmet.
  • Tali'. Baht. Şans.
  • Cenab-ı Hakk'ın kâinatta mevcut her şeyin bütün özelliklerini ezelden bilip takdir etmesidir.
  • Allahın herşeyi ezelden bilip takdir etmesi.

kàdir-i kayyum / kàdir-i kayyûm

  • Ezelden ebede kadar bütün varlıkları ayakta tutan sonsuz kudret sahibi, Allah.

karınca kaderince

  • Az da olsa, elden geldiği kadar.

katib-i ezeli / kâtib-i ezelî

  • Her şeyin hayatının mukadderatını ezelden bilip yazan Cenab-ı Hak (C.C.)

kayyum

  • Başlangıç, nihayet ve yeniden oluş gibi hallerden münezzeh ve ezelden ebede kaim, dâim ve var olan Allah (C.C.). Bütün eşyanın ancak kendisi ile kaim olduğu Cenab-ı Hak.

keşf

  • Açmak.
  • Olacak bir şeyi evvelden anlamak. Gizli kalmış bir şeyin Cenab-ı Hak tarafından birisine ilham olunması ile o gizli şeyin meydana çıkarılması.

kudret-i ezeli / kudret-i ezelî

  • Bir başlangıcı olmayan ve ezelden beri var olan Allah'ın kudreti.

kudret-i ezeliyye

  • Allah'ın ezelden beri var olan kudreti, güç ve muktedir olan iktidarı.

kufan

  • Zahmet, meşakkat.
  • Kufe dedikleri beldenin adı.

kunyan

  • Kişinin nefsi için saklayıp elden çıkarmadığı mal.

kunye

  • Kişinin nefsi için saklayıp elden çıkarmadığı mal.

lehce

  • Bir beldenin konuşma şekli, dil. Konuşma tarzı.
  • Bir beldenin konuşma tarzı.

levh-i ezeli / levh-i ezelî / لَوْحِ اَزَل۪ي

  • Olacak herşeyi Allahın ezelden bilerek yazdığı kader levhası.

ma-fat

  • Kaybolan. Fevt olan. Elden çıkan şey. Kaybedilen.

mafat / mâfât

  • Kaybolan, elden çıkan.

mahazar / mâhazar

  • Daha evvelden hazır olan. Hazır olarak ne varsa.

makdur / مقدور

  • Güç. Kuvvet. Kudret.
  • Takdir olunmuş. Allah'ın takdiri. Daha evvelden takdir olunmuş.
  • Güç. (Arapça)
  • Elden gelen. (Arapça)

makdurat

  • (Tekili: Makdur) Takdir-i İlâhi olanlar. Güç ve kuvvet. Elden gelenler. Takdir edilenler.

mev'ud

  • Söz verilmiş. Vaadedilmiş. Vâdeli. Vadesi muayyen ve mukadder olan.
  • Evvelden takdir olunmuş.

mevakıt

  • (Tekili: Mevkıt) Evvelden belirtilmiş olan vakitler.

min-el evvel

  • Evvelden beri.

min-el ezel

  • Ezelden beri.

min-el kadim

  • Çok evvelden. Eskiden beri.

müdavele

  • Elden ele gezdirme. Alıp verme, devretme.
  • Fikir verme, konuşma.
  • Çevirme, döndürme.

müdebbir

  • Evvelden düşünüp işleri ona göre ayarlayan. Her şeyin evvelden tedbirini yapan, gören.
  • İlmi ile her şeyin akibetini ihâta edip ona göre hikmetle iş yapan Allah (C.C.).

mürid / مُرِيدْ

  • Ezelden irade eden (Allah).

müsadere

  • (Sudur. dan) Yasak edilen bir şeyin kanuna göre elden alınması. Zulüm ve cebir.
  • Toplama, elden alma.

mütedavil / mütedâvil / مُتَدَاوِلْ

  • Elden ele geçen, alıp verilen.
  • Kullanılan.
  • Elden ele geçen.

mütekellim-i ezeli / mütekellim-i ezelî / مُتَكَلِّمِ اَزَل۪ي

  • Başlangıcı olmayıp ezelden beri konuşan (Allah).

müyadat

  • Elden ele verme.
  • Mükâfat.

na-müyesser

  • Elden gelmeyen, müyesser olmayan. (Farsça)

nakden

  • Para olarak, peşin, elden.

nehva

  • Bir şey kasdetmek. Bir şey söylemeği istemek.
  • Bir şey yapmağa evvelden hazırlanmak.

nurun ala nur / nûrun alâ nur

  • Nur üstüne nur, güzelden de güzel, iyiden de iyi.

rida

  • Örtü, belden yukarı örtülen şey, çar ve şal.
  • Akıl. İlim. Seha.
  • Zinet. Parlaklık veren şey.
  • Hırka.

rida'

  • Örtü, belden yukarıya örtülen örtü.

sa'y

  • Çalışma, Çalışıp çabalama. Gayret sarfetme. Bir maksadın meydana gelmesi için elden geleni yapma.
  • Hızlı yürüme.
  • Cür'et etme.
  • Ziyaret etme.
  • Gammazlık yapma.
  • Ist: Hac veya Umre'de Safâ ile Merve arasında usulüne göre yedi defa gelip gitmektir.

safvet-i asliye

  • Temelden gelen saflık.

şahid-i ezeli / şâhid-i ezelî

  • Ezelden beri bütün zamanları ve herşeyi gören ve herşeye şahid olan Allah.
  • Ezelden ebede her şey nazar-ı şuhudunda olan Cenab-ı Hak.

sani-i kadim / sâni-i kadîm

  • Ezelden beri var olan ve varlıkları sa'natlı bir şekilde yaratan Cenâb-ı Allah.

semere-i istidad

  • Var olan kabiliyet ve potansiyelden ortaya çıkan netice.

şems-i ezel ve ebed

  • Ezelden ebede kadar bütün varlık âlemini aydınlatan Allah.

şems-i ezel ve ebed sultanı

  • Ezel ve ebedin sultanı olan Güneş; bu tabir ezelden ebede kadar bütün varlık âlemini aydınlatan Allah için bir benzetme olarak kullanılır.

şems-i ezeliye

  • Ezelî Güneş; bu tabir ezelden beri bütün varlıkları aydınlatıp hayat veren Allah için bir benzetme olarak kullanılır.

serian

  • Çabuk, tez elden, acele.

sıfat-ı ezeliye alemi / sıfât-ı ezeliye âlemi

  • Ezelden beri Allah'ın zatında bulunan nitelikler âlemi.

sikke-i ehadiyet

  • Her şeyin bir elden çıktığını gösteren damga, işaret.

sübhanallahi ve bihamdihi / sübhanallahi ve bihamdihî

  • Allah her türlü eksiklikten sonsuz derecede yücedir ve ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet Allah'a mahsustur.

sultan-ı ezel ve ebed

  • Başlangıç ve sonu olmaksızın, hüküm ve saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan.

sultan-ı ezel, ebed

  • Başlangıç ve sonu olmayan, hüküm ve saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan, Allah.

sultan-ı ezeli ve ebedi / sultan-ı ezelî ve ebedî

  • Başlangıç ve sonu olmaksızın, hüküm ve saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan.

taammüden

  • Evvelden hazırlanarak. Kastederek. Bile bile.

takdir / تَقْد۪يرْ

  • Allah'ın her şeyin kaderini ezelden bilmesi.

teavür

  • Elden ele gitmek.

tedavül

  • Elden ele dolaşma.
  • Kullanma.
  • Sürüm.
  • Geçerlilik.
  • Elden ele gezmek, dolaşmak.

terbiye-i vahide / terbiye-i vâhide / تَرْبِيَۀِ وَاحِدَه

  • Tek (elden) terbiye.

teslif

  • Kahvaltı etme.
  • Takdim etmek.
  • Bir nesnenin fiyatını evvelden vermek.

vahdet-i mevcud

  • Bütün varlıkların bir elden tedbir ve idare edilmesi ve sahiplerinin bir olması.

vahdet-i tedbir

  • Bir elden yönetme.

zaya'

  • Elden çıkma, yok olma.

zayi / zâyi / zâyî

  • Elden çıkan, kaybolan.
  • Elden çıkan, yitik.

zayi etmek / zâyi etmek

  • Elden çıkarmak, kaybetmek.

zayi olan / zâyi olan

  • Elden çıkan, kaybolan.

zayi'

  • (Ziya'. dan) Elden çıkan. Kaybolan. Yitik. Zarar, ziyan.
  • Elden çıkan, yitik, kaybolan.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın