Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
Elbise
ifadesini içeren
238
kelime bulundu...
aba
Ekseriyetle yünden yapılmış, bol giyimli bir libas, elbise.
akbiye
(Tekili: Kubâ) Kaftanlar, üste giyilen elbiseler.
asker
(Çoğulu: Asakir) Devlet ve memleketin muhafazası için ücretli veya ücretsiz olarak veya kur'a ile toplanarak hazır bulundurulan ve resmi elbise giyen silahlı adamlar topluluğu. Er, leşker, nefer.
assubay
Ask: Çavuş, üst çavuş ve başçavuş diye rütbeleri olan, ücret alan ve resmi elbise giyen askerdir.
asvine
(Tekili: Sunvân) Elbise koymaya yarayan dolaplar. Gardroplar.
atide
Elbise sandığı.
atmar
(Tekili: Tımr) Paçavralar. Eski, yıpranmış elbiseler.
begter
Eskiden kullanılan zırhlı elbise.
(Farsça)
behrame
Yeşil elbise.
(Farsça)
belsek
Elbise değdiğinde yapışıp ayrılmayan bir ot.
bendime
Elbise yakasına ve kollarına açılan küçük delik.
(Farsça)
Düğme, ilik.
(Farsça)
benika
(Çoğulu: Benâyık) Elbisenin koltukaltı parçası.
berbekan
Arapların giydiği bir elbise cinsi.
beşk
Yalan söylemek.
İşleri yaramaz olmak.
Deve, sür'atle gitmek.
Elbise dikmek.
bizle
Gündelik elbise.
bürcüd
Arap elbiselerinden bir nevi kalın elbise.
bürde
Hırka. Üstten giyilen libas, elbise.
came
Evde giyilen bol elbise. Elbise, çamaşır. Sevb, libas.
(Farsça)
came-duz
Terzi, elbise diken.
came-gi / came-gî
Hâdim ve hizmetçilere verilen ücret ve elbise parası.
(Farsça)
Tüfek fitili.
(Farsça)
Elbiselik kumaş.
(Farsça)
Hizmetkâr, hademe, hâdim.
(Farsça)
came-i hassa
Tar: Osmanlı padişahlarının verdikleri elbiselik kumaşlar.
came-i hayat
Hayat elbisesi, ömür.
came-i idi / came-i îdî
Bahar çiçekleri. Kırmızı renkli elbise.
Bayram elbisesi.
came-i nevruzi / came-i nevruzî
Rengârenk elbise.
Bahar geldiğinde açan çeşitli çiçekler.
camedar
Elbiseyi muhafaza eden kimse.
(Farsça)
Vestiyer.
(Farsça)
camekan / camekân
Elbise soyunulacak yer.
(Farsça)
Camlık.
(Farsça)
camis
Cansız, camid.
Letâfeti gitmiş olan elbise.
car / câr
Kadınların, elbisenin üstünde örtündükleri çarşaf.
çarh
Çark, tekerlek.
Felek, gök, sema.
Ok yayı.
Elbisede yaka.
Tef.
Devreden, dönen.
Çakır doğan.
Talih.
çarşaf
Yatağın üstüne serilen veya yorgana kaplanan bez örtü.
Kadınların kullandığı baştan örtülen, pelerinli eteklikli sokak elbisesi. Kadınların örtünmesi farzdır. Bu maksatla çarşaf ucuz, pratik, hafif olması ve zengin fakir herkesin kolayca sağlıyabilmesi bakımından yaygın olarak kulanı
cerd
Elbisesini çıkarma, elbisesinden soyma, çıplak hâle getirme.
Ot ve ağaç yetişmeyen yer.
çerh
Çark. Dolap.
(Farsça)
Felek. Talih.
(Farsça)
Dingil üzerine dönen.
(Farsça)
Gök.
(Farsça)
Def.
(Farsça)
Zenberek.
(Farsça)
Mancınık.
(Farsça)
Elbise yakası.
(Farsça)
Ok yayı.
(Farsça)
Çakır gözlü doğan kuşu.
(Farsça)
cübbe
Namazda giyilen bol elbise.
çuhadar
Ayak hizmetinde bulunan çuha elbiseli yahut çuhadan olan perdenin haricinde emre hazır bulunan hademe.
damen / dâmen
Etek. Kenar. Taraf. Zeyl. Elbise veya dağ eteği.
(Farsça)
defenni
Alaca renkli bir cins elbise.
delk
Eski ve yamalı elbise. Dervişlerin giydikleri eski aba.
(Farsça)
Kılıcı kınından çıkarmak.
(Farsça)
deniyye
Kaftan düğmesi, elbise düğmesi.
deris
(Çoğulu: Dirsân) Eski kaftan, eski elbise.
dest
(Çoğulu: Düsut) Dört bucaklı yastık ve elbise.
Hile.
dirase
Kitab okumak.
Elbiseyi eskitmek.
Gizli yol.
Harmanda buğday döğmek.
Uyuz olan deveyi katranlamak.
disar
(Çoğulu: Düsür) Üste giyilen kaftan, elbise.
Yatak çarşafı.
Arapçada elbise demek olduğu hâlde Osmanlıcada yalnız Farsça kaidesi ile yapılan sıfat terkiblerinde ziyadelik, çokluk, bolluk mânasında kullanılmıştır.
dürrae
(Çoğulu: Derâri) Ferâce, kaftan, elbise.
duru'
(Tekili: Dır) Savaşda giyilen zırhlar, cevşenler, çelik elbiseler.
düsür
(Tekili: Disar) Üste giyilen kaftanlar, elbiseler.
Yatak çarşafları.
ekmam
(Tekili: Kümm) Elbisenin kolları, yenleri, kol ağızları.
elbise-i fahire / elbise-i fâhire
Göz alıcı lüks elbise.
eşen
Karpuz ve kavun hamı, kelek.
(Farsça)
Ters giyilmiş elbise.
(Farsça)
esvap
Elbiseler, giysiler.
eşya
(Tekili: Şey) (Bu kelime, Türkçede müfret gibi kullanılır.) Ev döşemeye mahsus halı, dolap v.s.
Elbise, yatak, çamaşır gibi malzemeler.
Yük, yük eşyası.
esyah
(Tekili: Seyh) Nehirler, akarsular.
Çizgili elbiseler.
evre
Elbisenin dış yüzü.
(Farsça)
ezrar
(Tekili: Zirr) Elbise düğmeleri.
fatk
Kırma, ayırma, yarma, çatlatma.
"Kasık yarığı" denilen bir hastalık.
Elbisenin dikişlerini sökmek.
fazfaza
Elbisenin çok geniş ve bol olması.
feltut
Küçüklüğünden dolayı iki tarafı gelip birleşmiyen elbise.
ferace / ferâce
Örtünecek gibi olan ve giyilen bol elbise, cübbe.
Kadınların üzerlerine örttükleri örtü. Bütün vücudu kaplayan geniş örtü.
Bütün vücudu kaplayan bir cins elbise.
fermene
İşlemeli dar ve yuvarlak yanlı yelek.
Eskiden esnaf tabakasına mahsus elbise.
firaz
Geniş, vâsi.
Irmak ağzı.
Sokak ağzı.
Elbise.
fistan
Kadınların bellerinden aşağı giydikleri geniş ve uzun elbise. Ayrıca Arnavutlarla Rumların, dizlerine kadar giydikleri kırmalı elbiseye de bu ad verilir.
Direklerin güverte ıskaçalarını sudan muhafaza için üzerine kalın bırandadan çevrilen kılıf.
Kadın elbisesi.
Hanım elbisesi.
forma
Bölüm, elbise.
giriban / girîban
Elbise yakası.
(Farsça)
gurze
(Çoğulu: Guruz) Pamuklu elbisede kullanılan kaba dikiş.
habcame
Gecelik ve pijama gibi gece uyurken giyilen elbise.
(Farsça)
hac
İslâm'ın beşinci şartı. Gerekli şartları kendinde bulunduran (bülûğa ermiş yâni ergen, hür, zengin, aklı başında) her müslümanın ömründe bir defâ ihramlı (dikişsiz) bir elbise ile Mekke'ye gidip Kâbe'yi ziyâret etmesi ve Arafât denilen yerde bir mikt âr durması ve bâzı vazîfeleri yerine getirmesi.
hacc-ı asgar
Ömre. Hac zamânı olan beş günden (Arefe günü ile dört bayram günlerinden) başka senenin her günü ihrâm (dikişsiz elbise) ile Mekke'ye gelip, Kâbe'yi tavâf (etrâfında yedi kere dolaşmak), sa'y yapmak (Safâ ve Merve tepeleri arasında gidip gelmek) ve traş olmak.
hacc-ı kıran
Hac ile ömreye birlikte niyet ederek ihrâm giyip, ömrenin vazîfelerini yaptıktan sonra ihrâmını (hac elbisesini) çıkarmayarak aynı elbise ile hac vazîfelerini de yapmak. Bu haccı yapana kârin hacı denilir.
hacele
(Çoğulu: Hacel-Hacelân-Haclâ) Dişi keklik.
Çeşitli elbiselerle süslü gelin evi.
hadafil
Eski kaftanlar, eski elbiseler.
haftan
Eskiden savaşlarda zırh üzerine giyilen bir cins pamuklu elbise.
Kaftan.
hal'
Kaldırma. Kal' etme.
Hükümdarı tahttan indirmek. Azletmek.
Mansıb ve mesnetten ihraç etmek.
Elbise gibi şeyleri soymak.
Bir şeyi izâle edip ayırmak ve terketmek.
Karısını boşamak. Evlâdını evlâdlıktan reddetmek.
halif
İki dağ arasındaki yol.
Eski elbise.
Arkadan gelen. Sonradan gelen. Birinin yerine geçen.
hansir
(Çoğulu: Hanâsir) Yaramaz, boş, faydasız.
Bir yerden taşınan veya göçen kimseler, eşya ve elbiselerini yükletip gittiklerinde yerde kalan kıymetsiz şeyler.
haşef
Hurmanın yaramazı.
Eski elbise diken.
Devenin sütünün çok olması.
haşif
Eskimiş ve yıpranmış elbise.
havaic-i asliye
Fık: Mesken ile, eve lüzumlu eşyadan ve kışlık, yazlık elbise ile lüzumlu silâhtan, âletten, kitaptan ve binek (hayvan) ile hizmetçi ve bir aylık - sahih görülen diğer bir kavle göre; bir senelik - nafakaya mahsus erzaktan ibârettir.
haydariyye
Hırkanın altına giyilen kısa ve kolsuz elbise.
hedm
(Çoğulu: Ehdâm) Eski elbiseler.
heftan
Zırhın altına giyilen pamuklu elbise.
Üstten giyilen kürk biçiminde süslü elbise. Kaftan. (Eskiden ekseriyetle taltif için, büyük kimseler tarafından liyâkat sahiplerine giydirilir veya üstlerine atılırdı.)
herus
Eski elbise.
hidmel
Eski kaftan, eski elbise.
hil'at
Yüksek makamdaki zatların beğendiği kimseye ve takdir edilen zevata giydirdiği kıymetli, süslü elbise. Kaftan.
Elbise, kaftan.
hil'at-i risalet
Peygamberlik elbisesi.
hil'at-ı üslub / hil'at-ı üslûb
Üslûb kaftanı, tarz elbisesi.
hil'at-ı vücud
Vücud elbisesi. Ruhun,içinde bulunduğu ten elbisesi. Cesed.
Vücud, beden elbisesi.
hilat / hilât
Süslü elbise, kaftan.
hırka
Bez parçası. Bezden mâmul elbise.
Tas: Mânen dünya zevk u safâsından çekilip kendini ibadete verenlerin elbisesine hırka-i tecrîd denir.
Kalınca kumaştan yapılmış elbise.
hırvani / hırvanî
Tar: Düz yakalı önü ilikli bir çeşit elbisedir. Şehzade Abdülmecid'in okumağa başlamasından dolayı yapılan törende, yakınlarının bu elbiseyi giymeleri istenmiş ve bu husus, devletin resmi gazetesi olan Takvim-i Vekayi'de tebliğ edilmişti.
hulel
(Tekili: Hulle) Elbiseler.
Hulleler, güzel elbiseler.
hulel-i fahire / hulel-i fâhire
Kıymetli, şaşaalı, parlak elbiseler.
Göz alıcı lüks elbiseler; Cennet elbiseleri.
hulle
Ağır, pahalı.
Belden aşağı ve belden yukarı olan iki parçadan ibâret olan elbise.
Cennet elbisesi.
Fık: Üç defa kocasının boşadığı bir kadının dördüncü defa eski kocasına nikâh düşebilmesi için başka birine nikâhlanması. Müslim bir erkek karısını üç talak ile boşarsa,
Elbise.
Değerli elbise.
hulle-i icadat / hulle-i îcâdât
Yaratma fiilinin üzerini saran elbise; îcat elbisesi.
hulle-i inayet / hulle-i inâyet / حُلَّۀِ عِنَايَتْ
İnâyet elbisesi.
Yardım elbisesi.
hulle-i rahmet
Rahmet elbisesi.
hulle-i san'at
San'atlı elbise.
hulle-i san'atnüma / hulle-i san'atnümâ
San'atlı elbise.
hulle-i vücud
Varlık elbisesi.
hümud
Elbisenin eskimesi.
Ateşin sönmesi.
idris
İlk elbiseyi diken peygamber.
igtilal
Hayvanın çok susaması.
Elbiseleri üst üste giyme.
İçme.
İyi sağılmadığı için (koyun) hastalanma.
ıhlak
Elbise eskimek veya eskitmek.
ihram / ihrâm / اِحْرَامْ
Hacıların örtündükleri dikişsiz elbise.
Yün yaygı. Büyük yün çarşaf.
Fık: Hac veya umreyi yada her ikisini eda etmek için mübah olan şeylerden bazılarını nefsine menetmek ve onlardan sakınmak.
Hac ve umre için giyilen, yün, pamuk ve ketenden yapılan dikişsiz elbise.
Hacıların elbisesi.
Mîkât denilen mahalde (yerde) hacca veya umreye niyet ederek, peştemal gibi dikişsiz iki parça örtüyü giymek ve telbiye getirmek sûretiyle, daha önce mubah (serbest) olan bâzı şeyleri kendine haram kılmak yâni bunları yapmaktan sakınmak. İhrâmlı kims eye muhrim denir. İhrâm elbisesinin belden aşağı
Hacıların giydikleri dikişsiz elbise.
Hac ve umrede giyilen dikişsiz elbise.
ikmam
Ağaçların tomurcuklanması. Çiçek tomurcuğu görünmesi.
Elbiseye yen yapmak.
ilbas-ı hil'at
Hil'at giydirmek. (Üst elbisesi demek olan hil'at; padişahlar ile sadrazam ve vezirler tarafından memurlarla, âyân ve eşrâfa, taltif makamında giydirilirdi. Sonradan bunun yerine rütbe ve nişan verilmeğe başlanmıştır.)
ilik
t. Elbisenin düğme geçmeye mahsus deliği.
Kemiğin içinde bulunan madde.
irsas-ı libas
Elbisenin yıpranması, eskitilmesi.
istisna' / istisnâ'
Ismarlama. Bir san'at sâhibinden belirli bir işin, belirli özelliklerde yapılmasını istemek. Meselâ bir terzi ile kumaşı ve benzeri malzemeleri ondan olmak üzere bir kat elbise dikmesi için sözleşme yapmak.
izafet-i maktu'
Kesik tamlama. Terkib-i izafet-i maktu'da denir. Esre'yi kaldırmağa da fekk-i izafet denir. Yani izafetin kaldırılması demektir. Meselâ: Câme-hâb : Yatak. Câme-i hâb : Uyku elbisesi. Ser-rişte : İp ucu, vesile, tutamak. Ser-i rişte : İpin ucu.
izale
Halsiz bırakma.
Uzun etekli elbise.
Kadın yaşmağını açma.
Sarığın ucunu uzatma.
izar / izâr
Peştemal. Futa. Göğüsten aşağı örtülen elbiseler.
İsmet, iffet.
Zevce.
Elbise.
kaba'
(Çoğulu: Akbiye) Üste giyilen elbise. Kaftan, cübbe.
kaba-yı ahenin / kaba-yı âhenin
Demirden yapılmış elbise. Zırh.
kabtari / kabtarî
Yünden dokunan bir elbise.
kaftan
Ekseriya mükâfat ve taltif olarak giydirilen süslü üstlük elbise. Hil'at, esvab.
kaput
Askerlerin üstlük elbisesi, yağmurluğu.
(Fransızca)
Otomobillerin motor kısmını örten kapak.
(Fransızca)
karin hacı / kârin hacı
Hac ile ömreye birlikte niyyet eden. Önce ömre için Kâbe-i muazzamayı tavaf ve sa'y edip, sonra ihrâm elbisesini çıkarmadan ve traş olmadan, hac günlerinde hac için, tekrâr tavaf ve sa'y yapan.
karkal
(Çoğulu: Karâkıl) Kadın gömleği.
Yeleksiz elbise.
kasisa
(Çoğulu: Kasis) Devecilerin, azıklarını ve elbiselerini yüklettikleri deve.
Bir ot.
kasiyy
Soğuk gece.
Kas adı verilen mahâlde yapılan ibrişimli bir elbise.
katmer
t. Bir şeyin kat kat olması.
Çok yapraklı oluşu. (Gülün, çiçeğin, böreğin, elbisenin kat kat olduğu gibi.)
kerad
Yırtık ve eski elbise.
(Farsça)
kinnarat
Bir nevi elbise.
Çalgılar, defler.
kisa
Halı, seccâde. Yünden yapılan elbise.
kisve
Elbise. Kılık. Hususi kıyafet. Küsve. Kisbet.
Elbise.
Elbise, özel kıyafet, kisbet.
Kılık, elbise.
kisve-i arabiye
Arapça elbisesi (burada Arapça dili bir elbiseye benzetilmiştir).
kisve-i ilmiye
İlmi temsil eden elbise.
İlim adamlarına, hocalara âit elbise.
kisvet
Elbise.
Özel kıyâfet.
Yağlı güreş yapan pehlivanların giydikleri, meşinden ve dar paçalı olan pantolon. Kisbet.
lebaçe
Önü açık elbise. Hırka.
(Farsça)
leddam
Eski elbiseleri yamalıyan.
ledim / ledîm
Yamanmış eski elbise.
lem'a
(Çoğulu: Lemâat) Parlamak. Şimşek gibi çakmak. Güneş ve yıldız gibi parlamak.
El ile veya elbise gibi bir şeyle işaret etmek.
libaçe
Elbise, libâs.
(Farsça)
libas / libâs / لِبَاسْ
Giyilecek şey. Elbise.
Karı ve koca.
Mc: İctima'.
Şübhe kabul eden söz.
Elbise.
Elbise.
Elbise.
Elbise.
libas-ı fersude
Eskimiş elbise.
libas-ı mana / libas-ı mânâ
Mânâ elbisesi.
libas-ı takva
Takva elbisesi. Sâlih ameller.
libse
Elbise giyme. Giyiş.
lidam
Eski elbiseye yapılan yama.
lübus
(Tekili: Libâs) Esvaplar, elbiseler.
Savaş elbisesi.
ma'zad
Alemi, giyen kişinin pazusuna gelen alemli elbise.
macuşun
Gemi, sefine.
Boyanmış elbise.
maddi temizlik / maddî temizlik
Bedenin, elbisenin ve oturulan yerin temizliği.
mahba
(Çoğulu: Mehâbi) Elbise saklayacak mevzi. Kiler.
manken
Elbiseleri prova veya teşhir etmek için terzilerin ve hazır elbise satıcılarının kullandığı tahtadan, kartondan, madenden vb. insan şekli.
(Fransızca)
manşet
Bir gazetede ilk sayfanın en üst kısmındaki büyük puntolu başlık.
(Fransızca)
Bir gömleğin kol kısmına geçirilen ve elbisenin kolundan dışarı çıkan kumaş parçası.
(Fransızca)
mazrac
(Çoğulu: Mezaric) Eski elbise.
medrus
Eskimiş elbise.
Deli, mecnun.
Ders olarak okunmuş.
melabis
Elbiseler. Giyecek şeyler.
melbes
Giyecek şey. Elbise.
melbus
Giyilen. Giyilmiş olan.
Giyinmiş. Elbise giymiş.
melbusat / melbusât / melbûsat
Giyilecek şeyler. Elbiseler.
Giyecekler, elbiseler.
merku'
Eski, yırtılmış elbise.
mesir
Seyretmek.
Yol yol alacalı elbise.
meşlah
Meşlehe. Maşlah. Altı üstü bir olan ve kol yerine yarıkları bulunan bir çeşit elbise.
meşrube
İçine yiyecek veya elbise koyup sakladıkları yer.
mi'raz
Süs için giyilen güzel elbiseler.
mibzele
(Çoğulu: Mebazil) Her gün giyilen kaftan, günlük elbise.
micsed
Cesede yapışık olan elbise.
mida'
(Çoğulu: Mevadi') Eski kaftan, eski elbise.
mifzal
Gündelik iş elbisesi.
mihzab
Boyacıların elbise boyadıkları küp.
mirt
(Çoğulu: Mürât) Yünden veya haz denilen kumaştan elbise.
Kadınların, esvapları üstüne giydikleri elbise.
mıtrede
Yünden veya haz denilen kumaştan yapılan elbise.
moda
Geçici yenilik. Elbise ve süslenmede geçici hevesler ve fantezi düşkünlüğü sebebiyle çıkartılan yeni tarz ve şekiller. Bunlar israfı artırır ve iktisada aykırıdır.
(Fransızca)
mücsed
Tam olarak boyanmış elbise.
muhalleb
Nakışı ve güzelliği çok olan elbise.
Cam.
Aldanmış.
mühelhel
Güzel şiir veya söz.
Zarif ve şık elbise.
mülhim
İbrişimden olan elbise.
mürefref
İnce, nazik kumaştan yapılmış.
Dalları sallanan nâzik lâtif ağaç.
Sürü sürü, grup grup.
Yeşil elbise.
muşa
İki renk üzere dokunmuş elbise.
mutarrız
Elbiseye kenar işleyen.
Damga vuran.
mütedessir
Elbise giyen, libasa bürünen.
mütelebbis
Giyinmiş, elbiseli.
Karışık, başkasına bulaşmış, karışmış olan.
mütezemmil
Tezemmül eden. Elbiseye, örtüye bürünen.
müzemmil
Elbise içine sarınan, örtünen, sargılanmış.
müzzemmel
Elbise içine sarılmış.
müzzemmil
Tezmil eden, sarınan. Elbise içine sarınan.
Bazıları, "Yükü yüklenen" şeklinde mânalandırmışlardır.
Mc: Gizlemek. Zayıf davranmak, işe pek kıymet vermemek.
Büyük bir hâdise karşısında başını içeri çekmek, kaçınmak, rahata meyletmek.
Resul-i Ekrem'e (A.S.M.) Ce
nakl
Bir şeyi başka bir yere götürmek, taşımak, yer değiştirmek.
Anlatmak, duyduğu bir şeyi başkasına hikâye etmek, rivâyet etmek.
Bir dilden başka dile çevirmek, terceme etmek.
Eski mest ve çizme.
Yırtık elbiseyi yamamak.
necaset-i hafife
Hanefî mezhebine göre pis olduğuna dair şer'î bir delil mevcud olan şeydir. Diğer bir tabire göre murdar olmadığı rivayet edilen şeydir. (Eti yenen hayvanların bevilleri gibi.) Bedenin veya elbisenin dörtte birinden az miktarı namaza mani olmaz.
nehnehe
Dar kaftan, dar elbise.
niks
Elbisenin ve örülmüş şeylerin eskilerini bozup gidermek, tekrar yine iplik yapmaya kabil olanı ip eğirip yenilemek.
nısa'
Bir cins beyaz elbise.
nitak-ı ka'be-i ulya / nitâk-ı ka'be-i ulyâ
Yüce Kâbe'nin örtüsü (Burada Kâbe örtüsü nutaka benzetilmiştir. Nutak ise, hanımların vücudun ortasına gelecek şekilde taktıkları ikiye bölünmüş bir elbise veya elbisenin bir parçasıdır ve yere kadar serbestçe sarkıtılır.).
nızv
(Çoğulu: Nuzuv, Enzâ') Gitmek.
Sebkat etmek.
Kesmek, kat'etmek.
Çekip çıkarmak.
Bırakmak.
Zayıf deve.
Eski elbise.
perendin
İpek elbise, ipek kumaş veya ipek mendil.
(Farsça)
peşmin
(Peşmine) Yünden yapılmış. Yapağıdan yapılma.
(Farsça)
Sâde ve süssüz elbise.
(Farsça)
puş
"Örten, giyen, giyinmiş" mânasına birleşik kelimeler yapılır.
(Farsça)
Örtü, elbise, zırh.
(Farsça)
rahis
Ucuz, yumuşak elbise.
Ansızın ölüm.
rak'
Kaftana yama vurmak. Elbiseyi yamamak.
reff
Elbise koymak için duvara çıkıntı yapmak veya duvara tahta çakmak. Raf.
refref
Kuşu çok olan çimenlik, kır.
Mânevi bir binek.
Dalları salkım salkım olan ağaç.
Kenar saçağı.
Yeşil elbise.
İnce yumuşak kumaş.
Döşek.
Cennet.
reum
Yavrusunu seven deve.
Yanından geçen kimsenin elbisesini yalayan koyun.
reziz
Elbise boyamada kullanılan bir ot cinsi.
ri'y
Hey'et.
Güzel halet, iyi hal.
Güzel elbise.
riş
Çok pahalı elbise.
rukba
Muntazır olmak, beklemek.
Bir kimseye, "Ben senden evvel ölürsem bu elbiseler senin olsun, eğer sen evvel ölürsen yine benim olsun" demek.
sahk
Dövmek.
Ezmek.
Eski kaftan, eski elbise.
sako / صَاقُو
Üst tarafa giyilen elbise. (Ceket, aba, palto gibi)
Ceket, üste giyilen elbise.
Üst tarafa giyilen elbise, palto.
şare
Libas, elbise.
Heyet.
sebiha
Gecelik. Geceleyin giyilen elbise.
sebzpuş
Yeşil elbiseli, yeşil örtülü.
(Farsça)
şeff
Yünden yapılan çok ince elbise.
sehl
(Çoğulu: Sühul) Beyaz pamuk bezinden olan elbise.
Nakit, para. nakit akçe.
İpliği bir kat bükmek.
Ezmek.
Dövmek.
semel
Eski kaftan, eski elbise.
semsere
Bir kimsenin elbise ve kumaşını satıvermek.
şeteviyy
Kışa mensup, kış ile ilgili.
Kış evi.
Kış kaftanı, kışlık elbise.
Kış yağmuru.
setre
Yarı resmi ceket.
Düz yakalı ilikli çuha elbise.
şevar
Ev esvabı, elbise, libas.
Heyet.
sevb
(Çoğulu: Siyâb-Esvâb-Esvüb) Elbise. Giyilecek eşya. Kaftan. Bez. (Bunların sahibine "sevvab" derler.)
Rücu' manasına mastar.
sevvab
Elbise satan, elbiseci.
seyh
Yere batmak.
Sefer.
Akarsu.
Dikilmiş aba.
Atâ etmek, hediye vermek.
Çizgili elbise.
siyab
(Tekili: Sevb) Elbiseler, giyecek şeyler.
sıyan
Elbise saklama yeri, sandık.
süham
(Sühamî - Sühamiye) Lezzetli, sindirici, hoş içilecek şey.
Kuş yelekleri arasındaki yumuşak tüyler.
Yumuşak kumaş, elbise.
sümul
Kaftanın eskimesi, elbisenin yıpranması.
suret-i libas
Elbise şekli, biçimi.
süyuh
(Tekili: Seyh) Akarsular, nehirler, ırmaklar.
Çizgili elbiseler.
tahris
Elbisenin eteğine konulan parça.
tatriz
Elbiseye veya kumaşa süs için kenar işleme, oya yapmak.
tebdil-i came / tebdil-i câme
Elbise değiştirme.
tedennüs-i came / tedennüs-i câme
Elbisenin kirlenmesi.
tedessür
Elbise giyme. Elbiseye bürünme.
Erkek hayvanın dişisine binmesi.
Kişinin sıçrayıp atına binmesi.
tehelhül
Fileli olmak. Bir elbisenin delikli delikli olması.
tesellüb
Soyunma.
Kocası ölen kadının, zinetli elbisesini çıkarıp, matem elbisesini giymesi. (Bu iyi bir âdet değildir.)
tetavvus
Tavus gibi renk renk elbise giyme.
tevşih
(Vişah. dan) (Çoğulu: Tevşihât) Süslü elbise giydirme. Süsleme veya süslendirme.
Kur'ân-ı Kerimi usul ve kaidelerine göre okuma.
Bir kimseye mücevher gerdanlık takmak.
Ist: Bir eseri, büyük bir adamın adıyla süsleme. Eski ilim adamları, bazı kimselerin adına kitap yaz
teza'fur
Elbiseye ve gövdesine za'ferân sürmek.
tezmil
Gizlemek. Bir şeyi elbiseye sarmak. Esvaba sarınıp bürünmek.
Örtü.
tıls
(Çoğulu: Atlâs) Sahife.
Mahvolmuş nesne.
Tüyü dökülmüş olan deve uyluğunun derisi.
Elbisenin eskimesi.
tıraz
Elbiselere nakışla yapılan süs.
Sırma ve ipekle işleme.
Zinet, süs.
Üslup, tarz, tutulan yol.
Döviz.
ühbe
Yolculuk veya asker için hazırlanmış elbise ve malzeme.
Süt.
ulka
Kahvaltı.
Az nesne.
Küçük çocuklara yapılan elbise.
urat
(Tekili: Uryan) Elbisesi olmayanlar. Çıplaklar, uryanlar.
urba
(Aslı dır.) İtl. Esvab, elbise.
Arabçada: Ukde, köstek, büklüm, düğüm.
Zekâvet.
Mekir, hile.
Elbise.
Elbise.
vahşet
(Vahş - Vahiş) Yabanilik.
Issızlık, tenhalık.
Vehim, ürküntü. Korku. Vahşilik.
Tenha, ıssız, korkunç yer.
Elbise ve silâhını çıkarıp atmak.
Aç kimse.
veşy
Elbiseyi güzel nakışlamak, süslemek.
Nesil ve zürriyet.
Çoğalma.
Geceleyin devamlı tefekkür ve mütalâa etmek.
Bir çeşit elbise.
zıhare
Elbisenin dış yüzü, dış tarafı.
zırh
Cevşen.
Muharebe elbisesi, demirden örülmüş veya dökülmüş elbise.
Demirden yapılmış koruyucu giysi, savaş elbisesi.
Savaş elbisesi.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
ram olmak
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
lugat
evliya
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
müsemma
tenevvür-ü ezhan
Mürâilik
mükus
i'rab
Behremend
MUSKILAT
fal-i hayr
rehvac
Sevda
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
Elbise
ZAL
İmdat
bir lahza
ubudiyet
F
gadi
gîbet
Kabu
Can Mânâ