REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Dîb ifadesini içeren 136 kelime bulundu...

acb

  • Kuyruk sokumu. "Us'us" denilen küçük kemik. Her şeyin kuyruk dibi ve nihâyeti. Fâtiha-i hilkat olan küçük kemik.Acb-üz zeneb diye Hadis-i Şerifte ismi geçen ve insanın kuyruk sokumundaki en küçük kemik.

acm

  • (Çoğulu: Ucum) Beş yaşına girmemiş deve.
  • Kuyruk dibi.
  • Isırmak.

acüz

  • (Çoğulu: Acâz) her nesnenin dibi, kökü ve sonu.
  • Yay kabzası.

akret

  • Deve sürüsü. (50 ile 100 arası)
  • Dil dibi.

amik

  • Dibi çok aşağıda, derin.
  • Mc: İnceden inceye pek ziyade araştırma ve düşünceden sonra anlaşılabilen derin ve ince mes'ele.

arten

  • Bir ot cinsidir ki, debbağlar onunla gön ve sahtiyan dibâgat ederler.

atan

  • (Çoğulu: Atân) Kovası el ile çekilen kuyu.
  • Kuyunun ve havuzun etrafında deve çekip duracak yer.
  • Su kenarı.
  • Kokmak.
  • Dibâgat etmek.

bain / bâin

  • Dibi geniş olan bostan kuyusu. Geniş dipli kuyu.
  • Dibi geniş kuyu, bostan kuyusu.

beyhuşt

  • Kökünden çıkarılmış, dibinden koparılmış olan şey. (Farsça)

bün-i hisar / bün-i hisâr

  • Hisarın dibi.

cadibe

  • (Bak: CADİB)

çah-ı bün / çâh-ı bün

  • Kuyu dibi.

cahız / câhız

  • Asıl ismi Amr İbn-ül Bahr olan ve gözünün hadekası çıkık olduğu için bu isimle anılan büyük bir Arab edibi.
  • Patlak gözlü adam.

cizirman

  • Hurma yaprağının aslı; yâni dibi ki, yaprağı dökülünce ağaçta kalır.

cuhdub

  • (Çoğulu: Cehâdib) Ayakları uzun, yeşil çekirge.

cündüb

  • (Çoğulu: Cenâdib) Bir nevi çekirge.

cünha

  • Suç, kabahat. Te'dib cezâsına müstahak olanın suçu.

cürf

  • Dere kenarında selin dibini yalayıp oymuş olduğu bıçık üzerinde kalan toprak veya çamur çıkıntısıdır ki, her an için yıkılıp çökmeğe hazır bir vaziyette bulunur.
  • Estiyan adı verilen bir ot.

dabb

  • (Çoğulu: Dıbâb-Edubb) Keler, kertenkele.
  • Yaraya merhem sürmek.
  • Akmak.
  • Süt sağmak.
  • Yere yapışmak.
  • Dudakta olan bir hastalık (çatlayıp kan akar).
  • Hurma çiçeği.

dabbe

  • (Çoğulu: Dıbâb) Dişi kertenkele.
  • Kapıya koyulan yassı enli demir.

dahiye-i edeb / dâhiye-i edeb

  • Edebiyatta dâhi olan, eşine az rastlanan büyük edib.

dalgıç

  • Mercan, inci ve saire avlamak veya denizin dibine düşmüş olan şeyleri çıkarmak için denizin dibine dalmaya alışık adam. (Türkçe)

davita

  • Havuzun dibinde olan balçık.
  • Çöküklük.
  • Suyu çok olduğundan elde durmayan sıvı hamur.

debabic

  • (Tekili: Dibâc) Dallı, çiçekli ipek kumaşlar.

debre

  • (Çoğulu: Deberât-Dibâr-Edbür) Savaşırken askerin bozulması.
  • Bir evlek yer.
  • Vaktinden sonra gelmek.

debs

  • Dibekde buğday döğmek.

debsa / debsâ

  • (Bak: DİBSA')

derk

  • En aşağı kat, her şeyin dibi. Aşağı inen basamak.
  • Anlamak.

derketmek

  • Bir şeyin en esasını, dibini öğrenmek, iyice anlamak.

dıb'an

  • (Çoğulu: Dabâin-Dıbâ) Erkek sırtlan.

dibare

  • (Çoğulu: Dibâr) Bir evlek yer.

dibg

  • Dibâgat etmek. Arınıp pâk olmak.

dibis

  • (Bak: DİBS)

edibane / edibâne

  • Edibe yakışır, terbiyeli bir surette. Edebiyatçı gibi. (Farsça)

efik

  • Dibâgatı tamam olmamış deri.

enşat

  • Kovası, bir defa çekmekte çıkan, dibi yakın kuyu.

fazc

  • Yarmak.
  • Saç dibinin terlemesi.

felfak

  • Ağaç dibinden çıkan budağın yaprağı.

galaka

  • Deri dibâgat ağacı.

galif

  • Gön ve deri dibâgat etmekte kullanılan bir ot.

gamce

  • Kabın dibinde kalan su.

garin / garîn

  • Havuz dibinde olan balçıklı su.
  • Her nesnenin kap dibinde kalan çöküğü, tortusu.

gavr

  • Bir şeyin dibi. Çukur.
  • Batmak.
  • Derinlik, nihayet. Kök, esas, temel.
  • Tefekkür, teemmül.
  • Dolanmak.
  • Hakikat.
  • Çukurun dibi.

gavr-ı in'idam

  • Yokluk çukurunun dibi.

gazır

  • İyi dibâgat olunmamış deri.

gev-çah

  • Dibi görünebilen pek derin olmayan alçak kuyu. (Farsça)

gırbil

  • Havuzun dibinde kalan balçıklı su.
  • Bardak ve şişenin dibinde olan tortu.

gucme

  • Kabın dibinde kalan su.

guşmal

  • Yola getirme, te'dib etme, kulak bükme, ihtar etme. (Farsça)

hacıyatmaz

  • Dibindeki ağırlıktan dolayı yere ne şekilde bırakılırsa bırakılsın, dik bir durum alan oyuncak.
  • Mc: Zor durumlarda kendisini çabucak toparlamayı beceren kişi.

hal'

  • Debbâğların dibâgat ettikleri derinin kazıntısı.
  • Vurmak.
  • Men etmek, engel olmak.
  • Hediye vermek, atâ etmek.
  • Cima etmek.

halem

  • Helâk olmak.
  • Dibâgat yaparken derinin kurtlanması.

hals

  • Bir şeyi soymak. Çalmak. Kapmak.
  • Dibinden taze yetişen çayırla karışık olan kuru çimen.

hariri / harîrî

  • Makamât adlı eseri yazan ünlü edibin ünvanı.

hılas

  • Her nesnenin dibine çöken ağırlığı.

hımdıd

  • Havuz dibinde olan döşeme.

hindeb

  • (Hindebâ-Hindebâe) Hindibâ, gündöndü çiçeği.

hisa

  • (Çoğulu: Ahsâ) Kumlu yerde olan dibi yakın kuyu.

hızc

  • (Çoğulu: Ehzâc) Devenin içtiği havuzun dibinde kalan su.
  • Ateş yakmak.

hulb

  • Kuyu dibinde olan balçık.
  • Ağaç dibinden çıkan budağın yaprağı.
  • Lif.

hürriyet

  • Serbestlik, hür oluş.
  • Adalet kanununda ve te'dibte, başka hiç kimse, kimseye taarruz ve tahakküm etmemesi ve herkesin hukukunun meşru' olarak korunması, herkesin meşru' hareketlerinde tam serbest olması.

izar

  • Suyun dibi. (Farsça)

ka'r

  • Derinlik. Dip. Her şeyin dibi. Nihâyet.
  • Yemeği dipten yemek.
  • Çalmak. koparmak.

ka'r-ı na-yab / ka'r-ı nâ-yâb

  • Dibi bulunmayacak derecede derin olan.

kadih / kadîh

  • Tencere dibinde arta kalan.

kahde

  • (Çoğulu: Kıhâd) Devenin hörgücü dibi.

kal'a

  • Kale. Eskiden yapılan büyük merkezlerin ve şehirlerin bulunduğu etrafı duvarlarla çevrili ve düşmanın hücumundan muhafaza edilen yüksek yerlerde inşa edilmiş yapı.
  • Çobanın çantası.
  • Hurma ağacının dibinden kesilen taze fidan.

kalet

  • (Çoğulu: Kılât) Helâk olmak.
  • Dağlarda, içinde su biriken çukur.
  • Göz çukuru.
  • Baş parmağın dibinde olan çukur.

kamkam

  • (Çoğulu: Kumâkım) Ulu, şerif kimse.
  • İyi, keskin kılıç.
  • Büyük deniz.
  • Çok adet.
  • Saç dibine düşen yavşak.
  • Küçük kene.

karf

  • Töhmet etmek, ayıplamak.
  • Ayıp isnad etmek.
  • Dibâgat olunmuş deriden yapılan dağarcık gibi bir kap.

katan

  • Kuşların kuyruğu dibi.
  • Dağ ismi.

kaze / kâze

  • Uyluk dibi.

kernafe

  • (Çoğulu: Kürnüf) Dibinden kesilmiş olan hurma ağacının budakları.

kirdide

  • (Çoğulu: Kerâdid) Bir miktar toplanmış hurma.
  • Sepet dibinde geri kalan hurma.

kızban

  • (Tekili: Kadib) İnce düz fidanlar, çubuklar, dallar.

küdade

  • Çömlek dibinde kalan yemek.

kürabe

  • Ağaç dibine düşen hurmaları toplamak.

lasaga

  • Hindibâ denilen ot.

laşe

  • Cife. Kokmuş et parçası.
  • Fık: Karada yaşayıp boğazlanmaksızın ölen veya şer-i şerife uygun olmayan şekilde kesilen kanlı hayvan ve bunların tabaklanmamış (dibagat edilmemiş) derileri.
  • Yenilmesi şer'an haram olan ölmüş hayvan.
  • Zayıf ve cılız hayvan.
  • Mc: Kıyıda

makrut

  • Selem ağacının yaprağıyla dibâgat olan gön ve sahtiyan.

matita / matîta

  • (Çoğulu: Metâyıt) Havuz dibinde kalan balçıklı bulanık su.

mecs

  • Ovmak. Dibagat etmek.

medbug

  • Dibâgat olunmuş, tabaklanmış.

mehded

  • Hindibâ otu.
  • Acı marul.

men'e

  • Dibâgat için ısladıkları deri.

mencub

  • Dibâgat olunmuş deri.
  • Geniş kadeh.

merkel

  • (Çoğulu: Merâkil) Yol.
  • Hayvan üstüne binen kimsenin iki tarafından ayağı dibindeki yer.

meşahir-i üdeba / meşahir-i üdebâ

  • Meşhur edibler.

mihras

  • (Çoğulu: Mehâris) Dibek taşı.

mualleka

  • (Çoğulu: Muallekat) Askılar. Henüz karar verilmemiş olanlar.
  • Kocası kaybolan kadın.
  • İslâmiyet'ten evvel Arabların meşhur edib ve şâirlerinin Kâbe duvarına astıkları yazılar ve şiirler.

müdebbag

  • Tabaklanmış, dibâgat olunmuş.

müeddib

  • (Çoğulu: Müeddibîn) (Edeb. den) Terbiye eden. Edeblendiren. Terbiye, bilgi ve görgü veren.

müeddibin / müeddibîn

  • (Tekili: Müeddib) Terbiye edenler. Edeplendirenler.

mükle

  • (Çoğulu: Mükül) Kuyu dibinde az az birikip toplanan su.

müteeddibin / müteeddibîn

  • (Tekili: Müteeddib) Utanç duyanlar, utananlar, hayâ edenler, edeblenenler.

müteressib

  • (Rüsub. dan) Dibe çöken, tortulanan.

müteşerriz

  • Dibi sağlamlaştırılmış kitap.

müz'a

  • Bir miktar et parçası.
  • Bardağın dibinde kalan su artığı.

na-ka'ryab

  • Dibi bulunmayan, dipsiz. (Farsça)

nacir

  • Ağaçlarda yaprak saplarının dibindeki filiz.

nerbdan

  • Merdiven. (Neverdi bâm'dan alınmıştır. Neverd; kıvrım, büküm; neverdiden; tayyetmek, dürmek; bam, ban; tavan mânalarına gelirler. Üst kata merdivenle çıkıldığından, neverdibâm yerine hafifletilmişi olan nerdbân denilmiştir.) (Farsça)

pa-yab

  • Kuvvet, kudret, tâkat. (Farsça)
  • Su birikintisi. (Farsça)
  • Havuzun dibi. (Farsça)
  • Kuyu basamağı. (Farsça)
  • Son, nihayet. (Farsça)

rasib

  • Tortulaşan, dibe çöken.

raufe

  • Kuyuyu temizleyen kişinin üzerine oturması için kuyunun dibine konan taş.
  • Davarlarını sulayan veya su içen kimselerin oturması için kuyunun kenarına konan taş.

refez

  • Bölük bölük olan cemaat. (Çoğulu: Erfaz) Kap dibinde kalmış azıcık su.

rüsub

  • Kab içinde kalan su.
  • Suyun dibine batmak.
  • Tortu, dibe çöken, çöküntü.

sa'dane

  • (Çoğulu: Sâdân) Develerin yediği dikenli ot.
  • Devenin göğsü.
  • Tırnak dibinin siniri.
  • Terâzi kefesinin iplerinin altındaki düğme.
  • Kadın memesinin etrafı.

şeddad

  • Kâfir.
  • Çok eskiden Yemen'de Âd Kavminin hükümdarı Allah'a isyan ederek Cennet'e benzetmek iddiasiyle İrem bağını yaptırmış, bu bağdaki köşke girmeden kavmi ile yani taraftarlariyle birlikte gazaba uğramış, çarpılmış, yerin dibine geçmiştir.

semale

  • (Çoğulu: Simâl) Kap veya havuz dibinde olan artık.
  • Tereyağı.
  • Araptan bir kabile.

semele

  • Kap dibinde kalan artık.
  • Kap dibinde kalan azıcık su.

senkendaz

  • Eski kalelerde kale dibine sokulan düşmana yukarıdan ağır taşlar vesaire atmak için altı açık cumba gibi çıkmalara verilen addır. Kale kapılarını müdafaa için üst taraflarına da böyle senkendazlar yapılırdı.

şerebe

  • (Çoğulu: Şireb-Şerebât) Ağaç dibine su toplanması için yapılan havuz.

sibt

  • Palamutla dibağat olunmuş sığır derisi.

silak

  • Diş dibinde olan kabarcıklar.
  • Belâgatla okuyan hatip.

sırar

  • Devenin sütü çok olsun ve yavrusu emmesin diye emziğinin dibine bağladıkları ip.

sirdab

  • (Çoğulu: Seradib) Yer altında su soğutacak yer.

şüfafe

  • Kap dibinde kalan su.

sükk

  • Meşhur bir Arap tabibin adı.
  • Ağzı ve dibi dar olan kuyu.

sulsule

  • Havuz veya kap dibinde kalan su artığı.

ta'zir / ta'zîr

  • Siyaset.
  • Tehdit etmek.
  • Tazim ve tathir. Temizlemek ve hürmet etmek.
  • Lügatta red, icbar, tahkir, te'dib, hak üzere tevkif mânalarına gelen bu tabir, İslâm hukukunda: Hakkında muayyen bir şer'î ceza olmayan suçlardan dolayı ulülemr (hükümdar, padişah) veya vekili tarafı
  • İslâm hukukunda hakkında belli bir ceza olmayan suçlardan dolayı uygulanan cezalar.
  • Red, icbar, tedib.

ta'zir-i te'dib

  • Âkıl bâliğ olduğu halde henüz mükellefiyet çağında bulunmayan bir çocuğun yaptığı bir suçtan dolayı hakkında te'dib ve ta'zib maksadıyla yapılan ta'zirdir.

talh

  • Necis bulaşmak, pislik bulaşmak.
  • Havuz dibinde kalan tortu.
  • Kene böceği.

tamele

  • Havuzun dibinde kalan balçık ve tortu.

taslim

  • Kulağı dibinden kesmek.

tasre

  • (Süt) koyu olmak.
  • Su dibinde olan balçık.
  • Balçıklı su.
  • Dirlik, iyi olmak.

tazyik

  • Daraltmak, sıkıştırmak.
  • İcbar etmek.
  • Sıkıntı ve ızdırab vermek.
  • Zorlama, baskı.
  • Fiz: Bir kuvvet harcayarak yapılan basma veya itme işi. Basınç. Katı cisimler, üzerine konuldukları satıhlara; sıvılar, içinde bulundukları kabın hem dibine ve hem de yanlarına; ga

te'dib / te'dîb / تأدیب

  • Eğitme, terbiye etme. (Arapça)
  • Cezalandırma. (Arapça)
  • Te'dîb etmek: (Arapça)
  • Eğitmek, terbiye etmek. (Arapça)
  • Cezalandırmak. (Arapça)
  • Te'dîb olunmak: (Arapça)
  • Eğitilmek, terbiye edilmek. (Arapça)
  • Cezalandırılmak. (Arapça)
  • < (Arapça)

te'dibat

  • (Tekili: Te'dib) Edeplendirmeler, terbiye etmeler.

te'diben

  • Te'dib suretiyle, te'dib için. Haddini bildirmek için.

teh-i çah / teh-i çâh

  • Kuyunun dibi.

teressüb

  • Süzülme, dibe inip birikme.
  • Dibe çökme, tortu oluşturma.
  • Dibe çökmek. Tortulanmak, ayrılmak. Durulmak. Süzülmek.

tulme

  • (Çoğulu: Tulum) Ekmek.
  • Havuz dibinde kalan su.

üdeba

  • (Tekili: Edib) Edibler, edebiyatçılar.
  • Edeb sâhibleri. Zarif kimseler.

ukve

  • Kuyruk dibi.

umk

  • Derinlik. Dibi derin.
  • Kuyu veya denizin derinliği.

vefl

  • Derinin dibagatla giden fazlalıkları.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın