REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Düşme ifadesini içeren 151 kelime bulundu...

acip tevafuk

  • Harika, şaşırtıcı uygunluk, denk düşme.

alamet-i sukut / alâmet-i sukut

  • Düşme belirtisi, alçalma alâmeti.

bath

  • (Çoğulu: Bitah) İçinde kum ve çakıl taşları olan geniş su akıntısı.
  • Yüz üzeri düşme.
  • Serilip yatan adamın boyu.
  • Bırakma.

bevt

  • Zengin iken fakir düşme. Düşkünlük.

bitab / bîtâb / بيتاب

  • Yorgun, takatsiz. (Farsça - Arapça)
  • Bîtâb kalmak: Bitkin düşmek. (Farsça - Arapça)

büdd

  • Uzaklaşma. Birbirinden uzak düşme.
  • Perâkende etmek, dağıtmak. Put, sanem.
  • Firak.
  • Tâkat, kudret.

bügur

  • Düşmek, sukut.

buhran-ı ruhi / buhran-ı ruhî

  • Ruhen bunalıma düşme.

caka

  • (Argo) Gösteriş, çalım. Caka, mal mülk, giyim, kuşam, yahut hareket davranış yoluyla olabilir. İslâm'da gösterişin her şekli haram ve günahtır. Bugün bazı kimseler ve aileler gösteriş belâsı yüzünden maddî sıkıntılara düşmekte, israfa sürüklenmektedir. İşledikleri günahın cezasını bu dünyada da çeki

ce'f

  • Düşmek.

cela' / celâ'

  • Gurbete düşmek, memleketinden ayrı olmak. Şehrinden ve meskeninden çıkmak.
  • Başkalarını çıkarmak.
  • Açık haber.
  • Ruşen olmak, parlamak.

cez'

  • Ağlayıp sızlama, ümitsizliğe düşme.

cihet-i tevafuk

  • Denk düşme, uygun gelme yönü.

cüda / cüdâ / جدا

  • Ayrı. (Farsça)
  • Cüda kalmak: Ayrı düşmek, uzak kalmak. (Farsça)

defer

  • Koltuk kokusu gibi olan pis koku.
  • Yemeğe kurt düşmesi.

derece-i sukut

  • Düşme derecesi, seviyesi.

enkaz-ı ümmid

  • Ümit yıkıntısı, ye'se düşme.

eys

  • Varlık. Vücud. Mevcud.
  • Kahir. Zulüm.
  • Zarar, ziyan.
  • Ümidsiz olmak. Ye'se düşmek.

fasıla-i saltanat / fâsıla-i saltanat

  • Yıldırım Bayezid'in Ankara savaşında Timur'a esir düşmesinden, Çelebi Mehmed'in pâdişah olmasına kadar geçen zaman.

firaku'l-ahbap

  • Dostlardan ayrı düşme.

fütun

  • İmtihan ve tecrübe etmek.
  • Birbiri ardınca mihnete ve şiddete düşmek.

garik-ı beht ve hayret / garîk-ı beht ve hayret

  • Hayret ve şaşkınlığa düşmek.

garr

  • Aldatmak.
  • Hırsa düşmek.
  • Alnında dirhemden büyücek beyazlık bulunan at.

gavayet

  • Dalâlete düşme, hak yoldan sapma.
  • Azgınlık.

halel

  • Halel gelmek: Bozulmak, lekelenmek, gölge düşmek.

harra

  • (Hurur) Yüksekten aşağı düşmek.

harur

  • Yüksekten düşmek.
  • Akla gelmedik cihetten hücum etmek.

hasaret

  • Hasar. Alış-verişte zarar, ziyan. Yoldan sapmak. Sapıtmak. Dalâlete düşmek.

hatır-ı şeytani / hatır-ı şeytanî

  • Tas: Nefsin zevklerine muhabbet yüzünden, ma'siyet ve günahlara düşmek.

hava'

  • Hâli olmak, boş olmak.
  • Düşmek, sâkıt olmak.

hızlan

  • Rezil olma. Rüsvaylık.
  • Aşağı düşmek.
  • Muâvenetini, yardımını terk etmek.

hubut

  • Aşağıya inme, düşme.

hülk

  • Yok olmak. Fâsid olmak.
  • Düşmek.

humud

  • Düşme. Zayıflama.
  • Sâkin olmak. Soğumak. Ateş sönmiyerek alevi azalmak.
  • Bayılmak ve kendini kaybetmek.
  • Ne helâle, ne de harama iştihası olmamak.

hurur

  • Düşmek, sukut.

i'tidal

  • Bir şeyde veya halde ifrat veya tefrite düşmemek. Vasat derece olmak.
  • Yumuşaklık. Uygunluk.
  • Gündüz ve gecenin birbirine denk, eşit olması.
  • Miktar ve keyfiyyet hususunda iki hâlet arasında mutavassıt olmak.

ibram

  • Israrla rica etmek. Usandırıncaya kadar üzerine düşmek.
  • Usandırmak, yıldırmak.
  • İpi sağlam bükmek.
  • Muhkem kılmak.

ibtila / ibtilâ

  • Belâya uğramak. Musibete düşmek. İyi veya kötü şeye düşkünlük, tiryakilik.
  • İnsanın iyiliğini, kötülüğünü ve kemâl derecesini meydana çıkaran imtihan, tecrübe.
  • Belaya uğramak, musibete düşmek, kötü şeye düşkünlük.

iflas

  • Malı tükenmek, parası kalmamak. Borçlarını ödeyemiyecek hâle gelmek. Sermayesini batırmak.
  • Ahirette günahları çok olanın hüsrana düşmesi.

ifsam

  • Hastanın ateşinin düşmesi.
  • Kesilip bitme, tükenme.
  • Yağmurdan sonra hava açılma.

iftinan

  • Türlü türlü ve birbirini tutmayan düzensiz söz söyleme.
  • Fitneye düşmek.
  • Âşık olmak.

ikbab

  • Yüzüstü düşme, kapanma.
  • Bir şeyin üstüne fazla düşme. Olması için aşırı derecede çalışma.

iktıfa

  • Arkasından gitme, ardına düşme, takib.

iktihal

  • İhtiyarlama, yaşlılanma, kocama.
  • Saç ve sakala kır düşme.

ilan-ı tekvini / ilân-ı tekvinî

  • Umumi âfetler ve gök taşları düşmesi gibi Cenab-ı Hakk'ın tekvinî âyetleri ve ibretli hâdiseleri ile hakaik ve hikmet-i İlâhiyesini ilân edip bildirmesi.

ilhah

  • Zorlamak. Israr etmek. Bir şeyin kabulü için son derece üstüne düşmek.

imlak

  • Çok fakir düşmek.

in'idal

  • (Udul. den) Doğru yoldan çıkma, sapma, dalâlete düşme.

indihaş

  • Çok korkma, dehşete düşme.

infikak

  • Yerini terk etme. Yerinden ayrılma.
  • Ayrı düşme.
  • Çözülme.

ingıva

  • Dalâlete düşme, sapıtma, yoldan çıkma.

inhida'

  • (Hud'a. dan) Aldanmak, hileye düşme.

inhitat

  • Aşağılanma, aşağı inme.
  • İhtiyarlama, yaşlıyığa yüz tutma.
  • Kuvvetten düşme.
  • Bir şişin inmesi.
  • Düşme, inme.
  • Düşme, çökme.

inhiva

  • Yukardan aşağı düşme.

inkibab

  • Yüzüstü düşme, yere kapanma.

inkidar

  • Hızlı yürüme.
  • Düşme ve saçılma.

inkıhal

  • Büsbütün zayıf ve güçsüz düşme.

intikas / intikâs

  • (Nüks. den) Başaşağı dönme veya düşme.

irmad

  • Fakir düşme. Sefil olma.
  • Göz ağartma.

irtibak

  • Karışık ve çapraşık bir işe girişme.
  • Karaca, geyik gibi hayvanların tuzağa düşmeleri.
  • Bir kazâya uğrama.

irtidaf

  • (Redif. den) Ardından gitme, ardına düşme, peşinden koşma.

irtisam

  • İrtisam etmek: Resmedilmek, izi düşmek.

iştibah / iştibâh / اشتباه

  • Şüphelenme, şüpheye düşme.
  • Kuşkuya düşme. (Arapça)

istihmam

  • Bir kimse, bağlı olduğu cemâate ait işler için her türlü sıkıntıya düşme.
  • Ehemmiyet verme.

istirabe

  • Bir kimsenin hâlinden şüpheye düşme, kuşkulanma.

istiyas

  • (Ye's. den) Ye'se düşme, ümitsizlenme.

ıztıram

  • Saç ve sakala kır düşme.
  • Alevlenme.

kàbil-i sukut

  • Düşebilir, düşmeye meyilli, eğreti olan.

karnesa

  • Doğan kuşunun, avının ardına düşmesi.

kavz

  • (Çoğulu: Akvâz-Akâviz-Kızân) Küçük kum tepesi.
  • Düşmek.
  • Bağlamak.

kays

  • Düşmek, sukut.

kebkebe

  • Yüz üstüne düşürme.
  • Çukur bir yere döne döne düşme.

küfr-ü meşkuk / küfr-ü meşkûk / كُفْرِ مَشْكُوكْ

  • İnkârda, küfürde şüpheye düşme.
  • İnkârında şüpheye düşme.

lebc

  • Güreşmek.
  • Sar'a tutup düşmek.

lebs

  • Giyecek şey.
  • Giyme. Giyinme.
  • Bir mânayı diğer bir mânâ ile karıştırmak. Sözün karışık ve şüpheli olması. Sözü karıştırıp şüpheye düşmek.

mahmasa

  • Azlık.
  • Açlıktan zayıf düşme.

mahrem / محرم

  • Gizli.
  • Dince ve şer'an müsaade olunmayan.
  • Birisinin hususi hâllerine ait gizli sır.
  • Nikâh düşmeyen, evlenilmesi haram olan yakın akraba. (Baba, dede, anne, nine, erkek ve kızkardeş, amca, dayı, hala ve teyzeler arasında bir neseb yakınlığı, bir ebedî mahremiyet vardır
  • Nikah düşmeyen. (Arapça)
  • Gizli. (Arapça)

mahremiyet

  • Mahremlik, nikâh düşmeme özelliği.

maraz-ı ihtilaf / maraz-ı ihtilâf

  • Anlaşmazlığa düşme hastalığı.

mezlaka

  • Ayak kayacak yer. Kaypak yer.
  • Mc: Yanlışlığa düşmeye sebeb olan hal.

müfarakat

  • Ayrılık. Bir yere bırakıp gitmek. Dostlarından ayrı düşmek.
  • Fık: Karı-kocanın talâk veya fesh ile birbirlerinden ayrılmaları.

muharremat / muharremât

  • Yapılması dînen yasaklanmış, haram olan işler, haramlar.
  • Nikâhlanılması (evlenilmesi) dînen haram kimseler. Nikâh düşmeyenler.

münhadi'

  • (Had'. dan) Birinin hilesine aldanmış olan.
  • Bir kimsenin hile ve tuzağına düşme.

mürur-u zaman

  • Zamanın geçmesi.
  • Bir iş ve dâva hakkındaki belli bir zamanın geçmesiyle o iş ve dâvanın hükümden düşmesi.

muvakaa

  • Düşmek, sukut.

namahrem / nâmahrem / نامحرم

  • Mahrem olmayan. (Farsça - Arapça)
  • Nikah düşmeyen kişi. (Farsça - Arapça)
  • Yabancı. (Farsça - Arapça)

rezilürüsva

  • Ayıpları meydana çıkmakla alçalıp kötü hâle düşmek.

ribet

  • (Çoğulu: Riyeb) şüphelilik. şüpheye düşme.

riyeb

  • (Tekili: Ribet) Şüpheye düşmeler.

sa'k

  • Ansızın düşmek.
  • Çağırmak.
  • Helâk olmak.

sakıt / sâkıt / ساقط

  • Düşük, düşük cenin. (Arapça)
  • Düşen. (Arapça)
  • Sâkıt olmak: Düşmek. (Arapça)

sakta

  • Kapmak.
  • Düşmek.

sar'

  • Düşmek.
  • Yıkıp yere çalmak.
  • Edb: Şiirin beytini iki mısra' veya iki kafiyeli yapmak.
  • Tıb: Bir hastalık ki, teneffüs cihâzını his ve hareketten meneder.

sar'a

  • İnsanın kendini kaybederek düşmesine sebep olan sinir hastalığı.

şekavet

  • Her çeşit kötülük içinde olmak. Belâ ve zillete düşmek. Sıkıntıda kalmak.
  • Haydutluk, eşkiyalık.

şekk-i küfri / şekk-i küfrî

  • İnkâr ettiği şey hakkında şüpheye düşme.

sevs

  • Arpaya, buğdaya ve ona benzer hububata bit düşmesi.

suizan / sûizan / سوء ظن

  • Kötü kanıya düşme. (Arapça - Farsça)

sukut

  • Düşme. Yukardan aşağıya birden iniverme.
  • Değerini kaybetme. Bozulma.
  • Devrilme.
  • Mahvolma.
  • Ahlâk bakımından alçalma.
  • Büyük bir vazifeden ayrılma.
  • Sarkma.
  • Çocuğun eksik veya ölü olarak doğması.
  • Düşme, alçalma.
  • Düşme, alçalma.

sükut / سقوط

  • Düşme.

sukūt / سُقُوطْ

  • (Kıymetten) düşme.

sukut etme

  • Düşme, düşmanın eline geçme.

sukut etmek

  • Düşmek, alçalmak.

sukut-ı musammem

  • Düşmesi kararlaştırılmış. İktidardan düşürmek için hakkında karar alınmış.

sukut-u kuvvet

  • Kuvvetten düşme.

sukut-u musammem

  • Düşmesi kararlaştırılmış, iktidardan düşürülmesine kesin karar alınmış.

ta'kib / ta'kîb / تعقيب

  • Takip, ardına düşme. (Arapça)

tahavvüf

  • Korkuya düşmek. Korkmak.
  • Bir şeyi eksiltmek.
  • Korkuya düşme, korkma.

tahv

  • Düşmek.
  • Çekip uzatmak.

takattur

  • Damla. Damlama. Damla damla akma.
  • Ud ağacı ile buhurlanma.
  • Vuruşmağa hazırlanma.
  • Bir kimse kendini bir yerden atma.
  • Ağacın dalı kopup düşme.
  • Bir adamı yanı üzere düşürmek. (Kamus'dan)

takva / takvâ

  • Allahü teâlâdan korkarak, haramlardan (yasaklardan, günâhlardan) sakınmak. Harama düşmemek için, şüphelilerden (haram veya helâl olduğu belli olmayan şeylerden) sakınmaya ise verâ denir. Bu bakımdan, haramlardan daha çok sakınma derecesi olan verâ da takvânın mânâsı altına girer.

tarr

  • Kesmek.
  • Keskinletmek.
  • Yapmak.
  • (Bıyık) gelmek.
  • Çolak olmak.
  • Düşmek.

tatamün

  • Aşağı düşmek.
  • Meyelân etmek, eğilmek.

teannüt

  • Meşakkate düşmek.
  • Hasmın kötülüğünü ve zilletini istemek.

tearuz / teâruz

  • Çatışma, birbirine zıt düşme.

teas

  • Sürçüp yüzü üstüne düşmek.

tebaüdat / tebaüdât

  • (Tekili: Tebaüd) Birbirinden uzak düşmeler. Uzaklaşmalar.

tebellüd

  • Ağır, tembel olma.
  • Bir şeye tahassür ve teessüf etme. Pişmanlıktan dolayı "hay meded" diye ellerini birbirine çarpma.
  • Yere düşme.

teca'cu

  • Yere düşmek.

tedehhüş / تَدَهُّشْ

  • Dehşete düşme. Korkma. Yılma. Ürperme.
  • Dehşete düşme.
  • Dehşete düşme.

tedenni

  • Aşağı düşme. Aşağı inme.
  • Daha kötü bir derekeye düşme. Tenezzül etme. Maddi ve mânevi gerileme. Terakkinin zıddı.

tedliye

  • Sarkıtmak. Yukarıdan aşağıya bırakma.
  • Şaşırma, dehşete düşme.
  • Delil ve vesika hazırlama.
  • (Akıl) gitmek.
  • Ahmak etmek, salaklaştırmak.

tefahhuş

  • Fuhşa düşmek, fâhişe olmak. Ahlâksız olmak.
  • Çirkin sözler söylemek.

tefessüh

  • Alçaklaşmak. Bozulmak.
  • Çürümek. Kokup dağılmak.
  • Tâkattan düşmek.

tegallüt

  • (Çoğulu: Tegallütât) (Galat. dan) Yanılma. Yanlışa düşme.

tehafüt

  • Düşürmek, düşmek.
  • Birbirinin üstüne atılmak. Birbirinin ardınca olmak.

tenasi

  • Birbirinin nâsıyesine yapışmak.
  • Birbiri karşısına düşmek.

tenezzül

  • (Çoğulu: Tenezzülât) İnme, düşme. Aşağılama.
  • Gönül alçaklığı. Karşısındakinin seviyesine göre tevâzu ile konuşmak.
  • Yavaş yavaş inmek. Mekânını yukarıdan aşağıya nakletmek.

tenezzül etme

  • Düşme, inme, alçalma.

tereddi

  • Gerilemek. Soysuzlaşmak. Aşağı düşmek.
  • Şal ve örtü örtünmek.

terettüb / ترتب

  • Gerekme. (Arapça)
  • Üzerine görev düşmek. (Arapça)
  • Terettüb etmek: (Arapça)
  • Gerekmek. (Arapça)
  • Üzerine görev düşmek. (Arapça)

tesakut

  • Birbiri ardınca düşmek. Birbirini düşürmek. Düşüşmek.

teşevvüş-ü fikri / teşevvüş-ü fikrî

  • Fikir açısından karışıklığa düşme.

tesvis

  • Buğdaya bit düşmek.

tetabuk / tetâbuk / تطابق / تَطَابُقْ

  • Birbirine uygun ve muvafık olmak. Uymak. Birşeye uygun düşmek.
  • Uyma, uygun düşme. (Arapça)
  • Tetâbuk etmek: Uymak, uygun düşmek. (Arapça)
  • Birbirine uygun düşme.

tevafuk / tevâfuk

  • Denk gelme, uygun düşme.

tevafuk-u remzi / tevafuk-u remzî

  • İşaretlerin birbirine denk gelmesi, uygun düşmesi.

tevafukat / tevâfukat

  • Uygun düşmeler, denk olmalar.

tevafukat-ı hurufiye

  • Harflerin denk düşmesi, uygun gelmesi.

teveccüh / توجه

  • Bir şeye doğru yönelme, bir tarafa dönme. Çevrilme.
  • Mânen üzerine düşme.
  • Ait olmak.
  • Hoşlanmak.
  • Sevgi, alâka.
  • Yönelme, dönme. (Arapça)
  • İlgi gösterme. (Arapça)
  • Teveccüh etmek: (Arapça)
  • Yönelmek, dönmek. (Arapça)
  • İlgi göstermek. (Arapça)
  • Düşmek. (Arapça)

tevehhüm

  • Evhamlanmak. Az tehlike ihtimâli olsa çok korkmak. Yok olanı var zannetmekle ye'se ve korkuya düşmek.

tevehhümüyle

  • Kuruntusuna düşmekle.

teverrut

  • Zor bir işe rastlama. Vartaya düşme.

tezellül

  • Zillete düşme, alçalma.

tilavet

  • Okumak. Takib etmek, arkasına düşmek.
  • Okumak.
  • Takip etmek, arkasına düşmek izlemek.

uddet

  • Gelecek zamanın hâdiseleri için, darlığa düşmemek için mal ve silâh gibi şeylerde hazırlık. Mühim levâzımat.
  • İstidad.
  • Gençlerin yüzlerinde çıkan sivilce.

vak'

  • Yüksek mekân.
  • Etki, tesir.
  • Düşmek.

vaveyla / vâveylâ / واویلا

  • Yazık, eyvahlar olsun. (Arapça)
  • Çığlık. (Arapça)
  • Vâveylâ düşmek: Çığlıklar atılmak. (Arapça)

vavik

  • Okun nişana dokunmayıp yanına düşmesi hâli.

vekte

  • (Çoğulu: Vikat) Gözün karasına ak düşmek.
  • Nokta.
  • Eser.

vuku'

  • Düşme, rastlama.
  • Olma, oluş.
  • Gidip çatma.
  • Bir hadisenin çıkış şekli, cereyânı.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın