Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
Elde
ifadesini içeren
415
kelime bulundu...
hakk-ul-yakin / hakk-ul-yakîn
Bir şeyin hakîkatine kavuşma, mâhiyetine erişme, bulma, tatma. Allahü teâlânın beğendiği ahlâk ile ahlâklanıp, kalb gözünün açılması ve mânevî perdelerin kaldırılması neticesinde elde edilen kesin ilim, bilgi.
Bir şeyin hakîkatine kavuşma, mâhiyetine erişme, bulma, tatma. Allahü teâlânın beğendiği ahlâk ile ahlâklanıp, kalb gözünün açılması ve mânevî perdelerin kaldırılması neticesinde elde edilen kesin ilim, bilgi.
a'yan-ı sabite / a'yan-ı sâbite
Tas: İlm-i İlâhide eşyanın ezelden beri sâbit olan sûret ve hakikatları. Mevcudat-ı ilmiye.
adak
Nezr, Allahü teâlânın rızâsının elde edilmesi veya bir isteğin yerine gelmesi veya bir belâ ve musîbetin giderilmesi maksadıyla Allahü teâlâ için oruç tutmak, kurban kesmek gibi başlıbaşına ibâdet olan veyâ benzeyen bir şeyi kendisine vâcib kabûl etm e.
agnostisizm
fels. Gerçeğin, mutlak hakikatın bilinemez olduğunu; insanın gerçeği, tam uygun bilgiyi elde edecek yaradılışta olmadığını kabul eden felsefe görüşü.
ahiret alimi / âhiret âlimi
Dünyâlığa, mala, mevkiye kıymet vermeyen, ilim ile dünyâlık elde etmeye çalışmayan, âhireti dünyâya tercih eden, ilmiyle amel eden, işi sözüne uyan, ibâdet ve tâate teşvik eden, ilmi âhiretine faydalı olan tevâzu sâhibi âlim.
ahkam-ı ictihadiyye / ahkâm-ı ictihâdiyye
Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîfte açıkça bildirilmeyip, müctehid denilen âlimlerin açıkça bildirilenlere benzeterek elde ettikleri hükümler.
akademi
yun. Yüksek mekteb.
Âlimler, edebiyatçılar heyeti.
Eflatun'un vaktiyle talebesine ders verdiği yer.
Çıplak modelden yapılan insan resmi.
Belli bir ilmin gelişme ve ilerlemesini te'min maksadı ile müşterek tetebbularda veya serbest tedrisatta bulunan salâhiyetl
akibet-bin / âkibet-bin
İleri görüşlü. Sonunu evvelden gören.
(Farsça)
aks-i kaziye
(Mantıkta) Doğru farzedilen bir hükmün, konusu ile yükleminin (mahmulünün) ters çevrilmesi ile zaruri bir sonucun elde edilmesidir. Çeşitli şekilleri vardır. Meselâ : "Her insan canlıdır." sözünde konu olan insan ile, yüklem olan canlı sözü yer değiştirilerek (aksedilerek) şu hüküm elde edilir: "Baz
aks-i sada / aks-i sadâ
Sesin bir yere çarpıp geri gelmesi. Yankı. Çok evvelden söylenen bir hakikatın sonradan tekrar edilmesi.
aks-ün nakiz / aks-ün nakîz
Birbirine zıt olan iki şey.
Man: Mevzuun nakîzini yüklem; ve yüklemin nakîzini de mevzu kılmak. Misâl: "Her aklı başında olan insan Allah'ı tanır" kaziyesinden aks-ün nakîz yolu ile şu hüküm elde edilir: "Allah'ı tanımayanlar, aklı başında olmayan insanlardır."
aksa-yı bilad / aksâ-yı bilâd
Bir memleketin sınır bölgeleri, hudut beldeleri.
ala kadri'l-istitaa / alâ kadri'l-istitâa
Elden geldiği kadar, güç yettiği kadar.
ala kadri'l-istitaati / âlâ kadri'l-istitâati
Elden geldiği kadar, güç yettiği kadar.
ala-kadr-il-istitaa / alâ-kadr-il-istitaa
Elden geldiği kadar, güç yettiği nisbetinde.
alavere
Vapurlara kömür vermek için bordaya kurulan kademeli iskele.
Tulumbanın basıp emme suretiyle işlemesi.
Herc ü merc. Karışıklık, kargaşalık.
Bir şeyin elden ele verilerek veya atılarak aktarılması.
aldehit
Lât. Kim:Alkol veya asitlerden elde edilen kimyevi bir sıvı.
alelumum / alelumûm / على العموم
Genellikle, genelde, genel olarak.
(Arapça)
alem-i gayb / âlem-i gayb
Zâhir duygularımızla bilinemeyen ve ervah ve meleklere, cinlere mahsus olan âlem. Mâzi ve müstakbeldeki mahlukatın mânevi hayatlarının âlemi.
alim-i mukaddir / alîm-i mukaddir
Her şeyi hakkıyla bilen ve sonsuz ilmiyle ezelden ebede her şeyi yaratılmadan önce takdir edip plânlayan Allah.
alivre
Elde edildiği vakit teslim edilmek üzere, bir mahsul üzerine önceden yapılan satış.
alkol / mey
Mayalanmış içkilerin damıtılmasıyla elde edilen sıvı madde.
(Fransızca)
amelde i'tidal / amelde i'tidâl
Amelde aşırılıktan uzak, dengeli.
anyedin
Elden.
arda
Vaktiyle bazı çavuşların elde tuttukları uzun değnek.
Nişan almak için dikilen değnek.
aselbent
Tıbda ve kokuculukta kullanılan bir reçinedir ve aynı adla anılan ağacın kabuklarının çizilmesiyle elde edilir.
aslen
Kök veya soy bakımından, aslında, esasında; temelden, kökten.
ayanısabite / ayânısâbite
Varlıkların ilâhî ilimde ezelden beri bulunan hakikatları.
bahre
Arz, belde.
bahur / bahûr
Sıcakta yerden yükselen buhar.
Tütsü. Yakılarak güzel kokular elde edilen ot ve sâir şey.
bak'a / bak'â
Siyah beyaz alacalı koyun.
Belde ismi.
Ucuzluk ve biraz kıtlık olan yıl.
balon
Hava veya hafif gazlarla doldurulan küre. Bugünkü uçaklar balonculuğun geliştirilmesiyle elde edilmiştir. Zeplin adı verilen güdümlü balonlar hava ulaşımında ve savaşta kullanılmıştır.
(Fransızca)
barla
Nur Risalelerinin yazıldığı belde.
batarya
İtl. Elektrik elde etmek için hazırlanmış şişeler takımı.
Ask: Bir subayın emrine verilen belli sayıdaki ağır silâhlarla bunların hizmetinde bulunan insan, hayvan ve malzemenin hepsine birden verilen isim.
be-kef
Elde, avuçta olan.
(Farsça)
bedel
(Çoğulu: Bedelât) Elde ve ayakta olan zahmet ve ağrı.
Karşılık. Bir şeyin yerine verilen ve yerini tutan şey. İvaz.
Başkasının adına hacca giden.
Gr: Söz esnâsında bir şeyi sıfatı veya vasfı ile beraber söylersek ve fakat kasdımız o şeyin vasfı veya sıfatı değil de zâ
belde-i islam / belde-i islâm
İslâm beldesi.
belde-i tayyibe
Güzel ve hoş belde. Medine-i Münevvere.
beled
(Tekili: Belde) Beldeler. Memleketler.
berhem-zened
İkisiyle de elde edilir.
bezm-i ezel-i elestü
Cenâb-ı Hak ezelde ruhları yarattığında, "Ben Rabbiniz değil miyim?" şeklindeki soruya bütün ruhların, "Evet Sen Rabbimizsin" diye söz vermeleri ânı; "Elest meclisi" veya "Bezm-i elest" şeklinde de ifade edilir.
bid'at ehli
Peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem ve Eshâb-ı kirâmının yolundan (Ehl-i sünnet îtikâdından) ayrılanlar. Bid'at sâhibi. Îtikâdda (îmânda) ve amelde (ibâdette) dinde olmayan yenilikler ortaya çıkaran kimseler, dinde reformcular.
bidaa / bidâa
Elde edilmiş ilim, malûmat, mânevî mal.
biilmelyakin / biilmelyakîn
İlmî delillerle elde edilen kesinlikle.
bilad / bilâd / بلاد
Beldeler, şehirler, memleketler, kasabalar.
Beldeler, ülkeler.
(Tekili: Belde) Beldeler. Diyarlar. Memleketler. Şehirler.
Beldeler, memleketler.
Beldeler.
(Arapça)
Memleketler.
(Arapça)
bilad-ı amire / bilâd-ı âmire
İmar edilmiş, yapılmış beldeler.
Devlet idaresindeki yerler.
bilad-ı arab / bilâd-ı arab
Arap beldeleri, ülkeleri.
bilad-ı arabiye / bilâd-ı arabiye
Arap beldeleri, Arap memleketleri.
bilad-ı arap / bilâd-ı arap
Arap beldeleri, ülkeleri.
bilad-ı islamiye / bilâd-ı islâmiye
İslâm beldeleri, ülkeleri.
bilistihsal / bilistihsâl / بالاستحصال
Alarak, elde ederek.
(Arapça)
bug
Elde omuzda, kucakta taşınmak üzere hazırlanmış eşya çıkını.
(Farsça)
büldan / büldân / بلدان
(Tekili: Belde ve Beled) Beldeler, şehirler, iller, memleketler.
Beldeler, diyarlar, ülkeler.
(Arapça)
burhan-ı yakini / burhân-ı yakînî / بُرْهَانِ يَقِينِي
Sağlam ve kesin bilgi ile elde edilen delil.
burhanü't-temanü / burhanü't-temânü
Kâinatta iki ilâh kabul edildiği takdirde, bunların birbirlerine engel olacakları ve dolayısıyla düzenin bozulacağından hareketle tevhide dair elde edilen delil.
ce'b
Kesbetmek, elde etmek, kazanmak.
Yaban eşeğinin büyüğü.
Kırmızı toprak boya.
Göbek.
celb ve gasp etmek
Çekip zorla elde etmek.
celb-i menafi / celb-i menâfi
Menfaatlerin celbedilmesi; yarar sağlama, çıkar elde etme.
celb-i nef'
Faydalı olanları yapma, yararlı olanı elde etmeye çalışma.
celb-i rızık
Rızık elde etme.
celd
Lügat mânası, deri üzerine vurmaktır.
Fık: Muhsen olmayan mükellef zâni veya zâniyenin muayyen uzuvlarına vech-i mahsus üzere değnek veya kamçı ile vurmaktır. Bu ceza, mücrimin cildi yani derisi üzerine tatbik edildiği cihetle "celde" adını almıştır.
cemaat hayrı
Namazın toplu olarak kılınmasıyla elde edilen sevap.
cihangir / cihângîr
Cihanın büyük bir kısmını elde eden savaşçı.
cilve-i kudret-i ezeliye
Varlığının başlangıcı olmayan ve ezelden beri var olan Allah'ın kudretinin tecellisi, yansıması.
cur
Belde ismi.
damping
ing. Bir pazarı elde etmek veya bir malı elden çıkartabilmek için benzerlerinden çok düşük fiyatla satma.
daşten
Tutmak, elde etmek, mâlik olmak, zimmetine geçirmek.
(Farsça)
Zabtetmek, gasbetmek, almak.
(Farsça)
Görüp gözetlemek.
(Farsça)
Eskimek, yıpranmak, harab olmak, köhneleşmek.
(Farsça)
davita
Havuzun dibinde olan balçık.
Çöküklük.
Suyu çok olduğundan elde durmayan sıvı hamur.
delil / delîl
Kendisi bilinince başkası bilinen şey.
Din bilgilerinin elde edildiği kaynak, vesîka.
delil-i fer'i / delîl-i fer'î
Aslî delîllere bağlı ve onlardan elde edilen ikinci derecede delîller. İstihsân, İstishâb, İstislâh, Örf ve âdet, Sahâbî (Peygamber efendimizin arkadaşlarının) kavli (sözü), fer'î delîllerden bâzısıdır.
delil-i şer'i / delîl-i şer'î
Dînî bilgilerin elde edildiği delîl, kaynak.
demagoji
yun. Halkı kendi menfaati için okşama siyâseti. Halkın hoşuna gidecek sözlerle insanların sevgisini kazanarak kendi maksadını elde etmeğe çalışmak. Halk avcılığı. Cerbeze.
derd-dest
Elde. Elde etmek, yakalamak, tutmak. Ahz.
Yapılmakta ve rüyet edilmekte olan.
dest-be-dest
Elden ele, el ele.
(Farsça)
Peşin satış.
(Farsça)
Birbirine bitişik olan.
(Farsça)
dest-keş
Gözleri görmeyen bir kimseyi ellerinden tutup dolaştıran.
(Farsça)
Kazanç. Kâr.
(Farsça)
Yay gibi elde kolaylıkla idare olunabilen şey.
(Farsça)
Dilenci.
(Farsça)
Bir işten vazgeçen.
(Farsça)
dest-maye
Sermaye, elde olan şey.
(Farsça)
destbedest / دست بدست
Elden ele.
(Farsça)
destgir / destgîr / دستگير
Elden tutan, yardım eden.
(Farsça)
destres / دسترس
Ulaşma, elde etmek.
(Farsça)
Destres olmak:
Ulaşmak, elde etmek.
(Farsça)
Destres olunmak:
Ulaşılmak.
(Farsça)
devr
Bir şeyi elden ele aktarma. Vefât eden bir müslümanın sağlığında kılamadığı namaz, tutamadığı oruç ve veremediği zekât gibi borçlardan kurtulması için birkaç fakirin kendilerine ölünün vasî veya velîsi tarafından verilen fidyeyi alıp, gönül rızâsıyla tekrar geri vermek sûretiyle yapılan muâmele.
diyar-ı irfan / diyâr-ı irfan
İrfan ülkesi; uçsuz bucaksız bir beldeyi andıran Allah'ı tanıma, İlâhî hakikatlere ulaşma özelliği.
dur-endiş
Önceden görüp düşünen. Tedbirli. Her şeyin ilerisini evvelden mülâhaza eden. İlerisini düşünen.
(Farsça)
eamm / اعم
Genelde, yaygın haliyle.
(Arapça)
ecel-i müsemma / ecel-i müsemmâ
Belli vakit, bilinen ecel, Allahü teâlânın bir kimse için ezelde takdir ve tâyin buyurduğu (belirlediği) hiç bir şekilde değişmeyen ecel, hayâtın sonu.
edille-i şer'iyye
Din bilgilerinin elde edilmesine esâs olan ve bunlara bağlı bulunan deliller.
efektif
Nakit para, elde bulunan para.
(Fransızca)
ehl-i sünnet ve cemaat / اَهْلِ سُنَّتْ وَجَمَاعَتْ
Peygamberimiz (asm) ve sahabelerine inanç ve amelde uyanlar.
ekasi-i bilad / ekasi-i bilâd
Uzak beldeler, en uzak şehirler.
ekseriyet-i mutlaka
Yarımın bir fazlasıyla elde edilen ekseriyet, mutlak ekseriyet.
(Farsça)
elhamdü lillah / elhamdü lillâh
"Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet Allah'a mahsustur".
elhamdü lillahi / elhamdü lillâhi
"Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet Allah'a mahsustur".
elhamdü-lillah
Kısaca meali: Her ne kadar hamd ve şükür varsa, ezelden ebede ve kimden kime olursa olsun hepsi Allah'a mahsustur. İman, şükür, hamd, memnuniyet ifâde eden bir deyimdir.
elhamdülillah / elhamdülillâh
Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet Allah'a mahsustur.
emsar
(Tekili: Mısr) Büyük şehirler, beldeler, memleketler, kasabalar.
emval-i zahire / emvâl-i zâhire
Zekât hayvanları ve topraktan elde edilen mahsûl gibi gizlenmesi mümkün olmayan mallar.
enduz
Kazanan, elde eden, biriktiren, toplıyan mânalarına gelir ve kelimeleri sıfat yapar.
(Farsça)
enfal / enfâl
Devlet reîsinin, herkesin elde ettiği kendisinin diyerek, harbe teşvik için gâzilere (İslâm askerlerine) ganîmet hisselerinden fazla olarak verdiği mallar. Tekîli nefeldir. Gâzileri böyle teşvik etmeye tenfîl denir.
esans
Çeşitli yollarla bitkilerden elde edilen veya suni olarak yapılan, kokulu ve uçucu sıvı.
esef
Hüzün, gam, nedamet, pişmanlık. Daralmak. Elden çıkan bir şey için hâsıl olan üzüntü.
eşşükrü lillah / eşşükrü lillâh
Ezelden ebede bütün şükürler ancak Allah'adır.
ezel ve ebed sultanı
Başlangıç ve sonu olmaksızın, egemenliği, saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan, Allah.
ezel-ebed sultanı
Başlangıç ve sonu olmaksızın, hüküm ve saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan.
ezelbeezel / ازل به ازل
Ezelden beri.
(Arapça - Farsça)
fahm-i hayvani / fahm-i hayvanî
Hayvan kemikleri yakılarak elde edilen hayvan kömürü.
faide-mend / fâide-mend
Kârlı, faydalanan, menfaat elde eden.
(Farsça)
faiz / fâiz / فائض
Taşan.
(Arapça)
Faiz, paradan elde edilen kazanç.
(Arapça)
fark-ı esasi / fark-ı esasî
Esastaki fark, temeldeki farklılık, ayrılık.
fazl-ı azim / fazl-ı azîm
Büyük değer, temelde var olan büyük meziyet.
fedek
Irak diyarında bir beldenin adı.
feth
Açma, başlama.
Zaptetme. Ele geçirme. Zafer. Nusret.
Faydalı şeyleri elde etmek için yolları açmak. Muğlak şeyleri açmak. Bu iki suretle olur. Biri, basâr ile idrâk olunur. Gam ve kederi gidermek gibi. İkinci de: İki nevi olup birincisi; dünya işlerinde olur. Sürur vermekle g
feth-i bilad
Beldelerin istilâsı, şehirlerin zabtı.
fevt
Ölüm, mevt.
Kaybetme. Elden çıkarma. Kaçırma. Bir şeyin bir daha ele geçmiyecek şekilde elden çıkması.
Bir daha ele geçmemek üzere kaybetmek, elden çıkarma, kaçırma,
Ölüm.
fey'
Ganimet. Harbde elde edilen mal.
Rücu'.
Haraç.
Zeval vaktinden sonraki gölge.
Savaşta elde edilen mal ve ganimet.
fey'üz ganaim / fey'üz ganâim
Savaşta elde edilen mallar ve ganimetler.
fina-i belde / finâ-i belde
Beldenin civarı.
firuz abadi / firuz abadî
(Mecdüddin Muhammed) (Hi: 729 - 817) İran'ın Şiraz Eyâletinde Firuzâbad isimli beldenin Kâzrun kasabasında doğmuştur. Büyük âlimlerdendir. Yedi yaşında Kur'anı hıfzetmişlerdi. Çok seyahat etmiştir. Bursa'ya geldiğinde Yıldırım Bayezid Han tarafından kendisine fevkalâde ikrâm olundu. En meşhur eseri
fursat
Müsait an, elverişli durum, uygun zaman, elden kaçırılmayacak faydalı hâl veya vakit. Nöbet.
ganaim / ganâim
Savaşta elde edilen mallar.
ganimet / ganîmet
Savaşta elde edilen mal.
gayr-ı muhassal
Sonuçlanmamış, somutlaşmamış, elde edilmemiş.
gurbetzede / غربت زده
Gurbet elde yaşayan.
(Arapça - Farsça)
hafz
Taşımak için hazırlanmış ev eşyası. Ev eşyası taşıtılan deve.
Bir şeyi eğmek veya elden bırakmak.
haib
Bir işte emeği boşa giden, istediğini elde edemeyen.
hakk-ı mükteseb
Elde edilmiş hak.
hakke'l-yakin / hakke'l-yakîn
Bilgi ve marifet mertebelerinin en yükseği, bizzat yaşayarak elde edilen bilgi, gerçeğin özünü kavramak.
hakku'l-yakin / hakku'l-yakîn
Hakke'l-yakîn. Bilgi ve marifet mertebelerinin en yükseği, bizzat yaşayarak elde edilen bilgi, gerçeğin özünü kavramak.
halid bin sinan abesi aleyhisselam / hâlid bin sinân abesî aleyhisselâm
Îsâ aleyhisselâmdan sonra gönderilen peygamberlerden. Îsâ aleyhisselâm ile son peygamber Muhammed aleyhisselâm arasında geçen fetret devrinde, Aden beldesinde bulunan bir kavme gönderilmiştir.
hanbeli / hanbelî
Ehl-i sünnetin ameldeki dört hak mezhebinden biri olan Hanbelî mezhebine mensub kimse.
hanbeli mezhebi / hanbelî mezhebi
Ehl-i sünnetin amelde (yapılacak işlerde)ki dört hak mezhebinden biri.
hanefi / hanefî
Amelde İmam-ı Âzam Ebû Hanîfe'ye uyup bu mezhepten olanlar.
Ehl-i sünnetin ameldeki dört hak mezhebinden biri olan Hanefî mezhebine mensub kimse.
hanefi mezhebi / hanefî mezhebi
Ehl-i sünnetin amelde (yapılacak işlerde)ki dört mezhebinden biri.
harac
Vaktiyle müslüman olmayan vatandaşlardan alınan vergiye denirdi. Arazi hasılatından veya çalışanların emeğinden elde edilirdi. Reşit ve vücudu sağlam olan gayr-ı müslim erkek verirdi. Buna harac-ı rüus veya cizye denirdi. Topraktan alınan vergiye de harac-ı araziye denilirdi.
haremeyn
Hürmete ve saygıya lâyık iki belde. Mekke-i mükerreme ve Medîne-i münevverenin ikisine verilen ad. Mekke-i mükerremede Kâbe-i muazzama, Medîne-i münevverede sevgili Peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem mübârek kabr-i şerîfi bulunduğu için her ikisine saygı ve hürmet duyulması gereken yer mânâ
hasb
(Haseb) Birisinin sülâlesi cihetinden iftihar yolu ile saydığı iyilik. Mal, din, millet. Kerem, fiil ve amelde yüksek şeref, iyi iş, sâlih amel. Şeref, asalet, şan, kadr ve haysiyet.
Dolayı, cihetiyle, gereğince.
hasıla / hâsıla
Bir işten elde edilen sonuç.
hasılat / hâsılat
Herhangi bir işten elde edilen şeyler, gelir, kazanç, kâr.
Gelirler. Kazançlar. Elde edilenler. Kâr. Mahsul. Îrad.
hassas bölgeler
Sivil savunmada düşmanın hedef tutacağı bölgeler. Her hassas bölgenin ehemmiyeti aynı değildir. Hava savunması bakımından eldeki imkanlar ve hassas bölgeler arasında öncelik tesbitine ihtiyaç vardır. Hassas bölgeler, sırasıyla:1) Atomik vurucu üslerin bulunduğu bölgeler.2) Yüzeyden yüzeye füze üsler
(Türkçe)
haybet
Elde edememe, mahrumluk.
hayy
Ezelden beri hayat sahibi olan Allah.
hazırlöp
Kabuğu içinde suda pişip katılaşmış yumurta.
Mc: Emek sarfetmeden elde edilen kazanç.
hazn
Sağlam yer.
Kabile ismi.
Arap beldeleri.
heba / hebâ / هبا
Boş.
(Arapça)
Hebâ etmek:
Yitirmek, yazık etmek, elden kaçırmak.
(Arapça)
Hebâ olmak:
Yitmek, yazık olmak, yok olmak.
(Arapça)
Hebâya gitmek:
Boşa gitmek, yazık olmak.
(Arapça)
hidroelektrik
Su gücünü kullanarak elde edilen elektrik.
(Fransızca)
hisse-i şeref
Elde edilen şereften pay.
hükm-i tecrübi / hükm-i tecrübî
Tecrübe ile elde edilen hüküm.
Tecrübe neticesi hâsıl olan karar.
hükm-ü tecrübi / hükm-ü tecrübî
Tecrübeyle elde edilmiş hüküm.
hulle
Ağır, pahalı.
Belden aşağı ve belden yukarı olan iki parçadan ibâret olan elbise.
Cennet elbisesi.
Fık: Üç defa kocasının boşadığı bir kadının dördüncü defa eski kocasına nikâh düşebilmesi için başka birine nikâhlanması. Müslim bir erkek karısını üç talak ile boşarsa,
hulvan
Bir kimsenin hizmeti karşılığında, ücretinin haricinde verilen şey.
Kızın mihrinden, kişinin kendisi için aldığı miktar.
Vermek, bahşetmek.
Bir belde ismi.
hüsran
Ümit edilenin elde edilememesinden duyulan elem. Mahrumiyet acısı.
Zarar, ziyan, kayıp.
Zarar, ziyan.
Beklenilenin elde edilememesinden duyulan acı, mahrumiyet acısı.
hutbe-i ezeli / hutbe-i ezelî
Ezelden gelen hutbe.
icalet
El kitabı. Lüzum etttiği zaman müracaat olunup faydalanılan, cepte ve elde taşınabilir küçük kitap.
Acele ile ve derhal yapılan iş.
icma' / icmâ'
Edille-i şer'iyyenin (din bilgilerinin elde edildiği delîllerin, kaynakların) üçüncüsü. Bir asırda yaşayan müctehid denilen derin âlimlerin bir mes'elenin hükmünde birleşmeleri, ictihadlarının birbirine uygun olması.
Beş vakit namazın farz oluşu, zinânın haram oluşu gibi ictihâd lâzı
idale
Bir şeyin elden ele geçmesi.
idare kandili
Yatak odalarını aydınlatmağa ve elde gezdirmeğe mahsus küçük, ışığı az lâmba.
ifate
(Fevt. den) Kaybetme, kaçırma, elden çıkarma.
ihram / ihrâm
Mîkât denilen mahalde (yerde) hacca veya umreye niyet ederek, peştemal gibi dikişsiz iki parça örtüyü giymek ve telbiye getirmek sûretiyle, daha önce mubah (serbest) olan bâzı şeyleri kendine haram kılmak yâni bunları yapmaktan sakınmak. İhrâmlı kims eye muhrim denir. İhrâm elbisesinin belden aşağı
ihraz / ihrâz / احراز / اَحْرَازْ
Kazanma, elde etme.
Kazanma, elde etme.
(Arapça)
İhraz etmek:
Kazanmak, elde etmek.
(Arapça)
Kazanma, elde etme.
iktirah
(Çoğulu: İktirahat) (Karh. dan) Evvelden hazırlamadan düzgün bir şekilde ve içe doğduğu gibi (şiir veya nutuk) söyleme.
iktisab
Kazanma.
Tahsil etme.
Elde etme.
Kazanmak. Tahsil etmek. Elde etmek.
iktisabat
(Tekili: İktisab): İktisablar, kazanmalar, elde etmeler ve edinmeler.
ilhami / ilhamî
İlham ile elde edilen ve nâil olunan. İlham ile alâkalı.
Erkek adı.
ille-i gaiye
Elde edilmesi için çalışılan gaye, maksad ve netice. Vazifeye terettüb eden maslahat, fayda, semere, iş.
ilm
(İlim) Okumakla veya görmek ve dinlemekle veya ihsan-ı Hak'la elde edilen malumat. Bilmek. İdrak etmek. (İlim, hakikatı bilmekten ibarettir. İlim, marifetten daha umumidir. Marifet, tefekkürle bilmek mânasına olmakla beraber, Cenab-ı Hakk'a nisbeti câiz olmaz. Gerek huzurî olsun (ilm-i İlâhî
ilm-i cifir
Harflerin sayı değerlerinden mânâ çıkararak elde edilen ilim.
ilm-i kesbi / ilm-i kesbî
Çalışarak elde edilen ilim.
imam-ı ahmed bin hanbel / imâm-ı ahmed bin hanbel
Ehl-i sünnetin (Peygamber efendimiz ve arkadaşlarının yolunda olanların) amelde dört hak mezhebinden biri olan Hanbelî mezhebinin reîsi.
imam-ı malik / imâm-ı mâlik
Ehl-i sünnetin ameldeki dört mezhebinden biri olan Mâlikî mezhebinin reîsi.
imam-ı şafii / imâm-ı şâfiî
Ehl-i sünnetin ameldeki dört mezhebinden biri olan Şâfiî mezhebinin reîsi.
imam-ıa'zam ebu hanife / imâm-ıa'zam ebû hanîfe
Ehl-i sünnet ve'l-cemâatın ameldeki dört mezhebinden biri. Hanefî mezhebinin kurucusu.
inhisar
Hasr olunma.
Tecavüz etmeme.
Bir iş veya malın idâresinin bir kişiye, bir ele bırakılması. Bir elden idâre. Bir şeye mahsus olup, başka şeye şümulü olmama. Yalnız bir şeye veya bir şahsa hasrolunma.
intidam
Kolayca ele geçme. Kolay bir şekilde elde etme.
ipnotizma
(Hypnotisme) Telkin ile kabiliyetli bir kimsenin üzerinde, söz ve bakış ile elde edilen bir çeşit uyku hâli.
(Fransızca)
Uyuşukluk. İradesizlik hâli ve bu hâle ait vaziyetler.
(Fransızca)
irbah
(Ribh. den) Fayda ve kazanç elde etme.
Fâize para verme.
irmik
Buğday gibi hububatdan elde edilen ve helva, çorba yapımında kullanılan iri taneli un.
isbatiyecilik
Bu felsefe nazariyesine göre, isbat yolu ile yakîn, şüphesiz bilginin elde edilebilmesi, tecrübelerle müşahadelerle ve vakıalara istinaden mümkün olacağı iddia edilir. İsbat şeklini ve sahasını daraltıp sadece maddiyata münhasır kılan bu anlayış yalnız maddiyata ait mes'eleler için doğrudur.
iskender
Sayısız beldeler fethetmiş bir hükümdar.
isti'dad / isti'dâd
Bir şeyin alınmasına, elde edilmesine ve kazanılmasına olan yatkınlık, doğuştan gelen kâbiliyet, kavrayış, anlayış.
istihal
Müstehak olmak, bir şeye ehil olmak.
Kolaylık elde etmek.
istihdas
Bir şeyi sonradan ve yeniden elde etmek.
istihlas
(Hulus. dan) Bir şeyi elde etmeğe çalışma.
Kurtarma veya kurtarılma.
istihrac-ı cifri / istihrac-ı cifrî
Cifirle ilgili hesaplamalar, cifir ilmiyle elde edilen sonuçlar.
istihraci / istihracî
Eldeki delillerden hüküm çıkarır tarzda.
istihsal / istihsâl / استحصال / اِسْتِحْصَالْ
Hasıl etmek. Husule getirmek. Elde etmek. Üretmek.
Elde etme, ele geçirme.
Elde etme.
(Arapça)
Elde edilme.
(Arapça)
Üretim.
(Arapça)
Elde etme.
istihsal etme
Elde etme.
istikraen / istikrâen
Eldeki verilerden hareketle genel bir hüküm verme şeklinde.
istinbat
Eldeki delillerden yeni hükümler çıkarma.
istirzak
(Rızk. dan) Rızk ve nafaka elde etmek için çalışma.
iyalet
İdare etme, valilik yapma.
Bir valinin idare ettiği belde.
Vadi.
izar / izâr
Belden yukarıya mahsus örtü, peştemal, futa.
izzet ve şehamet-i imaniye
İmanla elde edilen izzet ve şehamet (İzzet.
jelatin
Tıbda ve fotoğrafçılıkta kullanılan şeffaf, renksiz ve kokusuz bir cisim. Hayvanların kemik ve kıkırdak gibi kısımlarından elde edilir.
(Fransızca)
Bir cins kâğıt.
(Fransızca)
kabz
Tutmak. Ele almak. Kavramak. Almak.
Tahsil etmek. Teslim almak.
Amelde zorluk çekmek.
Kuşun süratle uçması.
Mülk.
kader
Cenâb-ı Hakk'ın kâinatta olmuş ve olacak her şeyin evsafını ve havassını ve sâir geleceğini ve geçmişini ezelden bilip, levh-i mahfuzunda takdiri ve yazması. Takdir-i İlâhî.
Ezelî kısmet.
Tali'. Baht. Şans.
Cenab-ı Hakk'ın kâinatta mevcut her şeyin bütün özelliklerini ezelden bilip takdir etmesidir.
Allahü teâlânın ilm-i ezelîsi (başlangıcı olmayan ilim sıfatı) ile, ilerde olacak hâdiseleri ezelde (başlangıcı olmayan öncelerde) bilip takdîr etmesi; alın yazısı.
Allahın herşeyi ezelden bilip takdir etmesi.
kàdir-i kayyum / kàdir-i kayyûm
Ezelden ebede kadar bütün varlıkları ayakta tutan sonsuz kudret sahibi, Allah.
kamgüzar / kâmgüzar
İsteğini elde edebilen. Arzusuna kavuşabilen.
(Farsça)
kamkar / kâmkâr
İsteğine ulaşmış. Matlubunu elde etmiş. Hedef ve gayesine varmış.
(Farsça)
Mutlu, bahtiyar, mes'ud.
(Farsça)
kanaat-i vicdaniye
Vicdanen elde edilen kanaat.
karin
Yakın. Hısım. Akraba.
Arkadaş. Yaşı aynı olan arkadaş. Refik. Komşu.
Bir şeyi elde eden, nâil olan.
Pâdişahın daimi surette yakınında bulunan. Mâbeynci.
karınca kaderince
Az da olsa, elden geldiği kadar.
karlayl
(Thomas Carlyle) (Hi: 1210-1298) İskoçya'da doğmuş, Londra'da ölmüştür. İskoç tarihçisi ve filozofudur. Babası dindar bir duvarcı ustası idi, oğlunu papaz yapmak istiyordu. Onun dinî şüpheleri papaz olmasına mâni oldu. Yedi sene manevî mücahededen sonra imanî mes'elelerde istikrar elde edebilmiştir.
karye
Belde.
katib-i ezeli / kâtib-i ezelî
Her şeyin hayatının mukadderatını ezelden bilip yazan Cenab-ı Hak (C.C.)
kavl
Müctehid (Kur'ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden din bilgilerini elde edebilen) âlimlerin bir işin hükmünü bildiren sözü yâni re'yi, ictihâdı.
kayyum
Başlangıç, nihayet ve yeniden oluş gibi hallerden münezzeh ve ezelden ebede kaim, dâim ve var olan Allah (C.C.). Bütün eşyanın ancak kendisi ile kaim olduğu Cenab-ı Hak.
kaza / kazâ
Allah'ın ezeldeki hükmü
Kadılık (ilçe) merkezi.
Kadılık etme işi, mahkemenin kararı, hükmü.
Yapma, yapılma, işleme.
İstemeden yapılmış bir kötülük.
Allahü teâlânın ezelde irâde ve taktir buyurduğu şeyleri, zamânı gelince, ilim ve irâdesine muvâfık (uygun) olarak yaratması. Kazâ gelmez Hak yazmayınca, Belâ gelmez kul azmayınca.
kaza ve kader / kazâ ve kader
Allahü teâlânın meydana gelecek hâdiseleri ilm-i ezelîsi (başlangıcı olmayan ilim sıfatı) ile ezelde (başlangıcı olmayan öncelerde) bilip takdîr etmesi ve bu hâdiselerin zamânı gelince, Allahü teâlâ tarafından yaratılması ve meydana çıkması. Allahü teâlânın birşeyin varlığını ezelde bilip, takdîr et
kazaen
Kaza ile, elde olmayarak.
kefir
İnek ve deve sütlerinin mayalanmasından elde edilen tadı keskin alkollü bir içki.
kesb
Kazanç. Çalışmak. Sa'y ve amel ile kazanmak. Elde etmek. Edinmek. Kazanç yolu.
Fık: Bir insanın kendi kudret ve iktidarını bir işe sarfetmesi.
kesb-i insani / kesb-i insanî
İnsanın çalışarak kazanması, elde etmesi.
kesbi / kesbî / كسبى
Çalışmakla kazanılan. Sonradan elde edilen. Doğuştan olmayan. Vehbî olmayan.
Çalışarak elde edilen.
(Arapça)
keşf
Açmak.
Olacak bir şeyi evvelden anlamak. Gizli kalmış bir şeyin Cenab-ı Hak tarafından birisine ilham olunması ile o gizli şeyin meydana çıkarılması.
kıble açısı
Bir beldeden güney veya kuzeyden kıble istikâmetine çıkan iki doğru arasındaki açı.
kimya
Basit cisimlerin hususiyetlerini, bu cisimlerin birbirlerine olan tesirlerini ve bundan ileri gelen birleşmeyi inceleyen ilim. Basit maddelerdeki değişikliği anlamağa çalışan ilim kolu.
Edb: Aşk.
İlâç.
Tas: Mevcud olana kanaat ve elde edilmesi mümkün olmayana ait arzu
kisbi / kisbî
Çalışarak elde edilen.
kısmet
Nasîb. Allahü teâlânın ezelde (sonsuz öncelerde) herkes için dilediği şey.
Birkaç kimsenin bir şeydeki hisse-i şâyialarını (ayrılmamış hisselerini) kile, terâzî, arşın gibi bir ölçü âleti ile tâyin ve tahsis etme, belli etme, ayırma.
kıyas-ı fukaha
Hakkında açıkça âyet ve hadis bulunmayan mes'elelere dâir; ilim ve irfanda allâme ve mütebahhir, ilmi ile amelde ve Sünnet-i Seniyyeye ittiba ve imtisalde, ibadet ve taatta, takva ve verada, züht, azimet ve riyazetle, terakki ve taâli eden müctehid fukaha tarafından kıyas ile verilen hüküm.
kudret-i ezeli / kudret-i ezelî
Bir başlangıcı olmayan ve ezelden beri var olan Allah'ın kudreti.
kudret-i ezeliyye
Allah'ın ezelden beri var olan kudreti, güç ve muktedir olan iktidarı.
kufan
Zahmet, meşakkat.
Kufe dedikleri beldenin adı.
kumar
Para vs. karşılığında oynanılan oyun. Meşru bir ihtiyacın karşılanması için bir çalışma sonucu olmadan piyango ve şans oyunları gibi haram yollarla kazanç elde etmektir. Dinimizde böyle oyunların her türlüsü haramdır.
kunyan
Kişinin nefsi için saklayıp elden çıkarmadığı mal.
kunye
Kişinin nefsi için saklayıp elden çıkarmadığı mal.
kustar
Kesedar. Sarraf.
Tüccar, tâcir.
Mizan, ölçü.
Bir şehre veya bir beldeye vâli olan kimse.
kut'ül amare / kut-ül amare / كوتول امار
Kut'ül Amare ne demektir?
Yeni kurulan Osmanlı 6. Ordusu'nun Komutanlığı'na atanarak 5 Aralık'ta Bağdat'a varan Mareşal Colmar Freiherr von der Goltz Paşa'nın emriyle Irak ve Havalisi Komutanı Miralay (Albay) 'Sakallı' Nurettin Bey'in birlikleri 27 Aralık'ta Kut'u kuşattı. İngilizler Kut'u kurtarmak için General Aylmer komutasındaki kolorduyla hücuma geçti ancak, 6 Ocak 1916 tarihli Şeyh Saad Muharebesi'nde 4.000 askerini kaybederek geri çekildi. Bu muharebede 9. Kolordu Komutanı Miralay 'Sakallı' Nurettin Bey görevinden alındı ve yerine Enver Paşa'nın kendisinden bir yaş küçük olan amcası Mirliva Halil Paşa (Kut) getirildi.
İngiliz Ordusu, 13 Ocak 1916 tarihli Vadi Muharebesi'nde 1.600, 21 Ocak Hannah Muharebesi'nde 2.700 askeri kaybederek geri püskürtüldü. İngilizler mart başında tekrar taarruza geçti. 8 Mart 1916'da Sabis mevkiinde Miralay Ali İhsan Bey komutasındaki 13. Kolordu'ya hücum ettilerse de 3.500 asker kaybederek geri çekildiler. Bu yenilgiden dolayı General Aylmer azledilerek yerine General Gorringe getirildi.
Kut'ül Amare zaferinin önemi
Kût (kef ile) veya 1939’dan evvelki ismiyle Kûtülamâre, Irak’ta Dicle kenarında 375 bin nüfuslu bir şehir. Herkes onu, I. Cihan Harbinde İngilizlerle Türkler arasında cereyan eden muharebelerden tanır. Irak cephesindeki bu muharebeler, Çanakkale ile beraber Cihan Harbi’nde Türk tarafının yüz akı sayılır. Her ikisinde de güçlü düşmana karşı emsalsiz bir muvaffakiyet elde edilmiştir.
28 Nisan 1916’da General Townshend (1861-1924) kumandasındaki 13 bin kişilik İngiliz ve Hind askerlerinden müteşekkil tümenin bakiyesi, 143 günlük bir muhasaradan sonra Türklere teslim oldu. 7 ay evvel parlak bir şekilde başlayan Irak seferi, Basra’nın fethiyle ümit vermişti. Gereken destek verilmeden, tecrübeli asker Townshend’den Bağdad’a hücum etmesi istendi.
Bağdad Fatihi olmayı umarken, 888 km. yürüdükten sonra 25 Kasım 1915’de Bağdad’a 2 gün mesafede Selmanpak’da miralay Nureddin Bey kumandasındaki Türk ordusuna yenilip müstahkem kalesi bulunan Kût’a geri çekildi. 2-3 hafta sonra takviye geleceğini umuyordu. Büyük bir hata yaparak, şehirdeki 6000 Arabı dışarı çıkarmadı. Hem bunları beslemek zorunda kaldı; hem de bunlar Türklere casusluk yaptı.
Kût'a tramvayla asker sevkiyatı
İş uzayınca, 6. ordu kumandanı Mareşal Goltz, Nureddin Bey’in yerine Enver Paşa’nın 2 yaş küçük amcası Halil Paşa’yı tayin etti. Kût’u kurtarmak için Aligarbi’de tahkimat yapan General Aylmer üzerine yürüdü. Aylmer önce nisbî üstünlük kazandıysa da, taarruzu 9 Mart’ta Kût’un 10 km yakınında Ali İhsan Bey tarafından püskürtüldü.
Zamanla Kût’ta kıtlık baş gösterdi. Hergün vasati 8 İngiliz ve 28 Hindli ölüyordu. Hindliler, at eti yemeği reddediyordu. Hindistan’daki din adamlarından bunun için cevaz alındı. İngilizler şehri kurtarmak için büyük bir taarruza daha geçtiler. 22 Nisan’da bu da püskürtüldü. Kurtarma ümidi kırıldı. Goltz Paşa tifüsten öldü, Halil Paşa yerine geçti. Townshend, serbestçe Hindistan’a gitmesine izin verilmesi mukabilinde 1 milyon sterlin teklif etti. Reddedilince, cephaneliği yok ederek 281 subay ve 13 bin askerle teslim oldu. Kendisine hürmetkâr davranıldı. Adı ‘Lüks Esir’e çıktı. İstanbul’a gönderildi. Sonradan kendisine sahip çıkmayan memleketine küskün olarak ömrünü tamamladı.
Böylece Kûtülamâre’de 3 muharebe olmuştur. İngilizlerin kaybı, esirlerle beraber 40 bin; Türklerinki 24 bindir. Amerikan istiklâl harbinde bile 7000 esir veren İngiltere, bu hezimete çok içerledi. Az zaman sonra Bağdad’ı, ardından da Musul’u ele geçirip, kayıpları telafi ettiler. Kût zaferi, bunu bir sene geciktirmekten öte işe yaramadı.
Bu harbin kahramanlarından biri Halil Paşa, Enver Paşa’nın amcası olduğu için; diğer ikisi Nureddin ve Ali İhsan Paşalar ise cumhuriyet devrinde iktidar ile ters düştüğü için yakın tarih hafızasından ustaca silindi. 12 Eylül darbesinden sonra Ankara’da yaptırılan devlet mezarlığına da gömülmeyen yalnız bunlardır.
Binlerce insanın kaybedildiği savaş iyi bir şey değil. Bir savaşın yıldönümünün kutlanması ne kadar doğru, bu bir yana, Türk-İslâm tarihinde dönüm noktası olan çığır açmış nice hâdise ve zafer varken, önce Çanakkale, ardından da bir Kûtülamâre efsanesi inşa edilmesi dikkate değer. Kahramanları, yeni rejime muhalif olduğu için, Kûtülamâre yıllarca pek hatırlanmadı. Gerçi her ikisi de sonu ağır mağlubiyetle biten bir maçın, başındaki iki güzel gol gibidir; skora tesiri yoktur. Hüküm neticeye göre verilir sözü meşhurdur. Buna şaşılmaz, biz bir lokal harbden onlarca bayram, yüzlerce kurtuluş günü çıkarmış bir milletiz.
Neden böyle? Çünki bu ikisi, İttihatçıların yegâne zaferidir. Modernizmin tasavvur inşası böyle oluyor. Dini, hatta mezhebi kendi inşa edip, insanlara doğrusu budur dediği gibi; tarihi de kendisi tayin eder. Zihinlerde inşa edilen Yeni Osmanlı da, 1908 sonrasına aittir. İttihatçıların felâket yıllarını, gençlere ‘Osmanlı’ olarak sunar. Bu devrin okumuş yazmış takımı, itikadına bakılmadan, münevver, din âlimi olarak lanse eder. Böylece öncesi kolayca unutulur, unutturulur.
Müşir İbrahim Edhem Paşa’nın oğlu Sakallı Nureddin Paşa (1873-1932), sert bir askerdi. Irak’ta paşa oldu. Temmuz 1920’de Ankara’ya katıldı. Fakat karakterini bilen M. Kemal Paşa, kendisine aktif vazife vermek istemedi. Merkez kumandanı iken Samsun’daki Rumları iç mıntıkalara sürgün ettiği esnada çocuk, ihtiyar, kadın demeden katliâma uğramasına göz yumdu. Bu, milletlerarası mesele oldu. Yunanlılar, bu sebeple Samsun’u bombaladı. Nureddin Paşa azledildi; M. Kemal sayesinde muhakemeden kurtuldu. Sonradan Kürtlerin de iç kısımlara göçürülmesini müdafaa edecektir. Batı cephesinde, kendisinden kıdemsiz İsmet Bey’in maiyetinde vazife kabul etti. İzmir’e girdi. Bazı kaynaklarda İzmir’i ateşe verdiği yazar. I. ordu kumandanı olarak bulunduğu İzmit’te, Sultan Vahîdeddin’in maarif ve dahiliye vekili gazeteci Ali Kemal Bey’i, sivil giydirdiği askerlere linç ettirdi; padişaha da aynısını yapacağını söyledi. Ayağına ip takılarak yerlerde sürüklenen cesed, Lozan’a giden İsmet Paşa’nın göreceği şekilde yol kenarına kurulan bir darağacına asılarak teşhir edildi. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bir fedainin vursa kahraman olacağı bir insanı, vuruşma veya mahkeme kararı olmaksızın öldürmeyi cinayet olarak vasıflandırıp kınadı. M. Kemal’e gazi ve müşirlik unvanı verilmesine içerleyen Nureddin Paşa iyice muhalefet kanadına geçti. 1924’de Bursa’dan müstakil milletvekili seçildi. Asker olduğu gerekçesiyle seçim iptal edildi. İstifa edip, tekrar seçildi. Anayasa ve insan haklarına aykırılık cihetinden şapka kanununa muhalefet etti. Bu sebeple antikemalist kesimler tarafından kahraman olarak alkışlanır. Nutuk’ta da kendisine sayfalarca ağır ithamlarda bulunulur, ‘zaferin şerefine en az iştirake hakkı olanlardan biri’ diye anılır.
Halil Kut (1882-1957), Enver Paşa’yı İttihatçıların arasına sokan adamdır. Sultan Hamid’i tevkife memur idi. Askerî tecrübesi çete takibinden ibaretken Libya’da bulundu. Yeğeni harbiye nazırı olunca, İran içine harekâta memur edildi. Irak’taki muvaffakiyeti üzerine paşa oldu. Bakü’yü işgal etti. İttihatçı olduğu için tutuklanacakken, kaçıp Ankara hareketine katıldı. Rusya ile Ankara arasında aracılık yaptı. Sonra kendisinden şüphelenilince, Almanya’ya kaçtı. Zaferden sonra memlekete dönüp köşesine çekildi. Politikaya karışmadı.
Ali İhsan Sâbis (1882-1957), Sultan Hamid’i tahttan indiren Hareket Ordusu zâbitlerindendi. Çanakkale, Kafkasya’da bulundu. Irak’ta paşalığa terfi etti. İttihatçı olduğu için Malta’ya sürüldü. Kaçıp Ankara hareketine katıldı. I. batı cephesi kumandanı oldu. Cephe kumandanı İsmet Bey ile anlaşmadı; azledilip tekaüde sevkolundu. M. Kemal’e muhalif oldu. Nazileri öven yazılar yazdı. 1947’de devlet adamlarına yazdığı imzasız mektuplar sebebiyle 15 seneye mahkûm oldu. 1954’te DP’den milletvekili seçildi. Hatıraları, Nutuk’un antitezi gibidir.
kuvve-i şeheviye ve gadabiye
Şehvet ve öfke duyguları; insanı dünya zevklerini elde etmeye ve zararlı şeyleri defetmeye sevkeden duygular.
kuvvet-i ihlas / kuvvet-i ihlâs
İbadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetmeyle elde edilen kuvvet.
lehce
Bir beldenin konuşma şekli, dil. Konuşma tarzı.
Bir beldenin konuşma tarzı.
levh-i ezeli / levh-i ezelî / لَوْحِ اَزَل۪ي
Olacak herşeyi Allahın ezelden bilerek yazdığı kader levhası.
lezzet-i hazıra
Şu anki lezzet, hemen elde edilen lezzet.
luka incili / luka incîli
Meşhûr dört İncîl'den biri. Antakyalı papas Luka tarafından yazıldığı için bu ad verilmiştir. Şimdi elde bulunan İncîllerin en yanlış olanıdır.
ma'kul ilimler / ma'kûl ilimler
His organları ile duyularak, akıl ile incelenerek, tecrübe (deney, gözlem) ile ve hesâb edilerek elde edilen ilimler, fen bilgileri.
ma'zeret
Elde olmadan suç, kabahat işleme.
Mücbir sebeblerini söyleyerek yardım dileme. Özür dileme.
ma-fat
Kaybolan. Fevt olan. Elden çıkan şey. Kaybedilen.
maarif
Tahsil ile elde edilen ilim, malûmat, bilgi.
Meharet. Üstadlık. Hüner.
Marifetler. Mâruflar. Kültürler.
Çehrenin manzarada zâhir olan yerleri.
Bir memleketin okullarını ve tahsil ihtiyacını idâre ve te'mine çalışan bakanlık.
maarif-i ilahi / maarif-i ilâhî
Allah'ı tanıma yolunda elde edilen bilgiler.
maddi terakki / maddî terakki
Maddî yönden elde edilen gelişme; ilim ve teknolojide gelişip ilerleme.
mafat / mâfât
Kaybolan, elden çıkan.
mahasal-ı ömr / mâhasal-ı ömr
Evlât. Çocuk.
Hayat boyunca çalışılarak vücuda getirilen eser veya elde edilen şey.
mahazar / mâhazar
Daha evvelden hazır olan. Hazır olarak ne varsa.
mahfuz
Saklanmış, korunmuş.
Ezberlenmiş.
Levhi mahfuz:
Allah tarafından takdir edilenlerin ezelde yazılı bulunduğu levha.
mahrumiyyet
Elde edemeyiş. Yokluk. Mahrumluk. İstediğini elde edememe.
mahsul
Husul bulan. Hâsıl olan.
Elde edilen şeyler.
Toprak ve hayvanlardan elde edilen şey.
mahsulat / mahsulât
(Tekili: Mahsul) Mahsuller. Hâsılat. Tarladan, bahçeden veya hayvanlardan elde edilen gıda maddeleri.
mahsusattaki vehmiyat bedihiyattandır / mahsûsattaki vehmiyat bedihiyattandır
Dış duyular vasıtasıyla elde edilen bilgiye vehim karışamaz. Zira hakikati sabittir. Dış duyularla gödüğümüz şeyler dış dünyada vardır. Vehimde olduğu gibi kuruntu ile olmayan bir şeyin varlığına hükmetmek değildir.
makdur / مقدور
Güç. Kuvvet. Kudret.
Takdir olunmuş. Allah'ın takdiri. Daha evvelden takdir olunmuş.
Güç.
(Arapça)
Elden gelen.
(Arapça)
makdurat
(Tekili: Makdur) Takdir-i İlâhi olanlar. Güç ve kuvvet. Elden gelenler. Takdir edilenler.
mal-ı habis / mâl-ı habîs
Zor ile gasb edilen ve rüşvet olarak alınan, çalınan mallar ve kendine emânet olan mallar, izinsiz ticârette kullanılarak elde edilen kârlar ve dâr-ül-harbde yâni kâfir memleketlerine gidenin (tüccârın, seyyâhın), kafirlerden, rızâsı olmadan aldığı mallar.
mal-i mütekavvim
Huk: İki mânada kullanılır: Birisi, intifâı mübah olan şeydir. Diğeri, mâl-i mührez demektir. Meselâ, denizde iken balık gayr-i mütekavvim olup, tutmak ile ihraz olundukta, mâl-i mütekavvim olur. İntifâı mübah olmayan mal veya elde edilmemiş olan mal gayr-ı mütekavvimdir. Şirâ ile intifa' mübah oldu
maliki / mâlikî
Ehl-i sünnetin ameldeki dört hak mezhebinden biri olan Mâliki mezhebine tâbi olan, bağlı olan kimse.
maliki mezhebi / mâlikî mezhebi
Ehl-i sünnetin ameldeki dört hak mezhebinden biri. Kurucusu İmâm-ı Mâlik bin Enes'tir.
mandıra
yun. Süt ve süt ürünlerinin elde edildiği; süt veren hayvanların barındığı yer.
manevra
Bir makinenin, bir cihazın işleyişini düzenleme veya idare etme işi ve şekli.
(Fransızca)
Ask: Muharebede düşmanın savaş gücünü yok etmek maksadıyla eldeki askerî kuvvetlerin en te'sirli bir biçimde düzenlenmesini te'min eden bütün hareketler.
(Fransızca)
Barış zamanında kıt'alara ve kurmay hey'etle
(Fransızca)
marifet-i tasavvuriye
Tasavvur ederek elde edilen bilgi.
maturidi / maturidî
Mâturidi Mezhebi ve bu mezhebden olan. Semerkand şehrinin Mâturid köyünden olan Ebu Mansur-u Mâturidi'yi (Hicri: 280-332) itikadda imam olarak kabul edenler. Amelde Hanefi Mezhebinden olanlar, itikadda Maturidi mezhebindendir. Çünkü bu Zât, Ehl-i Sünnet itikadına muhalif görüşleri, eserleri ile redd
mazeret / mâzeret
Elde olmayan özür.
mazhariyet
Mazhar ve nâil olma. Elde etme. Muvaffakiyet.
mecazi rızık / mecâzî rızık
Yaşamı devam ettirmek için zorunlu olmayan ve çalışıp çabalamakla elde edilmesi gereken nimetler.
mefkud
Elde bulunmayan, kaybolmuş olan.
meksub
Kesbolunmuş. Kazanılmış.
Sonradan tahsil olunmuş, elde edilmiş.
Yüksekten dökülen.
Çağlayan.
İrade ile elde edilmiş olan; kazanım, kazanç.
melekat / melekât
(Tekili: Meleke) Melekeler. Tecrübe neticesi elde edilen alışılmış bilgiler. İsti'datlar.
Melekeler; tekrarla yapılan iş veya tecrübelerden sonra elde edilen bilgi ve beceriler.
meleke
Tecrübe ve tekrarla elde edilen beceri, maharet, iktidar, ustalık.
meleke-i feylesofane
Filozoflar gibi ilimle bağlantılı meleke elde etme.
men talebe ve cedde, vecede
Kim birşeyi ister ve elde etmek için ciddî çalışırsa istediği şeye ulaşır.
merabih
(Ribh. den) Ticâretten elde edilen kazançlar.
mercan
Denizden elde edilen bir süs maddesi.
meşhur hadis veya hadis-i meşhur
Asr-ı evvelde, Ahâdi hadis kabilinden iken ikinci asırda iştihar edip, kizb üzerine ittifakları aklen tecviz olunmayan bir cemaat tarafından rivâyet olunan hadis. İlm-i yakin derecesinde karib bir surette kalbe itmi'nan verir.
mev'ud
Söz verilmiş. Vaadedilmiş. Vâdeli. Vadesi muayyen ve mukadder olan.
Evvelden takdir olunmuş.
mevakıt
(Tekili: Mevkıt) Evvelden belirtilmiş olan vakitler.
meyelan-ı hak / meyelân-ı hak
Hakka ulaşma ve elde etme meyli, eğilimi.
meyl-üt tefevvuk
Üstünlük elde etmek meyil ve arzusu.
mezheb taklidi
Amelde yapılacak işlerde bir müctehidin ictihâdlarına, fetvâlarına tâbi olma. Mevcût dört hak mezhebden birini öğrenip, kabûllenip, onunla amel etme.
Dört mezhebden birine uyan kimsenin bir işi yapmada ihtiyâç veya zarûret (başka hiçbir çâre bulunmama) veya meşakkat (güçlük) bulundu
min-el evvel
Evvelden beri.
min-el ezel
Ezelden beri.
min-el kadim
Çok evvelden. Eskiden beri.
misak-ı ezeliye / misâk-ı ezeliye
Ezelde gerçekleşen sözleşme; bütün ruhların kendilerini yaratan Allah'a iman ve emirlerini yerine getireceklerine dair yaptıkları yemin.
muafiyyet
Bir hastalığa karşı aşı ile elde edilen hâl.
Afvolunmuş olma. Bağışlanmış olma.
müdavele
Elden ele gezdirme. Alıp verme, devretme.
Fikir verme, konuşma.
Çevirme, döndürme.
müdebbir
Evvelden düşünüp işleri ona göre ayarlayan. Her şeyin evvelden tedbirini yapan, gören.
İlmi ile her şeyin akibetini ihâta edip ona göre hikmetle iş yapan Allah (C.C.).
müflis
İflas etmiş. Parasız kalmış. Ticarette kâr elde edemeyip veya bazı sebeplerle sermayesini batırmış olan.
müfti-i belde
Belde ve şehir müftüsü.
muhassal-ı mazbut
Elde tutulacak şekilde var olan, oluşan.
muhassala
(Husul. den) Elde edilen netice, hâsıl olan sonuç.
Fiz: Bileşke.
Elde edilen sonuç.
muhassala-i mesai
Çalışmalardan elde edilen netice.
muhassalı
Toplamı, sonuç olarak elde kalanı.
muhrez
Kazanılmış, elde edilmiş.
Sudaki balık, av hayvanları v.s. gibi, kimsenin malı olmayıp herkesçe faydalanılan bir şeyin ele geçirilmesi.
muhriz
(İhraz. dan) Elde eden, kendi payına alan, kazanan.
mukadderat / mukadderât
Allahü teâlânın olacak şeyleri ezelde (sonsuz öncelerde) bilip takdîr ettiği şeyler, kader, alın yazısı.
mukallid
Amelde, yapılacak işlerle ilgili konularda müctehid denilen derin âlime tâbi olan, uyan kimse.
İnanılacak şeylerin delillerini araştırmadan, anlamadan, sâdece anasından babasından duyarak îmân eden.
Fıkıh âlimlerinin yedinci derecesinde bulunan âlim.
mükteseb
İktisab edilmiş. Kazanılmış. Elde edilmiş.
mükteseb hak
Kazanılmış, ele geçirilmiş, elde edilmiş hak.
müktesebat
Elde edilmiş olanlar. Kazanılmış olanlar. Çalışmak suretiyle kazanılmış olanlar.
müktesib
(Müktesibe) (Kesb. den) Elde eden, edinen, kazanan.
mümteni-üt tahsil
Tahsili, elde edilmesi mümkün olmayan.
mürid / مُرِيدْ
Ezelden irade eden (Allah).
mürr
Acı.
Arap beldesinde bir ağacın zamkı.
müsadere
(Sudur. dan) Yasak edilen bir şeyin kanuna göre elden alınması. Zulüm ve cebir.
Toplama, elden alma.
musahhir
Teshir eden. Elde eden. Zabt eden.
İstenilen hâle koyan.
Birine bağlayan.
müşkil-üt tahsil
Elde edilmesi, tahsili zor olan. Kolay tahsil edilemeyen.
müşkilü't-tahsil
Elde edilmesi zor.
müşkilü't-tahsil olan
Elde edilmesi zor olan.
müstahsil
(Hâsıl. dan) Yetiştiren, hâsıl eden, husule getiren, elde eden. Üretici.
mütasarrıfa
İnsandaki görünmeyen his organlarının beşincisi; his organları vâsıtası ile elde edilen duyuları ve mânâları karşılaştırıp, yeni mânâlar elde etmeye yarayan kuvvet.
müteali
(Ulüvv. den) Yüksek olan, yükselen.
Fls: Tecrübe ile elde edilen. İlim hududunu aşan.
mütedavil / mütedâvil / مُتَدَاوِلْ
Elden ele geçen, alıp verilen.
Kullanılan.
Elden ele geçen.
mütekellim-i ezeli / mütekellim-i ezelî / مُتَكَلِّمِ اَزَل۪ي
Başlangıcı olmayıp ezelden beri konuşan (Allah).
müteneşşıt
Sevinç, neşat elde eden.
mutlak müctehid / mutlak müctehîd
Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmemiş olan hükümleri ve mes'eleleri, açık olarak bildirilenlere benzeterek meydana çıkarabilen derin âlim. Ehl-i sünnetin ameldeki mezheb imâmlarından her biri.
müyadat
Elden ele verme.
Mükâfat.
müyesseriyet
Kolaylıkla elde etme.
muzafferiyet-i nuriye
Nur hizmetiyle elde edilen zafer.
na-meysur
Ele geçirememiş. Elde edememiş.
(Farsça)
İşi kolaylaştırılmış.
(Farsça)
na-müyesser
Elden gelmeyen, müyesser olmayan.
(Farsça)
nahiye / nâhiye
Belde.
nail olmak / nâil olmak
Elde etmek, erişmek.
nailiyet
Ele geçirmek, murada ermek, elde etmek.
nakd-i mevcud
Mevcud olan para, elde bulunan para.
nakden
Para olarak, peşin, elden.
naki'
Hurma veya kuru üzüm soğuk suda bırakılıp şekeri suya çıktıktan sonra süzülerek elde edilen sıvı.
nakli ilimler / naklî ilimler
Tefsîr, hadîs, fıkıh gibi nakil yoluyla elde edilen ve değişmeyen dînî ilimler.
nasib / nasîb
Pay, hisse, kısmet.
Bir kimsenin elde edebildiği şey.
Ele geçen, kavuşulan.
Allahü teâlânın ezelde takdir ettiği maddî ve mânevî rızık, kısmet.
nebiz
Hurma veya kuru üzümü soğuk suda bırakıp, şekeri suya geçince, kaynayıncaya kadar ısıtıldıktan sonra soğuyunca süzülerek elde edilen sıvı.
nefta
(Nifta) (Çoğulu: Nefat) Çalışmaktan dolayı elde çıkan kabarcık.
nehva
Bir şey kasdetmek. Bir şey söylemeği istemek.
Bir şey yapmağa evvelden hazırlanmak.
netice-i himmet
Ciddî bir gayret ve çalışmayla elde edilen netice, sonuç.
nih
(Nihâden: "Koymak" mastarından emir kökü) Koy.
(Farsça)
Memleket, şehir, belde.
(Farsça)
nur-u tevhid
Allah'ın birliğini kabul etmekle elde edilen nur.
nurun ala nur / nûrun alâ nur
Nur üstüne nur, güzelden de güzel, iyiden de iyi.
pehlev
Şehir, belde.
(Farsça)
Yiğit, kahraman.
(Farsça)
peyda etmek / peydâ etmek
Kazanmak, elde etmek.
pozitivizm
Gerçeğin deney ve gözlemle elde edilebileceği görüşünü savunan felsefî doktrin.
rahf
Kaymak.
Elde durmaz derecede sıvı olan hamur.
rayet-i ulviyet-i şeyh-i hakkani / râyet-i ulviyet-i şeyh-i hakkanî
Mânevî mertebelere ulaşma ve hakikatleri elde etme yolunda Şeyh Abdülkadir-i Geylânî'nin elinde tuttuğu yücelik sembolü olan sancak.
rehain
(Tekili: Rehine) Rehineler. Garanti olarak elde tutulanlar.
ribah
(Tekili: Ribh) Kazançlar, kârlar, ticaretten elde edilen kârlar.
rida
Örtü, belden yukarı örtülen şey, çar ve şal.
Akıl. İlim. Seha.
Zinet. Parlaklık veren şey.
Hırka.
rida'
Örtü, belden yukarıya örtülen örtü.
sa' / sâ'
Genelde tahıl ve yiyeceklerde kullanılan yaklaşık olarak 3 kg. ağırlığında ölçü birimi.
sa'y
Çalışma, Çalışıp çabalama. Gayret sarfetme. Bir maksadın meydana gelmesi için elden geleni yapma.
Hızlı yürüme.
Cür'et etme.
Ziyaret etme.
Gammazlık yapma.
Ist: Hac veya Umre'de Safâ ile Merve arasında usulüne göre yedi defa gelip gitmektir.
şafii / şâfiî
İmâm-ı Şâfiî'nin meşhur adı, Şâfiî mezhebinin kurucusu.
Ehl-i sünnetin amelde dört hak mezhebinden biri olan Şâfiî mezhebinde olan kimse.
şafii mezhebi / şâfiî mezhebi
Ehl-i sünnetin ameldeki dört hak mezhebinden biri. İmâm-ı Şâfiî hazretlerinin mezhebi, yolu.
safvet-i asliye
Temelden gelen saflık.
şahbeyt
Edb: Bir şiirin en güzel beyti. Gazelde matla'dan sonraki beyt.
şahid-i ezeli / şâhid-i ezelî
Ezelden beri bütün zamanları ve herşeyi gören ve herşeye şahid olan Allah.
Ezelden ebede her şey nazar-ı şuhudunda olan Cenab-ı Hak.
şam
Akşam. Akşam yemeği. "Şe'm, şâm" Arapçada "sol" mânâsına gelir. "Yemen" sağ demek olduğundan Hicaz'a nisbetle sol taraftaki memleketlere Şam, sağ tarafdaki beldeye de Yemen ismi verilmiştir.
Suriye ve Lübnan memleketlerine de Şam denilmiştir.
Arabların Dımışk dedikleri şehrin
sani-i kadim / sâni-i kadîm
Ezelden beri var olan ve varlıkları sa'natlı bir şekilde yaratan Cenâb-ı Allah.
şar
Şehir, belde.
(Farsça)
sayda'
Çömlek yapılan toprak.
Kaba ve galiz yer.
Belde ismi.
sehl-ül me'haz
Kolay olarak alıncak ve elde edilecek şey.
seker
Hurmadan elde edilen içki, bir nevi şarap.
semere-i istidad
Var olan kabiliyet ve potansiyelden ortaya çıkan netice.
şems-i ezel ve ebed
Ezelden ebede kadar bütün varlık âlemini aydınlatan Allah.
şems-i ezel ve ebed sultanı
Ezel ve ebedin sultanı olan Güneş; bu tabir ezelden ebede kadar bütün varlık âlemini aydınlatan Allah için bir benzetme olarak kullanılır.
şems-i ezeliye
Ezelî Güneş; bu tabir ezelden beri bütün varlıkları aydınlatıp hayat veren Allah için bir benzetme olarak kullanılır.
serian
Çabuk, tez elden, acele.
sermaye
Ana mal. Esas para. İlk elde mevcut olan para.
(Farsça)
Kazanılmış ilim.
(Farsça)
Hayat. Ömür.
(Farsça)
servet-i riba / servet-i ribâ
Faizle elde edilmiş servet, kazanç.
şevk-i kesb
Bir kazanç elde etme şevk ve gayreti.
seyr-i bilad-ı kesire / seyr-i bilâd-ı kesîre
Çok sayıdaki beldeleri gezme ve dolaşma.
sıfat-ı ezeliye alemi / sıfât-ı ezeliye âlemi
Ezelden beri Allah'ın zatında bulunan nitelikler âlemi.
sikke-i ehadiyet
Her şeyin bir elden çıktığını gösteren damga, işaret.
su-i istimal / su-i istimâl
Kötüye kullanma. Eldeki nimeti veya fırsatı boşuna yahut kendi menfaatine kullanma.
su-i kesb / sû-i kesb
Fiilin kötüye kullanılması, kötüyü kazanma, elde etme.
sübhanallahi ve bihamdihi / sübhanallahi ve bihamdihî
Allah her türlü eksiklikten sonsuz derecede yücedir ve ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet Allah'a mahsustur.
suhulet-i rızık
Rızkın kolay elde edilmesi.
suleha
(Tekili: Sâlih) Salihler. Salâhiyetli, günah işlemeyen iyi insanlar. İlim ve amelde, ibâdet, taat ve takvâda terakki ve teâli eden büyük zâtlar.
sulfato-misal / sulfato-misâl
Sulfato gibi; kınadan elde edilen ve sıtmanın tedavisinde kullanılan beyaz alkaloit (kinin) gibi.
sultan-ı ezel ve ebed
Başlangıç ve sonu olmaksızın, hüküm ve saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan.
sultan-ı ezel, ebed
Başlangıç ve sonu olmayan, hüküm ve saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan, Allah.
sultan-ı ezeli ve ebedi / sultan-ı ezelî ve ebedî
Başlangıç ve sonu olmaksızın, hüküm ve saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan.
sümmettedarik
Sonradan, başka yerden elde edilmiş olan.
Elde edildikten sonra.
taammüden
Evvelden hazırlanarak. Kastederek. Bile bile.
tahassul etme
Meydana gelme, ortaya çıkma, elde edilme.
tahassür
(Hasret. den) Hasret çekmek. Elde edilmesi istenilen ve ele geçirilemeyen şeye üzülmek.
tahkiki iman / tahkikî iman
Araştırarak ve kesin delillere dayanarak elde edilen iman.
tahsil / تحصيل / tahsîl / تَحْص۪يلْ
Elde etme, kazanma.
Elde etme.
(Arapça)
Öğrenim.
(Arapça)
Elde etme.
tahsil etmek
Elde etmek, kazanmak.
tahsil-i irfan / tahsîl-i irfan
Tasavvuf bilgilerini elde etme, öğrenme. Edeler dâimâ tahsîl-i irfân Olalar her biri, bir kâmil insan.
İlim ve tecrübe netîcesinde bilgi edinme.
takdir / takdîr / تَقْد۪يرْ
Ölçme, değer biçme, değer verme, tâyin etme. Allahü teâlânın, olacak hâdiseleri ezelde (başlangıcı olmayan öncelerde) ilm-i ezelîsi (başlangıcı olmayan ilmi) ile bilip tâyin etmesi.
Allah'ın her şeyin kaderini ezelden bilmesi.
takdir-i ilahi / takdîr-i ilâhî
Allahü teâlânın, olacak hâdiseleri ezelde ilm-i ezelîsi ile bilip tâyin etmesi.
taklid / taklîd
İnanılacak şeylerde düşünmeden, anlamadan, yalnız başkasından işiterek, görerek inanma, îmân etme.
Amelde yâni yapılacak işlerde delîlini araştırmadan bir müctehidin ictihâdlarına (mezhebine) uyma, bağlanma.
Kendi mezhebine göre yapmasında harâc (meşakkat) veya zarûret buluna
te'min
Güvenlik, emniyet hissi vermek.
Sağlamlaştırma, şüphe bırakmama.
Sağlamak. Kat'i vaadde bulunmak. Emn ve emân vermek.
Elde etme.
teavür
Elden ele gitmek.
tebzir / tebzîr
Elde olanı saçıp savurmak.
tecribi ilimler / tecribî ilimler
Tecribe ve müşâhede (gözlem) ile elde edilen bilgiler, ulûm-i akliyye (aklî ilimler).
tedarik
Elde etme.
tedarik etmek
Elde etmek.
tedarikatta bulunma / tedarikâtta bulunma
Elde etmek, sahip olmak için hazırlık yapma.
tedavül
Elden ele dolaşma.
Kullanma.
Sürüm.
Geçerlilik.
Elden ele gezmek, dolaşmak.
tedbir / tedbîr
Bir şeyi elde edecek veya önliyecek yol, çâre; bir işin sonunu düşünerek hareket etmek.
teknik
Fizik, Kimya ve Matematikten elde edilen bilgilerin tatbik edilmesi.
(Fransızca)
teknoloji
Teknik bilgiler. Matematik, Kimya ve Fizik ilminden elde edilen bilgiler.
(Fransızca)
temin
Sağlama, elde etme.
temin-i hayat
Hayatın devamını temin etme; yaşamı rahatlatacak vesileleri, araç ve gereçleri elde etme.
terbiye-i vahide / terbiye-i vâhide / تَرْبِيَۀِ وَاحِدَه
Tek (elden) terbiye.
teslif
Kahvaltı etme.
Takdim etmek.
Bir nesnenin fiyatını evvelden vermek.
tıla'
Tâze üzüm şırasının, ateşte veya güneşte ısıtılarak üçte birinden fazlasının uçmasıyla elde edilen içki.
ulema-i hakikat
İman hakikatlerini araştırıp elde eden âlimler.
ulum-i akliyye / ulûm-i akliyye
Tecribî (deneye bağlı) ilimler. His organları ile duyularak, akıl ile incelenerek tecrübe ve hesab edilerek elde edilen ilimler.
ulum-i nakliyye / ulûm-i nakliyye
Din bilgileri; edille-i şer'iyye denilen dînin dört temel kaynağından yâni Kur'ân-ı kerîmden, hadîs-i şerîflerden, icmâ-ı ümmet, kıyâs-ı fukahâdan elde edilen bilgiler, ilimler.
üşabe
Irkı, nesebi karışık adam.
Karışık cemaat.
Rüşvet ve hırsızlık gibi yollarla elde edilen kazanç.
üstad
(Üstaz) İlim veya san'atta üstün olan kimse. Usta, san'atkâr. Muallim, profesör. Bilgide veya san'atta veya amelde meharetli zât.
vahdet-i idare
İdarenin tek elde olması.
vahdet-i mevcud
Bütün varlıkların bir elden tedbir ve idare edilmesi ve sahiplerinin bir olması.
vahdet-i tedbir
Bir elden yönetme.
vakvak
Korkak kişi.
Hindistan'da Vakvak beldesinde yetişen bir ağaçtır. Yüz zira' miktarı boyu olur, kalkan gibi yassı yaprağı olur.
velayet-i kamile / velâyet-i kâmile
Mükemmel velilik; kulluk noktasında mânevî mertebeleri aşarak Allah'ın yakınlığını ve dostluğunu elde etme mükemmelliği.
vilayet
Bir şeyi kudretle elde etme.
İl.
Birisine kefil olmak.
Dostluk. Muhabbet.
zahiri ilimler / zâhirî ilimler
Okuyarak, çalışarak ve araştırarak elde edilen, öğrenilen ilimler. Kelâm, tefsîr, fıkıh gibi din bilgileriyle; mantık, matematik, fizik, kimyâ, biyoloji, geometri gibi fen bilgileri.
zaya'
Elden çıkma, yok olma.
zayi / zâyi / zâyî
Elden çıkan, kaybolan.
Elden çıkan, yitik.
zayi etmek / zâyi etmek
Elden çıkarmak, kaybetmek.
zayi olan / zâyi olan
Elden çıkan, kaybolan.
zayi'
(Ziya'. dan) Elden çıkan. Kaybolan. Yitik. Zarar, ziyan.
Elden çıkan, yitik, kaybolan.
zenbil
İçine öteberi konulup elde taşımaya mahsus, sazdan örülmüş ve üst tarafında yine sazdan kulpları olan, ağzı geniş kap.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
Emzik
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
nesr
Tebri
mehib
bendeleri
hurd
Udvan
fa-yı atıf
Ruzen
eşir
lahd
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
Elde
eşir
az olma
İçin
Zeh
Devri
kavramlar
su kabı
YAZmak
rengi