REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Dolu ifadesini içeren 234 kelime bulundu...

abad

  • Mâmur, şen. (Farsça)
  • Çok dolu. (Farsça)

abd-i pür-taksir / abd-i pür-taksîr

  • Kusurlarla dolu kul.

abd-i pürkusur

  • Kusurlarla dolu olan kul.

abdal

  • t. Safdil, ahmak, bön.
  • Afganistan'da yaşıyan bir Türk kavminin adı, bu kavimden olan kimse.
  • Anadoludaki bazı göçebelerin adı ve bunlardan olan kimse.
  • Derviş, ermiş, kalender. Kendini Allah'a adamış. Ona teslim olmuş, bu yolda çile çekmiş kimse. (Bak : Ebdal)

abek / âbek

  • Sulu, su dolu olan şeyler.
  • Çıban.
  • Civa. (Hg).

abher

  • Nergis çiçeği,
  • Dolu kap.

abkame

  • Anadolunun bazı doğu illerinde ve Bağdat'da yapılan, turşu veya salataya benzer bir çeşit yiyecek maddesi. (Farsça)
  • Ekşi hamurdan pişirilerek sirkeye konulan ve turşu olarak kullanılan bir gıda maddesi. (Farsça)

ac

  • Fildişi.
  • Dolu kap.

add / عد

  • Sayma, görme, değerlendirme, kabul etme. (Arapça)
  • Addedilmek: Sayılmak, görülmek, değerlendirilmek. (Arapça)
  • Addetmek/eylemek: Saymak, görmek, değerlendirmek. (Arapça)
  • Addolunmak: Sayılmak, kabul edilmek. (Arapça)

aforoz

  • R. Papa tarafından bir Hıristiyanın kiliseden çıkarılması, dinden hariç addolunması.

agin / âgîn / آگين

  • Dolu, doldurulmuş. (Farsça)
  • Dolu. (Farsça)

ağrazlı

  • Maksatlı, kinle dolu.

ahid

  • Seninle muâhede eden.
  • Ahdolunmuş nesne.

ahilik

  • Asırlar önce Anadolu'da gelişen bir halk ocağı. Sosyal bir kuruluş olan ahilik iş alanında adam yetiştirmek, çalışma sevgisini aşılamak, istihsali çoğaltmak gibi gayeleri vardı. Günlük hayatta ise teavün, yoksulları koruma gibi insani duyguları; ayrıca müzik, silah kullanma, binicilik kabiliyetlerin

alem-i ceberut / âlem-i ceberut

  • Âlem-i azamet ve kudret. (Bununla âlem-i esmâ ve sıfât kasdolunur. Muhakkıkların ekserisine göre bu, âlem-i evsattır. Yâni üstte olan Lâhut âlemi ile altta bulunan melekut âlemi arasındaki âlem. Amiriyyet-i umumiyyeyi muhit olan berzahtır. Ceberut, ibranice "kudret" mânasındadır).

arz-ı rum

  • (Erzurum) Rum memleketi. Şimdiki Anadolu. Anadolunun şarkındaki bir vilâyet adı.

asar-ı pür-envar / âsâr-ı pür-envâr

  • Nurlarla dolu eserler.

asar-ı pürnur / âsâr-ı pürnûr

  • Baştan başa nurlarla dolu olan eserler.

ayet-i pür-envar / âyet-i pür-envâr

  • Nurlarla dolu âyet.

badir

  • Hemen yapmak isteyen.
  • Birdenbire vuku bulan.
  • Dolunay.
  • Büyümüş (çocuk).
  • Olgun (meyva).

baran ü tegerg / bârân ü tegerg

  • Yağmur ve dolu.

basık

  • Eli açık. Cömert. Dolup taşan.

basika

  • Su ile tamamen dolu olan kuyu.

bayram

  • Bir dinde mübarek addolunan gün.

bayramiyye

  • Anadolu'da yetişen evliyânın büyüklerinden Hacı Bayram-ı Velî hazretlerinin tasavvuftaki yolu. Bayramiyye yolu bir koldan Bâyezîd-i Bistâmî'ye diğer koldan Hasen-i Basrî'ye ulaşır.

bediiyat / bedîiyat

  • Güzelliklerle dolu olan.

bedir / بَدِرْ

  • Dolunay, ayın en parlak hali.
  • Dolunay.
  • Dolunay.

bedr / بدر

  • (Bedir) Dolunay. Ayın en parlak olduğu hâli.
  • Mekke-i Mükerreme ile Medine-i Münevvere arasında bir yer ismi.
  • Bir şeyin tamam olması.
  • Sibâk ve sür'ât etmek.
  • Bir işin ansızın zâhir olması.
  • Tam ve münasib olan âzâ.
  • Dolu şey.
  • İyi hizmet ede
  • Bedir, dolunay.
  • Dolunay. (Arapça)

bedr-bedir

  • Dolunay, ayın ondördü.
  • Mekke ile Medine arasında bulunan Bedir gazasının yapıldığı yer.

bedr-i münevver

  • Parlak dolunay.

bedr-i tam

  • Tam ay, dolunay.

bedre

  • (Çoğulu: Bider) Kuzu veya oğlak derisi.
  • İçi altun dolu olan kese.
  • Onbin dirhem.

bered

  • Dolu.
  • Daha ziyade fırtınalı havalarda yağan dolu.

berede

  • Dolu.
  • Çok yemekten midenin dolması.

besa

  • (Arnavutça) Arnavut yemini.
  • Kan güden hasımlar arasında yeminle akdolunan anlaşma.

beşg

  • Dolu; kar; çiy, şebnem. (Farsça)
  • Naz, cilve, işve. (Farsça)

beya

  • Dolu, dolmuş. (Farsça)
  • Kapı, girilecek yer. (Farsça)

beyanat-ı medhiye

  • Övgü dolu ifadeler, açıklamalar.

biham

  • Dolu, memlû.

bürzu'

  • Dolu, dolmuş, mümteli.

cam-ı memlu / cam-ı memlû

  • Dolu kadeh.

celali / celalî

  • Celal ismine dâir. İlâhi ve celale müteallik. Celal adlı kimselerle alâkalı olan.
  • Hicri XI. Asırdan önce Anadolu'da baş gösteren eşkiyaya verilen ad.
  • Sultan Celaleddin Melikşah tarafından hazırlanan ve Hicri 471 tarihinde başlayan bir güneş takvimi.

celh

  • Doldurmak, dolu olmak.

cennatu'n-naim / cennatu'n-naîm

  • Naîm Cennetleri, nimetlerle dolu olan cennetler.

ceyş

  • Asker, ordu. En az dörtyüz nefer süvari ve piyadeden müteşekkil bir askeri kıt'a.
  • Dolup taşmak.
  • Ses, sadâ.

cife-gah / cife-gâh

  • Leş ile, lâşe ile dolu olan yer. (Farsça)
  • Mc: Dünya. (Farsça)

cilvah

  • Geniş ve dolu olan deve.

defter-i a'mal / defter-i a'mâl

  • İnsanların amellerinin iyilik veya, kötülüklerinin meleklerce kaydolunduğu manevî defter.

dem'an

  • İçi iyice dolmuş olan. Ağız ağıza dolu kap.

des'

  • Def'etmek kovmak.
  • Ağız dolusu kusmak.

desik

  • Dolu nesne.

dihak

  • Dolu bardak.

diyar-ı rum

  • Eskiden Osmanlı ülkesindeki Anadolu. (Farsça)

düfak

  • Bir şeyin dolu olması.

ehl-i aşk

  • Kalpleri Allah sevgisiyle dolu olanlar.

ehl-i rum

  • Osmanlı. Eskiden Anadolu'da yaşayanların bir ismi. Çünkü: Osmanlılar Romalıların (Rumların) çok bulunduğu memleketlerini fethedip yerleştiler. (Farsça)

enbar

  • Yığın, dolu, küme. (Farsça)
  • Gübre. Ekinlere, kuvvet vermesi için dökülen eski fışkı, hayvan tersi. (Farsça)

ermiye

  • (Tekili: Remi) Remiler, kasırga bulutları ki, bu bulutlardan dolu yağar.

escal

  • (Tekili: Secel) İçi su dolu kovalar.

eser-i pürnur

  • Nurla dolu eser.

esrarlı

  • Sırlarla dolu.

fa'm

  • Dolu.

fakir-i pür-taksir / fakir-i pür-taksîr

  • Kusurlarla dolu fakir anlamına gelen, tevazu ifadesi olarak "ben" yerine kullanılan ifade.

fakir-i pürkusur

  • Kusurlarla dolu muhtaç anlamında, tevazu ifadesi olarak "ben" yerine kullanılan söz.

feame

  • Dolu olmak.

fehek

  • Dolu olmak.

felke

  • Ayın dolunay şekli.

feyza feyz

  • Feyiz ile dolu, bol.

firaş-ı sahih

  • Fık: Nikâh ve mülk-i yemine müstenid bulunan istifraş. Mülk-i yemin, bir kimsenin temellükünde bulunan cariye demektir. Binaenaleyh bu iki şarta dayanan istifraştan, meydana gelecek çocuk, varis addolunur. Ancak, cariyeyi istifraşta husule gelen çocuğun kendisinden olduğunu müstefrişin söylemesi lâz

fırat

  • Ön Asya'nın en büyük nehridir. Diyadin civarında çıkar, Anadolu'nun doğu taraflarına kadar gelip Mezopotamya'yı dolaştıktan sonra Irak'ta Dicle ile birleşerek Basra Körfezi'ne dökülür.

firkatli

  • Ayrılık dolu.

fürs ü rum / fürs ü rûm

  • İran ve Anadolu.

fütüvvet / فتوت

  • Gençlik. (Arapça)
  • Yiğitlik. (Arapça)
  • Eskiden Anadolu'da kurulup gelişen esnaf teşkilatı. (Arapça)

garbi anadolu / garbî anadolu

  • Batı Anadolu.

gasas

  • Dolu olma.
  • Yediği ve içtiği şeyin boğazda durması.

gassan

  • Dolu, mümteli.

geçer akça

  • Rayiç para yerine kullanılır bir tabirdir. Bu tabir, eskiden halk arasında yapılan senetlerde, hükümet tarafından akdolunan mukavelelerde kullanılırdı. (Türkçe)

gılt

  • Akdolunan pazarlığı bozmak.

giran

  • Pahalı. Tartısı ağır olan. Ağır. Dolu. (Farsça)
  • Sert. Katı. (Farsça)
  • Bıktırıcı. Usandırıcı. (Farsça)

girye-meşhun

  • Gözyaşı ile dolu. (Farsça)

hafil / hâfil

  • Dolu, mümteli.

hafne

  • (Çoğulu: Hafenât) İki avuç dolusu olan şey.

halidiyye / hâlidiyye

  • Evliyânın büyüklerinden Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin tasavvuftaki yolu. Nakşibendiyye yolunun bir kolu olan Hâlidiyye yolu daha çok Anadolu, Irak ve Sûriye taraflarında yayılmıştır.

halık

  • (Çoğulu: Huluk-Havâlık) Büyük dağ.
  • Ağaca dolaşmış olan üzüm çubuğu.
  • Süt ile dolu olan koyun memesi.
  • Tıraş eden. Berber.

halit / halît

  • Buz. Kırağı. Dolu.

hamtar

  • Dolu kırba.
  • Yay kirişi.

harab-abad

  • Harabiyetle dolu olan yer. Tam harabe. (Farsça)

harbiye nazırı

  • Askerlik işleriyle alâkalı dairenin başında bulunan memura verilen ünvandır. Kuva-yı Milliyenin Anadolu'da kurduğu hükümette "Milli Müdafaa Vekili" adını taşıyan bu ünvan, Osmanlı Hükümetine 1908 Temmuz inkılâbı arifesinde kurulan Said Paşa kabinesiyle girmiştir. Ondan evvel "Serasker" adını taşıyor

hataalud / hataâlûd / خطا آلود

  • Hatalı, yanlış dolu. (Arapça - Farsça)

hayat-alud / hayat-âlûd

  • Hayattar, hayat dolu.

hazem

  • Göğüs kemiği.
  • Davarın karnının ve böğrünün dolu olması.

hazin / hazîn / حزین

  • Hüzün dolu. (Arapça)

hedef-i garaz

  • Kasdolunan hedef, maksat.

hey'et-i temsiliye

  • Temsil hey'eti.
  • Tar: Erzurum Kongresinde Şarkî Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ismini alan cemiyetin nizamnamesi iktizasınca seçilen şahıslardan teşekkül etmiş olan hey'et. (6 Ağustos 1919)

hikmet-medar

  • Hikmetli, hikmet dolu.

hıncahınç

  • Ağzına kadar ve tıka basa dolu. Dopdolu. (Bu tabir bir yer veya taşıt için kullanılır.)

hısve

  • (Çoğulu: Haseyât) İki avuç dolusu.
  • Azeryun otu.

hüceyre

  • Hücrecik. Canlı varlıkların veya nebâtatın vücudunu teşkil eden küçük küçük odacık halinde ve içi vücuda lüzumlu madde ile dolu hücrecik. En küçük canlı parça.
  • Küçük delik ve oyuk.

hüffel

  • Memesi süt ile dolu olan koyun.

hüsranhiz / hüsranhîz / خسران خيز

  • Zarar dolu, hüsran dolu. (Arapça - Farsça)

içli

  • t. İçi dolu.
  • Çabuk müteessir olan, hassas duygulu.
  • Kin tutan, haset eden.

ilmiye rütbeleri

  • İlmiye denilen ulema sınıfına mahsus rütbeler. Rütbeler, aşağıdan üste doğru şöyle idi: Müderrislik, kibar-ı müderrisîn, mahreç mevleviyeti, bilâd-ı hamse mevleviyeti, Haremeyn-iş şerifeyn mevleviyeti, İstanbul kadılığı, Anadolu ve Rumeli kazaskerliği.

irziz

  • Dik ses.
  • Titreme.
  • Dolu tânesi.

kaba necaset / kaba necâset

  • İnsandan çıkınca abdesti veya guslü gerektiren her şey, eti yenmeyen hayvanların, (yarasa hâriç) ve yavrularının yüzülmüş, dabağlanmamış derisi, eti, pisliği ve bevli ile süt çocuğunun pisliği, bevli ve ağız dolusu kusmuğu, insanın ve bütün hayvanlar ın kanı ile şarab, leş, domuz eti ve kümes ve yük

kabi' / kâbi'

  • Dolu kap.

kabza

  • Tutacak, tutanak yeri, sap.
  • Bir avuç, bir tutam, bir el dolusu şey.
  • Pençe.

katb

  • (Katub) Daim çatık çehreli, ekşi yüz.
  • Bir kimseyi darıltmak, gücendirmek.
  • Birikmek, biriktirmek, doldurmak.
  • Dolu çuval taşımak, götürmek için hazırlamak.
  • Arslan.

ke's

  • Çanak.
  • Kadeh. Dolu kadeh.

ke'sen dihak

  • (Kulpsuz) dolu kadehler.

kef

  • Elin iç tarafı. Avuç.
  • Ayağın altı, tabanı.
  • Avuç dolusu.

keşe'

  • Kebap yapmak.
  • Yemek.
  • Çok dolu olmak.

kezkeza

  • Kırbanın dolu olması.

kıls

  • (Çoğulu: Kulus) İftira etmek.
  • Atmak.
  • Liften yapılmış kalın ip.
  • Kusmak.
  • Kap dolup dökülmek.

kinemeşhun

  • Kinle, intikamla dolu. (Farsça)

kıntar

  • (Çoğulu: Kanâtir) Yüzyirmi rıtıl veya yetmiş bin dinar.
  • Çok mal.
  • Bir sığır derisi dolu altın ve gümüş.

kirban

  • Dolu kap.

kitab-ı hikmet-i samedaniye / kitab-ı hikmet-i samedâniye

  • Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan ancak herşey Kendisine muhtaç olan Allah'ın hikmetlerle dolu kitabı, İlâhî amaç ve hikmetleri gösteren kitap.

küfae

  • Davarın bir yıllık dölü, sütü, yoğurdu, yünü ve yapağısı.

Kulleteyn

  • Alıntı:
    "iki kulle" (yaklaşık 13 ton) su. Durağan suyun temiz ("tahir") sayılabilmesi için Şafii mezhebine göre bu kadar olması yeterliydi. Daha az olamazdı. Bu kadar oldu mu, içinde ne bulunursa bulunsun "temiz"di artık. "pislik"lerle dolu bile olsa...

    Turan Dursun, Kulleteyn,
    Akyüz Kitabevi, 1990


kuva-yı milliye / kuvâ-yı milliye

  • İstiklâl Savaşında Anadolu'da kurulan hükümet ve buna bağlı askeri kuvvetler.
  • Milli kuvvetler. Bir milletin sahib olduğu kuvvetleri.
  • İstiklâl harbinde Anadoluda kurulan hükümet ve bu hükümetin askeri kuvvetleri.

lafz-ı müşterek

  • Huk: Birçok müsemması bulunan lafızdır ki, hangi mânâ kasdolunduğu taayyün etmediği surette mânasız addolunur, onunla amel olunmaz.

lebaleb / lebâleb / لبالب

  • Ağzına kadar dopdolu.
  • Ağızdan ağıza.
  • Dop dolu.
  • Dopdolu.
  • Ağzına kadar dolu. (Farsça)

lekif / lekîf

  • Dolu havuz.

ma'hud

  • Ahdolunmuş, bilinen, sözleşilen.
  • Sözü geçen.

ma'kud

  • (U, uzun okunur) Akdolunmuş, bağlanmış, düğümlü, bağlı.

ma'nat

  • Dilemek, iradet.
  • Kasdolunmuş nesne.

mahcuc

  • Kasdolunmuş olan.
  • Çok gidilip gelinen.
  • Delil ve bürhanla isbat edilmiş olan.
  • Mekke-i Mükerreme'nin bir adı.
  • Kendi yerine hacca gidilmiş olan.

maksad

  • (Çoğulu: Makasıd) (Kasd. den) Kasdolunan ve istenilen şey. Merâm, gâye.

malamal / mâlâmal / mâlâmâl / مالامال

  • Çok dolu, lebâleb, ağzına kadar dolu.
  • Dopdolu.
  • Ağzına kadar dolu, dopdolu.
  • Dopdolu. (Farsça)

mali / malî

  • Dolu. (Farsça)
  • Fazla, çok. (Farsça)

mathum

  • Dolu, dolmuş.

mazmaza

  • Gusül veya abdest alırken, elleri yıkadıktan sonra üç kere ağız dolusu su alıp ağızda çalkalamak.

medmum

  • Kırmızı renkli olan.
  • Dolu, dolmuş.

mel'an

  • Dolu olan, taşkın.

mele'

  • (Çoğulu: Emlâ) Bir cemâatin ileri gelenleri.
  • Hırs, tama'.
  • Zan.
  • Güzellik.
  • Fls: Kâinatta hiçlik şeklinde boşluk olmadığını, her yerin dolu olduğunu ifade eden bir tabirdir.
  • Dolu mekân.
  • Kalabalık, güruh, cemaat, topluluk. Halk.
  • Doldurma, dolma, doluluk.
  • Kalabalık, topluluk.

memlu / memlû

  • Doldurulmuş, dolu.
  • Doldurulmuş. Dolu.
  • Doldurulmuş, dolu.
  • Dolu.

merdud

  • Reddolunmuş. Kabul edilmemiş. Geri döndürülmüş. Kovulmuş. (Namaz kılmayan hâindir, hâinin hükmü merduddur.)

merdut

  • Reddolunmuş, lânetlenmiş, kabul edilmeyen.

meşbu / meşbû / مشبوع

  • Doymuş; tamamen dolu.
  • Dolu. (Arapça)
  • Tok, doygun. (Arapça)

meşhun / meşhûn / مشحون

  • Doldurulmuş. Dolu. Dopdolu.
  • Dolu, doldurulmuş.
  • Dopdolu, yüklü.
  • Dolu. (Arapça)

meşhun-u mesarr / meşhun-u mesârr

  • Sevinçler ve zevklerle dolu.

mesrud

  • (Serd. den) Söylenmiş, bilidirilmiş, mezkur. Serdolunmuş.

mevsim-i elimane / mevsim-i elîmâne

  • Acılarla dolu mevsim.

mihnet-abad / mihnet-âbâd

  • Keder, mihnet ve gam dolu olan yer. (Farsça)
  • Mc: Dünya. (Farsça)

mihrban / mihrbân / مهربان

  • Sevgi dolu, şefkatli. (Farsça)

mil'e

  • Dolu, dolusu.
  • Cemaat.
  • Havuz.

mila

  • Bir kap dolusu nesne.

müdd

  • İki avuç dolusu kadar bir ölçü. Ağırlıkça da 875 gr. kadardır.

müferrig

  • Dolu kabı boşaltan.

müftehirane / müftehirâne

  • Övgüyle dolu, överek.

muhabbettarane / muhabbettârâne

  • Sevgiyle, sevgi dolu.

mühbenta

  • Dolu, mümteli.

muhyiddin-i arabi / muhyiddin-i arabî

  • (Hi: 560 - 638) İspanya'da doğmuş, Anadolu ve Arabistan'ı gezmiştir. Mutasavvıf ve büyük âlim idi. Birçok ilmi eserler yazmıştır. Kendisine Şeyh-i Ekber de denir. Fütuhat-ı Mekkiye, Füsus-ül Hikem adlı eserleri meşhurdur. Şam'da vefat etmiştir. (K.S.)

mül'aka

  • Bir kaşık dolusu miktar.

mümteli

  • (Melâ. dan) Dolu, dolgun, dolmuş.
  • Mide dolgunluğuna uğramış.

mustalah

  • Istılahlı. Garib ve az kullanılır kelime ve terimlerle dolu olup pek anlaşılmayan.

müşti

  • Bir avuç dolusu.

müterahhir

  • Dolup taşan.

mütra

  • Dolu, memlu.

muvakkas

  • Dolu, memlu.

muvazene-i maslahatkarane / muvazene-i maslahatkârâne

  • Büyük faydalarla dolu denge hali.

nazar-ı hürmet

  • Saygı dolu bakış.

nazar-ı rıza

  • Memnuniyet dolu bakış.

nehdan

  • Dolu, dolmuş.

osmanlı

  • Osmanlı Devleti teb'asından olan.
  • Anadolu Selçuklu Devleti'nin Bizans sınırındaki Beyliğin reisi olan Ertuğrul Bey'in vefatından sonra, Mi: 1288'de yerine geçen Osman Beyin kurduğu devlete mensup olan.

perde-i nukuş

  • Üzeri nakışlarla dolu perde.

pür

  • Çok, dolu, çok fazla, memlu, tekrar (mânâlarına gelir, birleşik kelimeler yapılır) (Farsça)
  • Sâhib, mâlik. (Farsça)
  • Çok dolu.

pur / پر

  • Dolu. (Farsça)

pür / پر

  • Dolu. (Farsça)

pür kusur

  • Kusurlarla dolu.

pür-amal / pür-âmâl

  • İstek ve emellerle dolu.

pür-ateş ü hevl / pür-âteş ü hevl

  • Ateş ve korku dolu.

pür-emvat / pür-emvât

  • Ölülerle dolu.
  • Ölüler dolu.

pür-hande / pür-hânde

  • Neş'e dolu, çok gülme ve sevinç dolu. Sevinçli, neşeli.

pür-hatarkar / pür-hatarkâr

  • Tehlikelerle dolu, çok tehlikeli.

pür-hayal / pür-hayâl

  • Hayal ile dolu. (Farsça)

pür-heves

  • Çok hevesli. Heves dolu. (Farsça)

pür-heyecan / pür-heyecân

  • Heyecan dolu. Çok heyecanlı. (Farsça)

pür-hikmet

  • Hikmet dolu.

pür-hun

  • Kan içinde. Kan dolu.

pür-kine

  • Düşmanlık ve gazab dolu. (Farsça)

pür-kusurluk

  • Kusurlarla doluluk.

pür-nar / pür-nâr

  • Çok ateşli. Çok kızgın. Ateş dolu.

pür-şa'şaa

  • Çok gösterişli, şa'şaa dolu.

pür-taksir / pür-taksîr

  • Kusurlarla dolu.

pür-ümit

  • Ümit dolu.

pür-zünub / pür-zünûb

  • Günahlarla dolu.

pürcemal / pürcemâl

  • Güzelliklerle dolu.

püremvat

  • Ölülerle dolu.

pürheves

  • Hevesle dolu.

pürhun / pürhûn / پرخون

  • Kan dolu, kanlı. (Farsça)

püriştiyak

  • Arzu ve istekle dopdolu.

pürkemal / pürkemâl

  • Mükemmelliklerle dolu.

pürkusur

  • Kusurlarla dolu.

pürmerak

  • Merak dolu.
  • Merakla dolu, pek meraklı.

pürniyaz

  • Dua ve yakarış ile dopdolu.

pürşer

  • Çok şerli, kötülüklerle dolu.

pürsevda

  • Sevgiyle dolu.
  • Sevda dolu.

raib

  • Korkmuş.
  • Semizliğinden yağı damlar olan.
  • Dolu.

redah

  • (Çoğulu: Rudüh) Dolu büyük çanak.
  • Etli ve şişman kadın.

riddet

  • İslâm dininden dönme. İrtidad.
  • Doğumdan evvel davarın memesinin süt ile dolu olması.

rum

  • Anadolu.
  • Osmanlı Devleti ve Arabistan hârici yerler.
  • Romalı.

rumi

  • Rumelinden olan, Anadolulu olan.
  • Rum. Türkiye'de yaşayan Yunanlı.

sadreyn

  • Rumeli ve Anadolu kazaskerliği.

samed

  • Her şeyin kendine muhtaç olup, kendisi hiç kimseye ve hiç bir şeye muhtaç olmayan. (Allah)
  • Pek yüksek, dâim.
  • Refi' ve âli ve içi dolu şey.
  • Kavmin ulusu.

şark uleması

  • Doğu âlimleri, Anadolunun doğusundaki âlimler.

şarki anadolu / şarkî anadolu

  • Doğu Anadolu.

sasaniler

  • İran'da ikibin yıl önce devlet kuran bir sülâledirler. İlk meşhur hükümdarları Erdeşir'dir. Devleti kuvvetlendirdi ve Doğu Anadolu'yu Romalılardan aldı. Ünlü pâdişahlarından ve âdil ismi ile tanınan Nuşirevan İslâmiyetten önce yaşamıştır. Altıyüz seneden ziyade devletleri devam eden Sâsâniler, İslâm

şasıye

  • (Çoğulu: şevâss-şasâyât) Dolu sokak.

secl

  • (Sicâl) İçi su dolu kova.

şehr-i pür-emvat / şehr-i pür-emvât

  • Ölülerle dolu şehir.

senakarane / senâkârâne

  • Övgü dolu bir şekilde.

şeraretli

  • Şerle, kötülükle dolu, kötülüğe eğilimli.

serdab

  • Yer altında olan serin ve soğuk oda, bodrum. Böyle yerler ekseriyetle sıcak bölgelerde, gündüzleri sıcaktan korunmak için yapılırdı. Anadolu'nun bazı yerlerinde buna "zir-i zemin" denilir. (Farsça)
  • Tar: Padişah saraylarında, sağ ve sol taraflarında birer oda bulunan üç köşeli sofalara verilen (Farsça)

serşar / serşâr / سرشار

  • Ağzına kadar dolu. Dökülecek derecede dolu. (Farsça)
  • İleri giden, sınırı aşan. (Farsça)
  • Dolu, ağzına kadar dolu. (Farsça)

sical

  • Münavebe. Arab ata sözlerinde: "Harp sicaldir" denir. Yani: Bazan galibiyet ve bazan mağlubiyet ile devam eder.
  • (Tekili: Secl) Büyük ve içleri dolu su kovaları.

şübehat-alud / şübehat-âlûd

  • Şüphelerle karma karışık olmuş, şüphelerle dolu.

tafaf

  • Dolu olmak.

tafh

  • Kaldırmak.
  • Dolu olmak.

tafih

  • Dolu, mümteli.

tamv

  • Yüksek olmak.
  • Dolu olmak.

teakk

  • Dolu olmak.

tebk

  • Dolu olmak, dolmak.

teessürat-ı hazine / teessürât-ı hazîne

  • Hüzün dolu üzüntüler.

tegerg

  • Dolu. (Farsça)

tere'

  • Dolu nesne.
  • Kötülüğe ve şerre koşan kimse.

tezkar / tezkâr

  • (Tizkâr) Zikretme, hatırlatma, anma, yâdolunma.

tuba / tubâ

  • Cennet, cennette nimetlerle dolu olan ağaç.

ukde

  • Düğüm, bağ.
  • Karışık ve müşkil iş. Zorluk, zor iş. Vâlilik ve halifelik için akdolunan biat.
  • Ağaçlık yer.
  • Pelteklik, kekemelik.
  • Arzu edip de ulaşamadığından dolayı içe dert olan şey.

vadade

  • Reddolunmuş, geri çevrilmiş. Merdud. (Farsça)

vehb

  • (H.-110) Tabiînden olan bu şahıs İsrailî rivayetlerin en mühim kaynağı addolunur. Birçok İsrailiyatı havi kitapları okumuş ve tefsire de aktarmıştır.

vehm-alud / vehm-âlud

  • Vehimli, kuruntu dolu.
  • Vehimli. Vehim dolu. Vehim karışık. (Farsça)

yahçe

  • Donmuş yağmur taneleri, dolu taneleri. (Farsça)

zevahir

  • Dolu, taşkın, coşkun denizler.
  • Mc: Yüksek şan ve şerefler.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın