REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Ehad ifadesini içeren 73 kelime bulundu...

ahad / âhâd

  • (Bak: Ehad)
  • "Ehad'in çoğulu. Birler, birden dokuza kadar olan sayılar.

ahadis

  • (Bak: Ehâdis)

ahadiyyet

  • (Bak: Ehadiyyet)

ahder

  • (Çoğulu: Ehadir) Kavi ve galiz olmak. Kaba olmak.
  • Şaşı adam.

alem-i ecsad / âlem-i ecsâd

  • Yerler, dağlar, gökler gibi, ölçülebilen ve tartılabilen madde âlemi. Buna âlem-i halk, âlem-i şehâdet ve âlem-i mülk de denir.

alem-i süfli / âlem-i süflî

  • Süflilerin âlemi. Dünyâ âlemi. Âlem-i şehadet, âlem-i nâsut.

arş-ı ehadiyet

  • Allahın ehadiyet tecellisinin arşı ve âlemi. Allahın, ehadiyet tecellisini gösteren âlem.

ayine-i ehadiyet

  • Ehadiyetin ayinesi. Cenab-ı Hakk'ın ekser isimlerinin tecellisine mazhar olan şey.

ayn-ı ehadiyet

  • Ehadiyetin, birliğin ta kendisi, Allah'ın birliğinin ve isimlerinin herbir varlıkta ayrı ayrı tecellî etmesi.

beyyine-i adile / beyyine-i âdile

  • Huk: Adaletli kimselerin şehadetleri.

cahdem

  • (Çoğulu: Cehâdim) Ekin tarlası.

cerh

  • Yara.
  • Baş ve yüzden başka uzuvlardan birisini yaralamak.
  • Bir kimseye söğmek. Taan etmek. Sözle gönül incitmek.
  • Birisinin fikrini çürütüp kabul etmemek.
  • Şahid, yalancı ve fâsık olduğundan dolayı mahkemede hâkimin şâhidin şehâdetini reddetmesi.
  • Kesb u kâ

cuhdub

  • (Çoğulu: Cehâdib) Ayakları uzun, yeşil çekirge.

cürha

  • Birtek yara.
  • şehadette yani şahidlikte bir tek hükümsüzlük sebebi.

daire-i ehadiyet

  • Allah'ın ehadiyetle tecelli ettiği dâire.

deyyar

  • Bir kimse. Ehad.
  • Yurt sahibi birisi.
  • Manastır sahibi.

diae

  • Şehadet parmağı.

dibbic / dibbîc

  • Bir, ehad.

dibbih / dibbîh

  • Bir, ehad.

eftar

  • (Tekili: Fitr) Baş ile şehâdet parmaklarının araları.

el-ehad

  • (Bak. EHAD)

erkan-ı islamiye / erkân-ı islâmiye

  • İslâmiyetin esasları, temelleri, rükünleri. (Şehâdet getirmek, Namaz kılmak, Oruç tutmak, Zekât vermek ve Hacca gitmek.)

eşhedü billah ila ahiri'd-devran / eşhedü billâh ilâ âhiri'd-devran

  • "Son nefese kadar Allah'ın varlığına ve birliğine şehadet ederim".

eşhedü en la ilahe illallah / eşhedü en lâ ilâhe illâllah

  • "Şehadet ederim ki Allah'tan başka hiçbir İlâh yoktur".

eşhedu enne muhammede'r-resulullah / eşhedû enne muhammede'r-resulullah

  • "Şehadet ederim ki Muhammed Allah'ın resulüdür".

fark-ı tamm / fark-ı tâmm

  • Tas: Dünya ile olan alâkaları tamamen terkederek, ehadiyyet dergâhına tam bir teveccühle istiğrak haleti.

fenafillah

  • (Fenâ fillâh) Tas: Abdin zât ve sıfâtının, Hakk'ın zât ve sıfâtında fâni olması. Başka bir ifade ile: Dünya alâkalarını külliyen kat' ve ehadiyet dergâhına tam bir teveccühle istiğrak haletidir. Sofi, bu maksada erebilmek için her şeyi terk eder.

fıtr

  • (Çoğulu: Eftâr) Açıldığında baş parmakla şehadet parmağının arası. Karış.

gürizgah / gürizgâh

  • (Girizgâh) Kaçacak yer. (Farsça)
  • Edb: Bir bahisten diğer bahse, mukaddimeden maksada intikal için bir münasebet te'sis eden söz. Nedim'in:Bu şehr-i stanbul ki, bîmisl ü behadırBir sengine yekpâre Acem mülkü fedadırmatla'lı kasidesindeki:İstanbul'un evsafını mümkün mü beyan hiç Maksad hemen sa (Farsça)

hakikat-ı hariciye / hakikat-ı hâriciye

  • Hayat gibi âlem-i şehadete gelmiş varlık.

hayat

  • Dirilik. Canlılık. Yaşama. Sağlık.
  • Fık: Allah (C.C.) kendi Zât-ı Ehadiyyetine mahsus bir hayat sıfatı ile muttasıftır. Bu, Hak Teâlâ'nın ilmi ile, irade ve kudret ile ittisafına hâs bir sıfattır.

hudahan

  • Şehâdet parmağı. (Farsça)

hüsn-ü hatime / hüsn-ü hâtime

  • Neticeyi iyi bir halde bitirme.
  • İman ile âhirete gitmek. Kelime-i şehadet söyleyerek ölmek.

icazet / icâzet

  • İzin. Müsaade. Şehadetname. Diploma. "Olur" demek. Destur vermek. İlmî ehliyet. Reva görmek.
  • İzin, diploma, şehâdetnâme. Çeşitli ilimlerde üstâdın (hocanın) talebesine, yetiştiğine dâir verdiği belge, diploma.

icazetname

  • Şehadetname. Diploma. Şehadet kâğıdı. (Farsça)

ihda

  • (Müennes) Bir. Ehad.

ilm-i kelam / ilm-i kelâm

  • Kelime-i şehâdeti ve buna bağlı olan îmânın altı temel bilgisini öğreten ilim.

imam-ı mübin

  • İlim ve emr-i İlâhînin bir nev'ine bir ünvandır ki, âlem-i şehadetten ziyade âlem-i gayba bakıyor. Yani, zaman-ı halden ziyade mazi ve müstakbele nazar eder. Yani, her şeyin vücud-u zahirîsinden ziyade aslına, nesline ve köklerine ve tohumlarına bakar.

işhad

  • Delil getirme, delil olarak gösterme. Şehadet ettirme, şâhid gösterme.
  • Şehid olma.

kelime-i şehadet / kelime-i şehâdet

  • "Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Hz. Muhammed'in Onun kulu ve elçisi olduğuna şehadet ederim" ifadesi.
  • Şehâdet ifâdesini hülâsa eden (Eşhedü en Lâ ilâhe illâllah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve Resuluh) cümlesi.

menşur-u mukaddes

  • Mukaddes ferman. (Kelime-i şehadet kastedilmektedir)

merdud-üş şehadet / merdud-üş şehâdet

  • Şahitlikleri kabul edilmiyenler.
  • Fâsık, yani devamlı günah işleyenler, yalan söyleyenler, müslümanları aldatan kimseler merdud-üş şehâdettir.

mertebe-i şehadet

  • Şehadet mertebesi.

meşhed

  • Bir kimsenin şehid düştüğü yer. Şehidlerin mezarlığı olan yer.
  • İnsanların cemaat olarak hazır olacakları yer.
  • Şehâdet yeri. Hz. Hüseyinin (R.A.) Kerbelâdaki şehid düştüğü yer.
  • İranda bir şehir adı.

meşhud

  • Görünen. Şehadet edilen.
  • Resul-u Ekrem'in (A.S.M.) dünyaya teşrifinden ve risaletinden önce meleklerce ve enbiya hazerâtının dilinde nübüvvet ve risaletlerine şehâdet edilmiş olduğundan kendilerine verilen bir isim.
  • Suç üstü yakalanan.
  • Göz ile görülmüş.
  • Cuma g

mevlana halid

  • (Hi: 1192-1242) Yüzyıl evvelinin müceddidi olduğu milyonlarca irşad ettiği kimselerin şehadetiyle sabit olmuştur. Şam'da vefat etmiştir. Hz. Osman bin Affan (R.A.) soyundandır. İlim ve takvada ve her çeşit makbul vasıflarda, devrindeki en ileri âlimlerin ve velilerin fevkinde idi. Bütün ömrünü zühd

müsebbiha

  • Sağ elin ikinci parmağı. Şehâdet parmağı.

müşhid

  • (Şehadet. den) Şâhid getiren. İşhad eden.

mütehaddir

  • (Mütehaddire) Örtünen, bürünen, tahaddür eden.
  • Mc: Namuslu.

mütehaddise

  • (Bak: MÜTEHADDİS)

müzekki

  • (Zekâ. dan) Temizleyen, ıslâh eden, tezkiye eden.
  • Huk: Şâhitleri gizli olarak tezkiye eden kimse. Eskiden hâkimler, şâhit olarak gösterilen kişilerin iyi kimse olup olmadıklarını, şehadetlerinin kabul olunabilip olunamıyacağını icab eden kimselerden sorarlar, haklarında; "İyidir" den

nazar-ı şuhud

  • Şâhidlerin, şehâdet edenlerin görmesi ve tetkikleri.

reteb

  • Zahmet. Şiddet.
  • Şehadet parmağı ile orta parmak arası.

sagıye

  • Koyun.
  • Umumu nefy için ehad mânâsına da kullanılır.

şahadet / şahâdet / شهادت

  • (Şehâdet) Şâhidlik.
  • Bir şeyin doğruluğuna inanmak.
  • Delâlet. Alâmet, işaret, iz.
  • Allah (C.C.) rızâsı yolunda hayatını fedâ etmek. Din için muharebeden şehitlik.
  • Tanıklık, şahitlik. (Arapça)
  • Şehadet getirme. (Arapça)
  • Şehitlik. (Arapça)

şahadet getirmek

  • Kelime-i Şehadete inanıp onu söylemek. Bir Allah'tan başka ilâh olmadığına; Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm'ın, Allah'ın Resulü olduğuna inanarak söylemek.

şahid / şâhid

  • Şâhidlik eden, görüp bilen. Birinin başkasında hakkının bulunduğunu isbat için şehâdet (şâhidlik) ederim demek sûretiyle hâkimin huzûrunda ve hasmın karşısında haber veren.

sebbabe / sebbâbe / سبابه

  • Şehâdet parmağı. Sağ elin baştan ikinci parmağı.
  • İşaret parmağı, şehadet parmağı. (Arapça)

şehadet / şehâdet

  • Birinin başkasında hakkı bulunduğunu bildirmek için, hâkim karşısında ve iki hasmın yanında, şehâdet ederim diyerek haber vermek.
  • Şehîdlik, şehîd olmak.

şehadet kelimesi / şehâdet kelimesi

  • Kelime-i şehâdet, İslâm'ın beş şartından birincisi. "Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh" mübârek sözü.

şehd ü şehadet

  • Şehadet balı.

şehd-i şehadet

  • İmanın, şehadetin verdiği saadet, tatlılık ve huzur. Şehadet balı.
  • Şehadet balı; İlâhî hakikatleri bilmenin ve idrak etmenin dünyadaki lezzeti.

sere

  • Başparmağın ucundan şehadet parmağının ucuna kadar germek suretiyle hâsıl olan uzunluk ölçüsü. Karıştan küçüktür ve dört sere bir arşın sayılırdı.

şevahid

  • (Tekili: Şâhid) Şahitler, şehadet edenler.

sidrenişin / سدره نشين

  • Sidretülmüntehâda oturan melek. (Arapça - Farsça)

sırr-ı ehadiyet

  • Ehadiyetin sırrı, mânası, kuvvet ve te'siri.

tahric

  • (Huruc. dan) Çıkartma. Meydana koyma.
  • Şehadetname vermek.
  • Fık: Müçtehidlerin istinad ettikleri naslara, kaidelere, asıllara tatbikan şer'î hükümleri istihrac etmek. Bu tarz ile hüküm çıkarabilmek salâhiyetinde olanlara: Muharric, sahib-i tahric, ashâb-ı tahric denir.

tavri / tavrî

  • Vahşi adam veya kuş.
  • Ehad, vâhid, bir.

teşehhüd

  • Şehadet getirmek.
  • Namazdaki şehadet miktarı oturmak ve "Et-tahiyyât" okumak.
  • Şehadet getirme, namazda oturma.

tezkiye

  • Doğruluğuna şehadet etmek.
  • Zekât vermek.
  • Zekât almak.
  • Pak ve temiz etmek.
  • Övmek, medhetmek.
  • Birisinin durumu hakkında soruşturmak.

tezvir

  • Söze yalan karıştırma. Yalan söze ziynet verme.
  • Şahidin şehadetini iptal etme.
  • Kendini ziyaret edene ikram etme.

veka'

  • Ayak parmaklarından baş parmağın, şehâdet parmağı üstüne gelmesi.

vücud-u harici / vücud-u hâricî

  • Zâhir, ademden çıkmış olan. İlmî vücuddan âlem-i şehadete gelmiş olan. Maddî varlık, cismanî eşya.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın